32. Bölüm

AİLE DEMEK

Gizem Gültekin
gizeemikoo

SENA

 

Mutfaktan gelen tıkırtı sesleri ile gözlerim yavaşça açıldı. "Temizlikçi gelmiş olmalı" diye düşünüp gülümseyerek Aras'tan tarafa döndüm. Yatağın diğer ucunda olması gereken Aras'ı göremeyince dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Tıkırtıların sebebi temizlikçi değildi, Aras'tı. Benden önce uyanıp kahvaltı hazırlamaya başlamış olmalıydı. Bu adamın düşünceli ve romantik halleri beni benden alıyordu. Büyük bir mutlulukla yataktan fırlayarak üzerime sabahlığımı geçirdim.

 

Odadan çıkıp aşağıya inmek için merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden aşağıya yürürken havaya karışan krep kokusuna huzurun kokusu da ekleniyordu. "Ben seni hak edecek ney yaptım adam?" diye iç geçirirken mutfak kapısının önünde durdum. Arkası dönük olan Aras'ın dokunmam için yalvaran sırt kasları ile başlayan görsel şölenim gözlerimin aşağılara kaymasıyla daha da keyifli bir hal alıyordu. Altına giydiği boxerın başlangıcından davetkar bir şekilde bana bakan six pack kasları ise içim de uyanan iblisin alttan alttan göz kırpmasına neden olmaya başlamıştı.

 

Aklımda ki hınzır düşünceleri savmak için iki elimle yüzümü sıvazladım. Dikkatimi kaslarından ve özene bezene yaratılmış olan omuzlarından çekerek ne yaptığını anlamaya çalıştım. Bir şeyleri doğrama işlemini bitirip doğradıklarını da tavaya aktardı. Ocağın altını yakarak pişirme işlemine başladı.

 

Yavaş adımlarla yanına yaklaşıp "Günaydın Sevgilim." diyerek beline sarıldım. Elindeki maşayı tavanın içerisine bıraktı. Bileklerimden tuttu. Bana doğru döndükten sonra beni tekrar kendisine çekip "Günaydın Güzelim." derken saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. Bende aşk, güven, sadakat kısacası sevgiye dair her şeyi barındıran kokusunu içime çektim.

 

"Neden beni kaldırmadın? Birlikte hazırlardık."

 

Saçlarımı okşarken "O kadar güzel uyuyordun ki seni uyandırmaya kıyamadım." deyip beni kendisinden hafifçe uzaklaştırdı. "Ayrıca evimin kadınına kahvaltı hazırlamak istemiş olamaz mıyım?"

 

Utançla kıkırdadım. "Tabi olabilirsin. Neden olamayasın?" derken havaya karışan garip kokuyla burnum kırıştı. Kokuyu daha net alabilmek için derin bir nefes daha aldım. Yanık kokuyordu. Hızla kollarından çıkıp ocağın üzerindeki sucuk tavasına baktım. Sucuklar kömür olmuştu ve biz bunu fark edememiştik. Panikle ocağın altını hızla kapatıp tavayı elime aldım. "Ama önce sucukları yakmaman gerekiyor."

 

Hayran bakışlarla beni izleyen Aras'ın dudakları muzipçe kıvrıldı. Gülümseyen bakışlarına eklenen şakayla karışık sitemli sözleriyle "Aşkın beni ne kadar yakıp küle çevirdi gör Güzelim. O kadar çok yanıyorum ki aşkından burnumun dibinde yanıp küle dönen sucuğu bile fark etmemişim." dedi.

 

İçim sevinçle doldu. Elimdeki tavayı ocağa bırakıp Aras'a sarılmak yürüdüm. Aramızdaki mesafe birden çoğaldı. Benim her adımımda Aras benden daha da uzaklaşıyordu. Korku dolu gözlerle ona bakarken ellerimi kaldırıp yanıma gelmesi için "Aras." diye seslendim. Adını duyunca gülen yüzü soldu. Aydınlık mutfak bir anda karanlığa boğuldu. Parlayan bakışları sönerken ağlamaklı gözlerle "Neden yaptın bunu bize? Neden yaktın canımı? Neden beni sensizliğe mahkum ettin?" dedi.

 

Yutkunamadım. Nefesim boğazıma düğümlendi. Ona kendimi açıklamak için konuşmak istiyordum hatta avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum ama yapamadım. Dudaklarım kıpırdıyordu ancak dudaklarımdan dökülen tek bir sözcük dahi duyulmuyordu. Ağır çekimdeymişçesine bedenimi paramparça eden bir acıyla karanlığa çekilen Aras'ı tutmak için adım atmaya çalıştım. Sesimi duyuramıyorsam varlığımı hissettirebilirdim.

 

Adımımı atmak için ayağımı kaldırmak istedim olmadı. Neler olduğunu anlamak için başımı yere eğdim. Zemin koyu renkli bir katrana bulanmıştı. Ayaklarımdan yukarıya doğru yol almaya başlayan katran bütün bedenimi ele geçirecekti. Yardım isteyen bir halde Aras'ı mavi gözlerine baktım. Yanıma gelmesi, beni kurtarması için gözlerinin en derinlerine baktım. Keskin mavilikler siyaha dönüştü. Yüzünde acımasız ve nefret dolu bir ifade belirdi. "Beni sen öldürdün, bu karanlığa bizi sen hapsettin Avukat. Şimdi bu karanlıkta tek başına çürüyeceksin.. "

 

Fırat ile anlaşmam gözümün önüne geldi. Aras'ın sözleri, beni hayatında def edişi hepsi ama hepsi gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp gitmeye başladı. Aras'ın "KATİLİM SENSİN!!" diye bağıran sesi de görüntülere eklenince ellerimle kulaklarımı kapatmaya çalıştım. Yapamadım. Ben düşünceler de savrulup gerçeklerle yüzleşirken katran çoktan kollarıma ulaşmıştı. Felç geçirmiş gibiydim. Başım dışında bir yerimi hareket ettiremiyordum.

 

Başımı şiddetle sağa sola sallarken avazım çıktığı kadar da "Hayır, hayır, hayır. Ben yapmadım. Ben böyle olsun istemedim." diye bağırdım. Sesim çıkmaya başlamıştı ama bir önemi de yoktu. Aras beni duymuyordu.

 

Gözümün önünde bedeni karanlığa çekildikçe onu tutmak için ilerlemeye çalıştım. Katran bedenimi daha da sıkı kavradı. Çırpınışlarım artarken önce boynumda sonra da ense kökümde bir hareketlilik hissettim. Katran yüzüme ulaşmıştı. Aras'ı oradan çıkarmam için çok az zamanım kalmıştı ve Aras karanlığın içeresinde kaybolmak üzereydi. Bütün gücümle "Yalvarırım gitme!! Beni sensiz bırakma" diye haykırdım.

 

"Sena kendine gel." diyen Yeliz'in sesiyle korku içerisinde fırladım. Soluğum içime sığmazken kesik kesik nefesler alıyordum. Saçlarımı okşayan Yeliz beni kendime getirmeye çalışarak kadife gibi çıkan sesiyle "Sadece kötü bir kabustu. Buradasın yanımdasın. Hadi gözlerini aç etrafına bak." diye tekrarlıyordu. Gözlerimin hala kapalı olduğunu o an fark ettim. Başımı hafifçe salladım. Gözlerimi yavaşça açarken nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Gözlerimi sıkıca kapadığım için en başta bulanık görsem de bir süre sonra etraf netleşti.

 

Aras'ın odasındaki üçlü kanepedeydim. "İyi de benim burada ne işim var?" diye düşünürken gözlerim hızla odayı taradı. Olması gereken kişi yoktu. Aras odasında yoktu. Burada olması gerekiyordu ama o yoktu. Gördüğüm kabus zihnimi tekrar ele geçirmeye başlamıştı. Onu karanlıkta kaybedişim, bana nefretle bakan gözleri... Gözlerimi sıkıca kapayıp görüntüyü silmek istercesine başımı sağa sola salladım. Elim sürekli inip kalkan göğsümün üzerine gitti. Korku dolu bir sesle "Yeliz, Aras nerede?" diye sordum.

 

Cevap vermedi. Gözlerim kapalı bir süre sessizce bekledim. Hala ses gelmeyince gözlerimi açıp Yeliz'e baktım. Yüzünün rengi atmış üst dişleriyle alt dudaklarını eziyordu. Gözlerinde endişe olsa da normal tutmaya çalıştığı sesiyle "Bebeğim, Aras ile kavga ettiniz oda gitti ya. Sonra sende ağlarken koltukta uyuyakaldın.." Yüzüme dikkatle baktı. Tedirgin çıkan sesiyle "Sena unutmadın değil mi olanları?" diye sordu.

 

Söyledikleri ile olanları anımsamaya başladım. Kırılan cam parçaları, Aras'ı kanayan eli, Yavuz'a attığı yumruk, kalbimi delip geçen bakışları ve canımı yakan sözleri... Gözlerimden yaşlar usulca süzülürken Yeliz endişesini daha fazla gizleyemeyerek "Sena soruma cevap verir misin? Olanları unutmadın değil mi?" dedi.

 

"Unutmadım." Başımı ellerimin arasına alıp baskı uyguladım. "Keşke unutsaydım ama lanet olsun ki unutmadım." Derin bir oh çeken Yeliz "Çok şükür." dedi. Sonrada yanıma oturtup kollarını sıkıca bedenime dolarken başımı da göğsüne yasladı. İnceltmeye korkan elleri saçlarımın üzerinde dolaşırken "Ağla bebeğim. İçindeki acıyı kusana kadar, kendini daha iyi hissedene kadar ağla.. Ama sonrasında kendini toparlamak ve ayağa kalkmak için hazırla.." dedi.

 

Yağmurda kalmış yavru kedi misali kucağına iyice sindim. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken hıçkırıklar arasında çıkan sesimle "Yeliz benim canım çok yanıyor." dedim. "Biliyorum. Ama geçecek. Aras'ı tanıyorum, tanıyoruz. Sana olan öfkesi çok ama aşkı daha çok. Tıpkı senin ona olan aşkının öfkenin ve kırgınlığının önüne geçtiği gibi onunda öfkesinin önüne geçecek."

 

Başımı hayır anlamında salladım. "Ben aptal bir aşığım o ise karanlığın zebanisi.. Ben ona kızgın kalamam ama o öfkesi yüzünden aramızda olan ve olması muhtemel olan bütün gemileri yakar." Derin bir nefes alıp Yeliz'in kucağından çıktım. Tırnaklarım parmak uçlarıma işkence ederken "En önemlisi de beni aşkım yönetiyor Aras'ı ise öfkesi." dedim.

 

Ellerimi sıkıca kavrayan Yeliz beni kendisine çevirdi. Gözlerimin içine şefkatle bakarken "Söylediklerinde kısmen haklı olabilirsin ama senin de unuttuğun bir şey var ki o ne kadar Aras Yiğitsoy olursa olsun konu sen olunca karşı koyamadığı bir Selim Egeli yaşıyor içinde. Bir kaç gün bilemedin bir hafta seni kendisinden mahrum bırakarak sana kan kusturacak olsa da sensizliğe dayanamaz ve bir şekilde karşına çıkar." dedi.

 

"Öyle mi diyorsun?" Dudakları küçük bir tebessümle kırıldı. "Evet öyle diyorum. Ben sizin aşkınıza güveniyorum Sena. Bence sende güvenmelisin." deyince başımı sallamakla yetindim. Çünkü ben Yeliz ile aynı fikirde değildim. Benim tanıdığım Aras içindeki beni, teninki kokumu silip atmak için her şeyi yapardı. İhanete affı olmayan, ihanetin cezasını ölüm olarak gören adama ihanet etmiştim ve benim cezamın da onu yüreğinde ölmek olduğunun biliyordum.

 

Ne yazık ki bir şeyi daha biliyordum. Onda ki izimi silmenin en kolay yolu başka kadının koynuna girmekti. Senelerce hayaletimden böyle kurtulmuş, bana yaklaşmaktan böyle kaçmıştı. Masanın üzerindeki peçeteye uzanıp önce akan göz yaşlarımı sonrada burnunu sildim. Bir kadının yanında olup olmadığını merak ettiğim için "Neredeymiş" diye sordum.

 

"Tekneye gitmiş. Anka Kuşumu neymiş adı. Yavuz senin bilme ihtimalin olduğunu söyledi." deyince başımı salladım. Gemiye gittiğim gün tekneyi de görmüştüm. "Anka Kuşu ha" diye mırıldandım.

 

"Anlamadım güzelim."

 

"Teknenin adı" duraksayıp ağlamaktan ıslanan dudaklarımı yaladım. Buruk bir tebessümle "Küllerinden doğmaya gitti. Beni içinde öldürüp yeni bir adam olmaya gitti." dedim. Gürültülü bir nefes veren Yeliz "Saçmalama Sena. Kafa toplamaya gitmiş adam. Yanlış bir şey yapmamak için. Sana ihanet etmemek için oteli değil tekneyi tercih etmiş. Yavuz, oranın Aras için özel olduğunu kendi ve Hamdi Babanın dışında Aras'ın tekneye kimseyi almadığını söyledi. " deyip duraksadı. İki parmağı ile tırnak işareti yaparken "Yani kadınlarla olmayacağı yeri seçip sana ihanet etmemeyi seçmiş." dedi.

 

 

"İyi bari en azından başka kadına sığınmamış sadece cenazemi kaldırmaya gitmiş." Burnumu çekip akmak için hazırda bekleyen yaşlarıma izin verirken "Yeliz, adaletin kestiği parmak acımaz derler benim neden canım acıyor?" diye sordum.

 

 

Derin bir nefes verdi. Çaresizliğini her hücrem de hissettiğim bir sesle "Sanırım sen yanlış adama yanlış ceza kestin." dedi. Cevap vermek için dudaklarım aralanırken havayı kesecek kadar sert ve bir o kadar da otoriter bir ses "Belki de adam da ceza da doğrudur ama yol yanlıştır." diyerek odanın içini doldurdu. Gözlerimiz hızla kapı girişine çevrildiğinde ciddi bakışları ile bizi süzen Hamdi Yiğitsoy ile göz göze geldim. Omzunun üzerinde salınan ceketi, heybetli duruşu ve keskin bakışları ile doğruca bana bakarken gözleriyle konuşmadan da bir şeyler anlatabildiğini bir kez daha anladım.

 

Güçlükle yutkundum. Ürkek bakışlarımı kaçırıp Yeliz'den destek alarak ayağa kalktım. Ne kadar zamandır orada olduğunu merak etsem de bunu sormaya cesaretim yoktu. Zaten kendisi de konuşmanın ne kadarını duyduğunu belli edecek kadar net bir adamdı. Nerede olduğunu bir an için unuttuğum sesimi güçlükle bularak "Efendim hoş geldiniz." diyebildim.

 

Sesimle birlikte yüzünde ki sert ifade dağıldı. Yumuşak bir bakış gözlerine yerleşirken dudaklarında da hafif bir tebessüm oluştu. Odaya doğru yürürken bakışlarını benden çekti. Başını hafifçe bir kaç kez salladı. Bir şeyler düşündüğü belliydi. Karşımdaki koltuğa oturmak için durdu. Koltuğun üzerindeki cam parçalarının elini kesmesini umursamadan avuç içiyle yere doğru silkeledi. "Sanırım psikopatlık aile boy.." diyen iç sesime ne kadar hak versem de kulak tıkayıp bütün dikkatimi Hamdi Yiğitsoy'a yoğunlaştırdım.

 

Koltuğa oturan Hamdi Bey kolçağına kolunu yasladı. Kolçağa dayalı olan eliyle sallarını sıvazlarken boşta kalan eliyle de oturmamızı işaret etti. Ben oturmaya yeltenirken Yeliz tedirgin sesiyle "Ben çıkayım, siz rahat rahat konuşun." dedi. Odadan çıkmak için adım attığı esnada "Kal kızım. Sena'nın senden gizlisi olmadığına göre benim söyleyeceklerimi duymanda da bir sorun yok." deyince "Peki o zaman" cevabını verip koltuğa oturdu.

 

Bakışlarını Yeliz'den çeken Hamdi Bey bana baktı. Göz bebekleri titredi. Perişan halimin içine dokunduğunu düşünecek kadar sıcak bir bakış dalgası odaya dolarken "Yaptıklarını tasdiklemiyorum ama seni anlayabiliyorum. Aras'ı korumak istiyorsun, onu içinde bulunduğu karanlıktan çıkarmak istiyorsun. Yalnızca sen değil hepimiz bunu istiyoruz. Bu konuda da her zaman yanındayız." deyince minnet dolu bir ifadeyle gözlerine baktım.

 

"Ama" deyip duraksadı. Bakışlarımda ki anlaşılmış olmanın verdiği mutluluk silindi. Herkes bilirdi ki her amanın arkasından hoşa gitmeyen bir cümle gelirdi. "Ama yolun yanlış Sena. Onu karanlıktan çıkarmak isterken büyük bir güvensizliğin içine attın. Şimdi eskisinden daha karanlıkta, daha çıkmazda. Ve en önemlisi karşında acımasızlığına acımasızlık ekleyen bir adam var."

 

Usulca çıkan sesimle "Biliyorum. Aras'ın üzerinde meydana getirdiğim yıkımın farkındayım." Başımı sıkıca ellerimin arasına aldım. Ağladığımın görülmemesi için başımı yere eğip mermer zemine sabitledim. "Onu kaybettiğimin da farkındayım. Çok pişmanım ama zamanı geriye alamıyorum. Onun bana güvenmesini sağlayamıyorum. Her şey bitti..." Sesimin hıçkırıklarımla bölüneceğini anlayınca sustum. Zaten ne söylersem söyleyeyim yaptığım hatanın çözümü olmayacaktı.

 

" 13 yıl boyunca bitmeyen aşk küçük bir öfkeyle mi bitecek?" diyen Hamdi Bey'in babacan sesiyle başımı kaldırdım. "Aras'ın öfkesinin boyutunu en iyi ben biliyorum. Onu bu aleme ben soktum. Başka insanların dertleriyle sevkiyat işleriyle uğraşsın içerisinde ki öfke dinsin, hayata karışsın diye düşünürken öfkenin bedenini daha çok ele geçirmesine sebep oldum. Karanlık, kalpsiz, ruhsuz bir adama dönüştü." deyince yüreğim de bir şeyler koptu. Odada bulunan herkes Aras'ın merhametsiz ve duygusuz tarafını çok iyi biliyordu. Onun kimseye merhameti olmayan karanlık tarafına hakimdi. Ve bu da demek oluyordu ki Aras'ın bana da affı olmayacaktı.

 

Hamdi Yiğitsoy beynimde dönüp duran düşünceleri okumuş gibi rahatlatmaya çalışan bir sesle "Lakin aşkının büyüklüğünü daha çok biliyorum." Oturduğu koltukta kıpırdandı. "Ben Aras'ı tanıdığım da sokağa atılmış kimsesiz çocuk çaresizliğindeydi. İnsanlığa karşı güveni kırılmış, değer verdiği şeyler elinden alınmıştı. En önemlisi de sana olan aşkı o kadar büyüktü ki senden nasıl nefret edeceğini bilmiyordu. Senden nefret edemediği her gün kendinden nefret ediyordu. Sana kızamadığı için kendine kızıyordu. Senin onu dört duvar arasında kimsesiz bıraktığını düşündüğü halde bu adam seni sevmekten vazgeçmedi kızım."

 

"Ama.." Kelimeler boğazıma takıldı. Güçlü bir şekilde yutkundum. Burnumdan derin bir nefes alıp "Ama o zaman karşınızda duran adam Selim Egeliydi. Merhametli, sevgi dolu adamdı.. Şimdi ki ise.." derken Hamdi Yiğitsoy'un "Benim Selim'den bahsettiğimi kim söyledi?" diyen tok sesiyle cümlem yarıda kesildi.

 

Çatılan kaşlarım ve kısılan gözlerimle "Nasıl yani?" diye sordum.

 

Buruk bir tebessümle yüzüme baktı. "Seni kahvaltıya davet ettiğimiz gün Aras'ı kahvaltı sofrasına zorla oturttuğumu hatırlıyorsundur." deyince başımı evet anlamında salladım. "O gün bana kalbini gösterdi. Tam kalbinin üzerine bir kaç kez sertçe vurarak "BABA ACIYOR. ONU GÖRDÜĞÜMDE CANIM ÇOK ACIYOR" dedi. Bunları bana Aras'ken söyledi Selim'ken değil. Bu adam cezaevindeki masum gençken de sana aşık eli kana bulanmış acımasız mafya babasıyken de. Senelerdir her şeyi değişti de bir sana olan aşkı değişmedi."

 

Hamdi Bey'in söylediklerinin yüreğime su serpmesini engelleyememiştim. Sanki ona güvenebilirmişim, söylediklerinin olacağına emin olabilirmişim gibi içim rahatlamaya başlamıştı. Aklıma gelen düşüncelerle "Efendim, sırası değil biliyorum ama size bir şey sormak istiyorum." dedim. Merak ettiğim soruların cevabını alabilecektim. Selim'in cezaevinde tam olarak neler yaşadığını öğrenebileceğim güvenilir tek kaynağı bulmuşken aklımda ki bütün soru işaretlerinden kurtulacaktım.

 

"Seni dinliyorum kızım."

 

Gözlerimi sıkıca kapayıp gücümü toplamak için derin nefes aldım. Aras'ın anlattıklarını kalbim hala kaldıramamışken duyacaklarımı nasıl kaldıracağını bilemesem de sormak için kendimi hazırladım. "Aras... Sizin koğuşa verildiğinde neler yaşadı? Yavuz canından vazgeçtiğini söyledi tam olarak neler oldu?" diye sorunca tereddütlü bakışları bakışlarımı buldu. Bu konuları konuşmak istemediği her halinden belliydi. "Efendim lütfen bilmek zorundayım." dedim. Bakışlarındaki tereddüt kalkmadı.

 

İkna edebilmek için demek ki içimdeki iblise ihtiyacım vardı. Gözlerimi yaşlarla doldurup yüzüne dikkatle baktım. "Aras'ın neler yaşadığını bilmezsem ona nasıl yaklaşacağımı da bilemem. Belki de yaptığım hataların tek nedeni onu tam olarak anlayamamamdır. Lütfen onu anlamam için yardım edin." deyince bakışları bir yere sabitlendi. Düşünüyordu.

 

Sessizce cevabını beklerken başımı öne eğdim. Aras'a kendimi affettirme yollarını düşünmeye başladım ama bir çıkış yolu bulamadım. Ona ulaşmanın bir yolu yoktu. Bana olan bütün yolları kapatmıştı. Evden de işten de kovmuştu beni. Yüzsüzlük yapar evine giderim diye eve bile gelmemişti. Yüzümü görmek, sesimi duymak istemiyordu. Kalbim kor gibi yanarken sıcak yaşlarım yüzümden akmaya başlamıştı.

 

"Ben Aras'ı tanıdığım da.." diyen Hamdi Bey'in ciddi sesini duyunca içimde sevinç dansı eden iblisi görmezden gelerek göz yaşlarımı silip başımı kaldırdım. Dinlemeye hazır olduğumu gösterircesine yüzüne baktım. "Onu dinlemeden yargıladım. Gardiyanların getirdiği haberlere güvenerek onun suçlu olduğuna hüküm verdim." durup derin bir soluk verdi. Gözleri sulandı. "Onun gözlerine bir kez bakmayı akıl etseydim, masumiyetini görmek için sadece bir kez çaba gösterseydim benim yüzümden yaşadığı hiçbir şeyi yaşamak zorunda kalmayacaktı. Her gece yediği dayakların sebebi benim.." deyince içimde itiraz etme isteği uyandı.

 

Yüreğimde ki pişmanlık yangını bir anda dağılırken öfke her hücremi ele geçirmeye başladı. "Hayır suçlusu siz değilsiniz. Suçlunun kim olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve başımdaki bu belayı çözdükten sonra Selim'i benden almanın bedelini ödeyecekler."

 

Gururlu bakışları ile beni süzerken "Yanında yürümekten şeref duyarım kızım ama senin de söylediğin gibi önce Aras ile olan meselenizi halledelim." deyince "Halledilecek ne kaldı ki" dememek için kendimi zor tutuyordum. Derin bir nefes alan Hamdi Bey "Koğuşa girdiği ilk gün ürkek bakışlarla bizleri süzdü. Hem çok korkuyordu hem de omuzlarını dik tutuyordu." derken yüzünde hem hüzün hem de belli belirsiz bir gülümseme vardı.

 

"Koğuşun ortasındaki masa da oturmuş Aras'ın yatağına ilerleyişini seyrettim. Bizim koğuşa verilmesini özellikle istemiştim. Çünkü bana gelen bilgiye göre Ankara'nın en önemli torbacılarından birisiydi. Baban için çalışıyordu." deyince ellerim yumruk şeklini aldı. Öfkeden kızardığıma yemin edebilirdim. Tepkilerimi güçlükle bastırmaya çalıştım. Şu anda öfke krizinin ne yeri ne de zamanıydı.

 

"Benim yerime bıçaklandığı güne kadar her gün dayak yedi, türlü türlü işkencelere maruz kaldı ama bir kez bile isyan etmedi. Nedenini bir türlü anlayamadım ama üzerinde de pek durmadım. Torbacı birinin böyle işkencelere alışık olduğunu düşünerek rahatlattım vicdanımı. Çünkü bir tarafım onun masum olduğuna inanıyordu. O gece benim canımın önüne kendi canını atınca bu işte bir terslik olduğuna emin oldum. Dışarıya haber salıp işin aslını öğrendim. Babanın seni Fırat Akıncı ile evlendirmek için Aras'ı ortadan kaldırmak istediğini bu yüzden de bana yem olarak sunduğunu" deyince gözlerim kocaman açıldı.

 

"Neee!! Nasıl?" Hamdi Bey söylediklerini tasdiklercesine başını salladı. Anlayamıyordum. Bu kadar büyük bir şerefsizliği neden yaptıklarını anlayamıyordum. Sırf ben Fırat ile evleneyim diye bir gencin hayatını elinden almışlardı öyle mi? Tek suçu bana aşık olmak olan adamın elindeki her şeyini almaları yetmezmiş gibi bir de canına göz dikmişlerdi öyle mi? Yemin ederim bu yaptıklarının bedelini ödeyeceksin Kahraman Eroğlu?"

 

"Sena gereksiz detayları bir tarafa bırakır mısın? Farkında mısın bilmiyorum ama sen bir seçim yaptın. Ve bu seçimde Aras yerine Fırat'ı seçtin?" diyen iç sesimin söyledikleriyle nefesim kesildi. Ben ne tür bir aptallık yapmıştım böyle? Seneler öncesinden olan bir davayı körüklemiştim. Belki de savaşın büyümesine sebep olmuştum.

 

"Ben.. Ben bilmiyordum. " Derin bir nefes almak için duraksadım "Aras bana bu durumdan bahsetmedi. Fırat ile ilgili meselesini bilseydim böyle bir şey asla yapmazdım. Ne olursa olsun Fırat ile asla anlaşmazdım."

 

 

"Onunda haberi yok ki söylesin." diyen Hamdi Yiğitsoy'u duyunca Aras'a bu kadar büyük bir ihanette bulunmadığım için sevinsem mi yoksa ondan böyle bir gerçek saklandığı için üzülsem mi bilemedim. Sevinmenin şimdilik en doğru karar olduğuna karar vererek derin bir oh çektikten sonra "Söylemediniz mi? Peki ama neden?" diye sordum.

 

"Çünkü babanın evlendirmek istediği adamın Fırat olduğundan benimde daha yeni haberim oldu. Fırat'ın neden bu kadar Aras'a taktığını araştırırken meselenin sen olduğunu öğrendiğin. Ve ne yazık ki benim bu bilgiyi öğrendiğim gün sende Fırat ile anlaştın."

 

Her zaman olduğu gibi yine şans benden tarafa olmamıştı. Senelerdir saklı kalan gerçek benim Fırat ile anlaştığım gün açığa çıkmıştı. Bana ilgilisi olduğunu bildiğim için boğmak istediğim şerefsizi Aras'a yaptıklarından dolayı diri diri yakmak istiyordum.

 

"Ayrıca Aras, Savcı ile olan meselelerinin sen olduğunu öğrenirse onu öldürürdü. Ve bunu ıssız bir sokak başında değil bizzat Savcının odasında yapardı." Ellerini yana açıp hafif tebessüm ederken "Görüyorsun ki karanlık tarafta ki bütün baronları yönetsem de kendi oğluma sözüm geçmeyebiliyor." deyince söylediklerine hak verdim. Aras bunları öğrenirse onu kimse durduramazdı. Yapacaklarının sonucunu düşünmez içindeki öfkeyi kusma kaybettiği yılların bedelini ödetme derdine düşerdi.

 

"Canından vazgeçme olayı ne peki?"

 

"Bıçaklandığı zaman 1 hafta kadar hastanede kaldı. Canı kurtulduğu için sevinç içinde koğuşa gelmesini beklerken o neden ölmediğini sorgulayarak geldi. Yavuz'dan senin başka adamlarla olan münasebetini duymuş kaldıramamış. Gözüm gece gündüz üzerindeydi onu koğuş arkadaşlarına alıştırmak için çok çaba harcadım ama olmadı. 2 hafta kadar daha koğuşta ruh gibi gezdi. En sonunda bir gece tuvaletlerde bileklerini kesmeye kalktı." deyince elimle sert bir şekilde ağzımı kapattım. Duyduklarıma inanamıyordum.

 

"Tabi benim gözüm sürekli üzerinde olduğu için böyle bir delilik yapacağına emindim. Her gece ondan sonra uyuyor her sabah ondan önce uyanıyordum. Yanımdaki adamlardan bir kaçını da peşine takmıştım. Her neyse o gece elindeki jileti bileğine sürmek için hazırlanırken tuvaletlere girdim. Eğer kendine bir şey yaparsa benim de hiç acımadan seni öldüreceğimi söyledim."

 

"Ve Aras'ta Sena'nın canı için ölmekten vazgeçip yaşamaya başladı öyle mi? Aşkın büyüklüğüne bak be.." diyen Yeliz'in hayret oldu sesiyle olayları idrak etmeye başladım. Benim için kendisinden vazgeçmişti. Bana olan aşkı için ölüme bile göğüs germişti. Bense korkak gibi hatamın cezasını almaktan kaçıyordum. O an da karar verdim ne olursa olsun Aras'a kendimi bir şekilde affettirecektim. Senelerce kapısında yatmam gerekse de bunu yapacaktım. Ama nasıl?

 

Beklentili bakışlarımı Hamdi Bey'e çevirip "Peki şimdi ne olacak efendim. Aras beni nasıl affedecek?" diye sordum. Kızaran yüzümü umursamadan "Üzerindeki etkilerimi silmek için çoktan yollar düşünmeye başlamıştır bile." dedim.

 

"Başkasını düşünmekte sevdiğine ihanettir kızım. Bunun farkındayım. Ama sende şunu bil ki Aras'ın sana edebileceği en büyük ihanet de bu olur. Aras, seni aklından çıkarsa kalbinden, kalbinden çıkarsa ruhundan çıkaramaz." Ayağa kalktı. Onunla birlikte bizde ayağa kalktık. Yanıma yaklaşıp yüzüme tebessümle baktı. "İçin rahat olsun. Aras senelerdir karanlıkta boğulsa da damarlarında babasının kanı dolaşıyor. Can yakarak canının acısının geçmeyeceğini anlaması uzun sürmez."

 

"Umarım Efendim. Umarım dediğiniz gibi olur."

 

Karanlık bir bakış gözlerinde hüküm sürerken "Sana söz veriyorum Sena. Eğer Aras beni bu konuda yanıltacak bir şey yapar, sana ihanet etmeye kalkarsa bunca yıldır yapmadığımı yaparım. Cezasını ellerimle keserim. Oğlum da olsa kimse kendini eşine adamış bir kadını üzemez." deyince göz yaşlarıma sürekli olduğu gibi yine engel olamadım.

 

Bunca yıldır bir kez bile babamdan bu sözleri duymamıştım. Bir kez bile arkamda babam var bana bir şey olmaz, canım yanarsa gider hesabını sorar diyememiştim. Ama şimdi kısa süredir tanıdığım beni toplasan bir elin parmağını geçmeyecek kadar az gören adam arkamda ki dağ oluvermişti. Himayesine aldığı; canını, malını, soyadını emanet ettiği adama karşı benim yanımda duracağını söylemişti.

 

Hamdi Yiğitsoy gerçek bir babaydı. Evladım dediği insanların önüne kendini siper edecek kadar cesur, evlatları arasında ki dengeyi sağlayacak kadar adil, düştüğünde seni kaldıracak bir dağın olduğunu bilmeni sağlayacak kadar güvenilir... Baba gibi babaydı işte... İçimdeki dürtüye karşı koyamadım. Gözlerine minnetle bakarken çocukluğumdan beri hasretini çektiğim kelimenin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim. "Teşekkür ederim BABA.."

 

İlk kez bana bakarken gözlerinde içten bir parlama gördüm. Kollarını iki yana açıp sarılmam için gelmemi bekledi. Hiç düşünmeden kendimi heybetli dağın güvenli kollarına bıraktım. Bana sıkıca sarılıp sırtımı sıvazlarken "Rica ederim kızım babalar bu günler için var." dedi. Ama bu öncekiler gibi bir kızım değildi. Daha içten daha samimi.. Sanki öz kızına denilen bir kızım gibiydi. İşte o zaman anladım gerçekten seven babaların kızlarına nasıl kızım dediğini. İşte o zaman anladım baba sevgisinin nasıl bir şey olabileceğini..

 

Bir süre sarıldıktan sonra kendimi Hamdi Babadan uzaklaştırdım. Sevgi ve minnet dolu bakışlarım ile yüzüne baktım. Bakışlarım aynı duygularla karşılık bulurken onun gözlerinde bir duygu daha gördüm güven. Gözleriyle bile ona güvenmemi söylüyordu. "Babaların görevi evlatlarını her şartta korumaktır Sena. Her zaman yanındayım. Artık düştüğünde kalkman için elinden tutacak bir baban var." derken bakışlarını Yeliz'e çevirip "Babanız var." dedi.

 

"Allah'ın şanslı kuluyum. Rabbim bir evlat aldı dört evlat verdi." dedi. Elini öpmek için öne eğildim. Hamdi Babayı tanıdığım onca zaman saygıdan elini öperken şimdi sevgiden öpüyordum. Her evladın yaptığı gibi babamın elini öpüyordum.

 

Benden hemen sonra Yeliz'de elimi öptü. Bize sevgiyle bakan Hamdi Babanın bakışları tekrar bana döndü. "Aras'ın evinden hiç bir eşyanı alma. Çok istiyorsa kendi toplasın göndersin. Bakalım kovmaya yeten yüreği eşyaları toparlamaya da yetecek mi? Onun haricinde ağlayıp kendini de üzme. Aras'ın geleceği yer yine senin yüreğin. Biraz zaman ver gerisini de babana bırak." dedi.

 

"Sen nasıl dersen baba." cevabını verdim. Başını minnetle sallayıp çıkışa doğru yöneldi. Bende kalktığım koltuğa geri oturdum. Daha doğrusu üzerime yıkılan enkazla olduğum yere çöküp kaldım.

 

Ben Aras'ın hayatını mahvederken Aras bana ne kadar da iyi gelmişti, ne kadar da çok şey vermişti. Önce kendisi bana ev oldu, eş oldu, yaramı yar olup sardı. Sonra Yavuz gibi her şartta yanımda olan bir kardeş, dost verdi. Esma Anne gibi gerçek bir anne verdi. Ve en sonunda da senelerdir hasretini çektiğim babayı verdi. Peki ben ona ne verdim? Acıdan başka ne verdim? Hiçç...

 

Yeliz'in omzuma değen elleriyle derin düşüncelerden çıkarken "Hamdi Beyi pardon Hamdi Babayı duydun. Artık rahatlamaya çalış ve yarın ki davaya odaklan. Fırat ile sert bir karşılaşma olacağını biliyorsun." dedi. Haklıydı. Fırat elindeki bütün kozları kullanacaktı. Sırf beni oyun dışı edebilmek için Aras'a her şeyi bu gün anlatmıştı. Peki ben onun oyununu oynamasına müsaade eder miydim? Elbette hayır.

 

Gözyaşlarımı hoyratça silip kendime gelmek için sert bir şekilde yüzümü ovuşturdum. Olduğum yerden kalkıp kendi odama doğru yürürken "Canın oynamak mı istiyor? Oynayalım o zaman Fırat AKINCI. İnsan can evinden nasıl vurulur, hayalleri umutları elinden nasıl alınır bir de ben sana göstereyim." diye mırıldandım.

 

Çantamı ve çalışmak için yanımda getirdiğim dosyaları alıp galeriden çıktım. Kapıda bekleyen Kadir götürmek istediğini söylese de ona izin vermeyerek Yeliz ile birlikte Yeliz'in galeriye gelirken bindiği araca geçtik. Yol boyunca aramızda oluşan sessizlikte kafamın içinde dönüp duran Aras'ın acımasız sözlerinden kurtulmaya çalıştım. Şu anda en son ihtiyacım olan şey onun nefret dolu gözleri ve benden iğrendiğini belli eden sözleriydi. Umursadığım tek şey de yarın ki dava olmak zorundaydı.

 

Hırslanmak için babam ile Fırat'ın ahin planını düşündüm. Belki olanlardan Fırat'ın asla haberi olmamıştı. Her şey babam ile Selçuk Amcanın aldığı kararlar neticesinde gelişmişti. Fırat o zamanlar Aras'a zarar vermemişti ama bu durum şu anda canını yaktığı gerçeğini değiştirmezdi. Benim dışımda hiç kimsenin de Aras'ı üzmesine izin vermezdim.

 

Eve gelir gelmez kendimi çalışma masama attım. Bütün gece yemek molası dahi vermeden dava dosyasını tekrar tekrar inceledim. Elim hazırdı ama oluşabilecek bütün sorunları düşünmeye çalışıyordum. Aras'ın yarın davaya gelmeyeceği kesindi. Ben ise davaya hazırlanırken hep sanık koltuğunda Aras'ın oturduğunu düşünerek ona yöneltilebilecek sorular için hazırlık yapmıştım. Şimdi ise Aras'ın neden gelmediği, suçlu olduğu için mi burada bulunmak istemediği, yalan söylemekten korktuğu vb sorulara da maruz kalacaktım.

 

Sabaha kadar çalışmaktan başka çarem yoktu ve öyle de yaptım. Gün ışıkları usulca perde aralarından sızarken göz ucuyla saate baktım. 06.30 olduğunu görünce saatlerdir oturduğum koltuktan kalktım. Tutulan belimi ve omzumu gevşetmek için olduğum yerde bir kaç egzersiz yaptım. Bilmem kaçıncısı olduğunu bilmediğim kahvemi almak için mutfağa doğru ilerledim. Hazırda bekleyen filtre kahvemi kupama döküp kalktığım sandalyeye yöneldim.

 

Sandalyenin üzerinde duran şalı tek elimle omuzlarıma örttüm. Yine Aras'sızlığa düşmüştüm. Yine onun bana hediye ettiği şal ve parfümü ile baş başa kalmıştım. Aldığım ikinci parfüm şişesinde ki Y hafinin Yavuz olduğunu hatırlayınca içimde oluşan gülme isteğine engel olamadım. Daha onu tanımadan Aras ile aralarındaki engel olmayı becerebilmiştim. Daha beni tanımadan bana senelerce sürecek bir hediye vermişti. Eğer Aras, Yavuz için ikinci parfümü almasaydı ben tek bir şişeye mahkum kalacaktım ve Aras'ın kokusunu bu kadar çok ciğerlerime çekemeyecektim. Yavuz'a olan minnet borcum her geçen gün artıyordu.

 

Yüreğimdeki yumru ile beraber nefes alabilmek için bahçe kapısına yöneldim. Kapıyı açınca buz gibi soğuk yüzüme çarptı. Sinsice içime işlemeye başlayan soğuk ilk saniyeden titrememe neden olsa da umursamadan ilerledim. Koltukların olduğu yere gelip oturmak için hazırlandığım esnada üzerine çiğ yağdığını fark ettim. Bunun hasta olmamam için bir işaret olduğuna karar verip temiz havayı son kez içime çekerek içeriye girdim.

 

"Aslında dışarıda dursak ne güzel olurdu. Belki hastalıktan zatürre olup yataklara düşerdik. Aras'ta bu halimize acıyıp bizi affederdi." diyen iç sesime kısacık bir saniye hak versem de hemen kendime geldim. "Saçmalama istersen Sena. Oldu olacak Galerinin çatısına çık o Aras buraya gelecek diye bağır." cevabını verdim. Nedense bu sunduğum fikirde bir an için cazip geldi. Aras kalmak bende kafa yapıyordu. Bilincim bulanıyor, saçma sapan kararlar almama neden oluyordu. En iyisi duşa girmek ve sonra da dava için hazırlanmaktı. Duruşma saat dokuzda olacaktı ve ben bu yavaşlıkla ancak hazırlanırdım.

 

Merdivenlere yönelip hızlıca kendimi duşa attım. Küvete doldurduğum sıcak suda bir süre oturup oluşan baloncukları oynarken bir taraftan da iyi şeylerin olacağına kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Ama ne yaparsam yapayım ne düşünürsem düşüneyim yüreğimdeki sızı bir türlü geçmiyordu. Burnumun direği onsuzlukla sızlıyordu.

 

Ruhumu ele geçiren mutsuzluktan sıyrılmak için duşta işimi hızlıca halledip çıktım. Saçlarımı havluya doladıktan sonra üzerime pijamalarımı geçirip aynanın karşısına oturdum. Dün yıkılan, terk edilen ben değilmişim gibi görünmek zorundaydım. Zira yıkıldığımı görmek o Fırat şerefsizinin haddine değildi.

 

Kendimi güçlü hissettirecek karşımdaki kişinin de duruşumdan çekinmesine sebep olacak bir makyaj yaptım. Dudaklarıma kırmızı rujumu sürüp nemli olan saçlarımı kurutmak için banyoya yöneldim. Saçlarımı kurutup düzleştirme işlemine geçtikten sonra sıkı bir at kuyruğu yaparak saçım ile olan işimi de sona erdirdim. Gardırobumu açıp siyah pantolonumu ve üzerine giyeceğim Aras'ın hediye ettiği gömleği de yatağın üzerine bıraktım. O yoktu ama ondan bir parça gücüme daha da güç katardı.

 

Planladığım kıyafetleri de hızlı bir şekilde giydikten sonra ayağıma siyah topuklularımı geçirip aynanın karşısına geçtim. Omuzlarımı dikleştirip başımı kaldırarak aynada kendime bakarken şeytani bir gülümseme ile "Oyun başlasın" dedim. Geceden hazırladığım çantamı alıp aşağıya indim. Evrak çantamı toparlamak için salona ilerlerken kapıdan girdiğim esnada çantayı çoktan toplamış beni bekleyen Yeliz ile karşı karşıya geldim.

 

Şaşkın bakışlarım üzerinde gezinirken "Böyle bir dava da ayrıca böyle bir günde seni yalnız bırakacağımı düşünmüyordun herhalde." diyen Yeliz'e sarılmak için kollarımı açıp ona doğru ilerledim. Gömleğimin kırışmasını umursamadan "İyi ki varsın." diyerek kocaman sarıldım.

 

Gücüm karşısında boğuluyormuş gibi çıkan sesiyle "Sende iyi ki varsın ama biraz daha sıkarsan ölü bir kardeşe sahip olacaksın." deyince küçük bir kahkaha atarak geri çekildim. Şakayla karışık sitemli bakışlarımla "Abartma Yeliz." dedim. Umursamaz bir şekilde omuz silkerek "Abartmıyorum. Sen eskiden bu kadar güçlü değildin. Aras, küçük Araslarını sana yollarken gücünden de biraz yollamış anlaşılan" dedi.

 

Gözlerim kocaman açılırken "Yelizzz" diye çığırdım. İçten bir kahkaha atıp "Tamam tamam bir şey demedim. Hadi çıkalım da Aras Bey'i kurtaralım. Seni küçük Araslardan mahrum bırakmayalım." deyip edepsiz şakasına devam ederken çıkışa doğru yürüdü. Edepsiz hallerini dava öncesi beni neşelendirmek için takındığını biliyordum. Ne zaman strese girsem kendimi kötü hissetsem dikkatim, dağıtacak şakalar yapar sonrasında da beni toparlardı. O gerçek bir dosttu.

 

Yeliz'in arkasından bende hızlıca evden çıktım. Kolundaki evrak çantasını arka koltuğa bırakan Yeliz kapıyı kapatırken bende şoför koltuğuna geçtim. Biraz önce olan şakalaşmalar sonrası gerginliğim az da olsa azalmıştı. En azından dava sürecinde beni idare edecek kadar iyiydim. Sonrasında ise depresyon battaniyem, peçetem, dram filmlerini izleyeceğim laptopum ve bir kavanoz çikolatam ile hiçlikte kaybolabilirdim.

 

Adliyenin önüne gelince çoktan gelmiş olan Yavuz'un arabasını gördüm. Hızla araçtan inip evrak çantamı aldıktan sonra nerede olduğunu anlamak için etrafa bakındım. Kapıda ki polis memurları ile bir şeyler konuştuğunu görünce bakışlarımı Yeliz'e çevirdim. Hayran bakışları ile Yavuz'u süzüp derin bir iç çekti. "Ne oldu sizin iş? Hala kaçıyor mu Yavuz Bey?"

 

Yüzü memnuniyetsizlikle kıvrıldı. "Evet kaçıyor." Avına odaklanan Aslan misali Yavuz'a odaklandı. "Ama ben bu ürkek kediyi kapıma köle etmesini bilirim. Ölmek var dönmek yok. Bu adam hislerini açıklayacak sonra da ebediyyen benim olacak." diyen Yeliz'e meraklı gözlerle bakıp "Aklında bir plan mı var yoksa?" diye sordum.

 

Yüzünde oluşan cesur ifade silinirken omuzları çöktü dudakları büzüldü. Acı çeker bir tonlamada "Hayır." dedi. Bakışlarımı Yavuz'a çevirdim. "Benim aklımda bir fikir var Yeliz ama önce Aras sorununu ortadan kaldırmamız lazım. Yavuz boşa çıkınca tek gayesi sen olacağın için planımız tıkırında işler." dedim.

 

Önüme geçip Yavuz ile arama girdi. "Nasıl olacak o?" diye sorunca imalı bakışlarım ile yüzünü süzdüm. Gözlerinin içi parladı. Ne kast ettiğimi anlamıştı. Ellerini çırpıp "Sena sen çok zekisin" dedi. Kendimi beğenmiş bir halde saçımı savurup "Biliyorum tatlım." dedikten sonra daha fazla vakit kaybetmeyerek Yavuz'un yanına yürüdüm.

 

Topukluların sesini duyan Yavuz kimin geldiğini anlamak için bizden tarafa döndü. Geldiğimi görünce polislerin yanından ayrılıp yanıma yaklaşırken içten bir gülümseme ile "Sena." dedi. Yanına yaklaşınca sıkıca sarılıp "Teşekkür ederim Yavuz. Her şey için çok teşekkür ederim." dedim. Sarılamam karşısında en başta sarılsa da kısa sürede kolları sırtımda oldu. "Rica ederim ama aile üyeleri arasında böyle şeylerin lafı bile olmaz."

 

Aile olmuştuk. Seneler sonra ailem olmuştu. Sevgi yumağı olmuş bir halde Yavuz'dan ayrılıp endişeli gözlerle yüzüne baktım. Akmaya hazır olan göz yaşlarımı geriye itip güçlükle çıkan sesimle "Aras nasıl?" diye sordum. Derin bir nefes alıp verdi. "Nasıl hayal ediyorsan tam da öyle. En son bıraktığımda içmekle meşguldü. Seni unutmak için kendini sarhoş etme derdinde." Anladım der gibi başımı salladım. Aras hakkında daha çok şey duyup yeni topladığım gücümü kaybetmemek için başka soru sormadan duruşma salonuna yöneldim. Yeliz, Yavuz'u es geçerek çoktan salon kapısının önünde ki yerini almıştı bile.

 

Bu haline ufak bir tebessüm ederek yanına doğru yürürken "Sena Eroğlu." diyen sesle olduğum yerde durdum. Baştan ayağa nefret ve öfke vücudumda kol gezerken yavaş adımlarla sesin geldiği yöne döndüm. Fırat yüzünde iğrenç bir sırıtma ile elleri cebinde bana doğru yürüyordu. Küçümseyici bir bakışla onu süzerken Yavuz yanıma geldi. Kulağıma doğru eğilip intikam ateşiyle yanan sesiyle "Sorunu kökünden halletmemi ister misin?" diye sorunca "Merak etme halledebilirim. " cevabını verdim. Halledebilirdim. Onu gördüğüm için her ne kadar sinir olsam da dün geceden beri bu anı bekliyordum.

 

Yanıma gelip beni baştan aşağıya süzdü. "Yıkılmadım ayaktayım pozlarındasın ha?" dedi. Kelime oyunu yapıyordu. Aras'ın söylediklerinin aksinde bir şey duymayı bekliyordu benden. Dün gece Yavuz arayıp Aras'ın bu şerefsize karşı bir açık vermediğini benimde ona göre davranmam gerektiğini söylediği anda aklımda her şey şekillenmişti.

 

Aşağılar bir bakışla süzerken "Zekanı takdir etmemi bekliyorsan ki onu bekliyorsun çok beklersin. Yaptıklarının hiçbir işe yaramadığı ortada." duraksayıp dudaklarımı muzipçe kıvırdım. "Bizi ayıramadığın, aramıza nifak tohumlarını sokamadığın ortada. Ayrıca davadan bir gün önce bizi manipüle etme çabalarının da bir halta yaramadığını kendi gözlerinle görüyorsundur. Hala Aras'ın avukatıyım. O yüzden küçük planlarının da takdir edilecek bir yanı yok Fırat."

 

Yüzünde gevrek bir sırıtma ile "Öyle mi diyorsun? Peki o zaman Aras nerede Sena? Niye gelmedi davaya? Onun tabiriyle çakalların arasında neden tek bıraktı seni?" diye sordu. Tam da beklediğim yerden gelmişti soru. Fırat kendine yakışır bir yerden vurmaya kalkmıştı beni ve canını yakacak hamleyi yapacağım fırsatı kendi elleriyle önüme sunmuştu.

 

"Öncelikle tek bırakmadı. Kör değilsen görüyorsundur ki yanımda Yavuz var. Aras'ın canını hiç düşünmeden emanet ettiği adam oluyor kendisi." deyip göz kırptım. "İkinci olarak bir Yiğitsoy'un seni alt etmeye yeteceğine karar verdik. Kendisinin senden daha önemli işleri olduğu içinde müstakbel karısını davaya yolladı." Duraksayıp muzipçe sırtım. "Ah sanırım haberin yoktu. Yakında Sena Yiğitsoy oluyorum." deyince içimdeki ses " Tabi Aras'a kendini affettirmeyi becerirsen" dedi. Haklı söylemini görmezden gelerek sinirden mosmor olmuş Fırat'a baktım.

 

Öldürücü darbeyi yapmanın zamanı gelmişti. "Aslında sana teşekkür etmem gerekiyor Fırat. Bu kararları senin sayende verdik." deyince soğuk bir sesle "Nasıl?" diye sordu. Keyfim daha da yerine gelirken "Şöyle ki senle yaptığımız anlaşmayı Aras'a anlatınca neden böyle bir şey yaptığımı sordu. Bende doğacak çocuğumuzun babasız ve.." elimle yan tarafımdaki Yavuz'u işaret ederek "Amcasız büyümesini istemediğimi söyledim." dedim.

 

"Ha- hamile misin?" diyen kekeme sesine karşı kahkaha atmak istesem de kendimi güçlükle tuttum. Elimi karnımın üzerinde gezdirip "Maalesef hayır." diyerek duraksadım. Sitemli gözlerle yüzüne bakıp "Neden evlendiğimizi sanıyorsun Fırat? Küçük Yiğitsoylar yapmak için elbette." dedim. Derin bir çektim. Aras'a benzeyen bir erkek çocuğunu ne kadar istediğimi bilemezsin."

 

Dumur olmuş yüzüne neredeyse ağlamak üzere olan bakışları da eklenince öfkem azıcıkta olsa yatıştı. Yüzünü görmek mide bulantımın artmasına sebep oluyordu. "Her neyse bunlar Aras ile beni ilgilendiren meseleler. Seni bunlarla sık boğaz etmek istemem. Ama düğünüme muhakkak beklerim. Mekan belli olunca kendi ellerimle getiririm davetiyeni." deyip duruşma salonuna yürümek için arkamı döndüm.

 

Fırat'a söylediklerim sadece onun canını yakmamıştı. Bunların olmayacağını bilmek benim canımı daha çok yakıyordu. Sevdiğim adamın soyadını alamayacaktım. Onu damatlık içinde göremeyecektim. Ondan bir bebeğim olmayacaktı. Ben bu mutlu anlarla ilgili şansımı çoktan kaybetmiştim. Yanımda yürüyen Yavuz sanki hislerimi okumuşçasına "Sen çoktan Sena Yiğitsoy olmuşsun. Fırat'a kestiğin racon bunun en büyük kanıtı. Sadece benim salak kuzenim hala bu durumun farkında değil. Merak etme kısa sürede farkına varacaktır." dedi.

 

Yavuz'un Aras ile ilgili ilk kez aile bağlarını kullanmasına şaşırsam da konunun üzerinde çok durmadım. Başımı sallamakla yetindim. Duruşma salonuna geçip yerimi aldıktan sonra Yeliz ile Yavuz'da davayı dinlemek için yerlerini aldı. Karşı tarafta baronun atadığı bir avukat vardı. Açıkçası dava ile pek ilgilenmediği de her halinden belliydi. Bitse de gitsek şeklinde koltuğunda otururken Hakim ve Savcılar soru sormadıkça bir şeye müdahil olmuyordu. Tahminimce oda benim gibi ölen adama gram üzülmemişti.

 

Duruşma süresince elimdeki delilleri hakime sundum. En sonda Aras'ın yerine suçu üstlenen adamın itiraf videosunu izlettirdim. Video izlenirken Aras'ın burada olmamasına şükretmedim desem yalan olurdu. Çünkü Aras'a sormadan Aras'ın dövmesini yaptırmıştık ve bu durum Yavuz ile benim sonumu getirebilirdi. Özellikle de son şansı olan Yavuz'un..

 

Hakim, Aras'ın masumiyetine ikna olmuş olsa da Fırat sürekli araya girerek durgun suyu bulandırmaya çalışıyordu. "Biz aynı dövmenin Aras Bey dışında başkasına yapılıp bu videonun da zorla çekilmediğini nereden bilelim?" diye sorunca içimden sabır çekip derin bir nefes aldım.

 

Elimi kaldırarak "Söz istiyorum Sayın Hakim." dedim. Eliyle konuşmamı işaret edince "Videodaki şahsın Aras Bey'in adamı olduğu doğrudur. Ancak kendisinin de videoda belirttiği gibi kendisini Aras Yiğitsoy'a benzetmeye çalıştığı da aşikar bir gerçektir. Kendisi daha bir saat öncesinde Amsterdam da gayet sıhhatli bir halde sosyal medya hesabına fotoğraf atmıştır." diyerek elimdeki telefonu mübaşire uzattım. Telefon Hakimin önüne gelince fotoğrafa baktı.

 

"Ayrıca kendisi sürekli yer değiştirmektedir. Attığı fotoğraflardan da görüldüğü üzere bizim kendisini bularak yargı mercilerine teslim etme şansımız olmamıştır. Kaçmadan önce Aras Yiğitsoy'un evindeki kasayı soymuştur. Bu paralarla kendisine lüks bir hayat sunmuş ve o hayatın nimetlerinden faydalanmaktadır."

 

Açıklamamı duyan Fırat "Kaçak ama sürekli fotoğraf paylaşıyor öyle mi?" diye sorunca iğneleyici bakışlarım onu buldu. "Bunu size sormak lazım Sayın Savcım. Aras Yiğitsoy ile uğraşmak yerine gerçek katilin peşine düşseydiniz belki de sanık koltuğunda müvekkilim değil bu arkadaş oturuyor olurdu." dedim. Cevap vermek için ağzı hafifçe aralandığı esnada fırsat vermeyerek "Ayrıca Sayın Savcım sizi tanımasam davayı şahsileştirdiğinizi , önünüze sunulan delilleri göz göre göre karartmaya çalışarak Sayın Hakimimi ve Sayın Savcımı yanıltmaya çalıştığınızı düşüneceğim." dedim.

 

Fırat konuşmak için hamle yapacakken diğer Savcının ve Hakim'in uyarıcı bakışlarıyla susmak zorunda kaldı. Elindeki kalemi çarparcasına önüne bırakıp arkasına yaslandı ve dava sonuna kadar tek kelime etmedi.

 

"Karar yaz kızım. Aras Yiğitsoy'un masum olduğunun mahkemeye sunulan deliller neticesinde kanıtlandığı, hakkındaki suçlamaların kaldırılması gerektiğine

 

Video da yüzü görülen Kazım Kürdancı hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verilmiştir." diyen Hakimin tok sesi sonrasında vurulan tokmağın sesiyle üzerimden büyük bir yük kalktı. Zafer gülümsemesi ile Fırat'a bakarken o ise yüzüme yazık dercesine bakıp hızlı adımlarla salonu terk etti. Fırat kapıdan çıkınca kendimi kalktığım sandalyeye bıraktım. Başımı geriye yaslayıp derin bir nefes aldım.

 

Yanıma gelen Yavuz'un neşeli bir sesle "Tebrikler Avukat Hanım." diyen sesi kulağımda uğultu gibi yayılırken geriye ittiğim başımın hafif döndüğünü hissettim. Onlara belli etmemeye çalışarak "Teşekkür ederim." cevabını verdim. Baş dönmem iyiden iyiye artıyordu. Elimi yüzümü yıkayarak kendime gelmek için ayağa kalktım.

 

Baş dönmem bir an için hafifleyince öne doğru adım attım. Ayaklarım beni taşımayı reddetti. Bir anda dengem kayboldu. Bedenim refleksleri hızlı olan Yavuz'un kollarına yığılırken Yavuz ile Yeliz'in telaşlı sesleri arasında etraf karanlığa boğuldu.

 

Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonrasında gözlerim usulca açıldı. İçeriye giren güneş ışıklarının aydınlattığı beyaz tavanı görünce nerede olduğumu anladım. Kısılan gözlerimle etrafı incelerken Yeliz'in yanı başımda ki sandalyede oturduğunu ve ondan tarafta olan elimi sıkıca kavradığını gördüm. Aras gelmiştir belki diye umut ederken başımı yavaşça diğer tarafa çevirdim. Kollarını göğsünde birleştirmiş, stresten dizleriyle ritim tutan Yavuz'un endişeli yüzünden başka kimse yoktu.

 

"Aras yok ama dostların var." diyerek teselli etmeye çalışan iç sesime yıkılmama izin vermediği için teşekkür ettim. Yavuz ile Yeliz'i daha fazla merakta bırakmayarak "Yine mi hastane?" diye mızmızlanınca yanımdaki Yeliz "Sena" diyerek bana baktı. Yavuz ise oturduğu koltuktan kalkıp Yeliz'den tarafa geçti. Endişeli ve korku dolu gözlerle yüzüme bakıp "İyi misin? Bizi çok korkuttun." dedi.

 

Yüzüme sahte bir gülümseme takınıp" İyiyim. Adliye sonrası hastaneye gelmek alışkanlık yaptı sanırım." dedim. Hafif tebessüm ettiler. "Gerçekten iyi misin?" diye soran Yeliz'e yatıştırmak isteyen gözlerle bakıp "İyiyim. Dünden beri bir şey yemedim. Bir de üzerine o kadar stres olunca bayılmam çok normal." yanıtını verdim.

 

Hala ikna olmamış gözlerle bana bakarken odanın kapısı tıklatıldı. İçeriye giren doktor yüzünde büyük bir gülümseme ile bana bakıp "Sena Hanım uyanmışsınız ne güzel." dedi. Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdim. "Evet uyandım ve bir an önce evime gitmek istiyorum." deyince araya giren Yavuz "Tabi sağlık durumu iyiyse." dedi.

 

"Sena Hanım açlığına ve susuzluğuna dikkat etmemiş ayrıca da uykusuz kalmış. Bayılma sebebi de buna bağlı." diyen doktorun sesiyle yatağımda doğrulurken "Ben size söylemiştim." dedim.

 

Doktorun yanıtına ikna olmayan Yavuz "Eminsiniz yani bir sorun yok." diye sordu. Doktor rahatlatmaya çalışan sesiyle "Eminim Yavuz Bey bir sorun yok. Sena Hanımda bebekte çok iyi. Yapılan kan testlerinde bir soruna rastlamadık ama siz isterseniz birde bir Kadın Doğu.." diyen doktorun söyledikleri uğultuya dönüşürken üzerimden çekmek için kavradığım yorganla dondum kaldım.

 

Boğazımı yırtarcasına güçlü bir şekilde yutkundum. Almayı unuttuğum nefesimi alıp şaşkınlıktan mimik dahi yapamayan yüzümle "Bebekte mi iyi? Bebek derken Doktor Bey?" diye sordum. Mahcup bir ifade ile hepimizi süzdü. Haberi böyle vermek istemediği belliydi ancak şu an haberi nasıl verdiğinin zerre önemi yoktu benim için "Sanırım haberiniz yoktu. Yaklaşık 2 aylık hamilesiniz Sena Hanım." dedi.

 

 

 

 

HER BÖLÜMÜN SONU KÖTÜ OLACAK DEĞİL YA KIRK YILIN BAŞI SONU İYİ BİTEN BİR BÖLÜM OLSUN İSTEDİM.🦋

 

BİLİYORUM HEPİNİZ ARAS İLE BUKET ARASINDA NELERİN GEÇTİĞİNİ MERAK EDİYORSUNUZ AMA HER HAFTA KÖTÜ ŞEYLER OLMASIN DİYEREK BU HAFTAYI GÜZEL BİTEN BİR BÖLÜMLE TAÇLANDIRMAK İSTEDİM. UMARIM SİZDE BEĞENMİŞSİNİZDİR♥️♥️

Bölüm : 15.09.2025 23:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...