
Yeni bölüm geldiii
Gecikme için üzgünüm.
Sizin bir önceki bölümlerdeki yorumlarınız şaka mıdır? Nasıl bu kadar tatlı olmayı beceriyorsunuz?
Bu tatlılık kesinlikle yazardan kaynaklı bir durum olduğunu düşünüyorum.
Oy ve yorum yapmayı unutmayın
Bölüm şarkısı- Model- Yalnızlık senfonisi, okurken lütfen dinleyin!
KEYİFLİ OKUMALAR
️
Melek, kocasına kahve yapıp gelen Günçiçek’i izlerken dudaklarında yer edinen gülümsemeden habersizdi. Günçiçek kahveyi Fırat'a getirdiğinde yüzündeki tebessüm paha biçilmezdi. Fırat, dudakları gülmese de karısına bakarken gözlerinin içi parlıyordu. Melek tam bir buçuk yıldır bu evdeydi ve Fırat abisini ilk kez bu kadar iyi, bu kadar mutlu görüyordu. Şüphesiz bunun en büyük sebebi Günçiçek'di. Tüm ev halkı bunun farkındayı.
Yıllardır konuşmak için çaba sarf etmeyen Fırat birden bire bunun için doktora gitmişti. Başta Günçiçek’i istemeye kaynanası bile artık Günçiçek’in gözünün içine bakıyordu. Tıpkı bir kızı gibi davranıyordu. Kaynanası Sakine hanım kötü biri değildi, Melek’e hiçbir zaman kötü davranmamış, hep kızı gibi görmüştü. Ama insan ister istemez yaşadığı toplumun benimseyerek ilerlerdi. Sakine hanımın Günçiçek’i istemezsiniz nedeni buydu.
Herkes kendi halinde sohbet ederken Melek başını yavaşça kocasının omzuna yasladı. Yine birilerinin dedikodusu yapılıyordu. Sıkılmıştı artık başkalarından konuşmaktan.
Kocasının eli usulca belini sardığında yüzündeki bezgin ifade kayboldu. Ahmet’in dudakları Melek’in saçlarını buldu.
“Ne oldu?”
Melek başını hafifçe kaldırıp kocasının gözlerine baktı. Dudaklarını bükerek, “Canım sıkıldı,” dedi. Ahmet’in bakışları karsının dudaklarına kaydı, belindeki eli sıklaşırken, “Odamıza çıkıp daha eğlenceli şeyler yapabiliriz meleğim,” dedi kısık bir sesle.
Melek’in bakışları kısa bir an etrafındaki insanlara kaydı. Ayşegül ve Ali burada değildi. Kaynanası ise hala hanımla dedikodu yağıyordu. Fırat ve Günçiçek bambaşka bir alemdeydi. Dilan ise... pür dikkat Fırat ve Günçiçek'e bakıyordu. Kimsenin gözü onlarda değildi. Bu yüzden tekrar kocasına döndü, yüzünü yüzüne yaklaştırırken, “Olabilir,” dedi bilerek sıcak nefesini kocasının yüzüne doğru üfleyerek.
Ahmet’in dudakları konuşmak için aralandı ama Melek birilerinin ayağa kalktığını fark ettiğinde hızla kocasından ayrıldı. Efendi efendi yerine oturduğunda Günçiçek’in kahve bardaklarını toplamak için kalktığını fark etti. Günçiçek’in hemen ardından Dilan da, “Yardım edeyim,” diye ayaklanmıştı. Nedense bu kızın yaptığı, söylediği hiçbir şey samimi gelmiyordu. Her konuştuğunda yüzünü buruşturmak geliyordu içinden. Bakışları Dilan’ın üzerinde gezinirken kocasının sıcak nefesini saçlarının arasında hissettiği. Ardından onu bu gece unutmayacak sözleri fısıldadı. “Aldım ben sözümü meleğim.”
...........
Günçiçek elindeki tepsi ile mutfağa girdiğinde hemen arkasından Dilan geliyordu. Tepsiyi tezgahın üzerine bırakırken yandan duran Dilan’a gülümsedi. Ayşegül yanlış düşünüyor olmalıydı. Dilan’ın garip hakaretleri vardı ama özünde iyi bir kız olduğunu düşündü. Hatta onun hakkında kötü düşündüğü için kendinden utandı. Dilan’a yardım ettiği için teşekkür etmek üzereyken, Dilan Günçiçek’e izin vermeden konuşmaya başladı. “Nasıl yapıyorsun bunu?”
Günçiçek gülümseyerek cevapladı. “Neyi?”
“Önce kendi köyünden orospuluk yapıp sonra gelip nasıl koskoca beyin koynuna girmeyi başardın?”
Günçiçek’in yüzündeki gülümseme dondu. Göğsünün ortasın koca bir yangın çıkmış gibi teni cayır cayır yanmaya başladı. Sinirden ellerinin titrediğin hissettiğinde konuşmak için dudaklarını araladı ama Dilan fırsat vermedi. “Ne yaptın? Yoksa Fırat'a da mı kuyruk salladın? Tabii kim istemez bey karısı olma-“
Günçiçek’in gözleri doldu ama tek bir damla bile akmadı. Başını kaldırdı, utanacak bir şey yapmamıştı. Bu yüzden başını eğmeyecekti ama canının yanmasına engel olamıyordu. Dilan’ın üstüne doğru yürürken hızla sözlerini kesti.
“Sen kimsin Dilan! Benimle nasıl böyle konuşursun-“
“Asıl sen kimsin Günçiçek? Alt tarafı bir orusp-“
Günçiçek daha fazla dayanamadı. Sol gözünden tek damla yaş yüzüne karışırken elini kaldırıp Dilan’ın yüzüne sert bir tokat geçirdi. Dilan’ın yüzü sola savrulurken Günçiçek düşmesine izin vermeden, çenesinden tutup yüzüne yaklaştırdı. “Ben kimim biliyor musun? Ben bu evin sahibiyim. Şimdi seni bir köpek gibi kapının arkasına atsam kimse hesap sormaz bana. Ama sen kılıma dokunursan bana kalmadan seni bu kapının ardına atacak onlarca insan var içerde.” Tırnaklarını Dilan’ın çenesine batırdı. “Dilinden yayılan zehir ile beni öldürebileceğini zannediyorsun ama ben bu lafları çok duydum Dilan. Ve hiçbir zaman aldırmadım çünkü ben utanılacak bir şey yapmadım! Ama sen Dilan, gün gelecek bu söylediklerin için çok utanacaksın.”
Elini Dilan’ın yüzünden çekip ondan bir adım uzaklaştı. “Bir daha bana laf söylemeden önce evli bir adama göz dikmediğin emin ol.”
Arkasını döner dönmez kirpiklerinde asılı kalmış yaşları hızla yüzüne uğrarken Dilan bu yaşları görmedi. Günçiçek istese onu şimdi tutar kapının önüne atardı ama bunu bile yapamayacak kadar yorgun hissediyordu. Artık kendini birilerine anlatmaktan, kendini savunmaktan o kadar yorulmuştu ki... İnsanlar neden bu kadar kötü? Neden onu anlamıyordu. Kim isterdi ki böyle bir durumda olmayı? Ama insanlar suç ondaymış gibi davranmasından çok yorulmuştu.
Söylenen her sözü, ona bakan yargılayıcı bakışlardan artık nasıl kaçacağını bilmiyordu.
Mutfaktan çıktığında içeri gidemeyecek haldeydi. Merdivenlere yöneldi ve içerde oturanların ne düşüneceğine umursamadan odasına gitti. Artık bir şey düşünmek istemiyordu. Artık sadece kaçıp, yok olmak istiyordu.
...........
Fırat’ın bakışları dakikalardır kapıdaydı. Karısı mutfağa gitmek için çıkmıştı ama hala yoktu ortada. Günçiçek’in ardından Dilan da çıkmıştı ama Dilan dakikalar önce içeri gelmişti.
Fırat daha fazla duramadı içerde. Ayağa kalktı ve odadan çıktı. Mutfağa gidecekti ama mutfağın ışığının kapalı olduğunu gördüğünde kaşları çatıldı. Günçiçek odaya çıkmış olmalıydı ama neden ona haber vermemişti ki?
Kaşları çatık bir şekilde merdivenleri çıkmak üzereyken arkasından gelen ses onu durdurdu.
“Fırat?”
Kuzeni, Dilan'ın sesiydi. Durdu ama arkasına dönmedi. Şu an tek düşündüğüm karısıydı.
“Nereye gidiyorsun? Daha-“
“Karımı özledim. Karıma gidiyorum," dedi Fırat en yalın haliyle. Yalan değildi, şu yarım saatte karısını fazlasıyla özlemişti. Arkasına duran Dilan'ı umursamadan tekrar yukarı çıkmak üzereyken onu çileden çıkaran sözleri duydu.
“Ona nasıl karım diyebiliyorsun? Daha önce başkalarının koynuna girdiği aklına gelmi-“
“Sakın!” dedi Fırat saf bir sinirle. Fırat sinirle bir adam değildi, kolay kolayda sinirlenmezdi ama bu sözler onu çileden çıkaracak kadar sinirlendi.
Arkasına döndü karşısındaki kadına fazla yaklaşmadan, “Bahsettiğin kadın benim karım ve sen kim oluyorsun da benim karım hakkında böyle konuşuyorsun?” dedi sinirle. Kekeleyerek konuşuyordu ama o kadar sinirliydi ki bunu kontrol bile edemiyordu.
Dönüp gitmek üzereyken karısının bir anda ortadan yok olduğu geldi aklına. “Eğer bu sözleri karıma da söylediysen... Eğer karımın gözünden akacak tek damla yaşa sebep olduysan, sakın durma bu evde. Çünkü ben karımın tenini yakan güneşe bile düşman kesilirim!” dedi ve ardından bir daha arkasına bakmadan hızla merdivenleri çıkmaya başladı. Artık karısı için fazlasıyla endişeleniyordu.
Odasının önüne geldiğinde hızla kapıyı açtı ve hiç istemeyeceği bir görüntü ile karşılaştı.
****
Günçiçek kendini zorlukla odaya attığında artık kendini ayakta tutacak gücü bile bulamıyordu. Kapı önünde yığıldığında hıçkırıklarla ağlıyordu. Sesinin dışarı çıkmasından korkarak elini ağzına kapattı ama yaşlarına bir çözüm bulamıyordu.
Az önce o kadınım önünde dimdik durmuştu ama şimdi başını bile kaldıramıyordu. Canımı yakan o sözler değildi, canını yakan onu anlamayan insanlardı. Şu ana kadar tüm söylenenlere takmamıştı ama yaşananları yok saydığı anlamına gelmiyordu. Yaşanan her şey an ve an aklında ona her gün cehenneme yaşatıyordu, yaşadığı hiçbir şeyi zaten asla unutamazdı. Ama mutlu olduğu bir kaç dakikada da insanların bunu hatırlatmasına gerek yoktu.
Gözyaşlarını durdurmak için başını kaldırıp derin nefesler almaya başladı. Aldığı nefesler göğsüne dar geliyordu. “Ağlama Günçiçek,” dedi kendine ama daha fazla ağlamaya başladı. “Güç dur Günçiçek,” Güçlü durmak zorundaydı, güçlü durmazsa zalim insanların sözlerinin altında ezilmek zorunda kalacaktı.
Bir anda kendinde bulduğu cesaretle ayağa kalktı, yaşlarını durdurmak için derin nefesler alırken elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Ağlamamlıydı. Ağlayamazdı. Ağlama Günçiçek...
Titreyen ayaklarıyla dolabının önüne gitti ve dolabından aldığı rastgele bir geceliği üzerine geçirdi ama yatağa giremedi. Eğer o yatağa girerse düşüncelerini boğulacak, düşünceleriyle beraber boynuna bir ilmek geçirip nefesini kesecekti.
Kafasını dağıtmalıyla. Bir şeyle uğraşmalıydı. Makyaj masasının önündeki tarak gözüne çarptı. O tarağı aldı ama makyaj masasının önüne oturmak yerine yatağının tam karşısında duran kıyafet dolabının aynısının önüne oturdu. Sırtını arkasında bulunan yatağa yaslarken ruhsuz gözlerle aynaya baktı. Gözleri ve burnunu ucu kızarmıştı, narin teni ağladığı için hemen tahriş olmuştu. Saçları ise darmadağındı.
Elindeki tarakala saçlarını en sert haliyle taramaya başladı ama saç diplerinde hissettiği acıyla tekrar hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Acıcayacağını bile bile saçlarını tarıyor ama acıdığı için de hüngür hüngür ağlıyordu. Çünkü insanın canı yandığında gözden çıkardığı ilk şey bedeni olur. Bedenini yaralarken ruhundaki yaraları kapatabileceğini zanneder... Ama verdiği tek zarar yine kendisine olur.
Taradıkça hissettiği acı daha büyüdü, artık ne yaşlarını ne de hıçkırıklarını durdurabiliyordu. Başını bir an kaldırıp aynadaki yansımasına baktı. Günçiçek şu zamana kadar kendinden hiç nefret etmemişti ama şimdi aynaya baktığında gördüğü kadından nefret ediyordu. “Tamam,” dedi aynaya bakarak. “Öğrendim artık; suçlu benim, günahkar benim.”
Kendine karşı öyle büyük bir nefret duydu ki kendini görmek bile istemedi. Elindeki tarağı aynaya fırlattığında ayna tıpkı ruhu gibi paramparça oldu. Aynanın parçaları dört bir yana dağılırken Günçiçek başını önüne eğip hıçkırıklarla ağlayamaya başladı. Onu paramparça etmek isteyen herkes mutlu olabilirdi, artık gerçekten paramparça bir vaziyettedi.
“Balkız!”
Fırat karısını kırık cam parçaları arasında hıçkırıklarla ağlarken bulduğunda sol göğsünden şiddetli bir ağrı hissettiği. Karısı başını eğmiş ağlarken Fırat karısına nasıl yaklaşacağını bilmiyordu.
“Balkız,” dedi tekrardan ama Günçiçek başını kaldırmadı bile. Fırat hızlı ama temkinli adımlarla karısına yaklaştı. Çam parçaların gördüğünde kendine zarar verdi diye çok korkmuştu.
Karısının yanına geldiğinde önünde eğildi ve çenesini nazikçe tutup yüzünü çevirdi. Bakışları buluştuğu an Günçiçek, “Fırat,” dedi titreyen sesiyle.
“Söyle güzelim, söyle niye ağlıyorsun böyle?” dedi kekeleyerek.
Günçiçek ne diyeceğini bilmiyordu. “Saçım,” kelimesi çıktı dudaklarının arasından. “Saçlarım taranmıyor.”
Fırat elbet böyle olmadığını biliyordu. Karısının yüzünü avuçlarının arasına alıp yanağına akan yaşları tek tek sildi. Alnını sevdiği kadının alnına yasladı. “B-ben tarar-rım.”
“Acırsa?”
“Acıtmam.”
Günçiçek sessiz kaldığında Fırat cam parçalarına dikkat ederek, karısının belinden tutup, yatağın üzerine oturttu. Ardından eline aldığı bir başka tarak ile sevdiği kadının arkasına oturdu. Her bir teli her an elinin arasında paramparça olup gidecekmiş gibi yavaş yavaş taramaya başladığında Günçiçek’in bakışları kırık bir ayna parçasının üzerindeydi. Fırat saçlarını tarıyor, hissetmiş gibi sık sık saç diplerinde öpüyordu.
Dakikalar geçti, Fırat karısının saçlarını taramayı bitirdi ama Günçiçek tek bir kelime bile etmedi. Fırat’ın kolları usulca karısının beline sarıldığında Günçiçek sırtını kocasının göğsüne yasladı. “Balkız,” dedi saçlarını öperken. “B-benim baldan tatl-lı karım, kon-nuş benim-mle yavr-rum.”
Günçiçek konuşmamakta kararlıydı ama Fırat’ın dudakları omzunu öptüğünde tekrar ağlamaya başladı. “Fırat, benim istemedim. Yemin ediyorum ben böyle olsun istemedim.”
Fırat’ın kolları arasında dönüp yüzünü döndü. “Ben çok mu kötü biriyim, Fırat?”
Fırat karısının yüzünü nazikçe avuçlarının arasına aldı. Korkarak yaşları silerken. “O n-nasıl söz Balkız’ım? N-niye böyl-le düşünüy-yorsun?”
“Niye böyle bakıyorlar bana, niye böyle sözler söylüyor?”
“S-sen değil on-nlar kötü Balkız’ım. Keş-şke seni t-tüm kötü bakışlar-rdan ve sözle-erden sakınabils-sem Balkız. Keşke yap-pabilsem. Özür dilerim.”
Günçiçek daha fazla konuşamadı. Konuştukça daha fazla ağlıyordu. Kollarını kocasını boynuna sarıp yüzünü boyun girintisine sakladı. Fırat’ın kolları anında tüm bedenini sıkıca sardı. Artık eskisi gibi korkmuyor, kötü hissetmiyordu. Güvendeydi.
Dakikalarca sustular. Günçiçek uzun uzun ağladı, bu yaşlar Fırat’ın canını yaksa da silmekten geri durmadı. Sevdiği kadının saçlarını kokladı, öptü, sıkıca sardı, kulağına güzel cümleler fısıldadı.
Dakikalar sonra Günçiçek’in yaşları durduğunda kendini fazlasıyla bitkin hissediyordu. Başını güvenli alandan çıkartıp, ağlamaktan kısılmış sesiyle, “Uyuyalım mı?” dedi.
Fırat’ın karısının alnına derin bir buse kondurup, “S-sen uzan, ben nam-maz kılıp hemen-n yanına gel-leceğim.” dedi şefkatle. Yerinden kalkacağı sırada Günçiçek Fırat’ın kolunu tutup engelledi.
“Fırat, bende seninle beraber kılayım mı?” dediği an Fırat’ın gözlerin de güneşi andıran bir ışıltı belirdi. “Olur y-yavrum.”
Günçiçek Fırat’ın kucağından kalkmaya meyletti ama Fırat izin vermedi. Her yer cam kırıklarıyla dolu olduğu için karısını kucağından indirmeden yataktan kalktı ve banyoya girdi. Günçiçek’i lavabonun önüne bıraktıktan sonra, “Abdestini al bek-kliyorum-m seni.” dedi ve banyodan çıktı.
Günçiçek fazla aynaya bakmadan hızlıca abdest aldı. Ne halde olduğunu görmek istemiyordu. Banyodan çıktığında Fırat etraftaki cam parçalarını toplamış iki de seccade sermişti.
Günçiçek önce üzerinde geceliği çıkartıp namaz için uygun bir elbise giydi. Ardından yazmasını da uygun bir şekilde bağlayıp onu bekleyen kocasının arkasına geçti.
Hemen Fırat’ın arkasında yerini aldığında beraber namaz kılmaya başladılar.
Yatsı namazını beraber kıldıktan sonra Günçiçek hemen başını Fırat’ın omzuna yasladı. Artık eskisi kadar kötü hissetmiyordu. Sanki bir el göğsüne uzanıp tüm kötü düşünceleri almıştı. Huzurluydu, az önce nefesini kesen tüm duygular sanki kuş olup uçmuştu. İçine sığmayan bir coşku vardı.
“Ne zamandan beridir kılıyorsun?” diye sordu Günçiçek merakla. Başını Fırat’ın omzuna yaslamış alttan alttan bakarken.
“K-küçüklüğüm-mden beridir.”
“Bende çok isterdim ama pek vaktim olmuyor.”
“Vakti veren-ne mi vaktin y-yok Balkız’ım?” dediği an Günçiçek ne cevap vereceğini bilemedi. Gerçekten ona şu 24 saati veren Rabbine verecek bir saati bile yok muydu?
“Biliyor musun Balkız’ım? Rab yalnızca karşısında görmek istediklerini huzuruna çağırırmış, eğer Rabbin seni görmek istemez ise çağırmazmış huzuruna ama eğer isterse ne olursa olsun yüreğinin en derinliklerine yerleştirir o aşkı.” dedi Fırat kekeleyerek. Günçiçek’in gözleri yaşla doldu. Rabbi onu görmek istemiyor muydu bunca zaman? Niye görmek istesin ki o ne yapmıştı Rabbi için? Peki şu an yüreğimdeki huzur neyin nesiydi? Rabbi onu görmek istediği için miydi bu huzur?
“Fırat?”
“Balkız?”
“Beni de uyandırır mısın namaza?”
“Uyandırırım Balkız’ım.” dedi Fırat yüzünde kocaman gülüşü ile.
Karısını anlına küçük bir öpücük kondurup “Uyuyalım mı artık?” Günçiçek hemen başını sallayıp ayağa kalktı. Fırat yerdeki seccadeleri toplarken o da başındaki yazmayı çıkartıp bir kenara koydu.
Yatağa yerleştiğinde Fırat da çok geçmeden üstünü değiştirip karısını yanına uzandı. Günçiçek hemen kocasını kolları arasında yerini alırken Fırat karısını sıkıca sardı.
****
Ertesi sabah Fırat namaz için uyandığında karısını da uyandırdı. Beraber namaz kıldıktan sonra tekrar yatağa uzandı. Normalde aşağı inerdi ama bugün inmek istemiyordu. O kız hâlâ buradayken yüz yüze gelmek istemiyordu.
Fırat banyodan çıktığında karısının tekrar yatağa girdiğini gördüğünde kaşlarını çattı. Günçiçek’in hâlâ tam anlamıyla iyi hissetmediğini, dün geceki sözleri düşündüğünü biliyordu.
Büyük adımlarla karısının yanına gidip yatakta ki boşluğa oturdu. Parmak uçlarıyla karısının saçlarını sevdi. “Kalkmayacak mısın, Balkız’ım?”
Günçiçek küçük bir çocuk gibi omuz silkti. “Kalkmak istemiyorum.”
Fırat karısının saçlarıyla oynarken karısını nasıl mutlu edeceğini, dün geceyi nasıl unutturabileceğini düşündü. Aniden aklına düşen fikir ile karısına yaklaştı. “Bugün seni babanlara götüreceğimi söylesem de mi kalkmayacaksın?”
Günçiçek hızla yerinden doğrulurken beklentiyle kocasına bakıyordu. “Gerçekten götürür müsün, Fırat?”
“Sen istersen elbet götürürüm Balkız.”
“Gidelim,” dedi heyecanla. “Lütfen gidelim.”
Anne ve babasını öyle özlemişti ki... Gözleri doldu hemen. Kocasına döndü. Fırat’ın bakışları aşk ve şefkatle parlıyordu. Günçiçek kalbi yine rotasını şaştı. Ama bunun sebebini biliyordu. Günçiçek Fırat’a aşık olmuştu. Hiçbir şeyden emin olmadığı kadar emindi artık.
Anlık bir cesaretle kollarını kocasının boynuna dolayıp dudaklarını birleştirdi.
Fırat’ın eli karısının yüzünü buldu. Şefkatle okşarken yanağını okşarken karısının karşılık verdi. Günçiçek’i teni arzu duyuyor diye değil kalbi arzu duyuyor diye öpüyordu... Bu adam sevilmez miydi?
BÖLÜM SONU
Bölüm nasıldı?
Arkadaşlar benim bu çiftimin tatlılığı şaka mıdır?
Nasıl bir güzellik bunlar?
Ama Fırat'ın Günçiçeğin saçlarını taraması?
Kimler Fırat ile evlilik hayalleri kurmaya başladı. Bizim çoktan çocuklarımız bile oldu😌
Neyse bu bölüm çok güzeldi ama sanki diğer bölümde bana sövecekmişsiniz gibi hissediyorum.
Her neyse bir sonraki bölüme kadar Allah emanet olun.
WATTPAD:guullaarreess63
INSTAGRAM: kara_gul_ _63
TİK-TOK: guullaarreess63
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |