
Yeni bölüm geldi
Gecikme için üzgünüm
Keyifli okumalar
İkindi vaktinin serin havası yaprakları hafif hafif oynatırken, güzel havanın tadını çıkarmak için dışarı çıkan küçük çocukların neşeli sesi köyün tozlu sokaklarında yankılanıyordu.
Fırat, işlerinin erken bitmesinin rahatlığı ile eve giderken kulağına ilişen çocuk sesleri onu bambaşka diyarlara, renkli hayallere sürüklüyordu. Dudaklarında değil ama kara gözlerinde yıllar sonra küçük bir oğlan çocuğunun heyecan parıltıları vardı.
Eve ulaştığında omzunun üzerinden oynayan küçük çocuklara baktı. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi.
Uzak değil...
Dış kapıyı itip bahçeye girdiğinde onu, bahçede çiçeklerle uğraşan annesi karşıladı. Sakine hanım güzelim çiçeklerine öyle bir dalmıştı ki oğlunun geldiğini fark etmedi. Fırat, annesi ve çiçeklerinin arasına girmeden sessizce açık olan kapıdan içeri girdi. Bu kapının açık olması hoşuna gitmiyordu. Karısıyla konuşmaya başladıktan sonra onu utangaç bir öpücükle karşılayan karısının kapıyı açmasını istiyordu.
İçeri girer girmez ayakkabılarını indirip merdivenleri tırmandı. Üst kata çıktığında ses seda yoktu. Salon boş, mutfaktan tek tük sesler geliyordu. Aslında ev her zaman bu kadar sessizdi ama evlendiğinden eve geldiğinde karısının sesini duymak istiyordu.
Mutfaktan gelen seslere göre karısı oradaydı. Mutfağa gitmeyi düşündü ama hem üstü başı kirliydi hem de mutfakta çalışanlarda olmalıydı. Karısını görmeyi sonraya bırakıp merdivenleri çıkıp odasının olduğu kata çıktı. Odasına girdiğinde parmakları gömleğinin düğmelerine çıktı ama yatakta uyuyan karısını gördüğünde eli durdu.
Güzel karısı yatakta cenin pozisyonu almış uyuyordu. Güzelliğini güneşin bile kıskandığı sapsarı saçları yastığın üzerine dağılmıştı. Gökten parça gözleri sıkıca yumduğu gözlerinin ardında kalmıştı.
Fırat’ın göğsü derin bir iç çekiçle yükselirken büyük ama sessiz adımlara yatağa yaklaştı. Bir dizini yatağa koyduğunda hasret olduğu mavi gözler yavaşça aralandı. Fırat önce karısını uyandırdığını zannetti ama hemen ardından mavi gözlerde kırmızılıkları gördüğünde göğsü endişeyle şişti.
Karısının güzel yüzünü avuçları arasına aldı. “Balkız!” Sesinde bariz bir endişe ve merak vardı. “Ne oldu sana Yavrum? Biri bi’ şey mi dedi?” dedi kekeleyerek.
Günçiçek, yorgun olduğu için yavaşça başını iki yana salladı. Söyleyeceği şey için ise nedense utanç duyuyordu. Bu durumu ailesi dışında ilk kez biriyle paylaşacaktı. Kocasına karnını ağrıdığını söylemek kadar normal bir şey yoktu ama o Fırat’ın nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Sırf karnına ağrıdığını annesine söylediği için ‘bunu söyleyemeye utanmıyor musun’ diyerek kızını döven anneler vardı. Bu yüzden bunu Fırat’a söylerken çekince duyuyordu.
Bakışlarını kaçırarak, “Sadece karnım ağrıyor,” dediğinde Fırat’tan gelecek tepkiyi bekledi. Fırat önce dudaklarını sevdiği kadının alnına yasladı, oraya derin bir öpücük kondurduktan sonra bakışlarını karısının güzel gözlerine çevirdi.
“Can-ın bir şey ç-ekiyor mu, g-güzelim?”
Günçiçek’in yüzünde saklayamadığı bir tebessüm belirdi. “Yok, sadece uzanmak istiyorum.”
Fırat karısının alnına bir öpücük daha kondurduktan sonra, “Sen u-zan, ben ş-şimdi geliyorum.” dedikten sonra çöktüğü yataktan kalkıp banyoya doğru ilerledi.
Günçiçek ise ayak ucundaki battaniyeyi üzerine çekip gözlerini sıkıca yumdu. Adet -regl- ağrısı ile baş etmenin en iyi yolu uyumaktı.
Adet dönemlerinde sanki taş taşımı gibi her zaman yorgun olduğu için uykuya dalmak o kadar da zor olmadı. Ne kadar uyudu bilinmez ama bir ara beline dolanan ve karnını üzerinde gezinen bir el hissetti. Bu elin sahibi bir yandan da saçlarının üzerine öpücük kondurmakla meşguldü. Öpücükler saçlarından boynuna doğru ilerlediğinde yüzünde kocaman bir tebessüm belirdi. Bu durum uykusunu bölmesi gerekirken onu daha çok uykuya itiyordu. Fırat’ın ona sarılıp öpmesi güvende hissettiriyordu. Fırat onunla konuşmaya başladığından beri aralarındaki tüm sınırlar kalkmış gibiydi. Artık Fırat’ın onu öpmesi normal geliyordu, hatta hoşuna gidiyordu. Her öpücüğünde kalbi deli gibi atıyordu, sanırım bunun zamanla ilgisi yoktu. Fırat onu ne zaman öpse uslanmaz kalbi hep böyle atacaktı.
Fırat’ın dudakları son olarak kulağının hemen altında hissettiğinde Fırat, “Hala ağ-ğrıyor mu, y-yavrum?” diye soruyordu ilgili sesiyle.
Günçiçek gözlerini açmadan kocasının kolları arasında döndü. Kollarını boynuna dolayıp başını boyun girintisine sakladı. “Ağrımıyor ama çok uykum var.”
Fırat’ın kolları anında sıkılaştı. Karısı ile arasında tek bir milim mesafe kalmazken usul usul sevdiği kadının saçlarını okşadı. “Uyu Balkızım.”
Günçiçek güvendiği kolların arasında kendini derin bir uykuya bıraktı.
......
Gözlerini araladığında hâlâ kocasının kolları arasındaydı. Sarmaş dolaş uyumuşlardı. Bu Günçiçek’e garip gelmiyordu çünkü günlerdir böyle uyuyorlardı. Günçiçek başını kaldırıp ona sıkıca sarılan kolların sahibine baktı. Ne zaman Fırat’a baksa göğsünde büyük bir ağrı peyda oluyordu. Şimdi de böyle oldu. Göğsü, nefes alamıyormuş gibi ağrıdı. Sanki bu ağrı ancak Fırat’a daha çok sarılır, daha çok öperse geçermiş gibi hissediyordu. Sevmek böyle bir şey miydi?
Yüzünde varla yok arası bir tebessüm belirdi. Fırat’a aşık mı oluyordu? Düşündü, böyle bir şey ister miydi? Kuşkusuz isterdi? Böyle güzel seven bir adamı sevmeyi çok isterdi. Sanırım bu durum isteyip istememek meselesinden çoktan çıkmıştı. Göğsündeki dinmeyen ağrı bu adama çoktan aşık olmaya başladığının göstergesiydi.
Bakışları Fırat’ın yakışıklı yüzünde gezinirken, bütün gece karnına masaj yapan Fırat’ı hatırladı. Gülümseyerek kocasının yanağına tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu.
Ardından bakışları odadaki saate kaydığında saatin gece iki olduğunu fark etti. İkindiden beri uyuduğu için şu an hiç uykusu yoktu. Akşam yemeğine de kaçırmıştı. Yavaşça kocasının kolları arasından çıkıp mutfağa gitmek için odadan ayrıldı. Karnı ağrıdığı için yemek pek aklına gelmemişti ama şu an fazlasıyla açtı. Mutfağa gittiğinde hızlıca bir şeyler alıştırdı. Gece gece onu rahatsız edecek kadar yemek yemedi.
Tekrar yukarı, odasına çıktığında üzerindeki rahatsız elbiseden kurtuldu. Karnı ağrıdı için elbiseyle yatağa girmişti. Fırat rahatsız olacağını düşünerek indirmemiş olmalıydı. Üzerindeki elbiseyi çıkardıktan sonra bol pijamalarından birini giydi. Kendi kazakları dursa da Fırat’ın bir kazağını alıp üzerine giydi.
Tekrar yatağa uzandığında başını hemen Fırat’ın göğsüne koyup kocasını seyre daldı. Simsiyah dalgalı saçları, esmer teni, göz kapaklarını ardında saklı kömür gözleri, hafif dolgun dudakları... Ah! Bu adam çok yakışıklıydı!
Bakışları tekrar kocasının saçlarına değdiğinde dayanamadı ve parmaklarını gür saçların arasına daldırdı. Yumuşak tutamlar parmaklarının arasından kayıp giderken Günçiçek’in parmakları bu sefer kocasının yüzünde gezindi. Alnında, kirpiklerinde, sakalarında... Parmak uçları dudaklarının kıyısında durduğunda bir anda hiç beklemediği bir şey oldu.
Fırat karısının, hemen dudaklarını yanında duran elini tutup avucuna derin bir öpücük kondurdu. Günçiçek’in yüzünde utangaç bir tebessüm belirdi.
“Uyanık mıydın?”
“Karım k-kollarımın arasından çık-ınca u-uykumda Beni terk-k edip gidiyor.”
Günçiçek’in yüzündeki allık kırmızıya dönerken daha da gülümsedi.
“Hâlâ ağrın var mı, Balkız’ım?” Fırat’ın onunla böyle ilgilendikçe Günçiçek eriyordu. İçinde büyük bir sevgi patlaması yaşanıyor, kocasını mıncıra mıncıra sevmek istiyordu. Bu hali normal miydi?
“Yok,” dedi harfleri uzatarak. Fırat’ın kolları arasındayken kendini prenses gibi hissediyordu.
Fırat, “Olurs-sa söyler-ssin, güzelim.” Dedi ve karısını kollarının arasına çekip sıkıca sarıldı.
Günçiçek, başı Fırat’ın göğsündeyken ilk birkaç dakika parmaklarıyla Fırat’ın göğsünde anlamsız şekiller çizdi. Ama sıkılıyordu. Başını kaldırıp parmak uçlarıyla kocasının yüzünü sevdi. Fırat’ın gözleri kapalıydı ama uyanıktı. Çünkü Günçiçek’in parmakları ne zaman dudaklarının yakınlarına gelse Fırat tutup öpüyordu.
Fırat gerçekten yakışıklı bir adamdı. Kaşı, gözü... Birçok kadını kendine aşık edebilecek cinsten. Bu yaşına kadar evlenmemiş olması ise mucize gibi bir şeydi. Bunları düşünürken kafasında bambaşka bir soru belirdi. Sırası mıydı, bilmiyordu ama Fırat’la evlenmeyi kabul ettiği günden beri bu soru beynini kemiriyordu.
“Fırat?”
“Söyle, güzelim.”
Fırat’ın gözleri hâlâ kapalıydı. Günçiçek’in bakışları Fırat’ın yüzünde gezindi ardından elini çekip, “Niye benimle evlendin,” diye sordu gözlerinin kaçırarak. “Yani... Kim benimle evlenmek iste-“
“Şşş,” diye susturdu Fırat karısını. Bu sefer Fırat’ın parmakları Günçiçek’in yüzünde gezindi. “Ben seninle evlendim biliyor musun, Balkız’ım?” dedi kekeleyerek.
“Niye?”
“Ben bir yıla aşkın sevdasını yüreğimde s-aklayıp büyüttüğüm kadının t-tek damla gözyaşı dök-kmemesi için evlendim seninle... Sen sanıyor musun-n ki, sana d-duyduğum bu sevda iki günlük? Balkız, belki uzaktın b-bana ama,” eliyle göğsüne iki kez vurdu. “Ben burada büy-yüttüm seni. Geç k-kaldım kusura bakma, ancak y-yüzüm oldu k-kpını çalmaya.”
Günçiçek’in gözleri doldu. “Ne zaman gördün ki beni?”
“Bi’ düğünde. O gün nasıl vurulmuşs-sam sana göğsümden a-akan kan hiç din-nmiyor.”
Zaten sevmek bu değil miydi? Tam kalbinin ortasında ağrısı hiç dinmeyen, hep kanayan bir yara...
Fırat sevdiği kadının yaşla dolmuş gözlerini öptü. Dudaklarını kulağına yasladı, sır verecekmiş gibi. Sıcak nefesi sevdiği kadının saçlarına asılırken, “Ve sordun ya hani, k- kim benimle evlenmek ister ki, d-diye. Kimse istemez, isteyemez! İzin verm-mem!”
“Bende senden gitmem zaten,” dedi anında Günçiçek. Kollarını sıkıca kocasının beline sardı. “Artık ölsem de senden gitmem. Geçmiş olsun, aldın başına belayı.”
Fırat gülerken Günçiçek’in saçlarını öpüp derin bir nefes aldı. “Böyle bel-layı can fed-da.”
Birkaç saniye sessizce sarıldılar ama Günçiçek, Fırat kendini bu kadar ona açmışken susmak istemiyordu. Sessizce duramadı.
“Fırat?”
“Hmm?”
“Ben bu evliliği kabul ettiğim ilk zaman çok korkmuştum.”
Günçiçek böyle konuşmaya başlar başlamaz Fırat’ın bakışları ona dönmüştü ama Günçiçek Fırat’a bakmadı. Kocasının gömleğinin düğmeleriyle oynarken. “Çünkü seni tanımıyordum ve pişman olurum diye korkuyordum. Benim de her genç kız gibi hayallerim vardı: Günün birinde birine aşık olacak ve onunla evlenecektim. Hayallerim yıkılır da altında kalırım diye korktum. Ama olmadı. Ben pişman olmadım, Fırat. Ben hiç keşke demedim, hep iyi ki dedim. İyi ki ben böyle bir adamla evlendim, iyi ki korkupta geri kaçmadım,” Başını kaldırıp onu ilgiyle dinleyen adama döndü. Konuşma boyunca bakışları ilk kez birbiriyle buluştu. “İyi ki kapımı çalan sensin. Ve geç kalmadın,” elini Fırat’ın göğsüne koydu. “Benim hayallerim burada saklıymış, tam vaktinde geldin.”
Fırat başını eğip Günçiçek’in yüzünü avuçları arasına aldı. Yüzleri birbirine haddinden fazla yakındı. “Şimdi seni öpsem, Balkız...” Bunun için büyük bir arzu duydu.
Günçiçek aradaki o küçük mesafeyi kapatıp dudaklarını Fırat’ın dudaklarına değdirdi. Bu Fırat için yeteri bir sebepti. Fırat karısını öpmeye başladığında Günçiçek bir elini Fırat’ın ensesine sarıp acemice karşılık vermeye başladı.
Nefes nefese ayrıldıklarında Günçiçek başını hemen kocasının göğsüne sakladı. Fırat’ın karısının küçük bedenini sıkıca sararken kulağın fısıldadı. “Seni seviyorum.” Bu iki kelime Fırat’ın dudaklarından kekelemeyerek çıkan ilk kelimelerdi.
......
BİRKAÇ GÜN SONRA
Günçiçek ıslak saçlarını iyice kuruttuktan sonra havluyu yatağın üstünde bırakıp aynalı dolabının önüne oturdu. Çekmeceden aldığı tarakla güzelce saçlarını taradı. Ardından saçlarını güzelce örüp elbisesi gibi çiçekli yazmasını başına takıp hızlıca odasından çıktı.
Vakit çoktan ikindiyi bulmuştu, kızlar akşam yemeği için başlamış olmalıydı. Günçiçek öğle yemeğinden sonra odasına çıkıp biraz uyumuş ardında da kısa bir duş almıştı. Şimdi ise akşam yemeğine yardım etmek için aşağı iniyordu.
İner inmez mutfağa gitmeyi düşünüyordu ama salondan gelen sesler yönünü değiştirdi. Salona girdiğinde onu, kaynanası yaşında bir kadın ve genç bir kız karşıladı. Misafir olmalıydı ama yemek saatinde kim misafir olarak gelirdi ki?
Gülümseyerek içeri girip gelenler selam verdiğinde bakışları kim bunlar dercesine Ayşegül’e döndü. Ayşegül hemen mesajı aldı. “Halam, birkaç gün burada kalacaklarmış. Tabii bide kızı.” dedi yüzündeki zoraki tebessümle.
Ayşegül’ün aksine Günçiçek’in yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. “Hoş geldiniz,” dedi sevecen bir sesle. Orta yaşlı kadın Günçiçek’i şöyle bir süzdü. Ardından sahte bir tebessümle, “Hoş bulduk,” dedi. Günçiçek, aldırmadı. Alışkındı artık böyle insanlara. Kadının yanındaki genç kıza döndüğünde onun zaten kendisine baktığını fark etti. Ona da gülümseyip hemen kaynanasının yanına oturdu. Misafirler olduğuna göre onun mutfağa gitmesi doğru olmazdı.
Sohbet koyulaşmaya başladığında, Günçiçek de ara ara katılsa da genellikle dinleyen taraftı. Tüm konuşma sırasına ismini bilmediği genç kızın ona baktığını hissetmiş ve bu bakışlardan rahatsız olmuştu. Rahatsız olduğu bir diğer konu vardı. Bu durum onu rahatsız etmekten çok sinirlendiriyordu. Çünkü kız sanki bu eve gelen misafir değil de kızıydı. Çay dağıtacaksa o kalkıyor, kaynanası kendisinden su istiyor ama o kız kalkıp geçiriyordu.
“Valla bu günlerde bacağım çok ağrıyor,” demişti kaynanası. Tabii genç kız durur mu? Hemen, “Biraz ovalıyayım yenge” diye sordu.
Günçiçek yanındaki Ayşegül’e yanaşıp kısık bir sesle, “Bu kızın adı ne? Ne bu halleri?” diye sordu.
Ayşegül hemen dedikodu moduna geçti. “Dilan. Valla anama yanaşmaya çalışıyor gibi.”
“Niye yapıyor ki bunu? Hem bu kız Ali’den büyük duruyor.”
“Hele bir ikizime yaklaşsın, parçalarım valla! Ama hedefi ikizim değil.”
“Başka bekar var mı bu evde? Ali değilse kim?”
“Bekar yokta... Bir ara Fırat abime yanık diye duyduk biz.”
Günçiçek bakışları anında Dilan’ı buldu. Artık eskisi gibi sevecek bakmıyordu. Olamazdı değil mi böyle bir şey? Sonuç olarak Fırat evliydi. Benim kocam diye geçirdi içinden.
Kendini sakinleştirmeye çalışarak tekrar Ayşegül’e döndü. “Saçmalama. Gencecik kızın arkasından neler konuşuyoruz. Yoktur böyle bir şey... Yani inşallah.”
Tam o çalan kapının sesini salonda yankılandı. Günçiçek bakışlarını anında saati buldu. Fırat’ın geldiği saatlerdi. Dilan’ın ayağa kalktığında gördüğünde hızla yerinden doğrulup Dilan’a engel oldu. “Bakan bakarım, Dilan. Sen misafirsin sonuçtan.”
Dilan’ın dudakları itiraz etmek için aralandı ana Günçiçek bunu görmemiş gibi yapıp kapıyı açmak için hızla merdivenleri inmeye başladı.
Merdivenleri inerken Ayşegül’ün söyledikleri kafasının içinde dönüp duruyordu. Olmaz böyle diye içinden geçirerek önüne geldiği kapıyı açtı.
Kapıyı açmasıyla bir anda kucaklanması bir oldu. Ayakları yerden kesildiğinde kollarını korkuyla onu kucaklayan kocasının boynuna doladı. “Fırat!” dedi korku ve heyecan dolu sesiyle. Fırat’ın kolları sıkıca belini sardığında az önceki korku kuş olup uçtu. Fırat, “Balkız’ım,” dediğinde ise aklındaki her şey gökyüzündeki bulutlara karıştı.
Günçiçek hâlâ Fırat’ın kucağındayken, “Korkuttun beni,” dedi gülümseyen sesi. Evet, sesi gülümsüyordu. Fırat başını sevdiği kadının boynuna gömdüğü için sesi boğuk çıktı. “Kusur-ra bakmayın Balkız H-hanım. Ka-arımı özlediğim zaman-nalar bende pek-k kafa kalmıyor.”
Günçiçek kıpırdadı. Fırat’ın boynuna doladığı kollarını gevşetici başını geri çekti. Parmakları Fırat’ın sakalarının arasında dolaşırken, “Bu seferlik affediyorum. Hadi indir beni,” dedi.
Fırat bunu duymamış gibi yaptı. Günçiçek hâlâ kucağındayken ayakkabını çıkartıp merdivenleri çıkarmaya başladı. Günçiçek bunu birkaç saniye idrak edemedi. İdrak ettiği an ise, “Fırat,” dedi korkuyla. “İndir beni.”
Fırat hiç oralı olmadı. Sakince merdivenleri çıkmaya devam etti. Salon kapısının önünden geçeceği sırada Günçiçek başını Fırat’ın boynuna sakladı. Sanki yüzünü görmese kimse onu tanıyamayacak gibi hissediyordu ama bedeni alenen dışarıdaydı. “Fırat, biri görecek şimdi. Ne deriz?”
“Ben karımı özledim, derim.” dedi Fırat rahat bir tavırla. Odasının önüne geldiğinde kapıyı açıp rahat bir tavırla içeri girdi. Kapıyı ardından kapatırken karısının bedenini kapı ile kendi arasında kalmıştı.
Günçiçek sonunda ayaklarının yere değmesinden güç alarak, “Bende özledim ama-“ sözlerini bölen dudaklarının üzerine kapanan sıcak dudaklardı. Az önce söyleyeceği tüm sözler aklından uçup gitti. Kollarını daha sıkı bir şekilde kocasının boynuna dolarken parmakları Fırat’ın ensesinden ki kısa saçlarla oynamakla meşguldü.
Fırat’ın eli Günçiçek’in örülü saçlarına uzandı. Saçlarının ucundaki tokayı tek seferde çıkarttığında Günçiçek’in sarı saçları dalga dalga açılmaya başladı. Parmakları karısının sırma saçlarının arasında gezinirken Günçiçek’in parmakları Fırat’ın boynundan ayrılıp gömleğinin düğmelerine doğru ilerlerdi, tamamen içgüdüleriyle hareket ediyordu. Oynadığı ilk düğmeyi açtığında, aşağıda oturmakta olan misafirler ansızın aklına düşüverdi.
Zorlukla başını geriye attığında nefes nefese kalmıştı. Başını Fırat’ın göğsüne yasladı. “Fırat, misafirler.”
“N-ne olmuş misaf-firlere?”
“Ne olacak, gelir gelmez yukarı çıktık! Ne düşünürler?”
Fırat, Günçiçek’in çenesinden tutup başını kaldırdı. Bakışları Günçiçek’in kızarmış dudaklarında gezinirken, “Biz k-karı kocayı-yz Balkız, ne düş-şünürler s-sence?” dedi gülerek.
“Ya Fırat,” dedi Günçiçek huysuzca. “Ben şimdi aşağı iniyorum sende üstünü değiştirip gel. Halana selam bile vermedin.” dedi ardından Fırat’ın konuşmasına izin vermeden yanağına küçük bir öpücük kondurup hızla odadan çıktı. Oda da daha fazla kalsaydı hiç aşağı inmeme ihtimali vardı.
Aşağı indiğinde içeri gitmek yerine mutfağa girdi. Eğer az önce Fırat ve onu görmüş olma ihtimali onu utandırıyordu. Mutfağa girdiğinde Ayşegül de oradaydı ve Remziye teyze ile gülüşerek bir şeyler konuşuyordu. Remziye teyze, kızı Tuba’nın aksine tatlı bir kadındı.
“Ne konuşuyorsunuz böyle?” dedi mutfağa girer girmez.
Ayşegül imalı bir bakış attı yengesine. “Abimle ateşle barut gibi ortalıkta gezinince torun haberi akındır diye konuşuyorduk.”
Günçiçek’in yüzü anında kızardı. “Ne ateşi, ne barutu? Yok öyle bir şey.” dedi kısık sesle.
Ayşegül yengesine yaklaştı. Omzunu yengesinin omzuna vurup, “Hadi hadi görmedik sanki.” dedi gülerek.
Günçiçek inkarı bir kenara bırakıp, “Başka kimse gördü mü?” diye sordu endişeyle.
“Görmedi de sizde azıcık dikkat edin ya, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar en-“
“Tamam Ayşegül! Anladık!” dedi Günçiçek hızla Ayşegül’ü susturmaya çalışırken. Ayşegül konuştukça yüzü renkten renge giriyordu.
Tabii Ayşegül durmamıştı. Görümceliğin şanına yakışır bir şekilde konuyu sık sık açıp yengesini utandırmaktan geri durmamıştı.
Böyle böyle gündüzü akşam etmiş, hazırladıkları binbir çeşit yemeğin eşliğinde yemek yedikten sonra herkes bir kenara çekilmişti. Günçiçek normalde çalışanlara yardım ederdi ama misafirlerden dolayı yemekten sonra kocasının yanına oturmuştu.
Ama yemekten sonra Dilan ortadan kaybolmuştu. Ayşegül’ün söylediklerinden sonra nedense Dilan’a eskisi gibi bakamıyordu.
Dilan bir anda salonun kapısından, elimden bir tepsi kahve ile geldiğinde Günçiçek’in kaşları çatıldı. Gerçekten bu kızın derdi neydi? Bu evin çalışanları dururken, çalışanları geçin kızı ve gelinleri dururken kalkıp kahve yapmak ona mu düşmüştü.
Ayşegül’ün içine ektiği şüphe tohumları gittikçe büyüyordu.
Dilan kahveler tek tek dağıtırken sıra Fırat’a geldi. Dilan tam Fırat’ın önümde eğilip kahveyi verecekken Günçiçek nefesini tuttu. Bakışları Fırat’a döndüğünde Fırat Dilan’a doğru elini kaldırıp istemediğini belirtti ve Günçiçek içine sıkışan nefesi rahatlayarak bıraktı. Şu birkaç saniye de yaşlanmış gibiydi.
Dilan onlardan uzaklaştığında Fırat’ın ona yaklaştığını hisseti. “Ne o-oldu Balkız?” Sesi eğlenir gibi çıkmıştı. Yoksa fark etmiş miydi, bu kadar gerildiğini?
“Bir şey olmadı,” dedi kısık bir sesle. Ardından konuyu değiştirmek için, "Niye içmedin ki kahveyi?" diye sordu.
"Senin el_linden içmek is-stiyorum çünkü?"
Günçiçek'in kalbi bir kelebeğin kanatları gibi çırptı. Yüreğini derinliklerinde yeşeren çiçekleri hissetti.
"Yapayım ben o zaman sana." Sesi küçük bir kızın heyecanıyla çıkmıştı.
Güldü Fırat. "Yap o zaman b-bana."
Bölüm sonu
Yorum yapmadan gidenlerin en sevdiği karakteri öldürüyormuşum. (Her şakanın içinde gerçekler gizlidir)
Bölüm nasıldı? Genel düşünceleri alalım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |