
Yeni bölüm geldiiiii
Bölüm sonunu okumadan geçmeyelim.
📍 KİTAP 1 OCAK İTİBARİYLE KİTAP PAD UYGULAMASI ÜZERİNDEN KALDIRILACAK 📍
KEYİFLİ OKUMALAR
Sabahın ilk ışıkları pencereyi aşıp içeri süzülürken dün geceden beri uyumayan genç kızın yüzüne vurdu. Sırtını soğuk duvara yaslamış, dizlerini karnına çekip saatlerdir duvarı izliyordu.
Yanlış mı yapmıştı? Pişman olur muydu?
Derin düşünceleri peşini bırakmazken ne yapacağını bilmiyordu. Dün, annesine kabul ettiğini söyledikten sonra odasına girmişti. Saatlerdir odasında verdiği kararı düşünüyordu.
Düşünceleri içinde boğuşurken gözleri doldu. Ya mutlu olamazsa, ya evleneceği adam şerefsizin teki çıkarsa... Beyninde dolanan düşünceleri onu fazlasıyla korkutuyordu. Verdiği kararın dönüşü yoktu. Evet demişti bir kere. Fırat bey ile bir ömür geçirmeyi kabul etmişti. Ama ya o ömür bir cehenneme dönüşürse, diye ödü kopuyordu.
Kapı tıklanma sesi genç kızı kendine getirirken sessizce, "Gel," dedi kapının arkasındaki kişiye.
Kapı yavaşça aralanıp içeri babası girdiğinde Günçiçek sessizce babasının yanına gelmesini bekledi.
Sadun bey içeri girdiğinde vakit kaybetmeden kızının yanına gidip, hiçbir şey söylemeden Günçiçek'i göğsüne çekti.
Günçiçek bir elini babasının göğsüne koyup sıkıca sarıldı. Düşünceleri onu bir girdap misali içine çektiği şu anda babasına sarılmak iyi gelmişti.
"Çiçeğim," dedi Sadun kısa bir sessizliğin ardından. "Gelen görücüleri kabul etmişsin... İstiyor musun, kızım? O adamla gerçekten evlenecek misin? Bak eğer istemiyorsan söyle babana. Gerekirse gideriz buralardan, yeter ki sen iste."
Günçiçek babasını dinlerken ağlamamak için kendini zor tuttu. Babasın daha sıkı sarılırken, "İstiyorum, babam. Gitmek hiçbir sorunu çözmez. Benim için en hayırlısı bu olacak."
Kendi bile bu düşüncelere inanmakta zorluk çekiyordu. Yaşadığı toplum onu yalnızca umutsuz düşünceleri itiyordu.
Sadun bey çaresizlik içine başını sallarken kızının sarı saçlarını öptü.
2 HAFTA SONRA
Zaman su gibi akıp giderken kendisiyle beraber tüm yaşanmışlıkları da alır götürürdü. Ama bazı şeyler vardı ki onları zaman bile alıp götüremezdi. Bir kambur gibi sırtınıza biner yıllarca yük olurdu.
Günçiçek'in yaşadıkları da bir kambur gibi binmişti sırtına. Ne yapsa da kurtulamıyordu. Olaylar üzerinden neredeyse bir aydan fazla geçmiş olsa da Günçiçek'in kabusları hala yerli yerindeydi.
Derin bir iç çekiçle yerinden doğruldu Günçiçek. İki haftadır her zaman olduğu gibi uykusuzdu. Gördüğü rüyaların ardından bir türlü uyuyamıyordu. Sırtını soğuk duvara yaslarken saatin daha çok erken olduğunun farkındaydı. Yanında uyuyan iki kız kardeşini uyandırmamaya dikkat ederek yerinden doğruldu ve hemen pencere dibine gitti.
Yeni yeni doğan güneş gökyüzünü kızıla boyarken iki haftadır beşini bırakmayan düşünceleri tekrar zihnine doldu.
Bu evlilik ona mutluluk verir miydi? Daima hayalini kurduğu evlilik hayatının bu şekilde olacağın düşünmüyordu. Aşık olmak isterdi. En azından evleneceği adamı kendi hür iradesiyle karar vermek isterdi. Ailesi kararı ona bırakmıştı ama kararı Günçiçek vermemiş. Yaşadığı yer onu bu karara itmişti.
Derin bir nefes alıp bu konuyu daha fazla düşünmemeye çalıştı. Zaten iki haftadır her an bunu düşünüyordu.
Bugün yapılacak olan istemeyi düşündü. Günçiçek aslen kabul eder etmez birkaç gün içinde sessiz bir nikah kıyılıp gideceğini zannediyordu ama düşündüğü gibi olmamıştı. Her şeyin usulüne uygun olacağını söylemişlerdi.
Acaba gelinlik giyer miyim? diye düşündü kendi kendine. Başkaları olsa, asla namusu gitmiş kıza gelinlik giydirmezdi.
Her şey usulüne göre olacak dediler, belki o da olur...
Her ne kadar istemediği bir evlilik olsa da insan gelinlik giymek istiyordu.
Bulunduğu odanın kapısı yavaşça aralandığında Günçiçek bakışlarını camdan çekip gelene baktı. Gelen annesiydi.
Selma hanım kızlarının hala uyuduğunu düşünerek odaya girmişti ama büyük kızını uyanık bulduğunda vakit kaybetmeden yanına gitti.
Selma hanım kızının yanına oturduğunda ikisi de bir süre konuşmadı. Ama bu sessizlik Selma hanımın canını çok yaktı. Zira kız asla sessiz biri değildi. Sürekli cıvıl cıvıldı, etrafa neşe saçardı. Ama şu an kızını gülerken bile zor buluyordu.
Anne kız bir süre daha sessizce oturdu. Günçiçek daha fazla öyle durmadı ve başını annesinin dizine koyup gözlerini kapattı. Annesinin elleri anında saçlarını bulurken bilinci yavaşça kayboldu.
Nadiren olsa da annesinin dizinde uyuduğu birkaç saat kabussuz geçti.
***
Ev dip bucak temizlenmiş, misafirler için birkaç ikramlık hazırlanmıştı. Yorgunluktan ve misafirden dolayı akşam yemeği erken yenmişti. Günçiçek bulaşık işini kız kardeşlerine bırakıp hazırlanmak için odasına girdi.
Bu isteme olayı daha farklı gelişseydi belki Günçiçek bugün için özel bir elbise diktirecek, heyecan içinde hazırlanacaktı. Ama ne bugüne özel bir elbisesi vardı ne de kalbi heyecanla atıyordu. Hissettiği tek şey korku ve endişeydi.
Bakışlarını elbiselerinin üzerinde uzun uzun gezdirdi lakin bugün için uygun bir şey yoktu. Ya çok sade kalıyordu ya çok eski. Bu yüzden dolabında bulunan kahverengi elbiseyi aldı. Bu diğerlerine göre daha yeniydi ama fazla sade kalıyordu. Uzun, kahve elbisesinin tek özelliği belinde bir kemer bulundurmasıydı.
Umutsuz bakışlarını elbise üzerinde gezdirirken odasının kapısı açıldı ve annesi elinde siyah bir paketle içeri girdi.
Günçiçek'in bakışları siyah paketin üzerinde gezinirken, "O ne?" diye sordu annesine.
Selma hanım sessizce paketi kızının eline bıraktığında Günçiçek'in kalbini saran korku yerini bir an yerini heyecana bıraktı. Hızla paketi açarken dudaklarında oluşan küçük tebessümün farkında değildi.
Paketin içinden mavi, eteğinde fırfırlar olan bir elbise çıktı. Elbise dizlerinin bir karış altında bitiyordu. Günçiçek mutlulukla parlayan mavi gözlerini annesine çevirip, "Bu nereden çıktı?" diye sordu.
"Baban almış." Günçiçek annesinin cevabını duyduğunda gidip babasına sıkıca sarılmak istedi ama kısıtlı vakti buna engel oldu.
***
Günçiçek aynada kendine son bir kez daha baktı. Üzerinde babasının aldığı mavi elbise vardı. Sırma saçları tek örgü halinde omzunda salınırken üzerine elbisesi ile uyumlu mavi bir yazma takmıştı. Güzel olmuştu.
Kendine son bir kez daha bakıp odadan ayrıldı. Hemen mutfağa girdi ve hazırlık yapan annesine yardım etmeye başladı. Bu sırada kız kardeşleri cama yapışmış görücüleri bekliyordu.
Günçiçek tüm dikkatini işine vermiş ikramlıkları hazırlarken mutfakta küçük kardeşinin sesi yankılandı. "Abla! Üç arabayla gelmişler!"
Duyduğu sayıyla Günçiçek'in gözleri fal taşı gibi açılırken hızla elindeki tabağı bırakıp pencereye koştu.
Kız kardeşine, "Ne üç- " diyeceği sırada üç arabadan inen insan topluluğunu gördüğünde lafı yarım kaldı.
İçinde korku ve gerginlik artarken duyduğu kapı sesiyle dünyadan silinmek istedi. Kim bilir kimler gelmişti. Onların bakışları, konuşmaları... Off! Canı epey sıkılacak gibi görünüyor.
"Hadi kızım kapıyı aç," diyen annesini duyduğunda gerginlikle, "Ben mi?" diye yersiz bir soru sordu.
"Nazlı mı açsın kızım? Tabi ki sen açacaksın," diye annesi ile al mecbur kapıyı açmak için mutfaktan çıktı.
İçindeki korku ve endişe o kadar çoktu ki her an bayılabilirdi. Avuç içleri terlemiş, sık nefesler almaya başlamıştı. Bu halde misafirlerin önünde bayılmazsa iyiydi.
Kapı önüne geldiğinde kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. Önünde düşen birkaç tutam saçı geriye iterken kapıyı yavaşça açtı.
İlk önce iki orta yaşlı adam girdi içeri. Biri sıska, zayıf bir adamken diğeri kilolu, tontiş bir adamdı. Sıska adam Günçiçek'e ters bir bakış atıp içeri girerken Günçiçek saygıdan hoşgeldiniz dedi ama o an adam dil çıkarmamak için kendini zor tuttu. Diğer tontiş adam sıska adamın aksine Günçiçek'e sıcak bir tebessüm sunmuştu.
Adamların arkasından üç orta yaşlı kadın girdi. Biri ters bir bakış atarken diğeri hiç genç kızın yüzüne bakmamıştı. Üçüncü kadın ise kilolu adam gibi sıcak bir tebessüm sunup gitmişti. Kadınların ardından iki genç girmişti. On yedi yaşlarındaki gençlerden biri kız biri erkekti. Erkek hafif bir baş hareketiyle içeri geçerken siyah saçları ve kömür karası gözleri ile fazlasıyla dikkat çekici olan genç kız gülümseyip gitmişti.
Ardından kendi yaşlarında bir kadın girmişti. Ters bir bakış atmamış yahut gülümsememişti. Sadece başını sallayıp gitmişti.
Ne kadar değişik insanlar...
Kadının ardından yine kendi yaşlarından bir adam girmişti.
Acaba Fırat bey bu mu?
İçeri giren adamdan bir tepki bekledi ama adam Günçiçek'in yüzüne bakmadan gitti. Günçiçek'in yüzü ister istemez düştü. Eşi olacak adamın şimdiden onu görmezden gelmesi canını yakmıştı
Kalbinin küçük bir yanı kırılırken daha gelen var mı diye dışarı baktı. İşte tam o an elinde koca bir demet gül ile bir adam girdi. Günçiçek'in bakışları adamın, dalgalı siyah saçlarında, kömür karası gözlerinde ve kavruk teninde gezindi. Adamın kasları ise cabası...
Adamı fazla incelediğini fark ettiğinde başını hemen eğdi. Yaptığı şeyden dolayı yanakları kızarmıştı.
Fırat'ın bakışları genç kızın üzerinde uzun uzun gezindi. İki yılın acısını çıkarmak istercesine... Gökyüzünü andıran masmavi gözleri, güneşten birer parça sarı saçları, bembeyaz teni ve hafif kızarmış yanakları... O kadar güzel di ki... Yıllarca bu güzelliği izleyebilirdi.
Tam iki yıl önce gittiği bir düğünde görmüştü Günçiçek'i. O günden sonra ne düşlerinden ne de kalbinden atabilmişti. Başını kaldırıp baktığı gök onun gözlerinden bir parçayken nasıl atabilirdi ki.
İçinde tuttuğu sevdayı çok haykırmak istemişti. Yer, gök bilsin istemişti sevdasını. Ama susmuştu.
Güzelliği dillere destan Günçiçek onun gibi dilsizi neden istesin ki...
Kader ya... Yıllardır içinde tuttuğu sevda gün yüzüne çıkmış şimdi ise onu eşi, hayatının diğer yarısı yapmak için kapısını çalmıştı.
Bu düşünce yıllarca onu durdurmuştu. Ama şimdi... Sevdiği kadının başına gelenleri öğrendiğinde dünyası başına yıkılmıştı. Hele sevdiği kadını babası yaşındaki adamların istediği duyduğunda delirmişti.
Bir saniye daha durmamıştı. Etrafındaki herkes itiraz etse hiç kimse umurunda olmamıştı. Sevdiği kadını aç köpeklerin arasında bırakmaya niyeti yoktu.
Uzun süredir genç kıza baktığını fark ettiğinde boğazını temizleyip elindeki gülleri sakince uzattı. Sevdiği kadın gülleri elinden alırken sesiz bir mırıltıyla, "Sağol," dedi.
Ne güzeldi lan sesi!
İç sesine tezat bir şekilde sakince başını sallayıp içeri girdi, Fırat.
Fırat'ın içeri girmesiyle Günçiçek kapıyı kapattı. Mutfağa doğru ilerlerken yüzünde zorlukla bastırdığı küçük bir tebessüm vardı. Fırat gülleri uzattığında tüm her şey silinmişti. Sanki karşısında aşık olduğu adam varmış gibi mutlu olmuştu. Kalbi gerçek ve tatlı bir heyecanla çarpmıştı.
Gülleri müsait bir koyduktan sonra mutfaktan çıktı ve kadınların bulunduğu odaya gitti. Kadınlar bir odada, erkeler bir odada oturmuştu.
Kadınların bulunduğu odanın önüne geldiğinde durdu. Derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi. He ne olursa olsun kimsenin önünde başını eğmeyi düşünmüyordu. Özellikle karşısında hiç tanımadığı insanlar varken güçlü görünmek istiyordu.
Kendini hazır hissetiğinde kapıyı araladı ve içeri girdi. İçerdeki herkesi tek tek selamlayıp kapıdayken ona gülümseyen genç kızın yanına geçti.
Genç kızın yanına oturur oturmaz, "Çok güzel olmuşsun," diyen kızın sesini işitti. Gülümseyip, "Sağol," dedi. Ardından içindeki meraka yenik düşerek, "Buradakiler kim?" diye sordu.
"Şu köşede oturanlar yengemler, arada oturan da annem. Bakma mutsuz durduğuna seni tanıyınca çok sever. Diğer taraftaki de küçük abimin karısı Melek. İsmine aldanma ama melekle pek alakası yok."
"Sen?"
"Bende tek görümcen Ayşegül," dedi Ayşegül yüzündeki kocaman gülüşle.
Günçiçek, Ayşegül'ün bu haline tebessüm etti. Bir süre sonra iki genç kız koyu bir sohbete daldı. Ta ki Selma hanım konuşana dek.
"Kızım, sen beylerin kahvesini yap istersen." Annesinin konuşmasıyla Günçiçek başını sallayıp ayaklandı. Ayşegül durur mu hemen arkasından kalktı. Gül gibi yenge bulmuştu, bırakmaya niyeti yoktu.
İkisi beraber mutfağa girdiğinde Günçiçek vakit kaybetmeden cezveyi alıp kahveleri pişirmeye başladı. Bu arada Ayşegül yengesinin hemen yanına geçip çok merak ettiği soruyu sordu. "Abim seninle kapıda konuştu mu?"
Günçiçek başını kahveden çekip şaşkınlık içinde Ayşegüle baktı. Kurumuş dudaklarını ıslatıp yanlış bir şey söylememe umuduyla, "Ayşegül... Abin dilsiz değil mi?"
Ayşegül'ün yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. "Değil," dedi. Ardından derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti. "Abim dilsiz değil, yalnızca kekeme. Abim küçükken köyün çocukları abimle çok dalga geçermiş. Bundan dolayı hiç konuşmaz olmuş. Sadece babama konuşurmuş, babam ölünce de hiç konuşmaz oldu. Onu tanımayanlar da dilsiz dedi."
Duydukları karşısında Günçiçek'in kalbi titredi. İster istemez eşi olacak adam için üzüldü. Hiç kimse ömür boyu bir sessizliğe mahkum edilmeyi hak etmiyordu.
Pişen kahveyle dikkati dağılırken cezveyi küçük tüpün üstünden alıp fincanlara koymaya başladı. Bu sırada Ayşegül tekrar konuştu.
"Ama bugün benimle konuştu. Senin için."
Günçiçek'in kalbi heyecanla çarptı. Ne konuştuğunu deli gibi merak etti. Bu merakı daha fazla içinde tutamadı.
"Ne dedi?"
"Yengeni yalnız bırakma, dedi."
Günçiçek'in yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Daha çok erken olsa da kalbi doğru bir seçim yaptığını fısıldıyordu. İçindeki sese deli gibi inanmak istedi. İçindeki sesin doğru söylediğine inanmak istedi. İçten içe bunun için dua etti.
Kahveler hazır olduğunda tepsiyi eline alıp erkeklerin bulunduğu odanın önüne geldi. Hafif aralık kapının önünde durup derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı itip içeri girdi. Büyüklerinden başlayarak herkese tek tek verirken adet gereği damadı en sona bıraktı.
En son Fırat kaldığında kalbi yine deli danalar gibi atmaya başladı. Fırat'ın tam önünde durduğunda yavaşça eğilip kahveyi uzattı.
Fırat önüne bırakılan kahveyi en yavaş hareketlerle aldı. Hep bu anıyı beklemişti. Kahveyi alır almaz Günçiçek odadan ayrılmış ve büyük amcası söze girmişti.
"Efendim sebebi ziyaretimiz belli. Lafı çok uzatmaya gerek yok. Biz iki hafta içinde düğünü yapalım deriz." dedi büyük amcası.
Sadun bey hiç derin bir nefes alıp konuştu. "Kızım ne der bilmem, onu için tamamsa ederiz," dedi.
Bu lafları duyan küçük amcası sinirlenmişti. Namusu gitmiş kızlarını koskoca beye alıyorlardı ama onlar hala naz etme derdindeydi. Dudaklarını aralayıp konuşacağı sırada yeğenin sert bakışlarını gördüğünde mecburen sustu.
Fırat amcasının sinirlendiğini ve yanlış bir şey söyleyeceğini fark etmişti. Bu yüzden engel oldu. Sevdiği kadın ne zaman isterse düğün o zaman olacaktı. Kimsenin buna karışmasına izin vermeyecekti. Sırf sevdiği kadın kendini kötü hissetmesin diye isteme gününü bu kadar ertelemişti. Sorun değildi. Düğünü de ertelerdi. Yeter ki Günçiçek mutlu olsun.
Konuşulması gereken konular bittiğinde misafirler ayaklanmıştı. Tüm misafirler dışarı çıkıp arabalara binerken bu anı Günçiçek evin penceresinden izliyor.
İlk iki araba hareket edip uzaklaşırken geriye sadece bir araba kalmıştı. Günçiçek'in bakışları arabaya binmek üzere olan Fırat'ın üzerindeydi. Ama o an bir şey oldu ve Fırat arabaya binmeden önce durup evin penceresine baktı. Günçiçek'i gördüğünde yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşurken pencerede ona bakan kadına göz kırpıp arabasına bindi.
Genç kızın yüzünde küçük bir tebessüm oluşurken kendine bir söz verdi.
Ne olursa olsun seni konuşturacağım Fırat bey...
...BÖLÜM SONU....
Bölüm nasıldı?
Fırat?🫠
Düştük mü, Fırat'a?
Düştük! Düştük!
Sizce bizi nasıl bir aile bekliyor?
İlk halini okuyanlar, nasıl buldunuz bölümü?
Kendimize iyi bakın🫡
Allah'a emanet olun💋
INSTAGRAM: kara_gul__64
WATTPAD: guullaarreess63
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |