11. Bölüm

11. BÖLÜM

Kara Gül
gguullaarreess63

Yeni bölümden herkese merhaba.

 

Bir önceki bölümde bana bolca sövdüğünüze göre bu bölümde beni bolca öpün😘

 

 

 

Sizi daha fazla bekletmenek için bölümü düzenlemeden attım hatam varsa affola

 

Bu bölümü güzel okuyucum HaticeKbra794 ithaf ediyorum.

 

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

 

▪️▪️▪️▪️▪️

 

 

Kapanın kapının sesi odada yankı bulurken Günçiçek bakışlarını tavandan çekip kapıya dikti. Birkaç saniye de kapı ile bakıştıktan sonra oflayarak yataktan doğruldu. Bakışları, yatağın hemen karşısında bulunan aynalı dolaba kaydığında utanç duygusu bedenini sardı. Üzerinde kazak göğsüne kadar toplanmış, eğer Ayşegül biraz daha geç gelseydi muhtemelen bu kazak üzerinde değil odanın herhangi bir yerinde olacaktı. Saçları biraz dağılmış, dudakları kızarmıştı.

 

Eğer bu gece Ayşegül odaya girmeseydi neler olacağını kafasına dank ettiğinde yanakları kızardı. Korku yahut endişe duymuyordu sadece birazcık utanıyordu. Yaşadıklarından dolayı Fırat ile arasındaki tensel bir temas onu rahatsız eder sanıyordu ama aklına bile gelmemişti. Kuşkusuz bunun nedeni Fırat bir kere bile olsa şehvetli bir dokunuşta bile bulunmamasıydı. Yaklaşık iki aydır evlilerdi ama Fırat’ın gözlerinde erkeksi bir arzu görmemişti. Fırat ona bakarken yahut dokunurken hissettiği şey sıcacık bir şefkat ve aşktı.

 

Derler ki; gerçek aşk ilk kalpte var olurmuş. Kalpten düşüncelere, düşüncelerden gözlere, gözlerden dile yansırmış. Yağan yağmurda, yeni açan bir çiçekte düşlermiş seven sevdiğini. Görmek istermiş her an. Baktığı ve olduğu her yerde sevdiğini ararmış gözler. Söylemek istermiş seven. Tüm dünya, dağlar, taşlar duysun istermiş sevdasını. Cıvıldayan kuşlar bile onun aşkını konuşsun istermiş. En son seven sevdiğini teninde hissetmek istermiş. Dudakları ve teniyle sevmek istermiş sevdiğini.*

 

*(Bu paragraf Kaybolmuş Aşıklar Kitapçısından alıntılanmıştır)

 

Günçiçek artık sevdiğini tende hissetmek istiyordu.

 

Derin bir iç çekiçle yataktan kalktığında amacı aşağı inip neler olduğuna bakmaktı ama önce aşağı inmek için üzerine uygun bir şeyler giydi.

 

Odasından çıkıp merdivenleri aşındırdığında aşağıdan herhangi bir ses gelmiyordu. Merdivenleri bitirip salona girdiğinde bakışları pencerede olan ve fazlasıyla düşünceli olan Sakine hanım vardı birde köşede oturmuş Ayşegül vardı.

 

Günçiçek Sakine hanıma kısa bir bakış attıktan sonra Ayşegül’ün yanına doğru gitti.

 

“Melek nerede?”

 

Ayşegül kafasıyla merdivenleri gösterdi, “Odasında sanırım,” dedi.

 

Günçiçek, “Tamam, sen annenin yanında kal ben bi’ Melek’e bakayım,” dedi.

 

Ayşegül fazlasıyla yorgun görünüyordu, Günçiçek bu halini birkaç gün sonra gireceği sınava yordu. Muhtemelen şu içinden Melek ve Ahmet'e sövüyor olmalıydı.

 

Ayşegül yorgunca başını sallarken Günçiçek merdivenleri tırmanmaya başladı. Melek yalnız kalmak istiyor olabilirdi ama eğer birine ihtiyaç duyuyorsa Günçiçek onun yanında olmak istiyordu.

 

Odanın bulunduğu kata geldiğinde kapıyı çaldı ama ses gelmedi. Günçiçek durmadı daha doğrusu duramadı. Destursuz odaya daldığında Melek’i ağlarken görmeyi bekliyordu ama ağlarken bir yandan da eşyalarını toplayan Melek’i görmeyi beklemiyordu.

 

“Melek,” dedi ama Melek öyle bir kendinden geçmişti ki bu sesi duymadı bile.

 

Günçiçek kapı önünde daha fazla dikilmedi, hızla Melek’in yanına doğru gitti. Melek’i kolundan tutup durdurduğunda konuşmak için aralanan dudakları Melek’in aniden ona sarılmasıyla öylece kaldı.

 

Dudaklarını arasından, “Melek,” diye bir fısıltı kaçtı. Sürekli soğuk davranan Melek’in bir anda ona sarılması hem de bu kadar sıkı sarılması onu şaşırtırken aynı zamanda da korkuttu.

 

Bir anne şefkatiyle Melek’in sarılışına karşılık verirken teskin etmek amacıyla sırtını sıvazladı. Saçlarını okşadı, sıkıca sarılıp Melek’in sakinleşeceği anı bekledi.

 

Dakikalar sonra Melek’in ağlayışları durulurken yerini iç çekişlere bıraktı. Günçiçek, Melek’in sakinleşmesiyle geri çekilip anlayışla gülümsedi. “İyi misin?”

 

Melek, başını iki yana salladığında Günçiçek, Melek’i kolundan tutup yatağın ucuna çekti. Yatağın ucuna otururken Melek de hemen yanına oturdu.

 

“Ne oldu,” diye söze başladı Günçiçek. “Anlatmak ister misin? Ahmet ne yaptı, ne dedi de sen gitmeyi düşündün?”

 

Melek başını kaldırmada kucağındaki elleriyle oynadı. “Yoruldum,” dedi yalnızca. Onu anlatabilecek tek kelime buydu. Yorulmuştu, hem de her şeyden.

 

“Ne oldu?”

 

Melek başını kaldırıp Günçiçek’e baktığında gözleri tekrar yaşla dolmuştu. “Yoruldum Günçiçek, yoruldum. Bir umudun peşinden koşup sürekli yara bere içinde dönmekten çok sıkıldım. Artık bunu kaldıramıyorum. Umutla çıktığım her yoldan daha umutsuz dönüyorum.”

 

Günçiçek Melek’in kucağındaki eline uzanıp sıkıca tuttu. “Derdin neyse söyle bana, yardım edeyim. Söz veriyorum eğer çözüm yolu bu evden gitmekse yine tam arkandan olacağım.”

 

Günçiçek, güven verircesine Melek’in gözlerini bakarken Melek tekrar başını öne eğdi. Dakikalarca sessiz kaldı ama Günçiçek bir an bile kalkıp gitmeyi düşünmedi. Melek’in söyleyeceği şeyin onun içinde zor olduğunu, gitmeyi bile göze aldığında anlamıştı.

 

Dakikalar sonra, “Bizim çocuğumuz olmuyor,” dediğinde Günçiçek ne diyeceğini bilemedi. Ona akıl verecek yahut eleştirecek hakta ve konum değildi. Yalnızca, yanında olduğunu hissettirmek için ellerini sıktı.

 

Melek Günçiçek’den aldığı güçle konuşmaya devam etti. “Hangi doktora gitsek olmaz diyor. Olsa bile bunun çok küçük bir ihtimal olduğunu söylüyor.”

 

Günçiçek kendini Melek’in yerine koyduğunda onun için ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladı. “Sorun bu mu yoksa Ahmet çocuğunuz olmuyor diye seni mi suçluyor?” Korkarak sorduğu sorunun doğru olmasından deli gibi korktu. Eğer sorun buysa Melek gitmekte haklıydı ve Günçiçek kuşkusuz arkasında duracaktı.

 

“Hayır hayır,” dedi Melek telaşla. “Ahmet yapmaz böyle bir şey ama...”

 

“Ama?”

 

“Doktora gitmek istiyor yeniden.”

 

Günçiçek sorunu ne olduğunu anlayamadı. “Eee bunu nesi sorun?”

 

“Anlamıyorsun, Günçiçek. Ben Yoruldum artık! Bir şey değişmeyecek ki! Yine olamaz deyip, tutunduğumuz o küçük umudu da yerle yeksan edip elimiz boş döneceğiz. Ben artık bir doktordan daha, sizin çocuğuz olmaz, demesini duymak istemiyorum. Yoruldum...”

 

Günçiçek bu noktada ne diyeceğini bilemedi. Melek haklıydı, Ahmet de haklıydı. Biri küçükte olsa bir umuda tutunmak isterken biri umutlarının tekrar sönmesini istemiyordu. Melek aralarında ki birkaç karışlık mesafeyi küçültüp tekrar sarıldı.

 

“Konuşmaya hakkım var mı bilmiyorum ama bir kez daha şans versen, he? Belki bu sefer olumlu bir sonuç alacaksınız, bilemezsin ki. Hem eğer bu şansı vermezsen belki ilerde bunun için pişman olursun. Dediğim gibi benim konuşmaya hakkım yok ama bu konuyu Ahmet’le emine boyuna tekrar bir konuşun. En azından son bir şans...”

 

Günçiçek hevesle Melek’i gözlerine baktı. Melek başını salladığında Günçiçek gülümsedi. “Bence bu sefer güzel olacak, bunun için boca dua edeceğim. Ve bence olmasa bile Ahmet’in senden vazgeçeceğini zannetmiyorum. Yalnız bırakayım seni, uzun uzun düşün. Odalarımız yakın birbirine ne zaman istersen gel yanıma. Be olursa olsun ben her koşulda yanında olacağım.”

 

Odadan ayrılmak üzere ayağa kalktığında Melek bileğinden tutup durdurdu. Gözleri yaşlı bir şekilde gülümseyip, “Sağol Günçiçek,” dedikten sonra kollarının Günçiçek’in bedenine sardı. Günçiçek en samimi haliyle Melek’e sarılıp odadan ayrıldığında ikisi için en hayırlısını diledi.

 

Tekrar odasına girdiğinde kendini fazlasıyla yorgun hissediyordu. Üstünü değiştirip tekrar yatağa girdiğinde amacı Fırat’ı beklemekti ama uyku, yorgun bedenini etkisi altına aldığında buna engel olmadı.

 

Ne kadar geçti bilinmez ama Günçiçek odada bir hareketlilik hissettiğinde gözlerimi yarım yamalak araladı. Fırat gelmiş hatta üstünü bile değiştirip yanına uzanmak üzereydi. Uykulu sesiyle, “Ne oldu,” diye sorduğunda Fırat yatağa yanına uzanıp karısını kollarının arasına aldı.

 

“Hallettik Balkız,” dedi karısını saçlarına küçük bir öpücük kondururken. “Uyu hadi.”

 

Günçiçek başın kocasının göğsüne yaslayıp uykusuna devam etti.

 

 

Gecenin bilmem kaçında, yatağına oturmuş öylece pencereyi izliyordu Melek. Saatler önce geceyi süsleyen yıldızlar tek tek yok olmuş gece kendini derin bir karanlığa bırakmıştı. Saatlerdir gözlerine tek damla uyku girmemiştir. Günçiçek’in dediği gibi bu konuşmayı yapmadan da uyumayı düşünmüyordu. Ya topladığı çantasıyla saate bakmadan bu evden çıkıp gidecek ya da bu gecenin devamını kocasının göğsünde devam edecekti.

 

Açılıp kapanan sesini duyduğunda bakışlarını pencereden kapıya çevirdi. Gözlerinin yeniden dolduğunu hissettiğinde bakışlarını hemen kaçırdı.

 

Ahmet ise kapı önünde öylece durmuştu, ne yapacağı konusunda en ufak fikri yoktu. Doktor konusu tekrar açıldığında Melek her zaman olduğu gibi anında reddetmiş, Ahmet ise Melek’in sürekli reddetmesine sinirlenmişti. Küçük bir atışma olarak başlayan konuşma kavga ile sonuçlanmıştı. Birbirlerine bağırıp ayrı yerlere savrulmuşlardı.

 

Ahmet şimdi fark ediyordu, eşeklik etmişti. Şimdi ise iki yabancı gibi durmaları canını acıttı. Ne olursa olsun karısının gönlünü alacaktı. Ona, doğru attığı ilk adımda ayağı bir şeye takıldı. Bakışları yere kaydığında bunun bir çanta olduğunu hemen anladı. Ağzı açık çantanın içinde Melek’in eşyalarını gördüğünde serçe yutkundu.

 

Bakışları kısa bir an Melek’i buldu. “Bu kadar mı üzdüm seni,” diye mırıldandı kırgın bir sesle. “Gitmeyi düşünecek kadar mı kırdım seni?”

 

Hani bazen bir yara alırsınız da acımaz canınız. Ama ne zaman ki biri şefkatle yaranızı sarmak istediğinde canınız hiç olmadığı kadar acır, ağlarsınız ya... İşte Melek tam o andaydı.

 

Küçükken başkaları tarafından itilip kakılırken ağlamazsınız, güçlü görünmek için. Ama ne zaman, anne yahut babanızın güvenli kolları arasına girdiğinizde bir ona yaranızı gösterir bir ona ağlarsınız ya... İşte o andayız şimdi.

 

Melek başını eğip tekrar ağlamaya başladığında Ahmet telaşa kapıldı. Hızlı adımlarla karsının yanına gidip kollarını ağlayan karısına doladığında, “ Özür dilerim,” dedi defalarca. Sevdiği kadının saçlarını öperken, “Özür dilerim Meleğim, Allah benim belamı versin ki seni üzmek istemedim,” sözleri dudaklarından eksik olmuyordu.

 

Melek’in gözyaşları iç çekiçlere döndüğünde Ahmet karısını bu kadar üzdüğü için fazlasıyla pişmandı. “Tamam, istemiyorsan gitmeyiz doktora falan. Kurbanın olayım ağlama bir daha. İstemiyorsan açmam bir daha doktor konusunu, varsın bizim de çocuğumuz olmasın.”

 

Beklentiyle karısından gelecek cevabı beklerken Melek ıslak bakışlarını kocasına çevirdi. “Gidelim,” dedi kısık bir sesle. Ahmet başta idrak edemedi. Birkaç saniye öylece karsına baktı, kendini olumsuz yanıt bir yanıta hazırlamışken böyle bir cevap beklemiyordu.

“Valla mı?” diye sordu heyecanla.

 

Melek başını sallarken, “Valla ama bu son tamam mı? Ben çok yoruldum Ahmet. Gerçekten yoruldum,” dedi büyük bir yorgunlukla.

 

Ahmet, karısının güzel yüzünü avuçları arasına alırken, “Tamam Meleğim, sen nasıl istersen öyle olacak,” dedi.

 

Melek buruk bir şekilde gülümsedi. “Eğer doktor yine olmaz derse...” Ağlayacağını hissettiğinde başını eğdi. “Ve sen farklı bir hayat istersen gideri-“

 

Sözleri dudaklarına kapanan dudaklar ile yarım kaldı. Ahmet büyük bir sinirle karsının öperken Melek fazlasıyla yorgun bir şekilde karşılık veriyordu. Öpüşmeleri son bulamazken Ahmet karısına daha fazla yaklaşmak derdindeydi. Melek yatakta uzanır hale geldiğinde Ahmet kollarından destek alarak karsının üzerine eğildi.

 

Nefes nefese ayrıldıklarında, “Yalnızca seni istiyorum,” dedi Ahmet. “Anlamıyor musun, ben yalnızca senin annesi olduğu çocukları istiyorum. Bir çocuğum olmazsa yapabilirim ama sen olmadan nefes bile alamam Meleğim. N'olursun gitmekten bahsetme.”

 

Melek, “Ama-“ diyecek oldu ama Ahmet tekrar öperken susturdu karsını. Bu seferki öpücüğü kısa sürdü. Geri çekilirken, “Bu sözleri seni öpmem için söylüyorsan... Seni öyle bir öperim ki konuşamayacak hale gelirsin Meleğim.”

 

Melek içten bir şekilde güldüğünde Ahmet de gülecek gibi oldu ama bakışları karısının ağlamaktan tahriş olmuş yanaklarına kaydığında tüm keyfi kaçtı. Karısının yanaklarına küçük küçük öpücükler kondururken tekrardan, “Özür dilerim Meleğim,” dedi. Karısnın bu kadar ağlattığı için kendini bir türlü affedemiyordu.

 

Melek kocasının öpücüklerine kıkırdayarak karşılık verirken kollarını boynuna doladı. “Bir daha bana sesini yükseltirsen bu kadar sakin olmam, biliyorsun değil mi hayatım?”

 

Biliyordu hem fazlasıyla. Başka bir zaman bu hatayı yağmış olsaydı Melek onu değil odaya, ev sınırlarından içeri almazdı. Hakkı var mıydı? Evet. Ne olursa olsun karısına sesini yüksetmemeliydi.

 

Ahmet’in dudaklarının son durağı karısının dudakları olurken, “Biliyorum,” dedi. Ardından yatakta, karısının yanına uzanıp karısını kollarının arasına aldı.

 

Melek kocasının kollarının arasında yerini alırken, “Ne zaman gideceğiz,” diye sordu merakla.

 

“Yarın.”

 

Melek erken olduğunu düşünse de bu konuda sesini çıkarmadı.

 

“Ya doktor yine olmaz derse?”

 

“Hayırlısı buymuş demek ki Meleğim.”

 

“Ama-“

 

Ahmet, üzerindeki kazağı çıkartıp rastgele gele yere atarken karısının üzerine gitti. “Anladım ben, sen öpülmekten fazlasını istiyorsun.”

 

Karısının dudaklarına uzanırken parmakları Melek’in düğmeli geceliğinin üzerinde gelinceye başladı. Böylelikle yarın erkenden yola çıkma hayalleri suya düştü.

 

 

Ertesi sabah herkes, dün geceden dolayı biraz geç uyanmıştı. Günçiçek ve Ayşegül mutfakta kahvaltıyı hazırlarken Melek’in aşağı ineceği anı bekliyordu. Ayşegül konuta hakim değildi ama neden kavga ettiklerini merak ediyordu. Günçiçek ise ne karar verdiklerini merak ediyordu.

“Yenge.”

 

Günçiçek domatesleri doğrarken, “Efendim,” dedi. Bugün çalışanlar evde olmadığı için kahvaltı işi onlara kalmış.

 

“Fırat abim kaçta geldi eve? Bide Melek’le konuştun, niye kavga etmişler?”

 

“Abin geç geldi, ben uyumuşum o sıra. Onların kavga nedenini söylemekte bana düşmez.”

 

“Aman!” dedi Ayşegül sinirle mutfak çıkışına doğru giderken. “Hiçbiriniz bir şey söylemeyin zaten!”

 

Günçiçek, Ayşegül’ün ardından güldü yalnızca. Ayşegül’ün yerinde olsaydı o da merak ederdi ama söylemesi ne kadar doğru bilemedi.

 

Doğradığı domatesleri tepsisinin üstüne yerleştirdikten sonra çayı kontrol etmek için ocağın başına geçti. Çaya bakarken beline dolanan kollarla yerinde durdu. Gülümseyip olası bir kazayı önlemek için ellerini çaydan uzak tuttu. Belimi saran kollara tutunurken hemen arkasında duran kocası boynuna derin bir öpücük kondurdu.

 

“Ben gidiyorum Balkız.”

 

Kocasının kolları arasında dönüp yüz yüze gelirken, “Eee kahvaltı?” diye sordu.

 

“İşim var güzelim, geçte kalktım. Yarın akrabaların düğünü varmış, annemler bu geceden gidecekler. Sende git istersen,” dedi. Bir yandan da sevdiği kadının öne düşen saç tutamlarını geriye itiyordu.

 

Günçiçek dudak bükerek, “Sen?” diye sordu.

 

“Bugün çok işim var. Bugün kaçta dönerim onu bile bilmiyorum. Sen bekleme beni, git. Belki yarın gelirim.”

 

Günçiçek başını sallayıp Fırat’ın yanağına küçük bir öpücük kondurdu. “Çok yorma kendini.”

 

Günçiçek kocasını geçirip tekrar odasına döndüğünde pişen çayı ocaktan aldı. Hazırladığı kahvaltılıkları masaya taşımaya başlarken merdivenlerden Melek indi.

 

Neşeli bir sesle, “Günaydın,” dediğinde Günçiçek dün gecenin iyi geçtiğini anladı. Melek’in hazırlanmış bir şekilde gördüğünde heyecanla ona yaklaştı. “Nereye böyle.”

 

“İstanbul'a, doktora gideceğiz.”

 

“Bu saatte mi? Geç değil mi?”

 

Melek sorunun cevabını söyleyemeyeceği için gülümsedi yalnızca. O da erken gitmek isterdi ama...

 

Ahmet’in merdivenlerden inip Melek’e doğru, “Gidelim mi?” diye sorduğunda Melek’ten önce Günçiçek atıldı.

 

“Eee kahvaltı?”

 

Ahmet karısının eline uzanıp tutarken, “Geç oldu, yolda yeriz bir şeyler,” dediğinde Günçiçek daha fazla ısrar etmedi.

 

Ahmet ve Melek evden çıktıktan sonra Günçiçek kahvaltı sofrasını tamamlamıştı. Yerine oturup diğerlerinin gelmesini beklerken merdivenlerden Ali inmeye başladı. Masaya uğramadan gideceği sırada Günçiçek, “Nereye? Kahvaltı?” diye sordu.

 

Ali masaya kısa bir bakış atıp, “Yok yenge, pek keyfim yok bugün,” dedi.

 

“Aaa! Başlarım sizin keyfinize de işinize de! Ben kime hazırladım bunca şeyi?”

 

Günçiçek, kaşlarını çatarak Ali’ye bakarken Ali yalnızca gülümseyip usu usul odadan ayrıldı.

 

Günçiçek, kaşları çatık bir şekilde sinirle çatala uzandı. Tabağına bir şeyler alırken masaya Ayşegül ve Sakine hanım geldi.

 

Bir süre sessizce kahvaltı ettikten sonra söze Sakine hanım söze başladı. “Günçiçek, gelecek misin düğüne?”

 

Günçiçek hiç gitmek istemiyordu. Hem Fırat yanında olmayacaktı hem de oradaki hiç kimseyi doğru düzgün tanımıyordu. Bu akşam gidecekler ve orada kalacaklardı muhtemelen, gitmek istememesinin bir diğer sebebi buydu. Hiç bilmediği, tanımadığı insanların evinde kalmak istemiyordu.

 

Ağzındaki lokmayı yutup, “Gelmesem?” diye sordu tereddütle.

 

Sakine hanımı yüzü bozuldu. Düğüne giderken en azından bir gelimi yanında olsun istiyordu. Melek bir yere gitmiş, nereye gittiğini bile bilmiyordu. Günçiçek ise gelmek istemiyordu. Yine de gelinine karşı sert olmamaya dikkat ederek, “Niye kızım, ne oldu?” diye sordu.

 

“Ben pek sevmemem başkalarının evinde kalmayı. Fırat da gelmeyecekmiş zaten bende gelmeyeyim.”

 

Sakine hanım kafasını sallarken, “İyi, sen bilirsin,” dedi ağzının içinde.

 

Günçiçek, Sakine hanım bu tepkisine ister istemez güldü. İyi hoş kadındı ama arada kaynanalık damarları tutuyordu.

 

Gülümseyerek önüne döndü ve kahvaltısını yapmaya devam etti.

 

Saatleri birbiri ardından sıralanırken saatler ikindiyi bulmuştu. Günçiçek ev işlerini hallettikten sonra odasına geçmişti. Birazdan düğüne gitmek için gideceklerini bildiği için aşağı indi.

 

Merdivenlerden inerken salondan sesler geliyordu.

 

“Beri gel gara göz

Gel gel gara göz

Yüregimde yara göz

Derdime sen çare göz

 

Beri gel gara göz

Gel gel gara göz

Yüregimde yara göz

Derdime sen çare göz

Beri gel gara göz

 

Yandırdı güneş meni

Gün ögünde daş meni

Yandırdı güneş meni

Gün ögünde daş meni

 

Meni gözlerin yahdı

Yandırmaz ataş meni

Meni gözlerin yahdı

Yandırmaz ataş meni”

 

Diyordu radyodan yükselen Fatih Kısaparmak’İn sesi.

 

Günçiçek salona girdiğinde radyodan türkü dinleyenin Ali olduğunu fark etti. Türkü arkada çalmaya devam ederken Ali’nin bakışları boşluğa dalmıştı

 

Günçiçek, “Ali,” dediğinde Ali bambaşka şeyler düşünüyordu. Hala türkünün, Meni gözlerin yahdı: Yandırmaz ataş meni, dediği yerdeydi. Yanmıştı, hem de bir çift kara göze.

 

“Ali!” Yengesinin sesini duyduğunda daldığı boşluktan çıktı.

 

“Buyur yenge!”

 

“Ne oluyor?”

 

“Bir şey yok yenge.”

 

Günçiçek tabi ki inanmadı. Tekrar konuşacağı sırada aşağı inen Ayşegül ile sözleri yarım kaldı.

 

Ayşegül aşağı iner inmez, “Hadi gidelim!” diye bağırdı ikizini doğru.

 

Ali, yengesinin sorgusundan kurtulmanın mutluluğuyla hemen ayaklandı.

 

Herkes evden ayrıldıktan sonra Günçiçek, koca evde yalnız kalmanın rahatlığıyla önce üzerine rahat bir şeyler giyip ardından günlerdir ertelediği temizliğe girişti. Bu eve gelin geldiğinden beri odasını doğru düzgün temizlememişti. O da başkaları tarafından düzenlendiği için bu durum hoşuna gitmiyordu.

Önce dolaplardaki her şeyi çıkartıp, her yeri dip köşe temizledi. Ardında yatağın üstüne yağdığı şeyleri tek tek yerleştirmeye başladı. Yatak üstü boşaldıktan sonra yatağında çarşaflarını değiştirip işlerini tamamladı.

 

Bakışları saate kaydığında ona geldiğini fark etti. Saatlerce küçük odada hiç durmadan çalıştığı için terlemişti. Önce güzel bir dul aldı ardından bir şeyler yemek için aşağı indi. Yemek yer yemez gidip yapacaktı, fazlasıyla yorulmuştu.

 

Mutfağa indiğinde bir şeyle hazırlamaya üşendi. Bu yüzden dolapta ne bulduysa hızlıca yedi. Çok bir şey yememiş olsa da mutfak biraz dağılmıştı.

 

Bugün Ali’nin türkü dinlediği radyoyu mutfağa getirip açtı. Neşet Ertaş’ın bir türküsü çalıyordu. Mutfağı toplamaya başlamıştı ki bahçe kapısının sertçe açılıp kapandığını duydu. Olduğu yerde sese dikkat kesilirken içini garip bir korku sardı. Küçük ve korkak adımlarla pencere yanaştı ama görünürde hiç bir şey yoktu.

 

Rüzgardır diye düşünürken bu seferde ev kapısının zorlandığını ardından açılıp kapandığını işitti. Korkuyla yerinden sıçarken ne yapacağı konusunda en ufak fikri yoktu.

Aceleyle mutfağın ışığının kapatıp mutfakta ki küçük masanın arkasına saklandı.

İçinden bildiği tüm duaları okurken merdivenlerden çıkan adım seslerini işitti. Gözleri korkuyla dolarken bir başka ses daha işitti.

“Balkız!”

Fırat’ın sesini işittiği an saklandığı yerden hızla çıkıp sesin geldiği yere koştu. Fırat’ı salonda bulduğunda hiç düşünmeden boynuna atladı.

Fırat, Günçiçek’i bu kadar korkmuş ve ağlamak üzere olduğunu fark ettiğinde telaşlandı. Günçiçek’i tek hamlede kucakladığında Günçiçek hâlâ boynuna sarılı vaziyetteydi. Gidip koltuklardan birine otururken Günçiçek kucağındaydı. Saçlarını usul usul okşarken, “Balkız, ne oldu güzelim?” dedi.

“Korktum.”

“Niye?”

“Sen geç geleceğim deyince senin geleceğini düşünemedim. Başkası içeri girdi sandım.”

“Daha geç gelecektim ama evde yalnız kaldığını duyunca işleri Ali’ye bırakıp geldim.”

Günçiçek başını Fırat’ın göğsüne yaslayıp, “İyi ki geldin,” dedikten sonra bir süre sessizce kocasının göğsünde sakinleşmeyi bekledi.

Kendini iyi hissettiği an başını kaldırıp alttan alttan kocasına baktı. Fırat ise o sırada Günçiçek’in saçlarıyla uğraşıyordu. Günçiçek gülümsedi ve hiç düşünmeden dudaklarını Fırat’ın dudaklarına yasladı.

Dudakları özlemle birbirine kavuşurken Günçiçek’in parmakları kocasının saçları arasında dolaştı. Fırat’ın eli Günçiçek’in üzerindeki kazağın içindeki sızarken dudakları nefes nefese birbirinden ayrıldı.

“Kendini hiç bir şey hissetme, Balkız.”

“Mecbur hissetmiyorum Fırat. Ben yalnızca seni istiyorum.”

Bu sözler Günçiçek’in dudaklarından çıktığında dudaklarının üzerinde bir başka dudağın baskısını hissetti.

Fırat karısını kucaklayıp merdivenlerden çıkarken radyodan bir ses yükseliyordu.

İkimizin kalbi birdir

İkimizin kalbi birdir

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim yar

İkisinin kalbi zaten birdi. Şimdi aldıkları nefeste bir olacaktı.

Sana malumdur her halim

Senin kalbin benim kalbim

Sana malumdur her halim

Kaçma benden nazlı gülüm

Kaçma benden nazlı gülüm

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim yar

Kaçma benden nazlı gülüm

Kaçma benden nazlı gülüm

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim yar

Kalpten kalbe bir yol vardır

Gözünen görünmez sırdır

Kalpten kalbe bir yol vardır

Gözünen görünmez sırdır

İkimizin kalbi birdir

İkimizin kalbi birdir

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim yar

İkimizin kalbi birdir

İkimizin kalbi birdir

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim yar...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 26.02.2025 23:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...