
SENA
13 YIL ÖNCE TANIŞTIKLARI GÜN
Üniversitenin ilk yılında fakültenin en gözde arkadaş grubunun içindeydim. Yeliz, yeni arkadaşlarımı sevmese ve onlarla arkadaşlık etmeme kati süratle karşı çıksa da ben onları seviyordum. Onlarla olan dostluğumdan memnundum. Onlar için çocukluk arkadaşım , kardeşim olan Yeliz ile ters düşmeyi bile göze almıştım.
Çünkü Yeliz ile farklı düşünüyorduk. Bana göre sürekli içkili ve toz kullanılan ortamlarda takılmaları onları kötü yapmazdı. Tabi zevk için masum insanların hayatlarına zarar veriyor olmalarını saymazsak. Ee bunu da ben yanlarındayken yapmadıkları için benim açımdan bir sorun olmuyordu. Eğlencelilerdi. Onların yanında gam keder kalmıyordu. Ve kim kiminle ne kadar yattı diye konuşup sonrada o kişiyi kaşar olarak damgalamıyorlardı. Onlarla hürdüm. İstediğim şeyi istediğim zaman yargılanma korkusu olmadan yapıyorum, diye düşünsem de zamanla düşüncelerim değişti.
Başıma gelen olayla Yeliz'in haklı olduğunu görmeye başladım. Canımdan çok sevdiğim abim babamın pis ve karanlık dünyası yüzünden öldürülmüştü. Beni ve kardeşimi korumak için girdiği bu karanlık alemde kendini korumayı ihmal ettiği için öldürülmüştü.
Babamın ona işlerin başına geçmezse beni evlendireceği ile tehdit ettiği gün çaresizce başına gelecekleri kabul etmiş, köşede ağlamaktan bitap düşmüş halde duran ben ve Kerem'e ise "Sizi bu iğrenç dünyaya bulaştırmalarına asla izin vermeyeceğim. Size bu kötülüğü yapacak olan karşısında beni bulur. Benim için siz temiz kalın." demişti.
16 yaşında temiz kalmak için söz vermiş olsam da üniversitenin ilk yılı verdiğim sözleri unutup uyuşturucu hariç her türlü pisliğe bulaşmıştım. Sonrasında kendimi toparlamak istesem de olmadı. İnsanoğlu bir kez pisliğe bulaşmaya görsün öyle kolay kolay kurtulamıyor.
Abim bende ki olumsuz değişimin farkındaydı. Eve 2 günlüğüne gittiğim bir günün akşamında Ankara dönüşü için hazırlanırken abim başına gelecekleri hissetmiş gibi ellerimden tutup "Sen benim bu dünyadaki diğer yansımamsın Sena. Sakın babamlara benzeme. Tek derdin para ve zevklerin olmasın. Sen Kahraman Eroğlu'nun kızı değilsin, Ozan Eroğlu'nun kardeşisin. Buna göre yaşa." demişti.
O gün ona düzeleceğime söz vermiştim. Çevremi değiştirmesem de huylarımı değiştirmeye başlamıştım. İnsanların zayıflıkları ile alay etmeyi bırakmış, onları küçük görmekten vazgeçmiş, her gece olan içki partilerimi ise azaltmıştım. Düzelme yolunda o kadar güzel ilerliyordum ki bu halimi Yeliz bile tasdik etmeye başlamıştı.
Ta ki abimin ölüm haberini alana kadar. Abimin benden koparıldığı gün, 27 Eylül, ömrümde en nefret ettiğim gündü artık. İş çıkışı eve giderken abimi pusuya düşürüp öldürmüşlerdi. Babam çatışma dese de yalan söylüyordu, biliyordum.
Her şeyi bilsem de bilmediğim bir şey vardı. Ben abim olmadan nasıl yaşanır bilmiyordum. Ben hiç onsuz nefes almadım, onsuz uçmadım. Hep yanımdaydı. En büyük destekçimdi. Daha ayağım taşa değmeden önümdeki bütün taşları yolumdan alırdı. Hem o benim sadece abim değildi. Babamdı, annemdi, abimdi. Sahip olduğum en değerli varlıktı.
Bu düşüncelerimi arkadaşlarıma anlattığımda bana destek vermek yerine önüme attıkları beyaz torbayı göstererek "AL BUNU DENE. CANININ ACIMAYACAĞINI GÖRECEKSİN" cevabını verdiler. Yeliz'de staj döneminde olduğu için sürekli ya derste ya da oteldeydi. Doğru düzgün onu göremediğim için derdimi de anlatamıyordum. Telefon etsem yaralarımı sarmaya gelirdi. Ama iyi günümde doğru düzgün ona selam vermezken kötü günümde yanımda olmasını beklemek bencillik olurdu.
Günlerce ne yapacağımı düşündüm. Aklıma abimin ölümünden kaçmak için iki yol geldi. Ya çocukların dediğini yapıp sabah akşam beynimi uyuşturacaktım. Böylece acıyı düşünmeyecektim ve canım yanmayacaktı. Ya da intihar edecektim. Abim olmadan yaşamaya devam etmek istemediğim için intihar en acısız ve en kolay kaçıştı.
Bütün acılardan tek seferde kurtulmanın tek yolu ölmekti. Bende bunu yapmalıydım. Ölmenin daha iyi bir ihtimal olduğunu kararlaştırdıktan sonra nasıl ölmek istediğimle ilgili düşünmeye başladım.
"Nasıl intihar edeceğim şimdi ben?" diye mırıldanırken iç sesim "Bileklerini kes. Abinin hayalleri ile ölümü kucaklarsın." deyince verdiği fikir içime sindi. Damarlarımı keseceğim için acı hissetmezdim, rahat bir ölüm olurdu. Daha doğrusu ben öyle olmasını umuyordum. Böylece abimle yaşadığımız her anıyı düşünerek ona kavuşabilirdim.
Bunun çözümünü bulmuştum. Peki nerede intihar edecektim? Evde bu işi yapamazdım. Ben öldükten sonra Yeliz burada yaşamaya devam edebilmeliydi. Hem cesedimin kolay bulunabileceği hem de dikkat çekmeyecek bir yere ihtiyacım vardı. Uzun düşünmeler sonucunda burayı da buldum.
Kampüsün içinde etrafı ağaçlarla örülü bir göl vardı. İnsanların az olduğu bir saatte bu işi halledersem cesedim kokmadan bulunabilirdim. Planımın ertesi günü gölü incelemek için erkenden kalktım. Kampüs açıldıktan sonra en boş olduğu saati anlamak için hava kararana kadar oturdum. Bir tek sabahları erken saatte kimse gelmiyordu. Yaz olduğu için gece 00.00'a kadar dolu oluyordu. Açıkçası gece ölerek bende ölü bedenimin de olsa kurda kuşa yem olmasını istemiyordum. En mantıklısı sabah erken saatte işimi halletmekti. Öğleye doğru buralar dolarken insanlar da cesedime ulaşabilirdi.
Buradaki işimi hallettikten sonra eve doğru yürümeye başladım. Kapının önüne gelince kocaman çantamın içinden anahtarımı bulmaya çalışıyordum ki kapı açıldı. Yeliz çıkardığım gürültüyü duyup kapıyı açmış olmalıydı. Yüzüme takındığım yalancı gülümseme ile "Selam" dedim. Söylediğime cevap vermek yerine beni güzelce süzdükten sonra "Şaşırtıcı. Bu gün Salı ve sen arkadaşlarınla gezmeye gitmemişsin." dedi. Benden tarafa doğru eğilip ağzımı kokladı. "Ayrıca yolda bir şeyler de içmeyip sarhoş olmadan eve gelmeyi başarabilmişsin. " dedikten sonra şüpheyle gözlerime baktı. "Sena iyi misin?"
Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Ama onunla göz göze gelince yalan söylediğimi anlayacağını bildiğim için ayağımdaki sandaletlere doğru eğildim. Gevşek olan bağcık iplerimi sanki çok sıkı bağlanmış gibi çekiştirerek "Evet. Şey. Artık hayatımı yoluna koymaya karar verdim. Acıdan kurtulabileceğim bazı kararlar aldım." diye bir şeyler geveledim. Aslında söylediklerim tam olarak yalan sayılmazdı. Gerçekten de acıdan kurtulabileceğim bazı kararlar almıştım. Sadece hayatımı devam ettirecek değil de sonlandıracak kararlardı.
Bağcıklarımı çözme işlemim bitene kadar Yeliz tepemde bekledi. İşim bitip yüzümü süzdükten sonra "Peki. Öyle diyorsan öyle olsun." dedi. Cevabından sonra derin bir nefes vererek içeriye geçtim. Yeliz ile geçen kapı önü sohbetimizden sonra güzel bir kahve yaptık. Kahve eşliğinde oturup dedikodu yaparak saatlerce kahkahalar attık. Uzun zamandır içmek dışında bir şey yapıyordum. Bunu en büyük sebebi hayatıma mutlu anılar bırakarak veda etmek istiyor oluşumdu.
Sabaha karşı odama geçtim. Yarın için hazırlıklarımı yapmaya başladım. 3 mektup yazmaya başladım. Birisi Yeliz için teşekkürlerimi ileten bir mektuptu. Diğer ikisi ise annem ve babamaydı. Onlardan ne kadar nefret ettiğimi ne kadar iğrenç insanlar olduğunu yazdığım bir mektuptu elbette.
Mektupların sonuna da abimin yanına gömülmek istediğimi ekleyip masanın üzerine bıraktım. Daha sonra banyoda ki keskin jiletlerden ikisini alıp çantama attım. Kesmeme ihtimaline karşı işimi garantiye almam gerekiyordu. Abimin ile çekilmiş olan son fotoğrafımızı da yanıma aldıktan sonra yatağa yattım. İçimde oluşan sevinç ve korku karışımı duygular nedeniyle tuhaf çıkan sesimle "Yarın sana kavuşuyorum abi . Beni bekle olur mu?" diye mırıldanarak gözlerimi kapattım.
İki saatlik uyku sonrası çalan alarmın sesiyle uyandım. Yapacağım şeyi düşündükçe içimi korku kaplamaya başlasa da düşünmemeye çalışıyordum. Bu işten vazgeçmemek için hızla hazırlanıp sırt çantamı alarak kampüsün yolunu tuttum. Dün belirlediğim köşeye geçtim. Elime abimin fotoğrafını alıp gözlerinin içine baktım. Akmaya başlayan göz yaşlarım net görmemi engellerken çatlayarak çıkan sesimle "Abi, küçük sincabın yanına geliyor. Bana kızma olur mu? Sensiz yaşamak başarabileceğim bir şey değil." dedim.
Jileti büyük bir dikkatle sağ bileğimin üzerine yerleştirdim. Kalbim o kadar hızlı ve sert atmaya başlamıştı ki sanki yeri değişmiş ve dilimin altındaki boşluğa gelmişti. Aldığım nefes ciğerime yetmiyordu sanki .Derin nefesler alıp vermeye başladım.
Korkularımda haklı çıkmıştım. Bu iş düşündüğüm kadar kolay olacağa benzemiyordu. "Yapamıyorum." diye bağırırken jileti bileğimin üzerinden çekip telaşla yere attım. Gözlerimi kapatıp abimi düşünmek en iyisiydi. Gücümü ve cesaretimi toplayabilirdim. Başımı arkamdaki büyük çam ağacına yasladım. Nefesimi ve kalp hızımı kontrol altına almaya çalıştım. Gözlerim kapalı biraz bekleyince azda olsa sakinleşmiştim.
Abimin gülen yüzü gözümün önüne geldikçe cesaretim de artıyordu. Kararlı vermiştim bu gün bu işi yapacaktım. Yere attığım jileti alarak bileğimin üzerine tekrar götürdüm.
Kendime cesaret verir bir sesle "Korkma kızım! Hem ne kadar kötü olabilir ki? Abimin yokluğundan daha kötü olmayacağına eminim." dedim. Ve gözlerimi tekrar kapatıp elimdeki jileti kolumdan aşağıya kaydırmak için son bir nefes aldım.
Tam jileti bastırarak aşağıya kaydıracaktım ki çalılıkların arasından "Daha kötü olmayacağına emin misin?" diyen birinin sesini kulaklarıma doldu. Gözlerim korkuyla açılırken telaşla ağaçlık alanı taramaya başladım. Ancak dallar görüşüme engel oluyordu.
Elimdeki jileti yere atıp ayağa kalktım. "Kim var orada? ". Ses gelmedi.
Sessizlik daha da ürkmeme sebep olurken "Heyy! Sana diyorum kim var orada?" daha yüksek sesle bağırdım. Bu sefer ağaçların arasında bir kıpırtı göründü. Bekleyen kişi her kimse şuan yanıma doğru yürüyordu. Gündüz vakti sapık olamazdı değil mi gelen? Büyük bir yutkunma sonrası kendimi korumak için hemen yere eğilerek çantamdaki biber gazını çıkardım.
Biber gazını sesin geldiği yöne doğrulturken onunda vücudu tamamen göründü. " Korkmana gerek yok." dedi. Büyük bir dikkatle geleni süzmeye başladım. 180 boylarında, kirli sakallı, siyah saçlı biriydi. İç sesim "Tipi sapığa benzemiyor Sena." dese de tedbiri elden bırakmamakta fayda vardı.
Konuşmak için bakışlarımı yüzüne çevirdim. Çevirmez olsaydım. Masmavi gözleriyle karşı karşıya gelince kendimi denizin serin sularına bakıyormuş gibi hissettim. O kadar derin o kadar cezbediciydi ki nefes almayı unuttum. Büyük bir hayranlıkla yüzünü incelemeye başladım. Yüz hatlarının antik heykelleri andıran keskinliği yakışıklılığına bir ciddiyet ve ağırbaşlılık katıyordu.
Ben onu incelerken dudağı mahcubiyetle yukarı kıvrılmıştı. Gülümsüyordu. Ah o gülümsemesi... Hani derler ya kelebek görse ömrü uzar. Hah! Tam öyleydi işte. İçimdeki karanlığa güneş doğmuş; intihar düşüncesinin yerini yaşama sevinci almış gibiydi.
İç ısıtan bir gülümsemesi yüzüne yayılırken tekrar "Daha kötü olmayacağına emin misin?" diye sordu. Ne cevap vereceğimi bilemez halde yüzüne aval aval bakıyordum. Resmen büyülenmiş gibiydim. Dünya da böyle bir erkeğin olması mümkün müydü? Bu masum bakışlar, bu içten gülümseme , utançtan kızaran yüz gerçek miydi? Elim ayağım birbirine girmiş haldeydim. Aklımı toparlamaya çalışarak "Şey.." diyebildim.
Şiir gibi sesiyle "Açıklama yapmak için kendini zorlamana gerek yok. Demek ki zor şeyler yaşamışsın. Hatta belli ki yaşamaya devam ediyorsun. Ama yapmak istediğin şeyin senin için doğru olmadığını bil." dedi.
Söyledikleri sinirimi bozmuştu. Hayranlıkla baktığım yüzünden gözlerimi çektim. O benim acımı nereden bilebilirdi ki? Ben ne tür bir cehennemdeyim nerden bilecekti? Şuan ona karşı mı yoksa unutmaya çalıştığım gerçeklere karşımı öfkeliydim bilmiyordum. Ama içimde öfke ateşi filizlenmeye başlamıştı. Kaybolan sesimi bularak " Sen benim ne yaşadığımı nereden bileceksin." dedim. Yaşlar gözümden sicim gibi akmaya başlamıştı. "Abim öldü benim anlıyor musun? Abim öldü."
Yüzündeki gülümseme silindi. Sanki acımı yüreğinde hissediyormuş gibi yüzüme acıyla baktı. Sanki acımı benimle paylaşıyordu. "Biliyorum." Kaşlarım şaşkınlıktan çatılırken doğru mu söylüyor diye yüzüne baktım. Keskin bakışları ciddi olduğunu gösteriyordu. İyi de nasıl biliyordu? Ben daha onun kim olduğunu bilmezken o benim acımı nasıl biliyordu.
Göz yaşlarımı elimin tersiyle silip şaşkınlıkla" Biliyor musun? Ama nereden? Ben seni tanımıyorum. Sen abimin öldüğünü bilecek kadar beni nereden tanıyorsun?" dedikten sonra biraz önce indirdiğim biber gazını ona doğru doğrultup " Yoksa sen takıntılı bir sapıksın da sürekli beni mi takip ediyorsun?" diye bağırdım. Bir taraftan da çevrede birileri var mı diye bakıyordum. Tamam ölmek istiyordum ama bunun bir sapığın elinde tecavüze uğrayarak olmasını istemiyordum.
Söylediklerimi komik bulduğunu gösteren bir kahkaha attıktan sonra içimi ısıtan maviliklerini gözlerime dikti. Bana doğru temkinli bir adım atarak "Sena, saçmalama istersen." dedi.
Attığı adımı görünce bende istemsizce geriye bir adım attım. "Kal olduğun yerde. Sıkarım bak yüzüne, zorlama beni." .
Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Tamam sakin ol. Kim olduğunu biliyorum çünkü aynı sınıfta derslere giriyoruz. Abinin öldüğünü biliyorum çünkü arkadaşlarınla konuşurken seni duydum."
Cevabı karşısında zihnimden sınıftakileri geçirmeye başladım. İsimlerini, simalarını düşündüm. Ama yok, bir türlü onu hatırlayamamıştım. "Yalan söyleme." dedim.
"Sena yalan söylemiyorum. Aynı sınıftayız." İnanmayan bakışlarım yüzünde kalmaya devam edince bıkkınlıkla nefes verdi. "Bu klişeyi sana hatırlatmak istemiyordum. Beni buna sen mecbur bıraktın. Kampüse geldiğimiz ilk hafta üzerime kahve dökmüştün. Masmavi gömleğim senin sayende kocaman bir kahve lekesine sahip olmuştu. Hatırladın mı?" demesiyle beynimde o güne dair şimşekler çakmıştı.
Onu hatırlıyordum. Hemde sınıf arkadaşım olduğu için değil yaptığım sakarlık yüzünden. Gerçekten utanç verici bir durumdu. Peki ben onu sınıfta niye hatırlamıyordum? Aynı sınıftayız dememiş miydi? İçimden bir ses "Kendi züppe arkadaşların dışında kimseyi görmediğin için olabilir mi Sena." dedi. Doğru söylüyordu. Adı Selim'di. Bursluydu ve benim gibiler onun gibileri görmezdi.
Elimdeki biber gazını aşağıya indirdim. "Evet , hatırladım." dedim mahcup bir sesle. Omuzlarımı hafifçe yukarı çekip "O gün için tekrar kusura bakma. İsteyerek yapmamıştım." dedim.
Işıl ışıl parlayan gözleriyle "Sorun değil. Yanına gelebilir miyim şimdi?" diye sorunca başımı onaylar manada salladım. Yanıma doğru gelerek biraz önce bileklerimi kesmek için oturduğum ağaca yaslandı. Ve yanına oturmam için sessizce beklemeye başladı. Kim olduğunu hatırlasam da yine de ondan çekiniyordum. Elimdeki biber gazını çantaya bırakmadan bende yanına bağdıç kurarak oturdum.
Yüzüme bakarak "O kadar güzelsin ki. Bu güzelliği toprağın altına layık görmene anlam veremiyorum." dedi. Utançtan yüzüm alev almıştı. Sözleri kalbimin en derinlerine işlemiş bakışları içimi delip geçmişti. Öyle içten, öyle sevgi dolu bakıyordu ki insanın onun yanında yaşamaktan nefret etmek mümkün değildi.
Bu arada Poseidon dünya da bir bedende vücut bulsa bunun Selim olacağına emindim. Onun mavi gözlerine bakınca insanın aklına okyanusların hakimi oymuş gibi geliyordu.
Diliyle kuruyan dudaklarını nazikçe ıslattı. Gözlerinde gezinen hüzün bulutları ile gözlerimin ta içine baktı. "Sena, yaşadıklarını anlayamam. Ben bu hayatta en değer verdiğim hiç kimseyi kaybetmedim. Annem babam, kardeşim... Kısacası sevdiğim herkes hayatta. O yüzden çektiğin acının zerresini dahi bilemem. Tek yapabileceğim eğer istersen seninle acını paylaşmak olur."
Göz yaşlarımın tekrar aktığını hissettim. Bunları o kadar içten söylemişti ki acımı anladığına emindin artık. Beni doğru düzgün tanımadan gösterdiği bu yakınlık kalbimi titretirken içimde derdimi ona açma isteği oluştu. Derin bir nefes aldım. "Abim, benim için sadece bir abi değildi. O benim annem ve babam gibiydi. Ben anne baba sevgisi olmadan büyüdüm. O ikisinin tek yaptığı şey beni paraya boğmaktı. Onun dışında ikisinden de küçücükte olsa bir sevgi belirtisi görmedim." kelimeler boğazıma dizilmeye başladı. Söyleyeceklerimin ağırlığı altında eziliyor gibiydim.
"Ama abim o öyle değildi. Her şeyden, herkesten önde tutardı beni. "duraksadım. Derin bir nefes alıp "Kendinden bile." derken soluğumu da verdim.
Sağ elimin tırnakları ile sol elime işkence ederken "O arkamdaki yıkılmaz çınardı. Ne zaman canım yansa, başım sıkışsa ona koşardım. Başka çocuklar anne baba diye ağlardı ben abi diye. Düştüğümde yaralarımı sardığı gibi çıkmazdan o çıkarırdı beni." dedikten sonra başımı öne eğdim.
Canımı yakacak sözleri söyleyecek gücü toparlamaya çalışıyordum. "Şimdi de canım çok acıyor Selim. Ve ben şimdi yaramı sarabilmesi için kime koşacağımı bilmiyorum. Dalından düşmüş bir yaprak gibi oradan oraya savruluyorum." derken daha fazla tutamadığım hıçkırıklarım son kelimelerimin boğularak çıkmasına neden oldu.
Hıçkırıklarımın sesini duysada yüzümü görmesini istemediğim için göz yaşlarımın kucağıma akmasına izin verdim. Buğulu gözlerim bacaklarıma sabitliyken görüşüme Selim'in eli girdi. Elini yavaşça getirip elimin üzerine yerleştirdi. Tıpkı gülüşü ve bakışları gibi elleri de sımsıcaktı. Şaşkınlıkla başımı kaldırıp gözlerine baktım. Ne tepki vereceğimi anlamaya çalışıyordu okyanus mavisi gözler.
Ben bir tepki vermeyince konuşmaya başladı. "Hayatımıza girenlerin ya da hayatımızdan çıkanların bir görevi vardır. Onlar hikayemizin kahramanları Sena. Ve hikayelerimiz onlara göre şekil alır. Demek ki bu hikayede de abinin rolü bitmiş. Çok üzülüyorsun biliyorum ama senin tek başına ayakta kalma zamanın gelmiş. Abinin istediği gibi bir kardeş olma zamanın gelmiş. Şimdi düştüğün yerden ayağa kalkıp hikayende ki en sevdiğin kahramanını gururlandırmalısın." dedi.
Elimi avcunun içine tamamen alıp hafifçe sıktı. " Ayrıca bunu söylemem sana ne ifade eder bilmiyorum. Ya da ne kadar doğru gelir. Belki de abin gitgide bir bataklığın içine batıyordu. Ruhu kararıyordu." İşaret parmağıyla gökyüzünü işaret ederek "Belki yukarıdaki de abine çok değer verdiği için kalbi kararmadan onu yanına almak istedi. Kulunun daha fazla karanlığa yürümesine, pisliğe batmasına mani oldu." dedi. Şüpheyle gözlerime bakarak. " Böyle bir şey söyledim ama Allah'a inanıyorsun değil mi?" diye sordu.
Sorusu içten bir şekilde kahkaha atmama neden olmuştu. Uzun zamandır ilk kez birisi beni içten bir şekilde güldürmüştü. "Tabi inanıyorum Selim. Zenginim diye Allah'a inanmayacak halim yok değil mi?"
Yanakları hafifçe kızarırken gülümseyerek "Doğru söylüyorsun. Aptalca bir şey değil mi söylediğim" dedi. Kendime engel olamayarak "E biraz " diye cevap verdim.
İçten gülümsemelerimiz sonrası ikimizde sustuk. Selim'in eli hala elimin üzerindeydi. Ve ben elimi çekip bu güzel anı bozmak istemiyordum. O kadar takıldığım erkek olmuştu ama hiç biri içimi bu denli huzur doldurmamış, yanında güvende hissetmemi sağlamamıştı. Selim farklıydı. Daha ilk dakikadan anlamıştım bunu.
O beyazdı, aydınlıktı. Daha ilk konuşmasından karanlıktaki bir insanı aydınlığa çekebilen bir mucizeydi. Söyledikleri cesaret vermişti. Haklıydı abim için güçlü olmalıydım. Bu pislik çevrede düzelemezdim. Ama çevremi Selim kadar temiz insanlarla inşa etmeyi başarırsam diğer her şeyi de başarabilirdim. El ele sessizce ne kadar orada kaldığımızı bilmiyordum. Ama buraya geldiğimde daha doğalı bir kaç saat olan güneş öğleyi geçtiğini belli eden konuma gelmişti.
Selim sanki sakinleşmemi bekliyor gibi tek kelime etmiyordu. Ne yaptığını görmek için ondan tarafa baktım. Başını ağaca dayamış, gözü kapalı ,eli ellerimdeydi. O kadar masumdu ki ona baktıkça içim açılıyordu. İlk görüşte aşk olur mu diye sorardım hep kendime. Oluyormuş bu gün anladım.
Çantamda titreyen telefonumu fark edince istemeyerek de olsa elimi elinin içinden çektim. Arayana baktığımda Yeliz'in ismini gördüm. İçimden "Tam da sırası" diye söylenirken "Efendim" diyerek telefonu açtım. Telefonun diğer ucunda hüngür hüngür ağlayan Yeliz "Aptal öldüğünü sandım." diye bağırdı.
Ne dediğini anlamamla başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Dudaklarımı dişlemeye başlamışken refleksle elimi alnıma vurdum. Mektubu yazmıştım ve masanın üzerine bırakmıştım. Bana bakmak için odaya giren Yeliz'de yazılanları okumuş olmalıydı. Doğru söylüyordu ne kadar da aptaldım.
Bin bir pişmanlık dolu sesimle "Özür dilerim Yeliz. "dedikten sonra "Ama ölmedim bak." dedim sırıtarak. Şebeklik yaparsam konuyu kapatır diye umut ediyordum. "Kapa çeneni Sena." diye kükredi. Bir an için sesinin yüksekliğinden kulağım patlayacak sandım. Telefonu kendimden biraz ileri tuttum. "Seni 50 defa aradım. Tam 50 defa. Hangi cehennemdeysen hemen eve gel." diye bağırdıktan sonra telefonu yüzüme kapattı.
Suratıma kapatılan telefon karşısında şaşkınlıkla kalakalmıştım. Ben kendimi öldürmeyi becerememiştim ama Yeliz kesin becerecekti. Yerimden telaşla kalkarak çantamı aldım. Bir sorun mu var der gibi bakan Selim'in gözlerine bakarak "Arkadaşıma veda mektubu bırakmıştım. Onu bulmuş. Haliyle bana bir şey olmasından korkmuş. Olmadığını görünce de sinirden delirdi. Onu daha fazla kızdırmadan eve gitsem iyi olacak." dedikten sonra her göz göze gelişimizde hapsolma isteği tenimi yakıp kavuran mavi okyanuslara içtenlikle baktım.
Onun benim içime işlediği gibi bende onun içine işlemek istiyordum. Kalbimin en derinliklerinden gönderdiğim bir gülümseme ile "Bu gün için teşekkür ederim." dedim.
Gözlerini gözlerimden ayırmadan ayağa kalktı. Elindeki toprağı ellerini birbirine çırpıp silkerken " Rica ederim. Ne zaman istersen ben buralardayım." dedi. O kadar güzel gülüyordu ki yanından ayrılmak istemiyordum. O kadar güzel konuşuyordu ki sesiyle uyuyup sesiyle uyanmak istiyordum. Bir anda içime bu kadar işlemiş olması garipti. Yüzüme her baktığında sanki her hücremi biliyormuş gibi hissettirmesi garipti.
Yanından güç bela ayrıldım. Ancak görüşümden çıkana kadar sürekli dönüp bakma isteği ile yanıp tutuştum ve her seferinde de içimde ki hisse karşı gelemeyerek baktım. Her bakışımda keskin mavilikler gözlerimle kesişiyordu. Oda benden etkilenmiş olmalı düşüncesiyle içimi huzur kapladı. Ölmek için çıktığım eve şimdi yaşam sevinciyle dönüyordum.
*************
Kapıdan girdiğimde gözleri ağlamaktan şişmiş Yeliz eli belinde beni bekliyordu. Mektubu yüzüme doğru fırlatıp "Sena bu ne? Sen nasıl böyle bir şeyi yapmaya kalkışırsın? Hiç mi geride kalanları düşünmüyorsun?" diye bağırdı. Başımı öne eğerek dudaklarımı ısırmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Söylediği ya da söyleyeceği her şey de haklıydı.
Koltuğa oturarak "Ama suç bende. Senin bu halini göremedim. Senin bu kadar kötü olduğunu anlamadım. Çok kötü bir kardeşim ben, senin yanında olmayı bile beceremedim." dedikten sonra ellerini yüzüne kapatıp hüngür hüngür ağlama başladı.
Onun bu halini görünce kendimden nefret ettim. Ona bunu yapmaya hiç hakkım yoktu. Telaşla yanına oturarak yüzüne kapattığı ellerini indirdim ve tuttum. "Yeliz lütfen ağlama. Benim suçumdu. Ben seninle konuşmak yerine o aptal arkadaşlarımla içmeye gittim. Senin bana ulaşma çabalarına duvar örerek karşılık verdim. Kendimi karanlığa hapsettim."
Selim'i düşünmenin verdiği his dudaklarıma hafif bir gülümseme yayılmasına neden oldu. Sağ omzumu yukarıya çekip başımı sağa doğru yatırdım. "Ama bu gün kendi hikayemin kahramanı olmaya karar verdim. Artık düzelmeye çalışacağım."
Yeliz ağlamayı bırakıp garip garip yüzüme bakmaya başladı. Bir anda olan değişimime şaşırdığı her halinden belliydi. Ayrıca benden beklenmeyen cümleler kuruyordum. Omuz silkerek ayağa kalktım. Sitemli çıkan sesimle "Ya bakmasana öyle. Düzeliyorum işte sevinsene. Aydınlık tarafa geçiyorum artık." dedikten sonra koltuğa oturdum. Ellerimi kalbimin üzerine götürüp yüzüme yayılan aptal sırıtış ile "Güneşimi buldum ben." dedim.
Ağzı şaşkınlıktan bir karış açılırken gözleri de yerinden çıkacakmış gibi pörtledi. Bir kaç saniye içinde söylediklerim idrak etmiş olacak ki "Güneşini mi buldun sen? Sena neler olduğunu anlatır mısın?" dedi merakla. Ondan tarafa dönüp her şeyi anlatmaya başladım. Ondan bahsetmek bile içimin huzurla dolmasına neden oluyordu.
Yüzümde ki gülümseme her saniye artarken "İyi ki bugün bu aptal şeyi yapmaya kalktım Yeliz. İyi ki o ağaçların altına gittim. Yoksa onu tanımayacaktım. Aynı sınıfın içinde nefes aldığım, etrafına huzur yayan bir varlığı fark etmeyecektim." dedim. İçimden avazım çıktığı kadar "Ben bu gün ilk kez aşık oldum." diye bağırmak geliyordu.
Söylediklerime onunda gözlerinin içi parladı. Bu gün olanların hesabını sormayı bile köşeye bırakmış benim mutluluğumla mutlu olmayı seçmişti. Yeliz gerçek bir dost ve kardeşti.
Oturduğu yerden ayağa kalktı. İstemsizce akan göz yaşlarını silip "Sena sen baya etkilenmişsin bu çocuktan." dedi gülümseyerek. Beni mutlulukla süzdükten sonra "İçimden bir ses bu çocuğun gerçekten çok düzgün olduğunu söylüyor." deyip duraksadı. Mutluluktan yerinde hafif tempo tepinip neredeyse çığıran ses tonuyla "Ve seni ilk kez böyle görüyorum. Sena sen basbayağı aşık olmuşsun" dedi.
"Bende öyle hissediyorum Yeliz." Elimi kalbime götürdüm. "Onu buramda hissediyorum. Bakışları bana o kadar tanıdık geliyor ki sana anlatamam. Sanki gözlerine bakınca ruhumun kayıp parçasını görüyorum."
Cevabım karşısında yüzündeki gülümseme bir anda silindi. Tereddütlü çıkan sesiyle "Sena peki Fırat ne olacak? Babanın fikrini biliyorsun. Senin onunla evlenmeni istiyor." dedi.
Hışımla ayağa kalktım. "Saçmalama Yeliz. Fırat ile biz kardeşiz. Hem onunda benim için başka bir şey hissetmediğine eminim." diyerek omuz silktim. Yeliz'in keyfimi kaçıracak bir şey söylemesine izin vermek istemiyordum. Konuyu değiştirerek "Çok acıktım yemek mi yesek?" dedim. Yeliz dikkatle yüzüme baktı. "Hadi öyleyse makarna yapalım" dedi. Keyfimi kaçırmak istemediği için konuyu kapatmıştı.
GÜNÜMÜZ
"Ne düşünüyorsun?" diyen Yeliz'in sorusuyla daldığım hayallerden sıyrıldım. "Ne kadar aptal olduğumu" deyince sitemli bakışları eşliğinde "Bir haftadır ağlamaktan harap oldun. Aras ne durumda en ufak bir fikrimiz yok. Kendine de Aras'a da haksızlık ediyorsun Sena." dedi.
Bunca yıldır bu cehennemde yanan bendim ama haksızlık eden de bendim. Kırgınlıkla baktım. "Haksızlık ediyorum öyle mi? O benden yaşadığını saklayınca haksızlık etmedi ama ben onu görmek istemeyince haksızlık etmiş oluyorum öyle mi?" derin bir nefes almak için duraksadım. Yalvarırcasına çıkan sesimi kontrol altında tutmayı denesem de "Yeliz, 13 sene önce toprağın altına giren Selim'di ama ölen bendim. Bunu bildiğin halde nasıl haksızlık ettiğimi söylersin?" derken sesimin titremesine engel olamadım.
Ellerim çaresizliğimi belli eder şekilde hareket ederken "Ben böyle olmaktan mutlu muyum sanıyorsun? Sevdiğim, ömrümü adadığım adamın yaşadığını bilirken ona sarılamamak içimi yakmıyor mu sanıyorsun?" dedim.
Elinde tuttuğu içinde papatya çayı olan kupaları masanın üzerine bırakıp yanıma oturdu. Elini elimin üzerine yerleştirdikten sonra anne şefkati ile yüzüme bakıp "Sena, iki gözümün çiçeği, kardeşim ben sana mutlusun ya da tamamen haksızsın demiyorum ki. Ben sana onu dinlemeden hüküm veriyorsun diyorum. Sen kendi yandığın ateşi biliyorsun, onun yaşadığı ateşi değil. Onun nasıl bu kadar acımasız birine dönüştüğünü bilmiyorsun, nasıl kalbinin karardığını bilmiyorsun." Eliyle önüme gelen saçımı arkaya atıp "Ama ikimizde biliyoruz ki gerçek anlamda yanmayan, büyük acılar çekmeyen birisi bu hale gelemez." deyince söylediklerine bir haftadır olduğu gibi yine hak vermiştim.
Acı yüzleşmenin üzerinden bir hafta geçmişti ve ben her konuşmamızda Yeliz'e de Aras'a da hak veriyordum. Ama içimde oluşan öfkeye bir türlü dur diyemiyordum. Nasıl hareket etmemem gerektiğini bilmiyordum. Ağlamalarım, konuşmalarım, öfkem, kalbimin acısı hepsi birbirine girmiş haldeydi. Aklım ile kalbim arasına sıkışıp kalmıştım. Özellikle de yaşadığı cehennemin sebebi benken ne hissedeceğimi bir türlü bilemiyordum.
Dudaklarımı dişlerimin arasında bir süre ezdim. "Biliyor musun bir yanım Aras'a hak veriyor." deyince itirafım karşısında şaşıran bakışları gözlerimle buluştu. Boğazımda oluşan yumrudan kurtulabilmek adına yutkundum. "Eğer seni dinleyip o partiye gitmeseydim, kendi çıkmazıma Selim'i sürüklemeseydim böyle olmayacaktı." derken gözyaşlarıma engel olamadım. Aras suçlu olabilirdi lakin bende masum sayılmazdım.
Yeliz acı çeken yüzüyle bana baktı. "Yalvarırım suçlama kendini." dese de vicdan azabından ölmediğim bir gün bile yoktu. Belki de kızgınlığım ve kırgınlığım bu yüzdendi. Senelerdir aynaya her baktığımda Selim'in ölümünden kendimi suçlamam yüzündendi. Beni ikna edemeyeceğini anlayan Yeliz "Olanları telafi etmenin imkanı yok ama geleceğini tekrar inşa edebilirsin." deyince cevap vermeden başımı pencereden tarafa çevirdim.
Ne diyebilirdim ki? Arafta sıkışıp kalmıştım. Suçlu olduğumu bilsem de olanları hazmedemiyor, Aras'ı affedemiyordum. Cezaevine benim yüzümden girmiş olsa da ben onu bile isteye cehenneme atmamıştım. Oysa beni bile isteye yakmıştı. Neler yaşadığımı bile bile günden güne ölmeme razı olmuştu. Bu kadar şeye rağmen ben onu nasıl affedecektim?
Derinlere dalmış boğulurken çalan kapı zilinin sesiyle Yeliz yerinden kalktı. Bir süre sonra da Yavuz ile ikisi salona girdi. "Gelebilir miyim?" diyen Yavuz'a evet anlamında başımı salladım. Yorgun olduğunu belli eden kahverengilikler cevabımı duyunca minnetle bana baktı. Belli ki onlar içinde kolay bir hafta olmamıştı. Yüzü çökmüştü. Gözlerinin altında siyah halkalar oluşmuş bir haftada on yaş yaşlanmış gibi bir hali vardı.
Onun bu haline üzülsem de onu da affedemiyordum. Gözümde Aras kadar Yavuz'da suçluydu. Ancak gerçekleri ondan başka da öğrenebileceğim kimse yoktu. Aras'a gidip neler olduğunu soramazdım. Yapacağı her açıklamaya ikna olmak için hazırda bekleyen kalbim varken bunu yapmak göz göre göre intihar etmek olurdu.
"Hoş geldin Yavuz Egeli." derken soyadını vurgulayarak söyledim. Dudağı muzipçe yukarı kıvrılırken "Hiç bana öyle bakma Sena. İlk olarak bu soy isim çok nadir kullanılıyor. İkinci olarak Aras'ın Selim ile benzerliğini gördükten sonra soy adımdan sonuca ulaşamamış olman benim hatam değil." dedi.
İma ettiğim şeye karşı verdiği mantıklı cevap canımı sıkınca yüzüm buruştu. Haklıydı. Anlayamamak tamamen benim aptallığımdı. Bakışlarımı ondan çekip omuz silktim. Nazikçe çıkan sesiyle "Özür dilerim. Hem biraz önceki bilmiş tavrım için hem de " duraksayıp sesli bir nefes verdikten sonra "Aras ile ilgili gizlediklerim için. Emin ol asla böyle olmasını istemezdim ama böyle olmak zorundaydı Sena." dedi
İçimde ki öfke volkanının ateşini sözlerimle ok gibi üzerine yağdırmak istercesine ondan tarafa döndüm. "Hiç bir şey böyle olmak zorunda değildi. Ben bunları hak etmedim. Biz bunları hak etmedik." dedim. Öfkeden mi yoksa acıdan mı aktığını bilmediğim yaşlarım usulca yanaklarımdan süzülmeye başladı. Titreyen sesimle "Ben onun cansız bedenini gördüm Yavuz, geceler boyu uykularımı cehenneme çeviren solgun yüzünü gördüm. Ben onun mezarıyla konuştum, derdim olduğunda o mezara koştum, sevindim o mezara koştum. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun sen?"
Buğulanan gözleriyle yüzüme bakıp "Biliyorum Sena. Daha 8 yaşında küçücük bir çocukken tattım ben o hissi. Daha küçücük bir çocukken bir yanlışlık olmuştur diye umut edip onların nabzına baktım, nefeslerini kontrol ettim. Daha küçücük bir çocukken annem ve babamı kaybettim ben." dedikten sonra elinin tersiyle gözlerini sildi.
Küçücük bir çocukken anne ve babasını mı kaybetmişti? 18 yaşındayken ben abimin ölümünü kaldıramazken o küçücük kalbiyle bu durumla başa çıkmayı başarabilmişti yani öyle mi? Yavuz'u o halde görünce kahroldum. Böyle bir yarası olduğunu bilmiyordum, bilseydim ona böyle bir şey sorar mıydım hiç? "Ben... Ben çok üzgünüm Yavuz, acını sana hatırlatmak istemezdim."
Acıyla karışık tebessümü ile "Önemli değil, üzülme. İnsanın yarası bir süre sonra kabuk bağlıyor ve acısı geçiyor, bir süre sonra alışmak zorunda kalıyor." dedi. Yalan söylediğini o kadar iyi biliyordum ki, çünkü insan ölüme alışamıyordu. Sevdiği insandan ayrı kalmaya alışamıyordu. Alıştığına inanarak kendini kandırıyordu sadece.
Başını hafifçe yana eğip "Peki sen Selim'in yanına gidince onun nabzına baktın mı Sena? Nefes alıyor mu diye hiç kontrol ettin mi? Küçücük de olsa yaşıyor olma umudu üzerinde durdun mu?" diye sorunca ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ben o gün ona sarılamamıştım bile. Gasilhanede ki görevli izin vermemişti, beni apar topar çıkartmıştı. Ben ona doyacak zamanı bulamamıştım ki yaşam belirtisini nasıl kontrol edecektim?
Kafamın içinde taşlar bir anda oturdu. Hayal kırıklığı ve ihanet hissi bir haftadır olduğu gibi bütün bedenimi ele geçirirken "Sarılmama siz izin vermediniz, görevlinin beni apar topar dışarıya çıkarmasını siz istediniz." dedim.
Başını önüne eğip birbirine kenetlediği ellerini oynarken "Hamdi Baba istedi. Baban, Aras'ın cenazesini görmek istediğini söyleyince onu gördüğünde ölmediğini anlama riskin vardı. Ama inanmanız için böyle bir riski göze almak zorunda kaldık. Babada senin Aras'a sarılmana engel olursak bu işi halledebileceğimize karar verdi." yanıtını verdi.
İsyan eden sesimle "Ona sarılmama izin bile vermezken onun yaşayıp yaşamadığını anlamamı nasıl bekliyorsun Yavuz benden." dedim. Cevap vermek için dudakları hareketlenince susması için elimi kaldırdım. Ne söylerse söylesin bu durum var olan gerçeği değiştirmiyordu. Bile isteye bunları yaşamama izin vermişlerdi.
En acısı da en başından beri yaşadığım acıyı Selim'de biliyordu. O gün benim feryadımı duymuştu. Ama müdahale etmemişti. Zihnimin içinde dönüp duran düşünceler beynimin içine baskı yaparken bu kanserli düşüncelerden kurtulmak istercesine "Selim, o duymadı mı ona nasıl yalvardığımı, o duymadı mı benim suçum olmadığını" diye sordum.
Başını iki yana umutsuzca salladı. "Duymadı." duraksadı. "Öfke gözünü o kadar kör etmişti ki senin sırf vicdanını rahatlatmak için yanına geleceğini bilindiğinden uyutulmak istedi. Ne sesini duymak istedi ne kokunu içine çekmek." başını kaldırıp sıcak bir gülümseme ile gözlerime baktı. "Lakin bana sorarsan bunu istemesinin sebebi sana duyduğu öfke değil. Tam aksine sana duyduğu özlem ve sevgiydi."
Sevgi? Benim ona ihanet ettiğimi düşündüğü sevgi! Benden bu kadar kolay vazgeçebildiği sevgi. Seven insan sevdiğinin onu bıraktığına inanmazdı. Selim'inki sevgi değildi. İçimdeki ses "Peşin hüküm verme, bir sor neler olduğunu." diyerek düşüncelerime karşı çıkınca "Benim ondan vazgeçtiğime nasıl inanabildi Yavuz? Hiç mi nasıl olduğumu merak etmedi? Hiç mi benim ne halde olabileceğimi düşünmedi?" dedim.
Yumuşak bakışları beni bulurken ikna etmeye çalışan kadife sesiyle "Düşündü Sena, düşünmez mi hiç. Baban düzenli olarak senin farklı farklı adamlarla fotoğrafını gönderip arkasına nasıl mutlu olduğun ile ilgili methiyeler düzerken bile o senin ondan vazgeçtiğine inanmadı. Beni olanları öğrenemem için Ankara'ya gönderdi." dedi.
Duyduklarıma inanamayarak gözlerim kocaman açılırken "Babam fotoğraf mı gönderdi?" diye sordum. "Evet hemde sayısız kez." Gözlerinin içi kararırken sesi de bir anda karşısında babam var gibi sertleşti. "Aras'ın orada ölmesi için elinden geleni yaptı. Buna Hamdi Babaların koğuşuna verilmesi de dahil." deyince kalbim tuzla buz oldu. Babam, sevdiğim adamı bile isteye ölüme göndermişti, suçlandığı suç nedeniyle öldürülsün diye Hamdi Yiğitsoy'un koğuşuna atmıştı.
İçimde ki yangın en acı şeklide bütün bedenimi yakmaya devam ederken Yavuz "O kadar olana rağmen cezaevinde kaldığı sürece onu bir kez bile görmeye gelmeyen kadının sadakatine bu kadar güvenmesini beklemiyordun değil mi? "deyince başımı hayır anlamında iki yana salladım.
Ellerini yavaşça iki yana açıp "Kimse beklemezdi." dedikten sonra uzun bir açıklama yapacağını belirtir şekilde derin bir nefes alıp verdi. Yüzüme kırgın bir edayla bakıp "Ben geldiğimde seni yakışıklı uzun boylu bir erkekle kampüsün bahçesinde el ele gördüm." deyince kim olabileceğini anımsamaya çalışsam da çıkaramadım. Babam korumalar dikkat çekmesin diye kamufle edip kadın olanın arkadaşım erkek olanların da sevgilim olarak duyurulması için çevremdeki soytarı arkadaşlarımı görevlendirmişti. Selim'den önce her gün başkası ile görüldüğüm için bu durum kimsenin dikkatini de çekmemişti zaten.
Kendimi açıklamaya çalışarak "Onlar korumaydı. Babam kim oldukları belli olmasın diye böyle davranmalarını sağlıyordu. O kadar." dedim. Benden nefret etmekte haklıydı. Onu cezaevine attıran kadın dışarıda gününü gün ediyordu.
Yaşadıklarını ve düşündüklerini anlamamı istercesine "Bunu ne ben ne de Aras bilemezdi değil mi?" diye sorunca ona hak vermiştim. Önce çevremizde ki şerefsiz insanlar sonra da onların neden olduğu yanlış anlaşılmalar ikimizi de cehenneme sürüklemişti.
Hafif çıkan sakallarını eliyle sıvazladı. "Daha önce duydun mu bilmiyorum. Çok sevdiğim bir laf vardır Sena." deyince ne diyeceğini merak ederek yüzüne baktım. "Kış çok sert geçecekse ağaçlar önce en üst yapraklarını dökermiş. Şimdi alakası ne diyeceksin. "dedi. Sorusuna evet diye cevap veren bakışlarım onu buldu.
"Senden sonra Aras tıpkı o ağaçlar gibi oldu. Senin ihanetini" derken müdahale etmek için konuşacaktım ki elini kaldırıp beklememi işaret etti. "İhanet etmedin anladım. Ama biz ihanet etmediğini bilmiyorduk Sena. Her şey senin lehine gelişiyordu." derin bir nefes verdi. "Şuan bunların bir önemi de yok zaten, asıl konumuza gelelim. Aras senden sonra ilk kendinden vazgeçti."
Gözümden yaşlar süzülürken kinayeli gülümsemem yüzümde yayıldı. "Biliyorum adını ve soyadını değiştirdi." dedim.
"Adından ya da soyadından vazgeçti demedim Sena, kendinden vazgeçti dedim." Kaşlarım çatılırken aklıma gelen şeyi söylemesinden korkuyordum. Duyacaklarımın korkusuyla yüreğim sıkışıyordu. Oda intihar etmeye kalkışmış olamazdı değil mi? Kıstığım gözlerimi Yavuz'a dikerken açıklamasını ister halde bakıyordum.
"Bana olan bakışlarının üzerimde pek etkisi yok çünkü bu mevzu da sana detaylı açıklama yapması gereken ben değilim, Aras" derken anlayış göstermemi ister gibi bakmaya başlamıştı. Bu hali her ne kadar hoşuma gitmese de başımı tamam anlamında sallamak zorunda kaldım.
Gözlerini memnuniyetle kapatıp açtıktan sonra "Aras'ın kendinden vazgeçmesini Hamdi Baba engellendi ancak yaşayan ölüye dönmesini kimse engelleyemedi. Her geçen gün hem sensiz kalmanın hem de ihanetinin acısıyla daha da hayattan kopuyordu. Kendine zarar vermekten de asla vazgeçmeyeceğini hepimiz biliyorduk. Bu ihtimal de bizi günden güne bitiriyordu. En sonunda Hamdi Baba bu ihtimale daha fazla dayanamayıp eğer kendine bir şey yaparsa seni öldüreceğini söylemiş. Babanın sözünün eri olduğunu bildiği için bu tehditle Aras'ın kendine zarar verme ihtimali ortadan kalktı." diyerek sustu.
Her an için ağlamaya hazır gözleriyle yüzüme baktı. "Sena, bu adam ölmek isterken sırf sen yaşa diye acılarında boğulup her gün sesin ihanet hançerini kalbine saplamayı göze alarak yaşamayı seçti." deyince ruhum binlerce el tarafından sıkıldı. Dudaklarımdan belli belirsiz bir ah çıktı. Benden nefret ederken bile beni düşünmüştü. Onu terk ettiğimi düşünüp benim acımda kavrulurken bile benim yaşamamı düşünmüştü.
"Aras bir gayesi olmadan sırf sen yaşayabil diye yaşayan ölü gibi gezmeye devam etti. Ta ki Hamdi Baba, Aras'ı, Aslan'ın sağ kolu yapana kadar. Hamdi Baba, o berbat olay sonrası Aras'ı yanına alıp yetiştirmeye başladı." deyince bugün sürekli olduğu gibi kaşlarımı merakla çatarak "Hangi olay?" diye sordum.
Sıkıntıyla dudakları kıvrıldıktan sonra "Sanırım bunu anlatması gereken de Aras." deyince oflayarak nefesimi verdim. Çaresizce gözüme bakıp başını yana yatırdı. Ben bir tepki vermeyince "Özür dilerim Sena ama sana her şeyi olduğu gibi anlatamam. Bazı şeyleri Aras'tan duyman en mantıklı olanı." deyince yine istemeyerek tamam anlamında başımı salladım.
"En başta Aras'ın ölmesi ya da adını değiştirmesi gibi bir olay söz konusu değildi. Aras yani Selim, Aslan'ın sağ kolu olarak hayatına devam edecekti. Ancak sonra işler tersine döndü. Aslan'a ve ailesine suikast düzenlendi. Onlar ölünce sokakların güvenliği için Hamdi Babanın soyundan birinin başa geçmesi gerekti. " ellerini iki yana açıp "devamını biliyorsun zaten" dedi.
Başımı salladım. Yavuz ise aklına ne geldiyse bir yerlere daldı. Bakışları karşıdaki tabloya sabitlendi. "Aslında her şey en başta daha normaldi. Aras sana öfkeli olsada nefreti bu kadar büyük değildi. Kendisini karanlığa sürükleyecek kadar yoldan çıkmamıştı. Kadınlarla görüşmüyor, çevresindekilere değer veriyordu. En azından sevdiklerine karşı azda olsa ruhunda Selim'den bir şeyler vardı. Ta ki o güne kadar." Sesindeki acıyı sezmemek elde değildi.
"Hangi güne?"
Adem elmasının yerinden oynamasına sebep olacak güçte yutkundu. Donuk bakışlarını bana çevirdi. "Hilda Otelde, senin evli bir adamla kaçamak yaptığın haberleri ve hemen ardına Talya Otelden başka bir adamla yasak aşkının haberlerini okuyana kadar."
Haberleri duymamla gözlerim sıkıca kapandı. Bir ay içerisinde sayısız adamla çıkan adım magazin sayfalarını süslemişti. Adımı temizlemem başarılarım sayesinde çok zamanımı almasada ilk zamanlar çok başımı ağrıtmıştı. Ve bunların hepsini babam yapmıştı. O haberleri babam çıkartmıştı. Avukatlık kariyerimi bitirmek, beni ucuz bir kadın olarak göstermek ve en önemlisi onun kapısına gidip beni affetsin diye yalvarmam için yapmıştı. Çocukluğumu aldığı yetmezmiş gibi benden her şeyimi almıştı. Geleceğimi çalmıştı.
Gözlerimi açmaya cesaretim yoktu. Soluğumu verirken "İftiraydı." diyebildim. Gözlerimi usulca açtım. Dişlerim alt dudağımı çiğnerken burnumdan derin bir nefes aldım. "Babam itibarımı bitirmek için iftira atmıştı."
Yavuz'un bakışları karardı. İlk kez gerçek anlamda öfkelendiğine şahit oluyordum. Önünde sallanan eli yumruk şeklini alırken "Haysiyetini siktiğimin piçi!!" diye bir küfür savurdu. "Nasıl aklıma gelmedi bu? Babanın bu kadar ileri gidebileceğini nasıl düşünemedim?"
Kendisine kızıyordu lakin kızması gereken son kişi bile o değildi. "Senin bir suçun yok ki Yavuz. Bütün suç baba diye ortada dolanan o adamda. Babalık yapmadığı yetmezmiş gibi hayatımı mahveden o yaratıkta." Bunun hesabını verecekti. Kahraman Eroğlu yaptığının bedelini ödeyecekti.
"Bunun bedelini ödeyecek Sena! İkinizin hayatından çaldıklarının bedelini ödeyecek!" Yavuz kararlı gözlerle yüzüme bakarken "Ödemeli." dedim. Canım çok yanıyordu. Babamın benden bu kadar şey aldığını bilmek canımı çok yakıyordu. "Aras o haberi okuduktan sonra kadınlarla olmaya başladı. Kalbi istemesede öfkesi onu kadınlara itiyordu. Çünkü onun gözünde sen hala erkeklerle düşüp kalkan ucuz kadının tekiydi." Alt dudağının sağ tarafını çekiştirip bırakırken başını aşağı yukarı salladı.
"İlk zamanlar bu halinin sebebini senden intikam almak için olduğunu düşündüm ama sonra anladım." Gözleri gözlerime kenetlendi. "Eğer senin ona yaptığın ihaneti oda sana yapmasaydı ya seni öldürecekti ya da kendini." Soluğum kesildi. Göğsüm bir mengene tarafından sıkıştırılıyordu. Hakkıydı. Selim, Aras, o , bu fark etmezdi. Hiçkimse sevdiğinin ihanetini helede benimki gibi görünen bir ihaneti kaldıramazdı.
"Senin günahının aynısını işledikçe görüştüğünü sandığı adamlarla ilgili seni suçlayamaz oldu. Bir tek geçmiş öfkesi kaldı. O öfkede Aras'ı yedi bitirdi zaten." Kusmak istiyordum. Yaşamak zorunda kaldığımız bunca iğrençliğe karşı kusmak istiyordum. Yukarı çıkan sıvıyı güçlükle bastırabildim. Yavuz ise ensesine götürüp sıkarken göz ucuyla bana baktı. "İyi misin?" diye sordu. Başımı salladım. "Devam etmemi ister misin?"
Onaylar anlamda başımı sallamakla yetindim. "Aras, sana olan aşkının öfkesi sayesinde Hamdi Baba'nın ona sunduğu yaşantıya çabucak ayak uydurdu. Senden alamadığı intikamı düşmanlarından ve kendisinden aldı. Döktüğü her kanda, öldürdüğü her adam da önce merhametini sonrasında ise insanlığını kaybetti. Sevgisiz bir adama dönüştü." İçinde ki acıyı belli edercesine sesli bir nefes verdi. "Biz onun bedenini öldürmesine engel olduk ancak ruhunu öldürmesine engel olamadık."
Tüm dünya durdu. Senelerce tertemiz tutmaya çalıştığım ruhum Aras'ın kararan ruhunun nedeni olduğunu öğrenince resmen başıma yıkıldı. Benim yüzümden bu hale gelmiş olmasının yüküyle kor ateşlerde yanıyordum. Terlemeye başlayan ellerimi silmek için masanın üzerinde duran peçeteyi aldım. Ellerimi silerken Yavuz'un son cümleleri de beynimde yankılanıyordu. "SEVGİSİZ BİR ADAM DÖNÜŞTÜ. BİZ ONUN BEDENİNİ ÖLDÜRMESİNE ENGEL OLDUK ANCAK RUHUNU ÖLDÜRMESİNE ENGEL OLAMADIK."
Yavuz haklıydı. Selim'in bana aydınlıkla bakan ruhu ölmüştü. Masum bakışları yerini bir katile bırakmıştı. Sırf bu halleri değil miydi zaten onun Selim olduğunu anlamama engel olan? Aylardır, ne bana karşı nede çevresine karşı sevgi belirtisi görmemiştim. Davranışlarını geçtim güzel bir sözcük dahi dökülmemişti dudaklarından. Bana karşı zaten acımasızdı. İlk günden beri nefret ediyordu benden. Sadece acı çekmemi istediği her halinden anlaşılıyordu. Beni artık sevmeyen bir adamın ateşine neden atmışalardı beni. Sevgisiz, merhametsiz, karanlığa hapsolmuş bir adamın...
Kırgın gözlerle Yavuz'a bakıp sitemli çıkan sesimle "Beni neden çağırdınız o zaman Yavuz? Aras bu cehennemde yeteri kadar yandı birazda Sena mı yansın dediniz? Sevilmemek nasıl bir şeymiş oda görsün mü dediniz?" diye sordum. Bu yüzden çağırsalar bile haklıydılar. Karşımdaki canavarı yaratanlardan biri de bendim.
Önce söylediklerimi reddeder manada başını iki yana salladı. "Seni çağırdık çünkü Aras kontrolünü kaybetmiş durumdaydı. Hayatı öldürmek üzerine kurulu bir adam haline geldi." Başını iki yana çaresizlik içerisinde sallarken sesi de Aras ile ilgili yaşadığı korkuyu hissettiriyordu. "Biz ona engel olamadık Sena. Hiçbirimizi dinlemedi. Babayı bile. Bizde Hamdi Baba ile geceler boyu onu bu cehennemden nasıl çıkaracağımızı düşündük. Senin dışında çıkar yol aradık lakin bulamadık. Tek kurtuluşumuz sendin." Durdu. Masanın üzerinde duran sürahiye uzandı, bardağa su doldurup birkaç yudum içti. Sanki bunları anlatırken içindeki yangın harlanmış gibiydi.
Açıklama yapmak için tekrar yüzüme baktı. "Seni günlerce inceledim. Değişimini gözlerimle gördüm. Aras'a ihanet ettiğin dönemde daha 18-19 yaşında olduğunu hatırlayınca değişebileceğine, ona iyi gelebileceğine inandım. "derin bir nefes verirken gözlerinin içinden tuhaf bir parıltı geçti. "Bayıldığın gün dudaklarından Selim'in adı dökülünce de inancımda haksız çıkmadığımı anladım. Ve senin de onun gibi acı çektiğine emin oldum. O gün sen bana bizimle çalışmak istediğini söylediğinde Aras'ın beni öldürme ihtimalini göze alarak teklifini kabul ettim. Kardeşim gözlerimin önünde günden güne ölürken benim yaşamamın pekte bir anlamı yoktu."
Gözlerim iyiden iyiye kısılırken Yavuz'un bu haline hem şaşırmıştım hem de neden kendini feda etmeye bu kadar hazır olduğuna anlam verememiştim. Yavuz ile Aras arasında benim anlayamayacağım çok daha öte bir bağ vardı. Kardeşi dahi olsa birisi karanlıkta kayboluyor diye canından vazgeçmek herkesin yapacağı bir şey değildi lakin bu sonranın konusuydu öncelikle bu olanları sonuca ulaştırmalıydım. "Gerçekten ölümden döndün değil mi o akşam? Yediğin dayaktan daha fazlası vardı." deyince başını evet anlamında sallayıp "Eğer Hamdi Baba gelmeseydi Aras beni öldürecekti." cevabını verdi.
Şaşkınlıktan ne tepki vereceğimi bilemezken nefes almayı dahi bir anlığına unuttum. Bu kadarını yapmaya kalkmış olamazdı! Kendisini bu kadar seven birini, ona bir şey olacak diye şehri yangın yerine çevirdiği adamı öldürmeye kalkmış olmazdı! Yanlış anlamış olmalıydım! "Aras, seni öldürmeye mi kalktı? Ben doğru mu duydum?" Cevap vermek yerine başını öne eğince doğru duyduğuma emin oldum. Gözlerimi kapayıp derin nefesler alarak olanları anlamaya çalıştım.
Anlayamıyordum. Nasıl bu kadar canileştiğini anlayamıyordum. Kafam karmakarışıktı. Bir tarafım onun böyle olmasının sebebinin ben olduğumu haykırırken diğer tarafım kalbinin nasıl bu kadar karardığını anlayamıyordu. "Yavuz sen vuruldun diye bu adam..." söylemek istediğim kelimeleri toparlayamadım. Durup sesli bir nefes verdim. "Bu adam şehri birbirine kattı. Öldürdüğü adamların fotoğraflarını kendi gözlerimle gördüm. Acımadan adamın beynini dağıttığını, tırnaklarını söktüğünü kendi gözlerimle gördüm. Bu şekildeyken nasıl seni öldürmeye kalkar?" derken sesimde ki dehşeti gizleyemedim.
Dudakları yana doğru kıvrılırken buruk bir tebessümle yüzüme bakıp "Konu sen olunca Aras'ın içinden başka bir kişilik çıkıyor diyelim." dedikten sonra iki eliyle gömleğinin yakasını yukarı doğru çekti. "Ölmediğime göre sorun yok. Ama bu konunun hesabını Aras'tan sormak istersen." de karşı çıkmam." dedikten sonra göz kırptı. Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Yavuz geldiğinde beynimin içinde ki düğümler çözülür derken daha da birbirine girmişti.
"Ayrıca "Sevilmemenin ne demek olduğunu gör" diye seni çağırdığımızı düşünüyorsun ya yanılıyorsun. Aras kendini bildi bileli senden başkasını sevmedi Sena. Sen onun varlığını bilmeden önce de seni seviyordu. Sen onun varlığını bildikten sonra da" dedi.
Bir süredir sessizce bizi dinleyen Yeliz "Bir dakika ben yanlış anlamadım değil mi? Sena ile Aras'ın yani Selim'in tanışması tesadüf değildi. Selim çok daha öncesinden Sena'yı tanıyordu ve seviyordu yani?" deyince Yavuz tebessümle önce Yeliz'e sonra bana baktı. Kaşları yukarı kalkarken gülümseyen yüzüyle "Değildi ve evet hem tanıyordu hem de seviyordu." dedi.
Biz şaşkınlıkla Yeliz ile birbirimize bakarken Yavuz "Aslında bunu söylemek bana düşmez" diyerek söze girdi. İkimizin bakışları da ona dönünce "Üzerine kahve döktüğün gün döküğün kahve sadece sağ omzu ile göğsünü yakmamış, Aras'ın kalbini de yakmış." deyince kalbimin atışı değişti.
Olayın olduğu güne gitmiş gibi gözlerinin içi parladı. "O günün akşamı beni arayıp seni anlattı. Doğrusunu söylemek gerekirse o günden sonra her gün seni anlattı. Ben seninle tanışmadan, tanıdım seni. Biraz sapıkça gelebilir ama gittiğin mekanlarda, kampüste, sınıfta aklına gelebilecek her yerde sana rahatsızlık vermeden varlığını hissettirmeden sessizce seni uzaktan seyretti." dedi.
Donuk, şaşkın bir o kadar da kendime kızgın halimle kalakaldım. O hep ulaşabileceğim kadar yakınımdaydı ama ben onu göremeyecek kadar kördüm. O beni ailesine bile anlatırken ben onu görememiştim. Kalbimin derinliklerinden bir ses "Ah Selim, sen ne güzel seviyorsun" derken lanet iç sesim "Bir o kadar da güzel siliyor" diye cevap verse de onu duymazdan gelmeyi seçtim. Bir haftadır ilk kez mutluluktan dolan gözlerimle "Kahvaltıya geldiğimiz gün yapılan pişiyi Selimken sana söylediği için sende unutmayıp Esma Anneye söyledin. Bala olan alerjimi de beni uzaktan izlerken öğrendi değil mi?" dedim.
Ruh halimde ki değişim yüzünde ki tebessümün artmasına sebep olurken "Her ikisinin cevabı da evet. Arkadaşının yaptığı ballı keki yedikten sonra hastanelik olduğun günü hatırlıyor musun?" diye sorunca heyecanla "Evet." dedim.
"İşte o gün sen hastanenin içinde bekledin, Aras ise bekleme salonunda." dedikten sonra iki elini birbirine vurdu. "Yani sözün özü bu adam seni hep sevdi Sena. Tam 13 yıldır kendine bile itiraf edemedi ama seni hep sevdi. Hani seni Aras'ın evinde bulduğum günün gecesinde ona sormuşsun ya 'Neden bana karışıyorsun? Kimsin sen?' diye" deyince o gün olanlar yüzünden utançtan kızarsam da söyleyeceklerini dinlemek için bakışlarımı ondan çekmedim.
"Sana karıştı çünkü o gece seni, Savcı'dan it gibi kıskandı. Senin onu kıskandığın gibi oda seni kıskandı." deyince karnımda kelebekler uçuşmaya başladı. "Patlamanın olduğu gün sana bir şey oldu diye aklı çıktı. Kim olduğu kısmına gelirsek senin için isimlerin ne kadar önemi var bilmiyorum ama bana sorarsan bunun cevabı da seni ölesiye seven bir adam. Seni bu kadar seven bir adam varken ismi ha Aras olmuş ha Selim ne önemi var. " Vereceğim cevabı görmek için yüzüme dikkatle baksa da hala Aras'ın beni sevdiğine emin olamadığım için bir şey söyleyemedim.
Korkuyordum. Onu sevmekten değil yanılmaktan. Belki de her şeyin sebebi beni elde etme çabasından başka bir şey değildi. Ama ona temiz bir gelecek borcumda vardı. Off... Ne yapacaktım ben? Tavrımı görünce gri takımının ceketini çekiştirdikten sonra bacaklarını hafifçe araladı. Öne doğru eğilip ellerini birbirine kenetledi. "Bunlar seni ikna etmediyse sana söyleyebileceğim tek bir şey daha var; onu da söyledikten sonra karar senin" deyince merakla yüzüne baktım.
"Selim, Aras olduktan sonra da senden elini hiç çekmedi Sena. Benden bile sakladı, ama benden kaçmaz" derken sinsi bir bakış attı. Ne ima ettiğini aptal gibi anlayamamıştım.
Bıkkınlıkla yüzüme baktıktan sonra başını ayıplar gibi iki yana sallayıp "Bu aşk gerçekten en zeki insanları bile aptallaştırıyor." dedi. Sitemli çıkan sesimle "Aşk olsun Yavuz." deyince keyifli bir kahkaha atıp "Olsun tabi Avukat Hanım. Bizim amacımız da o" dedikten sonra göz kırptı.
Yüzüm utançtan kızarırken Yavuz "Neyse bu konuları sonra da konuşuruz. Biraz önce ima ettiğim şeye gelecek olursak; bunca zaman o kadar tehlikeli adamla uğraşıp burnun dahi kanamadan nasıl hayatta kaldığını düşündün mü?" diye sorunca içine düştüğüm dehşet bakışlarıma yansıdı.
Bakışlarımı fark eden Yavuz'un gözlerinde ise sinsi bir parıltı artarken "Düşünmedin değil mi?" diye sordu. İçimde oluşan buruk bir acıyla "Hayır" dedim. O kadar aptaldım ki Aras hayatıma girdikten sonrasında bile beni koruyanın o olabileceği aklımın ucundan geçmemişti.
"İlk bizimle çalışmaya başladığın zaman elinde olan dikişin sebebi sensin. Adnan Korucu'ya karşı bir davasını almışsın." deyince aldığım davayı anımsadım. Şerefsiz herif yanında çalışan asistanını taciz etmişti. Dava bana gelince tereddüt etmeden kabul etmiştim.
"Tabi onlarda senin davayı kazanacağına eminlerdi. Seni bir tetikçi tutup öldürtmeye karar vermişler. Aras'ın da gözü kulağı sende olduğu için hem aldığın davayı hem de tetikçiyi öğrenmiş. Meseleyi bize duyurmadan halletmek istediği içinde sessizce evinin önüne gelip adamı beklemiş. Adam gece eve girmeye yeltendiği esnada Aras ile karşılaşmış. Karanlıkta, adam ona saldıranın Aras Yiğitsoy olacağına ihtimal bile vermeyince arbede çıkmış. Aras'a doğru çektiği çakıyı bizimki tutup eliyle kavrayınca olanda olmuş." dedikten sonra çevresine bakındı.
Masanın üzerinde duran küçük çikolata kasesini çenesiyle gösterirken "Yiyebilirim değil mi?" diye sordu. Böyle bir olayın ortasında sorduğu soruya şaşırmıyordum. Bu hallerine alışmıştım artık. Kaseyi ona uzatıp "Elbette." dedim.
İçinden aldığı çikolatanın paketini açarken umursamazca "Tabi sonrasında Aras onu öldürüp Haliç'in serin suları ile kavuşturmuş. Diğerlerine olduğu gibi." diyerek çikolatayı ağzına attı.
Söylediği şeyler o kadar benliğimi kaybettirmişti ki Haliç ile ilgili söylediği şeye takılamadım bile. Ancak Aras ile ilgili söylediği şeyler ruhumu okşamıştı. Benim haberim yokken bile hem beni sevmekten hem de korumaktan asla vazgeçmemişti. İster Selim isterse Aras olsun beni her zaman her şeyin üzerinde tuttuğunu bilmek içimde ki buzların erimesine neden oluyordu. "Peki şimdi ne olacak?" diye sordum.
Yumuşak gözleri ikna etmek istercesine yüzüme bakarken "İki seçeneğin var Sena; ya hiçbir şey olmamış, biz hayatına hiç girmemişiz gibi yoluna devam edersin ya da Aras'ın gün geçtikçe daha da battığı karanlığına girip senelerdir sevdiği kadın olarak elini tutup birlikte aydınlığa yürürsünüz..." diyerek önüme iki seçenek sunmaktan da geri kalmadı.
Başımı öne eğip dudaklarımı birbirine bastırarak ne karar vereceğimi düşünmeye başladım. Onu affedip gerçekten hiç bir şey olmamış gibi yaşantıma devam edebilir miydim? Bu hikayenin masum olan tarafıydı o, peki beni tanıdıktan sonra yaptıkları? İlk tanıştığımız gün Fırat'ın odasında ve adliye koridorunda söyledikleri ne olacaktı? Fırat? Aklıma gelen düşünceyle huzursuzca "Peki ya Fırat? Aras'ın Selim olduğunu başkalarına söyleme konusunda onu kim durduracak?" diye sordum.
Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşirken "Egosu." deyince ne dediğini anlayamadım. Halimi fark etmiş olacak ki öne doğru hafifçe eğilip yüzüme baktı. "Savcı gibi adamlar için egoları her şeydir Sena. Zavallı memur babanın oğlu Selim Egeliyi yenince kimse onunla iftihar etmez. Lakin racon kesmediği kimse kalmayan, ülkenin en önemli silah kaçakçısı Aras Yiğitsoy'u yenmiş olması onun namına nam katar. İşte sırf bu yüzden öleceğini bilse kimseye Aras'ın kim olduğunu söylemez." deyince aklımdaki şeyi sormak için dudaklarım aralanmıştı ki tebessümle yüzüme bakıp "Babana bile" dedi.
Bu adam benim beynimi mi okuyordu? Tanıştık tanışalı yarım bıraktığım ne varsa tamamlıyor, hislerimi biliyormuş gibi hareket ediyordu. Bu halinden ufaktan tırsmadım desem yalan olurdu. Ben bunları düşünürken iç sesim bütün çirkefliği ile "Konumuz sence Yavuz mu Sena? Aras diyorum, Alo... Aras'ı ne yapacaksın?" deyince derin bir nefes verdim.
Başımı yere eğdim. Tırnağımı etime bastırıp derin oyuk oluştururken "Cezaevine benim yüzümden girdiğini biliyorsun değil mi?" deyip başımı kaldırıp yüzüne baktım. Başını bir kez salladı. "Ben onu karanlığa sürüklemişken oda bana on üç yıllık koca bir yalan söylemişken bizden olacağını mı düşünüyorsun?" Soluğunu sertçe verdi. "Birbirinize yara olduğunuza göre yar olmanız hiç zor olmasa gerek." Hafifçe öne eğildi. "Biliyorum ona kızgınsın Sena ama oda sana kızgındı. Sebebi de cezaevine senin yüzünden girdiği için değil onu bir kez bile ziyarete gelmediğin içindi."
Yavuz söylediklerinde haklı olsa da yapamıyordum, onu bir türlü affedemiyordum. Her ne olursa olsun gelip bana sormalıydı. Gelip benim ağzımdan onu sevmediğimi duymalıydı. Hala bir karar veremesem de aklıma 1 haftadır takılan tek şey vardı. Hem rüyalarımı hem de gerçek hayatımı süsleyen ama bir taraftan da kabusa çeviren adam; Aras. Boğazımda ki yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. Derin bir iç çektikten sonra "Aras nasıl?" diye sordum.
Yavuz'un yüzüne kara bulutlar inerken gözlerinde de ucu bucağı görünmeyen hüzün hakimdi. "Kötü, düşünebileceğinden çok kötü." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Tek yaptığı şey içmek, doğru düzgün uyumuyor, yemek yemiyor, konuşmuyor. Senin anlayacağın yaşayan bir ölü gibi. Zaten o günde ben.." derken bir anda sustu.
Yüzünden geçen ifadeyi görünce benden sonra iyi bir şeyler olmadığını anladım. İçimde ki ses "Keşke onu öyle bırakmasaydın." diye feryat etmeye başladı. Haklıydı da, bu kadar karanlığa batmışken onu yalnız bırakmamam lazımdı. Yapacağı delilikleri düşünmem lazımdı. "En fazla ne kadar ileri gidebilir ki?" diye düşündüm. Kaşlarım başımı ağrıtacak bir şiddette çatışırken "Sen ne Yavuz?" diye sordum. Yüzüme kaçamak bir bakış attı. Bunun anlamı "sana söyleyemem"di. Ama bu sefer susmasına izin verecek miydim? Elbette hayır!
Daha net çıkan sesim ile "Sen ne Yavuz?" diye sordum. Gözlerimin içine baktı. Bakışlarında karanlık ifade belirdi. " Sana bunu söylediğimde beni tekrar vurmaya kalkacağını biliyorsun değil mi Avukat Hanım?" dedi. Yüzüne kendimden emin bir ifade ile bakarken "Söylemezsen Aras'ın günden güne eriyip gideceğini biliyorsun değil mi?" diye cevap verdim. Elbette blöf yapıyordum. Duyduklarımdan sonra Aras'ı affetmeye çok yakındım.
Başını hafifçe haklısın der gibi salladı. "O gün" deyip duraksadı. Yüzünde ki kan çekilmişti, sanki o anı tekrar yaşıyordu. Dolan gözlerinden yaşlar usulca süzülürken "Sen gittikten sonra eğer ben engel olmasaydım Aras kafasına sıkacaktı. Ben silahı göğsüme doğrultunca benim ölmemi istemediği için silah indirdi." deyince kalbim yerinden çıkacak sandım.
Biraz önce ki sorumun cevabını almıştım. Aras en fazla kendi canını alacak kadar ileri gidebilirdi. Beni kendi canından öne koyan bir adamdan daha azını beklemek benim aptallığımdı. Kalbimin yangını dayanılmaz bir hal almıştı. Gözünden süzülen bir damla yaş gözümden değil de kan ağlayan kalbimden akıyordu sanki. Bu kadarı fazlaydı, hem benim için hem de Aras için bu kadarı çok fazlaydı. İkimiz içinde bu işe nokta koymanın zamanı gelmişti, daha fazla birbirimizi kıramazdık, üzemezdik. Zor olsa da gerekeni yapmalıydım.
Oturduğum koltuktan hızlıca ayağa kalkıp salondan çıkmak için yürüyünce Yeliz merakla "Nereye?" diye seslendi. Onlardan tarafa dönerek ikisini de sert bakışlarımın hedefine alıp "Aras'a, benden uzak durmasını söylemeye nereye olacak." deyince ikisinin yüzü de dehşet içinde kaskatı kesildi.
Onların bu haline daha fazla dayanamayarak kahkahalarla gülerken ikisi de saf saf yüzüme bakıyordu. Mutluluk dolu bir nefes alıp verdim. "İkinizde söyledikleriniz de haklısınız. Bu hikaye de yanan biz olduk. Ayrı ayrı yandık ama sonuçta yandık." İçim içime sığmazken derin bir nefes daha verip "Aras'a gidiyorum ama uzak durmasını söylemek için değil, beraber yanmak için..." dedim.
Yavuz ile Yeliz sevinç naraları atarken onları öylece bırakıp hızlıca hole çıktım. Arabanın anahtarını aldıktan sonra koşturarak evin merdivenlerinden inip Aras'ın evine sürdüm. Seneler önce olamamıştık ancak şimdi biz olmamıza bir engel yoktu. Ölene kadar omzunda uyumama engel yoktu.
Neler yaşadığımı bilmeyip dışarıdan beni gözlemleyen birisi kendini 13 yıl boyunca öldü gösteren bir adamı bu kadar çabuk affettiğimi duyunca gurursuz olduğumu ya da aptal olduğumu düşünür. Onun ayağına geldiğimi görünce de ne kadar güçsüz olduğuma emin olur. Ama ben bunlardan hiçbiri değilim. Ne olanların sandığı kadar gurursuz ve aptalım ne de güçsüzüm. Düşündüklerinin aksine, onların aksine güçlü olan benim.
Ölüm kelimesinin anlamını en iyi bilenlerden birisi benim. Yaşamanın sadece nefes almaktan ibaret olduğu 13 yılı yaşayan benim. Selim'i cezaevinde ziyaret edemediği için onun kahrından öldüğünü düşünüp aynada gördüğü yüzden her Allah'ın günü nefret eden yine benim. Vicdanın cehenneminde yanmayan, ölümün yükünün ne denli ağır olduğunu bilmeyen birisi beni anlayamazdı.
Aras'a kızgın mıyım? Evet ölesiye. Peki yaşadıklarımdan onu sorumlu tutuyor muydum? Asla. Hele de o, cezaevine benim yüzümden girmişken ve ben onu bir kez bile ziyarete gitmemişken nasıl onu suçlayabilirdim? Nasıl bunca olanın cezasını sadece ona kesebilirdim? Eğer onun yaşadıklarını yaşayan ben olsaydım çok daha kötü birine dönüşürdüm. Gerçi olan bunca şey benim geçmişte kötü biri olmamdan dolayı başımıza gelmemiş miydi? Benim karanlığım lanet bir karabasan misali üzerimize çökmemiş miydi?
Ellerim direksiyonu sıkıca kavrarken derin bir iç çektim. Yaptığım şey Aras'ı aklayıp kendimi suçlamak değildi. Böyle bir derdim de yoktu ama Yavuz'un anlattıkları bendeki eksik parçaların tamamlanmasına sebep olmuştu. Selim iken dünyanın en masum, en düşünceli, en hassas olan adamı böyle bir karanlığın efendisi olduysa yaşadıklarının ağırlığını anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Kendi acılarımı küçümsemiyordum. Bende çok yanmıştım. Bende çok acılar çekmiştim ama benim yaşadıklarımın kendi günahımın bedeliydi. Selim'in yaşadıkları ise benim günahımın bedeli... Kalbime lanet bir ağrı saplandı. Masum olan ikimizdik lakin yanan yine ikimizdik. Cezaevine gitmek istediğimi ama gidemediğimi bilseydi hiçbir şey böyle olmazdı. Babam sevdiğim adamı benden almasaydı hiçbir şey böyle olmazdı. Bizden hayatımızı, hayallerimizi, geleceğimizi çalmışlardı. Bizden bizi çalmışlardı.
İşte en çok da bunları düşündüğüm için ne güçsüzdüm ne de gurursuz... Benim yerimde başkası olsaydı kendi günahlarını görmeden Aras'ı suçlar, bütün bedeli ona ödetirdi. Ama ben biliyordum ki tek suçlu o değildi. Dönüştüğü adam için bile suçlu değildi. Giden on üç yıl sadece benim hayatımdan değil onun hayatından da çok şey götürmüştü. Ben delirirken Selim ölmüştü. Mezara girmese de oda tıpkı benim gibi ölmüştü. Tek fark ben ölünce aydınlıkta doğmuştum o ise karanlığın efendisi olmuştu.
Ellerim göğüs kafesimi buldu. Aldığım nefes ciğerlerime bir an için yetmedi. Hamdi Yiğitsoy olmasaydı Selim gerçekten orada ölebilirdi. Hamdi Yiğitsoy onu ailesine alıp korumasaydı Selim beni bırakıp gidebilirdi. Selim gerçekten benim yüzümden ölebilirdi. Ciğerlerimi rahatlatabilme umuduyla derin bir nefes alıp verdim. Pek işe yaramadı.
Aras'ın tek suçu benden ölmediğini saklamaktı. Bu hikayede onu günahkar yapan tek şey buydu. Yaşadığı hayat için onu suçlamıyordum. Seneler öncesinde acılarımla baş etme yolum Aras ile aynıydı. Ona kızmaya hakkım yoktu. Beni günahkar yapan ise çok şey vardı. O lanet partiye gidip ondan hayatını çalmıştım. Sıkıntı bir yılan misali sırtımdan boynuma tırmanıyordu. Rahatlayabileyim diye elimi hızla enseme götürüp sıvazladım. Bundan sonrasında mutsuz olmamıza izin vermeyecektim.
Onun karanlığıyla daha çok savaşıp birlikte aydınlığa çıkalım diye elimden ne gelirse yapacaktım. Karanlığını körükleyenler başkaları olsa da sebep olduğum karanlıkta kalmasına izin vermeyecektim. Peki sebep olduğum karanlığın dilimden dökülmesine izin verebilecek kadar güçlü müydüm? Başımı hiddetle iki yana salladım. Değildim. Ben ne yapacaktım?
"O zaman sende sebep olduğun karanlığı dile getirme Sena, sadece o karanlık ile savaş." diyen iç sesimle birlikte birkaç saniyeliğini de olsa kaybettiğim umut geri geldi. Aras'ın geçmişini öğrenecek, neden böyle bir adama dönüştüğünü anlayacaktım. Kendi günahımla ise kendi başıma yüzleşmek en doğru olandı. Tek istediğim 13 yıl önce olduğu gibi ona sıkıca sarılıp sıcacık kollarında bütün derdimden tasamdan sıyrıldığım gibi şimdide aynısını yapmaktı.
Ben onu Selim olduğunu bilmeden sevmiştim. Aynı adamın farklı yüzünü kim olduğunu bilmeden sevmiştim. O ise nefret ettiği halde benden vazgeçmemişti. Buda bana ne olursa olsun birbirimiz için yaratıldığımızı gösteriyordu. Kalbim küt küt atarken Aras'ın evinin önüne gelmiştim. Emniyet kemerimi açıp arabadan indim. Kapıdaki "Hoş geldiniz Avukat Hanım." muhabbeti yapan korumalara el selamı verdikten sonra koşar adım evin kapına ilerledim.
Günlerce kapımda ağlayıp bir kez bile olsa yüzümü görebilmek için dil dökmüştü. Pişmanlığını o zaman görememiştim lakin şimdi iliklerime kadar hissedebiliyordum. Kapının önünde durup gücümü toplamak için derin bir nefes aldıktan sonra elim zile gitti. Zil çaldı ancak kapı açılmadı. Acaba evde yok mu diye düşünsem de böyle bir durumda kapıdaki çocukların söyleyeceğini düşündüm. Demek ki bilerek açmıyordu. Yüzüme küçük çocuk yaramazlığı yayılırken elimi zilden çekmedim. Bir taraftan da alacaklı gibi kapıyı tekmeliyordum.
Bir süre sonra Aras'ın söylenerek geldiğini belli eden sesi duyulmaya başladı. Kapıyı açarken "O zili bir tarafına sokacağım artık Yavuz." deyince gözlerim duyduklarımla açılırken gülmemek için kendimi zor tuttum.
Kapıda beni görünce afalladı. Bakışlarında karışan kafasının izleri görünürken "Sena" dedi. Adımı seslenirken neden geldiğimi anlayamaya çalıştığının tınısını sezmiştim.
Dikkatle ona baktım. Gözlerinin altı halka çizmiş, saçları dağılmıştı. Okyanus gözleri karanlığa gömülmüş gibi bakarken ağladığını bariz belli edecek şekilde kan çanağına dönmüş haldeydi. Tanıdığım güçlü, başı dik Aras Yiğitsoy gitmiş yerine koca bir enkaz gelmişti. Bu hali yüzümde ki gülümsemeyi silerken dolan gözlerimle ona bakmaya devam ettim.
İçim yanıyordu. Onu böyle zayıf ve yıkılmış halde görünce kalbim acıyordu. Eğer biz olmayı becerebilirsek ikimizin yaralarını da sarardık. Eğer birbirimize sımsıkı sarılırsak düştüğümüz yerden ayağa kalkardık.
Sağ elimin işaret ve orta parmağını yüzüne götürüp usulca yanağını okşayınca gözleri kapandı. Acıyla inledikten sonra "Zaten hasretinden yanıyorum, bana bu işkenceyi yapma Sena" deyince bu haline daha fazla karşı koyamadım.
Parmak uçlarımda hafifçe yükselip dudaklarına belli belirsiz bir öpücük bırakırken kapalı olan gözleri şaşkınlıkla açıldı. Beni kendine hapseden maviliklere hasretle bakarken "Ayrı ayrı yandığımız yeter dedim ve birlikte yanmaya geldim. Benimle yanmaya var mısın?" dedim.
BEKLENEN KAVUŞMA GELDİ ÇATTI :D DİĞER BÖLÜM BURALAR ALEV ALACAK GİBİ DURUYOR :D
ŞİMDİ BU OLAYIN ÜZERİNE BİR HAFTALIK ZAMAN ATLAMASI YAPSAM NASIL OLUR?😂 ELBETTE ŞAKA YAPIYORUM. BU KADAR BEKLEMEYE O KAVUŞMA GELECEK 😂😁
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |