50. Bölüm

ELİMİZDEKİ ÇAKILLAR

Geveze Yazar
gevezeyazar

“Elimizdeki çakıllar…

Eski zamanlarda, üç atlı bir çölden geçiyordu. Kurumuş bir nehir yatağından geçerken, gaipten ses duydular. ‘Durunuz!’ diyordu bu ses.

Hemen atlarını durdurdular. Ses, daha sonra atlarından inmelerini söyledi: ‘Yerden bir avuç taş alarak ceplerinize doldurunuz ve yolunuza devam ediniz. Yarın güneş doğduğunda hem memnun olacaksınız hem de üzüleceksiniz’ diye sözlerine ekledi.

Atlılar denileni yaparak yollarına devam ettiler.

Ertesi sabah güneş yükselirken ellerini ceplerine sokan üç atlı, harika bir olayla karşılaştılar. Taşlar; elmas, pırlanta, inci ve diğer kıymetli cevherlere dönüşmüştü.

Bu durumdan gerçekten büyük bir sevinç duyuyorlardı. Çünkü sesin emrini yerine getirmiş taşları ceplerine doldurmuşlar böylece sahip oldukları mücevherlere kavuşmuşlardı.

Bir yandan da üzülüyorlardı. Çünkü yanlarına daha fazla taş almamışlardı.

İşte hayatımızda verdiğimiz kararların yeri ve önemi bu yaşananlar gibidir. İnsan, aldığı kararlar nispetinde hayatına yön verip başarı elde edebilir. Elindeki çakıl taşlarını kıymetli mücevhere dönüştürebilir.

Zaman en değerli mücevher olsa da sevgi en değerli hazinedir. Geriye dönüp baktığımda farkında olduğum en değerli mücevherim yeniden sevmekti. İhtimali dahi düşünmezken tüm hücrelerimde hissettiğim aşk tozlu rafların en kıymetli hazinesiydi.

Aşk hiçbir zaman kusursuz değildir tıpkı bizler gibi. Sonsuz aşkta yoktur mükemmel aşkta. Hayal kırıklığı ve acının esiri olduğumuzda sanki her şeyin sonuymuş gibi yaşayamayacağımızı hissederiz. Değişmeyen gerçek ise nefes aldığımız sürece yaşamak zorunda olduğumuzdur. Söylemek isterim ki yaşadığımız sürece umut hep vardır. Umudunuzu asla kaybetmeyin.

Hatalar, pişmanlıklar ve ihanet saymadığım birçok tarifsiz acı. Biliyorum o gün hiçbir şey istediğiniz gibi gitmedi. Pişmanlık duyduğumuz şeyler oldu ama hepsi geri de kaldı. Siz elinizden gelenin en iyisini yaptınız. Yapmaya da devam edeceksiniz çünkü kadınlar istediğinde her şeyi yapabilecek olağan üstü varlıklardır. Biz kendimize ne kadar değer verirsek karşımızdaki kişinin bizi yıkması o kadar zor olur.

Yarını olacakları ya da olabilecekleri düşünmeyin. Yapmanız gerekenlerle yarın ilgilenirsiniz. Dört bir yanımı aşk sarmışken karşımdaki odun yığınını tekrar görünce erteleme hastalığım tüm hücrelerimi esir aldı.

“Arabanın anahtarı nerede?” romantik bir konuşmayı anında sabote ederek gidişatı ışık hızında değiştirdim. Dinçer’in kollarının arasından sıyrılarak derin bir nefes çektim içime. Yeter diye haykırmak istiyorum. Hayat sınavından geçiyoruz da babaannemin sınavından sınıfta kalacağım. Yetişin dostlar aile tanışması bana göre değilmiş.

“Sormaya korkuyorum ama ne düşünüyorsun?” bakışlarındaki merak ve şok dalgası karşısında gülmemek için kendimi zor tutsam da ciddiyetimi korumam gereken bir andayım.

“Sessizce kaçmayı düşünüyorum. Hatta Simay ve Feza’yı burada bırakarak.” Neticede dostluk bunu gerektirir bizi bırakarak doğanın keyfini çıkarmaya gitmenin bir bedeli olmalı. Gözleri birkaç saniye üzerimde gezindi ciddiyetimin farkına varmaktan korkuyordu. Ciddiydim.

“Şaka yapıyorsunuz değil mi?” diye sorduğunda inanmak istemiyor gibiydi oysa en doğal hakkım değil miydi? Kaç yaşında insanlarınız kararımızı vermişiz gerek var mı bu kadar aksiyona.

Ne güzel söylemiş Üstün Dökmen ‘Avrupa’da evlilik tango gibidir, iki kişi arasında yapılır. Türkiye’de ise halay gibidir, aileler arasında yapılır, sülaleler karışır.’ Durumumu özetleyecek olursam eğer horon gibi evliliğe hazır değilim.

“Hangisi için soruyorsun?” soru sorma haklarımızı sonuna kadar kullanmaya kararlı bir halde sorulara sadece soru ile cevap veriyoruz. Sonuca asla ulaşamayacağımız noktadayız.

“İkisi şık içinde şaka olduğunu umuyorum.” Dediğinde kısacık bir an fikirlerimi düşününce gayet mantıklı teklik yaptığım konusunda kararlıyım neden şaka olsun.

“Hayır gayet ciddiyim orman evimin buradan daha güzel olduğu kanısına vardım. Bu kadar oksijen yeter gidebiliriz.” Kararlarımın sorgulanmasından hoşlanmıyorum gayet de ciddiyim ne var bunda bu kadar şaşıracak anlamadım.

Odun kırmak bana yapılan en büyük şakayken kaçma fikrim neden şaka olarak nitelendiriliyordu. Arkama bakmadan yürümeye başladığımda yüz ifadesindeki şaşkınlığı hissedebiliyorum.

Masallarda bahsedilen baltalar elimizde biz gideriz ormana şarkısını neşeyle söyleyen kişileri anlamak istemediğim bir noktadayım. Nasıl böyle bir durumdan keyif alınabilirdi. İstemeden de olsa baltayı almak için odunluğa gitmek zorunda kaldım.

Geriye döndüğümde gerçekler yeniden tokat gibi yüzüme çarptığında hanımefendi kişiliğimi korumanın en zor olduğu noktadayım. Karşısına geçsem okkalı bir tokat yapıştırsam defol git gözüme görünme desem kim ne diyebilir ki. Meva sultan beni köyden kovabilir ki bu istediğim bir şey olsa da yapamıyorum. Zalim hayat tüm taşları başıma atıyordu.

“Sen hala neden buradasın Kebire!” burada olduğu yetmiyormuş gibi sevgilim beyefendinin karşısına geçmiş emirler yağdırıyordu. Emir erine saygım sonsuz da sabrımın da son kullanma tarihini bitirdin be babaanne. Halil Sezai misali bir isyan çekiyorum son günlerime.

“Yapacaklarınızı söylemeye geldim. Görüyorum ki siz hala başlamamışsınız.” Kafamın içerisinde canlandırdığım sahneyi gerçekleştirmeme son bir dakika. Salına salına karşımda durmasını kabullenemiyorum.

“Sen pek meraklısın sen başla biz gidiyoruz.” Elimdeki baltayı yere attığımda kafasına doğru fırlatmak daha eğlenceli olabilirdi. Kan beynime sıçramış durumdayım. Sinirden kıpkırmızı olduğumu yüzümün yanmasından hissediyorum. Birkaç adımdan sonra Dinçer’in yanına yaklaştım elini sıkı sıkı tutarak güç almaya çalıştım. Emin adımlarla babaannemin karşısına çıkarak. Bizden bu kadar biz gidiyoruz demek istiyorum. Söyleyeceğim cümlenin analizine yaparak yürümeye devam ettim.

Görüş açımda babaannem karşısında eskimeyen dostu uzaktan çok güzel görünen tonton nineler yakından çekilmez bir dert. Masanın üzerinde duran silahını ustaca söküp temizlemeye başlamış. Yılların eskitemediği Karadeniz kadını karşında dik duruşum yerle bir olurken omuzlarım çöktü. Neden benim babaannemde hayran olduğum sempatik tonton nineler gibi değil.

 

Kararlılık seviyemin yerle bir olmasını keyifle izleyen Dinçer utanmadan “Benim gördüğümü sende görüyor musun?” Diye saçma bir soru sorduğunda tüm hıncımı ondan çıkarabilirdim.

“Görüyorum, sus!” Keşke İstanbul’dan dönmeseydim. Ya da evlenip gelseydim, sürpriz ben evlendim deseydim. Galiba sinirim saçmalama seviyemi tetikliyordu.

“Hadi güzelim babaanne biz gidiliyoruz diyecektin söyle de gidelim.” Tüm sinirimi ustaca üzerinde sergileyebileceğimi unutmuş olmasını görmezden geliyorum. Sonuçta doğanın kanunu bu değil mi? Gücü, gücü yetene ve bunun için sevgili kontenjanından istediğim kadar yararlanabilirim.

“Galiba sendeki gücün farkına vardım. Bütün odunları kırabilirsin!” benimle dalga geçmemesi gerektiğini öğrenmeliydi. Adımlarım geldiğim yöne doğru yenilmişlik duygusuyla ilerledi. Evet, başladığım noktadayım. Şaşırdım mı? Hayır, geçmişe ışınlanmak ve ablamlardan özür dilemek istiyorum. Gülme komşuna gelir başına sadece bir deyimden ibaret sanıyordum. Gelmeseydi başıma olabilirdi.

Ağlanacak halimize gülmeye devam başka çaresi yok. Bir elimde balta karşımda odun yığını ben onlara bakıyorum, onlar bana kim kazabilir ki eşitsizlik olan savaşı. Tabi ki keyif alan Meva sultan. İnsan torununa kıyar mı? Kıydı hem de acımasızca.

Spor salonlarında kas yapmaya benzemeyen odun sporumuzu da ustalıkla başarmaya çalışan Dinçer’in içinden küfrettiğinden eminim ama kanıtlayamam. Halinden memnun gibi görünse de kan ter içinde kalmış azimle odunları bitirmeye çalışıyordu. Bu sırada ben mi ne yapıyordum. Bu işten kurtulmanın teorilerini arıyordum. Başarılı olabilir miyim? Üzgünüm ama hayır. Yaptığım tek şey Dinçer’in işini zorlaştırmak. Söylenmekten, dert yanmaktan başka yaptığım bir şey yoktu.

Uzaktan hoş gelen bağırma seslerini duysam da duymamazlıktan gelmeliyim. Yoruldum sonuçta ağır işitiyorum. Duymadım ses gelmiyordu diyebilirim.

“Babaannen sana seslediğini duyuyorsun değil mi?” bu adam hep böyleydi be neden benim tarafımda değil. Tamam demiş olsaydı şimdi çoktan kaçıp gitmiştik köy maceramızdan uzun bir sürede ortaya çıkmazdık.

Umursamazlık seviyemin son raddesindeyim "Sana sesleniyor yanlış duyuyorsun." Sonuçta benim olsa da onun da babaannesi sayılır. Birazda Dinçer çekebilir derdini.

Salına salına yaklaşan Kebire’yi görmek dahi istemiyorum. Düştüğümüz durumdan keyif aldığını saklamayacak kadar yürek yemiş olsa da er ya da geç ondan tüm intikamımı alacağımı iyi biliyordu. Çocukluğumuzdan hatırlaması gerekirdi. Unutması imkansızdı canımı sıkmaya çalıştığında söylediği en küçük bir kelimenin dahi rövanşını alırdım.

“Kolay gelsin gençler.” Dediğin dalga geçen kinayeli ses tonuna aldırış etmemeliyim şu an değil zamanı var. “Kolaysa başına düşsün Kebire.” Yanlış cümle kurduğumu düşünerek sırıtmaya devam etse de anlamada olur. Yapmak istediğimi söylemek suç değil. Bütün odunlar başına düşsün.

“Meva nenem sizi çağıyor. Gülsüm nenemin buzağı kaybolmuş onu bulacakmışsınız.” Aramızdaki mesafeyi kapatarak tam karşısında durdum. “Sizin buzağınızı biz neden buluyoruz Kebire.” Ukalaca sırıtmaya devam etti. Her halinden belli oluyordu düştüğüm durumdan fazlasıyla keyif alıyordu.

“İstersen onu git babaanne sor.” Dedi. Elimden gelen tek şey omuzuna sertçe vurarak yanından geçmek oldu. Tabii şimdilik. Zaman zaman kaybederim ama intikamımı mutlaka alırım.

“Sakin ol güzelim hadi gel ben sorarım.” Gülüşümden bir kuple sergilediğim böyle yola gelirsin işte der gibi de bir bakış atarak ceylan gibi seke seke Dinçer’in yanında yürümeye başladım. Her attığım adımda tedirginlik sarıyordu dört bir yanımı. Kazamız mübarek olsun.

“Deren orman tarafında Gülsüm’ün buzağı kaybolmuş. Sizde gidin arayın.” Diyen babaannem hiç acıma duygusu olmadan cümlesini tam ortamıza bıraktı. Kıkırdaya kıkırdaya ekürisini alarak eve geçti ve kapıyı sertçe yüzümüze kapattı.

“O zaman bize hayurlu başarular.” Yaptığım şive karşısında şaşkınca baka kalan Dinçer ilk defa duymasının şokunu yaşıyordu. Sinirimin boyutunu buradan anlayabilirdi.

Tek kelime etmeden yürümeye başladım. Köyün yollarını bildiğimi düşüyorsa yanılıyordu fakat bilmediğimi bilmesine de gerek yoktu. Belki kayboluruz da kurtuluruz. Yeşilin her tonunun hâkim olduğu, yüksek dağların eteklerinde ağaçların arasından patika yola saptığımız da biliyormuş edasıyla önden yürüme devam ettim. İzci kişiliğimizi kimse sorgulayamaz. En fazla kayboluruz.

Az gittik u gittik dere tepe düz gittik. Bir de ne görelim Feza ve Simay. Bizim çilesini çektiğimiz köyün sefasını süren hain çift. Neşeleri yerinde kahkaha sesleri köyün zirvesinde. Mutluluklarına diyecek yoktu. Bu anı bozar mıydım? Hem de hiç düşünmeden.

“Oooo gençler keyfiniz kursağınızda kalsın.” Dua ile karışık bedduamı tam ortalarına bıraktım. Pişman değilim hak ettiler. Bırakıp gitmek onların suçu.

“Bakın biz ne yaptık.” Söylediklerimi zerre umursamayan Simay yolun yukarında duran Feza ve elinde tuttuğu bilyalı arabasını işaret ettiğinde. Tüm sinirim geçmiş yerini heyecana bırakmıştı.

Dört tekerlekli ahşaptan oturma yeri olan ve asla istediğiniz gibi döndüremediğiniz direksiyonu olan bilyalı arabası yapmış eğlencenin doruğundaydılar. Çocukluğumuzun vazgeçilmez arabasını görmek heyecandan ayaklarımı yerden kesmişti. Unutmuş olduğum güzel anılar zihnimde canlanırken sabırsızlıkla Feza’nın yanına koştum.

“Sıra bende çekil.” Dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışsam da başarılı olduğum söylenemezdi. Gözümün içine baka baka yol almaya başladı. Dost seçimlerimi yeniden düşünmek için geç mi kaldım acaba.

Yolun sonundaki viraja ulaştığında zorlukla da olsa durmayı başarmıştı. Simay ile arabayı çeke çeke yukarıya gelirken kendimi salıncak sırası bekleyen çocuklar gibi hissettim. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin çok kalmayı başarabilmeliydi bence.

Yıllar sonra deneyecek olmanın verdiği heyecanla tek başıma sürmeye cesaret edememiştim. Önde Feza arkada ben heyecanlı yolculuğumuza başladık. Mutluluk çığlıklarım dört bir yanımı sararken sesimi kimin duyacağı umurumda değildi. Tek hedefim yıllar sonra yaşadığım çocukluk anımın mutluluğunun keyfini sürmekti.

Sıra dışı maceramızı sadece seyretmekle yetinen Dinçer tehlikeli olduğunu daha fazla sürmememiz gerektiğini söylese de pek dinlediğimiz söylenemezdi. Keyfimizi sonuna kadar yaşayacaktık. Simay’da yorulduğunu söyleyerek kenarda yerini almış seyirci olmaya başlamıştı.

Feza ve ben asla duracak gibi değildik ta ki hazin sonumuzu yaşayana kadar. Ellerimi havaya kaldırarak çılgınlar gibi eğlenmeye başladığım son an Feza’nın tüm dikkatini dağıtmış hakimiyetini kaybetmesine yol açmıştım. Sonumuz bir ağaca çarparak durmak olsa da son halimiz pek iç açıcı değildi. Feza kafasını çarparken olayın kahramanı olan ben ayağımı burkmayı başarmıştım. Neden mutluluğum kısa sürüyor. Bu köyde bir uğursuzluk var.

“Deren!” diye bağıra bağıra yanıma koşan Dinçer’in bakışların ben size söylemiştim böyle olacağını, beni dinleseydiniz başınıza bu kaza gelmezdi emaresi varken yapabileceğim tek bir şey vardı. Abartmak.

Bölüm : 17.01.2025 15:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...