4. Bölüm

4.Bölüm: Önce Sen

Gökçe kız
geceyekalanlar

'Her imtihanın sonunda mutlaka bir mükafat vardır; tüm mesele, sabır ve tahammülde...'
~Yusuf Sûresi

 

Yedi yıl geçmişti onu görmeyeli,

Yedi yıl geçmişti mavilerinde boğulmayalı,

Yedi yıl geçmişti baruta bulanmış deniz kokusunu solumayalı,

Yedi yıl geçmişti en derin yaramdan.

 

Bulanık koyu mavilerine baktığımda ihaneti hatırladım. Dostumu kaybedişimi, Elif’i. Sonra binlerce mızrak geldi göğsüme doğru, sipersiz yakalandım.

 

Onun tarafından tam olarak bin kez yaralandım, bir kalbime bin ateş düştü.

 

O bir cehennemdi, yanacağım bir cehennem.

 

Son kez baktı gözlerime, babama saygısından asker selamını verdi, timini de ardına alıp askeriyeye girdi. Gözlerimin önünden kaybolan bedeniyle sıktığım avuçlarım açıldı, boğazımda takılı kalan nefes dışarıya çıktı, ayaklarım kendisini bir adım geriye attı.

 

“Âla, iyi misin?” Murat yanıma gelmiş, bembeyaz kesilmiş suratıma baktı. Neden bu halde olduğumu çok iyi biliyordu, dedim ya en yakınımdı Murat. Dostum, kardeşim, sırdaşım.

 

Alparslan’ı biliyordu, tanıyordu. Elimde fotoğrafıyla az mı ağladım geceleri?

Kolunu omzuma attı, yüzümü de göğsüne doğru çekti. Akacak olanları gözlerime hapsettim, onun için bir damlam bile yoktu artık.

 

“Eve gitmek istiyorum.” Murat son söylediğimde sessizce kafasını salladı, annemle babamı toparlayıp arabaya binmiştik. Evim buraya çok uzak değildi, yirmi dakikada gelmiştik. Lojmanda çocuk sesleri vardı, bir kaç aile bahçeye çıkmıştı. Bizi gördüklerinde oturdukları çardaktan kalktılar, iki kadın üç de kız vardı.

 

“Âla, sensin değil mi kızım?” Orta yaşlardaki teyze yüzüme gülümseyerek baktı. Sırtımdaki ağrılara rağmen gülümsedim, önümde duran ellerimi tutup avuçlarına aldı.

 

“Çok korktuk Âla, Allah’a şükür iyisin!” Sıcakkanlılığı, beni hiç tanımasa bile benim için endişelenmesi gözlerimi doldurmuştu.

“Anne kızı ayakta tutmasana, yorgundur.”

 

“Doğru, hadi gelin oturalım beraber. Ayla bardak getir kızım.” Kadın yüzümüze bekletiyle baktı. Annem beklemediğim bir şey yaptı, ellerimi sıkı sıkı tutan kadına sarıldı. Ağladığını sırtının hareketlerinden anlayabiliyordum.

 

“Anne yüreği..” kadının gözleri de yaşlardan ışıldıyordu. Adını, sanını, kim olduğunu bilmiyordum, bilmiyorduk ancak bu vatan, toprak, bayrak beni karşımdaki kadının kızı yapmıştı. Benim için ağlayan, endişelenen, ellerimi sıkı sıkı tutup destek olan bu kadın benim annem olmuştu. Endişelenen kızları kız kardeşim olmuştu.

 

“Hadi.. hadi gelin oturalım. Size sıcak bir çay koyayım, içinizi ısıtsın.” Annem yanaklarındaki yaşları sildi hızlıca. Kafasını sessizce sallayıp oturdukları çardağa ilerledi.

 

“Siz kadın kadına oturun kızım, biz Murat’la eve gidelim.” Babam sıkıca tuttuğu elimi bıraktı.

 

“Amca bizde otursaydık, çay içerdik.” Murat çardağa ilerleyen kızlara alık alık baktı. Yüzündeki hain gülümsemeyi öyle iyi tanıyordum ki korktum, kızlar için.

 

Murat’ın felfecir okuyan Deccal gözlerini kapatıp kafasına bir tane sille çaktım. Ellerimi üzerinden çekmek için debelenirken umursamadım.

 

“Gözlerini oyarım senin! Al anahtarı, çık eve!” İtiraz edecekken canım babam girdi hemen araya.

 

“Evli onlar lan! Gözünün merceğini siktirtme bana Murat!” Murat uslu bir kedi gibi dudağını büzdü, kafasını hızlıca önüne eğdi.

“Evli olduklarını nereden çıkardın amca?!”

 

“Parmaklarında yüzük vardı, uzak dur masum kızlardan!” Babam çaktırmadan bana göz kırptı. Gülecek gibi olduğumda durdum, Murat kafasını emir almış asker gibi sallayıp yere bakarak benim apartmana ilerledi.

 

Şeytanın asistanı:0

Cemil komutan:1

 

Çardağa ilerleyip annemin yanına oturdum. Daha bir kaç dakika olmuşken anneme çaylar, börekler, kekler verilmiş derin bir sohbete dalınmıştı bile!

 

“Hoşgeldin Âla, Dilara ben.” Karşımda benim yaşlarımda ki kız gülümseyerek elini uzattı. Sıkıp gülümsedim, bu sefer yanındaki kız uzattı.

 

“Ayla bende, memnun oldum.” Onun da elini sıktım gülümseyerek. Hepsi sıcacık insanlardı, yüzlerindeki bu gülümseme sahte değildi.

 

“Sıla, memnun oldum.” Üçü de birbirinden güzel, samimi, sıcak tatlı kızlardı. Ayla elimin üzerine elini koydu, kaşları çatılmıştı.

Gözlerindeki endişe hiç de yabancı değildi.

 

“Seni tanımasak bile, tüm lojman senden haber bekledi Âla. Hepimizin kalbi elinde, gelmeni bekledik. Erdal amcadan kurtulduğunu öğrendiğimizde ne kadar sevindik sana anlatamam.” Dolan gözlerimi kaçırdım, ağlamak istemiyordum artık.

 

“Öğretmenmişsin, bakalım dayanabilecek misin bu veletlere!” Sıla yüzünü buruşturup ardımızda oradan oraya koşuşturan, ip atlayıp bağırarak top oynayan çocuklara baktı. Bu hali istemsizce gülmeme neden oldu.

 

“Stajda neler gördüm, bu çocuklar melek kalıyor.” Sıla yine yüzünü buruşturdu, sanırsam çocukları çok sevmiyordu. Ayla’yla Dilara güldü bu haline.

 

“Hemşireyim bende, daha doğrusu askeri hemşire. Askeriye senin okula çok yakın, arada gelirim yanına!” Dilara heyecanla konuşup tekrar ellerimi tuttu, bu tatlı halleri içimi sımsıcak etmişti. Bir süreliğine de olsa yaşadıklarımı, onca yıl sonra onu görmemi unutabilmiştim.

 

“Olur tabii, gel her zaman. Hatta bir gün bana gelin, size limonlu kek yaparım.” Sıla çatlamış, yarılmış ellerimin üstünü hafifçe okşadı.

 

“Sen iyileşmene bak, keki de limonlusunu da biz yaparız. Hem aşçıyım ben kızım! Ben burada dururken sen mi yapacaksın?!” Sıla sona doğru bana kızdı, öyle tatlı kızıyordu ki insan kırılamıyordu.

 

Şu kısacık bir saat içinde Sıla’nın mizacının kabuğunun sert ama anlamının pamuk şeker gibi olduğunu anlamıştım.

 

“Bende ev hanımıyım.” Ayla masum masum ellerini birleştirip alttan baktı.

“Evli misin?” Bu dediğime Dilara ve Sıla gülerken Ayla yüzünü buruşturdu.

 

“Aman Allah korusun! Kendimin kendi evimin hanımıyım, bireysel, erkeksiz.”

 

“Niye öyle dedin, evlilik kötü bir şey değil ki.” Dedim. Annem ve babamınki gibi bir evlilik için her şeyi yapardım. Onlarınki gibi bir bağlılık, aşk, saygı ve sevgi istiyordum.

 

“Tövbe ettim, evlenmedim ama o yolda çok yıprandım.” Anlamazca yüzüne baktığımda Sıla açıklamaya geçti bu seferde.

 

“Bunun galerici bir sevgilisi vardı, adı da Kenan. Mutlu mesut gidiyor derken çocuk evlenme teklifi etti. Ne kadar olmaz, hayır desek de bu tabi ki dinlemedi. Kabul etti, işe aileler girdi. İstemeydi, nişandı derken anlaşmazlıklar oldu. Sonra da ayrıldılar.”

 

“Bu nasıl son kızım?! Bildiğimiz kıyamet koptu, herkes birbirine girdi. Anlatsana oraları da düzgünce kıza!” Dilara Sıla’nın kolunu cimdikleyip olaya dahil oldu.

 

“Bizden kaçmasın diye anlatmadık oraları heralde!”

 

“Ben Kenan’ın annesini vurdum!” Ayla bir anda söyledikleriyle ağzım açık kaldı.

 

“Ne?!”

 

“Ben dedim size, alıştıra alıştıra söylesene kızım sende!”

 

“Ölmedi ama! Zaten yanlışlıkla oldu ki, yemin ederim. Nişan alışverişinde herkes birbirine girmişti, baya saç baş kavga ediyorduk. Babamın silahı gözüme çarpmıştı, bende herkesi susturayım dedim. Masumca havaya sıktım, nereden bileyim kaynanamın poposuna denk geleceğini?!” 1

 

“Ex kaynana.” Sıla küçük bir düzeltme yaptı.

 

Hikayenin sonunu duymamla dayanamadım, kahkaha attım. Güldüğümü gören Ayla’nın yüzünde ki endişe de kaybolmuş, rahatlamıştı. Onların da gülmeye başladığını gördüm, Ayla bile üzülmesine rağmen gülmeye başladı.

 

“Âla, gerçekten yanlışlıkla oldu. Bilerek vurmadım, yemin ederim.” Ayla gülmemiz tebessüme döndüğünde ellerimi tutup gözlerime baktı. Karşımda kocaman, siyah, ceylan gözlerle bakan bu kız bilerek vurdum dese bile inanmazdım.

 

“Masumsun Ayla, gözlerinden belli.” Mahçupça gülümsedi. Ellerimdeki avuçları bir anda çekip kendi ellerini koyan Sıla’ya şaşkınca baktım.

Gözlerini belertmiş yüzüme doğru eğilmiş bakıyordu, irkilip geriye sıçradım. Bir anlık korkmadım değil.

 

“Benim gözlerim! Masum muyum bak bakayım bir!”

 

“Kızın üstüne niye çullanıyorsun kızım! Senin gözler anca felfecir okur, sinsi.” Dilara, üzerime eğilen Sıla’nın tişörtünden tutup yerine geri oturttu. Sıla gözlerini devirdi.

 

“Kızlar, daha tanışalı bir kaç saat olsa da hepinizin temiz kalbi gözlerinizden okunuyor. Beni tanımadığınız halde endişelenmiş, merak etmişsiniz. Bu bile güzel yüreğinizi gösteriyor, iyi ki sizinle tanıştım.” Ayla yerinden kalkıp yanıma geldi, kollarını boynuma dolayıp kafasını kafama yasladı.

 

“Yaa! Böyle konuşmayın ağlayasım geliyor!” Kolunu sırtıma koyduğunda irkildim. Belime saplanan ağrı daha çok arttı, sert tekmeleri sanki tekrar hatırladım.

 

“Âla, iyi misin güzelim?” Dilara ve Sıla da telaşla yanıma geldi. Sohbete dalmış anneler de bize dönmüştü. Annem telaşla bana döndü, saçlarımı geriye doğru attı.

 

“İyiyim iyiyim, sırtım biraz ağrıyor.”

 

“Hadi kalkalım, kızcağız dinlensin. Hiç düşünmeden çektik sizi de buraya, kusura bakma Zeynep. Ayla, evde mercimek çorbası vardı annem. Isıtıp getir haydi!” Canan teyze, Ayla’nın annesiydi. Yanındaki diğer kadın da Gülşen teyzeydi, Sıla’nın annesi.

 

“Hiç gerek yok Canan, yaparım ben şimdi bir şeyler.”

 

“Olur mu öyle şey, yorgunsunuz siz. Sarma sever misin Âla?” Gülşen teyze lojmana ilk girdiğimiz gibi tekrardan ellerimi tuttu. Maviş gözlerine ne derse desin hep tamam diyecektim!

 

“Çok severim.” Söylediklerimle yanımda ki Sıla’ya başıyla evi gösterdi. İki kız da yerinden fırlayıp eve koştular. Annem mahçup olsa da gözlerinin dolduğunu, gülümsediğini gördüm.

 

“Yarın çaya gelin bize, oturur sohbet ederiz. Bu böyle ayak üstü oldu, saymıyorum.” Canan teyze teklifini sunarken anneme baktım.

 

“Biz, yarına gideriz Canan. Yine de sizin gibi güzel insanları tanımak, konuşmak çok iyi geldi.” Bakışlarım ok hızıyla buldu bu sefer annemi.

 

Annem beni bu halde hayatta bırakmazdı, gitmek derken bu gitmenin içinde bende mi dahildim?

 

“Geliriz Canan teyze, kimse bir yere gitmiyor.

Annemler bir süre daha benimle kalacak.” Annem kaşlarını çatıp yüzüme ‘evde konuşacağız!’ bakışından attı.

 

Kızlar yanımıza iki büyük tencereyle geldi. Ayla annemin eline sıcak tencereyi sıkıştırdı.

“Zeynep teyze, ısıtırken bir tane kemik suyu da attım. İyi gelir, afiyet olsun!”

 

“Niye zahmet ettin Aylin?” Mahçupça yüzüne baktım, ilk kez gördüğüm, yeni tanıştığım insan olsalar da sanki yıllardan beri tanıyormuş hissini bastıramıyordum.

 

“Bana bak, yerken parmaklarına dikkat et. Lezzetinden onları da yiyebilirsin çünkü!

Ben sardım, ben yaptım! Çok güzel oldu, yoğurt da koy yanına.” Sıla sarmadan çok kendine övgülerine yağdırıp kucağıma bıraktı. Gülmeden edemiyordum bu kıza!

 

“Size ne kadar teşekkür etsem az, iyi ki karşılaşmışız!” Üçüne de aynı anda sıkıca sarıldım. Kucağımdaki tencere ne kadar engel olsa da bir yandan onu tutuyor bir yandan üçünün boynuna sarıldım.

 

“Yarın gelin bize bak! Sana özel limonlu kek yapacağım.” Ayla tatlı tatlı bana bakıp parmağını salladı. Sessizce kafamı salladım, bulaşıcı gülümsemesi yine yüzüme bulaştı.

 

“Canan Teyze, Gülşen teyze.. o kadar güzel insanlarsınız ki kendiniz gibi evlatlar yetiştirmişsiniz. Her şey için teşekkürler.”

 

“Bir dakika ya! Benim anacığım yok diye ben bu övgüden yararlanamıyor muyum?!” Dilara küskün küskün bakarken bıyık altından güldüğünü gördüm.

 

“Olur mu hiç?! Anneni tanımasam bile senin gibi bir kızı olduğu için ellerinden öperdim.” Küskün yüzü gidip hemen ‘yaa!’ Diye eridi.

 

“Susun bir kızım be! Mübarek, çene çene değil ki! Kızı bir bırakın gidip dinlensin.” Canan teyze Dilara’nın kolunu çekiştirip yanına çekti. Hepsine iyi akşamlar dileyip evime yol almıştık.

 

Oturma odasında babamı koltukta televizyona bakarken uyuya kalmış halde bulduk. Murat üzerine battaniye örtmüştü ama kendisini unutmuştu. Küçük koltukta iki büklüm yatıyordu, bu haline üzüldüm.

 

“Murat..” sessizce dürtüp kaldırdım, uykusu hafifti zaten. Uyku mahmuru kızarmış gözlerini bana çevirdi, bir an nerede, kiminle olduğunu anlamak için etrafa bakındı.

 

“Misafir odasına geç, orada yat.” Kafasını sessizce salladı. Koltuğun kol tarafına attığı ayaklarını kaldırıp ayağa kalktığında ayaklarımın önüne pat diye düşmüştü. Kendimi tutamayıp kocaman kahkaha attım, hemen elimi ağzıma kapattım. Babam kıpırdansa da uyumaya devam etti.

 

“Vay babayn! Bacaklarım iptal, ben burada yatacağım.” Murat uyuşmuş bacaklarına yumruk ata ata kalkıp koltuğa oturdu. Gülmemi bastırmak için ellerimi bastırdım.

 

“Annem, gel seninle beraber yatalım.” Annem kafasını sallayıp gülerek Murat’a ilerledi. Bir kolunun altına o diğerine ben girdim, el birliğiyle ayağa kaldırıp odaya götürdük.

 

“Bu nasıl uyuşmak lan!” Murat söylene söylene yatağa yattı. Onca yolu gitmiş, yarısında benim için geri dönmüştü. Beni bulana kadar da çok iyi uyuduğunu düşünmüyordum, zaten kızarmış gözlerinden belli oluyordu.

 

Üzerini sıkıca örtüp odama gittik. Annem bavulundan geceliklerini giyinip yatağa yattı, yan tarafın yorganını açıp beni çağırdı. Sanki küçüklüğüme döndüm o an, annemle uyumak için babamla savaşırdık neredeyse. Genelde ben kazanırdım, babam surat assa da bana kıyamazdı.

 

Annemin güvenli, sıcacık göğsüne yatıp beline sardım kollarımı. Küçükken yaptığım gibi bir ayağımı annemin ayaklarının arasına koydum.

 

“Benim küçük Âla’m..” Annem saçımı sevip öptü. O cehennem azabı iki günün sonunda bu sıcaklık…

 

Savaşmaya değerdi.

 

“Çok korktum anne, bir daha sizi görememekten, sevginizi hissedememekten.. çok korktum.” Saçlarımın arasında hiç durmadan gezindirmeye devam ettirdi parmaklarını. Parmak uçlarındaki sevgiyi hissedebiliyordum.

 

“Annen burada Âla’m, kollarımdasın küçük kurdum..” duyduğum hitapla kıkırdadım.

“Ulumayacağım anne.” Dediklerimle annem de kıkırdadı.

 

“Halbuki küçükken her yerde kurt olurdun!” Uyku beni ele geçirirken sıcaklığa tamamen bıraktım zihnimi. Dudaklarımdaki gülümseme yavaş yavaş kaybolurken uykunun son deminde söylediklerimi yalnızca annem hatırlayacaktı.

 

“Burada kalmalıyım anne, ihtiyacım var..”

 

 

Sucuklu yumurtanın kokusu odama kadar gelirken yatakta hızlıca kalktım. Annem çoktan uyanmış, güzel kahvaltılar hazırlamışlardı. Banyoya girip sıcak bir duş aldım, dün gece üzerimdeki kirle girmiştim yatağa. Sırtımda ve kollarımdaki morluklara krem sürüp diz kapağıma pansuman yaptım. Çok büyük bir şey yoktu ama belli oluyordu.

 

Beyaz eşofman takımımı giyinip kuruttuğum saçlarımı at kuyruğu topladım. Göz dinlendirici gözlüklerimi takıp annemin yanına gittim. Mutfağımda Murat, Babam ve annem vardı. Annem masayı hazırlarken Murat hem yemekleri yiyor hemde mutfağımı dağıtıyordu.

 

Patatese uzanan elini görmemle elinin tersindeki çayı hızlıca aldım. Almasaydım beyaz halıma dökecekti.

 

“Günaydın çiçeğim.” Babam çayından bir yudum alıp bana döndü. Gülümseyerek ona ilerledim, boynuna sarılıp yeni traş olmuş mis gibi kokan yanaklarını öptüm.

 

“Günaydın canım ailem ve Murat.” Deccal kuzenim yüzünü buruşturup elimdeki çayını aldı, höpürdeterek içti. Ensesine bir tane yapıştırıp yanındaki sandalyeye kuruldum. Annem de karşıma oturmuş tabağıma ne varsa fazla fazla koymaya başladı. Hatta Murat’ın tabağındaki salatalığı da almaya meyletmişti ki canım kuzenim vatan savunur gibi tabağını kapattı.

 

“Canımı al, salatamı alma yenge!” Annemler bu haline gülüp kahvaltıya başladık. Bizim evin yazılmamış kurallarındandır, hafta içi bazen kahvaltı bile yapmazdık ama pazar günleri pişiler, kızartmalar, çikolatalar, ezmeler ve daha bir çok şey asla masamızdan eksik olmazdı. Bugün de o pazarlardan birisiydi.

 

Kahvaltımız bitmiş salona geçmiştik, çayın altını azıcık kapatıp bardaklara doldurdum. Yanına annem limonlu kek yapmıştı, üzerine de beyaz çikolata dökmüştü. Şu an benden mutlu kimse olamazdı sanırım.

 

Tabakları içeriye götürüp çayları Murat’a kitledim. Kafasını telefondan kaldırıp istemeye istemeye yardım etti. Boş koltuklardan birisine oturduğumda gözüme kapının köşesindeki bavullar çarptı.

 

“Akşama doğru yola çıkacağız Âla’m.” Annem çayından yudum alıp bana baktı. Bavullara baktığımı görmüştü sanırım.

 

“Anne-“ tam konuşacakken zil çaldı. Bu bavullara benim kıyafetlerimin de eklenmemesi için dua ederek ayaklandım. Holden geçip demir kapımı açtım.

 

Karşımda Dilara’yı, Ayla’yı, Sıla’yı, Canan teyze’yi, Gülşen Teyze’yi, Erdal amcaları hatta dedemleri bile bekleyebilirdim ancak aklımın köşesine bile düşmeyen adam tam karşımda duruyordu.

 

Alparslan Özkurt.

 

Kapıyı açmamla yerdeki mavi gözleri beni buldu. Üzerinde üniforma yoktu, siyah kot pantolon, beyaz bir tişört, yine siyah ceket. Son gördüğümde yüzünde sakal vardı, şimdi sinek kaydı tıraşı ve tıraş losyonuna karışmış kokusu yüzüme yüzüme vuruyordu.

 

“Buyur?” Sesimin titremesinden endişe etmiştim ama çok net, mesafeli, soğuk çıkmıştı. İçimdeki çocuk sevinçle zıplayıp el çırptı.

 

Aferin kız!

 

Kaşları hep bildiğim gibi çatıldı, mavileri yine gölgelendi. Boyu o kadar uzundu ki kafamı kaldırdığımda anca görüyordum. Hatta kapımı biraz geçiyordu, eve girebilmek için eğilmesi gerekti.

 

“Cemil komutan çağırdı.” Onun da sesi netti. Eskisine göre daha kalın sesliydi, ilk duyduğumda bu yüzden tanıyamamıştım. Kapımın önünden çekilip iyice açtım, köşeye geçip içeriye girmesini bekledim.

 

İlk önce eğilip ayağındaki botlarını çıkarttı, tam da tahmin ettiğim gibi kapımdan eğilerek içeriye ilerledi. Hole ilerleyecekken son kez bana bakıp oturma odasına girdi.

 

“Alparslan, hoş geldin oğlum. Gel.” Babam kendi oğluymuş gibi yanındaki boşluğu patpatladı. Alparslan salonda oturan annemle Murat’a başıyla selam verip babamın yanına oturdu.

 

Bende ilerleyip Murat’ın yanına oturdum. Deccal kuzenim elindeki telefonu bırakmış, karşısında dimdik dağ gibi oturan adama kitlenmişti. Öyle bir bakıyordu ki kırk yıllık hasımdılar sanki!

 

Kimse görmeden sağ böbreğine dirseğimi geçirdim. Bir an yerinden sıçrasada mesajı almıştı ama bakmaya devam ediyordu.

 

“Bu konuyu Alparslan’la konuştuk Âla, senin de haberin olsun diye çağırdım. Biz buradan gideceğiz, gözümün arkada kalmasını istemiyorum. Burada da Erdal’dan başka güvenebileceğim tek kişi Alparslandı, biz olmadığımız zamanlarda sana göz kulak olacak. Koruyup kollayacak, tekrardan saol oğlum.” Ağzım bir karış açıldı.

 

“Ne?! Baba buna gerek yok, kimsenin korumasını istemiyorum. Ben dikkat ederim bundan sonra, bir daha böyle bir şey yaşanmayacak.” Babamın mutlu gözleri kayboldu, kaşları çatıldı.

 

“Alparslan kimse değil, oğlum gibi sever sayarım. Kaçırılmanın dikkatsizlikle ilgisi yoktu Âla, kasıtlı olarak yapıldı. Şimdi, ya bu durumu kabul edersin ya da bizimle Denizli’ye gelirsin. Karar senin.” Bildiğimiz mecbur bırakıyorlardı. Ona baktığımda ifadesiz gözler beklerken beni şaşırttı. Ne tepki vereceğimi merak edermiş gibi mavilerini bana dikmişti. Dudakları kıvrılacak gibi oldu sanki ya da ben öyle düşündüm.

 

“Dediğin gibi baba, sen oğlun gibi sever sayarsın. Benim için kimse, ayrıca o bir asker. Benimle mi uğraşacak, adamın işi gücü var. Böyle bir şey istemiyorum ve burada kalacağım. Zorla götürecek haliniz yok ya!” Sırtı gerildi, olduğu yerde dikleşti.

 

“Gerekirse götürürüz! Sana bir şey olmasındansa zorla götürürüz, sen kaçırılmışken öylece gitmeyeceğim Âla! Ya kabul edersin ya da gelirsin.” Annem son noktayı koyup sertçe yüzüme baktı. Oflayıp sırtımı koltuğa yasladım. Gözlerim kararlı babamı, sinirli annemi buldu. Asla vazgeçmeyeceklerdi, ben gelene kadar burada duracaklardı ve babam zor durumda kalacaktı.

 

“Tamam, kabul ediyorum.” Annemin kolları çözüldü, yanıma oturup bana dolandı. Saçlarıma öpücük bırakıp sıkıca sarıldı. Onlara bu emrivakileri yüzünden kızgın ve kırgın olsam da sarıldım.

 

Ben bir daha onunla karşılaşmaz, yüzünü bile görmem derken babam adamı dibime dibime sokuyordu!

 

Babamla Alparslan mutfağa bir şeyler konuşmak için gittiler. İşleriyle alakalı bir şeydi büyük ihtimalle, babam bu konuları annemle benim yanımda konuşmazdı. Güvenliğimiz için. Ancak ben şu an meraktan çatlayacaktım.

 

“Bu niye amcamla gitti? Bende gideceğim.” Babamı kıskanıyordu resmen! Salak kuzenim ayaklanıp gidecekken kapşonunun şapkasından tutup geriye çektim.

 

“Beraber gideceğiz.” Annem odama çıkmış bavulunu topluyordu, bu konuştuklarımızı duysa bizi hemen engellerdi. Murat gözlerini kısıp sinsi sinsi kafasını salladı. Elini yumruk yapıp kaldırdığında küçükken bulup hep yaptığımız el çakışımızı yaptık.

 

Mutfağa sessiz adımlarla ilerleyip duvara yaslandık. Kapı kapalıydı ama duvarlar inceydi. Kulağımızı kapıya yakın tutup içeriye dikkat kesildik.

 

“Kimyagerin peşinde, büyük bir şeyler planlıyor. Bir çok kampı ele geçirdik, mühimmat epey kalabalık. Elinden tutanı baya güçlü ama ensesindeyiz.” Alparslan’ın boğuk sesini duydum, birisinden bahsediyorlardı.

 

“Sonra konuşalım.” Babamın kapalı sesi konuyu kapattı. Hemen Murat’a baktım, felfecir gözleri etrafta gezinip içeriye can kulağıyla dinliyordu ki aklıma gelenler onun da geldi.

 

Biz şu anda özel kuvvetlerdeki bir Üsteğmenle onu eğiten Yüzbaşını gizlice dinlemeye kalkmıştık. Fark etmeyeceklerini düşündük. Murat’ı ensesinden tuttuğum gibi oturma odasına koştuk.

 

Onlar odaya uğramadan mutfaktan çıktılar, kapının kapanma sesini duymamla onun gittiğini anladım.

 

“Ben bir arabaya bakayım, benzini falan bitmiştir.” Murat yanımdan sıvışıp kaçtı, babam salona girdiğinde o da çıkmıştı. Babam karşıma geçti, nasırlı avuçları parmaklarımı buldu.

 

“Kırma güzel kalbini bana, dayanamam. Senin için her şeyi yaparım Âla’m, sen istemesen bile yaparım. Yeter ki iyi ol..” Gözlerim doldu ama yaşlarım akamadı.

 

“İstemediğim bir şeyi yaptığında nasıl iyi olurum baba?” Gözüme düşen saçlarımı arkaya attı, göz kenarımda kalan yaşımı sildi.

 

“Hayatın söz konusu, yanımda değilsen güvendiğim birisi seninle olmalıydı.”

 

“Erdal amcalar var, ona güvenmiyor musun?”

 

“Bundan bahsetmediğimi çok iyi biliyorsun. Küs ayrılmayalım, çok üzülürüm.” Gözlerim yerden kaldırıp kahvenin en koyu tonu olan gözlerine baktım. Onun bir suçu yoktu, beni korumaya çalışıyordu. Alparslan’ı istemememin nedenini bilmiyordu, haksız yere onu kırıyordum.

 

Sarıldım sıkıca boynuna, küslüğümün gittiğini anlatmak ister gibi. O da hemen anlamıştı, sarıldı sırtıma.

 

Özleyecektim..

 

..

 

“Cimriye bak suyu az getirmiş, pinti!” Murat camdan çıkmış su bardağındaki suyuma baktı. Gidenin ardından su dökülürdü ki su gibi gidip su gibi gelsin diye. Evde kap bulamamıştım bende su bardağına koymuştum canım!

 

“Te Allahım ya!” Gülüp camdan çıkan kafasına bir tane çaktım. Kolunu bana uzatıp vurmaya çalışınca bu sefer içeriden babam vurmuştu.

 

“Gir lan içeri!”

 

“Amca, bana vurdu ama!” İsyan ede ede çalıştırdı arabayı, anneme el salladım, ardını dönüp bakan babama dolu gözlerimle baktım. Bardaktaki suyu arabanın arkasından atacakken arabaya denk geldi, Murat’ın bağırışlarını buradan bile duyabiliyordum.

 

Evimin olduğu apartmana ilerleyecekken onu gördüm. Üzerinde üniforma yoktu, bize geldiği üstüyleydi. Uzakta ve çaprazımda olduğu için beni göremiyordu, baksa görürdü.

 

Önünde ise ona bakan güzel bir kız vardı. Heyecanlı ve tatlı bir şekilde bir şeyler anlatıyordu, o ise bazen kafasını sallıyor bazen de gülümsüyordu. Sonra kız yanında duran sol avucunu tuttu, kalbinin üzerine koydu.

 

Ateşi hissettim.

Göğsümün tam ortasına düşen o ateşi.

Can acıtan bir ateşti, istemediğim kadar acıtan.

 

Nefesime bir şeyler tıkandı, zorlandım.

O an bir şey anladım, zamana bıraktığım yaralarım yalnızca kabuğunu bağlamıştı. İlk darbede kanayacak, eski haline dönecekti. Sabırla beklediğim zaman sıfırlanacak, ateşe birikmiş acı tekrar beni bulacaktı.

 

Tekrar korktum.

Babam, bazen korku iyidir, insanı hayatta tutar, derdi. Bu sefer tutacak, korku hep yanıbaşımda yanmayı bekleyen bir lamba gibiydi. O geldi ve yaktı tüm ışıkları.

 

“Âla?” Sıla’nın sesiyle kendime geldim, bakışlarımı onlardan alıp ardımda bana bakan arkadaşıma döndüm. Elinde yumurta kutusu vardı.

 

“İyi misin?” Kaşları çatılmış, gözleri sorguyla yüzümde dolanıyordu. Kafamı hızlıca iki yana salladım ve gülümsedim.

 

“Bunlar köyden yeni geldi, kıymetini bil yumurtalarımı kimseyle paylaşmazdım! Bazen çift sarı çıkıyor, bir süre kendimi şanslı hissediyorum.” Elime tutuşturdu kutuyu, gülümsemem daha da büyüdü.

 

“Niye zahmet ettin, teşekkür ederim. Bu aralar çift sarıya ihtiyacım var sanırım.” Anlamasa da kafasını sallayıp gülümsedi.

“Annenler gitti mi?”

 

“Gittiler şimdi, kek sözümü unutmadım yarın bana gelin.”

 

“Geliriz geliriz sen bir iyileş de gerisi hallolur. Okullar haftaya başlıyor, hazır mısın bu cehenneme?” Bahçede koşuşturan çocuklara tiksintiyle baktı. O ne görüyordu bilmiyordum ama ben küçüklüğümü, tek derdinin çamurdan pasta yapmak olan Âla’yı görüyordum. Kıymeti bilinmesi gereken yaşları, neşeleri, çıkarsız arkadaşlıkları görüyordum.

 

“Ay şu bakışa bak! Kendi çocuğuna şöyle sevgi dolu bakmaz insan!”

 

“Deme öyle ya!”

 

“Aman tamam demedik bir şey, gidiyorum ben. Haberleşiriz.” Fişek gibi gelip fişek gibi gitmişti, hızına karşı insanın başı dönüyordu.

 

Elimde ki yumurtalarla evime ilerledim, gözlerim öyle dalgın öyle önümü görmüyordu ki ayağıma takılan koskoca kaldırım taşını bile görmemiştim. Düşmemiştim ama tökezlemiştim, yumurtalarım ellerimden kayıp yere düştü. Hepsi kırılmıştı.

 

Nedenini bilmiyordum, sinirlendim bir anda. Kalp atışlarım hızlandı, hatta anlamsızca akan gözyaşlarımın arasından ellerimin bile titrediğini görmüştüm.

 

Sinirimle eğildim, kutuyu kaldırıp baktım. Hepsi kırılmıştı, bazıları yerde bazıları kutunun içinde. Gözümden akanlar daha da hızlandı, hatta göğsüm bile hıçkırıklarla inip kalkmaya başladı.

 

“Neden kırıldın ki?!” Daha çok ağladım. Üzerimdeki kazağıma sildim yaşlarımı ama tekrar geldiler.

 

Sevgilisi miydi?

Ya da eşi miydi?

 

Elini tutmasına izin vermişti, gülümsemiş, kalbine dokunmuştu. Bin kalbinden birisini bile bana vermeyecek adam az önce birisinin kalbine dokunmuştu.

 

“İstemiyordum zaten!” Kırılan kabuklarını kutuya doldurmaya çalıştım, önüme düşen saçlarımı omuzlarımla ittirdim.

 

Yere dağılan yumurtalara, paramparça olmuş kabuklarına baktım. Ellerim durdu, bin parça.

 

“Âla?!” Boğuk sesini duyabiliyordum. Üzerine sinmiş barutun, denizi andıran keskin kokusunu alabiliyordum.

 

Sonra omzuma dokundu parmakları.

Az önce o kızın kalbine dokunan parmakları.

Kirli bir şeyi istemiyormuş gibi geri çekildim ondan, kolunu ittirdim. Kaşları mavilerine düştü, beni anlamaya çalışıyordu ama gözyaşlarıyla dolu yüzümü gördü.

 

“Neden ağladın?” Neden ağladım? Neden ağlamaya devam ediyordum?

 

“Yumurtalar kırıldı çünkü, görmüyor musun?!” Hıçkırıklarım büyüdü, temiz elimin tersiyle gözümü ovaladım. Bakışları ilk önce yumurtaları sonra yüzümü buldu. Gözlerime baktı ama çok sürmedi, duramadı orada.

 

“Alırım şimdi yenilerini, tamam mı? Ağlama daha fazla gözlerine bak kıpkırmızı olmuş.” Bana doğru adım attığında aynı adımını geriye attım. Bana yaklaşmasını istemiyordum, hayatımda olmasını, yüzünü görmeyi, sesini duymayı hiç istemiyordum.

 

“Alamazsın! Köyden geldi bunlar, senin köyün yok! Çift sarı çıkacaktı bana, şanslı olacaktım!” Bu sefer iki elimin tersiyle kapattım gözlerimi, gözyaşlarım durmuyordu ama.. içim sakinleşiyordu.

 

“Tamam, buluruz köy oradan alırım. Çift sarı mı çıksın istiyorsun?” Gözlerimi açmadan olumluca kafamı salladım. Çift çıkarsa şanslı olacaktım. Şanslı olursam bir daha onu görmeyecektim.

 

Bileklerimde sıcak parmaklarını hissettim, hıçkırıklarım yavaş yavaş diniyordu. Gözlerime

Sıkı sıkı bastırdığım ellerimi indirdi. Ne zaman bu kadar yakınıma gelmişti, anlamamıştım.

 

Bileklerimi bırakmadı, aşağıya indirirken baş parmakları sanki nabzımı okşadı. Hayal de olabilirdi, bir anlık öyle hissetmiştim.

 

“Alacağım, söz veriyorum. Ağlama ama tamam mı?” Siyah göz bebeğinin etrafını saran bir okyanus halkası vardı. Ben yüzmeyi bilmezken dalmıştım o suya, boğulmuştum.

 

Bileklerimdeki ellerini sinirle silkeledim, ittirdim.

“Hiç bir şey istemiyorum senden. Alma. Uzak dur yeter.” Yere bıraktığım yumurta kutusunu eğilip aldım, ona arkamı dönüp gidecekken bileğimi tekrardan tuttu. Kendisine döndürdüğünde omzum göğsüne çarpmıştı. Haksızca, utanmadan çırpınan kalbime de lanet ettim.

 

“Bundan sonra senden uzak durmam mümkün değil.” Hızlandı, ritmim de nefesim de halsizce.

Çatılı kaşları düzelmiş hatta yukarıya kalktı, dudaklarında küçük bir gülümseme yer edindi.

 

“Bana emanetsin ve ben.. emanetlerime canımdan daha iyi bakarım. Baban tamam diyene kadar, atan kalbimin önündesin Âla. Önce sen..”

 

 

Bölüm : 22.11.2024 15:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...