39. Bölüm

39.BÖLÜM.

Gece`nin Siması.
gezegendekiokur_

3

2

1

GOO

"Hayat, bana sonunda gülümsemeyi öğretti. 1

Kırıklarımın arasından sızan ışıkla yürüdüm yeni başlangıçlara.

Artık yaralarım değil, umutlarım konuşuyordu.

Ben Asi Kayla...

Ve bu kez, hikâyemi gözyaşlarımla değil, kahkahalarımla yazacaktım."

Yurt dışına gelmiştik. Önceden evi hazırlamıştık. Herşey tamamdı.

Eve girer girmez Güney bir çığlık attı.

"Koşun! İlk kim odayı seçerse o kazanır!" diye bağırdı.

Ve bir anda herkes ayakkabıları bile çıkarmadan koridorlara fırladı.

Alp yere kayarak bir odaya dalarken, Karan onu kolundan çekip yere yapıştırdı.

"Benim odam! Alp, yer çekimiyle barış artık!" diye kükredi.1

Defne ve İnci, salonun ortasında kollarını birbirine dolamış odaları tartışıyordu:

"Sen pencere kenarını al, ben balkon kenarını!"

"Hayır, senin elinden balkon geçmez Defne!"

Korel, elinde çantasıyla, tam bir bilge gibi duruyordu.

"Ben mutfağa yerleşiyorum. Karnı aç olan bana gelsin," dedi ve hiç kimseyle kavga etmeden dolabı karıştırmaya başladı.

Elay, elinde bir yastıkla Defne’nin kafasına vurdu:

"Balkon savaşını kazanan kraliçe ben olacağım!"

Ben? Ben ise kapı önünde durmuş, olanları izliyordum.

Kahkahalar koridorları dolduruyordu.

İçimde bir sıcaklık yayıldı... Bu karmaşa, bu kavga sesleri bile güzeldi.

Çünkü ilk defa... bu evde gerçek bir "aile" sesi vardı.

Güney yanıma geldi, kıkırdayarak:

"Abla, bizim odamızda dondurma yiyebilir miyiz?"

O küçücük sesiyle, umut dolu gözleriyle bakınca gülmeden edemedim.

"Eğer Korel abini ikna edebilirsen, bu evde istediğin kadar dondurma yiyebilirsin!" dedim gülerek.

Korel uzaktan bağırdı:

"Hayır, hayır! Bu evde önce kuralları konuşacağız! Dondurma yasaklanacak!"

Ve işte öylece...

İlk günden kahkahalarla, kavga eden ama birbirine bağlı insanlarla dolu yepyeni bir hayat başladı.

İlk defa bir yere "evim" diyordum.

İlk defa gülüşlerim sahiciydi.

Ve en önemlisi...

Artık yalnız değildim.

🎭🕊

Güney, Korel’in “dondurma yasak!” nidalarını umursamadan salona fırladı.

Kocaman bir kutu dondurmayı kucağına almıştı bile.

“Bunu kimse benden alamaz!” diye çığlık attı ve salonun ortasında dönmeye başladı.

Korel, ciddiyetle gözlüğünü düzeltti, kollarını kavuşturdu.

“Güney... Teslim ol. Dondurmayı bırak, bu senin için daha az acılı olur.”

Güney elindeki kaşığı havaya kaldırıp bağırdı:

"Ya özgürlük, ya dondurma!"

Ve sonra var gücüyle kaçmaya başladı.

Alp ve Karan anında peşine düştü.

"Yakala şunu!"

"Sağa kırdı! Sağa!"

Ben kahkahadan kırılırken, Defne ve İnci de hemen destek ekibi oluşturdular:

"Hayır, hayır, sola döndü! Sola!" diye bağırıp Alp ve Karan'ı yanlış yönlendirdiler.

Elay ise, olayları kaydediyordu.

“Bunu kesin TikTok’a koyacağım!” diye gülüyordu.

Güney tam köşeden dönerken ayağı halıya takıldı ve *PAAAT!* diye yere düştü.

Ama kutu hâlâ kucağındaydı.

Bir zafer edasıyla kutuyu havaya kaldırdı:

"Ben kazandım!"

Korel, alnına vurarak iç geçirdi:

“Bu çocuk bana kabus olacak...”1

Ben ise gözlerim dolu dolu, kahkaha atıyordum.1

Bu ev, bu sesler... Hayatımda ilk defa sahici geliyordu.

İlk defa gerçekten bir yerlere ait hissediyordum.

Ve içimden sessizce fısıldadım:

"İşte şimdi başladı. Bizim hikayemiz..."

🎭🕊

Sabahın ilk ışıkları perdelerin arasından sızıyordu.

Gözlerimi araladım, kolumun altında sıcak bir ağırlık hissettim.

Başımı çevirdim... Marvin.

Yanaklarına yayılan hafif gülümsemesiyle huzur içinde uyuyordu.

İçimde bir yerlere bahar serpildi.

Usulca onun saçlarını karıştırdım.

Bunu hissedince mırıldandı:

"Beş dakika daha Asi... Lütfen savaş başlatma..."

Savaş mı? Gülmemek için kendimi zor tuttum.

Tam o sırada salondan Güney'in kahkaha sesi geldi.

Ve Korel'in bağırtısı:

"Güney! O yumurtayı tavana atılmaz dedim sana!"

Ardından Alp’in sesi duyuldu:

"Benim kahveme kim şeker yerine tuz attı?!"2

Kahkahalar ardı ardına patladı.

Marvin gözlerini açıp bana baktı, uykulu bir sesle:

"Biz nereye geldik Asi? Çılgınlar kampına mı?"

Gülerek yorganı üstümüzden attım.

"Hayır, Marvin... Biz aileye geldik."

Mutfağa doğru koştum.

Elay, Defne ve İnci mutfağın bir köşesinde kahvaltı hazırlamaya çalışıyordu.

Elay'ın elinde bir kepçe vardı ve kendi etrafında döne döne şarkı söylüyordu.

Defne, ekmek kızartma makinesine üç ekmek sıkıştırmış, hepsini yakmıştı.

İnci, salatalık doğramaya çalışıyordu ama daha çok eziyordu.

Karel yerde oturmuş, laptopundan bir müzik açmıştı.

Salonda Alp, Güney ve Karan yastık savaşı yapıyordu.

Marvin arkamdan geldi, kollarını belime doladı.

Kulağıma fısıldadı:

"İşte hayalimdeki kaos... Tam yerindeyim."

Başımı çevirip ona baktım.

"İyi ki geldin Marvin...

İyi ki hepimiz buradayız."

Kahkahalar arasında,

mutfaktaki ekmek kokusunun ve kahve aromasının arasında,

yüzümde kocaman bir gülümsemeyle düşündüm:

Burası artık evimdi.

Ve kalbim, ilk kez gerçekten huzurluydu.

Kargaşanın ortasında Marvin elimi tuttu ve beni hafifçe arka bahçeye çekti.

Herkes salonda kahkahalara boğulmuşken, biz sessizliğin içine adım attık.

Soğuk bir rüzgar hafifçe saçlarımı uçurdu.

Bahçede küçük bir salıncak vardı. Marvin, gülümseyerek bana baktı ve:

"Sen otur, Asi Kraliçem..." dedi.

Şaşkınlıkla baktım. "Kraliçe mi?"

"Evet," diye fısıldadı.

"Çünkü bu kalbin tacı hep senin başında olacak."

Bir anda gözlerim doldu.

İçimde, aylarca taş gibi duran o buz kütlesi çatırdadı sanki.

Usulca salıncağa oturdum.

Marvin diz çöktü önümde, avuçlarımı avuçlarının arasına aldı.

Gözlerinde kayboluyordum...

Sanki bütün dünyanın gürültüsü uzaklaşmış, sadece ikimiz kalmıştık.

"Sen savaşırken güçlü görünüyordun, Asi," dedi fısıltıyla.

"Şimdi... kırılganlığını görüyorum. Ve yemin ediyorum...

Bu kalbin bir daha hiçbir yerinde yara olmasına izin vermeyeceğim."

Titreyen bir nefes aldım.

"Mutlu olabilir miyiz gerçekten, Marvin?" diye sordum, içimde hâlâ korkuyla.

Başımı ellerinin arasına aldı, alnını alnıma yasladı.

"Sen nereye gidersen, mutluluk oraya gelir, Asi. Çünkü sen içindesin."

Kollarına sığındım.

Dudaklarıma minik bir buse kondurdu.

İçimden bir parça iyileşti o anda...

İlk defa korkmadan, gerçekten inandım:

Belki de sonunda hak ettiğim hikâyeyi yaşayabilecektim.

Ve gökyüzünde, yeni bir başlangıcın habercisi gibi hafifçe parlayan bir yıldız doğdu o an.

🎭🕊

Güneş perdelerin arasından usulca sızıyordu.

Mutfakta çıtırdayan ekmek sesleri, kahkahalarla karışıyordu.

Ben elimde koca bir fincan kahveyle masanın ucuna oturmuş, etrafı izliyordum.

Defne, elinde bir tavayla mutfakta dönerken dramatik bir sesle bağırdı:

"Ben şef değilim, ben bir SANATÇIYIM!"

Ardından omleti tavaya yapıştırdı.

Korel kahkaha atmaktan sandalyeden düşüyordu.

Elay ise bir yandan peynir dilimliyordu, bir yandan Defne'ye laf atıyordu:

"Sanatçıysan bu tabloyu kesin müzeye koyarlar. Yanık Omletler Koleksiyonu!"

Alp, masanın diğer ucunda ciddiyetle gazeteye bakıyor gibi yaptı ama göz ucuyla herkesle dalga geçiyordu.

"Bugünün başlığı: Kahvaltı masasında küçük çaplı felaket yaşandı. Sorumlular aranıyor," dedi, sözde ciddi bir ses tonuyla.

Güney ise kıkırdayarak ağzını eliyle kapattı.

"Ben suçsuzum, kahvaltıdan sadece yemekten sorumluyum!" deyip savunmaya geçti.

Tam o sırada Marvin içeri girdi.

Saçları dağınık, elinde kahve kupasıyla bir rock yıldızı edasıyla yürüyordu.

"Ben kahvemi aldım, gerisi umurumda değil," deyip yanıma çöktü ve kolunu omzuma attı.

Göz göze geldiğimizde küçük bir tebessüm sardı yüzümü.

"Senin yerin garanti," dedim fısıltıyla.

"Çünkü yanık omlet yapmıyorsun."

Marvin kıkırdadı.

"O zaman bu kahvaltı krizinde sana müttefik oluyorum, Asi Kraliçem."

Sonra hep birlikte masaya kurulduğumuzda...

Tabağımıza düşen omletleri, yanlışlıkla limona batırılan zeytinleri ve Defne'nin 'sanatsal dokunuşlu' yanan ekmeklerini kahkahalarla mideye indirdik.

Belki mükemmel değildi...

Belki herkes ayrı telden çalıyordu...

Ama o masa başında, kahkahalar eşliğinde kalbimde ilk kez gerçek bir aile sıcaklığı hissettim.

Ve içimden geçirdim:

İşte bu. Aradığım ev duygusu tam da burası.

Kahvaltı sonrasında herkes bir yerlere dağıldı.

Defne ve Elay mutfağı temizlemeye koyulmuş, Korel ve Alp tartışmaya tutuşmuştu- tabii ki hangisinin daha yetenekli olduğu konusunda.

Ben ise pencerenin önünde, sabah serinliğini izliyordum. Bir fincan kahveyle.

Tam o anda omzuma hafif bir dokunuş hissettim.

Döndüm.

Marvin’di.

Elinde küçük bir kutu tutuyordu.

Gözleri, kahverengi denizler gibi sıcacık bakıyordu bana.

"Bu sabahı unutulmaz kılmak istedim," dedi kısık bir sesle.

Şaşkınlıkla kutuyu aldım.

İçinde... minicik, zarif bir bileklik vardı.

Üzerinde incecik işlenmiş bir yazı: ​​

'Ev sensin.'

Gözlerim bir anda doldu.

Bu kadar küçük, ama bu kadar derin bir şey nasıl bu kadar doğru olabilirdi?

"Sana kocaman sarılmak istiyorum," dedim fısıldayarak.

O da gülümsedi, diz çöktü ve kollarını açtı.1

Ben hiç tereddüt etmeden atıldım kollarına.

Sanki tüm eksik yanlarım tamamlanıyordu.

Sanki içimdeki yaralı çocuk, nihayet huzura kavuşuyordu.

"Evim sensin, Asi."

Marvin kulağıma fısıldadı.

Ve ben, ilk kez hayatımda, 'gerçekten' evimde hissettim.

Salonda herkes yerlere, koltuklara dağılmıştı.

Kiminin ayağı diğerinin üstünde, kiminin kahvesi öbürünün yastığına dökülmek üzere...

Ama kimse umursamıyordu.

Sanki hepimiz yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi doğal, samimi bir hava vardı.

Korel bir yandan Defne'ye takılıyordu:

"Defne, kahve yapmayı da öğren, yoksa seni takıma almayacağız!"

Defne gözlerini devirdi, elindeki yastığı Korel'in suratına fırlattı.

İsabet tam alnının ortasına.

Korel şaşkın bir şekilde geriye savruldu, biz de kahkahalara boğulduk.

Alp, bir köşeden bağırdı:

"Rekabet var, rekabet! En iyi yastık atışı şampiyonu Defne!"

Elay ise gülmekten yere kapandı, ağzında kahveyle kahkaha atmaya çalışınca küçük bir kahve fıskiyesi oldu — tabii ki karanın üstüne sıçrattı.

Korel ayağa fırladı:

"Hey! Kıyafetlerim yeni yıkandıydı!"

Ama biz ona bakıp daha da güldük.

Marvin yanıma sokuldu, yanağıma hafifçe dokundu.

"İyi ki buradayız, Asi," dedi kısık sesle.

Gözlerimi kapattım bir anlığına, içime bu mutluluğu çektim.

"İyi ki birlikteyiz," diye fısıldadım ona.

Sonra kafamı omzuna yasladım.

Güney koltuğun tepesine tırmanmış, sahte bir lider edasıyla bağırıyordu:

"Ben kahvaltı krallığına hükmediyorum! Hepiniz benim tebam olacaksınız!"

Korel kahkahalarla:

"Önce boyun kadar bir kahve yap da öyle konuş kralcık!" diye laf attı.

Karan ve Alp hemen onun peşine takılıp "Yaşasın Kral Güney!" diye tezahürat yapmaya başlayınca, salon karnaval yerine döndü.

Ben ise o an...

İçimden sadece şunu geçirdim:

"İşte gerçek aile böyle bir şey. Ne kan, ne isim... Sadece his. Sıcak, kahkahalı, eksik olmayan bir his."

Ve bütün kalbimle, buraya ait olduğumu hissettim.

2 AY SONRA...

Salon cıvıl cıvıldı.

Defne'nin kahkahası bütün duvarlarda yankı yaparken, karan ve Korel, şaka yapmakta birbirleriyle yarışıyordu.

"Korel, senin kadar ciddi biri daha yok, o kadar da zor olma ya!" dedi Karan gözlerini devire devire.

Korel, ne olduğunu anlamadan kısa bir süre sessiz kalıp, sonra tam Korel'e bir cevap verecekken...

Elay, araya girdi.

"O kadar ciddisin ki, bir an Karan'ı gerçekten ciddiye aldım! Hala bir şaka yaptığını düşünüyorum!"

Korel bu defa, ne yapacağını bilemeden sadece gülümsedi.

Ben de onlara katıldım.

"Ya Karan senin yüzünden Korelin ciddiyetini tartışmak zorunda kaldık!" diye laf attım.

Herkes gülmeye başladı.

Bir de yanımda oturan Marvin'e göz attım.

"Sen de mi!" diye laf atmaya başladım, "Bu kadar mı sessiz olur insan? Hadi, sen de bir şaka yap da bakalım. Korkarım ki burada tek komik olan ben kaldım."

Marvin kollarını kavuşturup, her zamanki gibi sakin bir şekilde gülümsedi.

"Bunu sen yaparsan komik olur Asi, ama ben sadece izlerim," dedi.

"Sen de işte," diye başımı salladım, "Aman, hep izleyen sensin!"

Herkes iyice kahkaha atmaya başladığında, benim içimde de bir sıcaklık yükseldi.

Güney, tam bu sırada müthiş bir açıklama yaptı:

"Ben de şaka yaparım ama kimse beni ciddiye almaz ki!"

Herkes birbirine bakıp güldü.

Alp hemen şaka yapmaya karar verdi:

"Ben ciddiye alırım! Güney'in şakaları kadar güzel bir şey yok! Mesela, şu an bile gerçekten güldüm. Ciddiyim!"

Elay elini başına koyarak ciddi bir şekilde konuştu:

"Ben de ciddi şaka yapmak istiyorum. Ama önce, Güney'in gülüşünü düşünmem gerek."

Herkes yine gülmeye başladı.

Bunlar olurken, ben de duramadım.

Bir anda tüm ekibi hedef aldım:

"Yani, bir grup nasıl bu kadar şapşal olabilir, açıklayın bakayım! Şaka yapmayı başaramayan bir yığın insan toplandık buraya!"

Sonra gözlerim Korel'e kaydı.

"Sadece şaka yapmayı bilmeyen bir insan var aramızda ama o da her zaman böyle ciddi! Korel, neden şaka yapmıyorsun, merak etmiyorum değil!"

Korel yüzünü buruşturdu ve hafifçe gülümsedi, "Sen şaka yapmaya devam et, Asi! Bunu çok iyi yapıyorsun."

O an, şaka yapmayı gerçekten sevdiğimi fark ettim. Herkesin gülmesi, benim de içimi ısıtıyordu.

Sonra, Defne’nin kahkahası kulaklarımda çınlarken, birden aklıma gelen başka bir şaka daha vardı:

"Peki, ama gerçekten ciddi olalım. Kim geçen hafta elma sirkesini masaya döküp 'Bana dokunmayın, yeni parfümüm bu' dedi? Bunu şaka olarak kabul etmiyorum!"

Herkes yine güldü.

"Tamam, tamam," dedi korel,

"Ama Asinin şaka yapmakta gerçekten kabiliyeti var. Bir gün komedi şovunda izleriz seni."

"Şov mu?" dedim, "Bence bir şov olursa, ilk biletimi kendime alırım."

Bütün salon kahkahalarla yankılanıyordu.

İçimden geçirdiğim tek şeydi: "İşte bu. Ne geçmiş, ne hüzün. Sadece şimdi var. Şu an. Bu gülüşler, bu sıcaklık."

Ve bir an gerçekten de hissettim:

İyi ki buradayım.

🎭🕊

Akşam yemeği hazırlıkları başlamıştı ve herkes salonun etrafında toplanmıştı. Ben mutfağa adım attığımda, Marvin’le karşılaştık. Şefler gibi pozlar vererek birbirimize bakıyorduk, tabii bizde mutfak eğlencesi başlamak üzereydi.

“Bugün ben mutfağın kralıyım!” dedim, üstümü toparlayarak, büyük bir ciddiyetle.

Marvin, gözlerini kıstı ve elindeki spatula ile dönen karnavallar gibi bir hareket yaptı.

“Kral mı? Hmm, o zaman neden yemekleri pişirmiyorsun da sadece dans ediyorsun?” dedi.

Güldüm. “Senin dans yeteneğini görmedim, ama yemek pişirmek konusunda benim çok daha yetenekli olduğum kesin!”

“Bak, burada herkesin yemek tarifini mahvettiği bir yemek pişirme yarışması var. Beni izleyin, size örnek olayım.” dedim, kollarımı kavuşturarak, dramatik bir şekilde mutfakta yürümeye başladım.

Korel, yanımda bir köşede oturuyordu. Yavaşça bir şeyler karıştırmaya çalışıyordu ama ciddi yüzüyle her zaman olduğu gibi dikkatle çalışıyordu.

“Evet, böyle dikkatlice pişirmeniz gerekir. Burası mutfak, eğlence yeri değil.”

Marvin, Korel’in söylediklerine aldırmadan bir salata kasesi alıp beni şaşkına çevirdi.

“Korel, sen şaka mı yapıyorsun? Eğer gerçekten bu kadar ciddiysen, yemeklere bir de eklemeli ceza sistemi getirebiliriz, belki işte o zaman çok daha profesyonel oluruz!”

Korel, başını sallayarak, “Yine ne saçmalıyorsunuz? Şaka yapmak için yemek pişirmiyoruz, yemek pişiriyoruz!” dedi.

Ben de Korel’e bakıp, “O zaman senin mutfak tarzın ‘ciddiyet’ olmalı, ama benimki de ‘doğaçlama’!” dedim.

Güney gülerek bizi izliyordu. “Ben sadece bu chaos’u izlemekle yetiniyorum, inanılmaz bir gösteri!” dedi.

O sırada Alp ve Karan,mutfakta birbirlerine akıl vermek yerine ellerindeki malzemeleri birbirlerine fırlatmaya başlamışlardı.

“Sence de bu soğanı alır mıyız? Yoksa biraz daha bekleyelim?” dedi Alp.

Karan hemen atıldı: “Bence bu soğanın senin gibi çirkin olması gerek!”

“Ne? Hangi birinize ne oluyor?” diyerek kollarımı iki yana açıp mutfağa baktım.

Defne, o sırada yanıma geldi,

“Gerçekten bu kadar saçma bir yemek olabilir mi?” diye şaka yaptı, ama gözleri gülümsüyordu.

“O zaman gel, ben sana yeni bir tat öneriyim.” Hemen bana tuz ve şekerli bir karışım koymaya çalıştı.

İnci gülerek, “Aman tanrım! Bu insanlar neler yapıyor ya! Hepimiz öldük!” dedi.

Ben biraz ciddi bir şekilde dönüp,

“Hadi bakalım, bence yemeği bitirebilirsek en sonunda tüm bu karmaşa değerli olacak.” dedim.

Elay, “O zaman yemeği bitirmeye ne zaman başlayacağız, yoksa bu yemek bu kadar karışık olacak mı?” diye sordu, gözlerini devirerek.

Yemek hazırlığı, şaka, kahkaha, soğan ve tuz ile devam etti. Ama bir şekilde yemekler tamamlandı.

En sonunda masaya oturduk ve Güney,

“Sizinle yemek yemek gerçekten bir deneyim. Başka hiçbir şeyle kıyaslanamaz.” dedi, gülerek.

Marvin gözlerini kıstı ve masaya bakarak, “Bence de bu deneyim kadar lezzetli bir şey daha yok!” dedi.

Ben ise sadece gülüp, “Evet, böyle bir yemeği dünyada başka hiçbir yerde bulamazsınız Dedim.

Korel, sonunda gerçekten ciddi bir şekilde,

“Ama bence pişirilen yemeklerin tadı da bir şeyler ifade eder, şaka yapmanın bir anlamı yok.” diyerek kollarını sarmıştı, ama herkes artık ne kadar şaka yapıldığını fark etmişti.

Bütün günün sonunda, mutfakta gülüp eğlenirken, o yemek hazırlığı hâlâ en komik ve en sıcak hatıra olacaktı.

Ve hep birlikte, kalbimde hissettiğim şey sadece şuydu: Gerçekten aileydik.

🎭🕊

Ay selamm

Nasılsınız bakalım? Umarım iyisinizdir.

Bölüm nasıldı?10

Şuan duygusal bir anneyim. Çocuklarım çok mutlu...

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Görüşürüz...

 

 

Bölüm : 26.04.2025 16:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...