
YILDIZI PARLATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN🦋
ARAS
Bakışlarım tablo asılı duvarda sabit kalırken bir taraftan da elimde ki biblo ile oynuyordum. Derin bir nefes alıp sesli şekilde geri verdim. Olanlara hala inanamıyordum. Evet ilişkimiz peri masalı gibi başlamamıştı ancak sonu kötü biten destanlara dönüşeceğini de asla düşünmemiştim.
Boş bakışlarımı duvardan çekip elimde ki bibloya çevirdim. Bibloyu hafif yukarı kaldırdım. Alaylı bir gülümseme ile "Cübbe giymiş Avukat çocuk. Gerçekten çocukların çocuk olmasına ne zaman izin vereceğiz biz? Ya kar küresinde öpüşürler ya da avukat cübbesi, doktor öğretmen önlüğü giyerler.. Ne saçma." diye söylenirken bibloda ki çocuğun sorgulayarak bakan gözleriyle karşı karşıya kaldım.
Elimdeki bibloyu hızla yanıma bırakarak ellerimi saçlarımın arasına geçirip çekiştirdim. "Ne saçmalıyorsun Aras sen? Onca olandan sonra derdin gerçekten biblo mu?" diyerek kendime sitem ederken derdimin aslında biblo olmadığının da çoktan farkındaydım. Derdim Sena'ydı. Onun bana yaptığı yanlıştı. Olanlara rağmen benim onu affetmek için yanıp tutuşuyor olmamdı. Sırf onu haklı çıkarmamak için saçma sapan bir şeyler düşünerek zihnimi doldurmayı tercih etmiştim ama nafileydi. Sena'yı düşünmeden 1 dakikadan fazla duramıyordum.
Karma karışıktım. Ve kendimi bu karmaşadan kurtarmanın hiç bir yolunun olmadığı hissi bedenimi ele geçirirken kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum. Çaresiz, güveni kırılmış ve bir o kadar da acımasız. Acımasız ve merhametsiz olmak benim olaylara karşı savunma mekanizmamdı. Birisi canımı yaktığında, ben onun canını daha çok yakmak istiyordum. Sena ise onlardan birisi değildi. Ona karşı ne kadar kızgın olursam olayım ağır bir ceza kesmemiştim.
"Tabi bebeğini elinden almayı saymazsak." diyen iç sesimin ironi dolu tonlaması sinirlerimi bozdu. Bebeği alma kararımı düşünmek istemiyordum. Düşündükçe işin içinden de çıkamıyordum zaten. Gerçekten Sena'nın elinden bebeğini alabilecek miydim? Onu dipsiz kuyulara atıp orada acı çekerek ölmesine razı gelebilecek miydim? Kalbim bu kadar kararmış mıydı benim.
"Off" diye bağırdım. Bilmiyordum, lanet olsun ki bilmiyordum. Öfke içime o kadar işlemiş, gözümü o kadar kör etmişti ki hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Ne düşüneceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Onu bu eve hapsetmiştim, kendimi ise susmak bilmeyen vicdanıma. Ayrı ayrı yansak da günün sonunda ikimizde yanıyorduk işte. Bir sonuca varmak için birbiri ile yarışan düşüncelerimi hizaya koymaya çalıştım. Başaramadım. Öfkem ayrı, mantığım ayrı, kalbim ise apayrı bir şey söylüyordu ve ben kime kulak vereceğimi şaşırmış durumdaydım.
Ellerimle sert bir şekilde yüzümü ovuştururken Sena'nın oda kapısının kapandığının sesi geldi kulağıma. Evde ben, Yavuz ve Sena dışında kimse olmadığına göre Yavuz aşağıya geliyor olmalıydı. Dağılan yüzümü toparlayarak sert bir ifade takınmaya çalıştım. Bu gün taktığım sahte maskemde pekte başarılı olmayacağımı bilsem de denemek zorundaydım. Yavuz kafamın karışık olduğunu görürse sinsi bir zehir gibi içime sızmaya çalışırdı ve ben göz açıp kapayana kadar Sena'yı affetmiş olurdum.
"Aras" diye bağıran Yavuz'un sesiyle olduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. Dilim üst damağıma değerken kaşlarım da öfkeyle çatıldı. Kızgın bakışlarım sahtelikten uzaklaşmıştı. Artık yüzümde gerçekten sinirliydim. Bu puşt bana sesini mi yükseltmişti yoksa kulaklarım yanlış mı duyuyordu? Bakışlarım öldürücü bir hal alırken merdivenlerden inen Yavuz'a baktım.
Sinirden kızaran yüzü ile yüzüme bakıp işaret parmağı ile yukarıyı işaret etti. "Yukarıda hamile bir kadın var. Ne olursa olsun senin çocuğuna hamile bir kadın! Ve sen o kadının hamile olmasını umursamadan eve kapatıyorsun. Bu da yetmezmiş gibi elinden telefonunu alıyorsun!! Aras sen ne yaptığının farkında mısın? Sena hapishane de mi yoksa esirin mi? Nasıl bu kadar düşüncesiz davranabilirsin aklım almıyor?"
Uyarıcı bakışlarım üzerinde gezerken "Evvela o sesinin ayarını bir düşür yoksa ben düşürmek zorunda kalırım Yavuz! Seni bu konuda bir kez daha uyarmam. Uyarmak zorunda kalırsam da bu kadar sakin davranmam haberin olsun!" dedim. Sesim sakin ama bir o kadar da otoriter çıkmıştı. Sabrım son zamanlarda pamuk ipliğine bağlıydı ve daha önce yaşananların bir kez daha yaşanmasını istemiyordum. Kardeşimi bir kez daha öldürmeye kalkamazdım.
Aslında bu düşüncem bile değiştiğimi gösteriyordu. Eski Aras ile şimdiki Aras arasında ki farkı da fazlasıyla net görüyordum. Eski ben çoktan Yavuz'un gırtlağına yapışıp sesini kesecekken şimdiki bense sözleriyle uyarıyordu. Taştan olan kalbimin pamuk şekere dönüşünün delili olamazdı değil mi olanlar? Düşüncesi bile korkunçtu. Peki ya gerçekten de aciz Selim'e dönüşüyor olabilir miydim?
Olamazdım. Asla olamazdım. Sadece sevdiklerime karşı daha anlayışlı olmaya başlamıştım o kadar. Selim'e dönmemiştim, dönmeyecektim de. Kafa karışıklığı yüzünden zihnimde ki sözleri toparlayamazken öfkeli çıkan sesimle "Ha yok abi, ben sesime hakim olamam dersen de siktir ol git evimden." deyip elimle kapıyı gösterdim. Söylemek istediğim çok şey vardı ama pamuk şeker sözcüğünden sonra hepsi uçup gitmişti. Evden kovma restini bile güç bela yapabilmiştim. Kendime gelmek için oturduğum yerde omuzlarımı oynatıp arkama yaslandım.
Yavuz'un yüzünden memnuniyetsiz bir ifade geçti. Bana karşı başka seçeneği olmadığını bildiği için sakinleşmek zorunda olduğunun farkındaydı. Derin bir nefes verdi. Karşımdaki koltuğa oturup öne doğru eğilirken gözlerimin içine baktı. Kızgın ama bir o kadar da çaresiz... "Abi, Sena hamile ve sen ona fazla yükleniyorsun. Tamam, tepki göstermekte haklısın, sana söylemeden bebeği aldırmaya kalktı. Sana gelmese de bana ya da babaya giderek sorunu halledebilirdi ama o an bunu düşünemedi."
Yüzümde bir duygu aradı, bulamadı. "Abi, yanında olsun, gözetimin altında kalsın kabul. Hem hamilelik sürecini rahat takip ederiz hem de bebeğin ile yarın karın olacak kadının" derken karın kelimesini üzerine basarak söylemişti. "Senin yanında kalmasından daha doğal bir durum yok ama bu yaptıkların fazla." Doğrularak isyanını belli eder çekil de yüzünü buruşturup başını iki yana salladı. "Aras, hamile bir kadını eve hapsedemezsin, telefonunu elinden alamazsın hepsini geçtim bebeğini almakla tehdit edemezsin."
Yapmaya niyetlendiğim şeyi Yavuz'dan duyunca bütün vücudum önce yandı sonra buz kesti? Bebeği alacak kadar acımasız olabilecek miydim, bilmiyordum. Daha 5 dakika önce bu konunun sorgulamasına girmiştim ve cevabını hala bulamamıştım. Lakin bildiğim bir şey vardı. Sena 7 ay boyunca bu evde benim yanımda kalacaktı. Bebeğimden vazgeçmenin bedelini bu evde yanarak ödeyecekti. Konuyu değiştirmeye çalışarak ters bir üslupla "Telefona ihtiyacı mı varmış Avukatının. Bu evde benim gözetimim altındayken telefonu ne yapacak?" diye sordum.
Oflayarak nefesini verdi. "Abi, haberin var mı bilmiyorum ama; sosyal medya denilen bir şey var insanlar orada zaman geçiriyor. Ayrıca Sena gibi bir kadın uygulamalar üzerinden kitap okuyor ve araştırma yapıyor." deyince oturduğum koltuğa daha da yayıldım. Ona bir telefon veremezdim. Bu hem onun iyiliği hem de bebeğim iyiliği için aldığım bir karardı. Eğer telefonu olursa bu onu açık hedef haline getirirdi. Bense Sena'nın açık hedef olmasını istemiyordum. Onu kısıtladım diye kimin ne düşündüğü ise zerre sikimde değildi.
"Dert ettiğin şey bu mu Yavuz? Araştırmaları kitaplardan ya da ansiklopedilerden de yapabilir. İstediği kitaplar ve ansiklopediler ise çatı katında ki kütüphane de vardır yoksa da alırız." Elimi çenemde gezdirirken "Okumak istediği kitaplara gelecek olursak onlarda kütüphanede vardır. Sırf roman türünde 3000'den fazla kitap var orada. Beğendiği çıkmazsa istediği kitapları da alırız."
Umutsuz vakasın dercesine yüzüme bakıp başını iki yana salladıktan sonra "Sosyal medya yerine de soytarı gibi bizim çocukları giydirir karşısında oynatırız de tam olsun." diyerek dalgaya almaya çalışsa da sesinde ki öfke kendini belli ediyordu. Dudaklarımı aşağıya doğru büzüp "Mantıklı fikir aslında." dedim. Elini dizine vurdu. "Abi, Allah aşkına yapma. Bu kadar canını yakma." deyince sıktığım dişlerimin arasından "Yavuz sen bu meseleye karışma." diye soludum.
"Tamam bir sorunun cevabını ver karışmayacağım." diyerek duraksadı. Cevap almadan susmayacağını bildiğim yanaklarımı şişirerek aldığım nefesi oflayarak geri verdim. "Sor Yavuz." Yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. "Madem Sena ile artık işin yok, madem bebek doğduğunda onu hayatınızdan def edeceksin neden evleniyorsun?" Kollarını iki yana açıp "Ülkemizde pekala evli olmayan çiftler de çocuk sahibi olabiliyor. Neden Sena'ya soyadını verip karın olmasını istiyorsun Aras?" diye sordu.
Afalladım. Soru beklemediğim bir yerden gelmişti ve ben ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Gerçekten neden evlilik kararı aldığımı bile şimdi sorgulamaya başlamıştım. Ondan ölesiye nefret ettiğimi düşünürken onun karım olmasını neden istemiştim? Yoksa dilim onun gitmesini söylerken kalbim onun gitmemesi için evlilik kararını mı aldırmıştı? Ben daha hangi kararı hangi organımla aldığımı bile kavrayamıyordum. Ayrıca bu soruların cevabını daha kendime verememişken Yavuz'a nasıl verecektim ki?
Yerimde huzursuzca kıpırdanıp işin içinden nasıl çıkacağımı düşünürken telefona gelen mesaj bildirimi kurtarıcı gibi yetişti. Bakışlarımı Yavuz'un üzerinden çekmezken masanın üzerinde duran telefona uzandım. Mesaj Yalçındandı. Yüksek ihtimalle beklediğim mesaj gelmişti. Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken yüzümde zafer ifadesi oluştu. Bu zamana kadar iş ve kadınlar konusunda asla yanılmamıştım. Elbette Sena bu genellemenin dışında kalıyordu. O her zaman beni yanıltacak bir şey yapıyordu.
Düşüncelerimi Sena'da uzaklaştırıp alacağım intikama yoğunlaştırırken oturduğum yerden hışımla yerden kalktım. Çıkışa doğru yürüyerek portmantoda asılı olan kabanı üzerime geçirdim. Zaman, yalanların bedelini ödetme zamanıydı ve benim kaybedecek bir saniyem bile yoktu. Hesap ödeme zamanı asıl suçlulara gelmişti ve onların cezası Sena kadar basit olmayacaktı.
Kabanın düğmesini iliklerken Yavuz'un "Sena bu haldeyken nereye abi?" diye sorgulayan sesiyle kendime geldim. Ters bakışlarımı üzerine çevirdim. Bana hesap mı soruyordu o? Hangi hakla? Çevremde ki herkesin yularını gevşek bırakmıştım ben. Sıkmamak için kendimi tutmaya çalışsam da karşımdakiler sıkmam için yalvarıyordu resmen. "Hayırdır Yavuz Efendi hesap sormaya mı başladın artık? Gittiğim geldiğim yerin hesabını sana mı vereceğim ben? İstersen lider sen ol bir de emrine gireyim ne dersin?"
"Abi öyle demek istemediğimi sende biliyorsun." diyerek kendini açıklamaya çalışsa da başaramadı. Bıkkın bir nefes verdi. "Abi, bende geliyorum ya senle, sağ kolunum ya ben senin nereye gittiğimizi bilmemden daha doğal ne olabilir?" Alayla güldüm. Başımı aşağı yukarı sallarken dudaklarım da aşağı doğru büküldü. "Vay be! Sağ kolumsun ha! Demek sağ kolumsun!" Tavrıma anlam veremiyordu. Açıklama isteyen gözlerini gözlerime dikti. "Avukatın yardakçısı olmaktan benim sağ kolum olmaya fırsatın kalmaz diye düşünüyordum."
Ellerini dizine vurup oturduğu yerden kalktı. Kaşları hafifçe çatılırken "Abi, daha ne kadar abartabilirsin merak ediyorum. Senle Sena karşı karşıya gelince ne zaman Sena'yı seçtim ben?" diye sorunca kalkan kaşlarımla yüzüne baktım. Dudakları tek çizgi halini aldı sonrasında da yüzü buruştu. "Tamam bazen Sena'nın tarafında olmuş olabilirim ama senin yerinin ayrı olduğunu ikimizde biliyoruz. Sen nereye ben oraya." diye açıklamaya çalışsa da pek başarılı olamadı.
"Ne yardan geçerim ne serden diyorsun öyle mi?" diye sordum. İmalı bir şekilde gözlerime baktı. "Tam olarak öyle değil. Sena benim yengem, yeğenimin annesi. Sadece hamile bir kadının" duraksayıp "Değer verdiğim hamile bir kadının yanında olduğumu bilmesini istiyorum." dedi. Yavuz'un, Sena'ya verdiği değeri biliyordum. Hamile olduğunu öğrendikten sonra ona karşı daha hassas davrandığını görmek de pek şaşırtıcı değildi. Konuyu uzatmayarak "Öyle olsun bakalım." cevabını verip çıkmak için kapıya doğru yönelince Yavuz'un arkamdan "Abi" diyen sorgulayıcı sesini duydum.
Ellerim kabanımın cebinde ona döndüm. Gelmeye iznimin olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. İkimiz için de daha fazla zorluk çıkarmaya niyetim yoktu. Kaşlarım çatılırken "Yürüsene Yavuz. Özel davetiye mi bekliyorsun gelmek için?" diye sordum. Dudakları belli belirsiz bir şekilde yukarıya kıvrılırken gözlerinin içi parladı. "E hadi gidelim o zaman." diyerek yanıma gelirken bir anda duraksadı. Yüzüme tedirgin bir bakış atıp "Abi, Sena'yı hasta halde evde tek mi bırakacağız? Bize.. Daha doğrusu bir doktora ihtiyacı olursa ne olacak?" diye sordu.
Üzerime giydiğim kabanın yakasını rahat bir tavırla düzeltirken "Hallettim ben o işi" yanıtını verdim. Meraklı çıkan sesiyle "Nasıl?" diye sordu. "Çağlar'ı aradım ayrıca da Yeliz'e mesaj attım. İkisi de birazdan burada olur. Ayrıca Kadir'den tuşlu bir telefon almasını içine de yeni hat takmasını istedim. Hafızasına senin, benim, Çağlar'ın bir de kendisinin numarasını kaydedecek. Bir sorun olursa Avukatın ulaşabilsin diye." Yeliz'i kaydetmemiştim çünkü onu kaydetmem aldığım kararlara karşı zafiyet belirtisi olurdu. Zaten Sena'nın bir şekilde ona ulaşacağını biliyordum.
Yavuz'un ağzı şaşkınlıktan açılırken bu kadar düşünceli olmama şaşırdığı belliydi. "Sen? Yeliz'i aradın ve buraya çağırdın? Sen yaptın yani?" diye sorgulaması da inanamadığının ispatı gibi olmuştu. Gerçekten de Sena'ya karşı bu kadar acımasız olduğumu düşünmesi canımı sıkıyordu. Ama böyle görünmek isteyen de bendim; acımasız, cani, merhametsiz.... Liste böyle uzar giderdi. O yüzden Yavuz bana inanamıyor diye ona kızamazdım.
"Evet Yavuz ben yaptım. Sena için olmasa bile bebeğim için her şeyin iyisini düşünmek zorundayım." İç sesim "Kesinlikle tek derdin bebek asla Sena'nın nasıl olduğu umurunda değil" diyerek benimle dalga geçerken ona kulak tıkamaya çalıştım. Sena'yı it gibi merak ediyordum. Ona sokulup iki bebeğimi sarıp sarmalamamak için kendimi zor tutuyordum. Ancak yapamazdım. Sena'nın yaptıklarından sonra yapamazdım. Her hatanın bir bedeli vardı ve Sena'da o bedeli ödemek zorundaydı.
Bakışlarıma sert bir ifade takınıp "Yeliz'in sıkıntılı bir durum olmadığı sürece Sena'nın yanına çıkması yasak! Eğer onu Sena'nın yanında görürsem nikah şahidi olmasına dahi müsaade etmem haberin olsun. Kendisine iletirsin." dedikten sonra kapıyı açmak için yürüdüm. Elbette Yeliz'in ne pahasına olursa olsun Sena'nın yanına çıkacağını Çağlar'ın da göt korkusuna rağmen Sena'nın durumuna üzüldüğü için bu duruma sessiz kalacağını biliyordum. Benim yaptığım sadece küçük bir uyarı atışıydı. Kimsenin umursamayacağı küçük bir uyarı atışı.
Evin kapısını açmamla soğuk havanın yüzüme çarpması bir oldu. Dışarıda tabiri caizse çivi gibi hava vardı. Hafifçe çiseleyen yağmur da havayı yumuşatmak yerine daha da soğutuyordu. Arabaya doğru yürürken "Yavuz, evsizler için battaniye, çorba, kalacak yer ayarlamaları tamam değil mi? Kış geldi, bize güven hiç kimseyi sokakta bırakmayalım." dedim.
Ayakkabılarımızın ıslak zemine bastıkça havaya karışan sesine Yavuz'un sesi eklendi. "Her şey hazır abi. Ayarladığın binalara insanları yerleştirmeye başladık. Okuma çağında olanları okula, iş çağında olanları da tanıdıklar vasıtasıyla iş yerlerine yerleştirdik. İti kopuğu da Kulaksıza yem etmemek için kendimize aldık."
Başımı hafifçe sallarken "Güzel." dedim. İşin aslı ne benim nede Yavuz'un evsizleri bizim işlerimize bulaştırmaya gönlü yoktu ancak bizden çıkanların Kahraman'a ya da Kulaksız'a -ki ikisi de aynı kapı olan uyuşturucu işine çıkıyor- köpeklik yapacağını bildiğimiz için uyuşturtucudan daha temiz olan silah kaçakçılığı işine alıyorduk. Çünkü Yiğitsoy ailesi, ülke içerisinde ki örgütlere silah satmazdı, satılmasına da müsaade etmezdi. Bizim işimiz yurtdışı piyasasıylaydı. Bu da bizi çok fazla olmasa da diğerlerine nazaran daha masum kılıyordu.
Arabaya geçip çalıştırdıktan sonra yanıma oturan Yavuz kabanının düğmesini açıp yakarlarından çekiştirerek yerine tam olarak kuruldu. "Abi hala nereye gittiğimizi söylemedin?" deyince gözümü yoldan ayırmadan cebimdeki telefonu çıkarıp Yavuz'a uzattım. Telefonu eline alırken "Yalçın'ın mesajına gir." dedim.
Birkaç saniye süren sessizlikten sonra elini yanındaki kolçağa sinirle vurup "Vay orospu çocuğu vay!! Ondan başka kim böyle bir şey yapabilirdi zaten. Abi bu sefer öldürelim bu piç kurusunu." dedi. Başımı aşağı yukarı yavaşça bir kez sallayıp "Kafamda var bir şeyler Yavuz. Yaptıklarının yanına kalma zamanı geçti. Benim olana elini uzatıp onun rızası olmadan onu öptüğü gün cezasını kesmiştim kafamda şimdi ise uygulama zamanı." dedim.
Sena'yı klinikten alıp eve getirdikten sonra düşünmeye başladım. Resimde eksik olan parçalar vardı. Ben oradan ayrılmıştım ve Buket'in de siktir olup gitmesini söylemiştim. Peki niye gitmemişti? Hem Sena'nın oraya gelip onu o şekilde göreceğini nereden biliyordu? Ben tesadüflere inanan bir insan değildim. Ayrıca bu kadar tesadüf de fazlaydı. Bunların hepsinin bir kişi tarafından planlanmış olma ihtimali dışında bir ihtimal yoktu.
Sena'yı evde tek başıma bırakamayacağım için Yalçın'ı aradım ve ondan Buket'e ulaşıp arkasında kimin olduğunu öğrenmesini istemiştim. Buket başına gelecekleri bildiği için saklanmış olsa da Yalçın'ın elinden kurtulamamıştı ve saklandığı otelde yakalanmıştı. Bir kadına işkence etmek istemediğim için ve oraya gidersem onu ellerimle parçalamamaya garanti veremediğim için Buket'in yanına gitmemiş sorgulama işini de Yalçın'a bırakmıştım.
Yaklaşık 15-20 dakika sonrasında ise Yalçın mesaj atmış ve bende beklediğim ismi ekranda görmüştüm. Bu iğrenç planı ondan başkasının yapmayacağını bilsem de emin olmadan bir şey yapmak istememiştim ancak şimdi her şey ortadaydı. Bebeğimin asıl katili belli olmuştu. Yanımda öfkeyle soluyan Yavuz'a "Ne var aklında?" diye sordum.
"Abi bu itin evde olduğuna emin miyiz?" diye sorunca göz ucuyla baktım. Dudaklarım sinsi bir gülümseme ile kıvrılırken "Tekne olayında anladım ki Yavuz bu it " derken it kelimesini tükürürcesine söyledim. "Sürprizleri seviyor. Kendisi de kutlama yemeğindeymiş. Bende sürpriz yapmak için en doğru zaman olduğuna karar verdim." deyince yüzünde derin bir gülümseme belirdi. "Çok doğru düşünmüşsün abi. Birazda biz sürpriz yapalım."
Yol boyu aramızda başka sohbet geçmezken yaklaşık yarım saatlik yolculuk sonrasında Savcı'nın evinin bir alt sokağına varmıştık. Gece olduğu için yollar neredeyse boştu ve buda buraya gelme süremizi kısaltmıştı. Arabalar sokakta arka arkaya dururken kapıyı açıp indim. Korumaların yanıma gelmesini kısa bir süre bekledikten sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Plan basit beyler. Önce evin etrafındaki korumaları indireceğiz sonrasında ben ve Yavuz içeriye geçerken sizde ölen korumaların yerini alacaksınız."
Başımla yanımda duran Okan'a işaret verince elindeki maskeleri adamlara dağıttı. "Yüzünüzde maske olacak. Savcı neden maske taktığınızı sorarsa da" duraksayıp şeytani bir sırıtış sonrasında burnumu çektim. "Aras Yiğitsoy'un kendisine suikast düzenleyeceği ile ilgili merkezin bilgi aldığını, böyle bir saldırıya kapıda ki korumalar dayanamayacağı için aynı merkezin sizi yolladığını onları ise geri çektiğini söylersiniz. Anlaşıldı mı?" diye sordum. Neredeyse hep bir ağızdan denilecek şekilde "Anlaşıldı abi." cevabını verdiler.
Başımı kaldırıp etraftaki evleri tarafım. Hepsinin ışıkları sönüktü. Kimisinden televizyon ışığı sızarken kimisinde o bile yoktu. "İnsanların çoğu yatmış. Gürültüsüz patırtısız bu işi halletmemiz lazım. Eğer o şekilde halledemezseniz " derken tehdit dolu bakışlarımı sırayla üzerlerinde gezdirdim. "Olacakları biliyorsunuz." Birkaçı adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü yutkunurken biliyoruz anlamında başlarını öne eğdiler.
Kolumu kaldırıp elimle hadi işareti yaptıktan sonra eve doğru yürümeye başladım. İlerlerken belimdeki silahı çıkarıp susturucusunu taktım. Yanımda yürüyen Yavuz'da aynı işlemi yaparken "Abi biz sıkmaya başladığımızda birileri Savcı'ya haber uçurursa ne olacak?" diye sorunca "Merak etme onu da hallettim. Savcı'nın olduğu restoranda bizden adamlar vardı. Savcının telefonunu el çabukluğu ile bozuk başka bir telefonla değiştirdiler. Yakın korumasının telefonunu da çaldılar. Yani ikisinde de haber alabilecekleri bir telefon yok. İkinci bir telefonları varsa bile buradakilerin aklına gelene kadar çoktan ölmüş olurlar." cevabını verdim. Böyle yaparak eve gelmesini de garantilemiştim.
Yüzünde ki şaşkınlık belirtisi her kelimemle daha da artarken "Gördüğün gibi sensiz de çok şey başarabiliyorum Yavuz Bey?" dedim. Yüzü asıldı. Alıngan bir ifade ile bakıp "Ha sana ihtiyacım kalmadı, ne zaman istersen siktir olup gidebilirsin diyorsun yani?" deyince burnumu kırıştırıp kafamı hayır anlamında kaldırdım. "Öyle demiyorum. Şansını zorlama gidersen de başımın çaresine bakarım diyorum." deyip bir cevap vermesine izin vermeden silahımı kaldırdım. Tetiğe dokunduktan birkaç saniye sonra kapıdaki koruma kanlar içinde yere düşerken yanındaki olayı kavrayıp bizden tarafa dönemeden Yavuz'un tabancasından çıkan kurşunun hedefi oldu.
Evin kapısından içeriye doğru ilerledik. İç kapıda bekleyen korumaları indirirken havaya karışan birkaç silah sesi sonrasında ortalık büyük bir sessizliğe büründü. Muhtemelen bütün adamlar öldürülmüş olmalıydı. Önce karşı evin pencerelerine göz attım, kimse yoktu. Muhtemelen birkaç kurşun sesine alışıklardı o yüzden de kimse pencereden bakma gereği dahi duymamıştı.
Yerde acıyla kıvranan korumaya bakıp "Anahtarlar?" diye sordum. Yüzüme iğrenen bir ifade ile baktıktan sonra gücünün yettiği şekilde suratıma doğru tükürdü. Öfkeden gülerken dilimle dişlerimi yaladım. Bana tükürmüştü! Bana! Tabancamı hafifçe kaldırıp iki kaşının arasına nişan aldıktan sonra gözümü bile kırpmadan tetiğe dokundum.
Tiz bir ses sonrası adamın başı yana doğru düştü Gerilen boynumu rahatlatmak için sağa sola yatırdım. Burada öldürdüğümüz hiçbir adam için kendimi suçlamıyordum. Çünkü hepsi Kulaksız tarafından devletin içine sızdırılmış hainlerdi. İçlerinden bir tanesi bile düzgün adam değildi. Savcıyı araştırırken yanında kimlerin olduğuna bakmıştım. O gün bile bu itin fazla yaşadığına kanaat getirmiştim. Ancak bir sorun vardı. Yavuz bunu duymayı ne kadar istemese de Kulaksıza ulaşmadan onu öldüremezdim. Bilinen bir düşman bilinmeyen düşmandan çok daha iyiydi. Tabi sinirlerimi bozarsa işler değişirdi o ayrı.
Yavuz yerde yatan adamın cebinden anahtarları alıp bana uzattı. Kapıyı açtıktan sonra anahtarları tekrar Yavuz'a verdim. Dışarıda duracak olan adamların belinde asılı olması gerekiyordu. Yavuz direktif vermek için kapıda korumaların toplanmasını beklerken bende yavaş adımlarla karanlık koridorda içeriye doğru ilerliyordum. Işığı yakamazdık. Silah sesi sonrasında evde ışık olursa komşuların ikinci hattı arayarak Savcıya haber verip vermeyeceğini bilemezdik. Elimdeki fenerin ışığından gördüğüm kadarıyla uzunlamasına olan koridor birçok kapının buluştuğu noktaydı.
Dikkatli adımlarla koridorun en ucundaki odaya doğru ilerlemeye başladım. Muhtemelen orası salondu ve Savcı da hırslı olan herkes gibi başarısını evde de kutlamak için salona gelecekti. Gelmezse de biz getirirdik. Kaldırdığım adımımı yere doğru basarken arkamdan klik diye bir ses geldi. Sonrasında ise ensemde derinden verilen bir soluk hissettim. Birinin tam arkamda silahını başıma doğrultarak durduğunu anlamamak için aptal olmak gerekiyordu. Sanırım sonun başlangıcına gelmiştim. Ölümden korkmasam da ölümümün Savcının iğrenç evinde olmasını istemiyordum.
Arkamda duran kişi sessizce gülerken fısıltı gibi çıkan sesiyle "Ecelini hoş geldin Aras Yiğitsoy." dedi. Bir hamle yaparsam silah patlayacaktı. Yapmazsam yine patlayacaktı. Adam hamle yapamayacağım kadar içime sokulmuştu ve ben daha ondan tarafa dönemeden ölürdüm. Ölümün bile asilinin yakışacağını biliyordum. Debelenip çırpınmayacaktım. Tek düşündüğüm şey Sena ve doğacak bebeğimdi. Onlara da Yavuz ile Hamdi Babaların gözü gibi bakacağını bildiğim için içim rahattı. Ölümü kucaklamak için gözlerimi kapattım.
Ben hiçliğe karışmayı beklerken arkamdan susturucu takılı bir tabancadan çıkan merminin tiz sesi havaya karıştı. Sonrasında da arkamdaki adam büyük bir gürültü ile yere düştü. Kapattığım gözlerimi açıp alnımda ne zaman oluştuğunu bilmediğim teri sildim. Arkamdan gelen Yavuz yanımdan geçerken durdu. Dudakları muzip bir şekilde yana kıvırdıktan sonra "Benim yaptığım işleri ne kadar iyi yaparsan yap her zaman arkanı toplayacak bir Yavuz Egeliye ihtiyacın var." deyip yürümeye devam etti.
Tuhaf bakışlarım sırtına sabitlenirken yüzümden beliren gülümseme ile başımı iki yana salladım. Hepimizin de bildiği gibi Yavuz olmadan ben olmazdım. Ona gidebilirsin restini çekiyordum çünkü ikimizin de birbirimizi bırakmayacağını biliyordum. Bazı zamanlar anlaşamasak da çoğu konuda akla kara kadar farklı olsak da biz kardeştik. Ve bunu hiçbir şey değiştiremezdi.
Arkasından yürüyüp yemek masasına doğru ilerledim. Bir tane sandalyeyi çekip silahın namlusunu masaya doğru bastırırken çektiğim sandalyeye oturdum. "Her şartta lafımı sokarım diyorsun?" Yüzüme küstah bir bakış attıktan sonra belli belirsiz gülümseyip "Her zaman." cevabını verdi.
Onun bu halleri hoşuma gidiyordu. Birgün ben ölürsem bana kafa tuttuğu gibi herkese kafa tutacağını bilmek içimi rahatlatıyordu. Önceki Yavuz ile şimdiki Yavuz arasında büyük farklılıklar vardı ama hala bir şeyler eksik gibiydi. Cesareti eksik gibiydi. Onu da tamamlayacaktım. Ufak bir tebessüm sonrası başımı önüme çevirdim. Karanlığın içinde huzur bulmak istercesine derin bir nefes alıp sonra yavaşça verdim. Karanlıktan bir parça haline gelmiş insanın huzur bulduğu yerde karanlık oluyordu.
*********
Yaklaşık 45 dakikalık bekleme sonrasında dışarıdan konuşma sesleri gelmeye başladı. Neler olduğunu duymak için kulak kesildiğimde Savcı'nın geldiğini ve tamda benim söylediğim şeyleri sorduğunu fark ettim. Kısa bir süre sonra evin kapısı açıldı ve hemen ardından kapandı. Koridorun ışığı açılırken Savcı da "Allah'ın belası Yiğitsoy. Beni öldürebileceğini düşünmüş, inanabiliyor musun İlyas?" diye homurdanarak salona doğru yürüyordu. Ve yine tam tahmin ettiğim gibi sağ kolu yanındaydı.
Oturduğum sandalye de daha da yayılıp keyifli bir sırıtışla Savcı'nın salona girmesini beklemeye başladım. Gerçekleşecek olan büyük buluşmayı aylardır bekliyordum ve beklediğime yaraşır bir buluşma olmalıydı. Ayak sesleri iyice yakınlaştıktan sonra salonun ışığı açıldı. Varlığımı hala fark etmeyen Savcı bir şeyler mırıldanırken yanındaki koruma beni fark etti. Eli hızla belindeki silaha doğru giderken arkadan gelen Yavuz tabancanın namlusunu ensesine bastırıp tehditkâr bir sesle "Şşşşt! Sakın bunu aklından bile geçirme." dedi.
İlyas denilen adamın yüzü bembeyaz olurken başını sallamak dışında bir şey yapamadı. Otoriter bir sesle "Silah!" diyen Yavuz'a biraz önce uzandığı tabancayı verdi. Savcı ise sinirden kızaran ancak korkudan beyazlayan yüzüyle renkten renge girmekle meşguldü. Onun bu halini görünce yüzümdeki gülümseme daha da arttı. Şeytani bir sırıtmaya döndü.
Tabancası hala adamın kafasında duran Yavuz "Okan" diye seslendi. Birkaç saniye içerisinde dış kapı açıldı ve maskesini çıkarmış olan Okan odaya girdi. Yavuz başıyla namlunun ucundaki adamı işaret edip Okan'a bıraktıktan sonra alaylı bir gülümseme ile "Buradan buyurun Sayın Savcım." dedi. Söylediği kelimelerde yüzü öyle buruştu ki kusacak sandım.
Yavuz namlunun ucuyla yanıma gelmesi için Savcıyı omzundan dürtüklerken biraz önce buruşan yüzü katılaşmıştı. Gözlerinde nefret, hırs ve intikam çanları çalıyordu. Yiğitsoy kadınlarına zarar vermeye kalkmanın bedeli ağırdı. Bende Yavuz'da kendimize gelecek her şeye razıydık ama söz konusu kadınlar olursa işler değişirdi.
Savcı'nın yüzü hala renkler arasında geçiş yaparken dik tutmaya çalıştığı omuzlarıyla fazlaca komik duruyordu. Çünkü gözlerinde ki korkuyu görebiliyordum. Yaşamasına izin verip vermeyeceğimin korkusunu iliklerine kadar yaşarken bende bunun zevkini her hücremde hissedebiliyordum. Bu durum keyfimi daha da arttırmaya başladı. Geçte olsa benden korkması gerektiğini fark etmişti.
Yavuz'un ayağı ile çektiği sandalyeye oturdu. Gözlerimin içine bakarken korku yerini saf öfkeye bıraktı. Derin bir nefes alıp burnumdan verdim. "Savcı, Savcı Savcı.... Evine hoş geldin." dedim. Korkmasına rağmen gür bir kahkaha atıp oturduğu sandalyede rahatlamaya çalışarak arkasına yaslandı. Kahkahası arasında "Evime hoş geldim öyle mi Yiğitsoy." deyip bir kahkaha daha attı. Son çırpınışlarının verdiği duygu karmaşasına bayılmadım desem yalan olurdu. Gözlerine öfkeyi yerleştirse da kalbinde karanlıktan kalmış küçük çocuk korkusu vardı. Bununla başa çıkmak için de duygularını bastırmaya çalışıyordu.
Bir süre daha kahkaha attıktan sonra ciddi bir ifade ile yüzüme bakıp "Asıl sen evime hoş geldin Aras Yiğitsoy. İzinsiz girdiğin evime." dedi. Sokmaya çalıştığı lafı umursamaz bir şekilde omuz silktikten sonra bakışlarımı Yavuz'a çevirdim. Gözlerine bakınca ne demek istediğimi anlayan Yavuz muzip bir sırıtış sonrasında mutfağa doğru yöneldi. Birkaç saniye içinde buharı tüten çaydanlıktaki kaynamış suyla geri geldi. Gözlerimin parladığını fark eden Savcı başını Yavuz'dan tarafa çevirince yüzünü göremesem de gözlerinin korkuyla açıldığına yemin edebilirdim. Güçlü yutkunması odayı doldururken "O ne? Ne yapacaksınız onu?" diye sordu.
Başını hızla bana çevirip sonra tekrar üzerimize doğru gelen Yavuz'a çevirdi. Korkudan titrediğini görebiliyordum. Bedeni ona itaat etmeyi çoktan bırakmış şoka girmişçesine sarsılıyordu. Burnumdan keyifli bir nefes aldım. "Tanıştırayım Savcı sıcak su. Sıcak su buda haşlanmak için seni bekleyen Savcı?" derken başını bana çevirmişti. Korku dolu bakışları ile bana bakıp "Beni.. Beni yakmayacaksınız değil mi?" diye sordu.
Omuzlarımı yukarı çekip "Bilmem yaksak mı ne dersin Yavuz?" diye sordum. Ben konuşurken Yavuz ise çoktan Savcı'nın tepesinde belirmişti. Tekrardan Yavuz'dan tarafa dönen Savcı Yavuz'un elindeki çaydanlık ile gözleri arasında bakışlarını gezdirirken Yavuz'un sırıtması da arttı. "Hiç bana bakma. Ben bu ailenin itaatkar tarafıyım, canilik payım daha azdır. Aras talimat vermeden seni yakmak için suyu dökme kararlarını alamam." Bakışları karardı. "Ama alabilecek olsam bir saniye beklemez dökerdim suyu!"
Kaşlarım havalanırken Yavuz'a tuhaf bakış atmadan duramadım. İlk kez bu kadar birine zarar vermek için yanıp tutuşuyordu. Bizim ailede cani taraf ben görünsem de Yavuz'un içinde benden daha fazlasının yattığını biliyordum. Eğer bir gün sevdiklerine zarar gelirse onu durdurmaya kimsenin gücü yetmezdi. Buna benle Hamdi Baba da dahildi. Derin bir nefes alıp paltonun ön kısmını düzeltirken umursamaz bir sesle "Şanslısın Savcı. Allah'tan Yavuz cani taraf değil." dedim.
Savcı'nın başı bana çevrilirken bakışlarının bugün ne kadar çok Yavuz ile benim aramda gezindiğini ve o bakışlarda korkunun hakim olduğunu fark etmek içimin tarifsiz bir huzurla kaplanmasına sebep oldu. Biraz önce arsızca kahkaha atan Savcı gibi kahkaha atarken yüzüme de en acımasız bakışımı taktım. Bir kez daha adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü bir şekilde yutkunup dudaklarımdan dökülecek olan cümlelere odaklandı.
"Tabi ki de su senin için değil Savcı. Ben öyle acımasız bir adam mıyım? Suuu.." derken bakışlarımı Okanlara çevirip "Koruman için. Buket'i benim tekneme bırakan korumanın direksiyon kullanan ellerini ve tekneye kadar Buket'e eşlik eden ayaklarını yakmak için." dedim. Daha cümlem tamamlanmadan İlyas "Hayır! Abi n'olur affet demeye başlamıştı bile." Söylediği her kelime beynimi tırmalarken başımla Okan'a işaret verdim. İlyas'ı yan taraftaki odaya çekerken yanındaki adamda Yavuz'un elinden çaydanlığı alıp arkalarından ilerledi ve odaya girip kapıyı ardından kapattı.
Yaklaşık 1 dakikalık bir zaman sonra içeride acı haykırışlar ve yalvarmalar gelmeye başladı. Kayanmış su İlyas'ın derisinde bilmem kaçıncı derece yanıklar oluşturup derisini büzüştürüyor olmalıydı. Bir yılanın başı ezilmişti. Şimdi sıra diğer yılandaydı. Savcı rahatlamış bir yüzle bana bakarken kendi başına böyle acımasızca bir olay gelmeyeceğine emin gibiydi. Ama atladığı bir şey vardı. Söz konusu bensem hiçbir şeyden emin olmaması gerekiyordu.
İçimde tarifsiz bir huzur dalgası oluşurken derin bir nefes alıp dudaklarım o şeklini alırken huhlayarak verdim. "Şimdi sana gelelim Savcı. Buket'i tekneme yollamak güzel hamleydi. Peki Sena'nın tekneye gelmesini nasıl sağlayacaktın?" Sorumu duyunca kendinden gurur duyarcasına kasıldı. Dudakları muzip bir gülümseme ile sağa doğru kıvrılırken gözlerinde zafer bakışı vardı. "Nasıl olduğunu bildiğine eminim."
"Bir de senden duymak istiyorum." yanıtını verdim. Aslında duymak istememin tek sebebi Sena'yı aklayacak bir şeyler bulmaya çalışmaktı. Onu kendi içimde aklamak affetmek istiyordum ve Savcı'nın şeytani planını anlatmasının yeterli bir sebep olacağını umuyordum. Kollarını kaldırıp ellerini ensesinde birleştirdi. Başarısının yüzünde oluşturduğu tatmin hissiyle yüzüme bakıp "Aslında her şey düşündüğümden farklı ama daha güzel oldu. Hiçbir şey yapmadan çok şey yaptım." dedi.
Bir cevap vermeden anlatacaklarını dinlemeye devam ettiğimi görünce keyifli bir iç çekti. "Adliyede olanlar sonrasında Sena'nın bir dersi hak ettiğini fark ettim." deyince çenemi kıracak kadar sert bir şekilde dişlerimi sıktım. Benim kadınıma ders vermeye çalışmıştı öyle mi? Birazdan alacağı ders, vereceği dersten daha güzel olacaktı haberi yoktu. Kendime hakim olmaya çalışıp tabancanın namlusunu daha sıkı kavrayarak sustum.
"Senin gerçek yüzünü görmesi gerekiyordu. İşte o sırada beynim çalışmaya başladı. Buket'in sana olan ilgisinin farkındaydım. Odama geldiğin ilk gün senin ona olan bakışlarında gözümden kaçmamıştı." Duraksayıp derin bir nefes aldı. "Buket'e gidip Yalçın Amire ulaşmasını ve senin yanına gelmesini söyledim. En başta itiraz etse de paranın insanlara neler yaptırdığını bilemezsin Aras." diyerek başını iki yana salladı. "Tekneye yanına geldi. Planım sizi yatakta bastırmaktı ama sen Buket'i orada öylece bırakarak çekip gittin. Dünyamın nasıl başıma yıkıldığını görmen lazımdı." derken yüzünde alaycı bir hüzün oluştu.
"Senden hemen sonra tekneye geldim." deyince kaşlarım başımı ağrıtacak şiddetle çatıldı. Benim mabedime bana sormadan gelmişti öyle mi? Bana ait olan yere elini kolunu sallayarak girmişti. O tekneyi buradan çıkınca ateşe verecektim. Zaten Buket'in pis teninin ve kokusunun tekneye bulaşması yetmiyormuş gibi birde Savcı'nınkinin bulaşması teknenin ipini çekmişti. "Buket ile ne yapacağımızı, Sena ile senin aranda nasıl bir yanlış anlamaya sebep olacağımızı düşünürken ne oldu bilemezsin."
Sena geldi ve olanlar oldu demesini bekliyordum ki yüzünde değişik bir ifade belirdi. "Buket'e karşı koyamadım. O kadar seksiydi ki ona dokunmamak için aptal olmak gerekiyordu." Gözleri dalgaya alır bir bakışla kısılırken "Kusura bakma koltuğuna spermlerimi bulaştırmış olabilirim." deyince ağzını burnunu dağıtmak istesem de yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım. Şerefsizin derdinin ne olduğunun farkındaydım. Ben bu sözlerinden sonra ona gereken dersi verecektim oda Sena'ya gidip "Aras, Buket ile yattığımı duyunca bana bunları yaptı." diyecekti. Zaten işler karışıkken daha da karıştırmaya gerek yoktu. Tekneyi yakardım ve sorun ortadan kalkardı.
Benden beklediği tepkiyi alamayınca yüzü asıldı. Ama konuşmasından da geri kalmadı. "Biz işimizi hallettikten sonra bir mucize oldu. Benim tekneye nasıl getirebilirim diye kafa yorduğum Sena kapının önünde bekliyordu. Buket ise gerçekten bir seksten çıkmış saçı başı dağınık haldeydi. Bende olayları kendi lehime çevirdim. Senin çıkardığın gömleği Buket'e giydirip Sena'nın önüne çıkardım." Yüzünde gevrek bir gülümseme oluşurken kahkahasını bastırdığını belli eder bir şekilde "Sena'nın yüzünü görmen lazımdı. Sana zerre güvenmediği o kadar belliydi ki seni görmeye bile gerek duymadı." dedi.
"SANA ZERRE GÜVENMEDİĞİ O KADAR BELLİYDİ Kİ SENİ GÖRMEYE BİLE GEREK DUYMADI." Ses beynimin içinde yankılanırken içimden bir şeylerin kırıldığını hissettim. Ben gerçekten de Sena'ya bana güvenmesi için bunca zaman bir sebep verememiş miydim? Beni görmeden, tanımadığı bir kadının lafıyla yargılayacak kadar da mı inanıyordu bana? Ben, Savcı ile iş birliğini yaptığını öğrendiğimde ve olanların gerçekliğinden emin olduğum halde ondan bir açıklama isterken o bu kadar da mı güvenmiyordu? Cevap belliydi güvenmiyordu. Allah kahretsin ki bebeğimizden vaz geçecek kadar güvenmiyordu.
Önce çatırdayıp sonra da parçalara bölünen kalbimin sesi beynimde yankılanırken içimde buz tutmuştu. Damarlarımda akan kan evin çıplak, soğuk duvarlarından daha soğuk hale gelmişti. Boynumdaki görünmez ilmek Sena'nın elleri tarafından sıkılırken ensemden aşağıya küçük bir ter damladığını hissettim. Senelerdir hissetmediğim bir şeyi hissediyordum. Uzun zaman iliklerime kadar hissettiğim sonrasında ise nasıl bir his olduğunu unuttuğum şeyi... KALP KIRIKLIĞI...
Belki de en başından beri öfkeli değildim, üzgündüm. Sena'nın bana güvenmemiş olmasına üzülmüştüm. Onun ve benim dünyadaki vücut bulmuş halimizden vazgeçmeye kalmasına kırılmıştım. Benim onu aldatmayacağımı, onun dışında bir teni istemeyeceğimi bilmemesi canımı yakmıştı. Ancak bu duygular senelerdir o kadar uzaktı ki bana üzüntü ile öfkeyi birbirine karıştırmıştım. İnsanların hatta benim bile her zaman ki gibi öfkeli Aras dediği haller bu sefer farklıydı. Aslında benim kırılmış, üzülmüş halimdi...
Savcı'nın bakışlarını üzerimde hissedince kendi içimde olan hesaplaşmalarımı kenara bırakıp başımı hafifçe sağa yatırarak yüzüne baktım. "Bizim buralarda düşmanlığın bile bir raconu vardır. Hasmının sevdiği bile intikam için kullanılmaz. Kullanmak da adamlıktan değildir." Bir cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti. Sesimi daha da keskin çıkarırken öne doğru eğilip gözlerinin içine baktım. "Ha dersen ki ben adam değilim, benim fıtratımda bu karaktersizlik var işte o zaman da adamlığı üzerine ben oturturum."
Yüzünde alaylı bir gülümseme belirdi. "Benimle böyle atarlı giderli konuşma Aras, sonrasında üzülen ben değil sen oluyorsun." Alt dudağımı aşağıya doğru büzerken kafamı da aşağı yukarı salladım. Elimdeki silahın namlusunu masadan kaldırıp Savcı'nın dizine doğru bastırırken güldüm. "Haklısın Savcı. Bu hikayede hep konuşan taraf oldum, hiç hesap kesmedim. Ne dersin bugün hesap kesme günü olsun mu?" diye sorduktan sonra gelecek cevabı beklemeden elimin altındaki silahın tetiğine dokundum.
Susturucu takılı silah Savcı'nın dizinde patlarken yüzünde beliren dehşet ifadesi ile acı içinde bağırmaya başladı. Olduğu yerden kalmaya çalıştığı anda Yavuz omzundan bastırıp çenesini sıkıca kavradı. Başını bana çevirince gözlerinin içine baktım. "Benim olana el sürmeye kalktın Savcı. Benim olanı onun izni olmadan öpmeye kalktın. Bu sıktığım onun izni olmadan bir kadına dokunmaya kalktığın içindi. Sena ya da başka bir kadına onun izni olmadan dokunmamayı öğretir sana."
Elimdeki silahı kaldırıp sağlam dizine doğru götürdüm. Namlunun ucunu bütün gücümle dizine bastırtırken olduğu yerde çırpınmaya başladı. Bakışlarım karardı. "Buda benim arkamdan döndürdüğün dolaplar ve az kalsın.." derken dişlerimi sıkıp sustum. Bebeği Savcı'nın hedefi haline getiremezdim. Zihnimde "AZ KALSIN SENİN YÜZÜNDEN ÖLECEK BEBEĞİMİZ İÇİN." diye bir ses yankılanırken tekrar tetiğe dokundum.
Savcı acı haykırışları arasında yere düşerken oturduğum sandalyeden kalktım. "Benim olana bir daha dokunmaya kalkarsan, seni ailemin etrafında bir kez daha görürsem bu sefer dizlerine değil kafana sıkarım Savcı. O şerefsiz patronuna da söyle götü yiyorsa karşıma kendisi çıksın itlerini sürmekten vazgeçsin." dedikten sonra evden çıkmak için koridora doğru yürüdüm.
Evden dışarıya çıkarken kapıdaki korumalar önlerini ilikleyip başlarını eğdi. Bahçe kapısına ulaştığımda ise Yavuz hemen arkamdaydı. Ellerim kabanımın cebindeyken olduğum yerde durup Yavuz'a baktım. Durduğumu görünce oda durdu. "Yalçın'ı arayıp Savcı'nın Aras Yiğitsoy tarafından vurulduğunu çevreye duyurmasını iste, sokaklardaki adamlarımıza da aynı bilgiyi ver. İtibar bitirmek nasıl oluyormuş görelim bakalım."
"Şimdi hallediyorum abi." cevabını verip kabanının iç cebindeki telefona uzanınca bende arabaya binmek için yürüyordum ki olduğum yerde tekrar durup Yavuz'a baktım. "Ha Yavuz unutmadan." deyince başını telefonun ekranından kaldırıp yüzüme baktı. Dudaklarım hafif bir tebessümle kıvrıldı. "İçeride söylediklerinde haklısın. Her zaman yanımda olmana ihtiyacım var."
Yüzünde parlak bir gülümseme belirirken gözlerinin içi canlandı. Kuruyan dudaklarını ıslatıp "Söylemene gerek yok abi ben zaten biliyorum." cevabını verdi. Söylediklerine içten bir kahkaha attıktan sonra arabaya binmek için ilerledim. Arabanın kapısını açıp direksiyonu ellerimle kavrarken huzursuz derin bir nefes verdim.
Sena'yı affetmek için sebep ararken yaşamak için bile sebebim kalmamıştı. Sevdiğim kadının güvenini dahi kazanamamıştım. İntikamımı almıştım, içimin az da olsa soğuması gerekirken bu yangın nedendi? Neden yüreğim acıyordu?
İşte yine başlıyorduk. Sena'nın cehennemi olmasını istediğim ev Savcı'nın söyledikleri ile benim cehennemime dönüşmüştü. Bir kez daha cehennemin zebanisi değil günahkarı olup kırık kalbimi kimselere göstermeden, yaralarımı kendim sararak yanacak sonrasında da küllerimden doğacaktım. Tıpkı ANKA KUŞU gibi....
EVET KİTAP İSMİ GÖNDERMELİ BİR BÖLÜM SONU OLDU.. 🤭
BÖLÜME BAŞLAMADAN ÖNCE DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ KADAR ARAS'A SÖVDÜNÜZ MÜ YOKSA HALİNE ÜZÜLDÜNÜZ MÜ? 🤭 AYRICA ARAS'TA DEĞİŞİM VAR SANKİ NE DERSİNİZ?
YAVUZ'DA HER ZAMAN Kİ GİBİ FORMUNDA 😂😂
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ? 🫣GELECEK BÖLÜM GÖRÜŞMEK ÜZERE🦋🦋♥️♥️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |