
5 AY SONRA
Hastanenin dar koridorunda yürürken kocasını elini sıkıca tutmuştu, Günçiçek. Bir eli kocasını sıcak avuçları arasındayken, bir elini üzerindeki ceketin cebine koyup ısınmaya çalıştı. Sonbaharın soğuk havası hastanenin bile duvarlarına sinerken ellerini ısıtmak bir hali zordu. Yine de içinde bitmek bilmeyen bir mutluluk vardı ve bu mutluluğu bu soğuk hava bile bozamazdı.
Bugün Fırat’ın hastane randevusu vardı. Doktor, fazlasıyla iyi gittiğini ve böyle devam ederse yakında hiç kekelemeyeceğini söylemişti. Fırat eskisi gibi kekelemiyordu, sadece bazen takıldığı oluyordu. Doktor bunun normal olduğunu söylemişti.
Hastaneden çıktıklarında Günçiçek hemen kocasına sokuldu. Hava o kadar soğuktu ki mümkün olsa Fırat’ın cebine girer, eve gidene kadarda çıkmazdı.
Fırat kolunu sevdiği kadın sarıp başına küçük bir öpücük kondurdu.
Sonunda arabanın önüne geldiklerinde Günçiçek, kocasını elini bırakıp koşarak arabaya bindi. Bir dakika daha dışarıda durmaya tahammülü yoktu. Fırat, hemen yanına yerleştiğinde hızla motoru çalıştırdı. Arabanın motoru çalıştığında arabanın içi biraz olsun ısınmış olsa da hâlâ soğuktu.
Fırat arabayı hastanenin bahçesinden çıkartırken karısına döndü. “Aç mısın, güzelim?” Günçiçek başını iki yana salladı. Birkaç gündür midesi yanıyordu, hiçbir şey yiyemiyordu. Öte yandan açta değildi. Eve gidince bir şeyler yiyebilirdi.
Fırat başını sallayıp arabayı direkt şehrin çıkışa doğru sürdü. Günçiçek, ise arabanın radyosunu açıp başını kocasının omzuna yasladı. Arkada Özdemir Erdoğan’ın parçası çalarken Günçiçek akıp giden yolu izledi.
Yarım saatlik yolculuğun ardından arabaya toprak yola girmişti. Bozuk yoldan dolayı araba çukurlara bata çıka giderken Günçiçek midesinin bulandığını hissetti. Araba sürekli sarsılıyor ve her sarsıntı da Günçiçek’in mide bulantısı artıyordu.
Gözlerini kapatıp mide bulantısının geçmesini bekledi ama her saniye daha da artıyordu. Başının kocasının omzundan kaldırıp, soğuk havaya rağmen, pencereyi açtı. Ama bu da hiçbir işe yaramadı. Midesindeki her şeyin boğazına dizildiğini hissettiğinde bakışlarını kocasına çevirip zorlukla, “Fırat... Du-r!” dedi.
Fırat, arabayı durdurmadan karısına döndü, “Ne oldu?” diye sordu ama Günçiçek bunu cevaplayacak durumda değildi. Sadece, “Dur!” diyebildi. Fırat arabayı kenara çektiğinde daha ne olduğunu anlamadan Günçiçek zorlukla arabanın kapısını açtığında hızla dışarı çıktı.
Günçiçek, yalnızca arabadan birkaç adım uzaklaşmışken daha fazla dayanamadı ve dizlerinin üzerine düşüp istifra etmeye başladı. Midesindeki her şeyi boşaltırken hissettiği kasılma hissi ile gözyaşları gözlerinden boca etti.
Fırat ise Günçiçek’in hemen ardından inmişti ama kustuğunu gördüğünde tekrara arabaya dönüp bir şişe su almıştı. Karısının yanına gittiğinde Günçiçek nihayet biraz iyi olmuş, kendini soğuk toprağın üzerine bırakmıştı.
Fırat, eline aldığı su şişesiyle karısının yanına oturduğunda onu yavaşça soğuk topraktan kaldırıp bir ayağını üzerine oturttu. Şişenin içindeki suyun birazını eline döküp Günçiçek’in yüzünü yıkadı. Günçiçek’in titrediğini fark ettiğinde üzerindeki ceketi çıkartıp karısının omuzlarına sardı. Karısını göğsüne yatırırken endişeli gözleri karısını üzerinde geziniyordu. “Balkız, iyi misin?” diye sordu korku akan sesiyle.
Günçiçek zorlukla başını salladıktan sonra Fırat’ın elindeki şişeyi alıp, ağzındaki iğrenç tattan kurtulmak için birkaç defa ağzını çalkaladı. Başını tekrar kocasının göğsüne yasladığında boğazı yanıyordu. Kendini iyi hissettiğinde ona endişeyle bakan kocasına bir cevap verdi. “İyiyim Fırat.”
Fırat’ın içi tam anlamıyla rahat etmemiş olsa da karısının hareket etmesine izin vermeden kucağına aldı. Açık arabaya sarsmadan yerleştirdikten sonra kendi yerine geçip arabayı çalıştırdı. “İyisi mi biz bi’ hastaneye gidelim.”
Günçiçek hemen itiraz etti. “Hayır, Fırat. Hastaneye gitmek istemiyorum. Araba fazla sarsılınca midem bulandı sadece.”
“Balkız-"
“Lütfen, Fırat. Eğer bu yoldan geri dönersek yine kusacağım. Eve gidip dinlenmek istiyorum.”
Fırat gözlerini bir an olsun karısından ayırmamaya çalışırken ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bir yanı hemen şimdi hastaneye gitmesini söylerken bir yanı sadece küçük bir mide bulantısı olduğunu söylüyordu.
Karısını ona, böyle melül melül bakarken söylediklerini reddetmek hiç kolay değildi. Arabayı daha yavaş kullanıp, “Eve gidene kadar dizime uzan o zaman,” dedi. Bunu sık sık yaptığı için artık arabada bunun için bir yastık vardı. Günçiçek arka koltuktaki yastığı alıp iki koltuğun arasına koydu. Başını kocasının dizine yaslayıp yolun hemen bitmesini bekledi.
++++++++++++++++++++++++
Yolculuk nihayet son bulduğunda araba konağın önünde durdu. Günçiçek kocasına küçük bir öpücük armağan edip arabadan inmek üzereyken Fırat karısının durdurdu. “Bu sefer gitmedik ama miden bir daha bulanırsa hastaneye gideceğiz.”
Günçiçek gülümseyerek başını salladığında Fırat da karısının yanağına sert bir öpücük kondurduktan sonra arabadan inmesine izin verdi. Günçiçek bahçe kapısından içeri girip ev kapısının önüne geldiğinde kapıyı çaldı. Çok geçmede çalışanlar tarafından açılan kapı ile içeri geçti.
İçeri girer girmez üst kattan gelen konuşma seslerini duyduğunda misafir olduğunu anladı. Merdivenleri tırmanıp oturma odasına girdiğinde gelenlerin Fırat’ın yengesi -amcasının eşi- Nurcan hanımı ve küçük gelini olduğunu gördü. Gülümseyerek herkesi selamlayıp hal hatır faslından sona Melek’in yanına oturdu.
“Sende kahve içer misin?” diye soran Melekle yüzünü buruşturdu. Normalde kahveyi çok severdi ama şu an adını duyması bile tekrar midesinin bulanmasına neden oldu.
“Yok içmem ama bir bardak su getirebilir misin?”
Melek elindeki fincanı önündeki sehpaya bırakırken mutfağa gitmek için ayaklandı. Odadan çıkmak üzereyken aniden gözlerinin önü karardı. Tutunacak bir yer aradı ama boşluğa geldiğinde yere yığıldı. Etrafındaki insanların bağırarak ona seslendiğini duysa da tepki veremedi.
Onu yerden kaldırdıklarını da kollarına kolonya sürdüklerini de hissediyordu ama tepki veremiyordu. Birkaç saniyenin ardından gözlerini zorlukla araladığında onu karşılayan endişeyle bakan bir çift mavi göz oldu.
Melek, nihayet gözlerini açtığında Günçiçek elini Melek’in yanağına koyup nazikçe okşadı. “İyi misin?”
Melek başını salladığında Sakine hanım söze girdi. “İyi falan değil, sabahta böyle oldu!” Günçiçek’in gözleri endişeyle parladı. Günçiçek’in bakışları tekrar Melek’e döndüğünde elini sıkıca tuttu. “Niye böyle oluyor, yeterince yemek yemiyorum musun?”
Melek gözlerini devirdi. “Fazlasıyla yiyorum. Son iki aydır 4 kilo aldım. Yemekten falan değil.”
“Eee ne oluyor o zaman? En iyisi siz bir hastaneye gidin.”
Günçiçek büyü bir endişeyle Melek’e bakıyordu. Son iki aydır Melek ile fazlasıyla yakınlaşmıştı. Melek onun için artık kız kardeşlerinden farksızdı.
“Şey,” Nurcan hanımın küçük gelini lafa girdiğinde herkesin bakışları ona döndü. “Benimde birkaç kez böyle oldu. Hastaneye gittim, öğrendim ki gebeymişim. Acaba sen de...”
Günçiçek yutkunarak Melek’e döndüğünde Melek de ondan pek farksız değildi. Gözleri fal taşı gibi açılmış, bakışları karnını bulmuştu. Bir an acaba diye düşündü ama hemen ardından boşa ümitlenmemek için başını iki yana salladı. “Olamaz ki...”
“Neden?” diye söze atladı Günçiçek. “Ay başın gecikti mi?”
“Gecikti...” yutkundu. “Ama doktor kullandığım ilaçlardan dolayı gecikme olmasının doğal olduğunu söylemişti.”
Sakine hanımın heyecanla gelinin elini tuttu. “Yine de emin olmak gerek, ebe kadını çağıralım.”
******
Günçiçek kapının önüne bir sağa bir sola doğru yürürken içerden gelecek küçük bir haber bekliyordu. En az Melek kadar heyecanlıydı çünkü gelecek mutlu haberi almak için çok dua etmişti. Melek düşmüş, kaldıran Günçiçek olmuştu. Melek ağlamış, onu teselli eden yine Günçiçek olmuştu.
Kapı açıldığında Günçiçek’in bakışları yaşlı kadına döndü. Nefesini tutmuş kadından gelecek cevabı beklerken kadın, “Müjdemi isterim Melek kızım gebe-“ Günçiçek devamını dinlemeden kadının yanından geçerek odaya girdi. Melek yatakta oturmuş aynı zamanda hüngür hüngür ağlıyordu. Günçiçek sessizce Melek’in yanına gidip sıkıca sarıldığında Melek daha çok ağladı.
Günçiçek Melek’e sarılmışken Melek daha bir nohut tanesi kadar olan bebeğine sarılmıştı. Hala inanmakta güçlük çekiyordu. İki yıla aşkındır bu haberi bekliyordu ve bebeği tüm umudunun tükendiği anda gelmişti.
Günçiçek geri çekilip artık kardeşi yerine koyduğu Melek’in gözyaşlarını silerken kendisinin ağladığından habersizdi. Melek gözyaşları içinde, “Hamileyim,” değinde Günçiçek güldü. “Biliyorum, güzelim. Tebrik ederim.”
Tam o anda Sakine hanım içeri girdi. Onunda gözleri yaşlıydı. “Melek, kızım... Gebeymişsin...” Melek gözyaşları içinde başını salladığında Sakine hanım gidip gelinine sıkıca sarıldı. Ne zamandır bir torun haberi bekliyordu. Şimdi öyle mutluydu ki...
“Nasıl bu zamana kadar anlamadınız?” Konuşan ebe kadın ile odadaki herkesin bakışları kapı önünde duran yaşlı kadına kaydı. “Bu bebek en az iki aylık. Kızım, hiç mi miden bulanmadı? Hiç mi bir şeyler hissetmedin?”
Melek’in şaşkın bakışları karnını buldu. Ne yani, çok uzu süredir hamile ve şimdi mi haberi oluyordu? Kendini kötü hisseti. Bebeği aylardır onunla beraberdi ama bunu bile fark edememişti. Bedenini amansız bir korku saldı. Acaba iyi miydi? Ya bir sorun olduğu için bu kadar sessizse? Korku dolu bakışları ebe kadını buldu. “Bu kötü bir şey mi?”
Yaşlı kadın güldü. “Yok kızım aksine iyi. Hamileliğin ilk ayları çok zordur, vücudun bebek için uygun bir yer hazırlamaya çalışır. Haliyle bu da seni yorar. Ama senin bebeğin hiç seni yormak istememiş herhalde.”
Melek yine de tereddütle sordu. “İyi yani?”
“Siz ne olur ne olmaz bi’ doktora görünün ama bir şe yok korkma.”
Melek rahat bir nefes aldığında elleri tekrar karnını buldu ve sıkıca sardı. Şimdi anlıyordu neden bu kadar yediğini, neden bu kadar yorulduğunu... dudakları dakikalar sonra kıvrıldığında bu haberi hemen sevdiği adama vermek istedi. Kim bilir ne kadar mutlu olacaktı. Sonunda hayalini kurdukları bebeği kucaklarına alacaklardı. Bebek... benim bebeğim... bizim bebeğimiz... Her şey rüya gibi geliyordu. Aylar önce imkansız gibi görünen şey gerçekleşmişti.
Küçük bir bebek... Kız ve ya erkek fark etmeksizin ben ve sevdiğim adama ait bir bebek. Bizim bebeğimiz...
Koluna dokunan bir el ile daldığı hayallerden sıyrıldı, Melek. Günçiçek’in meraklı bakışları Melek’in üzerinde dolaşırken, “İyi misin?” diye sordu. Melek gülümseyerek başını salladı. “Nasıl iyi olmam ki...” Gözleri hala dolu doluydu ama artık dudaklarında derin bir tebessüm vardı.
Günçiçek heyecanla Meleke yaklaştı. “Sence Ahmet abi nasıl bir tepki verecek?” Melek, kocasının nasıl tepki vereceğini düşündüğünde içi kıpır kıpır oldu. “Delirecek,” dedi kıkırdayarak. Ahmet gelene kadar bebeğiyle ilgili hayaller kurabilirdi ama yapması gereken bir şey vardı.
Melek, ebe kadını dışarı kadar geçiren ve tekrar yanına dönen kayınvalidesine dönüp, “Anne ben odama gitsem,” dedi. Sakine hanım hemen, “Tabii git kızım. Dinlen biraz, hamilesin sonuçta,” demişti. Sakine hanım da en az diğerleri kadar mutlu ve heyecanlıydı. İki yıla aşkın oğlu ve gelininden hayırlı bir haber bekliyordu. Karışmaya hakkı yoktu bu yüzden bunu hiçbir zaman dile getirmemişti. Ama Allah var hep bunun için dua etmişti.
Melek gülümseyerek ayağa kalktı ve hızlı küçük odadan çıkıp merdivenleri tırmandı. Odasına girdiğinde yaptığı ilk şey dolabını açıp yıllardır dokunmadığı şeyi almak olmuştu. Yatağa oturup elindeki şeyleri önüne bıraktığında gözleri tekrar dolmuştu. Bunlar bebeğine ördüğü şeylerdir. Birkaç hırka, patik, bere... Hepsini kendi elleriyle bir gün bebeğime giydiririm diye yapmıştı. Ama doktora gidip bebeğinin olmayacağını öğrendiğinde ne bir daha bunları yapmak ne de görmek istemişti.
Eline yeşil bir patik geldiğinde gülüşüne hüzün bulaştı. Bu patiği yaptığı sırada öğrenmişti bebeğinin olmayacağını. Devam edemeden yarım bırakmıştı. Bu patiğin hayalleri gibi yarım kaldığını düşünmüştü ama olmamıştı. Hayalleri tamamlandığına göre bu patiğinde tamamlanma zamanı gelmişti...
*****
Günçiçek çalan kapının sesini duyduğunda hızla mutfaktan ayrıldı. Kapı sesini duymasa da kaçarak çıkacaktı mutfaktan çünkü kayınvalidesi çok değişik bir yemek yapıyordu ve bu yemek midesini fazlasıyla bulandırmıştı.
Merdivenleri inip kapıyı açtığında önce kocası hemen arkasından da Ahmet içeri girdi. İçeri giren kocasına gülümserken aklına aniden bir hınzırlık belirdi. Yüzündeki gülüşü hemen silip Ahmet’e döndü. “Abi, Melek bugün hiç iyi değildi.” Sesi fazlasıyla üzgün çıktığında Ahmet’in endişeli bakışları yengesini buldu. “Ne oldu ki?”
“Bilmiyorum. Yanına gittim ama beni istemedi, sanırım ağlıyordu.” Günçiçek sözlerini bitirdiğinde Ahmet hızla merdivenleri çıktı. Kaybolan gülüşü yeniden dudaklarında yerini aldığında bir kol aniden beline sarıldı. Gövdesi kocasının gövdesine çarptığında tutunmak için Fırat’ın omuzlarına tutundu.
Fırat tek kaşını kaldırıp yüzünü karısının yüzüne yaklaştırdı. “Ne karıştırıyorsun sen, Balkız?”
Günçiçek tatlı tatlı gülümseyip kocasının çenesine küçük bir öpücük kondurdu. Parmakları Fırat’ın omzundan ensesine doğru kayarken, “Tebrikler hayatım amca oluyorsun.” Fırat başta anlayamadı. Birkaç saniye boş boş karısının yüzün baktı. Saniyeler sonra zihninde bir ışık yanıverdi. Amca oluyordu.
Kaşları şaşkınlıkla havalandı. “Melek hamile mi?” Günçiçek gülümserken başını salladı.
“Hamile,” dedi Günçiçek neşeyle. “Detayla daha sonra anlatacağım ama şimdi yukarı çıkmamız lazım.” Günçiçek, Fırat’ın elini tuttuğu gibi merdivenleri tırmanmaya başladı. Fırat kaşları çatık bir şekilde karısının arkasından ilerlerken, “Ne oluyor, ne bu acele?” diye sordu.
Günçiçek cevap vermeden merdivenleri hızla çıkmaya devam etti. Şu an yukarda asla kaçırmak istemediği bir sahne gerçekleşiyordu. Geç kalmamak için hızlı yürüyordu ama arkadan gelen kocası onu yavaşlatıyordu. Kocasının elini bırakmaya meylettiği an bir çift kol belini sarıp bedenini havaya kaldırdı. Kim olduğu belliydi...
“Fırat,” dedi Günçiçek sitemle. “Bırak beni.”
Fırat odalarına yaklaşmanın verdiği rahatlıkla dudaklarını karısının boynuna bastırıp derin bir nefes aldı. Müptelası olduğu koku ciğerlerine dolduğunda gülümsedi. “Miden bulanıyor mu?”
“Bulanmıyor, Fırat,” dedi Günçiçek büyük bir sitemle. “Bırak beni. İşim var.”
Fırat, kucağında karısı varken yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya devam etti. “Ne işin var, ben buradayken ne işin olabilir ki?” Merdivenleri bitirip odalarının olduğu kata geldiklerinde Günçiçek kocasının kollarının arasında hareket edip duruyordu.
“Melek’in yanına gideceğim.”
“Melek kocasının yanında, sende kocanın yanına olmalısın.”
Günçiçek başını arkaya doğru çevirip kocasını görmeye çalıştı ama ancak gözlerine bakabildi. “Fırat...” dedi dudaklarını bükerek. Artık son kozunu oynuyordu ya çıkacaktı ya batacaktı. “Ahmet nasıl bir tepki vereceğinin çok merak ediyorum. Gideyim, lütfen...”
“Bal kızım, baldan tatlı karım böyle bir anda onları yalnız bırakmak daha doğru olmaz mı?”
“Bari kapılarını dinleseydik...”
Fırat gür bir kahkaha attı. “Yok artık.”
Günçiçek omuz silkip önüne döndü. Kollarını bağlayıp kocasının kucağında odasına girdi. An itibarıyla kocasına küsmüş bulunuyordu. İstediği şeyin doğru olmadığını hatta hiç hoş bir davranış olmadığını da biliyordu ama merak ediyordu işte. Ne olurdu kapılarını dinleseydi. En azından- yanağına değen dudaklar ile düşünceleri kör bir kuyu düşüp kaybolup gitti. Önce ayakları yere değdi ardından belini saran kollar sıkılaştı. Fırat’ın ıslak dudakları yanağından boynuna doğru ilerlediğinde gözleri kapandı. “Balkız,” dedi Fırat kısık bir sesle. Sıcak nefesi karısının boynunu okşarken, “Eğer bir erkeğin karısının hamiliği karşısında nasıl bir tepki vereceğini merak ediyorsan aynı haberi bana verebilirsin.”
Günçiçek kocasının kollarının arasında dönüp yüz yüze geldiklerine bakışları saniyelere için birbirini buldu. Kollarının kocasının boynuna doladığında Fırat’ın kara gözleri bir an olsun yüzünden ayrılmıyordu. Yüzünü kocasının yüzüne yaklaştırırken Fırat karısının belini saran kollarının sıkıştırıp dudaklarının arasındaki mesafeyi sıfıra indirdi.
Dudakları günün özlemini dindirirken Fırat, karısının üzerine doğru küçük bir adım attığında Günçiçek yatak ile Fırat arasında kalmıştı. Bedeni geriye doğru düşerken kocasının omuzlarına tutundu. Dudakları bir an ayrılmazken Günçiçek’in sırtı soğuk yatağa değdiğinde Fırat üzerine doğru uzanmıştı.
Dudakları nefes almak için birbirinden ayrıldığında Günçiçek nefes nefese kalmıştı. Parmakları kocasının yumuşak saçları arasında gezinirken Fırat’ın dudakları yanağında, gözlerinde, şakaklarında geziniyordu. Dudakları karısının açık gerdanına değdiğinde başını karısının boyun girintisine saklayıp derin bir nefes aldı. “Balkız,” dedi iç eriten bir sesle.
Günçiçek’in dudaklarından, “Hığğ,” diye bir mırıltı çıktığında aklı başında olmadığı açıkça belliydi. Fırat’ın dudakları iki yana kıvrılırken karısının boynuna küçük bir öpücük kondurup başını mabedinden çıkardı.
Bakışları tekrar buluştuğunda, “Balkız,” diyerek sözünü tekrarladı. Günçiçeğin yüzünü gölgeleyen saç tutamlarını özenle geriye atarken cümlesinin saniyeler sonra yarım kalacağını bilmeden söze başladı. “Balkız ben baba olmak istiyorum.”
Sözlerini bitirdiğinde beklentiyle bir çift gök göze baktı.
Günçiçek önce bakışlarını kaçırdı ama Fırat’ın bunu yanlış anlayacağını düşünerek bakışlarını tekrar buluşturdu. Yanakları kızarırken dudaklarının kuruduğunu hissetti. “Bende istiyoru-" diye söze başladığı an tüm konakta yankılanan bir ses duyuldu.
“ALLLLAAAAHHH! BABA OLUYORUM LAN!”
********
Ahmet nefes nefese odasına girdiğinde tam da beklediği bir görüntüyle karşılaştı. Melek yatağın üstünde elinde tuttuğu bebek kıyafetlerine bakarak ağlıyordu. “Meleğim,” dedi büyük bir sitemle. “Yine mi ağlıyorsun sen?”
Üzerindeki ceketi çıkartıp odanın bir köşesine atarken hızlı adımlarla karısına yaklaştı. Karısının yanına oturduğunda bir kolunu omzuna atıp karısının göğsüne çekti. Dudaklarının saçlarının tepesine değdirdiğinde, “Ne oldu?” diye sordu.
“Niye ağlıyorsun sen?”
“Ahmet...”
“Biri bir şey mi dedi?”
“Ahmet...”
“Biliyorum meleğim çok zor. İnan bende çok zorlanıyorum bazen ama sonra sen aklıma geliyorsun ve ben iyi ki diyorum. Ne olursa olsun iyi ki sen varsın.”
“Ahmet!”
“Olmasın, bir çocuğumuz olmasın. Ben kabulüm buna ama sensizliğe, senin olmadığın bir hayata eyvallahım yok be-"
“Ahmet ben hamileyim.”
“Biliyor-" Melek’in sözlerini idrak ettiğinde aniden karısına döndü. “Ne? Ne dedin sen?”
Melek gözlerinden akan yaşları hızla silerken gülümsedi. “Hamileyim, bir bebeğimiz olacak.”
“Nasıl...” Dudakları titrerken, “Ben...” dedi ve gözlerinden akan yaş yanağına karıştı. “Baba mı... olacağım?”
Melek gözünden akan yaşlara rağmen gülümsedi. Başını salladı, “Sen baba... ben anne olacağım.” Kocasının elini tutup karnına yerleştirdi. “Bizim bebeğimiz olacak.”
Ahmet kocaman bir kahkaha atarken gözünden akan yaşlar dinmek bilmiyordu. Karısını aniden kucakladığında, “BABA OLUYORUM!” diye bağırdı gür bir sesle. Kendini durduramıyordu, dağ taş baba olduğunu duymalıydı. Sevdiği kadının yüzünü avuçlarının arasına aldığında yüzünde, dudaklarını değdirmediği tek bir yer kalmadı. Bir yandan da kendi kendine, “Baba oluyorum,” diye fısıldıyordu.
Aniden yataktan inip pencereye gittiğinde aklını yitirmiş gibiydi. Pencereyi açtığı gibi, “ALLLLAAAAHHH! BABA OLUYORUM LAN!” diye bağırdı.
Melek gülerken uyarıcı bir şekilde, “Ahmet!” dese de Ahmet’in umurunda bile değildi. Karısına dönüp, “Geliyorum,” dediğinde hızla odasından çıktı. Abisine gitmeliydi, bu haberi abisine de vermeliydi.
Babası öldüğünde daha dokuz yaşında küçük bir çocuktu, Ahmet. Ona, daha on iki yaşında olan abisi babalık yapmıştı. Babanın ne demek olduğunu öğrenmeden babasını kaybetmiş, babanın ne demek olduğunu abisinden öğrenmişti.
Odasından çıkar çıkmaz odasından çıkmakta olan abisiyle karşılaştı. Heyecanla, “Abi,” diye söze başladığında Fırat kardeşini tutup sıkıca sarılmıştı. “Aslanım, hayırlı olsun.”
“Baba olacağım,” diye tekrarladı sözlerini, Ahmet. Bozuk bir plak gibi bunu tekrar edip duruyordu. “Biliyorum,” dedi Fırat gülerek. Kardeşinden ayrılıp omzuna vurdu. “Çok iyi bir baba olacaksın kardeşim.”
“Senin gibi mi abi?”
“Benden daha iyi bir baba olacaksın,” dedikten sonra tekrar sarıldı kardeşine. Bir abi gibi değil tıpkı bir baba gibi...
********
“Demek en az iki aylık ha?”
Melek başını salladığında gülümseyerek dizinde yatan kocasının saçlarını okşadı. Saat gecenin yarısıydı ama ne Melek uyumuştu ne Ahmet. Ahmet başını karısının dizine yaslamış en az iki aylık olduğunu düşündüğü bebeğiyle bakışıyordu.
Ahmet elini karısının karnına sarıp, “Ayıp değil mi babacığım? Biz seni heyecanla beklerken sen çoktan gelmiş ama haber verme gereği bile duymamışsın,” dedi ardından dudaklarını Melek’in karnına değdirdi.
Gözlerini kapatıp alnını karısının karnına yasladı. “Seni çok bekledik bebeğim. Gitme olur mu?” Bakışlarını karısına çevirdi. “Gitmez değil meleğim?”
Melek gülümsedi ve öyle olmasını diler gibi, “Gitmez,” diye fısıldadı.
...BÖLÜM SONU...
Artık bölüm iki hafta da bir gelecek, bilginize. Sizi seviyorum 💞
Sevgili Kitappad okurları bu bölüm Kitappade attığım son bölüm. Kitappade beni fazlasıyla yoruyor ve bölümleri buraya taşırken fazlasıyla zorlanıyorum. Wattpad'e giremeyenler için bölümleri WhatsApp kanalım üzerineden PDF şeklinde paylaşacağım. Hesabım 1 Mayıs tarihine kadar duracak ama ardından hesabımı sileceğim. WhatsApp kanalım için bana Instagram veya Tiktok hesabım üzerinden mesaj yazabilirsiniz.
Instagram; kara_gul_ _63
Tiktok; guullaarreess63
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |