
ARAS
Bu herif hiç akıllanmayacaktı, alacaklı gibi kapıma dayanmaktan asla vazgeçmeyecekti. Bir haftadır yaptıklarına göz yumduğum için duracağı yeri unutmuştu. Ama ben ona hatırlatmasını bilirdim. Şu başımda ki belayı savdığım gibi Yavuz'un cezasını kesecektim. Bir haftadır insanca konuşarak zilime böyle basmaması gerektiğini kapıma bu şekilde dayanmaması gerektiğini anlatamadıysam bende onun anlayacağı şekilde anlatırdım. Çünkü Yavuz yaptıklarının bedelini ödemeyince akıllanmıyor, insanca muamele ona yaramıyordu.
"O zili bir tarafına sokacağım artık Yavuz." diyerek öfkeyle kapıya doğru yürüdüm. Kapı koluna bütün gücümle asılarak açtım. Çattığım kaşlarımla kırmak için yemin ettiği kapımın hesabını sormak için Yavuz'a baktım. Ve gördüğüm insanla donup kaldım. Tam karşımda Sena mı vardı? Beynimin bana oyun oynayıp oynamadığını çözmeye çalışarak gözlerimi kıstım.
Karşımda gördüğüm o olamazdı, biliyordum. Son bir haftadır sayısız kez onun hayalini görmüştüm ve her seferinde de Sena yerine koca bir boşluğa sarılmıştım. Tıpkı Sena'nın delirdiği dönemde Selim diye hayaline sarılması gibi. Bende bir haftadır ona yaşattıklarımın bedelini ödüyor onun yerine hayaline sarılıyordum. Yine böyle bir halüsinasyon görüyor olmalıydım. O, beni affedip buraya gelmezdi. Ya da gelir miydi? Affeder miydi beni? Karşımda bütün ihtişamı ile duran o olabilir miydi? Karmakarışık olmuş zihnimin etkisiyle gerçekten onu görüp görmediğimi anlamak için "Sena" dedim.
Dudaklarımdan ismi dökülünce yüzünde ki tatlı gülümseme daha da derinleşti. İçi ışıldayan gözleri de gözlerime değince iyiden iyiye afalladım. Ama hala karşımda ki kişinin o olduğuna inanamıyordum. Dikkatle yüzüne baktım. Her ayrıntısına kadar bütün yüzünü inceledikten sonra anladım gelen gerçekten Senaydı. Gördüğüm halüsinasyonlarda bana nefret dolu gözlerle bakarken şimdi anlam veremediğim şekilde bakıyordu. O zaman yüzünde öfke varken şimdi yorgunluk ve hüzün vardı. Berbat durumdaydı. Mavi gözlenin içi ağlamaktan kırmızıya dönerken göz kapakları da şişmiş bir haldeydi. Bana bakarken yüzünde bir gülümseme olsa da katlanan çizgileri bir haftadır acıyla yoğrulduğunun en büyük kanıtı gibiydi. Omuzları çökmüş ve kilo vermiş haliyle karşımda öylece duruyordu.
Benim yüzümden bu hale gelmişti. Benim yüzümden hikayesinde ki bir kahramanı daha kaybetmişti. Ölmüş olan bir hayale tutunup senelerce bu hayalle uyuyup uyuyan kadından acımadan sevdiği adamı almıştım. Selim'in ölüsünü, masumiyetini, onunla kurduğu hayalleri bile çok görmüştüm ona. Lanet herifin tekiydim.
Kendimi günden güne öldürmeye yeten bin bir türlü pişmanlıklarla dolu yüreğimin gözlerime yansımasını umarak yüzüne baktım. Onun gözleri de benim üzerimde gezinirken yüzünde ki gülümseme silindi ve dolan gözleriyle bakışlarıma karşılık verdi. Acı çekiyordu. Tarifi olmayan bir acı. Benim sebep olduğum bir acı. Hem de Selim için değil Aras için çektiği bir acı. Bu hali vicdanımda ki yükü daha da arttırıyordu. Kendimden bin kez daha nefret etmeme sebep oluyordu.
Sena nasıl bir kadındı ki ; daha tanıdığı ilk dakikadan ona hakaret eden, ondan hayatını çalan, sevdiği adamı alan ve en önemlisi de aylarca onu aptal yerine koyan bir adam için acı çekebiliyordu. Bu kadar yüce gönüllü olan kaç kadın vardı ki bu hayatta? Böylesine güzel seven, böylesine sadık kaç kadın vardı?
Ama ben onun değerini bilmiş miydim? Elbette hayır. 13 yıl boyunca bile isteye yakmıştım canını. Bende masumdum bu hikayede lakin benim için önemli olan benim ne kadar masum olduğum değil Senamın ne kadar yandığıydı.
Hak etmediğimiz halde ikimizde senelerce yanmıştık. İkimizde hala yanıyorduk. En acısı da gerçekleri öğrenmiş olmamıza rağmen yanmaya devam ediyorduk. Bunca sene yanmamız da benim suçumdu hala yanıyor olmamızda. Tek başına nelerle başa çıkmıştı...
Yaşadıklarından sonra acı çekmem onu üzmüş olsa da beni affetme ihtimali yoktu. Yeryüzünde ki hiç kimse bu kadar büyük bir hatayı affedebilecek kadar yüce gönüllü değildi. Yeryüzünde ki hiç bir aşık bu kadar ağır bir ihaneti görmezden gelecek kadar gurursuz değildi. Evet aşk yüceydi ama gurur daha yüceydi. İçinde kalanları söylemek için buraya geldiğine emindim. Bütün nefretini kusup hayatımdan çekip gidecekti. Duyacaklarıma hazır olmak zorundaydım.
Ben bu düşüncelerin bedenime yaydığı umutsuzlukla kavrulurken Sena'nın iki parmağı beklemediğim bir anda yüzümle buluştu. Yanağımı usulca okşayınca nefesimi tutup gözlerimi yumdum. Bunlar gerçek olamazdı. Gerçek olamayacak kadar mükemmel olan bu durum gerçekleşmiş olamazdı. Beynim olanları idrak edemese de ruhum ediyordu. Ben, Sena'yı it gibi özlemiştim. Onun bana sevgiyle dokunmasını özlemiştim. Onun beni sarmasını özlemiştim. Kısacası ona ait her şeyi özlemiştim.
İçimde küçük bir umut ateşi yanarken ruhumun karanlık köşesinden bir ses konuşmaya başladı. "Ama o seni özlemedi Aras. Bu yaptığını seni özlediği için değil seninle oynamak için yapıyor. Önce gitmeyeceğine, seni sevdiğine, seni özlediğine inandıracak sonrada arkasına bakmadan çekip gidecek. Tıpkı seneler önce senin ona yaptığım gibi. O senin mezarına sarılıp teselli bulurken senin sarılabileceğin bir mezar taşında olmayacak." Acımasız gerçekler yüzüme tokat gibi çarparken aldığım nefes sırtıma batıyordu. Sanki hava değil de zehir soluyordum. Sena bunları planlayarak gelmiş olabilir miydi? Beni bırakıp gidecek olabilir miydi?
Aynı ses bütün acımasızlığıyla "Neden olmasın?" diye cevap verdi. Eğer kafamda kurulanlar gerçekse Sena'dan sonra ben ölürdüm. Ben onun kadar güçlü değildim. Onsuzlukla başa çıkabilecek gücüm yoktu. Onun hasretine dayanabilecek gücüm yoktu. Bunca zaman onun ihaneti ile avunup güçlü kalmıştım. Şimdiyse ortada beni ayakta tutacak bir ihanette kalmamıştı. Onun kokusuna, gülüşüne bu kadar alışmış haldeyken onun özlemini kaldıramazdım. Acıyla inledikten sonra "Zaten hasretinden yanıyorum, bana bu işkenceyi yapma Sena" diyen cümleler istemsizce dudaklarımdan döküldü.
Sena bir cevap vermedi. Beynim haklı çıkmıştı. Benimle oynuyordu. Bu halimi izleyip mutlu oluyor belki diye düşünürken önce dudaklarımda belli belirsiz bir nefes hissettim. Sonra da Sena'nın yumuşacık dudaklarını. Beni mi öpmüştü o? Tenim kulaklarımdan ayak parmaklarıma kadar alev aldı. Kapalı olan gözlerim şaşkınlıkla açılırken dilim tutulmuşçasına kalakaldım.
Utançtan kızarmış halde geri çekilen Sena pembeleşen yanaklarını kaybedecek şekilde gülümseyip "Ayrı ayrı yandığımız yeter dedim ve birlikte yanmaya geldim. Benimle yanmaya var mısın?" deyince hem beni öpmesini hem de duyduklarımı idrak edemedim. Beni öperek anlaşmamızı hatırlatmıştı. Zihnim 13 yıl öncesinde kalan üzeri zerre tozlanmamış anımıza gitti.
3 aydır birlikte olmamıza rağmen en küçük bir tartışmamız dahi olmamıştı. Ancak Sena buna rağmen olurda bir gün kavga edersek diye "Eğer bir gün kavga edip küsersek ilk affeden ya da pişman olan gelip diğerini dudaklarından öpsün. Dudaklarımız nasıl birbirine mühürlenip aşkımızı simgeliyorsa ettiğimiz kavgaya da mühür olsun. Öpüşme sonrasında kavgamızı unutalım. Eğer sorun kapanmayacak kadar büyükse birbirimizi dinleyip anlamaya çalışalım" demişti. Yani buda demek oluyordu ki Sena beni dinlemeye gelmişti. Affetmese bile dinlemeye duydukları onu ikna ederse biz olmaya gelmişti. Sevdiğim, ömrümü adadığım kadın birlikte yanmaya gelmişti.
Yıllardır sevda denizinin sahiline inmeye bile korkarken şimdi karşımda ucu bucağı görünmeden duran denize düşüncesizce atlayacaktım. Bu saatten sonra ya bu sevdada boğulacaktım ya da.. Ya da'sı yoktu. Ölmek vardı ancak Sena'nın aşkına itaat etmeden vazgeçmek yoktu. İçimde senelerdir ilk kez alevlenen mutluluk meşalesi ile birlikte cevap vermek için dudaklarım aralanırken arkadan gelen sesle durdum. Salonumda ki Hale'nin yılışık bir tavırla "Aras kim gelmiş." diye soran sesi kulaklarımıza ulaştı. İçimden koca bir siktir çekerken Sena'nın sevgi dolu gözlerindeki parıltı yerini nefret ve öfkeye bıraktı. Bakışları arkamda ki boşluğa kaydı.
15 DAKİKA ÖNCE
Son günlerin bana öğrettiği bir şey varsa oda bu zamana kadar yandığım dediğim zamanlar da bile gerçek anlamda yanmadığımdır. Asıl yanmak canının yanması değil sevdiğinin canının senin yüzünden yanmasıymış. Asıl acı sevdiğinin kalbindeki sonsuz sevgiyi nefretle yer değiştirmekmiş. Sena'yı attığım cehennem ateşinin ağırlığı altında nefes alamamak, zorunlu alınan her nefesin de ciğerlerine ok gibi saplanıp kalarak ızdırap vermesi demekmiş.
Sena olmadan geçen azap günlerime bir yenisi daha eklenirken kadehime doldurduğum viskiyi alıp Sena'nın fotoğrafının durduğu masaya geçtim. Bir haftadır ona söyleyemediğim her ne varsa hepsini bu çerçeveye bakarak söylemiştim. Oysa ben fotoğraf taşımaktan nefret eden bir adamdım. Vesikalık fotoğrafı bile gerektiği kadar çıkarırdım. Şimdi ise bir fotoğrafın karşısında geçip kendimi anlatmaya çalışıyordum. Soldurduğum gülen yüze bakıp beni affetmesi için dil döküyordum.
Affetmiyordu. Ne fotoğrafı ne kendisi affetmiyordu. Sena ne yüzümü görmek ne de sesimi duymak istemiyordu.. Bu dünyada uğruna her şeyi yapacağım, kendi canımdan bile vazgeçeceğim kadın benden ölesiye nefret ediyordu. Haklıydı. Ona cehennemi yaşatan adama bin beter cehennemi yaşatmakta haklıydı. Parmaklarımı gülen yüzünde gezdirirken gözyaşlarımın yüzümü ıslatmasına izin verdiğim saliselik zamanda yutkunup "Özledim be kızım. İt gibi özledim seni." dedim. Bilmiyordu ama varlığına beni öyle bir alıştırmıştı ki yokluğunda nefes alamıyordum.
Seneler sonra ilk kez kalkanlarımı Sena ile indirmiştim. İlk gözyaşımı Selim'in mezarında Sena'ya gerçekleri anlatırken dökmüştüm. Gözyaşlarım kalbimdeki karanlığı tümüyle yıkamaya yetti mi bilmiyordum ama Selim'in uyanmasına yetmişte artmıştı bile. Sena'yı suçlarken ondan nefret etmek kolaydı. Yaptıklarımı hak ettiğini düşünmek, vicdanımı rahatlatmak kolaydı. Şimdi ise galeriye geldiğinden beri ona yaptıklarım lanet bir karabulut misali çökmüştü üzerime. Nefes alamıyordum. Sena yüzüme bakmadıkça beni affetmedikçe nefes alamıyordum. Beni affetmesi için her şeyi yapmıştım. Affetmemişti. Gerçi ben bile kendimi affedememişken Sena'dan affetmesini istemeye hakkım var mıydı?
Sena yaptığı her şeyde haklı olsa da yüreğimdeki yangına engel olamıyordum. Ona bu kadar yaklaşmışken onsuz kalmayı hazmedemiyordum. İlk gün eve bile almadı. Sağanak yağmurun altında başını pencereden uzatırda o güzel yüzünü belki bir kerecik yüzünü görürüm diye bekledim. Tam altı saat bekledim. Yağmurda ıslanan kıyafetlerimin üzerimde kurumasına sebep olacak kadar bekledim. Ama o çıkmadı. Hasta olurum diye korkan kadın, yağmurun altında kalmamı umursamadı. Yıllarca Selim'in mezarında uyumasına sebep olmuş birine bu kadar acımasız olmakta haklıydı.
Hasta olmamdan korkan Yavuz arabada beklemem için dil döktü. Yeliz, gitmemi ve Sena'ya zaman vermemi istedi. Hiç birini dinlemedim. Tek istediğim Sena'yı bir kerecik görmekti. Yüzünü görmeden nefes alamıyordum. Ciğerlerime çektiğim hava yumru misali tıkanıp kalıyordu. Göğsümdeki iğrenç baskıyla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim bu sonu kendi ellerimle yazdığımdı. Yavuz'u bir kez olsun dinleseydim, Sena'nın ne kadar değiştiğini görmek isteseydim böyle olmayacaktı. Evet Sena yine yıkılacaktı lakin bu kadar ağır değil.
Yağmurun altında kalmama izin vermiş olsada sonraki gün yine kıyamamıştı, eve alıp kapısının önünde ağlamama izin vermişti. Benim aksime ne yaparsam yapayım o benim canımı yakamıyordu. Benden nefret ederken bile bana kıyamıyordu. Onun bu davranışı kendimden daha çok nefret etmeme sebep oluyordu. Ben ona kızgınken acımamıştım. Canının ne kadar yandığını umursamamıştım. Aşağılık herifin tekiydim.
Ama hala yüzünü görmeme izin vermiyordu. Ankara'dan gelirken karar vermiştim. Ona yaşadığım her şeyi anlatacak ve kendimi affettirecektim. Ama hiçbir şey ne düşündüğüm ne de planladığım gibi olmadı. Sena kendisini odasına kilitledi. O kapının diğer tarafında hıçkırıklarla ağlarken ben de diğer ucunda kapının önüne çöküp kaldım. Gözünden akan her damla yaş, dudaklarından kaçan her hıçkırık kalbimin kendi kendini parçalamasına sebep oluyordu. Canım çok yanıyordu. Sena'nın bana ihanet ettiğini düşündüğümde bile bu kadar yanmamıştı. Saatlerce o kapının bir ucunda ben de diğer ucunda yüreğimizde ki yangını söndürmek istercesine ağladık. İşe yaramadı. İkimizde akan her damlada sonsuz cehennemimizde yanmaya devam ettik.
İkinci gün hıçkırıkları dışında hiçbir şey duymadım. Kapısının önüne her geldiğimde elimi kapıya koyup derin bir nefes alıyordum. Sena'nın kokusunu ciğerlerimin en derinine çekiyordum. Biliyordum ki Sena'nın kapısına gelene kadar aldığım nefes nefes değildi. Oksijen yerine zehir soluyordum. Kapısına gelince ise sıkışan ciğerlerim gerçek anlamda nefes alıyordu. Lanet kapı bile Sena'nın kokusunu almama engel değildi. Benim onu sevmeme engel değildi.
Fotoğrafa tekrar bakarken gözümden aşağıya bir damla daha yaş süzüldü. "Mezarda kanayan yarama dayanamayan sen o yarayla saatlerce yağmurun altında kalmama nasıl dayandın? Bu kadar mı nefret ediyorsun benden? Bu kadar mı değersizim senin için? Hiç mi sevmedin Aras'ı?"
"Peki sen onun sevgisini hak ettin mi Aras? Bir gün seni yağmurda ıslattı diye sitem ediyorsun sen onun toprağa giren ruhunu umursadın mı Aras?" diye soran iç sesimle kalbim kasıldı. Elimdeki viski bardağını kaldırıp tek seferde içtikten sonra sertçe masanın üzerine bıraktım. "Umursamadım, acımadım, görmezden geldim. Oldu mu?" diye bağırdım. "İstediğin şeyi duydun mu? Ben onu 13 yıl öldürdüm ama Sena beni bir ömür öldürecek." derken ne sesimin kısılmasına ne de sesimin titremesine engel olamadım. Acınası haldeydim.
En zoru kapısında ağlamama izin verdiği üçüncü gündü. Hem kendimden daha ne kadar nefret edebilirsem o kadar nefret etmek hem de benim yüzümden neler yaşadığını öğrenmek için cebimdeki günlüğü çıkarıp diğer sayfalarına göz atmaya karar verdim. Vermez olsaydım. Ölümüm hayatını sikip atmıştı. Tek ölen ben değildim. Selim ile beraber Sena'da ölmüştü. Mezarda yatan tek ruh Selim'in değildi. Sena'nın ruhu da aynı mezardaydı. Acı çektiği sayfaları okurken dudaklarımdan dökülen hıçkırıklara engel olamadım. Benim ağladığımı duyan Sena, sanki onun canını ben yakmamışım gibi daha çok ağladı.
Hıçkırıklarını işittikçe onun gözyaşlarını silmek için yanıp tutuşsam da kapıyı açmadı. Ona sarılmama, yaralarını sarmama izin vermedi. Ona ulaşamamak, benim yüzümden ağlarken gözyaşlarını silememek kendime olan öfkemin daha da artmasına sebep oluyordu. Krize girercesine çıkan ağlama sesi ile yerimden hızla kalktım. Duvara çarpan bir eşyanın duyuldu önce sonrasında ise "Allah belanı versin Aras." diyen feryadı. Vermeliydi. Onun bu kadar canını yakarken belaların en büyüğünü vermeliydi.
Yeliz yanıma gelip "Aras gitmen lazım." dedi. Dudaklarımı dişlerimin arasında ezerken başımı iki yana salladım. "Gidemem Yeliz. Sena'yı bu halde bırakıp gidemem." Yeliz karşı çıkmak için bir şey söyleyecekti ki araya giren Yavuz "Bırak içindeki zehri döksün Sena, Aras'ta duyması gerekenleri duysun. Yoksa bu acı ikisini de öldürür." deyince dolan gözlerini bana çevirip başını salladı. Minnetle ona olan bakışlarım içeriden gelen yeni bir kırılma sesiyle tekrar kapıya çevrildi.
Sena biraz öncekine nazaran daha kısık bir sesle bıçak yarası bırakan sözlerine devam etti. "Neden?" diye sordu. "Neden yaptın bunu bize? Neden sevdiğim adamı aldın benden?" Aldığı derin nefes kulaklarıma doldu. "Hiç mi acımadın bana? Hiç mi sevmedin beni?" Gözümden aşağıya geçtiği yerleri yakan bir damla yaş süzüldü. "Çok sevdim Sena. Allah şahidimdir kendimden bile çok sevdim ben seni."
Bir kırılma sesi daha geldi içeriden yumruğum istemsizce kapıyı buldu. İçeride neler olduğunu bilemiyor oluşumun verdiği sinirle kendime hakim olamıyordum. Bir kez bensizlikten canına kıymaya kalmıştı. Klinik geçmişi vardı. Olanlar ise bütün travmalarını tetiklemişti. Kendine bir şey yapmasından it gibi korkuyordum. "Yalan söyleme!" diyen haykırışına tuzla buz olan bir eşyanın sesi daha eklendi.
Daha fazla dayanamazdım. Onun iyi olduğunu görmeden daha fazla dayanamazdım. Sağ ayağımı sertçe kapıya geçirip "Sena yalvarırım aç şu kapıyı." diye bağırdım. Ağzından tek kelime dökülmezken büyük bir şangırtı sesi doldu kulaklarıma. Camı kırmıştı. Odada kırılacak bir şey kalmayınca camı kırmıştı. Gözümün önüne gelen görüntüyle nefesim kesildi. Yerdeki cam kırıklarını bileğine götüren Sena'nın görüntüsü zihnimi ele geçirirken kalbim atmayı bıraktı. Boğazımda bir şeyler sıkışıyordu.
Görüntülerden sıyrılma umuduyla başımı iki yana salladım. Zihnim daha kendini tam olarak temizlemeden yumruğumu kapıya indirip öfkeli çıkan sesimle "Sena kırdırma bana kapıyı! Aç hemen şunu!" diye kükredim. Açmalıydı. Bu siktiğimin kapısını açıp bana iyi olduğunu göstermeliydi. Sesim evin odalarında yankılandı ama Sena'nın kulağına da kalbine de ulaşmadı. Biraz önce öfkeyle çıkan sesim kalbimin ağrısıyla kısıldı. "Sena çek vur beni razıyım. Yalvarırım aç şu kapıyı." Kapıya başımı yasladım.
Bu kadarı fazlaydı dayanabileceğimden çok daha fazlaydı. Başım kapıda sarsıla sarsıla ağlarken "Sena ölüyorum. Seni iyi görmediğim her dakika ölüyorum. Affetme beni razıyım ama iyi olduğunu bilmeme izin ver. Sena seni görmeme izin ver." dedim. Kimin yanında olduğum ya da ne halde olduğum gram umurumda değildi. Sena dışında her şeye kapatmıştım kendimi. İtibarım, gururum, hayatım.. Hepsinin canı cehennemeydi. Dünya yansa kılım kıpırdamazdı.
Cam kırıklarına basan ayak seslerini duyunca başımı kapıdan kaldırdım. Bana geliyordu. İyi olduğunu göstermek için kapıyı açmaya geliyordu. Gelmemeliydi. Yerler bu haldeyken gelmemeliydi. Kahretsin ona gelmesini ben söylemiştim. Kendimi toparlayıp hızla "Kal olduğun yerde Güzelim. Beni biraz düşünüyorsan kal olduğun yerde." dedim. Adım sesleri durdu. "Cam kırıkları ayağına batmasın diye seni kucağıma alacak durumda değilim. Yalvarırım kal olduğun yerde batmasın kırıklar ayağına." Gözyaşlarımla ıslanan dudaklarımı ısırmak için duraksadım. "Kalbin zaten benim yüzümden paramparçayken birde ayakların yaralanmasın."
"Git." Nefes almak için durdu. Aldığı nefes onunda ciğerlerine yetmiyordu. "İyi olmamı istiyorsan git Aras. Eğer... Eğer kendime zarar vermemi istemiyorsan git." dediğinde yerin ayaklarımın altıdan kaydığını hissettim. Kendine zarar vermeyi düşünmüştü. Beni yüzümden bir kez daha canına kıymayı düşünmüştü. Ona daha fazla zarar vermeye hakkım yoktu. Kokusunu son kez içime çekip tek kelime etmeden merdivenlerden indim.
Merdiven basamağının sonuna gelince dizlerim bedenimi daha fazla taşımadı. Son basamağa çöküp kaldım. Yanıma gelen Yavuz elini omzuma koyup ben buradayım dercesine sıktı. Sevdiğim kadın gitmişti. Uğruna canımı vereceğim kadın beni terk etmişti. Yavuz çatallaşan sesiyle "Abi yalvarırım bırakma kendini. Sena affedecek seni." dedi. Dudaklarımı dişlerimle ezerken başımı iki yana salladım. Ciğerlerime yeterince oksijen çekmek için gerekenden daha fazla çabalamam gerekti. "Affetmeyecek Yavuz. Sena beni hiçbir zaman affetmeyecek." derken başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinden akan yaşları görmemem için hızla başını çevirdi.
"Affedecek abi yemin ederim affedecek."
Sena'nın yanından çıkan Yeliz yanımıza geldi. Oturduğumuz basamağın bir üstüne oturup elini omzuma koydu. "Aras ona zaman vermelisin. Yarası daha çok taze."
Başımı öne eğip "O nasıl?" diye sordum. Kaşları havalanırken dolan gözleriyle yüzüme baktı. Ağzından tek kelime dökülmemişti lakin ben Sena'yı nasıl cehenneme attığımı anlamıştım. Derin bir nefes alıp verdim. "Peki sana ne söyledi?" Sena'nın ona bir şey söylediğini bilmeme şaşırmıştı. Sena'yı o kadar iyi tanıyordum ki gitmemi sağlamak için Yeliz'e bir şeyler söyleyeceğini biliyordum.
"Aras, beni öldürdü. Yaşarken huzur bulamayan bedenim bıraksın da ölüyken huzura ersin dedi." Sözcükler ağızından dökülürken başı öne eğilmişti. Haklıydım. O gitmişti. Sena beni bırakıp gitmişti. O gün kapısından ayrılmıştım. O gün yaralı yüreğimi yanıma yoldaş yapıp Sena'yı uzaktan izlemek için kendimi geri çekmişti. Sena yoktu. Allah belamı vermişti. Artık da olmayacaktı.
Hem Yeliz hem de Yavuz, Sena'nın zamana ihtiyacı olduğunu, üzerine gitmeye devam edersem onu daha çok kaybedeceğimi ama ona zaman tanırsam bana olan sevgisinin ağır basacağı beni affedeceğini söylese de ben olacak her şeyin farkındaydım. Sena'nın içinde ben bitmiştim. Duydukları sonrasında Selim'de bitmişti. Gözyaşlarının tek sebebi de ruhunda yaşayan Selim'i öldürdüğüm için yasını tutuyor olmasıydı.
Beni istemediği ve dinlemediği için ona kızamıyordum. Yaptıklarımdan sonra affetmemek en doğal hakkıydı. Daha onu gördüğüm ilk dakika o Savcı iti ile aralarında bir münasebet olduğunu söyleyip şuan söylemeye utandığım ithamlarda bulunmuştum. Adliye koridorunda onu rezil etmiştim. İstemeyerek de olsa kolunda bir morluğa sebep olmuştum. Kim benim gibi bir adamı affederdi ki?
O, Selim'e aşıktı, karanlık dünyasında boğulan Aras'a değil. O eli kalem tutan Selim'e aşıktı, eli silah tutan ve elini kana bulamaktan çekinmeyen Aras'a değil. Ben onu kendi isteğimle kaybetmiştim. Bu sonu hak etmiştim. O akşam Yavuzlara bir cevap vermeden oradan ayrıldım. Eve gelip kendimi cehennemime kapattım. Günahkarı olduğum cehennemime....
Bir haftadır aynı olayları tekrar tekrar ve yine tekrar tekrar düşünüp kendime sövmek dışında bir şey gelmiyordu elimden. Bende çareyi beynimi uyuşturmakta buldum. Bunca yıldır yaptığımı yapacaktım. Çünkü, bir şeylerin içinden çıkamıyorsan gerçeklerden kaçmak en mantıklısıydı.
Elimde ki kadehten bir yudum aldım. Viski boğazımdan aşağıya sıcak bir his bırakarak inerken kalbimde yanan cehennem ateşi ile birleşti. Birbirlerini daha da harladılar. Düşünceler, hisler, duygular üzerime çullandıkça beynimin içi patlayacak gibi hissediyordum. Yüreğim bu kadar acıyı kaldıramıyordu.
Ölmek istiyordum. Ölemiyordum. Bu kadar günahın bedeli olarak bu vicdan azabıyla yaşamayı layık görmüştü Yavuz ile Hamdi Baba bana. Kendimden vazgeçmeme Ankara'da Yavuz engel olmuştu. Sonrasında ise İstanbul'a adımımı attığım ilk dakika Hamdi Baba'dan gelen "KENDİNE BİR ŞEY YAPARSAN OLACAKLARI BİLİYORSUN ARAS!" yazılı mesaj. Ben, bu bedende yük olan nefesi alırsam Hamdi Baba'da hiç acımadan canımın, sevdiğim kadının nefesini alacaktı.
Daha önce yaptığımı yapacaktım, Sena için yaşamaya devam edecektim. O sağ olsun, varsa benden sonra kalan hayatını mutlu yaşasın diye karanlığımda boğulmaya devam edecektim. Üzerimdeki üç günlük gömleği, karıştırmaktan dağılan saçlarımı, ölü bedenimi bir şekilde toparlayıp onun için yaşamaya devam edecektim. Sağ elimde tuttuğum Sena'nın tokasını burnuma götürüp derin bir nefes aldım. Yavuz'dan ona ait bir şey getirmesini istemiştim oda bana Sena'nın saçlarının kokusunu getirmişti. Gözlerimi kapatıp gülen yüzünün zihnime dolmasına izin verdim.
Çalan zilin sesiyle zihnimde ki düşünceler uçuşurken bende Yavuz'a kapıyı açmak için ilerledim. Belli ki bugünde 1 haftadır olduğu gibi beni yalnız bırakmamak için yine işleri evden halledecekti. Kapının kolunu bastırıp kapıyı açtıktan sonra gelenin kim olduğuna bakmadan salona doğru ilerledim. Yavuz'un ayakkabı sesleri yerine kulağıma gelen topuklu ayakkabı sesleri ve yoğun parfüm kokusunu hissedince şaşkınlıkla kimin geldiğini görmek için arkamı döndüm.
Hale gelmişti. Kıçının örtmeye bile yetmeyen kırmızı elbisenin eteği, göğüslerinin yarısından fazlasını da açıkta bırakıyordu. Yüzünde neden geldiğini belli eden beni baştan çıkarmayı amaçladığı sırıtması ile dudaklarını büzüp "O geceden sonra aramadın beni, çok üzüldüm." dedi. Sesi beynimi tırmalarken bu hallerine daha önce nasıl katlandığımı düşünmeden edemedim. Bu halleri, tavırları midemi bulandırıyordu. Gerçi Sena'dan sonra hiçbir kadına bakamamıştım. Hepsinin bu yılışık, arsız, sekse aç halleri midemi bulandırıyordu. Ve midemi bulandıran kadınlardan birisi şuan benim evimde benim salonumda duruyordu.
Kaşlarım öfkeyle çatılırken azarlar bir ses tonuyla "Neden geldin?" diye sordum. Başını yana yatırıp gözlerime iştahla bakarken yanıma yaklaştı. Parmakları yüzümden başlayarak göğsüme doğru yol alırken kulağıma eğilip ateşli çıkarmaya çalıştığı sesiyle "Neden geldiğim belli değil mi?" dedikten sonra ılık nefesini kulağıma doğru bırakırken "Seni istiyorum." dedi.
Önceden olsa böyle bir fırsatı asla geri tepmeyecekken şuan Sena'dan başkasının hayalini bile kuramıyordum. Göğsümden aşağıya doğru yol alan elini hızla kavrarken katılaşan yüzüm ile yüzüne baktım. Kavradığım eli hiddetle savurur şekilde bırakırken ondan uzaklaşmak için bir kaç adım geriye attım. Kararımın netliğini belli etmek istercesine bütün kelimelerin üzerine tek tek bastırarak "Ben seni istemiyorum." dedim. Bu hareketime fazlasıyla bozulsa da yüzünde ki değişim saniyeler içinde kayboldu ve bakışları yine davetkar bir hal aldı. "Ben istemeni sağlarım." Eliyle 5 işareti yaparken "Seni kıvama getirmem için 5 dakika ver bana." dedikten sonra dişlerini alt dudağına geçirdi.
Elimle kapıyı gösterip keskin çıkan sesimle "Evimden hemen defol." dedim. Dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. Yanıma doğru bir adım atacakken durması için elimi kaldırdım. Dilini dudaklarında gezdirip şımarık bir edayla çıkarmaya çalıştığı sesiyle "Çok yorgunsun izin ver yorgunluğunu alayım." dedi.
Ben ne diyordum, bu sürtük ne anlıyordu. "Hale siktir git evimden". Sesim yükselirken sabrımda taşma noktasındaydı. Sülük gibi yapışmıştı resmen, senelerdir ara sıra seks hayatımızın olması ona evime gelip bu şekilde davranma hakkı vermiyordu. Gitmek için yerinden kıpırdamadığını görünce kaşlarım daha da çatıldı. "Sana söylüyorum, siktir git evimden" diye bağırdım.
"Aras, sen beni hiç geri çevirmezsin." derken bakışları üzerimde gezindi. Beni yatakta parçalamak istercesine gezintiye çıkardığı bakışlarından fazlasıyla rahatsız olmuştum. Hale arsızca "Belli ki bir derdin var. İzin ver derdini unutmana yardım edeyim." dedi. Derin bir nefes alıp hırsla bıraktım. Bir kadına zarar vermek bana tersti ama Hale şansını çok zorlamaya başlamıştı.
Ona cevap vermek için dudaklarım aralandığı esnada çalan zilin sesi salonda yankılanınca Hale biraz önce söylediklerimi duymamış gibi rahat bir tavırla koltuğa oturdu. Gözlerime bütün küstahlığı ile bakarken "Yavuz'a merhaba der kalkarım. Hem belki seni rahatlatma isteğim konusunda bana yardımcı olur" deyince hem kan beynime sıçradı. Yüzsüzlüğün ve arsızlığın bu kadarı da fazlaydı. Resmen kendini zorla becertmek için elinden geleni yapıyordu.
İşaret parmağımı yüzüne doğru sallayıp sert çıkan sesimle "Ben kapıyı açmaya gidiyorum. Döndüğümde seni burada görürsem olacaklardan ben sorumlu değilim. Beni buna mecbur bırakma. Siktir git evimden." dedim. Yüzü renkten renge girerken gözleri de korkuyla açıldı. Yerinden telaşla kalkıp "Tamam sen ne diyorsan o. Yavuz'a merhaba der giderim." deyince cevap vermeden tekmelenmeye başlayan kapıma doğru yürüdüm.
Beni kötü kalpli olmakla suçluyorlardı. Lakin insanlar iyi davranmaktan, tatlı dilden anlamıyordu. Herkese karşı sert , acımasız ve anlayışsız olmak bu hayatın kuralıydı. Yavuz ile Hale bunun en büyük kanıtı olmuştu bugün.
ŞİMDİ
Ne zaman doldurduğunu bilmediğim şampanya kadehi ile gelen Hale boşta olan elini sırtıma yerleştirdi. Küçümseyen ses tonuyla "Aa! Avukat Hanım gelmiş." dedi. Olduğum yerde donup kaldım. Hale'yi bir virüs gibi vücudumdan söküp atmak istiyordum ama bedenim buna izin vermiyordu. Sena'nın bakışları ile olduğum yere mıh gibi çakılıp kalmak dışında bir şey yapamıyordum. Göz bebekleri sırayla üzerimizde gezinirken ikimize de öldürmek istercesine bakıyordu.
Bir kaç saniye içinde Sena'nın yüzü toparlandı. Omuzları dikleşirken bakışlarında da avına odaklanmış aslanın acımasızlığını gördüm. Histerik bir kahkaha attıktan sonra aşağılar bir tavırla Hale'ye baktı. Üstün bir sesle "Evet Avukat Hanım geldi Halecik. Ama bu Avukat Hanım senin burada ne işin olduğunu anlayamadı" dedi. Bakışların üzerine gelen bu tonlama... Bu tonlamayı biliyordum. Sena'nın içinde ki uyuyan yırtıcı hayvanın uyandığını belli eden tonlamaydı.
Hale kendini beğenmiş bir ifadeyle kasılırken "Aras ile özel işlerimiz var Avukat Hanım. Giderseniz bizde halledeceğiz." dedikten sonra Sena'ya doğru hafifçe eğilip "Anlarsınız ya." dedi. Hale eski pozisyonuna gelirken Sena'nın yüzünde senelerdir görmediğim karanlık ifade belirdi. Buda demek oluyordu ki Hale için sonun başlangıcına gelmiştik.
Yüzüne yayılan sinsi gülümseme ile Hale'nin elinde tuttuğu kadehe uzandı. Kadehi ellerinden yavaşça çekerken Hale'de onun niyetini anlamaya çalışıyordu. Dudağı küstahça yukarı kıvrıldı. "Anladım tabi, anlamaz mıyım?" derken aynı alaylı ifade bakışlarına da eşlik ediyordu.
"O zaman bize müsa..." diyen Hale daha cümlesini bitiremeden Sena elinde ki kadehte bulunan şampanyayı Hale'nin yüzüne çarptı. Hale daha ne olduğunu anlamadan Sena'nın elleri Hale'nin saçlarını kavradı. Bütün gücüyle çektiği saçlar yoluyla Hale'yi kapının dışına çıkardı. "Anlaşılan davette seni parçalamamakla hata etmişim. O gece olanlar sana yetmemiş fazlasını almak için buraya gelmişsin!" diye bağırırken saçından sürüklediği kadını bahçe kapısına doğru götürüyordu.
Hale acıyla çığlıklar atıp "Aras kurtar." diye bağırsa da bir şey yapmadan kapının önünde beklemeye devam ettim. Sena'yı azıcık tanıyorsam Hale'yi onun elinden aldığım için düşünmeden vururdu beni. Kıskanç hali bir kasırgaydı ve bu kasırga önüne gelen her şeyi hiç düşünmeden yakıp yıkıyordu.
Kapının pervazına yaslanıp ellerimi göğsümde birleştirerek Sena'nın yapacağı yıkımı izlemeye başladım. Hale saçlarını kurtarmak için debelense de Sena öyle sıkı kavramıştı ki kurtulabilmesi mümkün değildi. Bahçenin ortasına gelen Sena bütün gücüyle "Kadir!!!" diye bağırdı. Sesi sokakta yankı halinde dağılırken Kadir hızla içeriye girdi. Sena, saçları ellerinde dolalı olan Hale'yi yere doğru fırlattı. Hale şiddetli bir şekilde yere çarparken acıdan ahlayan sesi de etrafı inletti.
Sena onun bu halini hiç umursamayarak Hale'ye doğru eğildi. Eliyle Hale'nin çenesini sımsıkı kavrarken sıktığı dişlerinin arasında "Bana bak sürtük! Bir daha seni Aras'ın evini bırak semtinde görürsem yaşatmam, anlamıyor musun beni?" dedi. Ben Hale'den tamam cevabını beklerken sıkılan çenesinin izin verdiği ölçüde küstahça gülümseyip "Anlamıyorum." deyince doğru duyup duymadığımı anlamaya çalıştım. Sena'nın kasılan bedeni ve Hale'nin yüzünde yayılan arsız gülümsemesi doğru duyduğumun kanıtıydı.
Dudaklarımdan belli belirsiz bir siktir çıkarken göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözüp Sena'ya doğru yürüdüm. Ben yine Sena'yı biraz tanıyorsam aldığı cevap benim evimde kopacak küçük kıyametin habercisiydi. Sena eğildiği yerden yavaşça doğruldu. Başını öfkeyle sallarken sinirden gülen sesiyle "Anlamadın öyle mi? Anlamdın?" dedi. Ben yanına hızla yaklaşırken yerde ki Hale ellerini iki tarafına yayılır biçimde açtı. Ve Sena'yı çıldırtacak olan "Aynen öyle." cevabını verdi.
Sena'ya verdiği cevapları fark edince aslında Hale'nin bana karşı saplantısı olan bir manyak olduğunu fark ettim. Ben onu kovduğum halde yüzsüzce evimde kalmaya ve bana yanaşmaya devam etmesi, Sena'nın sorularına küstahça cevaplar vermesi bunun en büyük kanıtıydı.
Son zamanlarda sürekli yaptığım gibi yine geçmişte yaptıklarıma küfür ederken Sena'nın yanına geldim. Temkinli bir şekilde yapacağı hamleyi beklerken oda yerinde bir kaç adım yürüyerek Kadir'in yanına yaklaştı. Sesine yayılan eğreti gülümseme ile "Duydun mu Kadir?" deyip duraksadı. İğrenmekten buruşan yüzüyle yerde ki Hale'ye bakıp başını hafifçe sağa yatırdı. Küskün bir çocuk edasıyla dudaklarını düzüp kaşlarını çattı. "Halecik beni anlamamış." dedi.
Daha Kadir bir cevap veremeden Kadir'in belindeki silahı kaptığı gibi Hale'ye doğrultup "Ben sana anlatmasını bilirim." deyince sıkıntıyla burnumdan derin bir nefes verip gözlerimi kapatıp açtım. İç sesim "Sena öldürmeyi bayıltmak sanıyor galiba. Git gide sana benzedi Aras." diye konuşurken silah ile Hale'nin arasında ki boşluğa yürüdüm.
Yaptığım hareketi görünce katlanan öfkesi yüzünden çenesi kasıldı. Gözleri gözlerime kitlenirken öfkesi de bana yönelmişti. Gözlerine kararlılıkla bakıp "O anlamadı ama ben anladım Avukat. Ne Hale ne de başka bir kadın yok." derken kaşlarım yukarı kalktı, başımda söylediklerimi onaylar biçimde hafifçe eğildi.
Söylediklerimi duymazdan gelmeyi tercih etmiş olacak ki doğrulttuğu silahı indirmedi. "Koynuna girmek istediği adam benim Avukat. Ben istemedikçe ne o ne de başka bir kadın evime de koynuma da girmez." deyince dudakları alaylı bir gülümseme ile kıvrıldı. "Öyle bir şey olursa bu silahı onlara değil sana doğrulturum Aras. Ve emin ol sıkmak için bu kadar da beklemem" dedikten sonra silahı indirip Kadir'e doğru uzattı. Yerde ki Hale'ye bakmadan "Alın bu böceği layık olduğu çöplüğe bırakın." dedi.
Bana tekrar bakmaya tenezzül etmeyerek hızla arkasını dönüp öfke dolu gözlerle eve doğru yürüdü. Bu halinden çekinsem de bir taraftan da hoşuma gidiyordu. İçimde ki ses "Aslanın eşi de aslan olur Aras" deyince "Ve ne yazık ki her aslanın korktuğu da eşi de olur." diye mırıldandım.
Hale'yi götürmek için bekleyen Kadir mırıldanmamı duyunca "Bir şey mi emrettin abi?" diye sorunca öldürücü bakışlarım ona döndü. "Emrettim Kadir."
Önümde pençe divan dururken "Buyur abi." dedi.
"Kafana sıkmanı emrettim Kadir." deyince gözleri korkuyla açıldı. "Belindeki silaha bile sahip çıkmayı beceremeyen adamın kafasına sıkması en doğrusudur Kadir." dedim.
Kendini açıklamak istercesine "Abi" diye söze başlayınca lafını kesmek için elimi hiddetle kaldırdım. "Kes Kadir. Aynı şey bir kez daha yaşanırsa o silahtan çıkan kurşun" dedikten sonra elimi başına doğru götürdüm. İki parmağımı şakağına bastırıp "Sana saplanır Kadir." dedim.
Korkudan titreyen sesiyle "Tamam abi." diyen Kadir'i arkamda bırakıp yanımdan fırtına giden Sena'nın ardından bende eve doğru yürüdüm. Evden içeriye girip kapıyı kapattıktan sonra adımlarımı salona yönelttim. Siyah ve gri rengin hakim olduğu salonum ilk kez bu gün bu kadar boğucu bu kadar kasvetli gelirken salonun orta yerinde bu durumlara sebep olan kadına baktım. Gözleri, suratıma bütün nefretini, öfkesini ve kinini kusmaya yetmiş, ağzından çıkacak sözlere gerek bile kalmamıştı.
Göz bebekleri öfkeden büyürken sıktığı dişlerinin arasından "O sürtüğün burada ne işi var Aras?" diye sordu.
Benden hesap mı soruyordu o? Beni affetmez dediğim kadın benden hesap soruyordu. Bu hali hoşuma gitse de belli etmemeye çalışarak ellerimi cebime sokup yavaş adımlarla tam karşısına doğru yürüdüm. "Beni özlemiş ve gelmiş. Evim de aradığını bulamayınca da gidiyordu." dedim. Kaşları havaya kalkarken başını da hiddetle aşağı yukarı salladı.
Sinirden sağa sola doğru küçük adımlarla volta atarken "Çok güzel ya, çok güzel" diye bağırdı. Olduğu yerde durup iğrendiğini belli eder şekilde küçülen gözleri ve kırışan burnu ile bana baktı. Duyduğu öfke sebebiyle sesi yükselmeye devam ederken "Ben senin burada acı çektiğini düşünürken." ellerini iki yana açıp "Beyimiz eve attığı kadınlarla düşüp kalkma derdine girmiş. Çok güzel!!!" dedi.
Ben ona kendimi açıklamıştım ve o benim Hale ile yatacağımı mı düşünüyordu? Bir haftadır onun aşkından deliye dönmüşken nasıl böyle bir şey düşünebilirdi? Ne kadar bitik halde olduğumu görmüyor muydu? "Sena göründüğü gibi değil" diyerek kendimi açıklamaya çalışsam da cümlemi yarıda kesip hesap soran tonlaması ile "Ne göründüğü gibi değil Aras? Evin leş gibi o sürtüğün parfümü kokuyor. " dedi. Yüzü sinirden kasılırken "Evi geçtim üzerin kokuyor be. Hiçbir şey yapmadıysan bu koku nasıl üzerine sindi Aras. Bir de utanmadan gelmiş göründüğü gibi değil mi diyorsun?" duraksadı.
Sağ elini çenesine götürüp gezdirirken "Haklısın göründüğü gibi değil çünkü her şey düşündüğüm gibi. Sen içinde ki yangını bahane edip başka yangınlarını söndürmeye." derken yüzü daha da iğrendiğini belli eder bir şekilde buruştu ve cümlesini yarıda kesti. Kafasında kurduğu iğrenç düşüncelere inanmıştı. Beni duymuyordu, beni görmüyordu. Güvensizliğinin üzerine binen kıskançlık gözünü kör etmişti.
"Kokusunun üzerime sineceği bir şey yapmadım." dedim. Başını iki yana inanmadığını belli eder şekilde sallarken hayal kırıklığı dolu gözlerinden yaşlar süzüldü. "Yalan söylüyorsun." dedi.
Onu ikna etmek isteyen bakışlarımı yüzüne sabitlerken "Söylemiyorum. Hale'yi yatağa atsaydım, attım derdim. Senden çekinmemi gerektiren bir durum yok" dedikten sonra durup derin bir nefes verdim. Sesimi yumuşak çıkarmaya çalışarak "Hayatıma tekrar girdiğin andan itibaren hiçbir kadının teni tenime değmedi. Tenimi bırak eli elime değmedi." dedim.
Acıdan oluşan alaylı tebessüm ile yüzüme baktı. "Belli oluyor Aras. Gerçekten kimseye elin değmemiş ama nasıl oluyorsa onların kokusu senin gömleğine işlemiş" deyince o kadar mesafeden o kokuyu nasıl aldığını düşündüm. Cevabı basitti; öperken. Aras olarak ilk kez ayağıma kadar gelen bir kadını geri çevirmiştim ve yine ilk kez onunla bir şey yaşamadığıma kimseyi inandıramıyordum.
Ellerini öfkeyle saçlarına geçirip "Yavuz ile konuştuktan sonra aptal gibi senin üzgün olduğunu düşündüm" deyince söylediklerini anlayamadım. Yavuz, Sena'ya mı gitmişti yani? Olanları anlatmış ve onu benimle konuşmaya ikna etmişti öyle mi? "Hay sikeyim böyle işi" diye mırıldandım. Sena ikna olup gelmişti ancak gördükleri fikrini değiştirmekle kalmamış bana yansıtamadığı öfkesini harlamıştı.
Elini saçlarından çekerken "Acını... Acımızı dindirmek için koşarak sana geldim." diye bağırdı. Ağzından çıkan her kelimede öfkesi azalmak yerine daha da artıyordu. "Ama görüyorum ki sen senelerdir olduğu gibi şimdi de acını dindirmenin yolunu bulmuşsun." Tiksintiyle bakıp "Bu zamana kadar çektiğin gerçek bir acı varsa tabi." dedi. Ağzından çıkan son cümleyi fark edince dudaklarını hızla birbirine bastırdı. Gözlerinde pişmanlık dolu bakışlar belirdi.
Bu kadarı fazlaydı. Söylediği her şeye eyvallahım vardı ama çektiğim acıya değil. Söylediği her şeyi yutardım ancak acımla ilgili söylediklerini değil. Ben onu kendimden vazgeçecek kadar sevmiştim. Ölümden bile onun yaşaması için vazgeçmiştim. Onun ihaneti ile aşkı arasında senelerce yanıp kavrulmuşken bu söyledikleri haksızlıktı. Yüzümün sinirden kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. En küçük bir his dahi barındırmıyordu şuan. Öfke ile harmanlanan sesim ile "Neler yaşadığımı bilmiyorsun Avukat, o yüzden sakın çektiğim acıya dilini uzatma. Haddin olmayan şeyler hakkında yorum yapma cüretini kendinde bulma." dedim.
"En az senin kadar canım yandı. En az senin kadar ölmek istedim." Çenemi dişlerimin gıcırdamasına sebep olacak sertlikte sıktım. "Senelerce şu siktiğim şehrine öfkem düştü de bir senin sevdan düşmedi gönlümden. Kendimi bile öldürdüm. Gücüm bir tek seni söküp atmaya yetmedi." Başımı hırsla iki yana salladım. "Sen benim acımı küçümseyemezsin. Eve gelen bir kadını bahane edip acımı görmezden gelemesin." Hale'nin adı sinirlenmesine yetmişti.
Gözlerinde ki pişmanlık yerini öfkeye bırakırken yanında ki konsolun üzerinde duran vazoyu yere fırlattı. Yerde parçalara bölünen vazoya eşlik eden sesiyle "Anlat diye geldim. Bu lanet eve seni bir kadınla yakalamak için değil, neler olduğunu dinlemek için geldim." diye bağırdı.
Sözleri dinlemek için geldiğini söylese de bakışları ve hareketleri beni dinlemeye hazır olmadığını gösteriyordu. Ona ne söylersem söyleyeyim bana inanmayacaktı. İkizimizde bu kadar sinirliyken dudaklarımızdan dökülecek olan sözcükler bizi birleştirmek yerine aramıza daha büyük uçurumlar açacaktı. Birbirimize yar değil yara olacaktık.
Başımı iki yana sallarken " Konuşmak için hiç doğru bir zaman değil. Ne söylersem söyleyeyim bana inanmayacaksın." dedim. Vereceği cevabı beklemeden koltuğun üzerinde duran ceketime uzanıp aldım. Daha fazla burada kalırsam kırılıp dökülenlerin sadece eşyalar olmayacağını adım kadar iyi bildiğim için evden çıkmak üzere kapıya doğru yürüdüm.
Salondan çıkmamı sağlayacak basamaklara adımımı attığım esnada ayağımın dibinde büyük bir gürültüyle paramparça olan bibloyla olduğum yerde kaldım. "Kal olduğun yerde." diye bağırdı. Gitmeme izin vermeyecekti. İçinde kalanları kusmadan gitmeme izin vermeyecekti. Yarda olsak yarada olsak her şeyin bu gün noktalanmasını istiyordu. Böyle davranması hem beni hem kendini üzmekten başka bir şeye yaramıyordu. Ama Sena bunu dahi anlamamakta ısrar ediyordu. Benim onu aldatmadığımı anlamamakta ısrar ettiği gibi.
"Her seferinde korkak gibi arkanı dönüp kaçmaya çalışma Aras Yiğitsoy. Yaptığın eylemlerin, söylediğin sözlerin sorumluluğunu almayı öğren artık" diye ciğerleri yırtılırcasına bağırdıktan sonra ayağımın dibine eline geçen ikinci bibloyu fırlattı.
"Sen korkak adamın önde gidenisin. Aşkına sahip çıkamayacak kadar korkak bir adamsın. Gelip hesap sormak yerine kendini öldü gösterecek kadar korkak bir adamsın." dedi. Ona dönmeden sıktığım dişlerimin arasından uyarıcı çıkan ses tonumla "Avukat kendine gel." dedim.
Korkaktım. Sena'nın aslında beni hiç sevmediğini ondan duymayı istemeyecek kadar korkaktım. Canımı bile isteye yaktığını duymak istemeyecek kadar korkaktım. Senelerce onu herkesten korurken bir erkekle görürümde canını yakarım diye özel hayatına bakmayacak kadar korkaktım. Sena'ya göre bunlar korkaklıksa ben en büyük korkaktım.
"Gelmiyorum. Gelmeyeceğim. Sen bana bunca yılın hesabını vermeden ben kendime falan gelmeyeceğim Aras Yiğitsoy." dedi.
İçimde ki öfke artmaya başlasa da kendime hakim olmaya çalışıyordum. Ellerim yumruk şeklini almaya başlarken güçlükle düz tutmayı başardım. Tek kaşım havada bir şekilde ona dönerken çenem de sinirden istemsizce titriyordu. Eğer bunca zaman güvenini kıracak hareketler yapmamış olsaydım bu ithamlarından sonra çeker giderdim lakin şimdi yaptıklarında da söylediklerinde de haklıydı. Aras'ın iğrenç hayatını gördükten sonra bu sorgulamaları normaldi. Tabi acıma dil uzatmak dışında.
Bütün öfkesiyle gözlerime bakarken işaret parmağını yüzüme sallayıp "Bu sefer böylece çekip gidemezsin Aras Yiğitsoy." Ayakkabısıyla biraz önce kırılan vazo parçalarına basarak yanıma doğru gelirken "Bu sefer birbirimizi kanatmayı geç öldürsek de istediğim cevapları vermeden buradan böylece çekip gidemezsin." dedi. Benden bir cevap gelmeyince gözüme diktiği meydan okuyan gözleriyle aramızda savaş ilan ederken "Anladın mı beni?" diye sordu. Söylediği her kelimeyi ayrı yarı vurguladı.
Bana savaş açmıştı öyle mi? Öyleyse savaşırdık. Kanamamızı istiyordu öyle mi? Öyleyse kanardık. Bu saatten sonra olanların ya da olacakların bir önemi yoktu. Çektiğim acıya inanmamış onu küçük görmüştü ya bu saatten sonra söyleyeceği hiçbir kelime canımı yakamazdı. Madem hakkımdaki gerçekleri duymak istiyordu canının ne kadar yanacağını da göze almak zorundaydı. Peki onun canı yanarken durabilecek miydim? Rahatlamam lazımdı. Beynimin uyuşması lazımdı.
Başımı onaylar anlamda sallarken elimde ki ceketi koltuğun üzerine fırlattım. İçkilerin olduğu dolaba doğru yürüyüp dolabın içinden bir şişe bira çıkardım. Masanın üzerinde duran kadehe doldurup bir yudum aldıktan sonra meydan okuyan sesimle "Bunu sen istedin Avukat, sor ne istiyorsan." dedim.
Elimde ki bardağı havaya kaldırıp bardaktan ayırdığım işaret parmağımla Sena'yı işaret ettim. Kendimden emin bir şekilde gözlerinin içine baktım. "Sen inanmıyorsun ama ben yine de açıklayayım ; o kadınla aramda hiçbir şey olmadı. Sen gelmeden önce siktir olup gitmesini söyledim ve eğer biraz daha geç gelseydin kolundan tutup dışarı attığımı kendi gözlerinle görürdün." dedim. Bana inanmadığını belli eden bakışları üzerimde gezinince ruhumun derinliklerin de bir şeyle incindi. Hislerimi yok sayarak odanın köşesindeki güvenlik kamerasını işaret ettim.
Bakışları işaret ettiğim yere döndü. "Hem ses kaydı hem de görüntü kaydı alıyor. Eğer bana hala inanmıyorsan Yavuz'u ara, sana son bir saatlik görüntü kaydını atsın. O kadını yatağa mı atıyordum yoksa evden mi atıyordum kendi gözlerinle gör." dedim.
Bakışlarına ne karar vereceğinin bilinmezliği yansırken dudaklarını da birbirine bastırdı. Sağ bacağıyla olduğu yerde ritim tutup derin nefesler alıp verdi. Birkaç saniye sonra bakışları tekrar beni buldu. "Yavuz'u aramama gerek yok. Sana inanıyorum." dedikten sonra bakışları karardı. Sıkmaktan kırılacağını düşündüğüm dişlerinin arasından "O kadınla yatmadın, yatmak gibi de bir niyetin yoktu" dedi.
Bu konuyla ilgili yapacağım bir yoruma hatta ve hatta sesimi duymaya hazır olmadığını bildiğim için başımla söylediklerini onaylamakla yetindim.
Yüzüme hırsla bakıp karşımdaki koltuğa oturdu. Ellerini saçlarının arasına öfkeyle daldırırken sinirini onlardan çıkarmak istercesine çekiştirdi. Ama bu hareketinin pek bir etkisi olmadı. Başını ellerinin arasına aldıktan sonra dirseklerini ritim tuttuğu bacaklarının üzerine dayadı. Öfkesi ile acısı karışmıştı. Gözyaşları damlalar halinde parkeye düşse de ona sarılmak için bir hamlede bulunmadım.
Çektiğim acıya inanmayan kadının yaralarını saramazdım. Onu it gibi sevsem de gururum her şeyden önde gelirdi. Çünkü ben buydum. Ben Aras Yiğitsoy'dum. Sena, seneler önce sevdiği adam olduğumu öğrense de bu benim değişeceğim, Aras olmaktan vazgeçeceğim anlamına gelmiyordu. Selim Egeliyi seneler önce kendi karanlığıma gömmüştüm, bu saatten sonra da Sena'ya olan sevgim dışında Selim ile bir alakam olmasına izin vermeyecektim. Zaten bu kadar karanlığa batmışken istesemde Selim olamazdım. Ben nasıl güzel sevildiğini bile unutmuşken gururum yok saymayı nasıl becerecektim ki?
Elimde ki kadehte kalan birayı tek yudumda içtikten sonra kadehi masanın üzerine bıraktım. Sessizce Sena'nın karşısındaki koltuğa oturdum. Kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Başımı koltuğa doğru yaslarken gözlerimi de sımsıkı kapattım. Öldürdüğüm Selim'in ölümünü kabullensem de bunca yıldır yaşadığımız her şeyi bir kabus olmasını ne kadar çok isterdim. Döktüğüm kanların, kaybettiğim aşkımın, masumiyetimin, hayatımın hepsinin ama hepsinin bir kabus olmasını....
Buz gibi çıkan sesi ile "Niye bana yalan söyledin?" diye sorgulayan Sena'nın sesi kulaklarıma doldu. İstifimi bozmadan " Sorularının cevabını Yavuz'dan aldığını sanıyordum Avukat." dedikten sonra duraksadım. Burnumdan sesli bir nefes verip "Ayrıca da çektiğim acıya inanmayan bir kadın için yapacağım açıklamanın ne önemi var? diye sordum.
Sustu. Bir cevap vermedi. Aramızda derin bir sessizlik oluştu. İkimizinde yüreğinin sesini duymasını sağlayan derin bir sessizlik. Ruhumun karanlık köşesine gömdüğüm Selim'in "Aras" diye seslenen sesi beynimde yankılandı. "Acımızı küçümsediği için ona kızıyorsun. Peki senelerce bizde aynısını ona yapmadık mı? Selim'e olan aşkını, onun ölümüne olan acısını küçümsemedik mi?" deyince yutkunamadım.
Ruhumda varlığını unuttuğum aydınlık bunca zaman ilk kez konuşmuştu. Söylediklerinde de haklıydı. Bende onun hislerini küçümseyip görmezden gelmiştim. Sırf bu yüzden Selim'e olan aşkına da acısına da inanmamıştım. Ona böyle davranmaya hakkım yoktu.
Bağladığım kollarımı çözüp başımı dayadığım yerden kaldırdım. Hissettiklerimi söylemek için "Sena" dediğim esnada aynı anda oda "Aras." dedi. Bu halimiz ikimizin yüzünde de tebessüme sebep olurken elimi sen konuş der gibi öne doğru açıp "Önce sen konuş." dedim.
Gözlerime bakarken dudaklarını sıkıca bastırdı. Derin ve sesli bir nefes verdi. "Çektiğin acıya inanıyorum. Sadece...." deyip duraksadı. Sadece kıskanmıştı ve bir zamanlar bana olduğu gibi öfke onun gözünü de kör etmişti. Benim onu itham ettiğim şeylerle oda beni itham etmişti. Derin bir nefes daha verdi. Sakin tutmaya çalıştığı sesiyle "Senden duymak istiyorum Aras. Neden bana yalan söyledin?" derken bana olan kırgınlığını bütün hücrelerimde hissettim.
Bacaklarımı iki yana açarken hafifçe öne eğildim. "Söylemek zorundaydım. İlk olarak bana ihanet eden bir kadının yaşadığımı bilmeye hakkı yoktu." derken itiraz etmek için dudakları aralansa da susması için elimi kaldırdım. Gözlerini kapatıp burnundan derin bir nefes verdi. Nasıl çektiğim acıyı küçümsemesi beni öfkelendiriyorsa ihanet ettiğini söylemem de onu öfkelendiriyordu. Ancak o zamanın gerçeği buydu. Ben senelerce onu ihanet etti olarak bilmiştim.
Gözlerini açıp dinlemeye hazır olduğunu belirtir şekilde gözlerime bakınca " İkinci olarak baban yaşadığımı bilseydi hayatta kalmama izin vermezdi." deyince gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ciğerlerimi derin bir havayla doldurup hızla verdim. " Üçüncü ve son olarak da ; eğer bir Yiğitsoy olmasaydım bu alemde sözümü kimseye dinletemezdim. Sokakları baban olacak itin ve onun çevresinin pisliklerinden koruyamazdım. Gençlerin zehirlenmesini engelleyemezdim."
Şaşkın ifadesi ile yüzüme bakarken " Hepsini anladım lakin babamın seni neden yaşatmayacağını anlamadım. Babam seni tanımıyor bile Aras. Neden seni öldürmesinden bu kadar çekindin anlamadım?" dedi. Babası ile aramdaki bağı kavramaya çalışsa da bunların şimdi sırası değildi. Babası ile ilgili bilmediği şeyleri de öğrenirse kaldıramazdı. O şerefsizin varlığını ret de etse, ondan nefret de etse Kahraman Eroğlu babasıydı. Ve duyacakları da Sena'nın daha kendini toparlama fırsatı bulamamış yüreğini daha da yaralamaktan başka bir işe yaramazdı.
Yüzümde oluşma ihtimali olan acıyı saklamaya çalışarak " Bu şimdinin konusu değil Avukat. Bunun cevabını almak için önce diğer soruların cevabını almalısın." dedim.
Dişlerini alt dudağına geçirip öfkeyle bastırırken kaşları havalandı. Başını sola doğru "Öyle olsun" der gibi salladıktan sonra "Tamam buda sonranın konusu olsun. Nasıl olsa vakit bol, bunu konuşma zamanı da gelir." dedi.
"Dediğin gibi Avukat vakit bol. Bunların zamanı da gelir."
Gözlerini sıkıca kapattı. Sanki söyleyeceği şeyler kalbine de diline de yüktü. "Beni bu kadar severken nasıl başka kadınlarla olabildin? Nasıl kaldırdı miden? " Gözünden aşağıya süzülen yaşı elinin tersiyle hızlıca sildi. Kalbim lanet bir mengene tarafından sıkılırken soluğum ciğerlerimde asılı kaldı. Gözünden akacak bir damla yaşa cana verirdim.
Başımı utançla öne eğdim. Kendime en çok lanet ettiğim şeylerden birisi de buydu. Sena'nın yaptıklarını ona yaptığımı düşünmek... Ondan ona yakışır şekilde intikam almak. Çünkü benim tanıdığım, aşık olduğum Sena bir gün içerisinde üç farklı adamla dahi birlikte olabilen bir kadındı. Defalarca kez ona aşık olduğum için kendime kızdığım, başka adamlarla görünce gözyaşı döktüğüm kadındı.
Bende öfkemi bastırmak için ona dönüşmeye başlamıştım. Onun bana ettiği ihaneti ona etmeye karar vermiştim. Aslında ne benimki ne de Sena'nınki ihanet sayılmazdı. Sena, benimle olacağını bilmeden öyle bir hayatı yaşamıştı bense onu hayatıma bir daha alacağımı düşünmeden... Ama şüphe bu ya, lanet bir zehirli. Bir kez insanın yüreğine düşünce kükürt ocağı misali yakıp tutuştururdu. Benim yüreğimin kükürtü de bitmek tükenmek bilmeyen öfkemle babasının attığı fotoğraflar olmuştu.
"Eğer bir gün hayatıma tekrar gireceğini bilseydim bir kadına bile bakmazdım." Kalbimden dökülen itirafı engellemeye uğraşmadım. Bilmesi lazımdı. Bana ne kadar ihanet ederse etsin, ne kadar canımı yakarsa yaksın tekrar hayatıma gireceğini bilseydim başka kadının adını dahi anmayacağımı bilmesi lazımdı.
Derin soluğumu koyuverdim. "Ama sen benim için ölüydün Avukat.Gözümde en aşağılık varlıktan daha aşağılıktın. Ben içeride acı çekerken, hayatım, hayallerim elimden alınmışken sen başka adamlarlaydın." Başımı yerden kaldırıp karanlık bakışlarımla gözlerinin en derinine baktım. "Ya seni öldürecektim ya da içimdeki masum sevgini."
Gözlerinden ne düşündüğünü okuyamıyordum. Karadeniz'in puslu dağları misali içindekileri saklıyordu. Başını önüne çevirirken aşağı yukarı salladı. Sağ elini sol avucunun içine bırakıp derin oyuklar oluşturmaya başladı. Bir süre sessizce onu izledim. Çekip gitmek isterse onu durdurmaya hakkımın olmadığını bilirken alacağı karara müdahale etmeden canım yana yana sessizce bekledim.
"Başkasıyla olma fikrin canımı yaksada sana kızamıyorum biliyor musun?" deyince bakışlarım onu buldu. Yüzünü bana çeviren Sena "Eğer benim tanıdığım adam Selim değilde Aras olsaydı ve senin başına gelen aynı olaylar benim başıma gelseydi senin yaptıklarını yapardım." duraksadı. Hoşnutsuz gülümsemesine eşlik eden sert nefesini verdi. "Ben, masum Selim'e dönüşürken acımasız Sena'ya dönüşmüşsün."
Dudaklarım tek çizgi halini alırken başımı aşağı yukarı salladım. Haklıydı. Birimiz bütün masumiyetini kaybetmiş diğeri ise yeni doğmuş bir bebek kadar masumiyet kazanmıştı.
Kuruyan dudaklarını ıslattı. "Peki bu eve ya da odana gelen kadın oldu mu?" Olmamıştı. İşlerimi gelende otel odasında halleder işim bitince de çıkar giderdim. Kadınlarla olma sebebim bile cinsel ihtiyaçlarım değildi, ben içimdeki öfkeyi durdurma derdindeydim.
Başımı iki yana salladım. "Olmadı." Dudakları aranırken ne söyleyeceğini anlamıştım. "Hale'nin ne işi var o zaman diyeceksin."deyince hırsla başını salladı. "Partide olanların intikamını almak istedi. Senin bana bir şeyler hissettiğinin ya da ilgin olduğunun farkındaydı. Eğer buraya gelirse senin bunu bir şekilde duyacağını da biliyordu. Seni aradan çıkarmak içinde eve geldi."
Yüzümde acı bir gülümseme belirdi. "Ben dışında herkes senin, Selim'e de Aras'a da olan ilginin farkındaydı. Seni iki dakika gören kadın bile bunun farkındaydı. Bir tek ben göremedim." Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Burnumdan derin bir nefes aldım. "Özür dilerim. Hayatıma girdiğin günden beri yaşattığım her şey için özür dilerim."
Gözlerinden bir damla yaş daha aşağıya doğru yol aldı. "Dileme. Bizden alınan hayatlar için benden özür dileme. Seni benden aldılar ama seni de senden aldılar. Bu yüzden benden özür dileme." Haklıydı. Haklıydık. Dudaklarımdan dökülecek tek kelimeye bile gücüm yoktu. Başımı salladım. Aldığı nefes ciğerlerine yetmiyormuş gibi bir nefes alan Sena "Lakin bir şey daha var.."
Bakışları kararırken işaret parmağını yüzüme salladı. Tehditkâr çıkan sesiyle "Geçmişe yapılacak bir şey yoktu ama bu saatten sonra gözün başkasına kayarsa o gözünü oyarım." dedi.
Sena yanımda olduktan sonra bakma kadın kimin umurundaydı? Başkasına bakmayı bırak adını dahi ağzıma almazdım. Ama Sena'ya bunları söylemedim. Başımı sallanmakla yetindim. Ne olduğumuz belli değilken ona aşkımı ilan edemezdim. "Asıl konumuza geri dönelim." diye Sena ciddileşti.
Kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı." Peki buna bari cevap ver o zaman. Gerçekleri nereden ya da kimden öğrendin?" Mavi gözlerinde merak belirirken Savcı konusunu söyleyip söylememeyi düşündüm. Dostum dediği adamın aslında senelerdir ona aşık olduğunu, onu kendisinden çaldığımı düşündüğü için benimle uğraştığını bilmesi gereken zaman mıydı? Cevabı basitti. Hayır. Ama kimden öğrendiğimi öğrenmeye hakkı vardı.
Savcı itini düşününce içimde kabaran öfke duygusuyla yerimden kalkıp fotoğraf çerçevesinin yanında duran günlüğe doğru ilerledim. Bir haftadır bütün sayfalarını defalarca okumuş ve çektiği acıları yazdığı cümlelerin yüreğime saplanıp kalmasına izin vermiştim. Her okuyuşumda ilk seferde saplanan cümleler daha da derine batarken kalbim de kan ağlamaktan yorgun düşmüştü.
Gözümden akan damlalarla yıkadığım bazı sözcükleri silikleşen günlüğü elime alarak Sena'ya doğru yürüdüm. Sessizliğim ve karşısından kalkıp gitmemin sebebini cevap vermeyeceğim olarak düşünen Sena sinirlenmişti. Ne yaptığımı zerre merak etmeyerek başını yere eğmişti. Elimde sıkıca kavradığım günlükle önünde durdum. Elimde ki defteri görüş alanına doğru uzattım. Sena'nın eğik başı hızla kalkarken elimdeki günlüğe uzanıp şaşkınlıkla "Günlüğüm." dedi. Başını günlükten kaldırıp bana kalkarken sorgulayan bakışları beni buldu. "Ama bunun sende ne işi var?"
Ellerim cebimde bahçeyi gören pencereye doğru yavaş adımlarla yürürken "Savcı" deyip duraksadım. Pencerenin tam önüne gelip dışarıyı seyrederken "Senin yanından ayrıldığımız gece beni Ankara'da bir depoya çağırdı. Senin yaşadıklarını kendisi bana anlatmak yerine senin anlatmanı sağladı." dedim. İçimde ki yangının alevini dışarı bırakırcasına derin bir nefes verdim. "Yani senin anlayacağın Avukat ben, beni her hangi bir uzvumdan vurmasını beklerken o kalbimden vurdu."
Arkamdan Sena'nın ayağa kalktığını belli eden kıpırtılar gelirken "Ama bu nasıl olur? Bu defter seneler önce kaybolmuştu. Her yerde aradım ama bulamadım." dedi.
Omuzlarımı yukarı doğru çekip "Savcı almış işte Avukat. Defterin kaybolmamış, o çalmış." dedim. Öfkeyle "Allah'ın belası herif" dedi. Öfkesini fark etsem de tepkisiz bir şekilde dışarıyı izlemeye devam ettim. Çünkü benim Savcıyla meselem başkaydı. Sevdiğim kadına aşık olmanın hesabını verecekti. Benim yaşadığımı bildiği halde Sena'ya gerçekleri anlatmayıp yanmasına izin vermenin hesabını verecekti.
Kararan gözlerimi bahçede ki ağaca sabitlemiş Savcı'ya yapacaklarımı düşünürken "O kadınla ilişkin ne Aras? Nasıl evine böyle rahatça girip çıkabiliyor?" diyen Sena'nın sesini duyunca şaşırmadan edemedim. Ben geçmişin hesabını sormasını beklerken o bu günün hesabını soruyordu. Bu da demek oluyordu ki bu gün onun hakkında bir kez daha yanılmıştım. Sena'nın beni sevmesi için elimin kalem ya da silah tutmasının, adımın Selim ya da Aras olmasının bir önemi yoktu. O beni, ben olduğum için seviyordu.
Karnımda uzun zamandır ilk kez uçuşan kelebekleri baskılamaya çalıştım. Sorusu nedeniyle sesimi şaşkınlıktan arındırıp sorgular bir tını katarken "Bu seni neden alakadar ediyor Avukat?" diye sordum.
Sesinde meydan okuma, alay, şımarıklık, üstünlük ve daha sayamayacağım bir çok his bulunurken "Geçti o Avukat sen bana hesap soramazsın işleri Aras Yiğitsoy. Sana istediğim hesabı sorarım. Ve sende sorduğum her hesabın cevabını vereceksin." dedi.
Hala cebimde olan ellerim ile ondan tarafa döndüm. Aramızda bir kaç adımlık mesafe bırakacak şekilde yaklaşmış olan Sena'ya baktım. Göz bebekleri kıskançlığın verdiği etkiyle koyulaşmıştı. Şuan geçmişimden çok o kadının kim olduğunu merak ediyordu. Hem davette bana olan yakınlığı hem de evime gelmesi meraktan öldürüyordu Sena'yı. Hale'nin benim için ne önem taşıdığını bilmek istiyordu. Bu hali hoşuma giderken nedensizce onu biraz kıvrandırmak istedim. Şimdi böyle bir şeyin hiç sırası olmadığını bilsem de onun Savcı iti ile yemeğe çıktığı akşam neler hissettiğimi, o davette nasıl kıskaçlıktan geberdiğimi anlamasını istedim.
Sorgular bakışlarım üzerinde gezinirken onun haftalar önce bu odada sorduğu soruyu bende ona sordum. Beni kıskandığını, beni sahiplendiğini onun ağzından duymak istiyordum. Bunun için damarına basmam gerekiyorsa basardım. Canımı vermem gerekiyorsa da verirdim. "Hangi sıfatla? Kimsin sen Avukat? Bana karışma hakkını sana kim veriyor."
Bir anda afalladı. Böyle bir cevabı beklemediği belliydi. "Ben.. Ben Avukatınım Aras." deyince aldığım cevabın hoşnutsuzluğu ile dudaklarım yukarı kıvrıldı. Başımı iki yana sallayıp "Bu sana hesap sorma hakkı vermez Avukat. Senin de Savcı itiyle yemeğe çıktığın gece söylediğin gibi patron çalışan ilişkisi hayata müdahale hakkı vermez." dedim.
Yüz kasları sinirden seğirirken "Doğru söylüyorsun. Ama atladığın bir şey var. Eskiden sadece avukatındım şimdi..." derken durdu. Söyleyeceği kelimeler sinirle dudaklarından dökülmeye hazır olsa da gururu izin vermiyordu. İki kaşım havaya kalkarken çarpık bir gülümseme ile "Şimdi ne Avukat?" dedim.
Hırsla hızlı, sert ve sesli bir nefes verip "Sana bu odada daha önce de söyledim Aras Yiğitsoy, Sena benim adım Sena. Avukat değil. SENAAAA!" diye uzatarak bağırdı. Onun bu halleri hoşuma gidiyordu. Hırçınlaşınca daha da güzelleşiyordu. "Biliyorum Avukat." dedikten sonra yüzümde git gide artarak yayılan gülümsemem ile gözlerinin derinliklerine bakıp "Şimdi ne?" diye sorumu yeniledim.
Kollarını göğsünün üzerinde bağlarken kısılan gözleriyle birlikte bana baktı. "Şimdi ya da sonra neyin olacağıma vereceğin cevaplar karar verecek." duraksadı. Oyun oynarmışçasına eğlenen yüzü ile beni süzdükten sonra "Kiminle olacağıma duyacaklarım karar verecek Aras. Senin mi yoksa başkasının mı ola.." derken aramızdaki iki adımlık mesafeyi hızla kapattım. Belinden sıkıca kavrayarak kendime doğru çekerken boşta kalan elimle de önüne gelen saçları kulağının arkasına kıstırdım.
Özlem ve arzuyla gözlerinin içine bakarken "Benden sonrası yok Avukat. Benden başkası da yok. Sana daha önce de söylediğim gibi benimsen her şeyinle benimsindir." dedikten sonra dudaklarım dudaklarına doğru uzandı. Dudakları ile aramda milimlik mesafe bırakırken fısıltı gibi çıkan sesimle "Ve sen Sena Eroğlu her şeyinle bana aitsin. Sadece bana." dedim.
Dudaklarından çıkan sıcak soluğu soluğuma karışırken yumuşayan bakışlarıyla "Sadece sana" dedi. Bir hamle beklercesine gözlerimin içine davetkar bir şekilde bakarken dudaklarımı dudaklarına götürdüm.
🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥
Senelerdir bu anı bekleyen dudaklarımız birleşirken yüzümü ellerinin arasına aldı. Bu hamlesiyle öpüşmemiz de derinleşmeye başladı. Sena'nın dudaklarından belli belirsiz bir inilti çıkınca daha fazla dayanamayarak ellerimi kalçasına doğru götürüp sıkıca kavradım.
Kalçalarından yukarı doğru kaldırarak kucağıma aldım. Sena bacaklarını sıkıca belime kitlerken derinleşen öpüşmelerimizin izin verdiği ölçüde odaya çıkmak için merdivenlere yöneldim. Nasıl çıktığımı bilmediğim merdivenler sonrasında yatak odasına girip kucağımdaki Sena'yı nazikçe yatağın üzerine bıraktım.
Gözlerine ona susamış şekilde bakarken onun gözlerinde arzudan alev alev yanıyordu. Ayağa kalkıp gömleğimin düğmelerini çözerken kulağıma doğru eğilip "Bu anın hayalini ne kadar kurduğumu bilemezsin" dedi. Sıcacık nefesi arzu dolu sesiyle boynuma çarpınca nefes almayı unuttum. Onlarca kadınla birlikte olmuştum ancak ilk kez böyle şeyler hissediyordum. İnsanın sevdiği kadının tenine değince verdiği hazzı ilk kez tadıyordum.
Gömleği çözme işlemi biten Sena'nın sıcacık elleri göğsümden kasıklarıma doğru yol alıp kemerimin tam üzerinde durdu. Patlamaya hazır bir volkan gibi gözlerime bakan gözlerine davetkar bir şekilde aralanan dudağı eklenirken kemerin tokasını açmak için usulca çekiştirdi. Kemerin tokasını açar açmaz eli pantolonumun düğmesine gitti. Gözlerimi gözlerinden çekmeden bütün bunları yaparken eli boxerımdan içeriye süzüldü. Yavaşça aletimi kavradı.
Zevkten gözlerim kapanırken ağzımdan da güçlü bir inleme çıktı. Artık daha fazla dayanamayacaktım. Bütün vücuduma bu işkenceyi yaparken onun sıcak tenini hissetmeden daha fazla duramayacaktım.
GÖSTERİP ELLETMEYEN YAZAR YAPMIŞLAR 😂😂 ARTIK DEVAMI DA HAFTAYA😁😁😁
BÖLÜM HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZİ DUYMAK İÇİN SABIRSIZLANIYORUM🌸🌸
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |