
Yeni bölüm geldiiiiii
Bölüm sonunda buluşalım.
Bolca yorum yapmayı unutmayın.
KEYİFLİ OKUMALAR
♡
♡♡
Kalbimin kapıları açık sevdiğim,
Gel misafirim ol.
♡
♡♡
Karanlık...
Derin bir karanlık sarmıştı etrafımı. Önce beni içine çekti. Tüm hayallerimi öldürüp umutlarımı yıktı. Derin, ışıksız bir kuyuya bıraktı beni.
Ardından etrafımı sardı, sevdiklerimi içine çekmeye çalıştığında dimdik durmaya çalıştım. Karanlığa meydan okuyup kendi aydınlığımı yaratmaya çalıştım ama nafile bir çabaydı benim için. Karanlık çoktan duvarlarıma sinmişti. Bana artık o karanlıkla yaşamak düşmüştü.
Sonra bir el uzandı yalnızlığıma. Başkaları gibi beni kırıp geçeceğini zannetim ama o el kırık tüm yanlarımı öperek iyileştirdi.
Karanlığın ve yalnızlığın sindiği duvarları yıkıp yeni bir yuva inşa etti. Göğsünün tam ortasında benim için bir yer ayırdı. Orası benim sığınağım oldu. Orada saklandım, orada güldüm, orada ağladım. Kalbimi sevgiyle kuşatıp karanlığı söküp attı ruhumdan.
Şimdi, bu anları yüzümde derin bir tebessümle hatırlıyorum.
Yaşadıklarına meydan okuyan bir genç kızdan her şeye rağmen dimdik durup üç çocuğa annelik yapmış bir kadın duruyordu artık herkesin karşısında. Herkese ve her şeye rağmen gerçekten gülebilen bir kadın vardı artık.
Ama o kadının biri, iki yaşında olmak üzere üç tane çocuğun beşinden koşması gerekiyordu artık.
“Kızım,” diye bağırdım sabahtan beri tüm evi tavaf etmemi sağlayan küçük kızımı ararken.
Her zaman olduğu gibi sabahın erken saatinde uyanmış, kim bilir hangi odayı dağıtmaya başlamıştı yine.
En üst kata geldiğimde kendi odama yönelip kapıyı açtım. Başımı ileri uzatıp, “Kızım,” diyecektim ki gördüğüm görüntü kelimelerimin havada kalmasına sebep oldu.
Asena ayaklarının içinde kayboldu topuklu ayakkabıları ve elinde tuttuğu, muhtemel bana ait olan, rujla aynanın önünde duruyordu.
Beni gördüğünde elindeki kırmızı ruju havaya kaldırıp, “Anee!” diye bağırdı.
Gülmek ve ağlamak arasında gidip geliyordum. Ağlamak istiyordum çünkü Asena elindeki kırmızı rujla elbisesini boyamıştı. Üzerindeki elbisesi bayramlığıydı ve bayram günü yeni bir elbise bulabileceğimi zannetmiyorum. Gülmek istiyordum çünkü elbisesiyle beraber yanağı, burnu, alnı, kaşı, çenesi... kısacası yüzünün her yanı kırmızı rujdu.
İçeri girdiğimde bana aldırmadan aynaya bakmaya devam etti. Dudaklarını öne doğru büzüp ruju sürmeye devam etti ama ruju dudakları hariç her yere sürdü.
Tam önünde durduğumda bir dizimi yere koyup önünde eğildim. Aynı boya gelmemizle bana döndü tekrar. Elinde ki ruju göstererek, “Ane sülüm mü?” dedi.
Gülüşümü zorlukla bastırıp, “Sür anneciğim,” dedim.
Ruju dudaklarıma yaklaştırıp taşırarak sürdü. Ardından çok güzel bir şey yapmış gibi mavi gözlerini kocaman açarak, “Çoo düzel odu ane.*” dedi.
*çok güzel oldu anne.
“Öyle mi?” diye sordum gülerek. Başınıı hevesle sağladığında sarı saçları önüne düştü. Gülümseyerek saçlarını düzeltip, “Hadi gidip banyo yapalım anneciğim. Bak bugün bayram, birazdan baba gelecek. Amcalar gelecek. Güzel olmayalım mı?” dedim.
Asena başını hevesle sallayıp, “Düzel olalım ane,*” dedi.
*Güzel olalım anne.
Başımı sallayıp ayağındaki topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Hevesle elimi tuttuğunda elimi tutan eline küçük bir öpücük kondurdum.
Beraber banyoya gireceğimiz sırada çalan kapı küçük kızımın dikkatini dağıttı ve Asena elimi bırakıp bağırarak odadan çıktı. “Baba deldi!*” diye bağırarak aşağı inerken bende endişeyle peşinden koşuyordum.
*Baba geldi!
“Kızım bir dur, düşeceksin!” Arkasından bağırsam da bana aldırmadan merdivenlerden koşmaya devam ediyordu.
Aşağı indiğinde kısa boyuna rağmen kapı koluna tutunup açtı. Karşısında babasını gördüğünde sevinçle, “Baba!” diye bağırdı.
Fırat gülümseyerek Asena’ya uzanıp kucağına aldı. Küçük kızım hemen yüzünü Fırat’ın göğsüne gömdüğümde Fırat gülerek Asena’nın saçlarını öptü.
Asena kıkırdayarak başını kaldırıp, “Baba düzel odum, ane de düzel ba,*” dedi. Yeni yeni konuştuğu için konuşurken birçok harfi yutuyordu.
*Baba güzel oldum, anne de güzel oldu bak,
Asena yüzünü Fırat’ın göğsüne gömdüğü için Fırat’ın beyaz gömleği kırmızı rujla boyanmıştı. “Kızım bak babanın gömleğini de kirlettin, hadi gel elbiseni değiştirelim,” dedim tekrar kollarımı açarak. Ama kızım bana gelmek yerine daha çok sokuldu babasına.
Derin bir nefes alıp Asena’yı Fırat’ın kucağından almaya yeltendim ama bu sefer uzaklaşan Fırat oldu. Sinirlerime hakim olamayarak, “Yeter ama baba kız işime engel olup duruyorsunuz. Kızım sende gel artık,” dediğimde Fırat bana yaklaşıp bir elini belime yerleştirdi. Başıma küçük bir öpücük kondururken, “Sakin ol Balkız,” dedi. “Biz şimdi kızımla üstümüzü değiştirir geliriz, olur mu?”
Bana bu kadar güzel bakarken ona hayır demek ne kadar mümkündü ki? Başımı aşağı yukarı sallarken, “Çabuk olun ama,” demeyi ihmal etmedim.
Sevgili kocam başını sallayıp yanağıma küçük bir öpücük kondururken, “Yakışmış,” diye fıdıldadı kulağıma.
Kucağında Asena’yla merdivenlerden çıkarken kaşlarımı çatarak arkasından baktım. Neyden bahsediyordu?
Bakışlarım kısa bir an kapı önündeki aynalı dolaba takıldığında neyden bahsettiğini anladım. Dudaklarımdan yanağıma doğru uzanan kırmız ruju gördüğümde kendi halime güldüm. Üç çocuk annesi olmak bunları gerektiriyordu sanırım.
Önce lavaboya gidip ruju sildim ardından Ayşegül’ü uyandırmak için odasına yöneldim. Bayramdan dolayı Ayşegül buraya gelmişti. Aslında bayram olmasa da Ayşegül buraya gelecekti çünkü Tarık uzun süredir askerdeydi. Okulu yüzünden gidemediği için askerliğe şimdi gitmesi gerekmişti.
Odanın önüne geldiğimde kapıyı çaldım ama ses gelmeyince Ayşegül’ün hâlâ uyuduğunu düşünerek içeri girdim. Düşüncelerim doğru yöndeydi çünkü Ayşegül kollarının arasındaki Sakine annemin elbisesiyle uyuyordu.
Yüzüme buruk bir tebessüm yayılırken ilerleyip yatağının yanındaki sandalyeye oturdum.
Şüphesiz Sakine annenin ölümü en çok Ayşegül’ü yıkmıştı. Hepimiz için beklenmedik bir şeydi. Asena doğalı bir hafta olmadan Sakine annenin ölümü hepimizi yıkmıştı. Fırat kızının gelişine mutlu olamamıştı bile. Annesinin ölümünden sonra babasını ölümünden sonra yaptığı gibi kollarını açıp tüm kardeşlerini sarmıştı. Ama kimsenin onu sarıp sarmalamasına izin vermemişti.
■■■
İKİ YIL ÖNCE
Gözlerimden akan yaşla kollarımın arasındaki kızımı emzirmeye devam ettim.
Asena’nın gelişi benim için çok beklenmedikti. Daha Berat dört yaşını doldurmadan Asena’ya hamile kalmıştım. Evet üçüncü bir çocuğumun olmasını istiyordum ama bu kadar erken planlamamıştım. Asena süpriz yumurtası gibi aniden hayatımda belirmişti.
Ama kızım gelişiyle hayatımda açan çiçeklere sevinemeden koca bir yangın çıkmıştı bağrımın tam ortasında.
Bu eve gelin geldiğim ilk günden itibaren anne bildiğim kadın hayattan göçüp gitmişti. İlk geldiğimde bana uzak olsa da hiç bir zaman gönlümü kıracak bir şey yapmamıştı. Sonralarda o da bana alışmış, kızı gibi davranmıştı.
Gözümden akan yaşları hızla silip daha iki haftalık olan kızıma baktım. İlk doğduğunda bana geceleri haram etse de bu birkaç gündür sessizliğe bürünmüştü. Tüm evin yasa büründüğü gibi o da yasa bürünmüştü sanki.
Elimle birkaç tel olan sarı saçlarını okşayıp yüzüme zoraki kondurduğum gülüşle, “Annem, doydun mu güzel kızım,” dedim titreyen sesimle.
Yeni yeni açılan ama daha rengi belli olmayan gözlerini kırpıştırarak bana baktı. Birkaç saniye bakıştıktan sonra ikimizin de bakışları aynı anda kapıya döndü. Bu akşamda gelmeyecekti sanırım. Birkaç gündür Ayşegül çok kötü olduğu için onunla beraberdi Fırat.
Belki bencillikti belki de yanlıştı ama benim yanımda olsun istiyordum. Kollarımla onu sıkıca sarıp sinemde uyutmak istiyordum.
Farkında değildi belki ama herkesi saklarken o dışarda kalıyordu. Herkesi yağmurdan koruyor ama o sırılsıklam oluyordu.
Bakışlarımı tekrar kızıma çevirip, “Sende babayı özledin değil mi kızım...” diyecektim ki kollarımın arasında uykuya dalan kızımı fark ettim.
Varla yok arasında ki saçlarına birkaç öpücük kondurup yataktan kalktım. Asena’yı yatağına yatırdım. Saçlarıma siyah yazmamı bağlayıp üzerime uzun bir hırka aldım.
Şimdi gidecek ve sevdiğim adamı yağmurdan koruyacaktım. Gerekirse ben ıslanacak ama bir gece daha yalnız kalmasına müsade etmeyecektim.
Odamdan çıktığımda parmak uçlarımla merdivenlerden inmeye başladım. Sabah cenazeden dolayı hınca hınç dolu olan konak gece yarısı derin bir sessizliğe bürünmüştü.
Fırat’ın, Ayşegül’ün yanında olduğunu düşünerek Ayşegül’ün odasına geldim. Uyuyorsa uyandırmamak adına kapıyı çalmadan birazcık aralayıp başımı içeri doğru uzattım.
Odada Fırat’ı bekliyordum ama Ayşegül’le sarmaş dolaş uyuyan Tarık’la karşılaştım. Onları rahatsız etmemeye dikkat ederek ederek kapıyı kapatıp salona indim.
Tarık şehir dışında olduğu için cenazeye katılamamıştı. Ne kadar gelmeye çalışsa da mümkün olmamıştı. Görünüşe göre gelmişti artık.
Üzerimdeki hırkaya sarılarak salona indiğimde yine bulamadım onu. En sonunda bahçeye indiğimde, bahçenin bir köşesinde plastik sandalyeye oturur buldum onu. Öne doğru eğilmiş, dirseklerini dizlerine yaslamış bir şekilde yere bakıyordu.
Öyle yalnız ve mahsun duruyordu ki bu hali canımı yaktı.
Adımlarım tam önünde durduğunda beni fark etmesi için, “Fırat,” diye seslendim kısık bir sesle.
Bakışları beni bulduğunda hızla ayağa kalkıp, “Ne oldu güzelim? Asena iyi mi? Sen... sen niye burdasın? Hava soğuk sen de rahatsızsın, hadi içeri geç,” dedi.
Söylediği hiçbir şeye aldırmadan elimi yanağına yaslayıp uzmış sakallarını okşadım. Saçları dağılmış, gömleğinin birkaç düğmesi açıktı. Birkaç günde yüzü çökmüş, uykusuzluktan göz altlarında halkalar belirmişti.
Onu bu halde bulduğum için deli gibi ağlamak istiyordum.
“Fırat,” diye fısıldadım titreyen sesimle. Gözlerim dolmuştu ve her an ağlayabilirdim. “İyi misin, sevdiğim?”
Sorum karşısında göz bebeklerinin titrediğine şahit oldum. İyi değildi işte. Biliyordum. Bu durumda nasıl iyi olabilirdi ki?
Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldığımda başımı boynuna gömdüm. Kolları anında belimi sararken başını benim gibi boynuma gömdü.
Derin bir nefes aldığını hissettiğimde, “Değilim,” diye fısıldadı. “Değilim Balkız. Dünyanın tüm yükü omuzlarıma binmiş gibi hissediyorum. Taşıyamıyorum artık. Altında eziliyorum sadece.”
Ellerim saçlarını bulduğunda teselli verir gibi okşadım. “O zaman bırak yardım edeyim sana. Yükünü benimle paylaş sevdiğim. Ya da yaslan bana,” dedim.
Boynumu akan bir damla yaşı hissettiğimde endişeyle Fırat’tan ayrılmaya çalıştım ama bana daha sıkı sarıldı. Ağlıyordu.
Tenime değen gözyaşı canımı yakıyordu.
“Özür dilerim,” dediğinde bende ağlamamak için kendimi zor tuttum.
“Neden?” dedim sesimin titrememesine özen göstererek. Ama boşa bir çabaydı. Sesim fazlasıyla titriyordu.
“Seni, kızımızı yalnız bıraktım. Ne iyi bir baba oldum ne de iyi bir eş.”
“Hayır,” diyerek hızla sözünü kestim. “Hayır, Fırat. Hiçbir zaman böyle bir şey hissetmedim. Ben kızımız, ilk doğduğunda zarar gelir diye kucağına almaya korktuğun zaman ne kadar güzel bir adama kalbimi emanet ettiğimi anladım. Asena ilk doğduğunda bir şey olur korkusuyla tüm gece gözünü bile kırpmadan baktığında ne kadar güzel bir baba olduğunu anladım.”
Kendimi geri çekip kızarmış gözlerine baktım. Elimi yanağına koyduğum da yüzünü avucuma yaslayıp gözlerini kapattı. Güzel gözlerinde bir damla yaş kirli sakallarına karıştığında dudaklarımı sakallarına bastırdım. Dudaklarım yüzünde gezinip çektiği acıyı bir nebze olsun azaltmaya çalışırken, “Artık kendini suçlamak yerine bana yaslan sevdiğim. Ben yüküne ortak olurum,” diye fısıldadım.
Kollarımın arasında ki bedenin gevşediğini hissetiğimde gülümsedim. Onunda yüzünde benimkine benzer bir gülüş belirdiğinde elleri yüzüme uzanıp avuçlarının arasına aldı. Siyah gözleri yüzümün her zerresinde gezinirken, “Nesin sen Balkız? Fırtınanı ortasında beliren güneş mi? Yakıcı sıcağın ortasında beliren yaz yağmuru mu? Yoksa kapkaranlık dünyamı renklendiren çiçek mi?” Yüzü yüzüme biraz daha yaklaştı. Alnını alnıma yasladığında. “Nesin sen? Nasıl tek sözün, bir gülüşün tüm dünyamı aydınlatabilir? Nasıl?” diye fısıldadı.
Dudakları ban biraz daha yaklaştığında günlerdir nefessiz kalmışım gibi dudaklarına uzadım.
Kalbim sanki bu anı ilk kez yaşıyormuş gibi yerinde durmazken, gözlerim anın büyüsüne kapılıp kapanmıştı çoktan.
Dudaklarımız yavaşça ayrıldığında aramazıda sözsüz bir anlaşma başladı. Ben ellerine uzanıp kendimle beraber yürütürken o arkamdan sesizce ilerledi.
Odamızın kapısını önüne geldiğimizde kapıyı açıp onu da içeri çektim. İçeri girip kapıyı kapattığında ellerini bıraktım. Gidip yatağa uzandığımda onun için kollarımı açıtım.
Yatağın öbür tarafına gidip sesizce yanıma uzandı. Başını göğsüme yaslayıp belimi sıkıca sardığında kollarımla onu sarıp sarmaladım.
Saçlarına küçük bir öpücük kondurup küçükken uyumadığım zamanlarda babamın bana söylediği niniyi mırıldandım.
“Çamlıbel’den çıktım yayan
Dayan ey dizlerim dayan
Kardaş atlı bacı yayan
Bebeğimin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan
Bey babası gelir şamdan
Bebeğimin beşiği bakır
Yerinden kalkmıyor ağır
Ben sallarım takır takır
Nenni nenni, nenni nenni
Nenni nenni, nenni bebek oy!”
■■■
Ayşegül’ü uyandırdığımda tamam diyerek beni odadan kovmuştu. Uyanacağından şüphe etsemde çok fazla üstelemeden odasından çıktım.
Misafirlerin gelmesine az kalmıştı bu yüzden mutfağa gidip son hazırlıkları yapmam gerekiyordu ama içimdeki meraka engel olamıyordum.
Acaba Fırat ve Asena ne yaptı?
Bunu daha fazla düşünmek yerine adımlarımı merdivenlere çevirip yukarı çıktım. Odamızın kapısına geldiğimde başımı sessizce aralık kapıdan uzatıp ne yaptıklarına baktım.
Fırat eline aldığı küçük havluyla Asena’nın yüzünü kurutuyordu. Asena’nın kirlenmiş elbisesinin yerine pembe bir tulum giydirmiş ve yüzünü yıkamıştı.
Fırat, Asena’nın yüzünü kurutma işini bitirdiğinde havluyu yatağa bırakıp küçük kızımızın koltuk altlarından tutup aynalı dolabın önündeki pufa oturttu.
Asena’nın kucağına tokalarının bulunduğu sepeti bırakıp tarağa eline aldı. Asena’nın sarı saçlarını yavaşça tararken, “Seç bakalım tokanı,” dedi.
Asena’nın küçük parmakları tokaların üzerinde gezerken çiçek desenli tokayı havaya kaldırıp, “Bu düzel mi baba?” dedi.
Fırat bakışlarını kısa bir an tokaya çevirip, “Güzel,” dedi.
Asena çiçekli tokayı bırakıp kelebek desenli tokayı aldı eline.
“Bu düzel mi, baba?”
“O da güzel, kızım,”
Asena kelebekli tokayı da bırakıp yaprak desenli tokayı aldı.
“Bu baba, bu düzel mi?”
Fırat gülümseyerek Asena’nın saçlarına küçük bir öpücük kondurup, “Hepsi çok güzel, kızım. Hadi seç birini de takalım saçlarına,” dedi.
Asena başını sallayıp kirazlı tokasını babasına uzattı.
“Bu osun baba,”
Yüzümde huzur dolu bir tebessüm oluştu. Fırat, Asena’nın uzattığı kiraz desenli tokayı takarken sessizce odadan ayrıldım.
Hayatımın en güzel kararı Fırat’la birlikte olmaktı. Ne kadar güzel bir adamı sevdiğimi her gün biraz daha anlıyordum. 10 yıla aşkın evliliğimizin tek bir gününde bile pişmanlık hissetmemiştim. Hep iyi ki demiştim. Fırat hep benim iyi ki’m olacaktı.
Mutfağa indiğimde pencerenin dibinde duran radyonun düğmesine basıp önceden hazırladığım böreği fırına attım.
Çayı kontrol edip dolaptan çıkardığım domates ve sakatlıkları doğramaya başladım. Bir yandan da radyodan gelen müzik sesine eşlik ediyordum.
“Ben bal arası gibiydim senden önce
Bak-“ Sözlerim aniden arkadan bana sarılıp benim yerime şarkıyı söyleyen kocamla yarıda kaldı.
“Bak pervanelere döndüm seni görünce
Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam
Yana yana kül olsam her an yine de senden ayrılamam
Bin yıl yaşasam yine sana doyamam,”
Kollarının arasında hareket edip bedenimi ona çevirdim. Kollarımı boynuna doladığımda gözlerimin içine bakarak devam etti.
“Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel
Seni almazsam gözlerim açık gider
Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel
Yoluna adadım ben gel kaçma güzel
Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel
Sana gönlümü verdim nazlı güzel.”
Elini kaldırıp yanağıma koydu. Dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondururken, “Niye tüm şarkılar türküler seni anlatıyor, Balkız?” dedi.
Gözlerimi kırpıştırarak, “Nasıl yani?” dedim anlamadığım için.
Alnını benimkine yaslayıp, “Bir gün sensin gönlümün eşi, Garip gönlümün güneşi diyor Neşet Ertaş. Başka bir zaman anladım sendin aradığım hayatım boyunca diyor Özdemir Erdoğan. Başka bir sabah gözümle gördüm, gönlümde sevdim diyor başka biri. Hepsi ayrı ayrı seni anlatıyor bana. Sanki seni düşlerken beni yazmışlar gibi.” Dedi.
Mum gibi eriyorummmm
Gözlerinin içime bakarken, tutuklu kaldım söyledikleri karşısında. Kalbim aşkı yeni tanımış bir genç kız gibi yerinde durmuyordu. Ne söyleyecektim? Nasıl cevap verecektim söylediklerine?
“Fırat,” dedim artık bir şeyler söyleme gereksinimi duyarak.
“Söyle gönlümün güneşi.”
“Sen böyle konuştuğunda sana aşkımı anlatacak kelime bulamıyorum. Konuşmasam ben,” dedim. Ardından yanağını öptüm. “Öpsem seni, duyar mısın, öpüşlerimde sana olan aşkımı?”
Dudaklarında aşık olduğum gülüşü belirdiğinde dudağımın kenarına tekrar bir öpücük bıraktı. “Duyarım,” diye fısıldadığında gülümsedim.
■■■
Çalan kapı sesiyle elimdeki bir tepsi böreği hızla masaya bırakıp kapıya koştum.
Kapının önüne geldiğimde Asena benden önce davranıp çoktan kapıyı açmıştı.
Karşısında gördüğü kişilerle, “Amca,” diye bağırdı. Önde Ahmet ve Melek, arkada Ali ve Fidan vardı. Ahmet karşısına gördüğü Asena’yı kucaklayacak sırada Ali erken davranıp Asena’yı kucağına aldı.
“Amcam,” dedi Ali, Asena’yı havaya atarken. Asena kahkaha atarken konuşamadığı için sadece sevinçle çığlık atıyordu.
Fırat bize katıldığı an Ali, Asena’yı havaya atmayı bıraktı. Fırat, Ali’nin Asena’yı böyle hunharca sevmesine birazcık(!) kızıyordu. Bu yüzden Ali çok sevgili kocamdan birazcık korkuyordu.
Ali ve Ahmet Fırat’la bayramlaştığında bende hemen gidip Melek ve Fidan’a sıkı sıkı sarıldım. Beraber içeri girdiğimizde kızlara dönüp, “Sizin çocuklar nerede?” diye sordum.
Fidan gülerek, “Sabah erkenden şeker toplamaya çıktılar,” dedi. Ferhat ve Berat da sabah erkenden çıkmışlardı.
Hepimiz oturduğumuz da tekrar bir arada olduğumuz için mutlu oldum. 6 yıl önce iki küçük aile de ayrı eve çıkmıştı. Fidan’ın, Pınar ismini koyduğu bir kızı daha olmuştu. Melek’in ise dünya yakışıklısı tabi benim oğullarından sonra Ömer adında bir oğlu olmuştu. Eee haliyle artık koca evimiz birazcık küçük gelmeye başlamıştı. Her ne kadar istemesek de iki aile de ayrı eve çıkmıştı.
Hepimiz yerimizde otururken sadece Ali yemek masasına oturmuştu. “Ooo yenge yine döktörmüşsün,” dedi böreğe uzandığı sırada. Hızla yerimden doğrulup, “Eğer Ayşegül gelmeden o böreğe dokunursan...” dedim devamını getirmeyerek. Devamını getirmeme gerek yoktu.
Bir bana bir böreğe bakıp, “Yeterli bir tehdit,” dedi ve oturduğu sandalyeden kalkıp Fidan’ın yanına oturdu. Bu haline gülüp tekrar Fırat’ın yanına oturdum.
Ali Fidan’ın yanına oturur oturmaz başını Fidan’ın dizine koydu. Fidan bize kısa bir bakış atıp, “Ali,” dedi uyarır bir tonda. Bizden utanıyordu.
Ali Fidan’ın uyarısına aldırmadan alttan alttan Fidan’a bakarken, “Buradan bakınca da çok güzelmişsin papatyam,” dedi sırıtarak.
Fidan, Ali’nin iltifatı yüzünden kıpkırmızı kesilirken Ayşegül içeri girdi. “Hoşgeldiniz güzel ailem,” dedi enerjik sesiyle. Ayşegül herkesle tek tek bayamlaştıktan sonra beraber sofraya oturduk.
Ali çayları doldururken küçük odada çalan ev telefonunu duydum. Ayşegül’e dönüp, “Bir baksana kim,” dedim.
Ayşegül yerinden kalkıp küçük odaya girip çalan telefonu aldı. “Alo,” dedi düz bir tonda. Birkaç saniye sonra ifadesiz yüzü güzel bir gülüşle aydınlandı. “Tarık,” dedi özlem dolu bir sesle. Ardından küçük odanın kapısını hızla kapatıp, “Siz başlayın, benim işim uzun,” diye bağırdı.
■■■
AYLAR SONRA
Yatağım deprem oluyormuş gibi sallandığını hissetiğimde korkuyla gözlerimi açtım. Olası bir felaket beklerken yatağın üzerinde zıplayan Berat ve Asena’yla karşılaştım. Berat benim uyandığımı gördüğü an karnımın üzerine oturup omzuma dürttü. “Anne acıktık biz,” dedi. Beynim hâlâ uyanmadığı için birkaç saniye boş boş Fırat’ın kopyası olan oğluma baktım. Siyah saçlar, siyah gözler ve esmer bir ten. Ama benzerlik sadece fizikseldi.
Berat çok yaramaz bir çocuktu. Asla yerinde durmaz sürekli bir iş peşindeydi. Kaç pencere kırılmıştı yaramazlık yüzünden bilmiyordum.
Tepkisiz bir şekilde durduğum için Asena yastığıma oturup başını uzattı. “Anee,” dedi.
Tepkisiz bir şekilde yataktan doğrulup ikisine baktım. Asena ve Berat ne yapacağımı bekler şekilde bana bakıyordu.
Aniden ikisine de uzandım ve yatağa yatırıp ikisinin gıdıklamaya başladım. Kahkahaları odada yankılanırken bende istemsiz gülümsedim.
Gıdıklamayı bir kenara bırakıp ikisinin de yanağına kocaman öpücükler kondurdum. “Ben de acıktım,” dedim ikisine bakarak. Asena’nın burnuna küçük bir öpücük kondurdum önce. “Canım yumurta ve,” Berat’ın da burnunu öpüp, “Domates istiyor.” Dedim.
Ardından çoktan uyanmış ve bizi izleyen adama döndüm, “Ama hıyar hiç sevmem,” dedim. Tekrar çocuklarıma dönüp, “Hemen elinizi yüzünüzü yıkayın ben geliyorum. Tamam mı?”
İkisi başını sallayarak koşarak odadan çıktığında bende yataktan çıkmaya kalkıştım ama belime dolanan kollar buna engel oldu.
“Bırak!” dedim yanımdaki adam.
“Bırakamam,” dedi pişkin pişkin. Pis adam!
“Beni bırakır mısınız, Fırat Bey?” dedim tiripli sesimle.
“Bırakamam Balkız Hanım.”
Evet, kendisine tirip atıyordum. Çünkü dün gece üçe kadar gelmesini beklemiştim. Kendisi ne haber vermiş ne de gelmişti. Uyuya kaldığım için ne zaman geldiğini bilmiyordum.
Haklı bir açıklaması olduğunu biliyordum. Zaten kızdığım yer geç gelmesi değil bana haber vermemiş olmasıydı.
“Balkız-“ diye başlamıştı ki hemen sözünü kestim.
“Ne Balkız? Dün saat kaçta geldin, Fırat? Ya da neden geç geldin? En önemlisi neden bana haber vermedin? Ne kadar korktum biliyor musun? Bir şey oldu korkusuyla gece üçe kadar seni bekledim ben! Niye haber vermiyorsun? Gideceğim ben! Çocuklarımı alıp babama gide-“
Bir anda yatakta hareket edip beni altına aldığında sözlerim yarım kaldı. “Balkız,” yanağımı yavaşça okşarken. “Beni dinleyecek misin?”
Alttan alttan ona bakarken, “Söyle hadi, dinliyorum,” dedim sinirle.
“Özür dilerim, sana haber veremedim çünkü vaktim olmadı. Dün ikindi tüm mahsuller yola çıktı ama yolun yarısında mahsulleri taşıyan araç bozulmuş. Apar topar oraya gidince haber verecek vakit bulamadım. Aracın yapılması da uzun sürünce geç geldim.” Sözlerini bitirdikten sonra birkaç saniye benden tepki bekledi ama hiçbir şey yapmadım. Bu yüzden “Affettin mi beni?” diye sordu.
Açıklaması karşısında tatmin olsam da canım hâlâ tirip atmak istiyordu. Kocam değil miydi? İstediğim kadar tirip atarım.
Sessiz kaldığımı görünce muzip bir gülüşle, “Dur öpeyim de tam barışalım,” dedi. Yüzüme doğru yaklaştığında onu hızla yatağın diğer tarafına itip kasıklarına oturdum. “Fırsatçı adam! Yok öyle yağma. Daha affetmedim,” dedim meydan okuyan gözlerle ona bakarken.
“Nasıl affetmedin?”
Başımı omzuma doğru eğip, “Affettim ama azıcık.” Dedim. Bir anda belimi tutup beni tekrar yatağa yatırdı. Beni tekrar altına alırken, “Tamam işte bende azıcık(!) öpeceğim,” dedi.
“Fırat! Kalk üzerimden çocuklara kahvaltı hazırlamam lazım. Aç çocuklar!”
“Bende açım,”
“Sende kalk kahvaltı yap o zaman.”
“Benim kalkmama gerek yok ki. Yemeğim zaten kollarımın arasında.”
Tekrar onu itmeye çalıştım ama hazırlıklı olduğu için bu sefer beceremedim. Dudakları boynumdan başlayıp yavaşça yukarı çıkarken huylandığım için gülmeden duramadım.
“Fırat,” dedim gülüşlerimin arasında. “Üç tane çocuğumuz var. He-“
Hızla sözümü kesip, “Evet Balkız, üç tane çocuğumuz var. Yoksa bir tane daha mı istiyorsun?” dedi çapkın bir edayla gülümseyerek.
“Hayır!” dedim kahkaha atarak. “Üç tane çocuğumuz var ve her an birine yakalanabiliriz!”
Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup, “Çocuklarımız yeterince büyüdü. Artık bazı şeyleri öğrenme vakitleri geldi,” dedi.
Gözlerim fal taşı gibi açılırken omuzlarından itip üzerimden kalkmasına sebep oldum. Neyse ki bu sefer onu itmeme izin verdi.
Yatakta oturur hale gelirken sinirle ona döndüm. “Edepsiz adam,” diye söylenirken yataktan kalkıp hırkamı üzerime giydim.
Ama sevgili kocam hâlâ yatıyor ve gülümsedim bana bakıyordu.
Allah’ım neden bu kadar güzel gülen bir kocam var? Bu kadar güzel gülmenin bir cezası olmalıydı. Bu cezayı pekala bende verebilirim.
Onun tarafına geçtim. Bir elimi omzuna koyup üzerine doğru edildiğimde yaptığıma şaşırsa da bir elini belime koyup bana ayak uydurdu.
Dudaklarım yanağına değdiğinde onu öpmemi bekliyordu. Ama ben öpmek yerine dişlerimi yanağına geçirdim. En sert haliyle ısırıp kollarının arasına sıyrılıp kapıya koştum.
Kapıyı açıp dışarı kaçtığımda arkamdan, “Bunu hesabını vereceksiniz Balkız Hanım,” diye bağırıyordu.
■■■
Sırtımı dayadığım ağacın dibinde Berat’a bisiklet sürmeyi öğreten kocamı izliyordum.
Ailecek derenin kıyısına geldiğimizden beri hepsi bisikletlerin sürüyordu. Ferhat sürmeyi bildiği için tek başına sürse de Berat ve Asena için aynı şey geçerli değildi. Fırat, Berat’a bisiklet sürmeyi öğretirken Asena da ayaklarını yere sürterek ilerlettiği bisikletiyle peşlerinden gidiyordu. O kadar tatlılardı ki sabahtan beri onları seyretsem de sıkılmamıştım.
Berat neredeyse yarım saatin ardından tek başına sürmeye başladığında Fırat derin bir nefes alarak yanıma doğru geldi.
Geldiğimizden beri Berat’la uğraşsa da bir kere olsun ne sesini yükseltmiş ne de yüzünü düşürmüştü. Of demeden uzun bir süre küçük oğlumuza bisiklet sürmeyi öğretmişti.
Yanıma geldiğinde dibime oturup bir elini belime sarıp beni kendine çekti. “Sıra sizde Balkız Hanım,” dediğinde anlamayarak gözlerine baktım.
“Ne sıras-“ Bir anda belimden tutup beni kendisiyle beraber ayağa kaldırdığında sözüm yarım kaldı. Hâlâ bir kolu belimdeyken beni kendisiyle beraber bisiklete doğru götürdü.
“Bisiklete bineceğiz.”
Kolları arasında debelenip, “Hayır Fırat,” diye mızmızlandım. “Küçükken bisiklete bineceğim diye kaç yerimi morartım biliyor musun? Artık binmek istemiyorum,” dediğimde gözlerini kısarak bana baktı. “O zaman beraber bineriz.”
Gözlerimi kırpıştırarak, “Nasıl?” diye sordum şaşkın şaşkın.
“Şöyle,” diyerek beni önüne geldiğimiz bisikletin yanına bırakıp bisiklete bindi. Ardından bir kolunu belime sarıp beni yan şekilde bisikletin ön tarafına oturttu.
Çığlık atıp inmeye çalıştım ama beni sıkı sıkı tutan kolları buna engel oluyordu.
“Fırat,” dedim korkuyordu. “Düşerim buradan.”
“Ben seni tutuyorum, korkma.”
“Ama korkuyorum,” dedim küçük bir çocuk gibi dudaklarımı bükerek. Bakışları birkaç saniye dudaklarıma kaysa da hemen kendini topladı. Başımın üstüne bir öpücük kondurup, “Kocana güven,” dedi.
Hâlâ fazlasıyla korksamda onaylar biçimde başımı salladım. Bir ayağını pedalın üzerine koyup tek eliyle bisikleti sürmeye başladığında gözlerimi sıkıca yumdum. Hâlâ fazlasıyla korkuyordum.
Birkaç saniye sonra bir şey olmadığını fark ettiğimde sıkıca yumduğum gözlerimi yavaşça araladım. Bisiklete binmek sandığımdan çok daha güzel bir şeydi.
Arabayla yolculuk ederken rüzgarın varlığını hissetmezken bisiklete bindiğinizde rüzgarla bir bütün oluyordunuz. Ve bu uçmak gibi hissettiriyordu.
Bir kolunu belime sarıp tek kolla bisikleti yavaşça süren kocama dönüp, “Daha hızlı sür,” dediğimde gülüp bisikletin hızını arttırdı.
■■■
Sabah buraya gelmeden önce küçük bir kaba koyduğum börekten küçük bir ısırık alıp suyun içinde oynayan çocuklarımı izledim. Uzun bir süre boyunca bisiklete bindikten sonra bir şeyler atıştırıp suya atlamışlardı. Bunu olacağını bildiğim için hepsine yedek kıyafet getirmiştim neyse ki.
Başımı, yanımda duran kocamın omzuna koyup, “Çok çabuk büyüdüler,” diye mırıldandığım da başımı öpüp, “Bizde yaşladık,” dedi gülerek.
Ters bir bakış atıp, “Sen yaşlanmış olabilirsin kocacığım ama ben hâlâ taş gibiyim,” dedim. Küçük bir kahkaha atıp, “Ona ne şüphe,” dedi alayla.
Başımı hızla omzundan kaldırıp, “Ne yani ben çirkin miyim? Beni çirkin mi buluyorsun? Kilo mı almışım? Aslında kilo almadım. Belki de yüzümdeki lekeler arttı. Bilmiyorum!” diyip ayağa kalkmaya yeltendiğim. Bir anda kendi kendime moralimi bozmuştum. Hızla belimden tutup engel oldu.
“Sen çirkin değilsin. Seni hiçbir zaman çirkin bulmadım. Kilo falan almadın. Alsan da çok güzel olacağına eminim. Yüzündeki lekeler umurumda değil ve seni hala deli gibi seviyorum. Yeterli mi?” dediğinde kıkırdayarak başımı salladım ve tekrar başımı omzuna yasladım.
“Sen bu dünyanın en güzel varlığısn Balkız,” dediğinde iç çekerek göğsüne sokuldum. Burası evdi, sığınaktı, yuvayıdı. Bu adam benim her şeyimdi.
■■■
Gözlerimi zorlukla açık tutarken önümdeki tüplü televizyona odaklanmaya çalıştım ama fazlasıyla zordu. Bakışlarım kısa bir an saate kaydığında ona geldiğini fark ettim.
Televizyon başında yarı uyanık şekilde oturan oğullarıma döndüm. “Beyler, uyku vakti.”
İkisi de çok fazla yorulduğu için itiraz etmeden uyuşuk adımlarla ayağa kalkıp kapıya yöneldiler. Tam çıkacakken arkalarında bağırdım. “Hani benim tatlı rüyalar öpücüğüm,” dedim ve hemen yanımda oturan kocama dönüp şikayet ettim. “Fırat, beni sevmiyorl-“ İkisi pıtı pıtı yanıma koşup aynı anda yanağıma kocaman öpücükler kondurduğunda gülümseyerek ikisinin poposuna birer şamar atıp odalarına gönderdim.
Tekrar yanımdaki kocama döndüm. Asena Fırat’ın göğsüne sokulup uyuya kalmıştı. Fırat da yavaş yavaş Asena’nın sarı saçlarını okşuyordu.
“Fırat hadi Asena’yı yatır da bizde uyuyalım,”
Fırat, Asena’nın saçlarına küçük bir öpücük kondurup derin bir nefes aldı. Ardından yerinden kalkıp Asena’yı yatırmaya gitti.
Benimde kalkıp odama gitmem gerekiyordu ama yerimden kalkacak halim yoktu. Bu yüzden Fırat’ın dönmesini bekledim.
Dakikalar sonra Fırat döndüğünde hiçbir şey söylemeden sadece kollarımı kaldırıp beni kucağına alması gerektiğini belirttim.
İsteğimi hemen yerine getirip beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna sarıp ensesinde ki saçlarıyla oynadım. Bacaklarımı da beline sardığımda belimi sıkıca sarıp ilerlemeye başladı.
Saçlarımda ki tokayı çıkartıp saçlarımla oynarken, “Saçlarını tarayalım mı?” diye sordu. Birkaç saniye düşündüm. Dün akşam taramamıştım, bu sabahta vaktim olmamıştı. Eğer bir gece daha taramazsam saçlarımın gemici düğümüne döneceğine eminim. Bu yüzden, “Evet,” dedim.
Odamızın önüne geldiğimizde kapıyı aralayıp içeri girdi. Beni yatağa bıraktıktan sonra makyaj masasının üzerindeki tarağı alıp arkama geçti.
Saçlarımı taramaya başladığında gözlerimi açık tutmak için büyük bir mücadele verdim. Çünkü saçlarımı tararken, öpücükler kondurup derin nefesler alırken bunlara şahit olmak istiyordum.
Saçlarımı taramayı bitirip yavaşça örerken, “Babam derdi ki; seven adam sevdasının sinesinde saklar,” dedi. Saçlarımı örmeyi bitirip bağladığında hemen arkamı döndüm. Benim için kollarını açıp, “Gel sevdam,” dedi. “Saklan sineme.”
Benim için açtığı kolların arasına yerleşip huzuru en derinlerimde hissettim.
Kolları beni sıkıca sararken başımı kaldırıp yüzüne baktım. “Çok seviyorum oğlum, seni.” Gülüp yüzünü yüzüme yaklaştırıp burnunu benimkine sürterek, “Çok seviyorum kızım, seni,” dedi.
Birkaç saniye güzel gözlerine bakıp yüzüne daha da yaklaştım. Kollarımı boynuna sarıp dudaklarını öptüm. Yüzünde belli belirsiz bir gülüş peyda olduğunda, “Bu şekilde cezadan kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun,” dedi.
Kaşlarımı çatıp, “Ne cezası?” diye sordum.
Bir anda beni yatağa yatırıp üzerimde yerine aldığında küçük bir çığlık attım. “Bunun hesabını vereceksiniz Balkız Hanım, dediğimi çok iyi hatırlıyorum,” Evet demişti. Sabah onu ısırıp kaçarken söylemişti.
“Ama benim uykum var,” diye mızmızlandım hemen.
Üzerime biraz daha eğilip, “Bu uzun bir ceza olacak. Uyumayı bir süre unut,” dedi ardından dudaklarını benimkine yaslayıp beni öptü. Kollarımı boynuna sarıp öpüşünce karşılık verdim.
Sanırım bu cezayı sevmiştim.
İnsan bazen dipsiz bir kuyuya düştüğünü hissediyor. Karanlık, soğuk ve çıkılması imkansız kör bir kuyu. Yalnızlık hissi tüm bedeni esiri altına alıp infazını verir. Sesini çıkartamıyor, itiraz edemiyorsun.
Bazen insanlar bazen de nedenler seni karanlık kuyuya iter. Beni zorla ittiler o karanlık zindana. Çığlık attım, haykırdım, isyan ettim. Ama tek bir kişi bile duymadı sesimi. Ya da sadece duymak istemediler.
Karanlık beni yavaş yavaş içine çekti. Aldığım her nefes bana yaşamı sorgulattı.
Sonra etrafımda insanlar dönmeye başladı. Bana ışık olacak beni kurtaracak zannederken hepsi karanlığıma karanlık ekti.
Katilimin canını almak yerine ruhumu söküp aldılar bedenimden. Yine kimsenin sesi çıkmadı. Yine herkes seyirciydi bu katliama.
Sonra onu gördüm... Bana yeniden nefes olan adamı. Önce beni söküp aldı o karanlıktan, tüm yaralarımı sarıp öptü. Elimden tutuşu bana nefes aldırdı, gözlerime bakması beni hayata döndürdü.
Önce etrafımdaki tüm ışıkları yaktı. Ardından hiçbir ışık olmadan bana parlamayı öğretti. Sırdaşım, arkadaşım, cennet yolunda yoldaşım oldu. Her şeyi alınmış bir kadının her şeyi oldu.
Yuvam oldu ve ben de yuvamı iyileştirdim. Açamadığı kapıları açtık beraber, yürüyemediği tüm yolları yürüdük beraber. Onda beni, bende onu var ettik.
Hiçbir şey silinmedi hayatımızdan. Ne gözyaşlarımız ne anılarımız... Hepsi yine bizimle birlikte oldu. Ama Biz onları hatırlamayacak kadar mutlu olduk.
SON
Klasik cümlemizi sormadan geçmeyeceğim.
Bölüm nasıldı?
Nasıl başlayacağım, ne diyeceğimi bilmiyorum bu yüzden öncelikle bu yolda daima yanımda olup saçma sapan yorumlar yapan iki arkadaşım Nisa ve Rojda’ya teşekkür ederim.
Ve yine bu yolda tanıştığım Ceylan ablaya ve Günçiçek’in hamilelik dönemini yazarken kendi hamilelik dönemini anlatarak bana yardımcı olan Gamze ablaya teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
Ve son olarak kitabımı en az benim kadar sevip sahiplenen, her anımda destek olan, varlığını bir adım uzağımda hissettiğim Hatice Kübra, iyi ki varsın.
Ve bu yolda daima yanımda olan binlerce okuyucum hepiniz iyi ki varsınız. Benimle iletişime geçen tüm okuyucularıma da ayrıca teşekkür ederim. Buralara gelmemin en büyük etkeni bana aniden atılan tatlı mesajlardı.
İlk kitabım olmasına rağmen LALO’yu bu kadar sevmeniz benim için çok değerliydi.
6 ay süren ve benim için unutulmaz bir zamandı. Beraber ağladık, güldük, sövdük, eridik... Sizinle yaptığım her şeyi ayrı ve çok güzeldi. Bu günlerimi yüzümde güzel bir tebessümle anacağım hep. Bazen kalbim kırıldı. Bazen belki de ben kırdım kalbinizi. Eğer bilmeden birinizin kalbi benim yüzümden kırıldıysa üzgünüm. Bilerek yapmadığı bilin. Neredeyse hiçbirinizi tanımıyorum ama hepiniz benim için çok değerlisiniz. Biraz bile olsa kalbinizde yer kapladıysam ne mutlu bana. (Çok duygusalım bu yüzden yazamıyorum.)
Ayrıldığımızı falan düşünenler çabuk bu düşünceyi kafalarından atsın lütfen. Önümüzde daha yolumuz var.
Küçük bir açıklama da yapayım, Ferhat’ın kurgusu gelmeyecek ama çok isterseniz onunda İdil ile yaşadıklarını anlatan uzun bir özel bölüm gelebilir. Lalo, evreninden tanıdığınız Günçiçek’ın kız kardeşi Nazlı’nın kurgusu gelebilir. Yakın tarihte bunun haberini vereceğim.
Yaniii uzun lafım kısası; siz beni bırakmadığınız sürece ben yakanıza yapışacağım.
Ve yeni kurgularım artık Kitappade uygulaması üzerinden yayımlanmayacak. Kitabım çalınıp uygulama hiçbir şey yapmadığında ben bu uygulayan olan güvenini kaybettim. Eğer hala kitabım burada duruyorsa bu sizi yarı yolda bırakmamak içindi. Lalo’nun pdf’ini yakın tarihte hazırlayıp sosyal medya hesabım üzerinden sizinle paylaşacağım ve Lalo’yu buradan kaldıracağım. Eğer Nazlı’nın kurgusu gelirse de onu farklı bir uygulama üzerinden paylaşacağım. Hangi uygulama üzerinden paylaşacağımı sosyal medya hesabım üzerinden söylerim.
Söyleyeceklerim bu kadardı. Kendinize iyi bakın.
Satırlarım size, siz Allah’a emanetsiniz. Bir başka yolculukta görüşmek dileğiyle.
Hoşçakalın🌼
Kara Gül
-Zeynep-
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |