39. Bölüm

AYNI ACI

Gizem Gültekin
gizeemikoo

YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYIN. ♥️🦋AYRICA PAPATYA ÇAYLAR HAZIR MI?🤭🫣

 

1 AY SONRA

 

SENA

 

Güven neydi? Nasıl bir şeydi? Mesela insan kime gözü kapalı güvenirdi bu hayatta? Kimin elini korkmadan tutar, sırtını kime yaslardı? Sevmek güvenmek için yeterli miydi? Aşkından ölen herkes sevdiğine gözü kapalı güvenebilir miydi? Sorun bende miydi yoksa yeryüzünde birbirine aşık ve sonsuz güvenen diğer insanlarda mı? Ben neden sevdiğim adama güvenemiyordum? Neden o beni aldatmaz diyememiştim mesela? Neden işlerin bu noktaya gelmesine sebep olmuştum? Neden? Neden? Neden?

 

Tam 1 aydır bu sorunun cevabını arıyordum. Tam 1 aydır Aras'a neden güvenmediğimi orada olmama ihtimalini düşünmediğimi sorguluyordum. Her sorgulamamda beynim bir mayın tarlasına dönüşüyor nereye basarsam basayım sonu hüsran oluyordu. Bir insan sevdiğine neden güvenemezdi ki?

 

Oysa ben Aras'ın bana karşı en ufak bir yanlışını bile görmemiştim. Onu tanıdığım andan itibaren yanında kadın olmamıştı. Buket sürtüğü ile çıkmayı planladığı yemeğe sırf ben ve Fırat yemeğe çıktım diye gitmemişti. Benim yanıma gelip ona ait olduğumu hissettirmişti.

 

Düşüncelere boğulmaktan bazen nefes alamıyordum. Dört duvar üzerime üzerime geliyor aldığım hava ciğerlilerime yetmiyordu. Düşünmeden hareket etmiş ve bedelini en ağır şekilde ödemeye mahkum edilmiştim. 13 yıl boyunca sesine, kokusuna, gülüşüne aşık olduğum adamın hasretiyle yanıp kül olmuşken kendi ellerimle kendimi o cehenneme tekrar itmiştim. Mutluluğa tam kavuştum derken yine hiçliğe düşmüştüm.

 

Evlendiğimiz günün üzerinden koskoca bir ay geçmişti. Ama geçen bir ay da karnımda ki meleğimin büyümesi dışında hayatımızda herhangi bir değişiklik olmamıştı. Hala bu evde mahkumdum. Hala Aras yüzüme bakmıyordu ve hala bebeğimi aldırmaya kalktığım için kendimden nefret ediyordum. Her gece lanet olası sedyeye yatıyor ve bebeğimin benden alınmasına izin veriyordum. Ve yine her gece lanet olası kabus yüzünden yataktan sıçrayarak kalkıyordum.

 

Sonrasında da dizlerimi karnıma çekip içim de oluşan ürperti ve pişmanlık karışımı hisle boş duvara bakıp saatlerce ağlıyordum. Bu durum artık rutinim haline gelmişti. Aynı kabusu gör, aynı acıları yaşa farklı gözyaşlarını dök.... Günahım büyüktü, geri dönüşü yoktu. Zamanı geriye almanın imkanı yoktu. En önemlisi de ona en çok ihtiyacım olan dönemde Aras yoktu.

 

28 gün 13 saattir yüzünü toplam 2 saat ya görmüştüm ya görmemiştim. Doğru düzgün eve uğramıyordu. Hatta uyumak için bile eve uğramıyordu. Gerçi uyuduğundan bile şüpheliydim. Gözlerinin altı koyu halkalarla kaplıydı. Ona bakan ne kadar yorgun olduğunu saniyesinde anlayabilirdi. Sağlam durmaya çalışıyordu ama o kadar yıpranmıştı ki istese de yapamıyordu.

 

Eve geldiği süre zarflarında kana bulanmış üst baş, birilerine vurmaktan zedelenmiş parmak boğumları ve mosmor halka çizmiş göz altları neler yaşadığının ya da düşmanlarına neler yaşattığının kanıtı niteliğindeydi. Büyük bir savaşta olmalıydılar. Uykusuz kalmalarına sebep olacak kadar büyük bir savaş. Gecelerini gündüzlerine kattıracak onları eve dahi uğratmayacak kadar büyük bir savaş.

 

En acı durumlardan biride buydu. Aras'ın derdi vardı ve ben onu dahi soramıyordum. Eve gelince hızla duş aldıktan sonra üzerini değiştirip hemen çıkıyordu. Bende bazen bilerek dışarıda dolanıp o çıkacağı sırada eve yönelerek kapıda karşılaşmış gibi yapıyordum. Ağzından bir kelime dökülür, neler olduğunu söyler diye umutlansam da her seferinde hayal kırıklığına uğruyordum. Tek kelime etmeden çekip gidiyordu.

 

Konuşmasa da artık beni gördüğü zamanlarda yüzüme nefretle bakmıyordu. Yorgun bakışları bakışlarımla buluştuğunda, o maviliklerin ardında belli belirsiz korku ve içimin kor gibi yanmasına sebep olan özlemi görebiliyordum. Sanki bana sarılmak istiyormuş da bir şeyleri halletmeden bunu yapmamaya yemin etmiş gibi hissettirtiyordu. İşte tam o anda ona sarılıp neyi olduğunu sormak istesem de o gece söyledikleri aklıma geliyordu. "Aşığın" kelimesi zihnimde yankılanıyordu. Aldığım karardan hızla vazgeçiyordum.

 

Gözlerinde gördüğüm korku ise kanımı donduruyordu. Ben, Aras'ın korktuğunu asla görmemiştim ya da korktuysa bile bunu bana asla hissettirmemişti. Ama şimdi istemeden iliklerime kadar hissetmeme sebep oluyordu. Göz bebekleri, karnımda oyalanırken yüreğinden geçen korkuyu damarlarımda hissedebiliyordum.

 

Bu his benden uzak kalmasından daha çok yakıyordu canımı. Belki bebeğini ondan kaçıracağımı hissetmişti o yüzden öyle bakıyordu belki de ölmekten korkuyordu. Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordum.

 

1 hafta önce Yavuzla salonda olan konuşmalarını hatırladım. Daha doğrusu bir an bile zihnimden çıkmayan tartışmanın tekrar kalbimi avuçlarına alıp acımasızca sıkmasına izin verdim.

 

1 Hafta Önce

 

Evin kapısı duvarları sallayacak kadar şiddetli bir şekilde kapanınca pencere dibinde oturduğum koltukta korkuyla sıçradım. Elimi kalbimin üzerine koyup derin nefesler alıp verdim. Eve gelen Aras olmalı diye düşünsem de onun kapıyı bu kadar sert çarpmayacağına emindim. Son zamanlarda geceleri geldiğinde eve usulca giriyor ve aynı sessizlikte geri çıkıyordu. Bu gelen ya Aras değildi ya da bir sorun olmalıydı.

 

Elimdeki kitabı koltuğun üzerine bırakıp üzerimdeki battaniyeyi kenara ittikten sonra yağa kalktım. Parmak uçlarımda odadan çıkarak yavaşça merdivenlerin ucunda durdum. Herhangi bir ses yoktu. Kimin geldiğini anlamak için birkaç basamak aşağıya doğru geldim.

 

Yavuz elindeki gri takım ceketini koltuğun üzerine fırlattıktan sonra stresli bir şekilde elini ensesine götürüp ovuşturmaya başladı. Salonun ortasında bir o tarafa bir bu tarafa volta atarken sakinleşmek istiyor da sakinleşemiyor gibiydi. Yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Omuzları yay gibi gerilmiş, düzensiz nefes alışları arada öfkeli homurtulara dönüşüyordu. Onu ilk kez bu halde görüyordum.

 

Elinde iki kadehle Aras kadraja girdi. Yavuz'un aksine o fazlasıyla rahattı. Gevşek omuzları ve sakin yüz hatları olayı daha da garipleştiriyordu. Normal şartlarda tam tersi olmalıydı. Bu hikayenin sinirli ve huysuz karakteri Aras iken bir terslik vardı. Acaba Yeliz ile Yavuz arasında mı bir sorun olmuştu?

 

Aras elindeki kadehi Yavuz'a uzattığında, Yavuz'un ters bakışları dışında bir hamle yapmadı. Aklıma gelen ihtimal anında çürüdü. Yavuz, Aras'a sinirliydi. Gözlerim şaşkınlıkla kısıldı. Sinirliydi ama hala eksik parçalar vardı. Yavuz kadehi almamış bir de üzerine Aras'a ters ters mi bakmıştı? Aras'a benim dışımda her konuda itaat eden, onun her fikrine saygı duyan Yavuz, Aras'a karşı mı çıkmıştı? Burnuma pis kokular geliyordu.

 

Volta atmayı kesen Yavuz, Aras'ın tam karşısında durup ona nefretle baktı. Çenesi kasılırken alının ortasında bir damar belirdi. Sesi olması gerekenden çok daha yüksek çıkarken "Derdin ne senin?" diye sordu. Aras'ın normalde bu tavrından dolayı Yavuz'u çoktan dövmeye başlaması gerekiyordu ama o yapmadı. Aksine koltuğa daha da yaslanıp elindeki kadehten bir yudum aldı.

 

Onun umursamaz tavrına daha da sinirlenen Yavuz hiddetle "Derdin ne lan senin?" diye bağırdı. Aras'a lan mı demişti o? Aras ise hala sessiz bir şekilde oturmaya devam mı ediyordu? Bence kıyamet kopacaktı ve benim haberim yoktu. Bakışlarından öfke, nefret, acı ve daha anlamlandıramadığım bir sürü his geçen Yavuz "Bu iki oldu Aras. Bu yaptığın iki oldu." derken sesi titremeye başladı. "Beni, bizi sensiz bırakmaya ikinci kez RAZI OLDUNNN!!"

 

Duyduklarımla önce afalladım. Sonra nefesim kesildi. Kalbime saplanan hançer bir el tarafından acımasızca çevrilirken ayaklarım da beni taşımayı reddediyordu. Aras ikinci kez ölümle karşı karşıya gelmişti ve ölmeye razı mı olmuştu? İlk kez değil ikinci kez olmuştu bu olay. Beni ikinci kez onsuz bırakmaya bile isteye razı mı olmuştu. Kanımın bedenimden çekildiğini hissettim. Kulaklarımda ki uğultu yükselirken düşmemek için tırabzanlara daha sıkı tutundum.

 

Koltukta rahat bir şekilde olan Aras, Yavuz'un ses tonuna karşı koyamamış olacak ki öne doğru eğilip elindeki kadehi orta sehpaya bıraktı. Başını kaldırıp Yavuz'a bakarak "Ne yapmamı bekliyorsun Yavuz? O anda başka ne yapmamı bekliyorsun? Adam silahın soğuk namlusunu enseme dayamışken nasıl bir tepki vermemi bekliyorsun?" deyip derin bir nefes almak için duraksadı. Sesi biraz öncekinden daha sert çıkarken "Adama beni öldürme diye yalvarmamı mı bekliyorsun?" diye sordu.

 

Yavuz gözlerini kapatıp çenesini olanca gücüyle sıktı. Gözünden aşağıya bir damla yaş süzüldü. Elinin tersiyle yaşı silip gözlerini açtı. Meydan okuyan gözlerini Aras'a dikip "Bile isteye ölüme teslim olmamanı istiyorum. Siktiğimin yerinde bensiz ölüme dahi gitmemeni istiyorum. Ben olmadan o aptal baskınları yapma istiyorum Aras!" derken duraksadı. Kahverengi gözlerindeki halkalar daha da belirgin hale gelirken havayı kesebilecek kadar sert bir sesle "Yoksa ölüme gitmek ve gittiği yerde ölmek nasıl olurmuş görürsün?" dedi.

 

Aras yerinden hiddetle kalkıp "Yavuz!!" diye kükrese de hali Yavuz'un umurunda olmadı. Koltuğun üzerinde duran ceketini alıp tek kelime daha etmeden kapıyı çarparak çıkıp gitti. Aras ise kalktığı koltuğa geri oturup arkasına yaslandı. Kafasını koltuk başlığına birkaç kez vurdu. Sonrasında ise evi inleten sesiyle off diye bağırıp masanın üzerinde duran kadehi duvara çarptı.

 

İkisine de birbirinin ölümünü duymak ağır geliyordu. İkisine de birbirinin ölüme yaklaşması ağır geliyordu. Bana ise ikisini kaybetme korkusu her şeyden daha ağırdı. Eğer 40 canım olsaydı 20 tanesini Aras'a kalan 20 tanesini de Yavuz'a verirdim. Sevdiklerimin acısını yaşamamak için kendi canımdan dahi vazgeçerdim.

 

GÜNÜMÜZ

 

O gece Aras'a koşup sıkıca sarıldıktan sonra neler olduğunu sormak yaralarını sarmak istesem de yapamadım. Aras ters bir şey söyler diye korktuğum için değil; duyacağım şeylere hazır olmadığım için yapamadım. Aras'ın ölüme gittiğini duymak zaten ağır gelmişti bir de neden gözünü kırpmadan ölüme gittiğini duymaya takatim yoktu. Neler olduğunu öğrenmek için yanıp tutuşsam da bu konuyu Yeliz'e dahi anlatacak cesareti bulamamıştım kendimde.

 

O geceden sonra Aras'ın her bakışında içimdeki huzursuzluk günden güne büyümeye başlamıştı. Başlayan savaşın bebeğimizle alakasının olması ihtimalini düşünmek bile nefesimin kesilmesine sebep oluyordu. Aras'ın düşmanları çoktan hamile olduğumu duymuş olmalıydılar. Ben hem Aras'ın sevgilisi -ayrılmış olsakta onlar beni takip ederken sevgilisiydim- hem de Avukatıydım. Peşimde düşmanların takılı olmaması ihtimali ne yazık ki yoktu. Salak bense bu ihtimali göz ardı ederek Çağlar'ın kliniğine gitmiştim. Tamam, Çağlar dostumuzdu ama sekreteri için aynı şeyi söyleyemezdik.

 

Derinden sıkıntılı bir iç çektim. Böyle giderse delirecektim. Hem gördüğüm kabuslardan hem bebeğim ile ilgili korkularımdan hem de Aras'ın yokluğundan bir gün delirecektim. Bu zamana kadar olmamıştı lakin bir gün olacaktı. Hissediyordum. Yaşanılan bunca stres bedenime de ruhuma da ağır gelmeye başlamıştı. Ve tatlılara sığınıp sakinleşmek için onlardan medet ummak dışında elimden bir şey gelmiyordu..

 

 

Tabi bu teorilerim dışında bir ihtimal daha vardı. Daha az huzursuz olmama sebep olan bir ihtimal. Aras'ın beni görmek istememesi. Evet o gece bir tartışmaya şahit olmuştum ama atladığım bir detay vardı. Aras mafya babasıydı ve hayatı ölme öldürme üzerine kuruluydu. Birilerine olan öfkesinden dolayı bilinçsizce hareket etmiş ve pusuya düşmüş olabilirdi. Yaşananların bebeğimizle alakası olmayabilirdi.

 

Ona tokat attığım günden beri eve uğramadığını düşünürsek bu da olması muhtemel bir ihtimaldi. Sonuçta Aras gururu için yaşayan bir adamdı ve ben Yavuz'un yanında onun gururunu paramparça etmiştim. Tokadı sindiremediği için eve uğramıyor ve beni kavga etmeye bile layık görmüyor olabilirdi. O gece oda benim gururumu hiçe saymıştı ancak Aras asla karşı tarafın ne hale düştüğünü düşünmezdi. Kendinden başkasının incinen duygularına önem vermezdi.

 

Eğer tahminlerim doğruysa gözlerinde gördüğünü sandığım bakışlar da tamamen beynimin kurmacasıydı. Beni özlemiyor, sarılıp aramızdaki soğukluğu bitirmek istemiyordu. Ayrıca da benim ya da bebeğimiz için korkmuyordu. Düşününce gözlerinde korkunun olmaması, olmasından daha iyiydi. Bebeğimde bende güvendeyiz, sorun yok demekti.

 

Beni önemsememesi ise zaten başıma geleceğini tahmin ettiğim bir olaydı. Sürekli bir çatışmadan çıkıp diğerine giriyor oluşu da yatağında bir kadın olmadığını gösteriyordu. Ayrıca görünmez olduğum halde aldatılmadığımı bildiğim için neredeyse sevinç naraları atacak kadar da bozuk bir psikolojiye sahiptim artık. Ne acınası bir durum...

 

Neyse ki olanlara iyi tarafından bakarsak ; en azından artık canımı yakacak kelimeler söylemiyordu. Bebeğim ve ben gün içerisinde evin etrafında dolaşıp yağan karın tadını çıkarıyor, kütüphaneden aldığımız kitapları okuyor ve Yeliz'in getirdiği puzzle ya da legoları yapıyorduk. Aras'ın yokluğunda Yeliz rahat rahat eve girip çıkabiliyordu. Aras tarafından yasağının kalktığına dair resmi bir açıklama olmasa da Yavuz'un onayını almıştık. Daha doğrusu onu da suç ortağımız yapmıştık.

 

Uzun süredir ayakta beni izleyen Yeliz'in rahatsız edici bir nefes koyuverdiğini duyunca daldığım alemlerden çıktım. Yatağım da öylece oturmuş dağınık topuz yaptığım saçlarım ve kalpli pijamalarımla kavanoza kaşığımı daldırıyordum ve bundan dolayı Yeliz'in iğneleyici bakışlarına maruz kalıyordum. Bu hiç adil değildi. Ne yaşadıklarım benim suçumdu ne de yediğim çikolatalar. Tamam, yaşadıklarımda suçum olabilirdi ama çikolata da kesinlikle yoktu.

 

Gözümün önüne yine sedyeye yattığım an geldi. Görüntüyü hızla silip akmaya her daim hazır olan yaşlarıma izin vermeyerek karşımda duran Yeliz'e baktım. Kollarını göğsünde bağlamış, bir ayağı ile ritim tutarken çattığı kaşlarıyla bana bakıyordu. O kadar sert bakıyordu ki kahverengi gözlerinde kopan kıyameti görmemek mümkün değildi. Ağzıma kaşığı götürürken bakışları daha da kısıldı. Elimde tutuğum kaşığı havada sallayıp dolu ağzımla "Şöyle bakmayı keser misin? Endişeleneceğin bir şey yok, ben gayet iyiyim." dedim.

 

Elimden çikolata kavanozunu hışımla çekerken "Şimdilik" diyen Yeliz kızgın bir sesle "Sena yeter ama içinden bebek yerine çikolata şelalesi çıkacak diye korkuyorum artık. Yediğin 13 çikolata yetmezmiş gibi gelmiş birde kavanozun dibini görmeye çalışıyorsun." dedi. Haklıydı. Günlük neredeyse yarım kavanoz çikolata, 8 dilim baklava, 12-13 tane paket çikolata ve 2 kase de elime geçen herhangi bir tatlıdan yiyordum. Ayrıca 1 ayda 6 kilo almıştım bile. Böyle giderse doğuma kadar file dönecektim. Ama ne yapayım benim de stresimle başa çıkmamın tek yolu buydu.

 

 

Kucağım bomboş kalırken elimdeki kaşıkta kalan çikolataları yalayıp umursamaz halde omuz silktim. Tavrımı görünce sinirle homurdandı. Taktik değiştirmem gerekiyordu. Böyle yaparak kavanoza kavuşamazdım. Gözlerime masum kedi bakışımı takınıp büzdüğüm dudaklarla "Ne yapayım Yeliz?" diye sordum. Elimle karnımı işaret ederek "Bu küçük canavar benden sürekli tatlı yememi istiyor ve bende onu düşünen annesi olarak kararlarına saygı duyuyorum." dedim.

 

Çatılan kaşları gevşeyip yüzüne keyifli bir ifade yerleşirken başını iki yana salladı. "Sizinle başa çıkılmaz. Birdiniz iki oldunuz başıma" deyip kavanozu bana doğru uzattı. Avını yakalamış aslan edasıyla kavanozu kapıp kaşığı hızla kavanoza daldırdım. Bu arada da Yeliz'e sırıtmayı da ihmal etmedim. Yüzündeki tebessüm bir anlığına silinirken ciddi ifadesini takıntı. "Ama beni kandırmaya çalıştığının da farkında değilim sanma Sena Yiğitsoy. Aras eve uğramıyor diye böylesin değil mi? Senden iyice uzaklaştığını düşünüyorsun."

 

Yiğitsoy, deyince kalbim sızladı. Ben Yiğitsoy olmuştum. Sevdiğim adamın soyadını almıştım ama onun gönlünde yerimi alamamıştım. Çaresizliğimi görmezden gelerek başımı sıkıntıyla salladım. Düşen yüzüm ve ağlamaya meyilli gözlerimle ona baktım. "Önceden eve geliyordu. Kavga da etsek yüzünü görüyordum, sesini duyuyordum Yeliz. Ama şimdi öyle değil."

 

Başımı iki yana salladım. "Şimdi onu doğru düzgün görmüyorum. 1 aydır adamlara verdiği bir kaç emir dışında sesini duymuyorum. Nefesini hissetmiyorum. Soğuk duvarlar onun varlığıyla, nefesiyle ısınmıyor. Ve lanet olsun ki ben onu çok özlüyorum." Son cümlemle beraber yanaklarımdan aşağıya yaşlar süzüldü.

 

Yatağın ucuna dizlerinin üzerine çöken Yeliz elini boşta duran elimin üzerine koydu. "Sena yalvarırım ağlama. Biliyorum, senin için çok ağır şeyler. Hamilesin ve Aras yanında olsun istiyorsun ama zamanla her şey düzelecek Sena. O kıçı kırık mafya babası er ya da yola gelecek." deyince ikna olmamış bakışlarımı üzerinden çekmedim. Omuzlarını dikleştirdi. "Hem sen değil miydin Aras'ın zamana ihtiyacı var diyen? Bırak senden uzak kalarak kafasını toparlasın sonrasında da koşa koşa sana gelsin." İşaret parmağını saçlarına doladı. Bilmiş bir edayla yüzüme bakarken "Ben, Aras ile sorununuzun yakın zamanda hallolacağını düşünüyorum."

 

Kendinden emin tavrına şüpheli gözlerle bakıp "Yavuz sana ne söyledi?" diye sordum. Hızla ayağa kalktı. Telaşlı bir halde pencereden tarafa giderken "Hiç.. Hiç bir şey söylemedi." deyince uyarıcı bir tonlamada "Yelizz" dedim. Yavuz bizle ilgili bir şey söylemişti. Aras benimle, bizimle ilgili bir karar vermiş olmalıydı ve benimde bunu hemen öğrenmem gerekiyordu.

 

"Bir daha dünyaya gelirsem Avukat arkadaş mı, aman Allah korusun." diye sitem ettikyen sonra derinden bir of çekip benden tarafa döndü. "Hemen umutlanmak yok ama." Uyarısı çok yersizdi çünkü çoktan umutlanmaya başlamıştım bile. Aras'ı özlemekten delirirken aramızın düzelmesi ile ilgili ortaya çıkan küçücük bir ihtimal bile karanlığımı aydınlatıyordu. "Dökül. Hem de hemen."

 

Gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Bakıyorum da küçük Aras'ı içinde taşıdıkça büyük Aras'ın sinir bozucu haline dönüşüyorsun." dedi. Sitemine cevapsız kalıp keskin bakışlarımla yüzüne bakmaya devam ettim. Şu an kime benzediğimden ya da nasıl birine dönüştüğümden çok Yeliz'in söyleyecekleri dikkatimi çekiyordu.

 

"Yavuz, Aras'ın yumuşadığını söylüyor. Daha doğrusu Aras, Sena'ya olan öfkesini aştı gibi bir cümle kullandı bende buradan seni affetmeye yakın olduğunu anladım." Kollarını iki yana açıp "Yani tam olarak emin değilim ama bana sorarsan Aras seni affetmeye çok yakın. Ve yine bana sorarsan bebeği senden almayı düşünmüyor. Hatta biraz önce de dediğim gibi senden ayrılmayı da düşünmüyor." dedi.

 

Önemli bir şey söyleyecek diye sevinmiştim. Ne yazık ki her şeyde olduğu gibi bunda da sevincim yarım kalmıştı. Yüzümün düştüğünü görünce yanıma oturup komodinin üzerinde duran kaşığa uzandı. Eline aldığı kaşığı kavanoza götürürken konuyu değiştirmeye çalışarak "Sahi, Sena biz ne zaman bu canavarın cinsiyetini öğreneceğiz? Üç aylık oldun kendini göstermesi gerekmiyor mu?" diye sordu.

 

Omuzlarımı yukarı çektim. "Bilmem. İki kez ultrason kontrolüm oldu ve Aras ikisinde de gelmedi." Bedenime bir hüzün çökerken kaşığı kavanoza saplayıp Yeliz'e uzattım. Bütün iştahım kaçmıştı. "Sadece ultrasonlara değil doğru düzgün eve bile gelmiyor. Geldiğinde de arkasında yoğun bir barut kokusu ve kanlı kıyafetler bırakıyor. Sanırım tokat olayından sonra yüzümü dahi görmek istemiyor." dedim.

 

Ne kadar haklı olursam olayım hala ona vurduğum için köpek gibi pişmandım. Gözlerinde gördüğüm saliselik acı 1 aydır karabasan misali tepeme çökmüş kalbimi sızlatıyordu. Her şeyin üzerine onu görememek de ayrıca sinirimi bozuyordu. Odasına girip kullandığı parfümü almıştım. Evet, yine yeniden aynı şeyi yapmıştım. Şala sıktığım parfümün kokusuyla huzur bulup ona sarılarak uyuyordum.

 

"Tokatla alakası olduğunu sanmıyorum Sena. Bu hallerinde başka bir şey var." dedi durgun bir sesle. Duvara odaklanan bakışlarımı çekmeden "Siz Yavuz ile görüşüyor musunuz?" diye sordum. Yeliz ile Yavuz bir süredir sevgiliydi. Yavuz, gecenin bir yarısı Yeliz'in kapısına dayanmış ve ona aşık olduğunu, eğer bir günlük ömrü varsa o gününü de Yeliz ile geçirmek istediğini söylemişti. Ben, Yavuz'un cesur davranışının arkasında Aras'ın olduğuna emin olsam da Aras ile konuşmadığımız için doğruluğunu ispatlama şansım olmamıştı.

 

Başını iki yanına salladı. "Hayır. Eve gelip aşkını ilan ettikten sonra doğru düzgün görmedim. Arada eve geliyor ve kapıdan iyi olup olmadığımı kontrol edip gidiyor. Zaten o zamanlarda da..." derken cümlesini yarıda kesin iç çekti. İkimizde cümlenin devamını biliyorduk. O zamanlarda uykusuzluktan bitap düşmüş bedenleri, darbeler yüzünden mahvolmuş halleri dışında bir şey görmüyor, barut kokusunun etrafa yaydığı huzursuzluk dışında bir şey hissetmiyorduk.

 

Moralimin iyice bozulduğunu fark eden Yeliz bana doğru döndü. "Hadi ama bırakalım bu konuları. Sana anlatmam gereken güzel gelişmeler var." diye söze girdi. Aslında neler anlatacağını ikimizde biliyorduk ama korktuğumuz şeyleri konuşmaktansa bildiğimiz şeyleri konuşmak ikimiz için de daha iyi olacaktı.

 

Can sıkıcı meseleleri kapatıp gün boyu havadan sudan konuştuk. Yeliz, Hamdi Beylerin otelinde müdür olarak işe başladığını, teklifin çok zaman önce Hamdi Babadan geldiği ancak o zamanlar uygun şartlar olmadığı için kabul etmediğini söyledi. Uygun şart dediği şeyin Yavuz'un otele kadın atma ihtimali gerçekleştiğinde Yeliz'in bir tepki veremeyecek olması olduğunu bilsem de bunu asla dillendirmedim.

 

Onun dışında birkaç kişinin dedikodusunu yapıp kavanozdaki çikolatanın dibine vurduk. Uzun zamandır atmadığımız kadar kahkaha atarken içimizde kopan fırtınayı bastırmak istiyorduk. Kahkahalarımız bir nevi savunma mekanizmamızdı. Öyle ya da böyle tehlikeli adamlarla evliydik. Ve bu adamların bizim sayamayacağımız kadar düşmanı vardı. Bir gün canımızdan öte tuttuğumuz adamlara bir şey olur korkusuyla yüreğimiz ağzımızda yaşamayı öğrenmemiz gerekiyordu.

 

Hava kararırken Yeliz'in komodinin üzerinde duran telefonu çalmaya başladı. Neredeyse 500 defa izlediğimiz Harry Potter ve Sırlar Odası'nı ilk günkü heyecanla izlerken telefonu açmak için filmi durdurdu. Eline aldığı telefonla beraber yüzünde beliren şapşal sırıtış ifadesini görünce arayanın Yavuz olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

 

Kocaman bir gülümseme telefonu yüzüne götürüp cıvıldayan sesiyle "Efendim Hayatım" dedi. Karşıdaki Yavuz ne dediyse Yeliz'in gülümsemesi bir anda soldu. "Tamam" deyip telefonu aceleyle kapatırken ayağa kalktı. Koltuğun üzerindeki ceketine sağ kolunu sokarken "Aras eve geliyormuş." diyerek diğer kolunu da geçirdi. "Hatta neredeyse gelmek üzereymiş. Yavuz'un da yeni haberi olmuş. O yüzden hızlıca kaçmam lazım." dedi.

 

Mutluluğum bir anda yitip gitti. Bir cevap vermeden giyinmesini izlemeye devam ettim. Ne diyebilirdim ki? Aras, ceza olarak çevremdeki herkesi, hayatımı elimden almıştı ve Yeliz bu cehennemime gizlice giren tek ışıktı. Aras, onu burada yakalarsa artık karanlığımı aydınlatacak bir ışığım da kalmazdı.

 

Yeliz getirdiği bilgisayarı hızlıca topladıktan sonra kişisel çantasını ve bilgisayar çantasını eline aldı. Yanıma yaklaşıp kocaman sarıldı. "Filmi bir sonraki gelişimde bitiririz. Ayrıca da kendini asla üzme." Başımı çaresizlik içinde sallarken iyi çıkarmaya çabaladığım sesimle "Tamam." yanıtını verdim. Aras'ın gelmesine sevinsem de erken gelmek için tam da bu günü seçmesine sinir olmuştum.

 

Hızla benden uzaklaşıp kapıya doğru yürümeye başladı. Eli kapı koluna giderken bir anda duraksadı. Kolundaki çantanın bir sapını çıkarıp içinde bir şeyler aramaya başladı. Aradığını bulmuş olacak ki dudaklarında bulduğunu belli eden bir gülümseme belirdi. Benden tarafa gelerek çantasından çıkardığı kitapları bana uzattı. "Geçen gün kitapçıda gezerken bunları gördüm gördüm. Okumak isteyeceğini bildiğim içinde hemen aldım."

 

Elimi, uzattığı kitaplara doğru uzatıp kitapları aldım. Kitaplara bakmak için başımı öne eğdiğimde ilk olarak beyaz kapak üzerine basılmış birbirine sevgiyle sarılan anne ve bebek resmini gördüm. Kırmızı renkli iri puntoyla "Anne ve Bebek" yazan kitaba bakarken kalbim heyecanla atmaya başladı. Titreyen ellerimle ilk kitabı yatağa bırakıp ikinciye geçtim.

 

Hamile bir kadının karnı ve yanında küçük bir bebek resmî olan kitabın üzerinde farklı renk ve puntolarla "Hamilelik, Doğum ve Bebek Bakımı" yazıyordu. Kesik nefeslerim arasında o kitabı da köşeye koyup sonuncuya baktım. Diğerleri gibi beyaz kapaklı olan bu kitapta da siyah harflerle "Bebeğim Ne İster?" yazıyordu.

 

Dudaklarım sevinçten titrerken ayağa kalkıp Yeliz'e sarıldım. Yanağımdan uzun zamandır ilk kez akan sevinç yaşlarını umursamadan "Yeliz ben çok teşekkür ederim. Ne zamandır bu kitaplardan okumak istiyordum. Sen eve kaçak geldiğin için her seferinde senden getirmeni istemeyi de unutuyordum. Aras'a söylediğim de sarf edeceği kelimeleri bildiğim için teşebbüs bile etmemiştim." dedim.

 

Sarılmamak karşılık verirken "Yanılmadığıma sevindim güzel anne." deyip kendini benden çekti. "Ama biraz daha burada kalırsam senin hakkında son yanılmadığım şeyi yapmış olacağım." dedi. Yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra koşarak kapıdan çıktı.

 

Yeliz'in gidişiyle boşalan odada mutsuzlukla kendimi yatağa bıraktım. İzleyeceğim bir film olmadığı için elime Yeliz'in getirdiği kitaplardan birini aldım. Sanırım şu anda ihtiyacım olan şeylerden birisi bebeğim hakkında bilgi sahibi olmaktı. Hem böylelikle kafamı olumsuz şeylere takmaz, bilinçaltımı mutlu şeylerle doldururdum.

 

Kitap doğum öncesi ve sonrası annenin neler hissettiğini, bebeğin anneden beklentilerini, vücut dilinin hangi manalara geldiğini, bebeğin büyürken geçtiği dönemleri falan anlatıyordu. Bebeğimle ilgili bilgi verecek bir annem olmadığı için bunları öğrenmenin en iyi yolu kitaplardı. Gerçi annemle görüşüyor olsaydık da bebeğimin nasıl büyüyeceğini dadılara sormam gerekirdi. Malum bizi annem değil dadılar büyütmüştü.

 

Elimdeki kitabın neredeyse sonuna gelmiştim ki odanın kapısı açıldı. Aras'ın çoktan çıktığına emindim. Gelen bana yardımcı olması için tutulan Aysel Abla olmalıydı. Kararan hava süt saatimin geldiğini gösteriyordu. Çağlar her gece bir bardak süt içmem konusunda ısrarcıydı ve ben sütten nefret ettiğim için içmemeye her yolu denesem de Aysel Abla her akşam sütü getirip içene kadar başımda bekliyordu.

 

Başımda beklemesinin sebebi elbette Aras'tı. Benim, bebeğim için bile olsa süt içmeyeceğimi çok iyi biliyordu. Eğer Aysel Abla sütü bırakıp çıksaydı onu lavaboya döker ve içmiş gibi yapardım lakin o başımda beklerken içmekten başka şansım kalmıyordu. Aras'ın "Senden ancak bu kadar anne olurdu Avukat. Bebeğin sağlığını önemseyip süt bile içmeye razı olmuyorsun. Sen busun işte." türünde iğneleyici laflarını duymamak için gelen süte itiraz etmiyordum.

 

Kitaptan gözümü bir an olsun ayıramazken önüme doğru uzatılan sütü aldım. Bebeğin, anneye olan ihtiyacı kısmını okuyordum ve kimseyle sohbet edecek halim yoktu. Elimde bardak varken bile okumaya devam ederek sütü tek seferde içip boş bardağı alması için uzattım. Bardak elimde kısa bir süre kaldı ancak Aysel Abla almak için bir hamle yapmadı. Bir sorun olup olmadığını anlamak için başımı kaldırıp baktım.

 

Beklediğim insanı görememiş olmanın şaşkınlığıyla afallarken görmeyi istemeyeceğim öfkeden kırmızıya dönen maviliklerle karşı karşıya kalınca tükürüğüm boğazıma takıldı. Burada öylece kendi halimde otururken ne yapmıştım da bana bu kadar sinirlenmeye bir sebep bulmuştu acaba? Tedirginlik dolu sesimle "Aras?" derken bakışlarının odaklandığı yere yani elimde tuttuğum kitaba baktım.

 

Kitap okumamla ilgili ne gibi bir sorun olabilirdi ki? Bir şeyler okudum diye kızıyorsa delirmiş falan olmalıydı. Neler olduğunu anlamaya çalışarak "Bir sorun mu var?" diye sordum. Gözlerini sinirle kapayıp açtı. Tek eliyle okuduğum kitabı parmaklarımın arasından öfkeyle çekti. Gözlerini gözlerime dikip sıktığı dişlerinin arasından "Senin bu kitapları okumaya ihtiyacın yok Avukat çünkü senin bebeğin olmayacak, sen anne de olmayacaksın." dedi.

 

Sinir bütün bedenimi işgal etmeye başlamıştı. Beni sürekli iğnelemesinden bıkıp usanmıştım artık. Şu an Aras'ı çekip vurmak istiyordum. Hem de öyle bir kere falan değil bütün şarjörü üzerine boşaltmak istiyordum. Onu görünce öfkesine de razı olacağımı mı düşünmüştüm? Ne aptallık ama!! Onu görmemek, sesini duymamak bu evde başıma gelebilecek en güzel şeymiş de haberim yokmuş!

 

Kitap okudum diye bakışlarıyla beni öldürme niyetinde olduğunu anlamak zor değildi. Kitabı elimden aldığı için onu öldürme isteğiyle yanıp tutuştuğumu görmek hiç zor değildi. Bende bakışlarını aynı sert ifadeyle cevap verdim ama konuşmadım. Birincisi olarak konuşsam da karşımda beni anlayacak bir insan evladı yoktu. İkincisi kitabı kimin getirdiğini sorma ihtimaline karşı susmayı tercih etmek daha mantıklıydı. Hem 1 ay sonra bebeğimi alıp gittiğimde kimin anne kimin baba olamayacağını hepimiz görecektik.

 

Ancak suskunluğum bir işe yaramadı. Aras'ın kızgın nefesi yüzüme vururken "Ayrıca bu siktiğimin kitabını sana kim getirdi Avukat?" diye sordu. Bakışlarımı hızla ondan kaçırırken boğazımdaki yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. Ne diyecektim ki? Verebilecek bir cevabım yoktu. Yeliz desem onun buraya geldiğini anlar Yeliz'e bir şey yapmasa da kapıdaki korumaları öldürürdü. Yavuz aldı desem en son benim yüzümden yediği öldüresiye dayağı ve yumruğun acısı hala gözümün önünden gitmiyordu.

 

Omuzlarımı dikleştirip bakışlarımı iyice sertleştirdim. Madem korktuğum soruyu sormuştu bu saatten sonra geri adım atmanın da anlamı yoktu. Madem yan yana geldiğimizde birbirimize kan kusturacaktık bana uyardı. Aras'ın altında kalmaya, canımı yakmasına sinirlerimi bozmasına izin vermeye hiç niyetim yoktu. Umursamaz bir tavırla ona baktım. "Sana ne Aras. Kimin getirdiğinden sana ne!"

 

Dudakları sinirle seğirdi. Gözlerindeki mavilikler daha da koyulaşırken öfkesi de gözle görünür oranda artmıştı. Hatta şu anda sadece öfkeden ibaret olabilirdi. "Avukat bana doğru düzgün cevap ver. Sana- bu- kitapları-kim- getirdi." derken her kelimenin üzerine ayrı ayrı basıp her kelimeyi parçalara ayırarak söyledi.

 

O keskin bakışlarını ne kadar gözüme dikse de umursamadım. Bıkkın bir nefes verdim. "Ne dediğini anlayabiliyorum Aras, aptal değilim. Bende cevap olarak; sana ne kimin aldığından, kimin getirdiğinden diyorum. Eğer anlamadıysan bende cümleyi bölerek söyleyebilirim." Kitabı sıkmaktan eli kırmızıya dönerken damarları da iyice açığa çıktı.

 

"Avukat." diye kükredi. Kararan bakışları ufaktan içimdeki korkuyu uyandırsa da geri adım atamazdım. Ona bir açıklama yapmak demek Yeliz'in eve girmesine yardımcı olan herkesin ölümüne imza atmak demekti. Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirip kendi sonumu getirecek olan cümleye razı oldum. "Aşığım getirmiştir belki de Aras. Etten duvar ördüğü bu hapishaneye girmenin bir yolunu bulmuştur belki olamaz mı?"

 

Söylediğim her kelimede önce kendimden sonra da bunları beynime yerleştiren Aras'tan nefret ettim. Bunlar benim kelimelerim değildi, bunlar benim hislerim hiç değildi. Midem bulanıyordu. Hamilelikten falan değil baya baya bu iğrenç ilişkiden de, konuşmadan da midem bulanıyordu.

 

Elindeki kitabı öfkeyle ikiye böldü. Canımı almak isteyen bakışları ruhuma işlerken ağaçta sallanan kuru bir yaprak misali titrememek için kendimi zor tutuyordum. Yüzüme iyice sokulup gereğinden fazla tehditkar bir sesle "Ben nasıl olsa öğrenmesini bilirim Avukat. Ve o kelimeyi bir kez daha ağzından duyarsam içinde bulunduğun cehennemi mumla arayacağına emin olabilirsin." diyerek geri çekildi.

 

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Yanılıyorsun Aras." dedim. Kısılan gözleriyle yüzüme baktı. "Emin ol bir annenin yaşayabileceği en kötü cehennemde yakışıyorum." Gözlerimle baştan aşağıya onu taradıktan sonra iğrenen bakışlarımın bakışlarıyla birleşmesine izin vererek "Ve yine emin ol sahip olunabilecek en acımasız, en bencil ve en kendini beğenmiş zebaniyle bu cehennemi paylaşıyorum." dedim.

 

Çenesinde bir kas oynadı. Gözlerinden bir anlığına halime üzüldüğüne dair bir ifade geçse de gözlerinin eski haline gelmesi uzun sürmedi. Alaylı bir gülümseme sonrası "Asıl sen yanılıyorsun Avukat. Benim odamda, benim yatağımda yatıyorsun. Bahçenin içinde istediğin her yere gidiyorsun. Kapıdaki çocuklardan istediğin her şeye istediğin anda sahip oluyorsun." dedi. Bunları yapması bana sunduğu bir lütuftu sanki. Evime gitmeme izin verse aynı şeylerin daha fazlasını bende yapabilirdim.

 

Alaylı ifadesi kaybolurken yüzüme öyle bir baktı ki ürkmeden edemedim. "Bahsettiğim cehennemi sana yaşatırsam bu saydıklarımın bir parçasını bile yapamazsın. Ne evden dışarı çıkabilirsin ne karda saatlerce oynayabilirsin ne de istediğin kitapları okuyabilirsin. Seni bir odaya kapatırım ve doğurana kadar oradan çıkarmam."

 

Nefes alışım yavaşladı. Damarlarıma kadar bir tiksinti hissettim. Karşımda duran benim sevdiğim, uğruna ölümü göze aldığım adam mıydı? Mümkün değildi. Bu benim sevdiğim adam olamazdı. Hatta bu benim tanıdığım Aras bile olamazdı. Karşımda duran karanlığın ta kendisiydi. Düşmanlarına karşı acımasızca oynayan adamın ta kendisiydi. Ona bir tokat daha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Tiksintiyle yüzüne bakarken elimle kapıyı işaret ederek "Siktir git odamdan." dedim.

 

Gözlerimin içine bakmaya devam edince "Senin gibi bir adama aşık olduğum için, senin gibi bir adamdan hamile kaldığım için kendimden iğreniyorum. Haklısın sen karanlıkta kalmamışsın, sen karanlığın ta kendisisin Aras Yiğitsoy." deyip duraksadım. "Ve senin adına üzülerek söylüyorum ki hayatımda gördüğüm en zavallı insan değilsen bile ilk üçe girersin." Yüzüme bir anlığına acıyla bakana kadar acımasız söylerin ağzımdan çıktığını fark etmemiştim.

 

Kendini hızla toparladı. Başını aşağı yukarı sallarken dili de üst dudağının üzerinde geziniyordu. Ben söylediklerime daha sert kelimelerle cevap vermesini beklerken "Öyle diyorsan öyleyimdir Avukat." cevabını verdikten sonra sustu. Komodinin üzerinde duran kitapları eline alıp "Madem sen söylememekte ısrar ediyorsun bende kendi yönetimlerimle öğrenirim. Aramızda bebek dışında bir bağ olmadığına göre sana verdiğim sözün hükmü yok." dedi.

 

Ne demek istediğini anlamıştım. Kimseye işkence etmeyeceğine dair verdiği sözün bozulduğunu söylüyordu. Gerçeği öğrenmesinin yolları belliydi. Önce kapıdaki korumaları sorguya çekecek istediği cevabı alamazsa işkence ederek öldürecek sonra da Yavuz'a gidecekti. Benim yüzümden masum insanların acı çekmesine ya da ölmesine razı olamazdım. İnatlaşmanın hiç sırası değildi ve bir an önce bir bahane bulmam gerekiyordu.

 

Kapıya doğru giden Aras'a "Kuryeyle geldi." diye bağırdım. Benden dört adım uzaktaydı ama ona sesimi duyurmak için bağırmam gerektiğini hissetmiştim. Kalplerimiz yan yanayken bile sesimizi duyamayacak kadar uzaklaşmıştı.

 

Dirayetimi toplayıp "Kargoyla geldi." diye daha sakin bir toplamada cümlemi tekrarladım. Benden tarafa yarım bir halde dönüp çattığı kaşlarıyla yüzüme baktı. "Geçen gün market siparişleri geldiğinde canım mandalina çekti. Bende dolaba yerleşmesini beklemeden mandalinanın nerede olduğunu bulmak için poşetlere saldırdım." Duraksayarak derin bir nefes verdim.

 

"Poşetlerde mandalina bulmadım ama içine bırakılan Adana Dürümcünün broşürünü buldum. Canım çok çekti." derken kaşlarımı kaldırıp savunma haline geçtim. Ellerimi yukarı kaldırıp parmaklarımla tırnak işareti yaparak "Hamile bir kadın olarak bende bebeğimin canının çektiği şeyi göz ardı etmemi bekleyemezsin herhalde." dedim.

 

Masanın üzerinde duran tuşlu telefona uzanıp elime aldım. "Bende bana bıraktığınız telefondan dürüm istedim. Aklıma gelen şeytani fikirle de senin almayacağın kitabı dürümcüye aldırmaya karar verdim. Kapıdaki çocukların dürüm poşetini kontrol etmeyeceğini ayrıca da kontrol etseler bile gelen kitapları yadırgamayacağını bildiğim için de dürümcüye aklımdaki kitapların isimlerini söyleyip bunları da alırsa 10 katı para kazanacağını söyledim. Onlarda sağ olsun beni kırmadılar."

 

Şüpheli bakışlarında bir nebze olsun azalma olmamıştı. Bahaneme inandırmanın başka bir yolunu bulmalıydım. Hem de hemen bulmalıydım. Aras bir mafya babası olabilirdi ama hamurunda avukatlık haliyle de şüphe ve sorgulama vardı. Aklıma gelen parlak fikirle elimde ki telefonu ona doğru sallayarak "Broşürü attım ama istersen arama geçmişine bakabilirsin. Arananlar arasındaki farklı numarayı kendinde göreceksin." dedim.

 

Saliselik bir zaman diliminde "Beni aptal yerine koymaya kalkma" bakışı yüzünde belirdi. Yanıma doğru yaklaşıp telefonu elimden hızla çekip aldı. Yaptığım hamleye karşılık bunu yapmasını beklemiyordum. Savunmam karşısında bana inanıp çekip gitmeliydi. En son olaydan sonra bana öfkeliyken bir de yalan söylediğimi görürse hayatımı daha da cehenneme çevirirdi.

 

Ben korku dolu gözlerle telefonu açıp arama kaydına bakmasını beklerken elinde ki telefonu hırsla karşı duvara fırlattı. Telefon duvara çarpıp parçalara ayrılmış bir şekilde yere düşerken Aras'ta burnundan derin bir nefes verdi. "Bu saatten sonra telefon yok Avukat. Kadir 7/24 burada olacak. Bir şey istersen bu saatten sonra ona söylersin. Ayrıca da kapıda ki itlere söyleyeceğim benim onayım dışında bu eve kitabı bırak üzerinde yazı olan bir sayfa dahi girmeyecek."

 

Söylediğim yalana inanmış olmasına sevinirken kırılan telefon sinirlerimi bozmuştu. Elime milattan kalma bir telefon tutuşturmuş ve şimdi de bana sormadan, ne hissedeceğimi umursamadan çekip almıştı. Ben onun her istediğini yaptıracağı oyuncağı değildim. "Mahkum olduğumu hatırlattığın iyi oldu Aras Yiğitsoy. Hava almaya çıkarken de Kadir'e bildireyim mi? Ya da tuvalete gitmek için izin alayım mı? Ne dersin? Bir yapmadığım onlar kaldı da!!"

 

Çenesini neredeyse kıracakmış gibi sıktıktan sonra "Gerekirse yap Avukat!" diye tısladı. Tısladı diyorum çünkü sıktığı dişlerinin arasından sesi sokmaya hazırlanan bir yılanın tıslaması gibi çıkmıştı. Bir cevap vermeden sırtımı dönüp yatağa girdim ve yorganı kafama kadar çektim. Bu anlamsız tartışmaya daha fazla devam etmek istemiyordum.

 

Onunla konuşmak istemediğimi anlayan Aras öfkeyle nefes verip kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıyı ardından sert bir şekilde çarparken masanın üzerindeki abajur de çarpmanın etkisiyle sallandı. 2 saat mutlu olmuştum. Şu lanet eve geldiğim günden beri 2 saat mutlu olmuştum ve bunu bile bana çok görmüştü. İçimde patlamaya hazır yanan volkan gözlerime sağanak etkisi yapmaya çalışırken kendimi güçlükle tuttum. Ağlamayacaktım. Her ne olursa olsun ağlamayacaktım.

 

Elimi karnıma götürüp orada sessizce yatan mucizemi okşarken "Üzülme meleğim. Değil baban 7 cihan toplanıp gelse seni benden alamaz. Sen annenin karnında sana gönderdiği tatlılarla mutlu olmak dışında bir şey yapma gerisini de annene bırak." dedim. Gözlerimi sıkıca kapatıp gerçeklikten kopmak için güzel rüyalara dalmaya çalıştım.

 

Göz kapaklarım odama sızan güneşin etkisiyle istemeyerek de olsa açıldı. Kırpıştırdığım gözlerimle etrafa bakınca güneş ışınlarının odama giriş açısından neredeyse öğlen olduğunu anladım. Bakışlarımı komodinin üzerinde duran saate çevirdim. Yanılmamıştım saat neredeyse 13.00 olmak üzereydi. 16 saat hiç uyanmadan uyumuştum. Resmen ölüm uykusuna yatmışım. Olduğum yerde doğrulup esnemek için kollarımı yukarı kaldırdım. Esneme sonrası sağ elimi boynuma koyup ayılmak için sıvazlamaya başladım. Boş bakışlarla nedensizce odanın içine bakarken ayak ucumda duran gazeteler dikkatimi çekti.

 

Dün Yavuz'u arayıp evde çok sıkıldığımı en azından bulmaca çözüp gündemi takip edebilmek için gazete yollayıp yollayamayacağını sormuştum ve oda tabi ki evet demişti. Her zaman olduğu gibi dünde beni kırmamıştı. Her ne kadar evet demiş olsa da bu gün yollamasını asla beklemiyordum. Hevesle gazetelere doğru eğildim. Gazeteleri elime alıp doğrulduktan sonra bacaklarımı bağdaş yapıp yatağa serdiğim gazeteye doğru eğildim. Gündemden haber alacak fırsat geçmişti ya elime kahvaltı falan umurumda değildi.

 

Ama hevesim her şeyde olduğu gibi bunda da uzun sürmedi elbette. "Off ölme öldürme dışında bunlarda da bir şey yok." diyerek gazeteyi yere fırlattım. Şişirdiğim yanaklarındaki havayı yavaşça geri verdim. 1 ayda bir şey değişmemiş hatta her şey kötü bir hal almıştı. Cinayet haberi okumaktan artık midem ağzıma gelince gündemden haber almaktan falan vaz geçmiştim. Zaten berbat olan hayatım haberleri okudukça bataklığa dönüşmüştü.

 

O kadar iğrenç haberin üzerine belki az da olsa ferahlarım umuduyla pencereyi açmak için ayağa kalktım. Pencereye doğru yürüyüp kolu çevirdikten sonra soğuk havanın önce yüzüme çarpmasına sonrasında da odaya dağılmasına izin verdim. Etrafa yayılan keskin soğuk az da olsa dikkatimin dağılmasını ve aklımdaki haberlerin silinmesini sağlamıştı. Temiz hava karnımı bile acıktırmıştı.

 

Şimdi gidip kahvaltı yapabilirdim. Karnımı usulca okşayıp "Meleğim kahvaltıda ne yemek istersin acaba?" diye sordum. Karnımdan herhangi bir cevap gelmezken canım aniden bol sucuklu yumurta çekti. İçten bir kahkaha atıp "Anlaşılan küçük canavarım sende baban gibi sucuklu yumurta delisi olacaksın. E bize de senin canının istediğine saygı duymak düşer." diyerek açık olan pencereyi kapattım.

 

Hayalimde dönen sucuklu yumurtaya ekmek bandığım görseli iştahımı iyice açarken aşağıya inmek için adım atıyordum ki aklıma gazetenin bulmacasını yanıma almak geldi. Kahvaltıda bulmaca çözmek iyi bir fikirdi. Uzun zamandır yapmadığım bir aktivite olması açısından düşünürsek de güzel bir değişiklik olurdu. Yere fırlattığım gazetelere doğru eğildim. Savrulan yapraklar arasında bulmacayı ararken gözüme takılan şeyle duraksadım.

 

 

Gazetelerin ilk sayfasına bakmayı asla sevmezdim. Ama bu sefer bakmadığım için kendime küfürler savuruyordum. Gazete sayfasını elime alıp doğrularken büyük puntolarla yazılmış haberi tekrar okudum. Kocaman bir başlıkla "BOĞAZDA YANGIN "yazıyordu. Biraz öncekine nazaran daha küçük bir başlıkta ise "İstanbul Boğazı açıklarında yanmayan başlayan Anka Kuşu isimli teknenin neden ve ne için yandığı hala bilinmiyor." yazıyordu.

 

Büyük bir şok geçirirken gazeteyi sıkıca kavrayıp yatağa oturdum. Haberin detaylarında "Teknenin denize açılmış halde boğaz yakınlarında yanmaya başladığı, yangının ne sebeple çıktığının bilinmediği, içerisinde herhangi bir kişinin bulunmadığı bu sebeple de olası bir can kaybı olmadığı ama yapılan incelemelerde teknenin kime ait olduğunun sağlanamadığı" yazıyordu.

 

Tekneyi yakmıştı. Mabedi olarak gördüğü gemiyi yakmıştı. Peki ama neden? Habere dikkatlice bakarken zihnimi işgal eden cevapla alnıma vurdum. "Tabi ya Buket yüzünden." dedim. O sürtüğü tekneye aldığı için artık orası Aras'ın huzur bulduğu yer değildi. Buda demek oluyordu ki Aras benden nefret ettiği kadar kendisinden nefret ediyordu. Ayrıca da benim dışımda bir kadının değil tenine temas etmesi ona ait olan bir şeye temas etmesinden nefret ediyordu.

 

Yüzümde anlamsız bir gülümseme belirdi. Aras'ın başka bir kadına karşı böyle hissetmesi hoşuma gitmişti. Benden nefret etse de bana sadıktı. Ona güvenebilirdim. Sert bir tonlamada olaya dahi olan iç sesim "Sabah sabah saçma sapan konuşma Sena!! Tabi ki de sen ve diğerleri bir olmayacak. Asıl hepinizin aynı olması garip olurdu. Lanet olası tekneyi yaktı diye kendine pay çıkarıp salak salak sevinip durma. Ayrıca Aras'a en başından beri güvenebilirdin. Güvenmemek tamamen senin aptallığındı. Şimdi kalk kahvaltı yap." diye carladı.

 

İç sesime hak vermek istemesem de haklıydı. Aras'ın tekneyi yakmasının benim için bir değeri olmamalıydı. Sonuçta hayatında değer verdiği bir insan olarak değil damızlık inek olarak duruyordum. Tekneyi değil cihanı yaksa da benim için önemi olmamalıydı. Ben onun karısı değildim. Soy adım Yiğitsoy olsa da ben onun karısı değildim. Ve ne yazık ki güven konusunda söyledikleri de her kelimesiyle doğruydu. Aras'a sormadan hüküm vermek benim aptallığımdı.

 

Daha fazla içimin kararmasını istemediğim için gazeteyi yatağın üzerine bırakıp ayağa kalktım. Derin bir nefes alarak ciğerlerimin açılmasını sağladıktan sonra karnımdan gelen guruldama seslerine kulak verip mutfağa doğru ilerledim. Her zaman olduğu gibi kahvaltımı yapacak, yediklerimi sindirmek için bahçede boş boş dolaşacak sonra da hücreme geri dönecektim.

 

Kollarımı sallaya sallaya merdiven basamaklarını inip mutfağa doğru yöneldim. Mutfak tezgahında bir şeylerle uğraşan Aysel Ablaya "Günaydın." diye seslendim. Bana doğru döndü. Parlayan gözleriyle yüzüme bakıp "Günaydın kızım. Sen otur kahvaltını hemen hazırlıyorum." deyince bir cevap vermeden sandalyeye oturdum. İlk geldiği günlerde ona yardım etmek için ne kadar dil döksem de fayda etmemiş Aysel Abla işleri tek başına halletmekten asla vazgeçmemişti. Bende ona karşı daha fazla direnmiyor yerime oturup önüme gelecek şeyleri bekliyordum.

 

Neşeli bir sesle "Aysel Abla, bize bol sucuklu yumurta yapar mısın? Sanırım kahvaltı konusunda babamızın genlerini aldık, salamdan sucuktan vazgeçemiyoruz." dedim. Dişlerini ortaya çıkaracak şekilde gülüp "Tabi kızım siz isteyin. Hemen yapıyorum." cevabını verdikten sonra buzdolabına doğru yöneldi.

 

Aysel Abla 55 yaşlarında hafif tombul 1.55 boylarında yemyeşil gözleriyle etrafa çakmak çakmak bakan bir kadındı. Bizzat Esma Annenin talimatı ile eve gelmiş ve ondan aldığı emirlere göre hareket ediyordu. Bizden aldığı her bilgiyi Esma Annelere yetiştiriyor onun emirlerini ise benim üzerimde uyguluyordu. Tabi ki evde olanlardan Aysel Ablanın asla haberi olmamıştı. Geceleri evin ilerisinde bulunan müştemilata kaldığı için Aras'ın eve gelip gelmediğini de bilmiyordu. Tabi bozulan benim yatağım dışında başka bir yatak olmayınca da hiçbir şeyden şüphelenmiyordu.

 

Haliyle ne Esma Annenin ne de Hamdi Babanın olanlardan haberi yoktu. Evde yaşadığım hapis hayatını kendi tercihim sanıyorlardı. Aras onlara hamileliğimin riskli olduğunu bu yüzden de artık işleri bırakıp evde dinlenme kararı aldığımı söylemişti. Numaramı değiştirmeye ise kendinin karar verdiğini, sürekli arayan müvekkiller yüzünden sağlıklı bir hamilelik süreci geçiremeyeceğimi düşündüğü için böyle bir karar aldığını söylemişti.

 

Esma Anneler onlardan habersiz evlendiğimize bozulsa da bebekten dolayı her şeyin aniden geliştiğine Yavuz onları ikna etmiş, bebek doğduktan sonra Aras ile benim için büyük bir düğün organize edeceğini söylemişti. Ulaşılması ne kadar da imkansız bir hayaldi ama? Artık aynı evin içerisinde nefes bile almazken düğün yapıp eskisi gibi olma ihtimalimiz yoktu ki bizim.

 

Aysel Ablanın masanın üzerine bıraktığı çaydan bir yudum almadan önce iç çektim. Sıcak bardak dudaklarımla buluşurken çayın boğazımdan aşağıya süzülerek bıraktığı hissin tadını çıkarmaya çalıştım. Önüme kahvaltılıkların olduğu tabağı bırakan Aysel Abla tezgaha geri döndü. Bende tabağa itina ile dizilmiş zeytin, peynir, yumurta, reçel, kaymak ve daha bir sürü kahvaltılığın olduğu tabağıma baktım. Bir iki dakika içerisinde sucuklu yumurta da masada ki yerini aldı.

 

Aysel Abladan tarafa dönüp "Abla sende gelsene, tek başıma kahvaltı yapmayı sevmiyorum biliyorsun. Hem yemekleri beraber yiyeceğiz diye anlaşmıştık." dedim. Mahcup bir ifade ile bana baktı. "Kızım ben şeker hastasıyım biliyorsun. Senin uyanmanı beklemeden yedim bugün kusura bakma." deyince "Ne kusuru abla iyi yapmışsın." diyerek önüme döndüm. Elime aldığım çatalı peynire batırdım.

 

Nedense bütün iştahım kapanmıştı. Kalbimde içimi huzursuz eden bir sıkıntı vardı. Aldığım her nefes içimin ürpermesine sebep olurken verdiğim her nefes de boğazımı yakarak çıkıyordu. Dün gece Aras ile yaşananlardan dolayı böyle olduğuma kendimi ikna etmeye çalışsam da başarılı olamadım. Kalbim sıkıntıyla kasılırken başımı yukarı kaldırıp derin nefes aldım. Aysel Abla mutfak tezgahından ayrılıp yanıma yaklaştı.

 

Telaşla yüzüme bakıp "Kızım iyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş." diye sordu. Elimi göğsüme götürüp sıkıca kavradım. Ciğerlerime fazla gelen nefesleri kesik kesik verirken "Bilmiyorum Aysel Abla. Kalbimde bir şey var, içimin sıkılmasına sebep oluyor. O kadar ağır bir şey ki nefes dahi aldırmıyor." dedim.

 

Elleri ile saçımı okşarken "Hamileliktendir kızım. İlk aylarda normal böyle şeyler." dedi. "Aa sana ne diyeceğim? Biraz önce Yeliz kızımdan bir kutu geldi. Kapıdaki çocuklar bebeğe hediye yolladığını söylediler. Getireyim de bak istersen. Bebeğinle ilgili şeyler görünce yüreğinde ki karabulutlarda dağılır, getireyim mi? İster misin?"

 

Başımı olur anlamında salladım. Aysel Abla yanımdan uzaklaşırken Yeliz'in bana neden haber vermediğini düşündüm. Cevap basitti. Tuşluda olsa bir telefonum yoktu artık. Haliyle aradıysa da bana ulaşamamıştı. Heyecanla gelecek olan paketi beklemeye başladım. Aysel Abla yüzünde kocaman gülümseme ile mutfak kapısında belirdi. Elinde tuttuğu siyah hediye paketini bana doğru uzattı.

 

Paketi elime aldıktan sonra masanın üzerine bıraktım. Aysel Abla paketi tek başıma açmamı doğru bulmuş olacak ki "Benim işlerim var kızım onları halledeyim sende rahat rahat hediyene bak." deyip arkasını dönerek mutfaktan çıkmak için ilerlemeye başladı.

 

"Aysel Abla." diye seslendim. Benden tarafa dönünce "Ben telefonumu yukarıda unutmuşum senin için sorun olmazsa telefonunu kullanabilir miyim? Yeliz'e teşekkür etmek istiyorum da." dedim. "Tabi kızım kullan." cevabını verdikten sonra yanıma yaklaşıp telefonunu masanın üzerine bıraktı. Daha sonrasında da mutfaktan çıktı.

 

Mutluluktan karnımda kelebekler uçuşurken bebeğimin aldığı ilk hediye de kalbimden aşağıya ılık bir şeylerin akmasına sebep oluyordu. Titreyen ellerimle kutuyu hediye paketinin içinden özenle çıkardım. Elimde kalan paketi masanın üzerine bıraktıktan sonra tıpkı paketi gibi siyah olan kutunun kapağını açtım.

 

İçinde bir çift beyaz patik göz kırparak bana bakıyordu. Nefesimi vererek gülümsedim. Ellerimi patiğe doğru uzatırken yanındaki not gözüme ilişti. Yeliz bana telefonla ulaşamayınca not yazmış olmalıydı. Bu kızın düşünceli halleri beni mutluluktan öldürecekti. Kağıdı hevesle elime aldım. Dudaklarımdaki gülümseme daha da artarken kağıdın en altına çizilmiş kalp ilişti önce gözüme. Sonrasında notu okumaya başladım.

 

Okuduğum her kelimeyle dünyam başıma yıkılıyordu. Ellerim zangır zangır titrerken kutunun içindeki patiklere uzandım. Elime aldığım patiklerde gördüğüm şeyle nefesim boğazımda düğümlendi. Kalbim atmayı bırakmıştı. Olduğum yerde gözlerim kitlenmiş şekilde elimde ki patiklerle donup kalmıştım. Olanları idrak edemiyordum. Beynim kendisini kapatmıştı sanki.

 

Parmaklarımdan aşağıya süzülen kanı hissetmemle patikleri kutuya fırlatmam bir oldu. Yaşadığımın belirtisi olan kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Korkuyu her hücremde hissediyordum. Gözlerimden peş peşe yaşlar akarken titreyen ellerimle telefonu güç bela tuttum. Aras'ın numarasını tuşladıktan sonra çağrının cevaplanmasını beklemeye başladım.

 

Açmadı. Lanet olası çağrım Aras tarafında açılmadı. Tekrar aradım sonra tekrar ... Beşinci çalışının ardından Aras öfkeden kudurduğunu belli eden sesiyle "Söyle" dedi. Onun sesini duymamla kendimi daha da koyuverdim. Çaresizlik ve korku bedenimi ele geçirmişti. Ağzımdan çıkması gereken kelimeler bir türlü çıkmıyordu. Kendimi güç bela toparlayıp kaybolan sesimi bularak hıçkırıklarım arasında "Aras hemen eve gelmen lazım." dedim.

 

Sesindeki telaş apaçık kendini belli ederken "Sena ne oldu?" diye sordu.

 

Cevap veremiyordum. İçimde uzun zamandır ilk kez bu kadar net hissettiğim acıyı ve korkuyu kelimelere dökemiyordum. Kalbim korkudan sızlıyordu. Ruhum birisi tarafından acımasızca kamçılanıyordu. Bedenim ise canımı taşıyan yüktü sadece. O kadar çaresiz o kadar savunmasızdım.

 

Aras'a hıçkırıklarım dışında bir açıklama yapamayınca daha sert çıkan sesiyle "Sena ne oldu?" diyerek sorusunu tekrarladı. Cevap vermek için derin birkaç nefes aldım. Nasıl diyebilirdim ki? Böyle bir şeyi nasıl söylerdi insan? Neredeyse kükreyerek "Ya ne olduğunu açıkla ya da şu siktiğimin telefonunu açıklayacak birine ver." deyince çaresizlik dolu derin bir nefes daha aldım. Sinirlenmekte ilk kez haklıydı. Oda benim kadar korkuyordu.

 

Burnumu çektikten sonra "Eve bir paket geldi. Daha doğrusu gelmiş." dedim. "Gelen kurye Yeliz'in hediye yolladığını söylemiş. Muhtemelen kapıdaki korumalara da fiş fatura falan göstermiş olmalı. Çocuklarda bomba olup olmadığı ile ilgili kontrolü yaptıktan sonra Aysel Ablaya vermişler." duraksayarak ciğerlerime yeni bir nefes aldım. "Kahvaltıda Aysel Abla kutuyu verdi. Hemen kutuyu açtım. Patikleri elime almamla.." deyip hıçkırıklara boğuldum.

 

Gelen şeyi biliyormuş gibi öfkeli bir nefes verse de sakin tutmaya çalıştığım sesiyle "Eline almanla ne oldu?" diye sordu. Gözyaşlarımın yıkadığı tuzlu ve ıslak dudaklarımı ısırıp titrek bir nefes aldım. "Patiklerin altındaki kanı gördüm Aras. Bembeyaz patiklerin altı kana bulanmıştı." Gözlerim biraz önce parmaklarımdan süzülen kana takıldı. Acıyla yutkundum. "Birde "Bebeğinle vedalaşmaya hazır ol. İçinde yaşattığın kalbi acımadan söküp alacağım" yazılı not çıktı."

 

Telefonun diğer ucunda büyük bir sessizlik oldu. Muhtemelen öfkeden deliriyordu ama beni endişelendirmemek için kendine hakim oluyordu. Ama bunu yapmasının hiçbir anlamı yoktu. Ben ölesiye korkuyordum. Bebeğime bir şey olacak, onu benden alacaklar diye ölesiye korkuyordum. Boşta olan elimle karnımı sıkıca kavradım. Korkularım bütün acımasızlığı ile dile gelirken "Aras, bebeğimiz... Bebeğimize bir şey olmayacak değil mi?" diye sordum.

 

Derin bir nefes verdi. Sesli bir şekilde yutkunduktan sonra "Korkma Sena. Ben hayatta oldukça ne sana ne de bebeğimize bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Senden istediğim ben oraya gelene kadar evden dışarıya çıkma. Odanda ya da salonda dur. Ayrıca da ben gelene kadar panik yapma. Evin etrafında seni ve bebeğimizi korumak için bir ordu koruma var." dedi.

 

Sözleri azda olsa içimi rahatlatmıştı. Aras izin vermezdi. Bize bir şey olmasına izin vermezdi. Bizi herkesten her şeyden korurdu. O var oldukça düşmanları bana sadece bu kadar yaklaşabilirdi. Dahasını yapmalarına Aras izin vermezdi. Boğuk sesle "Tamam" dedim.

 

"Şimdi ben Hamdi Babaları arıyorum. Yarım saat içerisinde onlar yanında olur. Onlarla beraber de evin etrafındaki koruma sayısını artıyorum. Evin 1 kilometre yakınında dahi sizi korumak için adamlar olacak. Sen sadece sakin ol ve bebeğimize dikkat et." dedi. Sesi uzun zamandır duymadığım tonda kadife kadar yumuşaktı. Beni sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordu.

 

"Tamam, ederim."

 

"Bebeğimize bir şey olmayacak Sena. Bana güven. Tamam mı?" diye sordu. Üçüncü kez bebeğimize demişti. Bebeğime değil bebeğimize. Evet bu aptal karmaşanın arasında bile Aras'ın bebeğimize demesine takılmıştım. Evet bu korku dolu anda bile ondan gelen yakınlık yüreğimin ısınmasına sebep olmuştu.

 

"Tamam ama sen ne zaman geleceksin?" diye sorup duraksadım. Yakınlığının verdiği cesaretle ne zamandır söylemeyi istediğim cümle dudaklarımdan bir anda dökülüverdi. "Aras benim şu anda sadece sana ihtiyacım var. Ne olur ne yapıyorsan bırak eve gel. Sonra tekrar gidersin."

 

Sıkıntılı bir nefes verdi. "İşimi halleder halletmez geleceğim Sena. Sen sadece.." derken bir anda arkadan kurşun sesleri duyulmaya başladı. Aras "Arka sokağı tutun." diye bağırırken sesi çoktan ahizeden uzaklaşmaya başlamıştı. Çatışmadaydılar. Belki de beklemedikleri bir anda pusuya düşmüşlerdi.

 

Yavuz'un o gece Aras'a söyledikleri, paketteki kan... Yüreğimdeki korku büsbütün bedenimi sararken "Aras" diye bağırdım. Kurşun sesleri dışında en ufak bir ses duyulmuyordu. Uzaktan da olsa sesini duyarım, iyi olduğunu anlarım diye nefesimi dahi sessiz almaya başladım. Kalbime çöken huzursuzluk baskısını daha da arttırıyordu. Ruhum sıkılıyordu. Canım bedenimi terk edecek gibi hissediyordum.

 

5 dakika kadar süren kurşun sesleri sonrasında ahizenin yakınlarında atılan silah sesini ve Aras'a ait olduğunu bildiğim nefes sesini işittim. İyiydi, sağdı ve bana gelmişti. Cılız çıkan sesimle göz yaşlarım arasında "Aras." diye seslendim. Kalbimdeki huzursuzluğu yatıştırmaya çalışırken ahizeye yakın bir kurşun sesi daha duydum. Sonrasında ise Yavuz'un "Aras" diye bağıran acı haykırışı kulağıma doldu.

 

Elimdeki telefon gürültüyle yere düşerken olduğum yerde öylece kaldım. Yere düşen telefondan Yavuz'un "Aras." diyen bağırışları yükselmeye devam ediyordu. Aynı adam aynı acı... İki elim göğüs kafesimi parçalarcasına sıkarken başımı iki yana sallayıp "Hayır, hayır.. Olamaz. Aras'a bir şey olmuş olamaz." diye sayıklamaya başladım.

 

Bu sefer olmazdı. Bu sefer beni bırakıp gidemezdi. Bu sefer... Bu sefer ölemezdi. Bizi onsuz bırakamazdı. Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu artık. Bu acıya ne kalbim ne de beynim dayanamıyordu. Kalbimde öyle bir ağırlık vardı ki sanki kan pompalamayı bırakmış ölümü bekliyordu. Beynim ise daha kötüydü. Kafamın içi önce karıncalandı, gerçeklik algımı yitirmeye başlamıştım.

 

Gözümün önüne soğuk gasilhanede ki Selim'in cansız bedeni geldi önce. Sonrasında da toprağına sarılıp onun sıcaklığını, gülüşünü hissetmeye çalıştığım an. Kaldıramazdım. Bir kez daha aynı acıları kaldıramazdım. Göğüs kafesimi daha sert bir şekilde çekiştirirken ciğerlerim yırtılırcasına "Arasss" diye bağırdım. Olduğum yerde dizlerimin üzerine çöktüm. "Aras n'olur beni bırakma. N'olur ölmüş olma."

 

EVET, BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. 🫣BEKLEDİĞİNİZ ŞEKİLDE BİR SON DEĞİLDİ DİYE TAHMİN EDİYORUM...🫣🤭

 

SENA'DA BİR GÜN MUTLU OLMADI DEĞİL Mİ? HAİN YAZAR MUTLULUĞU ÇOK GÖRDÜ.😅😅

 

BÖLÜMÜ BEĞENMİŞSİNİZDİR UMARIM. ♥️HAFTAYA GÖRÜŞMEK ÜZERE..🦋🦋

Bölüm : 31.10.2025 22:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...