
ARAS
BİRLİKTE OLDUKLARI GECE
Dönüştüğüm canavar için senelerce beni suçladılar. Kimse yaramın nerede olduğuna ne kadar büyük olduğuna bakmadı. Karanlığımdan şikayet edip düzelmem için nutuk attılar. Ama kimse karanlığımdan kurtulmam için bir şey yapmadı. Döktüğüm kanlar, kazandığım zaferler sonrasında beni tebrik etmek dışında en ufak bir hamleleri olmadı.
Peki onlar başarılarım yüzünden bana saygı duymaya, efendileri ilan etmeye başladıkları halde dönüştüğüm canavardan neden ben suçluyum? Neden yaşattıklarım ve yaşatacaklarım için onlardan özür dilemek zorundayım. Beni bu hale getirdiği için kimse benden özür dilememişken neden benim onlardan özür dilemem, pişmanlığımı dile getirmem bir zorunlulukmuş gibi hissetmeme sebep oluyorlardı.
Oysa bu hikayede en çok acı çeken bendim. Kaybolan parçalarını bulup kendini yeniden inşa etmesi gereken bendim. Benden koparılan masum her parçamın yerine katran misali karanlığı sıvamak zorunda kalan bendim. Beni bu canavara onlar dönüştürmüştü ve şimdide yarattıkları canavarın sonuçlarıyla yüzleşmeleri gerekiyordu. Çünkü yarattıkları canavar artık onlara korku veren, ezip geçen, nefeslerini kesen bir sorun haline gelmişti.
Peki ya bu canavarın yaratılmasında en ufak payı olmayanlar? Onlara ne yapacaktım? Onların canını yakmaya, kapanmaz yaralar açmaya hakkım var mıydı? Elbette yoktu. Dünyaya gelmeyi kendisi isteyen evladımın, karanlığımda kaybolmaya hakkı yoktu. Beni babası olarak seçen o değilken, benim gibi bir canavarla başa çıkmak zorunda değildi. Benim yanlışlarımla yanmak zorunda değildi. Ben onun hatalarıyla başa çıkmak zorundayım, o, benim hatalarımla değil.
İç boğucu bir havada olan oda var olan gerginliğimi daha da arttırıp nefessiz kalmama sebep oluyordu. Sena'nın üzerini giydirdikten sonra yavaş adımlarla yatak odasından çıktım. Normalde en ufak tıkırtıya gözleri açılırken şimdi uyku sersemi haliyle üzerini giydirmeme izin vermiş sonrasında da saniyeler içinde uykuya tekrar dalmıştı. Sanırım sonsuz güven böyle bir şeydi. Birinin yanında kendini güvende hissedince kalkanlarını indirip en savunmasız haliyle kalıyordu insan.
Merdivenlerden yavaş adımlarla aşağıya indim. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Temiz hava alıp aklımı başıma toparlamak için omuzlarıma kabanımı alıp bahçe kapısına yöneldim. Mutfaktan çıkılan bahçe kapısını açmamla soğuk hava içeriye doldu. Sertleşmiş karlara basarken kulaklarıma dolan kırt sesleriyle çardak kısmına ilerledim. Hava tahmin ettiğimden daha soğuktu, nefesim buhar olup gecenin karanlığına karışıyordu.
Çardak kısmına gelince köşede duran sobanın fişini prize taktım. Karşısına geçip otururken rahatlamak amacıyla birkaç kez derin nefesler alıp verdim. Zihnime üşüşen her yeni düşüncede kalbim acımasız bir mengene tarafından sıkıştırılıyordu. Ben baba oluyordum. Bu işlere girerken asla hesaba katmadığım, olacağına bile zerre ihtimal vermediğim şey gerçek oluyordu. Benim bir çocuğum olacaktı. Ve ben ona, huzur bulacağı güneşli günleri değil karanlığı sunacaktım.
Diğer çocuklar gibi özgürce parka gidemeyecekti. Gençlik çağında arkadaşları ile kafelerde gezemeyecekti. Korumalar olmadan nefes alamayacaktı. Başını nereye çevirirse çevirsin etrafında ona etten duvar ören insanları ya da öldürmek için pusuda bekleyen akbabaları görecekti. Belki de onu böyle bir cehenneme getirmeye kalktığımız için bizden nefret edecekti. Ama daha kötüsü olma ihtimali de vardı. Benim işlerimi devam ettirmek istemesi...
Oğlumun olmasını sırf bu yüzden bile istemiyordum. Silahlara özenip, güç hırsı ile hatalar yapmasının önüne geçememe ihtimalimi düşündükçe kafayı yiyecekmiş gibi oluyordum. Sonuçta armut dibine düşerdi ve oğlum da benim dibime düşecekti. "Sena buna asla izin vermez." diye bir ses yükseldi zihnimden. Haklıydı, Sena buna isteyerek izin vermezdi, oğlunu bile isteye ateşe atmazdı. Peki ya işler Sena'nın kontrolünden çıkarsa ne olacaktı? Ben ölürsem o zaman oğlumu kim durduracaktı?
Sıkıntıyla nefesimi verdim. Sena'ya olan öfkem yüzünden mantıklı düşünmeye zamanım olmamıştı ama bu gün kalbimin derinlerinde ışık doğdu. Baba olduğumu hissettim. Elim Sena'nın karnına değdiği ilk anda en büyük sorumluluğumun farkına varmıştım. Hayattaki en büyük mutluluğum ise saniyeler içerisinde en büyük korkum ve vicdan azabıma dönüşmüştü. Ben evladımı bu kadar pislikten nasıl koruyacaktım? Onun canının yanmasına nasıl engel olacaktım?
Önceden bir ben vardım, bir de Yavuz. Bana bir şey olursa Hamdi Baba'nın Yavuz'u ayağa kaldıracağını biliyordum. Benden sonra zarar görmesine engel olacağını güçlenmesini sağlayacağını biliyordum. Peki ya Sena ile evladım? Bana bir şey olursa onlar ne yapacaktı? Nasıl yaşamaya devam edeceklerdi? Sena bensizlikten bir kez delirmişken ikincisinde nasıl yaşardı? Düşmanlarımla savaşabilirdim. Onları durduracak gücüm vardı. Ama Kulaksızın hamleleri gibi öngörülemezlikler, içimin korkunç bir endişeyle kaplanmasına neden oluyordu.
"Ya tam tersi olurda bebeğinize ya da Sena'ya bir şey olursa sen bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacaksın Aras?" İşte bu cevaplanması zor olan soruydu. Onları korumayı beceremezsem ne yapacaktım? Birinin saçının teline zarar gelirse nasıl ayağa kalkacaktım? Beynim patlayacakmış gibi hissediyordum. Bir çözüm, bir çare bulmak için yanıp tutuşuyordum. Başımı yukarı kaldırdım. Soğuk hava ciğerlerime her doluşunda ince bir sızı oluştururken derin bir nefes daha aldım.
"Abi" diye seslenen Yavuz'un sesiyle irkilerek ondan tarafa döndüm. Gecenin dördünde burada ne işi vardı. Bir sorun olup olmadığını anlamayabilmek için dikkatle yüzüne baktım. Ellerinde dosyalarla benden tarafa yürürken benimki gibi onda da neler olduğunu anlamaya çalışan bakışlar onun gözlerinde de vardı. Ben, onun gecenin bir yarısı burada ne işi olduğunu düşünürken oda bu soğukta dışarıda ne işim olduğunu sorguluyordu.
"Yavuz? Ne işin var gecenin bir yarısı burada?"
Ellerindeki dosyaları bana doğru sallayarak "Silahların sevkiyat güzergahlarını ayarladık abi, onayını almak için sana getirdim." deyince anladım dercesine başımı salladım. Şu anda en son duymak istediğim şey sevkiyat işleriydi. Beynimin içi savaş alanıyken dosyalara baksam da bir şey anlamazdım zaten.
Dosyaları masanın üzerine bırakıp karşıma oturan Yavuz ellerini kabanının cebine soktu. Sobayı ikimizi ısıtacağı şekilde çevirdim. Düşünceli sesiyle "Abi, sorun ne?" diye sordu. Titrek bir nefes aldım. Gözlerim bastırılmış yabancı bir duyguyla yanıyordu. Kalbimdeki yükün ağırlığını tek başıma daha fazla kaldıramayacağımın farkındaydım. Senelerce yaptığımı yapamayacağımın sorunlarımı tek başıma taşıyamayacağımın farkındaydım. Artık tek başıma karanlığımda kaybolamazdım, bir çıkış bulmak zorundaydım.
Burnumu çekip "Arafta kaldım Yavuz. Bir tarafım içimi huzurla kaplayan cennetken diğer tarafım korkularımla boğulduğum cehennem. Sorunum doğacak olan evladım ve benim cehennemim Yavuz. Ben ne yapacağımı, onu nasıl koruyacağımı bilmiyorum. Ben ona nasıl babalık yapacağımı bilmiyorum. Benim yaptığım tek babalık; mafya babalığı, şimdi bir masuma nasıl iyi baba olur bilmiyorum." deyip derin bir nefes almak için duraksadım. "Senin anlayacağın ben ne yapacağımı bilmiyorum, Yavuz."
Ellerini masaya uzatırken yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Abi, öncelikle senin evladın benimde evladım. Bunca yıldır birbirimizi nasıl koruduysak onu da öyle koruyacağız. Birbirimize nasıl sahip çıktıysak ona da öyle sahip çıkacağız. Hem sen değil miydin bana korkmamamı söyleyen, herkes kendi mezarının yolcusu Yavuz, korkuların yüzünden kendini engelleme diyen. Şimdi ne değişti?"
Acıyla güldüm. "Ben değiştim Yavuz. Ben değiştim..." Nefesimi tutup gözlerimi yumdum. Zihnimden geçenleri kelimelere dökebileceğimi hissedince nefesimi verdim. Gözlerimi açmadan "Aras Yiğitsoy olduğum gün; evlilikten, baba olmaktan, aşık olmaktan, aile kurmaktan vazgeçtiğim gündü. Sena'yı uzaktan uzağa sevip kalbime başka birinin girmesine izin vermemeye ama Sena'nın da bir daha bu kalbin sahibi olmamasına ant içtiğim gündü." dedim.
Gözlerimi açıp hüzünle Yavuz'a baktım. "Ama işler değişti. Siz bana Sena'yı getirdiniz, onun peşinden ise masumluğunun kanıtı geldi ve ben daha onun masum olduğunu bilmeden çok daha öncesinde bile kalbimin anahtarını ona vermiştim. Sadece kabullenemedim. Onu hala ne kadar çok sevdiğimi, onun için nasıl ölüp bittiğimi kabullenemedim. Önümdeki tek engel suçlu olmasıydı. Masumluğu açığa çıkınca işler değişti. Artık ona karşı koymamı gerektiren bir şey kalmadı."
Vücudumun içi yangın yeriydi. Her bir zerrem ayrı ayrı yanıyordu. Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. "Sonrasında biz olduk. Sena evime, kalbime, hayatıma dahil oldu ve ben daha onun varlığı ile başa çıkamamışken, onu nasıl koruyacağımın yolunu bulamamışken baba olduğumu öğrendim. Ben bunlarla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." Duraksadım. Söyleyeceğim cümlenin ağzımdan dökülebilmesi için gücümü toparlamaya çalıştım.
Senelerce varlığını kabullenemediğim duyguyu dile getirmenin zorluğu ile savaşırken ciğerlerime yetmeyen havanın yenisini aldım. "Ben.. Ben korkuyorum Yavuz. Ben onlara bir şey olacak diye it gibi korkuyorum. Onların başına benim yüzümden bir şey gelecek diye uyku uyuyamıyorum." Hırsla ayağa kalkıp ellerimi saçlarımın arasına geçirdim. "Ben, herkesin gözünün içine bakmaya korktuğu Aras Yiğitsoy , evladımla karıma bir şey olacak diye korkuyorum." derken sesimin çatlamasına engel olamadım.
Yavuz'un hüznü yüzünün her zerresine yansırken sakinleşmem için sessizce beklemeye başladı. Derin nefeslerim ve sıkışan yüreğim arasında bir o tarafa bir bu tarafa yürüdüm. Yüreğimdeki korku azda olsa yatışınca Yavuz "Abi otur konuşalım." dedi. Ondan gelecek her tavsiyeye ihtiyacım vardı. Yavuz mantıklı bir adamdı, benim bir çıkış yolu bulmamı sağlardı.
Karşısındaki yerime geri oturdum. Boğazını temizleyen Yavuz "Abi, seni anlıyorum. Neler hissettiğini " derken eliyle kalbini gösterdi. "Tam buradan anlıyorum. Ben senelerce o duyguyla yaşadım hala da yaşıyorum. Her günüm sana bir şey olacak korkusuyla geçti yıllarım, geçmeye de devam ediyor." derken acısını sesindeki her tınıda hissettim.
Benimde aynı duyguları yaşadığımı bilmesini istiyordum. İlk kez Yavuz'a karşı bu kadar şeffaf olmaya karar vermiştim. Kendimi açıklamak için dudaklarım aralanırken eliyle beklememi istedi. "Sende aynı korkuları yaşadın abi. Öfken, kinin, nefretin güzel duygularını körleştirmiş olsa da senin de aynı korkuyu hissettiğini biliyorum. Beni korumak için çatışmalarda beni arkanda tutmaya çalıştığını, en tehlikeli konumlara kendinin geçtiğini biliyorum, kendinden çok benim canımın derdine düştüğünü biliyorum, ben kendime temiz bir sayfa açabileyim diye yandığın cehennemi biliyorum."
Yavuz'un ağzından çıkan her sözle gözlerimdeki yanma artıyordu. Yavuz, en başından beri yaptığım her şeyin farkındaydı. Yandığım cehenneminde, içine düştüğüm karanlığında, onu korumak için yaptıklarımın da... "Sen bunlar olurken de korkuyordun, tek fark korktuğunu kendine itiraf edemiyordun. Kendini kimsenin yıkamayacağı kadar güçlü görüyordun. Şimdi ise bastırdığın duyguların açığa çıktı o kadar." Gözlerimin içine güven vererek baktı. "Abi, sen olduğun sürece hepimiz hayatta oluruz, sen olduğun sürece kimse bize zarar veremez."
Yavuz'un söyledikleri kaybolan özgüvenimi yerine getirmeyi başarmıştı. Fark etmediğim ya da görmezden geldiğim ilk kırılmam Sena'nın arabasının patlatılması ile ortaya çıkmıştı. Yavuz'un vurulması ve kaçırılması olaylar zincirinin devamını sağlarken asıl güven kırılmam eve gelen kanlı patiklerle olmuştu. Belki de düşmanlarımın istediği de buydu. Kendimi yetersiz hissedip kendi kafama sıkmam.
Derin bir nefes daha alıp veren Yavuz'un ağzından çıkan nefes soğuk havanın etkisiyle buhar oluşturdu. "İkinci bilmediğin konuya gelirsek; abi, sen senelerdir bana babalık yapıyorsun. Benden bir yaş büyük olmana rağmen amcam öldüğü günden beri bana babalık yapıyorsun. Bana güzel bir hayat kurmak için elinden geleni yaptın hala da yapmaya devam ediyorsun. Ben doktor olmak istemeyince zorlamamla da olsa beni yanına aldın, neyin varsa yarısını bana verdin. Beni bu işlerden vazgeçirmek için her yolu denedin." deyip gülerken "Tabi ben seni dinlemedim o ayrı." dedi.
Söylediğine bende güldüm. Yavuz'u en başta bu işlere bulaştırmak istememiş eli kana bulanmadan kendine temiz bir hayat kurmasını sağlamaya çalışmıştım ama yapamadım. İnsanın eli bir kez kana bulandığında, bir kez tetiğe bastığında o eşiği geçtim diyor. Sonrasında ise bir bakıyorsun masumiyetini çoktan kaybedip, insanlıktan çıkmışsın. Yavuz'da öldürdüğü ilk adam sonrasında o masumiyeti kendi elleriyle yok etmişti. Benimde ona bu cehennemde bir hayat kurmak dışında seçeneğim kalmamıştı.
"Abi, senin bu hayatta en iyi yaptığın şey babalık. Ama eksik olduğun bir şey var." diyen Yavuz'a dikkatle baktım. "Tek eksiğin sevgisini gösterememen abi. Eğer doğacak evladına bunu gösterirsen, ona olan sonsuz sevgini onun yüreğinde hissettirirsen yapamamaktan korktuğun babalığı layıkıyla yaparsın." Soluğunu sesli bir şekilde veren Yavuz elini dizine vurdu. "Sözün özü abi, babamla amcam gibi sevgini hissettirmen gerekiyor."
Yavuz haklıydı. Babam bana merhameti, sonsuz sevgiyi, birine güvenip ona sırtını yaslamayı, hata yapsan da ailene sığınıp doğru yolu bulmayı, pişmanlıklarından ders çıkarmayı öğretmişti. Bende evladıma babamın verdiklerini hatta daha fazlasını verecektim. Onu her koşulda koruyup sevecektim. Her zaman sevildiğini bilmesini sağlayıp onun ruhunun dilini okuyabilirsem bu alemin karanlığını anlatırsam onu işlerimden uzak tutardım.
Düşmanlarıma gelecek olursak; onlara karşı evladımın önünde siper olur ayağının taşa takılmasına dahi izin vermezdim. Bunca zamana kadar sevdiklerimi nasıl koruduysam bundan sonrasında da korurdum. Yavuz'un da tek söylediği gibi yapmam gereken iki şey vardı. İlki ; evladıma, onu ne kadar sevdiğimi hissetmesini sağlamaktı. İkincisi ise korkularımla yüzleşip yapacağım hamleleri ona göre planlamaktı. Korkularımı görmezden geldikçe daha çok hata yapmamın önüne geçmem gerekiyordu.
Tabi bir şey daha yapmak zorundaydım. Bir bedende iki adamın yaşamasına izin vermeliydim. Öldürdüğümü düşündüğüm ama hala bir yerlerde saklanıp beni bekleyen Selim'in uyanmasına izin vermek zorundaydım. Aileme karşı sınırları hala keskin olan ama onları her daim seven, sevdiğini iliklerine kadar hissettiren Selim Egeli olurken düşmanlarıma karşı ise en azılı düşmanları Aras Yiğitsoy olacaktım.
Yavuz'a minnetle bakarken "Eyvallah Yavuz." deyip duraksadım. "İyi ki varsın." Yavuz kocaman açtığı gözlerle bana bakarken söylediğim cümleye inanamamıştı. Senelerdir arkamı defalarca kez toplamasına rağmen ikinci kez bu cümlenin dudaklarımdan döküldüğünü duyuyordu. Çünkü ben ikinci kez kalbimdeki aydınlığa kulak veriyordum.
Kendini toparlayıp "Sende iyi ki varsın abi." dedikten sonra ayağa kalktı. Benden tarafa yürüyen Yavuz önümde durup gözlerimin içine bakarken "Hakkını helal et abi. Babamın yapamadığı babalığı bana senelerce sen yaptın." deyince oturduğum yerden kalktım. "Asıl sen hakkını helal et. Benim gibi abi bulunur ama senin gibi her şartta yanımda duran, kendinden çok beni düşünen kardeş bulunmaz." deyip sarılmak için Yavuz'u kendime çektim.
Sıkıca sarılırken yüreğimde uzun zamandır eksikliğini hissettiğim bir boşluğun dolduğunu fark ettim. Meğer uzun zamandır Yavuz'a içimi dökmeye, ona sıkıca sarılamaya ihtiyacımın olduğunu anladım. İkimizde birbirimizden ayrılırken gözlerimiz kızarmıştı. Eskisi gibi olmak ruhumuzdaki eksikliği sarsa da geçen zamanın sebepsizce kaybolması canımızı yakmıştı.
Burnunu elinin tersiyle silen Yavuz gülümseyerek yüzüme baktı. "Ben gideyim artık abi. Sende yukarı Sena'nın yanına çık." derken çenesiyle evi işaret etti. Kaşlarımı itiraz ettiğimi belli ederek kaldırdım. "Gecenin dördünde nereye gideceksin. Her zaman geçtiğin odaya geç uyu , uykun yoksa da salonda otur sohbet edelim." dedim. Yavuz ile havadan sudan konuşmayı özlemiştim. Ayrıca da Sena'ya edeceğim evlilik teklifi için fikirlerine ihtiyacım vardı.
Yüzü aydınlanan Yavuz'un gözlerinin içi parladı. Dudaklarındaki tebessüm daha da belirgin hale gelirken "Uykum yok abi, sohbet ederiz." cevabını verince ikimiz bir eve doğru yürüdük.
ÇAĞLARIN KLİNİĞİ
Sena'nın ağzından çıkan her sözcükle kanımın çekildiğini hissedebiliyordum. Öfke, bedenimle bir bütün haline gelirken Sena ise çektiği onca acıya rağmen hala intikam almayacağım konusunda benden söz alma derdindeydi. Aklını yitirip canına kıymaya kalkacak kadar acı çekmişken bile mutluluğumuzu korumak istiyordu. Tek istediği ise Savcıyı şimdi öldürmememdi. Ona istediğini verecektim. Karnında bebeğimizi taşırken beni düşünüp hem kendi sağlığını hem de bebeğimizin sağlığını olumsuz etkilemesine izin veremezdim.
Aylardır huzursuzluk içerisinde geçen hamileliğinin daha da kötü olmaması için ona geçici bir söz vermenin kimseye zararı olmazdı. Sonuçta Savcı durmayacak onu öldürmem için nedenler verecekti. Sena'ya verdiğim sözü tam anlamıyla elbette tutmayacaktım. Söylediği her şey karanlığıma karanlık eklerken o itin yaşamasına Sena'nın düşündüğü kadar uzun süre izin vermeyecektim.
Baskınları arttırıp Kulaksızın nerede olduğunu bulduğum an Savcı'nın o minik beynini dağıtacaktım. Ama şimdi onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynama zamanıydı. Onu öldürmeyecek oluşum Sena'ya yaptıklarının hesabını sormayacağım anlamına gelmiyordu. Onu ölmekten beter hale getirecektim..
Ama şimdi Sena'ya istediği mutlu günleri verecektim. Stresten, öfkeden, olanlardan ve olacaklardan uzak bir hamilelik geçirmesini sağlayacaktım. Ona bunu borçluydum. Vicdanım varlığını belli ederek kalbimi sıkınca ona bir şey daha borçlu olduğumu anladım.
Sena'ya günahımı itiraf etmek zorundaydım. Haftalardır onu hiç hak etmediği bir cehennemin içerisinde yakmıştım. Bebeğimizin katili olmakla suçlayıp yüreğine ağır gelen vicdan azabına bir de benim söylediklerim eklemiştim. Sena'ya bebeğimizden vazgeçmediğini, son anda onu kurtarmaya kalktığı söylemem gerekiyordu. Bunu duyduktan sonra belki beni bırakıp gidecekti, belki yüzüme hiç bakmayacaktı, evladımı bana göstermeyecekti lakin ben bunların hepsini yalan söylediğim ilk anda hak etmiştim.
Sıkıntılı bir nefes verdim. Kalbimi saran öfke yerini pişmanlığa bırakırken boğazımda bir yumru oluştu. Yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum, başaramadım. Mıh gibi çakılıp kaldı. Yumruyu görmezden gelip bir şey söylemek isteyen Sena'yı durdurarak "Sena'm sen bir şey söylemeden benim sana bir şey itiraf etmem lazım." dedim. Verdiğim söz ile beraber gözlerine düşen parıltı buhar olup uçtu. Yüzüne ise çoktan söyleyeceğim şeyin korkusu düştü. Bedeni kasılırken huzursuzluğunu hissedebiliyordum. Doğrusu benimde ondan farkım yoktu.
Söyleyeceğim şey aramıza görünmez duvarlar örebilirdi. Sena, yüzüme tokadı basıp beni arkasında bırakarak bu odadan çekip gidebilir aynı evin içinde benim ona yaptığım gibi beni görmezden gelebilirdi. Ondan gelecek her şeye razıydım. Vereceği her cezayı hak etmiştim ama onsuz kalamazdım. En başta kabul ettiğime kendimi ikna etsem de Sena olmadan yapamazdım. Ona; nefes, su misali ihtiyacım varken onsuz yaşayamazdım. Sesini iyi çıkarmaya çalışarak "Seni dinliyorum." dedi.
İki seçenek vardı önümde; ya hiçbir şey olmamış gibi yapıp bahane bulacaktım ya da söyleyip kurtulacaktım. Söylersem Sena beni bırakıp giderdi susarsam da vicdan azabım yüreğime ağır gelirdi. Böylesine büyük bir yükü senelerce taşımaya gücüm yoktu. Güç bela gözlerine bakarken önüne gelen bir kaç tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırdım. "Güzelim, sen buraya geldiğin gün bebeği aldırmaktan vazgeçmişsin. Son anda Çağlar'a vazgeçtiğini söylemişsin." deyince coşkuyla "Biliyordum." diye bağırdı.
Kaşlarım havaya kalkarken başımla onayladım. Evet biliyordu. Bebeğinden vazgeçmediğine emindi. Bana bunu söylemiş olmasına rağmen ben yaşadığım korkunun bedelini ona ödetmeye kalkmıştım. . Kendimi ona anlatıp en azından benden nefret etmesinin önüne geçebilmek için "Sana çok kızgındım. Benim yaşadıklarımı yaşa diye senden bu gerçeği sakladım. Şimdi ise senden tüm kalbimle özür diliyorum ve vereceğin her cezaya razı olduğumu bilmeni istiyorum." derken kelimeleri güçlükle toparladım.
Durgun gözlerini gözlerimden kaçırdı. Bedenindeki kasılma artarken nefes alıp verişleri de derinleşti. Bedeninden titreme geçince kollarımı düşmesini engellemek için etrafına doladım. Bunu dahi fark etmedi. Bakışlarındaki ifade durgunlaşsada acı çektiğini gözlerinden okuyabiliyordum. Benden nefret ediyordu. Böyle bir şeyi ondan sakladığım için benden iğreniyordu.
Sena'nın her sessizliğinde kalbimdeki ağrı katlanarak artıyordu. Ben, onun hayatını cehenneme çevirmişken onun bana karşı merhametli olmasını bekleyemiyordum. Haftaları benim ona yüklediğim vicdan azabı ve suçluluk altında ezilmekle geçerken hiçbir şey olmamış, ben onun canını yakmamışım, yalnız bırakmamışım, suçların en büyüğünü işlememişim gibi davranmasını beklemek aptallık olurdu. Yaptıklarıma bir bedel ödeyecektim. Tek korkum o bedelin Sena'sız kalmak olmasıydı.
Onsuz kalma ihtimalimi her düşündüğümde kalbim boğazımda atıyordu. Sena'nın beni bırakması ihtimalini düşünmek bile yüreğimin bin parçaya bölünmesine nefesimin kesilmesine sebep oluyordu. Ben, Sena olmadan nefes alamazdım. Ona kızgınken bile onunla evlenmemin tek sebebi buydu. Benden nefret de etse, yüzüme bakmasada yanımda olması. Evet biliyorum bencilce bir davranıştı. Kendi mutsuzluğuna sevdiğin kadını sürüklemek onursuzluktu ama o zaman için bana doğru gelen de buydu.
Düşünceler arasında boğulurken yüzümü avuçlarının arasına alan ellerin sıcaklığı ile irkildim. Ben neler olduğunu idrak edemeden Sena parmak uçlarında yükselerek dudaklarıma öpücük bıraktı. "Hatalarımızın bedelini ödedik. Şimdi itiraf etmiş olsan da sakladığın şeyin bedelini sende benimle beraber ödedin. O yüzden bedel de yok ceza da." Bir kadın nasıl bu kadar yüce gönüllü olabilirdi ki? Ben ona cehennemi vaat etmişken hatta vaat ettiğim cehennemi yaşamasını sağlamışken, o beni nasıl cennetine kabul edebilirdi?
Söyledikleri ile küçük bir rahatlama yaşasamda bu his beni kısa sürede terk etti. Böyle olmazdı. Öfkesini kusmak zorundaydı. Sırf aramız bozulmasın diye içine attıkları ileride travma olarak karşımıza çıkabilirdi ve ben Sena'nın benim yüzümden bir travma daha yaşamasını istemiyordum. Bana bağırıp çağırmaya hatta çekip vurmaya dahi hakkı vardı. İçindekileri kustuğu sürece ben her şeye razıydım.
"Sena'm ben senden gelecek her şeye razıyım." desem de konuşan ben değilmişim gibi elini karnına götürüp okşadı. "Olaylara iyi tarafından bakarsak bebeğimin katili olma yolunda ilerlememişim." deyince kalbime bir hançer saplandı. Kendini avuttuğu şeyi ona ben yük etmiştim. Bebeğinin katili olduğunu ona ben söylemiştim. Gerçeği itiraf etsem de onu düştüğü cehennemden çıkaramıyordum.
Sırf bu yüzden bile ağzımdan çıkan her cümlenin arkasındaydım. Sena'dan gelecek her şeye razıydım. Onun bana ödeteceği her bedele boynum kıldan inceydi. Çünkü ben vereceği her türlü cezayı hak etmiştim. Senelerce benim katilim olduğunu düşünüp acı çeken kadına acımamış bebeğinden vazgeçen bir katil olduğunu söylemiştim.
Tıpkı Savcı'nın yaptığı gibi. Ve o gün, o adliye binasında Savcı'nın söyledikleri yüzünden değil benim söylediklerimin aynısını Savcı'nın ağzından acımasızca duyduğu için sinir krizi geçirdiğine de adım kadar emindim. Tabi bir de Sena'nın en büyük yarasını acımadan deşmişti or*spu çocuğu. Sırf bu yüzünden bile Savcıyı yine de öldürecektim. Sena'nın en büyük yarası olan Ozan'ı acımadan kanattığı için, kirli intikamına mezardaki adamı karıştırdığı için Savcıyı öldürecektim.
Lakin önceliğim Sena'ydı. Ondan özür dilemek için dudaklarım aralanırken parmaklarını dudaklarıma götürerek susturdu. Bakışlarıyla dahi susmamı, her şeyi unutmamı istiyordu. Gözlerimin içine beklentiyle bakıp "Çağlar'ı çağırsak da bebeğimizin cinsiyetini mi öğrensek ne dersin?" diye sordu. Konuyu kapatmak istiyordu. Her zaman yaptığı gibi son ana kadar acılarını görmezden gelmeye çalışıyordu.
Ona yaptıklarımın karşında onun gösterdiği anlayış yüzünden eziliyordum. Bana tepki vermesini beklerken onun bu kadar hoş görülü olması vicdan azabıma yenisini ekliyordu. Yüzüne acıyla baktım. Kendimi ona affettirmeden, kalbindeki yaraları sarmadan konuyu kapatmak istemesem de Sena başını yana yatırıp "Lütfen." diye fısıldayınca gönülsüzce başımı salladım. Çağlar'ın kapının önünde duyduklarını Yavuz'a yetiştirmek için beklediğini biliyordum. Bozacı ile şıracı misali birbirlerini habersiz bırakmayacaklarına emindim. Suç üstü yakalayıp sabrımın sınırlarını zorlamamak adına "Çağlar" diye kükredim.
Çağlar tam da beklediğim gibi saniyesinde içeri girdi. Onay beklercesine bana bakınca yerine geçmesi için başımı sallayıp kollarımı Sena'dan yavaşça çektim. Çağlar bundan önceki iki kontrolün öncesinde de sonrasında da durumdan beni haberdar etmişti. Bebeğin cinsiyetini öğrenmek isteyip istemediğimi sormuş ama ben Sena olmadan öğrenmek istemediğimden kabul etmemiştim.
Çağlar ultrasonun başına geçerken Sena'da sedyeye uzandı. Yüzü sebebini bilmediğim bir şekilde kızarırken kalbinin deli gibi attığına emindim. Sena'nın elini yanındayım dercesine sıkıca tuttum. Aptallıklarım yüzünden haftalar sonra yanındayım...Sena'nın yüzünde derin bir gülümseme belirince karanlığıma gün doğdu. Kalbimden başlayan ılıklık bütün bedenim yayıldı. Ömrüm boyunca aşık olduğum, o beni bilmezken bile onun aşkından yanıp tutuştuğum kadından bebeğim oluyordu. O kadın benim karımdı.
Her şeye rağmen, herkese rağmen Sena benim en güzel masalımdı. Onunla birlikteyken başıma gelen ya da gelecek olan her şeye razıydım. Sadece o bana böyle gülsün, elimi sımsıkı tutsun, varlığını hissettirsin yeterdi. Geriye kalan bütün sorunları Yavuz'un da dediği gibi ben halledecektim. İkimizin de hayalini kurmaya korktuğumuz, düşüncesi ile bile kalbimizin yanıp kavrulmasına neden olan masalımız gerçekliğe dönüşmüştü. Ve bende ne olursa olsun bu masaldaki mutsuzlukları yok edecektim.
Çağlar elindeki soğuk jeli Sena'nın karnına döktü. Sonrasında da eline aldığı başlığı karnında gezdirdi. "Sanırım kalp atışlarını da dinlemek istersiniz." deyince Sena'nın heyecanlı bakışları beni buldu. Gülümseyen yüzümle başımı salladım. Çağlar önüne dönüp cihazın sesini açınca içeriye hızla çarpan bir kalbin sesi duyuldu. Minik, masum bir kalp..
Kalbimden yayılan ısı o kadar yükselmişti ki yakıp kül edeceğini sandım. Bebeğimin sesi kulaklarıma her doluşunda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken her zerreme huzurun yayıldığını hissettim. Bakışlarım bana bu hissi yaşatan Sena ile karnındaki minik mucizemiz arasında gidip gelirken dün geceden beri tuttuğum yaşların benden izinsiz firar ettiğini fark ettim.
Kalp atışı kulaklarıma her dolduğunda karanlığımdan bir parçanın kırıldığını hissediyordum. Sena'm karanlığıma doğan güneşti, evladım ise karanlığı ruhumdan, bedenimden söküp atacak olan mucize... Hayatımızı değiştirecek, bize güzel yanlarımızı hatırlatacak olan minik mucize...
Sağ elimi göz pınarlarıma bastırarak ağlamamı saklamaya çalışsam da dikkatle bana bakan Sena'nın gözlerinden kaçamadım. Gözlerimden, yüreğimden geçen her hissi ona hissettirmek istedim. Aşkımı, sevgimi, sadakatimi, güvenimi, ona ait olan ruhumu kısacası bütün benliğimi. Gözlerimle onu sıkıca sarıp sarmaladım. Hislerimi anlayan Sena'nın dudaklarında minik bir gülümseme oluşurken bakışlarıma aynı duygularla karşılık verdi.
İçimdeki coşku her saniye katlanarak büyüyüp her zerremi ele geçirirken tüm kainata bebeğimiz oluyor, Sena ile beni bir parçam dünyaya geliyor diye avaz avaz bağırmak istiyordum. Evet, Sena'nın hamile olduğunu haftalardır biliyordum ve yine evet dün akşam nasıl baba olacağım diye kendimi yiyip bitirmiştim ama kalp atışlarını duymak, onun varlığını hissetmek bambaşka bir şeydi.
Çağlar, bir süre daha kalp atışlarını dinlettikten sonra elindeki başlığı köşeye bıraktı. Yan tarafından bir kaç peçeteyi Sena'ya doğru uzatırken keyifli gülümsemesi belirdi. "Evet ben 2 haftadır biliyorum ama sizin de öğrenme zamanınız geldi. Anneler genelde hisseder Sena, senin bir tahminin var mı?"
Sena gözlerini sıkıca kapattı. Yüzünde huzurunu belli eden ifadesi odanın içini aydınlatırken gülümseyerek gözlerini açtı. "Erkek." Çağlar tebessümle Sena'ya bakarken bakışlarını bana çevirdi. "Abi, senin bir tahminin var mı?" diye sordu. Hiç tereddüt etmeden "Kız. Cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyorum ama benim istediğim kız." dedim.
Benim soyumu devam ettirecek bir veliahtta ihtiyacım yoktu. Bazı aptal insanların düşündüğü gibi erkek evladı soyumun devamı olarak ya da beni yüceltecek bir varlık olarak görmüyordum. Benim için kızda erkek de birdi ama gönlüm her zaman kızdan yanaydı. Kızıma güzel elbiseler giydirip, saçlarına tatlı tokalar takmak istiyordum. Eve geldiğimde minik ayakları ile bana koşan kızımın mutluluktan kızaran pembe yanaklarını öpmek en büyük hayalimdi. Bataklığımdan uzak olan bir kızım olsun istiyordum.
SENA
Aras'a hayranlıkla bakarken cevabı duymak için sabırsızca nefesini koyuverdi. İkimizin içinde de aynı heyecan vardı. Tebessümü büyüyen Çağlar "Eee ne demişler anneler yanılmazmış." derken gözleri ikimizin üzerinde gezindi. "Hayırlı olsun, oğlunuz oluyor." Göğüs kafesimin içerisinde patlayan havai fişeklerle yatağımdan hızla kalkıp Aras'ın boynuna sıkıca sarıldım. Bizim oğlumuz oluyordu, Aras'a benzeyecek olan oğlumuz oluyordu.
Çağlar bizi yalnız bırakmak için odadan çıkınca Aras'ın boynunu bıraktım. Bana sıkıca sarılı olan kolları hareket etmem için gevşerken buğulu maviliklerinde sakladığı engin denizindeki kıymetli mücevherler yüzünü aydınlattı. Gözlerinden bir damla yaş usulca akarken "Oğlumuz oluyor." diye fısıldadı. Başımı onaylar anlamda salladım. Hala duyduğuma inanamıyordum. Bizim bir oğlumuz oluyordu.
Aras ellerini belimden çekip yüzümü avuçlarının arasına aldı. Dudaklarını dudaklarımın üzerine kapattı. Öpüşüne tutkuyla karşılık verdim. Aras'ın elleri yüzümden ayrılıp belime kayarken beni kendisine daha çok bastırdı. Nefes nefese kaldığımız öpüşmemiz sonrasında alnını alnıma dayadı. "Teşekkür ederim Sena'm. Bana böyle bir mucizeyi verdiğin için, beni bu dünyadaki cennetime kavuşturduğun için teşekkür ederim."
**************
Klinikten çıkıp Hamdi Babaların evinin yolunu tuttuğumuzda ikimizin kalbinde de tarifi imkansız bir mutluluk vardı. Benim karnımın içinde büyüyen minik, bizden bir bebeğimiz olacaktı. Bizim bir parçamız olacaktı.
Hamdi Babaların evinin önüne gelince arabadan indik. Aras elimi sıkıca tuttu. Yüzüme sıcak gülümsemesi ile baktı. Bahçe kapısından geçerek eve yürümeye başladık. Esma Anne, Yeliz ve Yavuz çoktan kapının önüne çıkmış bizi bekliyorlardı. Hepsinin yüzünde merak ve heyecan karışımı bir ifade yer alıyordu. Yanlarına yaklaşınca Esma Annenin elini öptük, ikimize de sıkıca sarıldıktan sonra hep beraber içeriye geçtik.
Salona girince her zamanki koltuğunda heybetiyle oturan Hamdi Babanın bizi görünce aydınlanan yüzü kalbimi ısıttı. Aras yanına gidip elini öperken gururla "Hoş geldin evlat." dedi. Elini öpüp geri çekilirken "Hoş bulduk baba." cevabını verdi. Aras'tan sonra ben, Hamdi Babanın elini öptüm. Her zaman olduğu gibi baba şefkati ile bakan Hamdi Baba "Sende hoş geldin kızım" deyince "Hoş bulduk baba." cevabını verdim. Kendi babamdan annemden görmediğim sevgiyi veren bu ailenin yanına her gelişimde içimi tarifi imkansız bir huzur ve mutluluk kaplıyordu.
İkimiz birlikte Hamdi Babanın karşısındaki koltuğa otururken Yeliz, Yavuz ve Esma Annede yerlerine geçti. Hepsinin meraklı bakışları üzerimizde geziniyordu. Bense bu mutlu haberi Aras'ın vermesini istediğim için onun konuşmasını bekliyordum. Bebeğimizin varlığını onun ağzından duymak onca olandan sonra ruhuma iyi gelecekti. En sonunda daha fazla dayanamayan Yavuz sabırsızlandığını belli eden sesiyle "Abi, kız de." deyince Aras memnuniyetsizlikle yüzünü buruşturarak başını hayır anlamında iki yana salladı.
"Tüh be" derken Aras'ta olan hayal kırıklığı onun yüzünde de yerini aldı. Yeliz, neredeyse zıplayarak yanıma gelirken sevinç çığlığı atmamak için kendini zor tutuyordu. Bana sıkıca sarılıp "Biliyordum. Erkek olacağını biliyordum." dedi. Neşeli sesimle cümlesini düzelterek "Biliyorduk." cevabını verince kendini biraz geri çekip bilmiş tavrıyla "Biliyorduk." dedi.
Yeliz ve Yavuz'dan sonra Hamdi Baba ile Esma Anne tebrik etti. Her ikisi de sıkıca sarılıp hem hareketleriyle hem de cümleleriyle yanımızda olduğunu gösterdi. Tebrik faslı bitip herkes yerine oturduğunda Yavuz "İsim düşündünüz mü?" diye sordu. Aras bebeğimizi doğurup onca acıyı çekecek olanın ben olduğumu düşündüğü içim isim hakkı da bana vermişti.
Başımı onayını almak için ona çevirdim. "Sena ne isterse benim kabulümdür." deyip bana sevgiyle baktı. Gözlerindeki şefkat ile konuşuyordu benimle, sevgisini bakışları ile iletiyordu. Onun her bakışında ise yüreğim alışık olmadığı duygularla dolup taşıyordu. Düşünceli hallerine olan hayranlığım her saniye daha da artarken bakışlarımı güçlükle ondan çektim.
Sabırsızlıkla gelecek cevabı bekleyen aile üyelerimize döndüm. "Benim aslında düşündüğüm bir isim var. Eğer Hamdi Baba ile Esma Annenin de izni olursa oğluma abim ile ölen oğullarının adını koymak istiyorum. Ozan Aslan olsun. Hem onların hatırasını yaşatsın hem de onlar gibi cesur, korkusuz olsun." deyince Aras'ın bakışları onay istercesine Hamdi Babaya kaydı. Buğulanan gözlerini onayladığını belli ederek yumup açtı. Sonrasında da yerinden kalkıp başıyla beni çağırdı. Bana sıkıca sarıldı. "İzin ne demek kızım. Bizi nasıl mutlu ettiğini bilemezsin." dedi.
Hamdi Baba benden ayrılınca Esma Anne oturduğu koltuktan kalkıp ağlayarak yanıma geldi. Zümrüt yeşili gözlerinde ağlamaktan kırmızılık oluşurken bana sıkıca sarıldı. Sırtımı sıvazlayarak "Seni ailemize almanın doğru karar olduğunu ilk günden biliyordum. Ailemize getirdiğin mutluluk için teşekkür ederim kızım." deyince kollarımı ona daha sıkı sardım. "Sizin bana ve Aras'a yaptıklarınızın yanında ben oğlunuzun ismini oğluma koymuşum ne önemi var." derken bakışlarımı Yavuz'a çevirdim. "Aile demek böyle bir şey." Gülümseyen Yavuz başını ritmik bir şekilde aşağı yukarı salladı.
Esma Anne ile sarılmamız bittikten sonra hep birlikte neşe içerisinde bebeğimizin geleceği hakkında konuşurken Aras'ın yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Kızı değil de oğlu olacak diye elinden şekeri alınmış küçük çocuk misali ağlamasına ramak kalmış gözlerle bakıyordu etrafa. Onun bu hallerine gülmeden edemedim. Selim'i göstermeye korkmamasına ise hayran kaldım. Artık içindeki aydınlık açığa çıkmış, savaşı ben kazanmıştım.
Odanın içerisinde çalan telefonun sesi yankılanırken Yavuz cebindeki telefonu çıkarıp göz ucuyla baktı. Yerinden gergin bir şekilde kalkıp konuşmak için odadan çıktı. Başımı çevirip Aras'a baktığımda Yavuz'un her adımına dikkatle baktığını gördüm. Anlaşılan bir sorun vardı. Büyük bir sorun. İçime öküz otursa da yanımda hevesle bebeğe yeni öreceği patiklerden bahseden Esma Anneye gülümseyerek baktım.
Bebeğimiz için Aras ve benden daha heyecanlıydı. Hamile olduğumu duyduğu andan itibaren ördüğü patikleri, yelekleri, battaniyeleri ve sayamayacağım kadar çok aldığı bebek eşyalarını gösterirken her kelimesi içimi ısıtıyordu. Annemin yapmadığı anneliği, bir yıl öncesine kadar hiç tanımadığım kadın yapıyordu. Anne şefkatini her bakışında, her konuşmasında, her hareketinde hissettirmek için elinden geleni yapıyordu.
Biz derin sohbetimize devam ederken Yavuz'un kapıdan baş hareketi yapmasıyla Aras oturduğu yerden kalkarak salonun karşısındaki odaya doğru yürüdüler. Kapıyı kapatmanda içeriye geçtiler. Odanın içerisindeki iki tekli koltuk görüş alanımın içerisinde kalıyordu. Esma Annelere laf yetiştirirken bir taraftan da gözlerim ikisinin üzerindeydi.
Yavuz, Aras'ın kulağına doğru eğilmiş halde hararetli şekilde bir şeyler anlatıyordu. Yavuz'un ağzından çıkan her sözcükte Aras'ın yüzü kaskatı kesildi. Dizinin elinde duran eli yumruk haline gelirken çenesindeki kası seğirdi. Yavuz elindeki telefondan bir şeyler gösterirken Aras gözlerini bir saniye kırpmadan ekrana bakıyordu. Bir süre bakıp en sonunda ekrandan kafasını kaldırdı. Gözlerini göremesem de öfkesini hissedebiliyordum.
Sıktığı dişlerinin arasından öfkeyle Yavuz'a bir şeyler fısıldadığını görünce daha fazla dayanamayarak neler olduğunu anlamak için oturduğum koltuktan kalkıp yanlarına gitmek için yürümeye başladım. Düşmanlarımızın harekete geçmesinden korkuyordum lakin en çokta Aras'ın bana verdiği sözü tutmamasından korkuyordum. Fırat'ı öldürürse bu durum hepimizi oradan oraya savuracak felaketin başlangıcı olurdu.
Yavuz "Emredersin abi." diyerek oturduğu koltuktan kalktı. Konuşmaları o kadar hararetliydi ve kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki Yavuz ayağa kalkıp kapıya yönelene kadar benim kapının önünde durup onları izlediğimi fark etmemişlerdi bile. Kapıdan tarafa bakan Yavuz afallayarak "Sena." deyince Aras'ın duvara sabitlenen bakışları da bana döndü. Öfkeden kızaran bakışları normale dönerken her ikisinin bakışlarında da konuşmanın ne kadarını duyduğumu anlamaya çalıştığını görebiliyordum.
Bakışları üzerimde gezinirken elimi havaya kaldırıp "Selam." diyebildim. Biliyorum gereksiz bir tepkiydi lakin fazlasıyla gergindim ve başka bir şey söylemek aklıma gelmemişti. İkisinin bakışları da üzerimde gezinirken Aras olduğu yerden yavaşça kalktı. Elleri cebinde bana doğru yürürken yüzündeki ifade iyiden iyiye yumuşadı. Eskiden olan sert bakışlarının esamesi bile okunmuyordu artık. Tam önümde durup gözlerimin içine baktı. "Güzelim bir şey mi oldu?"
Elimi alnıma götürdüm. İşaret parmağımla alnımı kaşırken dürüst olup gerçekleri duymak ya da hayallerle avunmak arasında kaldım. Aptalı oynayıp mutlu olmak mı yoksa gerçeklerle savaşmak mı? Tercihim her zamanki gibi belliydi. Bakışlarımı Aras ile Yavuz'un arasında gezdirirken tedirginlik dolu sesimle "Bir sorun mu var? Kötü bir şey mi oldu?" diye sordum.
Yavuz bakışlarını Aras'a çevirdi. Aras başıyla odadan çıkmasını söyleyince Yavuz içten gülümsemesiyle bana baktı. "İçeride görüşürüz Sena." deyip cevabımı beklemeden hızla odadan çıktı. Ayağım stresle ritim tutarken yalnız kalmak istemesinin sebebi kötü şeyleri alıştırarak mı söyleyecek düşüncesini aklıma getirdi. Aras kollarını açıp ona gelmemi isteyince kollarının arasındaki yerimi aldım Başımı göğsüne yaslarken kokusunu ciğerlerimin en derinlerine kadar çektim.
Saçlarımın arasına sıcak dudakları ile öpücük bıraktıktan sonra çenesini başımın üzerine dayayıp sesli bir iç çekti. "Bazen meraklı bir avukat değil de doktor, öğretmen ya da veteriner falan mı olsaydın diye düşünüyorum." Bu açıklamanın konumuzla alakası neydi? Farklı meslek yapıyor olsaydım ne değişecekti acaba? Merakla başımı göğsünden çekmeden "O nedenmiş?" diye sordum.
Başımın üzerindeki çenesinin hareketi ile başını iki yana hayıflanarak salladığını anladım. "Baksana mesleki deformasyonun yüzünden her şeyi merak ediyorsun. Sadece merak etmekle kalsan iyi gözünden de bir şey kaçmıyor." deyip duraksadı. Derin bir iç daha çekerek "Ahh ahh.. İşimi çok zorlaştırıyorsun Avukat, senden bir şey saklamamı zorlaştırıyorsun. Avukatlar, patronlarının işini kolaylaştırır ama sen zorlaştırıyorsun. Ne olacak böyle Avukat."
Göğsünden başımı çektim. Ellerimi belime koyup takınabildiğim kadar sert bir ifadeyle yüzüne baktım. "Sana bu soruları avukatın olarak değil karın olarak soruyorum. Ayrıca yaklaşık bir buçuk aydır evliyiz. Ondan öncesinde de adımı ezberlemeye yetecek kadar vakit geçirdik. Önceden tanışıyor olmamızı saymıyorum bile. Sözün kısası Aras Yiğitsoy, sana daha önce elli kere söylediğim şeyi elli birinci kez söylüyorum. SENA... Benim adım SENA." Bütün cümleleri tek seferde söylediğim için kesilen nefesimin yerine yenisini aldım.
Aras'ın dudakları keyifle kıvrıldı. "Senin işin Avukatlık değil mi Avukat? Unvanın bu değil mi?" Bu adam benim sabrımı sınamak için dünyaya gelmişti. Her şeye mantıklı gerekçe sunması ise yaptığım savunmaların kalitesini düşürüyordu. Peki geri adım atacak mıydım? Asla. Tatlı bir savaş çıkarmak istiyorsa savaşırdık.
"Senin unvanında RUH HASTASI MANYAK, ben sana sürekli söylüyor muyum?" Keyifli gülümsemesi daha da belirginleşirken aramızdaki tatlı atışmanın hoşuna gittiği her halinden belliydi. Muzip bir ifadeyle gözlerime bakarken kulağıma eğilip "Dün gece öyle demiyordun, sana istediğim zaman Avukat diyebileceğimi söylüyordun." diye fısıldayınca gözlerim kocaman açılırken kulaklarımdan ayak parmak uçlarıma kadar kızardım. Bu adamın dilinin ayarı yoktu. Düpedüz edepsizdi.
Gülümsemesi neredeyse kahkaha boyutuna ulaşırken bu halimden aldığı keyifte katlanarak artıyordu. Beni utangaç tarafımdan vurması hiç ama hiç adil değildi. Ayrıca dün ondan Avukat demesini istiyor oluşum bana bunu her zaman söyleyebileceği anlamına gelmiyordu. Ben, bu kelimeyi sadece yatakta duymak istiyordum. Ve ne yazık ki Aras'ta bu detayın farkındaydı. Gündelik hayatta söylediğinde utandığım ya da sinirlendiğim için dikkatimin dağılacağına adı kadar emindi.
Kızaran yüzümü, alev alan bedenimi ve aşağılarda zonklayan kadınlığımı görmezden gelmeye çalışarak elimden geldiği kadar kendimi toparladım. Nereye kaybolduğunu bilmediğim sesimi güç bela bulup kararlı çıkarmaya çalıştım. "Yemezler Aras Yiğitsoy. Sorun ne? Neler olduğunu anlatacak mısın yoksa ben kendi yönetmelerimle mi öğreneyim?" Umarım kendisi anlatırdı çünkü benim yöntemlerim Aras ile aramın açılması dışında bir şeye yaramıyordu.
Huzursuz bir nefes verdi. Başını yan tarafa çevirip "Avukat karın mı var derdin var." diye mırıldandığını duyunca ağzımdan firar etmek üzere olan kahkahamı güç bela bastırdım. Karı koca olduğumuzun ilanı gibiydi aramızdaki tatlı didişmeler. Artık bütün olduğumuzu hissetmemi sağlıyordu. Selim halleri hala garip gelse de ben Aras'ın bu haline bir kez daha aşık oluyordum.
Aklına bir şey gelmiş olacak ki başını hızla benden tarafa çevirip gözlerime güven verircesine baktı. "Sana verdiğim sözle ilgili bir durum değil." Ona güvenmem için çaba harcaması kalbimde ılık bir his oluştururken Fırat ile ilgili bir sorun olmaması da içimi rahatlatmıştı. Fırat'ın er ya da geç öleceğinin bilincindeydim ancak bu durum ne kadar geç olursa bebeğim için o kadar sağlıklı olacaktı. Daha anne olmaya alışamamışken bebeğimin canına zarar gelecek diye endişelenmek istemiyordum.
Derin nefesini veren Aras "Daha fazlasını duymak istiyorsan da sadece masada bir sorun olduğunu, ortaklarımızdan bir kaçının sorun çıkardığını söyleyebilirim. Geriye kalan detaylar ise karımda olsan avukatımda olsan seni aşacak şeyler. O yüzden ne olduğunu daha fazla sorgulama." deyince anladığımı belli ederek başımı salladım. Bana güvenmediği için benden bir şeyler sakladığını düşünmüyordum tam aksine bana kendisinden çok güveniyordu. Kollarını tekrar açıp sığınmam için göğsünü bana sununca teklifini hemen kabul ettim.
Tek derdinin beni ve bebeğimizi korumak olduğunu biliyordum. Bu alemde ne kadar çok şey bilirsen o kadar bataklığa çekilirdin ne kadar az şey bilirsen de o kadar çok yaşardın. Benim için en sağlıklı olanı bilmem gereken kadarını bilmemdi. Bebeğim için ise içerisinde bulunduğumuz karanlık alemin varlığından bile haberdar olmamasını sağlamaktı. En azından mantıklı kararlar verebileceği güne kadar onu kendimin ve Selim'in aydınlığında büyütecek Aras'ın karanlığını görmesine izin vermeyecektim.
Bir süre Aras ile sarıldıktan sonra kollarını bedenimden çekti. Gözlerime gökyüzünün bin bir tonunu barındıran gözleriyle bakıp "Sena'm yarın bir masa toplantısı olacak bütün günüm önce galeri de sonra da toplantının olacağı yerde geçecek.." derken karanlığın hayatımızda varlığını hissettirmesi içimi huzursuz etti. Karabulutlar başımızın üzerindeki yerini alırken "Akşamında senin içinde uygun olursa baş başa yemeğe çıkıp sabahında da Ankara'ya gitmek için yola çıkmaya ne dersin?"
Ankara mı demişti o? Üzerimizdeki karabulutlar gök gürültülü sağanak yağışa dönerken kurtulamadığımız geçmişimizin ağırlığı omuzlarıma çöktü. Neden o lanet yere gidiyorduk ki şimdi? Cehennemimize dönmenin anlamı var mıydı? Selim'i kaybettiğim, onsuzluktan delirdiğim yere neden dönüyorduk? İç sesim her zaman olduğu gibi olaya dahil olarak "Saçmalama Sena, sevdiğin adamı o şehirde kaybedip aynı şehirde geri aldın. Hem o şehrin Selim ile güzel anılarını da barındırdığını ne çabuk unuttun" deyince karamsarlıktan kurtulmaya çalıştım. Pek başaramadım.
Boğazıma oturan tükürüğü güç bela yutup sesimi normal çıkarmaya çalışarak "Neden? Ne işimiz var Ankara'da?" diye sordum. Geçmişin hortlama ihtimali yüzünden kalbin deli gibi atıyordu. Aldığım nefesin ciğerlerime yetmediğini hissettim. Aras, kötü olduğumu fark etmiş olacak ki ellerimi sıkıca tutup yüzüme ben yanındayım dercesine gülümsedi. "Mezun olduğumuz, daha doğrusu senin mezun olduğun fakültenin bölüm başkanı ile görüştüm. Okulda çok zeki ve durumu zayıf olan öğrenciler olduğunu, maddi desteğe ihtiyaçları olduğunu söyleyince bende fakülteye gelerek yüz yüze görüşmek istediğimi söyledim."
Ellerinin arasındaki ellerimi hafifçe sıktı. "Benim çektiğim zorlukları çekmesinler diye öğrencilere burs vermek istiyorum. Bunu yaparken de yanımda senin olmanı istiyorum." Ruhumu ve bedenimi esir alan tedirginlik ile korku yerini mutluluk ile huzura bırakırken Aras'a sıkıca sarıldım. Onu esir alan karanlıktan her gün her saniye bir parça kayboluyordu. Karanlığına sızan aydınlık ise yeni güzelliklerle iyiliklerin filizlenmesini sağlıyordu. Tıpkı benimkinde sağladığı gibi.
"Seninle her yere gelirim sevgilim. Birlikte gidelim. İnsanlara yeni umutlar, yarınlar vermeye gidelim."
GENEL OLARAK HERKES ARAS'IN NEDEN BU KADAR DEĞİŞTİĞİNİ MERAK EDİYORDU. AKLINIZDA Kİ SORU İŞARETLERİNİN GİDERİLMESİ İÇİN BİR DE ARAS TARAFINDAN OLAYLARI GÖRMENİZİ İSTEDİM.☺️🦋
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?🦋🦋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |