
Yeni bölüm geldiiiiii
Gecikme için üzgünüm.
Bolca yorum yapmayı unutmayın
📍 KİTAP 1 OCAK İTİBARİYLE KİTAP PAD UYGULAMASI ÜZERİNDEN KALDIRILACAK 📍
KEYİFLİ OKUMALAR
Günler su gibi akıp giderken iki hafta bitip gitmişti. Küçük evin için insanlar telaşla koştururken sadun bey dışarda gelen erkek misafirlerin yanında oturuyordu. Kadınlar evin içine giderken tüm erkekler evin bahçesinde oturuyordu.
Küçük çocuklar evin etrafında neşeyle oyunlar oynayıp kahkaha atarken Sadun Bey bakışları çocukların arasında oynayan sarı saçlı kıza ilişti. Küçük kız onu yakalamaya çalışan arkadaşın kaçarken neşeyle kahkaha atıyordu.
Yıllar önce de küçük kızı bu bahçede oynuyordu. Kızının küçüklüğü gözlerinin önüne geldiğinde küçük bir çocuk gibi ağlamamak için kendini zor tuttu. Kızı bugün baba evinden uçup gidecekti ama Sadun Bey, kızı olmadan nasıl yaşayacağını bilmiyordu.
Erkek tarafının gelmek üzere olduğunu fark ettiğinde derin bir nefes alarak yerinden kalktı. Kızıyla son bir kere daha konuşmaya ihtiyacı vardı. Evin içine girdiğinde kadınlar içerde dört dönüyordu. Bazılarının yüzünde sahici tebessüm varken bazıları Günçiçek'in bu haliyle koskoca Bey ile evlenmesini çekemiyordu.
Sadun Bey insanlara aldırış etmeden kızının odasına doğru ilerlemeye başladığında gözleri yaşla dolmuştu. Kızına nasıl veda edeceğini bilmiyordu. Onun için çok zor olacaktı.
Odanın önüne geldiğinde sakince kapıyı çaldı. Kapı genç bir kız tarafından açıldığında Sadun Bey içeri girdi. İçerde 15 yakın genç kız vardı. Biricik kızı ise bembeyaz gelinliği ile aralarında duruyordu. Tamamen dantellerden oluşan gelinlikle peri kızlarını andırıyordu. Belini saran, tamamen parlak taşlardan oluşan kemeri ve göğsüne dek uzanan sarı saçları ile o kadar güzeldi ki Sadun Bey bakışlarını kızından alamadı.
Sadun Bey sonunda bakışlarını kızından alıp etrafındaki genç kızlara döndü. “Az müsaade etseniz, kızım?” dediğinde genç kızlar tek tek odadan ayrıldı.
Baba kız yalnız kaldığında Sadun Bey yüzündeki buruk gülüşle kızına yaklaştı. Günçiçek'in de mavi gözleri yaşla dolmuş akmak için babasının tek bir sözünü bekliyordu.
Sadun Bey kızının yüzünü avuçlarının arasına alıp dudaklarını alnına değdirdi. Günçiçek daha fazla dayanamadan ağlamaya başladığında gözyaşlarına Sadun Bey de eşlik etti.
“Çok güzel olmuşsun, çiçeğim,” dedi Sadun Bey yaşlı gözlerle kızına bakarken. Günçiçek kendini daha fazla tutamadı, boğazına dizilen hıçkırıklar dudaklarından firar ederken kollarını babasının bedenine sardı. Başının, babasının göğsüne yaslarken dudaklarından kopup giden hıçkırıkları babasının sinesine sakladı.
Yaşlar Sadun Beyin gözünden bir bir dökülürken kızının sırma saçlarını öptü. “Ne zaman bu kadar büyüdün? Ne zaman babanı bırakacak yaşa geldin?” Kızını sıkıca sararken saçlarının öpmekten geri durmadı. “Dündü sanki seni kucağıma aldığım gün. Hiç doyamadım ki ben sana. Ne doyasıya öpebildim seni ne de sevebildim. Ben hiçbir şey yapamadım ki... Seni doğru düzgün koruyamadım bile. Beni affet olur mu, kızım. Ben kendimi affetmeyeceğim ama sen beni affet olur mu?”
Günçiçek başını kaldırıp başını telaşla iki yana salladı. “Ne affı babam, sen affedilecek bir şey yapmadın ki. Sen beni çok güzel sevdin ama varsa bir kusurum sen beni affet.”
Sadun Bey dudaklarını kızının alnına değdirdi. “Ne kusuru güzel kızım? Sen, annen, kardeşlerin benim en büyük şansım.”
Baba kız ağlayarak tekrar birbirine sarıldığını onları ayıran Selma Hanım olmuştu. İç kan ağlaya ağlaya baba kızı ayırıp Sadun Bey ile birlikte odadan çıkmıştı.
Günçiçek yalnız kaldığında yatağına oturup düşünüyordu. Korkuyordu, hem de deli gibi. Kim korkmazdı ki? Bir bilinmezliğin içine gidiyordu ve orada neyle karşılaşacağı konusunda en ufak fikri yoktu. Kendi köyünden uzak farklı bir köye, hiç tanımadığı insanların arasına karışacaktı. Orada ne üzüldüğünde göğsüne sığınabileceği annesi vardı ne korktuğunda arkasına sığınacağı bir babası. Yapayalnızdı ve bu yapayanlızlığının arasında cehennemi yaşamak istemiyordu.
Başını kaldırıp kardeşleriyle birlikte kaldığı odaya baktı. Artık bu odanın bir sahibi değildi. Gidecekti ve belki de bu gidişin bir dönüşü olmayacaktı. Bu odanın içinde yankılanan kahkaha ve kavga sesleri zihnine doluştuğunda yüzünde buruk bir tebesüm oluşurken yaşlarını tutamadı.
Hıçkırıklarla ağlarken başını önüne eğdi. Gitmek istemiyordu. Sonuna kadar babasının kolları arasında olsa ne olurdu ki?
Evet birkaç hafta önce Fırat'a karşı iyi duygular hissetmişti ama hâlâ kocasını tanımıyordu. Birkaç saniye hissettiği duygular ona bu evliliğe kabul ettiremezdi. Hâlâ zorunda olduğu bir evlilikti. Bir an babasına gidip istemediğini söylemek istedi. Babası kuşkusuz arkasında dururdu ama ya diğer insanlar... Söylenecek onca söz ve kötü bakış... Ve eğer Fırat düşündüğü kadar iyi biri değilse bu durumda babasına bile zarar verebilirdi.
Ne yapacağını bilmiyordu, ne gidebiliyor ne de kalabiliyordu. Büyük bir cıkmazın içinde hissetti kendini ve bu hal daha da korkmasına sebep oldu. Kaçıp gitse... nereye gidebilirdi ki, gidecek kimsesi yoktu.
Odanın kapısı yavaşça aralandığında Günçiçek telaşla yaşlarını sildi ama gelen küçük kardeşi Sedef'di. Küçük Sedef'in dudakları bükülmüş, ablasını andıran mavi gözleri kıpkırmızı olmuştu.
Üzerindeki uçuş uçuş pembe elbisesi ile kapı önünde durduğunda Günçiçek zorlukla gülümseyip kardeşi için kollarını açtı. “Gel ablacım.”
Sedef küçük adımlarla ablasına yaklaştığında vakit kaybetmeden küçük kollarını boynuna doladı. “Abla,” dedi titreyen sesiyle.
Kardeşini sıkıca sararken, “Söyle ablacığım,” dedi.
Sedef kollarını çözüp mahzun gözlerle ablasın baktı. “Gideceksin?"dedi soru sorarcasına.
Gözyaşlarını zorlukla bastırırken başını salladı. “Gideceğim,” dedi sessizce. Kabullenemediği gerçeği sesli dile getirdiğinde sol gözünden bir yaş tanesi tenine karıştı. Gidiyordu, evinden, ailesinden, köyünden çok uzaklara gidiyordu.
“Yine geleceksin dimi?*”
Günçiçek kardeşini teselli etmek istedi. Geleceğim, belki de sen gelirsin, demek istedi ama dudaklarından tek bir kelime döküldü. “Bilmiyorum...”
Bilinmezlik içine sürüklenmek tekrardan başını eğmesine sebep oldu. Bilmiyordu, gelir miydi acaba, belki de ailesini bir daha hiç görmeyecekti. Fırat o kadar kötü biri olamazdı değil mi? En azından arada bir ailesine getirebilirdi, değil mi?
“Gideceğin yer güzel mi?”
Kardeşinin sesiyle kendine geldiğinde başını kaldırıp zorlukla gülümsedi. “Güzel,” dedi hiç bilmediği bir yerden bahsederek.
Sedef ablasının yanına oturduğunda merakla gözlerle ablasına bakıyordu. “Ne kadar güzel?”
“Çok güzel. Her yerde çiçekler varmış, o çiçeklerin arasında ise kocaman bir ev.”
“Şato gibi mi?”
Güldü Günçiçek, “Hım hım, şata gibi.”
“O zaman o bir prens,” dedi sSdef Fırat'dan bahsederek.
“Öyle mi,” dedi Günçiçek tek kaşını kaldırarak.
Kıkırdayarak başını salladı Sedef. “Prenslerin şatoları olur abla ve orada prensesleriyle mutlu yaşarlar.”
Günçiçek’in yüzünde ilk kez gerçek bir tebessüm belirdi. “Ben bir prenses miyim*?”
“Hem en güzelisin abla.”
Küçük kardeşinin sözleriyle Günçiçek'in yüzünde sahici bir gülüş belirdi. Bir prenses olabilir miydi sahiden? Tıpkı masallardaki gibi onu kurtaran prensine aşık olabilir miydi?
Şu an bir masal karakteri olup masalara sızmak istedi. Çünkü masallarda mutlak son her zaman mutluydu. Peki onun masalının sonu nasıl olacaktı? Sonsuz mutluluk mu yoksa sonsuz bir acı mı?
***
Damat tarafının gelişine yakın genç kızlar tekrar Günçiçek'in bulunduğu odaya doluşmuştu. Gözlerine sümeler, dudaklarına boyalar sürülmüştü. Arada yapılan imalı şakalar sayesinde yanakları kırmızıya dönen Günçiçek'in yanakları için hiçbir boyaya ihtiyaç duymadı. Şimdiden bir domates misali kıpkırmızıydı.
Son olarak görenleri kıskandıran sırma saçları çiçeklerle örülüp ak duvağı yüzüne örtüldü. Gelin hazırdı artık.
Dakikalar içinde duyulan korna sesleri ile Günçiçek’in içinde binbir duygu yeşerdi. Korku, heyecan, hüzün... Ne yapacağını bilmez bir halde odanın ortasında dururken bulunduğu odanın kapısı yavaşça aralandı. Babası kızarmış gözlerle al kuşağını bağlamak için gelmişti. Kızının kuşağını bağlarken gözlerinde koca bir deniz ağlıyordu. Kuşağa attığı her ilmik boğazına atılan bir urgan gibiydi.
Kuşağı bağlamayı bitirdiğinde artık Günçiçek'de ağlıyordu. Babası alnına küçük bir buse kondurduğunda babasına bir daha hiç sarılamaycakmış gibi sıkıca sarıldı. Küçük bir çocuk olup babasının kolları arasına saklanmak istedi ama artık saklanamayacak kadar büyüktü.
Babasından ayrıldığında odaya annnesi ve kız kardeşlere girdi. İlk sarılan büyük kardeşi Nazlı olduğunda kardeşine sıkıca karşılık verdi. Nazlı ablanın kulağına, “Hep mutlu ol ablam,” dediğinde buruk bir tebessüm sundu Günçiçek.
Sedefe sıkıca sarıldıktan sonra sıra annesine geldi. Selma Hanım o kadar hitap düşmüştü ki komşuların yardımıyla ayakta duruyordu. Kızı ona sarılır sarılmaz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Çocuk annenin bir parçası gibidir. Belki kalbi, belki nefesi... Canından can kattığıdır. Bu yüzdendir en zor ayrılık evlat ile annenindir.
Dışarıdan gelen korna sesleri arttığında anne kız zorlukla ayrıldı. Selma Hanım bir elini kızının yanağına yerleştirip yaşları özenle sildi. Yenileri bir bir akmaya devam ederken Selma Hanım, “Unutma bu çatı senin yuvan, bizlerde ailen. Nereye, kimlerle gitsen de bunu sen bile değiştiremezsin.” dedi.
Günçiçek başını salladığında Selma Hanım, kızını son kez öpüp babasının kollarına bıraktı.
Günçiçek babasının kolunda evden ayrılırken bu evin içinde yaşadığı her şey bir bir gözlerini önünden geçti. Bu evi, ailesini çok özleyecekti. Bu evde döktüğü gözyaşlarını bile özleyecekti.
Evden çıktıklarından gözlerinden akan yaşlar arttı, dudakları küçük bir çocuk gibi titredi. Babasının kolunu daha çok sıktı. Korkuyordu, evinden güvenli tek limanında ayrılırken yağmurda kalan bir serçe misali titriyordu.
Kapı açılıp karşısından tüm heybetiyle Fırat durduğundan duvağın altından karşısında duran adama baktı. Kahve kumaş pantolonu, beyaz gömleği, kahve yeleği ve yeleğinin üzerine giydiği ceketi ile fazlasıyla heybetli görünüyordu. Kravat takamamıştı, simsiyah gece gibi saçları özenle taranmış, damat tıraşı olmuş.
Tüm genç kızlara iç çektirecek kadar yakışıklı duruyordu. Fırat’ın ona dönen bakışlarını hissettiğinde duvaktan dolayı görünmeyeceğini bilse de bakışlarını kaçırdı.
Babası konuşmaya başladığında ise tüm dikkatini babasına verdi.
"Kızımı önce Allah'a sonra sana emanet. Unutma kızım yalnız benim değil Allah’ın da sana emaneti. Sakın ola Allah'ın sana emanet ettiği bu yüreği kırmayasın. Eğer kızımın gözünden tek bir yaş akarsa senden bilirim. Kızım önce Allah’a sonra sana emanet. Sakın çiçeğimi soldurma.”
Sadun Bey sözlerini tamamladığında Fırat saygıyla başını salladı. Uzanıp Sadun Beyin elini öpmeden önce karısına baktı. Beyazlar içinde peri kızı gibiydi. Bir papatya kadar masum, bir gül kadar güzel ve bir kardelen kadar boynu büküktü. Ondan önce çiçek bilmezdi, Fırat ama şimdi onu her gördüğünde bir çiçek yeşeriyor göğsünün tam ortasında. Fırat’ın gözlerinde Günçiçek çok güzel bir kadındı, bu güzelli madden değil manendi. Oysa güzellik sadece yüzde bulunur sanıyordu ama Günçiçek’in güzelliği Fırat’ın ruhuna işliyordu.
Uzanıp Sadun Beyin elini öptükten sonra babasının kolları arasında duran karısını elini tuttu. Arabaya doğru ilerlerken sevdiği kadının ellerinin titrediğin farkındaydı. Bu yüzden arabanın kapısının önüne geldiğinde etrafındaki hiç kimseyi umursamadan karısının avuç için öptü.
Günçiçek’in şaşırdığının farkındaydı ama daha fazla oyalanmamak adında karısının arabaya girmesine yardım etti. Diğer tarafa oturduğunda şoför koltuğunda oturan sağdıçı Mustafa arabayı çalışırdı.
Araba toprak yolda ilerlerken Günçiçek sessizce gözyaşı döküyordu. Öyle çok ağlıyordu ki yaşlarını silmeye fırsatı olmadan yenileri geliyordu. Bitmek bilmeyen yaşlarını silmek için elini kaldırdığında bir başka el buna engel oldu.
Fırat’ın iri elleri günçiçek’in yüzünde şefkatle gezindi. Dökülen her yaşı usanmadan tek tek sildi. Öperek silmek isterdi oysaki. Karısının göğsüne çekip hep yanında olduğunu fısıldamak istiyordu ama bunu için erken olduğunun farkındaydı. Bu yüzden yapabildiği tek şeyi yaptı ve karısının gözyaşlarını sildi.
Günçiçek bir anda yüzüne uzanan eli şaşkınlıkla karşıladı. Göğsünde çiçekle yeşerirken başını yavaşça Fırat’ın omzuna bıraktı. Bu saatten sonra sırtını dayadığı tek dağı Fırat olacaktı. Tek sırdaşı, yoldaşı, sevdiği o olacaktı.
****
Bir saatin ardından köye varmışlardı. Günçiçek arabanın yanına gelmiş Ayşegül'ün yardımıyla arabadan indiğinde Fırat onu bekliyordu. Fırat’ın koluna girdikten sonra yavaşça düğün alanına doğru ilerlediler.
Takının takılacağı yere gelmeye birkaç adım kalmışken bir adamın sesi düğün alanına bomba gibi düştü.
“Koskoca Bey namusu gitmiş kızı gelin getirmiş,” demişti genç adam. Aslında yüksek sesle söylememişti ama gelin ve damadın gelişiyle sessizleşen topluluk yüzünden sesini herkes duymuştu.
Günçiçek sözleri işittiğinde bir köşeye saklanmak istedi. Gözlerini sıkıca yumduğunda dakikalar önce yüzünü terk eden yaşlar tekrar geldi. Yine mi? Bu kötü söz ve bakışlardan ne zaman kurtulacaktı?
Zorlukla yutkunurken yok olup gitmek istedi. Ama o an kulaklarında yankı bulan silah sesiyle gözlerini hızla açtı. Az önce ona laf söyleyen adam bacağından akan kanlarla yerde acı içinde bağırıyordu. Bakışları yanındaki adamı bulduğunda silahını beline yerleştirdiğini fark etti.
Ne yani, onun için adam mı vurmuştu? Hemde laf söylediği için.
Bakışlara Fırat'a kilitlenmişken arkalarında bulunan Mustafa'nın sesi bile onu kendine getirmedi.
“Fırat Beyin karısına bir daha laf eden yalnız vurulmakla kalmaz,” diyordu Mustafa.
Yaralı adam akrabaları tarafından hastaneye götürülürken az önce hiçbir şey olmamış gibi düğüne devam edildi. Günçiçek ve Fırat takı töreni için ortaya geçtiklerinde Günçiçek kocasının elini daha sıkı tuttu. Eğer onu koruyacak bir adam varsa şüphesiz bu Fırattı. Günçiçek bunu az önce daha iyi anlamıştı.
Fırat ise bambaşka bir yerdeydi. O adamı vurduğu için hiç pişman değildi ama karısnın korkutmuş olmaktan endişe ediyordu. Hayat bulduğu maviliklerde korku görmek nefesini keserdi. İnsanlar takı takmak için yanlarına gelirken Günçiçek’in ona baktığını hissetti. Başını korkuyla karısına çevirdiğinde gözlerinde tek bir korku emaresi yoktu. Hatta gözlerinde güneşten bile parlak bir ışıltı vardı. Dudakları tebessüm ediyordu. İşte Fırat’ı mutlu eden şey buydu. Karısı korkmadan ona tebessüm ediyordu.
Takı töreni bittiğinde tüm kadınlar konağın avlusuna giderken erkekler dışarda kalmıştı. Günçiçek başının üzerinde tutulan Kuran-ı Kerim ile konağın kapısından içeri girmiş hemen ardından da üst kata çıkarılmıştı.
Gençlerin bir kısmı bahçede eğlenirken bir kısmı evin içindeydi. Büyükler oturup çay içerken gençler köşeye toplanıp gördükleri damat adayları hakkında konuşup kıkırdıyordu. Günçiçek’in bakışları gençleri bulduğunda yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. Aylar önce o da böyle kızların arasına oturur hayalindeki adamı düşünüp gülerdi.
İç çekerek önüne döndüğünde başını eğdi. Başının eğmesinin tek sebebi dışarda olanlar yüzünden ona bakan yargılayıcı bakışlardan kaçmaktı. Utandığı ya da korktuğu yoktu. Aksine o adamın canı yandığı için mutlu olmuştu. Bu onu kötü biri yapmazdı değil mi?
Kulağına yine hoş olmayan sözler geldiğinde derin bir nefes alarak rahatlamak oldu. Vakti geldiğinde bu sözleri eden herkese haddini bildirecekti ama şimdi sakin olması gerekti. Öyle yaptı düğün bitene kadar kulaklarını o sözlere kapatmak oldu.
Vakit gece yarısına geldiğinde misafirlerin çoğu gitmişti. Yalnızca yakın akrabalar kalmış. Onlarda gittikten sonra Günçiçek odasına götürülmüştü.
Dışardan birçok erkeğin gülüşme sesleri geldiğinde Günçiçek Fırat'ın gelmek üzere olduğunu fark etti. Derin bir nefes alıp başını kaldırdı. Onu korkutan düşüncelerden kaçmaya ihtiyacı vardı.
Odayı incelemekte buldu çözümü.
Kahvenin ağırlıkta olduğu bir odaydı. Koca bir kıyafete dolabı onun hemen karşısında büyük bir yatak vardı. Günçiçek yatağa fazla bakmadan bakışlarını odadaki banyoya çevirdi. Onlara ait banyoları olması güzel bir şeydi. Bakışları aynalı dolaba kaydığında odanın kapısının açılma sesi kulağına ilişti.
Korku ve tedirginlikle ayağa kalktığında duvağının altından ona doğru gelen adama baktı. Ceketi hâlâ üzerindeydi ama beyaz gömleğinin ilk birkaç düğmesi açıktı. Sabah düzenli olan saçları dağılmıştı ama hala kalbe zarar bir yakışıklılığı vardı.
Fırat’ın ağır adımları Günçiçek’in tam önünde durduğunda karısnın yüzünü örten duvağı açtı. Günçiçek’in tedirgin bakan gözlerini gördüğünde korkutmamaya dikkat ederek yavaşça alnını öptü.
Dudaklarını geri çektiğinde Günçiçek’in gözlerini kapattığını fark etti. Yavaşça eline uzandı ve aile yadigarı, pırlantalarla süslenmiş yüzüğü Günçiçek’in yüzük barmağına yerleştirdi. Bakışlarını tekrar nefes aldığı maviliklere çevirdiğinde artık eskisi kadar korkmadığını fark etti.
Konuşmak istedi. Dudakları aralandı ama şimdiden titreyen dudakları buna engel oldu. Başını eğip konuşmaktan vazgeçtiği an Günçiçek’in elleri ellerini sıkıca sardı. Bakışları Günçiçek’i bulduğunda beklentiyle bakan gözleriyle karşılaştı. Yüzünde ise güç vermek istercesine küçük bir tebessüm vardı.
Sırf bu tebessüm uğruna bile konuşabilirdi.
Dudaklarını tekrar araladı ve bu kez titreyişini umursamadı. "Ho- ho- hoşgeldin evv- vine,” dediği an Günçiçek’in dudaklarında tebessüm koca bir gülüşe döndü.
Kendini tutamdan kollarını Fırat’ın boynuna doladığında ne yaptığının farkında değildi. Başını Fırat'ın omzuna yaslamışken, “Hoşbuldum,” dedi küçük bir çocuğun heyecanıyla.
Fırat’ın elleri belini bulduğunda Günçiçek ne yaptığını idrak edebildi. Hızla kolunu çözüp bir adım geriye çekildi. Bakışları Fırat hariç her yerde dolşırken kekeleyerek, “Ben üstümü değiştireyim,” dedi.
Adımları kıyafet dolabını bulduğunda rastgele bir cekmeceyi açtı ama hiç olmadık bir şeyle karşılaştı. Dantelli, renk renk ve fazlasıyla acık onlar gecelik...
Kim aldı ulan bunları!
Cekmeceyi acaleyle kapatırken bir başkasını açtı hemen ama orada da iç çamaşırları bulunuyordu. Arkasında duran Fırat’ın varlığı aklına geldiğini yanakları bir domates misali kızardı. Hızla cekmeceyi kapatırken bir sonraki cekmeceyi korka korka açtı. Neyse ki burada gayet kapalı ve usturuplı gecelikler vardı.
Eline ratgele birini alıp banyoya doğru giderken içinden dualar ediyordu.
Allah’ım lütfen durdurmasın beni!
Fırat aniden kolunu tutup durdurğunda Günçiçek’in gözleri anında doldu. Bu geceyi yaşamak istemiyordu ama belli ki Fırat istiyordu. Korkorak Fırat'a döndüğünde bir damla yaş gözlerinde yuvarlanıp yüzüne damladı.
Fıratın elleri yüzüne uzundığında gözlerini sıkıca yumdu.
İstemiyorum!
İstemiyorum!
İstemiyorum!
Günçiçek korkuyla gelecek olanı beklerken Fırat; yüzüne düşen yaşı silerken, kısık bir sesle tekrar konuştu. “Uuu-yyy-alım mı?”
Günçiçek gözlerini açtığında Fırat’ın gözlerine baktı. Gözlerinde şehvet yahut istek dair tek bir kırıntı bile yoktu. Yalnızca merhamet vardı.
Dolu gözleriyle başını salladığında Fırat tebessüm ederek ellerini yüzünden çekti. Günçiçek kaçarcasına banyoya girdiğinde Fırat arkasından tebessüm etti. Karısı istemeden tabi ki ona dokunmayacaktı.
Günçiçek’in banyoya girdikten sonra Fırat kılması gereken şükür namazını kıldıktan sonra üzerini değiştirip yatağa uzandı. Fırat’ın uzanmasıyla banyo kapısının açılması bir oldu.
Günçiçek dizlerinin bir karış altında biten toz pembe geceliği ile banyodan çıktığında uzun sarı saçları beline kadar uzanıyordu. Fırat Günçiçek'in saçlarının hepsini ilk kez görüyordu. Genellikle başında yazma olduğu için sadece uçlarını görüyordu ama şu an günçiçekin saçları tüm çıplaklığıyla gözlerinin önündeydi. Güneşten çalınmış gibi sapsarıydı. Belki de güneş ışığını bu saçlardan çalmıştır. Tıpkı babasının anlattığı masallardaki Balkız gibiydi.
Günçiçek utangaç bir edayla yatağa geçip uzandığında ilk birkaç saniye ne yapacağını şaşırdı. Yakın mı olmalıydı, yoksa uzak mı? Sırtını dönse ayıp olur mıydu. Derin bir nefes alıp sağlıklı düşünmeye çalıştı. Yanında kocası vardı ve ona karşı yapacağı hiçbir hareket ne yanlış olurdu ne de ayıp. Bu yüzden başını heyecanla Fırat’ın omzuna koyduğunda Fırat’ın bir eli belini.
Gözlerini kapattığında tüm günün yorgunluğu bir anda kendini belli ederken yanındaki sıcaklığa güvenerek kendini karanlığa teslim etti.
...Bölüm sonu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |