51. Bölüm

MACERA

Geveze Yazar
gevezeyazar

“Deren!” diye bağıra bağıra yanıma koşan Dinçer’in bakışların ben size söylemiştim böyle olacağını, beni dinleseydiniz başınıza bu kaza gelmezdi emaresi varken yapabileceğim tek bir şey vardı. Abartmak.

Koşar adımlarla hızla yanımıza geldiğinde bakışlarındaki anlam çok başkaydı, kıymak ve kıyamamak arasında kalmanın sebep olduğu bir bakıştı.

Dinçer'in telaşlı sesi yankılanırken, ben hala şokun etkisiyle yerde yatıyordum. Ayağımdaki zonklama yavaş yavaş keskin bir acıya dönüşüyordu. Feza ise başını tutmuş, sersemlemiş bir şekilde etrafına bakınıyordu.

"İyi misiniz siz?" diye bağırdı Dinçer endişeyle. Yanımıza ulaştığında ilk Feza'yı kontrol etti. "Feza, iyi misin?" Feza elini başından çekerek, "Sanırım iyiyim... biraz sersemim sadece," diye mırıldandı. Sonra gözleri bana kaydı. "Deren! Senin neyin var?"

"Ayağım..." diye inledim. "Sanırım burktum.” Dinçer hemen yanıma diz çöktü. Dikkatlice ayağıma baktı. "Kalkmaya çalışma."

O sırada Simay da yanımıza gelmişti. Yüzünde hem endişe hem de hafif bir gördünüz mü başınıza geleni ifadesi vardı. Simay başını sallayarak, "Ben demiştim size yavaş gidin diye" dedi.

Dinçer, "Sanırım seni kucaklayıp eve götürmem gerekecek." Bu teklif karşısında hafifçe panikledim. "Gerek yok, iyiyim ben." Hem suçlu hem güçlü tavırları sergilemeye çalışıyor olsam da haklılık payının yüksek olması kaçınılmaz bir gerçekti. Yüzümdeki acı ifadesi pek de iyi olduğumu göstermiyordu. Feza da endişeyle bana bakıyordu.

"Saçmalama Deren, kalkamazsın o ayakla," dedi Dinçer kararlılıkla. Güçlü kollarıyla yavaşça beni yerden kaldırmaya çalıştı. Omuzlarının üzerinden Feza ve endişeyle yüzüme bakan Simay'ı görüyordum.

"Dinçer, gerek yok diyorum! Kendim yürüyebilirim," diye direttim, ama ayağıma binen hafif bir baskı bile keskin bir acıya neden oluyordu.

Tam o sırada, kulakları dik, kuyruğu sallantılı, orta büyüklükte bir köpek hızla bize doğru koşmaya başladı. Tüyleri karamel rengindeydi ve neşeyle havlıyordu. Benim ise o an içimi bir ürperti kapladı. Çocukluğumdan beri anlamlandıramadığım bir köpek korkum vardı. O sevimli görünen yaratık bile bende panik atak başlatabilirdi.

"Köpek!" diye bağırdım panikle, reddettiğim teklif umurumda bile değildi. Korkuyla kendimi Dinçer’in kollarında buldum. Dinçer şaşkınlıkla önce köpeğe sonra bana baktı. "Sakin ol Deren, bir şey yapmaz." Kollarımı boynuna sıkıca sardım. Laf yetiştirecek durumda değildim.

Benim için bir şey yapmaz demek hiçbir şeyi ifade etmiyordu. Köpeğin her yaklaşan adımı kalbimin daha hızlı çarpmasına neden oluyordu. Köpek tam yanımıza geldiğinde zıplayarak ellerini Dinçer'in bacağına doğru uzattı, sevimli bir şekilde oyun oynamak ister gibiydi.

"Git buradan!" diye tısladım korkuyla karışık bir sesle. Köpek benim bu ani tepkimden ürkmüş olacak ki bir an duraksadı, başını eğdi. Sonra merakla bir adım daha attı. Gözlerimi sıkıca kapattım.

"Deren, bak sana bir şey yapmıyor. Sadece meraklı," diye sakinleştirmeye çalıştı Dinçer. Ama ben o an sadece köpeğin uzaklaşmasını istiyordum. Gözlerimi açmadan, "Uzaklaştır şunu benden!" diye yalvardım. Sesimdeki titreme korkumu açıkça belli ediyordu.

Feza ve Simay da şaşkınlıkla olanları izliyorlardı. Simay yavaşça köpeğe doğru yaklaştı. "Gel bakalım," diyerek elini uzattı. Köpek tereddütle Simay'a yaklaştı ve elini kokladı.

Dinçer bana dönerek, "Tamam, sakin ol. Simay onu uzaklaştıracak," dedi. Simay köpeğin başını okşayarak onu yavaşça onlardan uzaklaştırmaya başladı.

Köpeğin uzaklaştığından emin olsam da üzerimdeki gerginlik kolay kolay geçmiyordu. Dinçer'in kollarındayken, istemsizce ona daha sıkı sarıldım. Yüzümü omzuna yaslayarak derin bir nefes almaya çalıştım. Kalp atışlarım hala hızlanmıştı.

Dinçer hafifçe irkildi bu ani sarılışımla. Bir an ne yapacağını şaşırdı, sonra kollarını sırtıma doladı. "Geçti, Deren. Artık burada değil," diye fısıldadı. Sesi sakinleştiriciydi.

Simay, köpeği biraz daha uzağa götürüp onunla konuşuyordu. Feza ise endişeyle bize bakıyordu. Birkaç saniye öylece, Dinçer'e sarılmış bir şekilde kaldım. Korkunun yarattığı o anlık çaresizlik hissi yavaş yavaş yerini utanca bırakıyordu. Kendimi toparlayıp yavaşça ondan ayrıldım.

"Özür dilerim," diye mırıldandım, yere bakarak. "Bazen böyle olabiliyor."

Dinçer anlayışla gülümsedi. "Sorun değil. Herkesin korkuları vardır." Köpek korkumun yarattığı o gergin anın ardından, Dinçer'in kollarında olmak tuhaf bir şekilde güven vericiydi.

Yolun geri kalanını sessizce yürüdük. Dinçer beni dikkatlice evin girişindeki sedire bıraktı. Ayağımdaki zonklama eve girince daha da belirginleşmişti sanki. Feza ve Simay da içeri geldiler.

"Hemen buz getirmeliyiz," dedi Simay telaşla mutfağa doğru yönelirken. Dinçer de eğilip ayağıma baktı. "Şişlik artmış. Sanırım gerçekten burkulmuş." Suçlu olmak sinirlenmeme asla engel değildi.

“Yalan mı söylüyorum ben hain Konstantiniyye.” Ani çıkışımla ortam bir anda gerildi. Dinçer şaşkınlıkla bana baktı. Suçlu arama dürtüsü o kadar yoğundu ki, mantık ikinci plandaydı.

Dinçer alaycı bir şekilde güldü. "Ben mi hainim? Sen 'uğursuzluk var bu köyde' demiyor muydun? Şimdi suçlu ben mi oldum?" haklı haklı konuşması daha da sinirlenmeme sebep oluyordu. Neticede kendim ettim kendim buldum.

“Seninle konuşmuyorum.” Sedirde sessizce oturmuş etrafı izliyordum. O bilyalı araba macerasının ne kadar hızlı bir şekilde tatsız bir sonuca ulaştığını düşünüyordum. Önce heyecan, sonra kaza, şimdi de bu acı... Ve araya o beklenmedik köpek korkusu girmişti.

Simay elinde bir buz torbasıyla geri geldi. Dinçer yavaşça ayakkabımı ve çorabımı çıkardı. Buz torbasını dikkatlice burkulan bileğimin üzerine yerleştirdi. İlk başta soğuk ürpertici gelse de bir süre sonra acımı hafiflettiğini hissettim.

"İyi gelecek," dedi Simay endişeyle yüzüme bakarak.

Feza da yanıma yaklaştı. "Üzgünüm Deren. Benim yüzümden oldu."

"Hayır, benim de suçum vardı. Çok heyecanlanıp dikkatin dağılmasına neden oldum," diye yanıtladım. O an suçlu aramak anlamsızdı. Olan olmuştu.

Oturduğum yerde sırtımı duvara yasladım. Buzun serinliği ayağıma iyi geliyordu. Feza ve Simay da yanıma oturdular. Bir süre sessizce oturduk. O gün yaşadığımız inişli çıkışlı duygular hepimizin üzerinde bir yorgunluk bırakmıştı.

Sonra Simay yavaşça konuşmaya başladı. "Biliyor musunuz, o bilyalı arabayla ne kadar çok oynardık çocukken. Ne kadar basit ama ne kadar eğlenceliydi."

Feza da başını salladı. "Evet ya. Unutmuştum bile o günleri." Ben de o an çocukluğuma döndüm. O bilyalı arabanın tahta kokusu, yokuş aşağı rüzgarın yüzüme çarpması... Her şeye rağmen güzel anılardı. Sevdiğim adam ve arkadaşlarımın yanımda olması, yaşadığım talihsizliklere rağmen içimi hafifçe ısıttı. Belki de bu köyde bir uğursuzluk yoktu. Belki de hayat, inişleri ve çıkışlarıyla böyleydi.

Tam o sırada kapı açıldı ve içeri babaannem girdi. Yüzünde hafif bir telaşla bize doğru baktı.

"Ne oldu size öyle?" diye sordu endişeyle. Gözü hemen buz torbasıyla duran ayağıma takıldı. "Yine hangi maceranın peşine takıldın Deren, ne yaptın sen?" Telaşla yanına geldi ve eğilerek ayağımı inceledi. "Bu ne hal böyle? Anlatın bakalım."

Feza olanları kısaca özetledi. Babaannem dinlerken yüzündeki endişe giderek arttı.

"O eski yolda mı oldu? Bilmiyor musun o yolun tehlikeli olduğunu?" diye sitem etti. Sonra gözleri Dinçer'e kaydı. "Sen akıllı çocuksun Dinçer, neden izin verdin?" Babaannemin bu sözleri içimde küçük bir kıvılcım çaktırdı. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Şaşkınlıkla gözlerimi iyice açıldı ben akılsız mıydım?

"Ben akılsız mıyım yani?" diye sordum alıngan bir sesle, direkt olarak babaanneme bakarak. "Ben de eğlenmek istedim sadece."

Dinçer mahcup bir şekilde, "Birden oldu babaanne, engel olamadık," diye yanıtladı.

Babaannem derin bir iç çekti. "Neyse olan olmuş. Şimdi önemli olan iyileşmesi." Sonra mutfağa doğru yöneldi. Hızlı adımlarla mutfağa gitti ve kısa bir süre sonra elinde bir sargı beziyle geri döndü. Dikkatlice buz torbasını kenara alarak şişen bileğimi sarmaya başladı.

"Bu biraz sıkı olacak ama iyi gelir," dedi özenle sararken. Gözlerinde hem şefkat hem de hafif bir kızgınlık vardı.

Sargı bezi işi bittikten sonra babaanne doğruldu ve ellerini beline koydu. "Siz gençler de biraz daha dikkatli olun. O eski hevesler bazen kötü sonuçlar doğurabilir." Sonra yumuşayarak ekledi, "Neyse ki daha kötüsü olmamış."

Babaannem gözlerini tek tek hepimizin üzerinde gezdirdi. Sonra, o kendine has, bilge tavrıyla konuştu. "Hayat böyledir işte, gençler. Bazen heyecan ararken ufak tefek aksilikler de yaşanır. Önemli olan bunlardan ders çıkarmak ve birbirinize destek olmak."

Sonra bana döndü, sesi yumuşamıştı. "Sen de dikkatli olacaksın artık Deren. O aceleci hallerin bazen başına iş açıyor." Ben başımı sallayarak onu onayladım. Aslında haklıydı. O anki heyecanımla etrafı pek düşünmemiştim.

Ortamdaki o gergin hava yavaş yavaş dağılıyordu. Babaannemin bilgece sözleri hepimizi biraz olsun sakinleştirmişti. "Şimdi acıktınız" dedi babaannem, konuyu değiştirerek. "Ben size şöyle güzel bir çorba yapayım, yanına da bir şeyler atıştıralım." Tekrar mutfağa doğru yöneldi. O'nun bu pratik ve şefkatli halleri hepimize iyi geliyordu.

Babaannem mutfağa yönelirken, kapının eşiğinde dikilen Kezban, fırsatı kaçırmadı. Yüzünde yapmacık bir endişeyle içeri seslendi: "Ay, geçmiş olsun Deren." Daha cevabımı beklemeden babaanneme dönerek en nazik tonuyla, "Babaanneciğim, ben de bir şeyler hazırlayayım belki Deren'in canı şöyle hafif bir çorba ister?"

Babaannem mutfaktan, o kendine has keskin şivesiyle seslendi: "Çorbayı da ben yaparım Kezban. Sen zahmet etme." Babaannemin bu net cevabıyla Kezban'ın yüzünde hafif bir hayal kırıklığı belirdi. Babaannem mutfakta çorba hazırlamaya koyulmuştu bile. O'nun o tanıdık tıkırtıları ve yakında yayılacak olan mis gibi çorba kokusu içimizi ısıtmaya başlamıştı.

Dinçer yanıma yaklaştı. "İyi misin?" diye sordu endişeyle.

"İyiyim," diye yanıtladım. "Sadece biraz yorgunum." konuşmama grevimin üzerinden fazla zaman geçmemiş olsa da kararlılık seviyem tartışmaya kapalı.

"Ne o Deren Hanım? Köyde uğursuzluk var dedin ama asıl uğursuzluk bilyalı arabaymış galiba," dedi alaycı bir gülümsemeyle. Dinçer'in bu lafına daha da sinirlendim. "Çok komiksin Dinçer. Sanki sen hiç kaza yapmadın."

"Benim kazalarım en azından bir ağaçla sonlanmıyor," diye laf soktu Dinçer.

"Benim de niyetim ağaca çarpmak değildi! Sen hiç heyecanlanmadın mı çocukken?" diye çıkıştım.

"Heyecanlandım tabii ama gidip de ağaca sarılmadım," diye cevap verdi Dinçer, gözlerinde muzip bir ışıltıyla.

"Senin heyecan anlayışınla benimki farklı demek ki," diye tersledim.

İçeriye giren Kezban sanki üzerine vazifeymiş gibi gülerek, "Bence ikinizin de suçu vardı. Biriniz çok hızlı gitti, biriniz de dikkatini dağıttı," diye yorum yaptı.

Dinçer ile aynı anda Kezban'a dönerek. "Sen karışma," diyerek aynı anda tersledik, bu da kısa bir anlık gülüşmeye neden oldu.

Tam o sırada mutfaktan babaannemin sesi duyuldu. Dinçer hemen yanıma geldi. "Gel bakalım," diyerek kollarını önüme uzattı. "Seni masaya kadar taşıyayım."

Şaşırmıştım. "Gerek yok, yavaş yavaş yürüyebilirim," diye itiraz ettim. Ama ayağımdaki zonklama hala geçmemişti.

Dinçer kararlı bir şekilde gülümsedi. "Olmaz. O güzel ayağına daha fazla eziyet etmeyelim." Eğilerek beni kucakladı. Kollarında taşınırken başımı omzuna yasladım. Etraftaki bakışları umursamıyordum bile. O an tek düşündüğüm, Dinçer'in güven veren kollarıydı.

Beni nazikçe masadaki sandalyeye oturttu. "İşte bu kadar." dedi gülümseyerek.

Babaannem bu manzarayı görünce memnun bir şekilde gülümsedi. "Maşallah size," diye mırıldandı. Feza ve Simay da tebessüm ederek bizi izliyorlardı. Kezban'ın yüzünde ise karmaşık bir ifade vardı sanki.

Dinçer sandalyemi masaya doğru yaklaştırdı. "Rahat mısın?" diye sordu.

"Evet, teşekkür ederim," diye fısıldadım. O an, yaşadığımız talihsizliğe rağmen içimde garip bir sıcaklık yayılıyordu.

Sıcak çorbanın buharı yüzümüze vururken, etrafımızdaki sevgi dolu bakışlar içimizi ısıttı. Çorbalarımızı yudumlarken, babaannem yine o muzip bakışıyla Dinçer'e döndü. "Bu işler ne zaman resmiyete dökülecek? Düğün ne zaman?" Beklenmedik soru karşısında içtiğim çorba boğazıma takılı kaldı. O an yine masadaki çatal kaşık sesleri kesildi. Ben şaşkınlıkla babaanneme baktım. Bu kadar hızlı ilerlemesine inanamıyordum.

Feza ve Simay bu duruma gülüyorlardı. Kezban ise yine sessizce yemeğini yiyordu. Dinçer, babaannemin bu beklenmedik sorusu üzerine hafifçe öksürdükten sonra, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle konuştu. Sesi heyecanlıydı.

"Babaanne," dedi, gözleri parlayarak, bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar babaanneme dönerek. "Benim için Deren'le bir ömür geçirmek en büyük mutluluk olur. Ne zaman isterseniz, ben hazırım."

Bu beklenmedik derecede açık ve heyecanlı cevap karşısında benim de kalbim hızlanmaya başladı. Yanaklarımın daha da kızardığını hissediyordum. Gözlerim istemsizce Dinçer'i buldu. Onun bu samimi ve kararlı ifadesi beni çok etkilemişti.

Babaannem memnuniyetle gülümsedi. "İşte böyle!"

Feza ve Simay bu duruma daha da keyiflenmişlerdi. Simay, "Ooo, işler ciddiye biniyor," diye fısıldadı gülerek.

O an, o sıcak sofra etrafında, yaşanan talihsizliğin gölgesi bile kaybolmuştu sanki. Yerini tatlı bir heyecan ve sevgi dolu bir atmosfer almıştı.

Babaanne konuyu kapatmak ister gibi, "Neyse, şimdi karnımızı doyuralım. Sonra da Deren biraz dinlensin. Bu 'isteme' işleri aceleye gelmez," dedi ama yüzündeki o muzip ifade kaybolmamıştı. Sanki bu konuyu ileride tekrar açacağının sinyalini veriyordu.

Yemek yavaş yavaş sona ererken, babaannem ve Kezban mutfağı toplamak için kalktılar. Feza ve Simay da onlara yardım etmek için ayaklandılar.

Dinçer tekrar yanıma geldi. "Gel bakalım." Diyerek yeniden kollarını önüme uzattı. "Sedire kadar taşıyayım." Bu defa itiraz etmeden kollarında yerimi aldım.

Kollarında taşınırken başımı omzuna yasladım. O an, yorgunluğuma rağmen içimde tuhaf bir huzur vardı. Beni nazikçe sedire bıraktı.

"Rahat mısın?" diye sordu, gözlerinde endişeyle karışık bir şefkat vardı.

"Evet, teşekkür ederim," diye fısıldadım.

Diğerleri mutfakta uğraşırken, biz sedirde yan yana oturduk. Aramızda kısa bir sessizlik oldu. O sessizlik, günün yorgunluğunun ve yavaş yavaş üzerimize çöken gece huzurunun sessizliğiydi.

Sonra Dinçer yavaşça elimi tuttu. "Bugün biraz... çılgın bir gündü, değil mi?" dedi hafifçe gülümseyerek.

Ben de kıkırdayarak onu onayladım. "Kesinlikle. Bilyalı araba macerasıyla başladı, sakatlığımla devam etti, sonra da..." Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. "...babaannemin evlilik teklifleriyle son buldu."

Dinçer kahkaha attı. "Evet, tam bir süper babaanne." Elimi daha sıkı tuttu. "Ama her anında sen vardın." Ona döndüm. Gözlerindeki o sıcak ifade içimi ısıttı. "Sen de vardın."

Bir süre daha sessizce oturduk, ellerimiz birbirine kenetliydi. Mutfaktan gelen hafif tıkırtılar ve fısıltılar bu huzurlu anımızı bozmuyordu.

Sessizliğin ardından kıkırdayarak Dinçer’in omzuna hafifçe vurdum. "Sen de baya havaya girdin ama. Daha hiçbir şey kesin değil."

"Olsun," dedi Dinçer, hala gülümseyerek. "Umut fakirin ekmeği demişler."

"Sen bayağı umutlusun galiba," diye takıldım.

"Senin yanında umutlu olmamak elde mi?" diye cevap verdi Dinçer, gözlerinde sevgi parıltılarıyla.

Yanakları tekrar hafifçe kızardı ama bu sefer utangaçlıktan ziyade keyiftendi. "Şeytan tüyü var sende." diye mırıldandım.

"Belki de" dedi Dinçer. "Ya da belki de senin o güzel gülüşünün etkisi."

"Sen çok biliyorsun," diye alay ettim ama yüzümde kocaman bir gülümseme vardı.

"Öğreniyoruz işte," diye cevap verdi Dinçer. "Seninleyken her gün yeni bir şey öğreniyorum."

"Öyle mi?" diye sordum merakla. "Ne öğrendin bakalım bugün?"

Dinçer bir an düşündü. "Bugün... bir ağaca nasıl çarpılmaması gerektiğini öğrendim," dedi gülerek.

Sinirle Dinçer’e katılarak alaylı kahkaha attım. "Çok komiksin gerçekten."

"Ama aynı zamanda romantik de olabilirim," diye ekledi Dinçer, elimi daha sıkı tutarak.

O an, o talihsiz kazanın ardından yeşeren bu tatlı yakınlaşma, ikimiz için de umut vericiydi. Babaannemin beklenmedik çıkışı, belki de aramızdaki o görünmez bağı daha da güçlendirmişti.

Mutfaktan gelen sesler hala devam ediyordu ama bizim kendi küçük dünyamızda, şakalaşmalarımız ve birbirlerine olan hislerimizi keşfetmemiz daha önemliydi.

"Peki, romantik Dinçer," dedim gülerek. "Şimdi bana o romantik yönünü göster bakalım." Gözlerim muzipçe parlıyordu.

Dinçer de gülerek elimi bıraktı ve iki elini de yüzümün iki yanına yerleştirdi. Gözlerimin içine derinlemesine baktı.

"Biliyor musun," diye başladı, sesi yumuşaktı, "o bilyalı arabadan düşüp ayağını burktuğun an... kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Seni öyle acı içinde görmek beni çok korkuttu."

Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş silindi, yerini daha duygusal bir ifadeye bıraktı. Onun bu samimi sözleri beni etkilemişti.

"Ama sonra," diye devam etti Dinçer, başparmaklarıyla yanaklarımı okşayarak, "o acının içinde bile bana o güzel gülüşünü gösterdin. İşte o an, ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha anladım. Ve sana olan... hislerim bir kat daha arttı."

Gözlerim dolmuştu. Onun bu içten sözleri kalbime dokunmuştu. Elimi kaldırıp onun elinin üzerine koydum.

"Dinçer," diye fısıldadım, sesim titriyordu. "Sen de benim için çok değerlisin."

Tam o duygusal anın ortasında, mutfaktan gelen sesler kesildi ve kısa bir süre sonra babaannem, Kezban, Feza ve Simay odaya geri döndüler.

Feza ve Simay da gülümseyerek yanımıza geldiler. Simay, "Her şey yolunda mı?" diye sordu, yüzünde muzip bir ifade vardı sanki. Dinçer gülümseyerek, "Evet, her şey yolunda," dedi.

Feza, "Yarın ne yapmayı düşünüyoruz?" diye sordu konuyu değiştirerek. Kısa bir süre düşündüm köyde yeterince macera yaşamıştık. Dinçer’i orman evime götürmek istiyordum. Bunun içinde geriye dönmemiz gerekirdi.

"Aslında," dedim onlara dönerek, yüzümde hafif gizemli bir gülümsemeyle. "Yarın sizin için farklı bir sürprizim var. O yüzden geri dönmeliyiz."

Bu sözlerim üzerine herkesin meraklı bakışları üzerime çevrildi. Dinçer kaşlarını hafifçe kaldırarak bana baktı, onun da meraklandığı belliydi.

"Sürpriz mi?" diye sordu Feza heyecanla. "Ne sürprizi?"

Simay da merakını dile getirdi. "Evet, ne bu kadar özel olan?"

Ben sırrımı bozmadan, "Sadece şunu bilin ki, geri dönmemiz gerekiyor. Pişman olmayacaksınız," dedim. Gözlerim özellikle Dinçer'in üzerindeydi. Onu orman evime götürme düşüncesi içimi heyecanlandırıyordu.

Dinçer merakla karışık bir gülümsemeyle, "Pekala o zaman. Madem sürpriz var, dönelim bakalım," dedi.

Diğerleri de benim bu gizemli tavrıma daha fazla üstelemediler. Yarınki dönüş yolculuğu böylece kesinleşmiş oldu. İçimde, Dinçer'le baş başa geçireceğim o anların tatlı heyecanı vardı.

Babaanne esneyerek, "Artık yatma vakti. Odalarınız hazır." dedi. Babaannemin bu sözleriyle herkes yavaş yavaş kalkmaya başladı. Günün yorgunluğu üzerimizdeydi. "Deren sen benim odamda yat," dedi babaannem şefkatle. "Ayağın rahat eder." Dinçer’le uyuma hayalim başlamadan bitmişti.

"Teşekkür ederim babaanne," diyerek onu onayladım. İçimde buruk bir hayal kırıklığı hissettim. Dinçer'le baş başa kalma umudum şimdilik suya düşmüştü. Ama babaannemin iyi niyeti de ortadaydı.

Feza ve Simay da birbirlerine bakarak, "Biz de misafir odasına geçelim o zaman," dediler.

Dinçer bana hafifçe tebessüm etti. "İyi geceler o zaman," dedi usulca.

"İyi geceler," diye fısıldadım. Herkes odalarına çekildi. Ben babaannemin yatağına uzandım. Yatak rahattı ama aklım hala Dinçer'le geçirebileceğimiz o sakin anlardaydı. Demek ki sürprizimi gerçekleştirmek için biraz daha beklemem gerekecekti.

Bölüm : 08.05.2025 17:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...