
BU BÖLÜM HEM SENA'DAN HEMDE ARAS'TAN OLDU :)
BÖLÜMÜ YAZARKEN DİNLEDİĞİM ŞARKIYI DA BURAYA BIRAKIYORUM <3
SENA
Ruhumun yorgunluğunun sebep olduğu dingin adımlarla Selim'in mezarına doğru yürüyordum. Karanlık olmasına rağmen önümü aydınlatan ay ışığı ve yıldızlar Selim'in yanına giderken yoldaşımdı bu gecede. Olduğum yerde durup mezar taşına uzaktan baktım. Buz gibi mezar taşı nasıl da kor gibi yakıyordu yüreğimi. Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırırken burnumdan derin bir nefes aldım. Aldığım nefes ciğerlerime yetmedi. Acıyla inleyip "Selim" diye fısıldadım.
Yanına usulca oturup elimde ki mavi çiçek fidelerini mezarın üzerine bıraktım. Akan göz yaşlarımı elimin tersiyle sildikten sonra mezar taşının üzerinde elimi nazikçe gezdirip "Özür dilerim Sevgilim, son zamanlarda seni çok yalnız bıraktım. Çok özledin mi beni?" diye fısıldadım. Baykuş seslerinin bozduğu sessizliği Selim'den gelecek bir cevabın bozmasını istesem de her zaman olduğu gibi bu günde bir cevap gelmedi. Her şeye alışıyordum da bu sessizliğe bir türlü alışamıyordum.
Mezar taşının mermerine oturup bir süre adının yazılı olduğu mezar taşına baktım. Elimle toprağını avuçlayıp burnuma götürdüm. Kokusunu içime çektikten sonra akan göz yaşlarıma aldırmadan takındığım sahte gülümsemeyle "Mis gibi kokuyorsunuz Selim Bey. Toprak bile kokunu o kadar beğenmiş ki sen gibi kokmaya başlamış." dedim.
Yüzümde ki gülümseme yavaşça solarken "Selim ben seni çok özledim." duraksadım. "Bunu dediğim zaman bana kızdığını biliyorum ama senin yerine ben ölmeliydim. Ben.. Ben yapamıyorum ; senin gibi aydınlıkta kalmayı, senin gibi kırmadan dökmeden sevmeyi..." derken sesimin titremesi iyiden iyiye artmıştı.
Oflayarak bir nefes verdim. Yeniden konuşmaya başlamak için beklemek istesem de içimde ki buhran kaynayan bir çaydanlık edasıyla susmama izin vermiyordu. "İçimdeki seni bile layıkıyla yaşatmayı beceremiyorum. Selim, ben ölüyorum. Bedenim ölmüyor belki ama ruhum ölüyor."
Sözlerim dudaklarımdan dökülür dökülmez kalbim acıdı. O, böyle şeyleri konuşmayı sevmezdi. "Üç günlük dünyayı ahlarla geçirmek yerine anın tadını çıkar sevgilim." diyen adamdı. Bense uzun zaman sonra yanına geldiğim ilk anda şikayet etmeye başlamıştım. Ellerimin tersiyle akan göz yaşlarımı hoyratça sildim. Yüzüme sahte bir gülümseme takıp "Sen benim dediklerimi umursama. Bu kadar süre sensiz kalmak yaramadı bana." dedim.
Usulca esen rüzgarın tenimi okşamasıyla Selim'in bana kızgın olmadığını düşündüm. Esen rüzgarın, yağan yağmurun, çıkan güneşin hatta yanımdan geçen minicik bir canlının bile Selim'den haber getirdiğine inandırmıştım kendimi. Onsuzluğa böyle dayanabiliyordum.
Gönlünü aldığıma göre sıra özlem gidermedeydi. Yanına uzanıp "Bu gece beni göğsünde uyutur musun?" derken boğazımda bir yumru hissetsem de "Kokunda uyumayı çok özledim." diyerek sözlerimi tamamladım. Elimi toprağının üzerinde gezdirirken soğuk mermerde değil de onun sıcacık göğsünde uyuduğumu, esen rüzgârın fısıltısını değil de onun nefesinin ılıklığını hissettiğimi hayal ederek gözlerimi kapattım. "Birlikte ama ayrı bir gece daha ekleyelim takvimimize sevgilim." diye mırıldandım.
Selim'in kollarında daldığım uykudan sabah soğuğunun sebep olduğu titreme yüzünden uyandım. Yavaşça yattığım yerden kalkarken "Senin kollarında sabahın neden bu kadar hızlı olduğunu bir türlü anlayamadım. Ama bir tahminim var." dedim. Bir yandan da solan çiçeklerin köklerini topraktan ayırıyordum.
Durup mezar taşına tebessümle baktım. "İnsan güvende hissettiği yerde huzurlu bir uyku çekermiş. Benimde güvenli limanım sensin. Bir de.." derken aniden kelimeler boğazıma dizildi. Aras demek istedim ama diyemedim. Senden sonra ilk kez onun kollarında kabus görmeden bir gece geçirdim diyemedim. Ankara'ya kesin dönüş yapmışken hem Aras'ı ona anlatıp kalbini kırmak hem de daha alevi sönmeye yüz tutmamış duygularımı harlamak istemedim. Çünkü biliyordum. Aras'ı birine anlatırsam, onun unutmaya çalıştığım varlığını iliklerime kadar hissedersem Ankara'da kalma kararımı sürdüremezdim.
Karşımda sohbet ettiğim birisi varmış gibi konuyu değiştirmeye çalışarak "Mavilerinde hep solmuş. Sen mavisiz duramazsın, üzerinde illa mavi olması lazım." derken gece köşeye bıraktığım çiçek fidelerini tek tek elime alıp elimle eşelediğim toprağa dikmeye başladım. Her fideyle beraber canımdan da bir parçayı toprağa dikiyordum ki Selim'in ruhuna can olsun, onu hala sevdiğimi bilsin diye.
Elimde ki bütün fideleri diktikten sonra maviye boyanan toprağına baktım. "Biraz klasik bir laf olacak belki ama mavinin en güzel tonunun sen olduğunu biliyor muydun?" derken dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.
Her mezara gelişimde böyle olurdu. Gece yanında uyur, sabaha karşı uyanır solan çiçeklerinin yerine yeni çiçekleri dikerdim. Uyumak dışında yaptığım eylemlerde ise hiç susmadan konuşur, yeri gelince sitem eder, yeri gelince ona şakalar yapardım. Tabi o hiçbir zaman bana cevap vermez, toprağının üzerinde salınan çiçekleri ve buz gibi mezar taşıyla sessizce yüzüme bakardı. Anlam yüklemeye çalıştığım olaylarda olmasa kesin o kliniğe tekrar yatardım.
Yağmur taneleri yavaşça dökülürken başımı kaldırıp gök yüzüne baktım. Yüzümü Selim'e çevirirken dudaklarımdan yayılan buruk gülümseme ile yeni diktiğim çiçekleri okşayıp "Bak Sevgilim, gökyüzü bugün de bizim için ağlıyor. Yüreğimde ki hasret yangınını söndürmek için ağlıyor ama bilmiyor ki sen öldüğün günden itibaren her an her saniye yağmur yağsa da benim içimin hasret yangını sönmez." dedim.
Ellerim çiçeklerde gezinirken babam ile yüzleşmemi ve Fırat'ın sebep olduklarını Aras detayına girmeden anlatmaya başladım. "Yani senin anlayacağın az daha aptallığım yüzünden katil oluyordum. Ara.." duraksadım. Onun adını söyleyecekken kendimi güçlükle durdurdum. Bu hallerim sadece ruhumu değil beynimin içini de yoruyordu. Ölü bir adam ve her gün ölüme koşan bir adam arasında gidip gelmekten yorulmuştum artık. Bir tarafta 14 yıldır sevdiğim adam diğer tarafta gördüğüm ilk anda bütün hücrelerimi ele geçiren adam. Nasıl bir çıkmaza düşmüştüm ben?
Düşüncelerimden sıyrılmaya çalışarak Selim'e Yeliz ile Yavuz arasında olanları anlatmaya başladım. Neşeli şeylerden konuşup kafamı dağıtmam gerekiyordu. Yeliz'in, Yavuz'u otel odalarında takip ettiğini, kiminle yatıp yatmadığının çetelesini tuttuğunu ve bütün bunları daha ben Yavuz ile çalışmaya başlamadan önce yaptığını anlatırken yüzümde istemsiz gülücükler beliriyordu.
Biriken yağmur damlalarının biriktirdiği küçük su göletlerine bastıkça ayakkabıların çıkardığı sesler kulağıma dolmaya başlayınca öfkeyle soluduğum. Yeliz ne halde olduğumu görmek için gelmişti kesin. Bana bebek muamelesi yapmaktan ne zaman vazgeçecekti acaba? "Yeliz bir kere de rahat ver." diye söylenerek geleni görmek için başımı çevirdim.
Gördüğüm kişiyle dondum kaldım. Aras gelmişti. Hemde Selim'in mezarına. İyi de bu adam burada ne arıyordu? Ayrıca Selim'in mezarını nereden biliyordu? İç sesim "Yeliz söylemiştir." deyince ona hak verdim. Lakin hala şaşkınlığımı üzerimden atamamıştım. Neden burada olduğunu anlamaya çalışarak gözlerine baktım.
Açıklama yapmadı. Ruhsuzca bir bana bir mezar taşına bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Acaba Selim'in kim olduğunu ya da aralarında ki benzerliği mi öğrenmişti? Eğer böyle bir şeyi öğrendiyse ve kendisine olan sevgimi sezdiyse Selim yüzünden kendisine ilgi beslediğimi düşünüyor olabilir miydi? Ölü bir adamı da kıskanıp saçma sapan davranmazdı herhalde. Telaşımın sesime yansımasını bastırmaya çalışarak daha çok şaşkınlık dolu çıkarmaya çalıştığım sesimle "Aras senin burada ne işin var?" diye sordum.
Lakin yine ne bir cevap ne de bir tepki geldi. Karşımda Aras değil de ölü bir beden duruyor gibiydi. Bu hali hiç ama hiç normal değildi. Selim dışında ters giden bir şeyler vardı. Gözlerimi yüzünden çekip vücudunda gezdirmeye başladığım sırada dün akşam neden olduğum dikiş yeri dikkatimi çekti. Üzerinde ki deri cekete rağmen belli olan kan lekesini ve bileklerinden parmak uçlarına yol çizmiş olan kan izlerini görünce yutkunamadım. Yine kendine zarar vermişti, yine canını yakmanın bir yolunu bulmuştu. Bir bilseydi onun canı yandığında benim canımın nasıl yandığını....
İçimde ki Sena "Selim'in yanında bari hislerine sahip çık." diye bağırırken onu duymazdan gelip telaşla Aras'ın yanına yürüdüm. Ellerimi ceketine doğru götürdüm. Dikişin olduğu tarafta ki ceket kolunu büyük bir özenle çıkardıktan sonra üzerindeki gömleğin düğmesini yarı yerine kadar açtım. Selim'in mezarı karşısında bunu yapmak hoşuma gitmese de başka çarem yoktu ne yazık ki.
Omzunun alt kısmında bulunan dikişin bir kaç tanesinin açıldığını görünce içim yandı. Bu adam daha bir gün bile bensiz kalmadan dikişini doğru düzgün iyileştirmeyi beceremiyordu, ömür boyu bensiz kalınca ne yapacaktı? Bu gün sürekli olduğu gibi kafamda ki düşüncelerden sıyrılmayı denerken "Dikişlerini mi açtırdın sen? Ah Aras çocuk gibisin. Bir yerinde tek dikişte iyileşsin be adam." deyip tepkisini görmek için başımı kaldırdım.
Ölüden farksız görünüşünü o an fark ettim. Saçı dağılmış, gözlerinin altı uykusuzluğunu belli eder şekilde halka çizmişti. Tahminlerimden çok daha kötü bir şey olmuş olmalıydı. Neler olduğunu anlamam lazımdı. "Hem bu saçının başının hali ne? Birileriyle kavga mı ettin sen?" Soruma karşı başını sallamakla yetindi.
İçimde ki anlamsız korku ve endişe bütün bedenimi ele geçirirken dikkatle solgun yüzüne baktım. Yağan yağmur tanelerine karışan göz yaşlarını görünce "Aras sen ağlıyorsun." Yanına iyice sokulurken endişem de artmıştı. "Birine mi bir şey oldu? Niye buradasın? Niye ağlıyorsun?" derken içimde ki huzursuzluk git gide artıyordu. Aras'ın ağlaması normal değildi. Bakışları ben öldüm der gibi bakarken sanki Aras ile aramıza aşılmaz duvarlar örülecekmiş gibi hissediyordum. Duyduğum korku yüzünden kalbimin bir anlığına durduğuna yemin edebilirdim.
Göz yaşları yanağından aşağıya süzülürken bakışlarının anlamı derinleşti. Gözlerinde ki acı derinleşti. Bakışlarında pişmanlık vardı. Aras'tan görmeyi ölsem beklemediğim iki duygu şuan bedenini esir almış haldeydi. Bu sessizliği canımı sıkıyordu. Bu bakışları huzursuzluğumu arttırıyordu. Gözünden akan göz yaşı mızrak olup kalbime saplanıyordu. Beni içine attığı bilinmezlikten bir an önce kurtarmak zorundaydı. Bıkkınlıkla "Aras cevap versene." diye soludum.
Yağan yağmurun altında ıslanan yüzüme rağmen kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Aras değil Avukat." deyip duraksayınca ağzım hafifçe aralandı. Aras değil derken, bu adam neyden bahsediyordu? Acaba ona bey demediğim için mi böyle demişti? O zamanda bu hali anlamsız kalıyordu.
Beklentiyle gözlerine baktım. Ölüm fermanımı imzalayan "Selim, Selim Egeli." diye açıklama yaptığı kelimeler dudaklarından döküldü. Ellerimi hızla yüzünden çekip bir kaç adım geriledim. Beynimin içinde tuhaf bir çınlama sesi yankılanırken duyduklarımı anlamaya çalışıyordum. Doğru duymuş olmam mümkün değildi. Hatta Aras'ın burada olması bile beynimin oynadığı bir oyun olmalıydı.
Selim Egeli mi demişti o? Selim Egeli. Gözlerimi sıkıca kapattım. Biliyordum açtığımda Aras karşımda olmayacaktı. Derin bir nefes alıp yavaşça açtım. Tam karşımdaydı. Bunlar aklımın oyunu değildi . O zaman tek mantıklı açıklaması vardı; Aras benimle oynuyordu. Selim ile benzerliği yüzünden onun yanında olduğumu öğrenmiş ve şimdi aklımla oyun oynuyordu.
Göz yaşlarım öfke yüzünden akmaya başlamışken ellerimi hırsla birbirine vurup onu alkışlamaya başladım. Bu söyledikleri takdire şayandı. Beni nereden vuracağını öğrenmiş, dersine çalışıp gelmişti bu sefer. "Tam Aras Yiğitsoy'a göre bir intikam yöntemi tebrik ederim seni." diye bağırdım.
Gözleri şaşkınlıkla açılırken "Ne intikamı Avukat?" dedi. Yanıma yaklaşmak için adım attığını görünce durmasını işaret ettim. Durdu. Yumuşacık bakışlarla bana bakıp "İntikam falan yok. Ne anladın bilmiyorum ama ben Se." diyeceği anda bütün gücümle "Kes sesini!" diye bağırdım.
İşaret parmağımı yüzüne doğrulturken sesimi olabildiğince keskin tutarak "Kes sesini Aras. Sevdiğim adamın adını sakın o pis ağzına alma, kes sesini." dedim.
Başı yana doğru yatırırken göz yaşlarının daha da arttığını görebiliyordum. Dudaklarını ısırmayı bırakıp ciğerleri yerinden çıkacakmış gibi bir nefes verdikten sonra titreyen sesiyle "Susmazsam ne yaparsın? Fakülte binasında yaptığın gibi öperek mi susturursun." dedi.
13 YIL ÖNCESİ
Bu sabah büyük bir iç sıkıntısıyla uyandım. Sanki Selim elimden kayıp gidecekmiş gibi içimde büyük bir korku vardı. Onun beni ne kadar sevdiğini kendime hatırlatıp bu kötü düşüncelerden kurtulmaya çalışsam da bir türlü başarılı olamıyordum. Bu gün onunla zaman geçirmeye daha çok ihtiyacım vardı. Selim'i görmek için hızlıca hazırlanıp fakültenin yolunu tuttum.
Fakülte kapısından girince her zaman ki beklediği köşesinde durarak beni beklediğini gördüm. Yüzüme huzurun yol açtığı gülümseme yayılırken hızlı adımlarla yanına yürüdüm. Yanına yaklaşır yaklaşmaz en içten sesimle "Günaydın sevgilim" derken Selim'in kolları da çoktan bedenime dolanarak beni kendine doğru çekmişti. Kendine has olduğunu düşündüğüm parfüm kokusu burnuma dolarken Selim saçlarımı nazikçe öpüp "Günaydın Sevgilim." dedi. Her zaman yaptığı gibi bu günde m harfini uzatarak söylemişti. Bu hareketi nedensizce benim çok hoşuma gidiyordu.
Bir süre sımsıkı sarılarak durduktan sonra kollarımı yavaşça çözüp bir adım geriye çıktım. Bugün tek yapmak istediğim şey onu görmek olduğu için gözlerime yavru kedi bakışı indirip başımı yere eğdim.
İki parmağı çenemi yukarı doğru nazikçe kaldırırken yüzünde bir şey isteyeceğimi anladığında takındığı ifade vardı. Başı hafifçe bana doğru gelirken "Seni dinliyorum." dedi. Alt dudağımı ısırıp onu nasıl ikna edeceğimi düşünmeye başladım. Selim bu üniversite de burslu okuyordu ve dersleri onun için çok önemliydi. Acaba ondan böyle bir şey isteyerek bencillik mi etmiş oluyordum. Hızır gibi imdadıma yetişen iç sesim "Akşama notları alıp yarın birlikte çalışırsınız." deyip mantıklı bir fikir sununca söylemeye karar verdim.
Hızlı ve sesli bir nefes verip "Bu derse girmesek de ben sana sımsıkı sarılıp kokuna doysam." deyince neden böyle bir şey istediğimi anlamaya çalışır halde tek kaşı havaya kalktı.
Yüzüme hüznün gölgesi düşerken "İçimde bir sıkıntı var ve bunu giderebilecek tek şey sensin." dedim. Son kelimeyi ciğerlerimde kalan son nefesi vererek söylemiştim.
Kararsız bir şekilde yüzüme baktı. Onu ikna etmek için kedi yavrusu gibi gözlerine bakmaya devam ettim. "Çok mu istiyorsun." diye sorunca büzülen dudaklarımın eşlik ettiği başımı salladım.
Göz ucuyla ona bakarken elini ensesine götürüp kaşıdı. Vereceği cevap için sabırsızlansam da duruşumu bozmadım. Elini ensesinden çekip gülümseyerek başını iki yana sallarken "Tamam sen istiyorsan bu derse girmeyelim başımın tatlı belası" cevabını verince sevinçle boynuna sarılıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Bu hallerimin hoşuna gittiğini belli eden sesiyle "Beceremediğin bir şey var mı senin?" diye sordu.
Boynundan kendimi ayırıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Başımı düşünüyormuş gibi kısa süre yan yatırdıktan sonra "Sanırım var." dedim.
"Neymiş?"
Bu konuda yine reddedileceğimi bilsem de bütün gücümü toplayıp "Hala tam anlamıyla senin olamadım. Seni ikna etmeyi beceremedim." deyince sıkıntılı bir nefes verdi. "Sena bu konu hakkında daha kaç kez konuşacağız. Daha ilişkimiz çok yeni ve ben.." diye söylenmeye başladığında bu konunun bütün günümüzü ele geçireceğini anlamıştım.
Parmak uçlarımda hafifçe yükselip susması için dudaklarımı dudaklarıyla buluşturunca ne olduğunu anlayamaz halde dondu kaldı. Şaşkınlığını atıp tepki vermesini isteyerek alt dudağını ısırarak kendime doğru çektim. Dudaklarından belli belirsiz bir inleme çıkarken öpüşüme karşılık verdi.
Birleşen dudaklarımız, birbirine nefes olurken bu anda hapsolmak istedim. Dudaklarından bir saniyeliğine bile ayrılmamak istedim. Dudaklarımızın her hareketi ona karşı çekimimi daha da artırırken Selim yavaşça dudaklarını çekti.
Alnını alnıma dayayıp nefeslerimizin birbirine karışmasına bir süre izin verdikten sonra hala yoluna girmemiş nefesiyle "Susmazsan sustururum diyorsun öyle mi" diye sordu?
GÜNÜMÜZ
Söyledikleri kulaklarıma dolarken bahsettiği o anı hatırladım. Kafamın içinde düşünceler uçuşurken nefes almayı bıraktığımı fark edebiliyordum. Vücudum kontrolsüz bir şekilde titriyordu. Kontrolü ele almak zorundaydım. Bu söylediklerini nereden duyduğunu anlamak zorundaydım. "Sen.. Sen bunu nasıl?" ciğerlerime yetmeyen nefesi alıp güçlü çıkarmaya çalıştığım sesimle "Sen bunu nasıl bilebilirsin? Nereden, kimden öğrendin?"
"Kimseden öğrenmedim Sena." Gözlerini kapattı. Sesini benim de duyabileceğim bir şiddette yutkunup "Öptüğün adam bendim." dedi.
Hala benimle oyun oynuyordu. Hala bana yalan söylüyordu. Avazım çıktığı kadar "Yalan söylemeyi kes artık. Oyun oynama benimle, Selim öldü." diye bağırdım.
"Ölmedim Sena, ölmedim." Hıçkırır gibi derin bir iç çekerek. "Denedim. Sen gibi bende ölmeyi denedim. Ama ölemedim." İçinde bulunduğu çaresizlik sesine yansısa da o tınıya kulaklarımı tıkamaya çalışıyordum.
Bakışlarımı ondan kaçırıp başımı iki yana sallarken "Yalan söylüyorsun. Zayıf tarafımı bulduğun için benimle oyun oynuyorsun." dedim. Başka bir anlamı olmazdı. Söylediği şeylerin hiçbiri gerçek olamazdı. O yaşıyor olamazdı. Ben onu morgda görmüştüm. Ona sarılmıştım. O ölmüştü.
Yanıma gelip başımı avuçlarının içine aldı. "Ben Selim'im Sena. Yavuz Egelinin kuzeni Selim Egeli. Susturmak için dudaklarından öptüğün Selim Egeli." yağan yağmurla karışık akan göz yaşları yanağıma damlarken yüzüme özlemle baktıktan sonra "Senin hikayenin kahramanı Selim Egeli." deyince nefesim kesildi.
Bu sözler bizi birleştiren sözlerdi. Bu sözler beni ölümden alan sözlerdi. Ne zaman birimiz üzülse, kendini kötü hissetse güçlü olup neden ayakta kaldığını hatırlatmak için kulağına fısıldardık. Çünkü bu sözcüklerin küçük bir anısı vardı bizde. Ama bu sadece ikimizin sırrıydı. Unutma ihtimalime rağmen, bu cümleleri kendimden bile sakınıp günlüğüme dahi yazmamıştım. Bu sözcükleri biliyordu, hikayemizi biliyordu.
Hıçkırıkla karışık sesli iç çekmemle "Selim." dedim. Dudağını ısırıp başını onaylar anlamda salladı. Ağlamaktan kızaran maviliklerini usulca gözlerimle buluştururken "Benim Sena'm , Okyanus Gözlün." deyince öldüm. Öldüm ama cennete değil cehenneme gittim.
Bu gerçekten oydu. Seneler boyunca yasını tuttuğum, mezarında uyuduğum, yalvararak özürler dilediğim, kendi bedenimde hayat verdiğim adam. Onsuz sırf yaşamak için yaşadığım adam. Ve acımadan beni bu cehenneme atan adam. Ben vicdan azabından ölürken, onun kokusunu içime çekemediğim her gün yanarken o kimliğini değiştirip yeni bir hayat kurmuştu kendine. Benim nasıl yandığımı görmek bile istememişti. Ölmedim demeyi çok görmüştü bana.
Yüzümü hızla avuçlarından kurtarırken bir kaç adım geriye attım. İçimde senelerdir sönmek bilmeyen aşk ile özlem ateşi , öfke ateşine dönüşürken fısıltı gibi çıkan sesimle "Ölmedin ve bunu benden sakladın öyle mi?" dedim. Bir cevap vermeden başını önüne eğdi. Bu hali daha da sinirlenmeme neden oluyordu. Her şeye cevabı olan adamın susması beni deli ediyordu. Hırsla yanaklarımdan akan yaşı silip "Ölmedin ve benden sakladın öyle mi?" diye bağırdım.
"Sena ben.."
"Sen ne Aras? Sen ne?" diye bağırırken elimle yattığı mezarı gösterdim. "Yıllarca bu mezar taşına sen diye sarıldım ben. Yıllarca bu toprağı senin kokun diye kokladım ben." boğazımdan çıkmak isteyen hıçkırıklarım yüzünden içim içime sığmazken derin nefes aldım.
Başımı küçük bir kız çocuğu edasıyla yana yatırıp bütün çaresizliğimle gözlerine baktım. Mantıklı tek bir neden arıyordum. Onu haklı çıkarabilmek için, onu affedebilmek için tek bir neden. Yalvarırcasına "Niye ya, niye?" diye sordum.
"Çünkü bana ihanet ettiğini sandım. Bize ihanet ettin sandım." derken sesi ağlamaktan gitgide kısıldı. Gözlerinden akan yaşı silmek için yanına koşmak istesem de, her damla yaşında içim kavrulsa da yapmadım. Yapamazdım. Ben senelerce onsuzluğa ağlarken göz yaşımı silmek için o gelmemişti. Yaşadığını söylemeyi bile çok görmüştü.
"Bana gelip sormak yerine sende acımadan ceza mı kestin öyle mi? Kendini öldü gösterdin ve beni dünya da ki cehennemime mahkum ettin öyle mi?" Pişmanlıkla başını salladı. Düşünmek için durup bir kaç nefes aldım. Bu olanların gerçek olduğuna hala inanamıyordum. Hepsi kötü bir kabus olmalıydı. Mezarlıkta uyuyakalmıştım ve kötü bir kabus görüyor olmalıydım. Öyle olmak zorundaydı. Çünkü bu kadarı fazlaydı. Dayanabileceğimden çok daha fazla.
Başımı yukarı kaldırdım. Yüzüme değen yağmur taneleri belki beni bu kabustan uyandırırdı. Uyanmaya çalıştım, uyanamadım. Yağmur taneleri yüzüme çarpmaya devam edince bunun bir rüya olmadığını anladım. Selim ölmemişti, yaşıyordu. İçimde yaşatmaya çalıştığım ruhu kendi içinde günden güne kararsa da yaşıyordu. Ama artık ben yaşamıyordum. Ruhum yaşamıyordu. Her bir parçam bir yere dağıldı. Ruhum paramparça oldu. Kendi içimde kurduğum, Selim'in ruhuyla huzur bulduğum dünya başıma yıkıldı.
"Meğer 13 yıldır çektiğim vicdan azabı, 14 yıldır sadece sana duyduğum aşk boşunaymış. Meğer ben her gece senin sevdana sarılıp uyurken sen başka kadınlara sarılıp uyumuşsun. Ben içimde yaşayan Sena'yı öldürüp onun yerini Selim ile doldururken sen..." cümlemi tamamlayamadan bastırmaya çalıştığım hıçkırık dudaklarımdan kaçtı.
"Sana yemin ederim senden başkasını sevmedim. Senden başkasına sarılıp uyumadım." İnanmamı istercesine gözlerime baktı. Ona inanamadım. Hayatı yalanlar üzerine kurulu bir adama bu saatten sonra nasıl inanabilirdim ki?
"Bunun bir önemi var mı sence? Sana duyduğum hasret yüzünden senelerce her gece yastığım göz yaşlarımla ıslanırken, her gece senin resmine sarılıp uyurken senin kiminle uyuduğunun önemi var mı sence?" deyince her ne kadar kendimle çeliştiğimi fark etsem de üzerinde durmadım. Benden başkasına sarılmamış olması bana sarılmadığı gecelerin varlığını silmiyordu sadece onu kıskanmamın az da olsa önüne geçiyordu.
Allah belamı versin ki içinde bulunduğumuz bu durumdayken bile onu ölesiye kıskanıyordum. Ama bu duyguların hiç sırası değildi. Kabul aynı adamın farklı yüzlerine iki kez aşık olmuştum. Ancak beni bu adama çeken şeyinde Selim olduğunu kendime unutturmamak zorundaydım. Ben Aras'a sırf Selim'e benziyor diye yakın hissetmiştim en başta kendimi. Ve şuan anlıyordum ki biyolojik kimliği Selim olsa da o Selim değildi. Daha onun yüzünü dahi görmeden Yeliz'e söylediğim gibi "O kalpsiz adamın tekiydi. Ruhu karanlığa teslim olmuştu."
Sessizliğimi fark eden Aras'ın suya basan ayakkabı seslerini işitince nefret ve öfke kusan gözlerimi ona dikip "Kal olduğun yerde." dedim. Durdu. Pişmanlık dolu bakışlarını gözüme sabitledi. "Yavuz yalan söyledi diye döven, ihanet etti diye yanından kovan doğruluk timsali Aras Yiğitsoy aylarca gözümün içine baka baka yalan söylemiş." derken sinirle güldüm.
Bir cevap verecekmiş gibi dudakları aralandı ama sonra vaz geçti. Başını sadece öne eğmekle yetindi. Bu arada da panik atağım sinsice geldiğinin sinyallerini vermeye başlamıştı bile. Zar zor aldığım nefeslere rağmen gücümü toplamaya çalışarak "Gelip sormak bu kadar mı zordu? Gerçeğin peşine düşmek bu kadar mı zordu?" Elimi kafama götürüp birkaç kez vurdum.
Gözlerinin içi pişmanlıktan sıyrılıp karanlığa bürünürken "Gelmedim mi sanıyorsun? İşin aslını öğrenmeye çalışmadım mı sanıyorsun?" diye bağırdı. Yüzüne alayla bakıp güldüm. "Doğruları öğrenmeyi gerçekten isteseydin öğrenirdin Aras. Sen yaptıklarının ve yapacaklarının bahanesi olarak benim sana olan ihanetimi kullanmayı seçtin." derken telaşla başını hayır anlamında salladı.
"Düşündüğün ya da söylediğin gibi değil Avukat. Yaşadıklarını bilseydim senden öldüğümü saklamazdım." derken titreyen sesi ruhumun acıyla kıvranmasına sebep oluyordu. Beynim ne şekil de mantıklı açıklama yaparsa yapsın kalbimle ruhum onu istiyordu. Onun bu hallerine kanmamak için onun senelerdir yaptığını yaparak içimde ki öfkeye sığındım.
"Senin söylediklerine inandım diyelim." deyince bakışlarından küçük bir parıltı geçse de o parıltıyı söndürecek cümle döküldü dudaklarımdan "Gözünün önünde adını sayıklayıp bayılınca da mı anlamadın be seni nasıl sevdiğimi? O zamanda mı sana olan sadakatimi anlamadın?"
Öfkeyle dolu sesiyle "Anlamadım. Allah benim belamı versin ki anlamadım." dedi. Bu öfkesi bana değil kendineydi. Ama bir insan nasıl anlamazdı ki böyle bir şeyi? Nasıl sevildiğini görmezdi ki? Bunu anlamamak için aptal olmak lazımdı.
Yüzüne alayla bakıp gülümsedim. "Ya da anlamak istemedin." Yüzüme ne ima ettiğimi anlamaya çalışarak bakınca "Belki de bana acı çektirmek hoşuna gitti. Senelerdir kendi kendine çektirdiğin acının kefaretini bana ödetmek istedin." dedim.
Keskin çıkan sesiyle "Saçmalama Avukat." dedi.
"Bunların hepsini yapan sensin ama saçmalayan benim. Ya sen değil misin bana 'Bu cehennemin Zebanisi benim yanmaya hoş geldin Avukat diyen.' " deyince adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü yutkundu.
Dilinin ucuyla üst dudağına baskı uygularken başını onaylar anlamda salladı. Keskin mavilikler gözlerimle buluşurken "Benim, evet bunu ben söyledim. Peki söylesene canını yakacak ne yaptım? Senin de galeriye geldiğin ilk gün söylediğin gibi gürlemek dışında ne yaptım?" diye sordu.
Kendini haklı çıkarmaya yer arıyordu resmen. Bu hali sinirlerimin daha da çok bozulmasına sebep oluyordu. Selim olarak ömrümün yarısının içine Aras olarak da gelecek hayatımın içine etmişken utanmadan birde bana böyle bir soru sorup kendini aklamaya çalışıyordu. "Senin yüzünden nöbet geçirip hastanelik oldum ben. Az kalsın seni vuruyordum. Daha ne yapacaksın? Daha ne kadar yakacaksın?"
Bakışları keskinleşirken "Söylediğin her şeyde haklısın ama bunda değil Avukat. Ben seni kendimden korumak için İstanbul'u terk ettim. Ben senin canını her yaktığımda kendi kafama sıkmak istedim. Ben aylardır Aras ile Selim arasında yanarken ateşimden seni korumak için kendimden vazgeçtim." dedi.
Acı ve alay karışımı çıkan sesimle "Benim vazgeçtiklerimin yanında seninkinin lafı bile olmaz Aras." dedim. Yanına doğru yavaş adımlarla yürüdüm. Nefret dolu gözlerimi gözlerinin içine diktim. "Ben senin canına karşılık kendi canımı ortaya koyabilecekken sen benim göz göre göre yanmama izin verdin."
"Bende yandım Avukat. Ben yanmadım mı sanıyorsun? Elimden hayallerim, özgürlüğüm, masumiyetim en önemlisi de sevdiğim kadın alınırken ben yanmadım mı sanıyorsun?" Gözlerinde ki bakışlar kararırken konuşmaya başladığımız andan beri ilk kez sesi yükselmişti.
Ama ben yükselen sesine değil söylediği kelimelere odaklanmıştım. Seneler sonra sevdiğim adamın dudaklarında sevdiğim kadın dediğini duymuştum. Ona bu kadar kızgınken bunları duymuş olmak senelerdir yanan yürek yangınıma su serpmiş gibi hissettim.
Bakışlarında ki karanlık çekilirken acıyla baktı. "Bende yandım, hem de senin sandığından fazla yandım Avukat." işaret parmağını kalbine vurup "Sana, atan hiç bir kalp karanlıkta kalmamalı derken kendi kalbimi senelerce o karanlığa hapsettim ben. Senden alamadığım bütün intikamımı kendimden aldım. Seni içimde öldüremediğim için kendimi öldürdüm ben." dedi.
Her kelimesi içimdeki acıya bir yenisini daha ekliyordu. Söylediklerinde haklıydı. Ancak bu yaşadıklarının bedelini bana, bize böyle ödetmek zorunda değildi. İçimdeki acı fazlaydı, öfke fazlaydı, en kötüsü de ona bu kadar kızgınken içimde oluşan özlem fazlaydı. Artık dayanamıyordum. Eğer biraz daha burada kalmaya devam edersem o öldü diye kapatıldığım kliniğe yaşıyor diye kapatılmama ramak kalmıştı, hissediyordum.
"Keşke bana gelseydin. Sorsaydın Sena bu işin doğrusu ne diye. O zaman ne sen yanardın bu cehennemde nede ben." durup son kez derin bir nefes aldım. Öfkem yerini acıya bırakırken "Eğer gelseydin Allah'a seneler önce ölmüş olmasın diye yalvardığım adama seneler sonra ölmüş olsun, bunların hepsi yalan olsun diye yalvarmazdım." deyip sağ elimi yana açtım. "Ama bunların bir önemi yok. Artık biz diye bir şey yok." Konuşmaya daha fazla dermanım kalmamıştı. Ruhum bedenime iyiden iyiye yük gibi geliyordu.
"Özür dilerim. Ama şunu bil ki ne seni sevmekten vaz geçtim ne de senden başkasına sarılıp kokusunu içime çektim. " diyen Aras'ın pişman bakışları kalbimin teklemesine neden olsa da onu affedemezdim. Acının etkisiyle gülümsedim. "Açıklamalarının bir önemi yok. Özür konusuna da gelirsek bir ölüden özür dilenmez Aras, bir ölünün yası tutulur."
Daha fazla güçlü duramayacağımı bildiğim için gitmeye karar verdim. Arkamı dönüp mezarın mermerinde olan çantama yürüdüm. Selim'in adına son kez bakıp dudaklarımdan ahlar gibi bir inilti çıktıktan sonra çantamı alarak mezarlıktan çıkmak için Aras'ın yanına doğru yürüdüm.
Yanından geçtiğim esnada bileğimden sıkıca kavrayıp kendine doğru çevirdi. Gözlerimin içinde küçücükte olsa bir umut arıyordu ama yoktu. Bir ışık arıyordu oda yoktu. Hepsini kendi elleriyle öldürüp Selim'in mezarına gömmüştü. O mezarda tıpkı bu beden gibi çift kişilikti artık.
Yüzüme sevgiyle bakmaya başladı. Yüreğim yerinden çıkacak sandım. "Aşığım sana, senelerdir bitmek tükenmek bilmeyen bir tutkuyla aşığım. Sende bana aşıksın." derken susması için elimi kaldırdım. Biliyordum. Bu kadar yakın mesafeden daha fazla konuşursa, kokusu ciğerlerime daha fazla yayılırsa hiç düşünmeden affederdim onu. Ama ben onu affetmek istemiyordum. Acı çeksin de istemiyordum. Tek istediğim senelerdir yaptığı gibi bundan sonrasında da benden uzak durmasıydı.
Sesimi içimde ki aşktan arındırmayı başararak "Evet haklısın ben Selim'e hala aşığım. Ölene kadar da aşık olmaya devam edeceğim." dedim. Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. İşaret parmağımı göğsüne vurup "Ama sana değil." parmağımı mezara çevirdim. "Ben orada yatan adama aşığım. Ben orada yatan yalansız dolansız, masum adama aşığım." durup alayla gözlerinin içine baktım. "Yani sana değil Aras Yiğitsoy."
Yüzüme acıyla bakana kadar duygusuz sözlerin ağzımdan bu kadar acımasızca döküldüğünü fark etmedim. Benden uzak durmasını isterken istemeden canını yakmıştım. Canımın yanması artmaya başlamıştı. Reva mıydı bu? Ben senelerdir tek yanarken o beni umursamamıştı ama şimdi onun canı yandı diye benim de canım yanıyordu.
Gözlerini kapatıp başını beni onaylar anlamda sallarken mavi derinlikler karanlığa hapsolmuş şekilde açıldı. Eli beline doğru gitti. Belindeki silahı çıkararak elime tutuşturdu. Silahın emniyetini açıp kalbine doğrultu. Eliyle sımsıkı silahı kavramamı sağlarken göğsüne dayalı olan silahın baskısını daha da arttırarak gözlerime baktı. Acı, pişmanlık, öfke, özlem kısacası her şeyden var olan gözlerinin karanlığıyla " Sözlerinle yaralı bırakma Avukat. Elinle sık, ikimizi de kurtar bu acıdan." deyince yutkunamadım. Tükürüğüm ağzımın içinde büyüdü.
Onu tekrar kaybetme ihtimali içime çökerken her hücrem onu affetme isteğiyle yanıyordu. Yaşadığını bilirken bir kez daha onsuz kalamazdım, buna gücüm yoktu. Ama onu affetmeye de gücüm yoktu. Onu affedersem Aras ölmezdi ama ben ölürdüm. Bu kadar acının bir hiç uğruna olduğunu bildikçe onun yüzünü gördükçe ben ölürdüm.
Ne demişti Mevlana "Öyle bir yerdeyim ki; ne gitmesi mümkün, ne kalması mümkün olan, öylece bir yerdeyim işte. Vazgeçmekle direnmek arasında, akla karanın tam ortasındayım. Kaybetmenin arifesinde, yeni bir hayatın eşiğindeyim. Kalsam canım yanacak, gitsem hayatım!" Düşündüm canım mı yansın yoksa hayatım mı diye. Nefretim ve öfkem sevgimden çok daha büyüktü. Bu hikaye de ilk kez kendim için bir şey yapıp onu arkamda bırakmak zorundaydım.
Bütün hayal kırıklıklarımın ete kemiğe bürünmüş haliyle Aras'a baktım. "Değmezsin." Elimi baskı yaptığı tetikten yavaşça çektim. Gözlerimde ki korkuyu nefretle örtmeyi başarıp "Elimi kana buladığıma değmezsin. İçimde ki masumiyeti öldürdüğüme değmezsin. En önemlisi de ölüp huzura ermeye bile değmezsin." dedikten sonra çekip gitmek için yanından geçtim gittim.
Önce silahın yere düşme sesi duyuldu sonrada Aras'ın ağlama sesleri. Kalbim acıdan kıvransa da onun hıçkırıklarına kulaklarımı tıkadım. Bu sonu bize o yazmıştı. Şimdi ağlamaya, sızlanmaya hiç hakkı yoktu. Bu hikaye de bende onunla birlikte yanmaya devam edecektim. Ancak bir farkla; ben onsuzluğun acısıyla yanarken o hem bensizliğin acısıyla hem de vicdan azabının neden olduğu yükle yanacaktı. Tıpkı benim senelerdir yandığım gibi....
ARAS'IN AĞZINDAN
Selim'in mezarının karşısına oturup dizlerimi kendime çekerek kollarımı etrafına doladım. Başımı dizlerimin üzerine yerleştirirken göz yaşlarımda usulca akıyordu. Ciğerlerim yırtılırcasına bağıra bağıra ağlamak istesem de buna hakkım olmadığını bildiğim için sessizce ağlıyordum. Ne yapmıştım ben? Öfkeme kapılıp nasıl böyle bir hayat yapmıştım? 13 yıl.. Koskoca 13 yıl.. En güzel zamanlarımızı hem kendime hem Sena'ya zehir etmiştim.
Kalbimin kararmaya başladığı günü Aslan'ı öldürenleri öldürdüğüm gün diye düşünürdüm hep. Nasıl da yanılmışım. Aslında kalbim Sena'yı dinlemeden ikimizin hayatını da param parça ettiğim gün kararmış. İlk cinayetim Selim ile Sena'ymış... Kendi ellerimle bu karanlık hayatı kurmuşum ikimize. Gerçi bunca geçen zamana hayat demek de yanlış olur, cehennem. Zebanisi olduğumu iddia ettiğim cehennem...Kaybolan zamanı düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Böyle bir hatayı nasıl yapmıştım ben?
Peki ya Sena? Bu kadar yükle o ne yapacaktı? Benim ona kestiğim cezadan sonra hayatı bir kez kararmıştı zaten bu duyduklarından sonra ne yapacaktı? Onun ne hale geleceğini düşünmeden gelip kim olduğumu söylemiştim. Öldüğünü sandığın adam benim demiştim. Bir kez delirmiş bir insanın bunu kaldırıp kaldıramayacağını aklıma getirmemiştim bile. Bu kadar bencil, duygusuz kalpsiz olmak zorunda mıydım? İçim içime sığmıyordu. Selim'in mezarını sesimle yıkmak istercesine "Off" diye bağırdım. Ne mezarı yıkabildim ne de içine düştüğüm karanlığı.
Bedenime acı üşüştü. Kalbim acıyla kıvranırken "Ahh Sena. Ahh Sena'm" diye inledim. Nefret dolu bakışları yüreğimi yakıp geçse de çok nadir de olsa bana aşkla baktığı anları görmüştüm. Benden hem ölesiye nefret ediyor hem de deli gibi seviyordu. Ona bunları yapan adama hala aşkla bakabiliyordu. Nasıl bir sevap işlemiştim ki böyle bir kadının sevgisini kazanmıştım ve nasıl bir günah işlemiştim ki böyle bir kadının nefretini kazanmıştım. Başımı kaldırım yağan yağmurun içimde ki yangını söndürmesini istedim. Söndürmedi.
Olanların üzerine birde Savcının "Yaktığın yerden yakmaya geldim." diyen sesi beynimin içine hücum edince burada geberip gitmek istedim. Söylediğini yapmıştı, yaktığım yerden yanmamı sağlamıştı. Biliyordum, yaktığım can kadar canım yanacaktım.
Ama Sena'ya kendimi affettirmeyi başarırsam ikimizin de canı yanmazdı. Son sözleriyle birlikte ruhsuz bakışı geldi gözümün önüne. Gözlerinde anlık olarak sevgi görsem de giderken noktayı koymuş, hükmünü vermişti. Biz diye bir şey olmayacaktı. Beni asla affetmeyecekti. Haklıydı.
Selim'ken acizdim, elim kolum belli bir yere kadar uzanıyordu ama Aras'ken durumlar farklıydı. Aldığı davaları öğrenip başına bela olacak insanları senelerce önlemiştim. Ayağı taşa takılmasın diye önünde ki çakıl taşlarını dahi temizlemiştim. Ama bir kez bile onun benden sonra ne halde olduğunu araştırmamıştım. Bir kez bile Selim dışında hayatında bir erkek olup olmadığına bakmamıştım. Kahraman'ın kafamda kurduğu senaryoya o kadar inanmıştım ki yanındaki erkeklerin bir açıklaması olacağını düşünmemiştim.
Bundan sonrası yoktu, kararımı verdim. Başımı eğip yerde ki silaha doğru uzandım. O beni öldürememişti, bana kıyamamıştı ama ben kendime kıyacaktım. Varlığımla huzurunu daha fazla kaçırmayacaktım. Yaşamayı beceremezdim artık. Bu saatten sonra ondan uzak yaşayamazdım. Sesine, kokusuna, yüzüne kısacası ona ait her şeye bu kadar alışmışken onsuz kalamazdım. Başaramazdım.
Silahı elime alıp çenemin altına yavaşça dayadım. Sena'nın gözlerini gözümün önüne getirip parmağımı tetiğe götürdüğüm esnada Yavuz'un "Abi yapma!" diyen korku dolu sesi kulaklarıma doldu. Buraya gelmişti. Ben onun yanına gitmeyince o gelmişti. Gözlerimi açıp yüzüne acıyla baktım. "Beni affetmeyecek." İçimdeki pişmanlık ateşi kor gibi bütün vücudumu yakıyordu.
Sakinleştirmeye çalışan sesiyle "Edecek, Sena'nın öfkesi büyük ama aşkı daha büyük Aras." deyince başımı ona katılmadığımı belli eder şekilde salladım. Yanıma doğru bir adım daha attı. Gözlerinin içinde ki korkuyla yüzüme bakarken "Yaşadığı onca kötü olayı unutup kollarına atlayacak hali yoktu. Ona zaman ver Aras. Duyduklarını önce sindirsin sonrasında gider senin yaşadığın şeyleri anlatırım. Çektiğin acıları duyunca seni affedeceğine eminim." dedi.
Söylediklerinin olacağına zerre umudum yoktu. Bakışlarımı Yavuz'dan çekip Selim'in mezarına baktım. Yaşarken gömüldüğüm mezarıma. Sena beni kendi içinde öldürmüştü. Geriye kalan her şey de Aras'a değil Selim'e aitti. Belki bu gün burada ölürsem gelir mezarıma sarılır, benimle uyumaya devam ederdi. Bedenim ona kavuşamasa da ruhum kavuşmuş olurdu.
"Sıkarsan bende sıkarım." diyen Yavuz'un tehdit dolu sözleriyle daldığım mezardan sıyrılıp hızla başımı ona çevirdim. Belinden çıkardığı silahı kalbinin üzerine yerleştirip titreyen sesiyle "Sana daha dün gece söyledim. Benim için senden sonrası yok. Senden sonra benim bir amacım yok. Senden sonra benim yaşamama gerek yok" derken gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.
Buğulu bakışları sertleşirken ""Eğer o tetiğe dokunursan." başıyla Selim'in mezarını işaret etti. "O mezarın yanına bir mezar daha eklemeleri gerekir abi." Bakışlarında ufacık ölüm korkusu yoktu. Tek derdi benim yaşamımdı. Ben gibi bir pisliğin yaşamasının tek nedeni Yavuz gibi iyi insanlardan başka bir şey olamazdı zaten. Güçlükle yutkunduktan sonra acıyla gülümseyip "Değmez Yavuz. Ben gibi bir adam için ölmeye değmez." dedim.
Karanlık bakışlarına rağmen gözünden bir damla yaş aşağıya süzülürken "Değer abi. Babamın yapamadığı babalığı amcamın ölümünden sonra sen yaptıysan, beni herkesten koruduysan, kendi canının önüne benim canımın önüne geçirdiysen; senin için ölmeye de değer öldürmeye de." deyince içimde bir şeyler koptu. Çocukluğum, kardeşim, dostum benim yüzümden ne hallere düşüyordu. O kadar bencildim ki; seneler önce Sena'yı attığım ateşe şimdi Yavuz'u atacağımı fark etmemiştim bile. Hangi ara böyle vicdansız olmuştum? Ne zamandan beri sadece kendim için yaşamaya başlamıştım?
Silahı çenemin altından çekip emniyetini kapattıktan sonra yan tarafıma bıraktım. Hareketimi gören Yavuz derin bir oh çektikten sonra silahını beline taktı. Yavaş adımlarla yaklaşıp yanıma çöktü. Yüzüme sert bir şekilde bakarken "Bir kez olsun sözünden çıkmadım. Bir kez olsun yaptıklarına karşı gelmedim. Bana ne yaparsan yap, nasıl canımı yakarsan yak senin yanında durmaya devam ettim. Ama.." duraksadı. "Ama bir kez daha bana sensiz kalma korkusu yaşatırsan seni bensiz bırakırım." Eliyle Selim'in mezarını işaret edip "O mezarda da Selim Egeli değil Yavuz Egeli yatar." deyince başımı tamam anlamında salladım.
Bu gün emin olduğum bir şey varsa oda ne olursa olsun Yavuz için hayatta kalmam gerektiğiydi. O benim için yaşarken bende onun için yaşamak zorundaydım. Karanlığım, vicdan azabım yüzünden her gün bir parçam ölse de Yavuz için yaşamaya devam edecektim. İçimde bir şeyler kıpırdandı. Varlığını unuttuğum bir ses "Madem Yavuz için yaşamaya devam edeceksin, Sena için de içinde öldürdüğün Selim'i diriltme vakti gelmedi mi Aras? Sena'ya kendini ancak böyle affettirirsin. Senin aydınlığa çıkman için bu işlere giren biri ancak aydınlığa çıktığını görürse yumuşar." dedi. Doğru söylüyordu ama nasıl yapacaktım bunu?
Yavuz'a baktım. Silahı bıraktığım için bakışları eski haline dönmüştü. Sessizce, benim konuşmak için hazır olmamı bekliyordu. Yüreğimde birikenleri ona anlatmam lazımdı. Kötü duygulardan sıyrılarak ışığı bulabilirdim. "Gitmeden." duraksadım. Canımı yakan sözcükleri dilime dökmeyeli o kadar zaman olmuştu ki dudaklarımdan dökülmesi sandığım kadar kolay olmuyordu.
"Bana o kadar boş baktı ki Yavuz. İçinde ne nefret, ne öfke, ne kin, ne de aşk vardı. Bir his görmek için daha da derin baktım ama göremedim." Kuruyan dudaklarımı ıslatmak için duraksadım. Güçlükle yutkunup "Hiç tanımadığı bir yabancıya bile bir sürü anlamla bakarken bana bomboş gözlerle baktı."
"Yine söylüyorum verdiği tepkilerde haklı Aras. Ben yüzüne bir tane tokat atar diye bekliyordum, onu bile yapmadı. Bunca yıl biriktirdiği acılardan sonra bir de üzerine duydukları var. Bırak da diliyle yaralasın, bunca yılın zehrini akıtsın." deyince kuruyan dudaklarımı ıslatırken ona hak verdiğimi belli eder şekilde başımı bir kez salladım. "Haklısın Yavuz ama ne yapayım." Parmaklarımı kalbimin üzerine götürüp kaburgalarımı delip geçmek istercesine vururken "Acıyor. Önceden ihaneti yüzünden acıyordu şimdi yokluğundan acıyor." dedim.
Buğulanan gözler önce kalbime sonra da yüzüme kaydı. Çektiğim acıyı ta içinde hissettiğini belli eden bakışlarıyla "Geçecek abi. Sana yemin derim geçmesi için gerekirse canımı vereceğim ama geçecek." deyince kan beynime sıçradı. Öfkemi güçlükle bastırmaya çalışırken "Lan sen canını verdikten sonra benim canımın acısının geçeceğini mi sanıyorsun? Senin, ben olmadan varlığının anlamı nasıl yoksa benim de sen olmadan yok Yavuz bey." dedim.
Bana sevgiyle bakan gözlerine hafif tebessüm eklenirken " Haklısın abi, demedim say." yüzündeki gülümseme muziplikle karıştı. "Avukat dün seni kurşunladı ya atması gereken tokadı da onun yerine saydı sanırım." dedi.
Gözlerim hafifçe kısılırken yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Hiç bu açıdan düşünmemiştim. Neden olmasın? Avukat bu ne zaman ne düşüneceği bilinmez." derken aklıma gelen şeyle bir anda korkuya kapıldım. "Yavuz, bu Avukat bana inadına Savcıyla yemeğe çıktı. Şimdi de bana inadına gidip o itin evlenme teklifini kabul etmesin?"
Pes der gibi bana bakarken "Abi, Sena sana öfkeli diye kendi kafasına sıkacak kadar aptallaşmadı. Savcıya kafa tutup seni o hapishaneden çıkarmışken kendini Savcının kollarına atmaz." deyince söylediklerine ikna olmadım.
Oflar gibi bıkkınlıkla nefes verip "Sena'yı senden daha iyi tanıyorum Aras. En azından yeni halini senden iyi tanıyorum. Kıskançlık damarı tutmadığı sürece böyle aptallıklar yapmayacağına eminim." dediyse de benim içim rahat etmedi. Sena'nın yapabileceklerini biliyordum. Öfkesiyle inadı birleşince kalkışabileceği işleri biliyordum. Onu yeni bulmuşken Savcı puştuna kaptırmak gibi bir niyetim yoktu. Benim olmamasına dayanabilirdim ancak başkasıyla olmasına dayanamazdım. Sena'yı bulup Savcı konusunda ki kararından emin olmak zorundaydım. Oturduğum yerden hızla kalktım.
Ne yaptığımı anlamaya çalışan Yavuz'a bakıp "Avukatı bulmamız lazım." elimle kalkmasını işaret ederken "Hemen oturduğun yerden kalk." dedim. Umursamaz bir şekilde omuz silkip başını önüne eğerken "Ben hallettim o işi." dedi.
Kaşlarım hiddetle çatıldı. "Ne demek lan o?" Bir cevap vermeden yavaşça oturduğu yerden kalktı. "Donumuza kadar ıslandık. Yere oturmak zorunda mıydık?" diye söylenmeye başlamıştı ki sert çıkan sesimle "Hallettim derken ne demek istedin?" diye sordum.
Yüzüme sitemle bakıp "Güle güle Selim Egeli, hoş geldin Aras Yiğitsoy." dedi. Sabrımın tükenmek olduğunu belli etmek için burnumdan derin bir nefes verdim.
"Ne olur olmaz diye Kadir'i de peşimize taktım. Siz mezarlıkta yüzleşme olayına geçince de Kadir'i buraya çağırdım." deyince kaşlarım havalandı. Selim'in mezarına Kadir'i mi çağırmıştı? Asıl kimliğimin açığa çıkma ihtimalini düşünmeden mi yapmıştı bunu? Tam ağzımı açıyordum ki imalı çıkan sesiyle "Sizin dalaşmalarınıza hepimiz alışık olduğumuz için burada dahi birbirinizi yemeniz kimseye gerip gelmez abi. O yüzden de gerçek kimliğini riske atacak bir durum yok. Ayrıca girişten de Selim'in mezarı görünmüyor. Yani kimin mezarında birbirinizi yediğiniz muamma." dedi.
Laf sokmasını şuan için görmezden gelmeyi seçtim. Şuan önemli olan öfkem değil Sena'ydı. Sorumun cevabını alınca devam etmesi için sabırsızca yüzüne baktım. "Senin anlayacağın Sena'yı Kadir ile İstanbul'a gönderdim." diye açıklayınca gözlerim hayretle açıldı. Sena, bana olan nefretine rağmen Kadir ile gitmeyi kabul etmişti öyle mi? Bu mümkün değildi. "Bizim adamımızın arabasına binmeyi nasıl kabul ettirdin?"
Derin bir nefes alırken dudaklarını birbirine bastırıp başını sağa sola salladı. "Hiç kolay olmadı. Bende vicdanıyla oynamak zorunda kaldım." derken yüzüne mahcubiyet düştü. Söylediği şey her neyse Yavuz'u da incitmişe benziyordu. "Beni kardeşi olarak gördüğünü hatırlatıp; kardeşinin onun için vurulduğunu, sırf böyle bir şeyden bile onda hatırım olduğunu söylemek zorunda kaldım." deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Bu kadar olaydan sonra bir de bunu mu söylemişti ona. Bizim yüzümüzden bu gün bir kez daha delirmezse daha da delirmezdi bu kız.
Kendini savunurcasına omuz silkti. "Bakma hiç öyle abi, söylediklerimden bende mutlu değilim. Ama Sena'da da katır inadı gibi inat var. Ne dediysem dinletemedim. Onu, o ruh haliyle tek gönderemeyeceğim için böyle bir şey söylemek zorunda kaldım." Haklıydı. Sena'da ki inat kimse de yoktu. Ak dediğine kara dedirmek mümkün değildi. Dik başlının önde gideniydi. Gerçi bende bu hallerine vurulmuştum ya.
Cevap vermediğimi gören Yavuz tedirgin sesiyle "Abi." dedi. Yüzünde ki karanlık ifade konunun Sena'dan çıktığını belli ediyordu. "Söyle bakalım sırada ki kötü haberi."
"Kötü haber değil de kafa karışıklığı diyelim." duraksadı. "Kahraman Eroğlu senin kim olduğunu bilmiyor. Hastaneye geldiği gün sana rest çekememesinden belli. Ayrıca o adam senin Selim olduğunu bilseydi bunu o gün sana ima ederdi. Yani Savcı senin kim olduğunu ondan öğrenmiş olmaz. Peki bu Savcı, Selim'i kimden öğrendi?" diye sordu.
Başımı iki yana sıkıntıyla salladım. "Bilmiyorum Yavuz." derin bir nefes verdim. "Belli ki bizim tanımadığımız ama bizi çok iyi tanıyan bir düşmanla karşı karşıyayız."
Burnundan nefes verip "İstanbul'a döner dönmez araştırmaya başlarım abi. Bu Savcı'nın gizli saklı görüştüğü birileri elbet vardır." deyince tamam anlamında başımı salladım.
"Olan olduğuna." elimle kendimi baştan aşağıya gösterip "Ölende öldüğüne göre bizde benim cehennemime geri dönelim." dedim.
Söylediklerim sonrası bakışlarında acı beliren Yavuz "Dönelim abi." dedi. Gözleri omzuma kayarken yanıma yaklaşıp "Yalnız önce kanaması yüzünden kendisini ceketten bile belli eden dikişi bir halledelim." deyince "Gerek yok İstanbul'da halledersin." dedim. İtiraz eden sesiyle "Abi" dediği an susması için elimi kaldırdım. Kararlı ve sert çıkan sesimle "Şansını zorlama Yavuz. Biraz önce kestiğin racon bir defa olur ikincisine müsaade etmem. Benim kurallarım geçerli senin değil." deyince memnuniyetsiz bir halde başını sallamakla yetindi.
Omzumda ki yara neydi kalbimde ki yaranın yanında.. İçimde ki yürek yangını öldürmediyse bu yara hiç öldürmezdi beni. Bir an önce cehennemime kavuşmak istiyordum. Aylarca Zebanisinin ben olduğunu sandığım ama en büyük günahkarı olduğum cehennemime....
NE DEMİŞ MABEL MATİZ
Mendilimde pare sümbül
Küstü can, ağladı bülbül
Kim dayansın yardan ayrı?
Bülbülün çaresi güldür
BAKALIM SENA İLE ARAS BİRBİRİNE YAR MI OLACAK YOKSA YARAMI...
BÖLÜM HAKKINDA Kİ GÖRÜŞLERİNİZ NELER CANLAR :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |