35. Bölüm

CEHENNEM

Gizem Gültekin
gizeemikoo

YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN

 

BAŞTAN SÖYLEYEYİM ARAS BİRAZ SİNİR SİSTEMİNİZİ BOZABİLİR. BİR TEK BENCİLLİĞİ KALDI ONU AŞMASI İÇİNDE BU OLAYLARI YAŞAMASI GEREKİYOR. (Evet ilerleyen bölümlerde insana çevirdim kendisini🤭)

 

PAPATYA ÇAYINIZI HAZIRLAYIP BU BENCİL HERİFE BİRAZ DAHA SABREDİN☺️

 

Sena

 

Uyanmıştım. Bir anlık öfkeyle kabusa çevirdiğim hayatıma uyanmıştım. Her zaman olduğundan farklı olarak uyanmak istemediğim hayatıma uyanmıştım. Küçücük bir canın katili olarak açacaktım gözlerimi. Anne olmak varken katil olmuştum ben. En derinlerimde yeşeren filizi koparıp karanlığa mahkum etmiştim kendimi. Susmayan vicdanımla koca bir ömür geçirecektim. Bu sefer deliremeyecek kadar acı çekecektim belki de.

 

İçimde oluşan ağlama isteğini yok etmek için titreyen dudaklarımı birbirine sertçe bastırdım. Ağlayamazdım. Onu bu hayattan koparan benken ağlamaya hakkım yoktu. Arkasından yasını tutmaya bile layık değildim. İğrenç, bencil bir insandım ben. Kendi acımın, bebeğimin önüne geçmesine izin verecek kadar cani biriydim. Titrek, derin bir nefes aldım. Bedenim de ruhum da yorgundu. Midem bulanıyordu. Başımda ise narkozun sebep olduğu belli belirsiz bir sızı vardı.

 

Gözlerimi her ne kadar açmak istemesem de göz kapaklarım bana itaat etmeyerek yavaşça açıldı. Gözlerim tavanın detaylarına takılırken bu odanın klinik odası olmadığını anlamam zor olmadı. Bu oda Aras'ın odasıydı. Klinik odasında uyumuş onun odasında uyanmıştım. Burada ne işim olduğunu ya da nasıl gelmiş olabileceğim düşünceleri zihnimi ele geçirirken Aras'ın olanları öğrenmiş olma ihtimalinin endişesiyle hızla yataktan doğruldum.

 

Tam önüme bakıyordum ancak Aras'ın pencerenin önünde duran koltukta oturduğunu fark edebiliyordum. Yakıcı bakışlarını üzerimde hissediyordum. Dik tuttuğum başımı ona çevirdim. Ona bakmamla elinde bir bardak içki ile duran Aras'ın ateş saçan gözleri ile karşılaşmam bir oldu. Gözleri suratıma bütün nefretini öfkesini kusmaya yetmişti, sözlerine gerek bile yoktu. Mavi gözler kırmızıya çalmıştı. Kızgındı. Hem de çok kızgın. Ama kızmaya hakkı yoktu. Bu sonu onun yüzünden tercih etmiştim. Yatağına orospuları almak yerine acısını yaşasaydı şimdi ben, bebeğim ve Aras mutlu bir aile olabilirdik.

 

Bebeğim... Kalbime hançer saplandı. Bebeğim yoktu. Sebep ne olursa olsun ben onu öldürmüştüm. Ellerim istemsizce karnıma giderken gözlerim de dolmaya başladı. Aras'ın göz hapsinde tuttuğunu bildiğim bedenimi güçlü tutmaya çalışsam da nafileydi. Son dakika beni duymamış olmaları, onu benden almaları canımı yakıyordu ve kime karşı güçsüz gördüğüm zerre umurumda değildi.

 

"Sakın bana onun için üzüldüğünü söyleme ve sakın bana onu önemsediğini gösteren hareketler yapma." Sesin sahibi Aras'tı ama o kadar yabancı o kadar soğuk bir sesti ki konuşanın o olduğunu görmesem asla Aras olduğuna inanmazdım.

 

Bedenim öfkeden titrerken acıyla akan yaşlarım yerini sinirden akan yaşlara bıraktı. Sinirlenmesi, nefret etmesi gereken bendim ama öldürücü bakışlarıyla canımı yakmaya çalışan Aras'tı. Bu sözleri benim ona söylemem gerekiyordu onun bana değil! Onun şerefsizliğinin bedelini ödüyorduk! Hızlı atan kalbimi yavaşlatmak için derin bir nefes aldım. Biliyordum ki şu an konuşursam sözcükler boğazıma takılacaktı ve kendimi ifade edemediğim için haklıyken haksız duruma düşürecektim. Sakinleşmek ve zihnimi toparlamak için kısa da olsa zamana ihtiyacım vardı.

 

Sustum. Panik atağımın geçmesini beklemek için, zihnimin berraklaşması için sustum. Lakin o susmadı. Sessizliğimi suçluluk kabulü olarak gören Aras sert bir sesle "Ağlamayı kes Avukat. Onun canını almaya kalkmışken yüzsüz gibi onun için bir damla göz yaşı akıtmaya dahi hakkın yok." dedi. Tanıştığımız zamanlardan daha nefret doluydu sesi. Bakışları benden iğrendiğini bedenimin her ayrıntısında hissetmeme sebep oluyordu.

 

Benden iğreniyorsa evine neden getiriyordu? Sayısız kadını attığı yatağına neden yatırıyordu? Benim ondan iğrenmem gerekiyordu onun benden değil. Kendimi ona güçsüz gösteremezdim. Suçlu oyken karşısında aciz kalamazdım. Yüzümü hoyratça sildim. Kendimi toparlayıp sert çıkarmaya çalıştığım sesimle "Ne işim var benim burada?" diye sordum. Diliyle dişlerini ve hafifçe de dudağını yalarken güldü. "Nerede olmayı isterdin Avukat? Bebeğinin parçalanan cesedini gömmek için bulduğun bir mezarlıkta mı?"

 

Canım yanmıştı. Daha oluşamamış bir bedenin parçalarını gömme fikri canımı yakmıştı. Kendi bebeğimi kendi ellerimle öldürmüştüm. Peki kimin yüzünden? Karşımda hala haklı olduğunu savunan adam yüzünden.. Öfkem tırmanmaya başlamıştı artık. Haklı olan bendim ve bunu ona gösterecektim. Tiksinen bakışlarımı üzerinde gezdirirken "Beni bu sona sen mahkum ederken utanmadan beni mi suçluyorsun Aras Yiğitsoy?" deyip iki elimi hayret dercesine havaya kaldırırdım.

 

Bakışları daha da sertleşti. İşaret parmağımı yüzüne doğru sallayıp "Onun katili sensin." diye bağırdım. Elindeki bardağı duvara doğru fırlatırken oturduğu koltuktan da hızla kalktı. Duvara çarpan bardağın sesi büyük bir gürültü ile parçalara ayrılırken korkuyla yerimde sıçradım. Kükreyen sesi odanın içinde yankılanırken "Benim öyle mi Avukat? Bebeğimizin katili sensin." diye sorup duraksadı. Parmağını göğsüne doğru vurup "Ben değil." diyerek bana çevirdi "Sen."

 

Bendim ha! Ben! Yatağına başka kadın alan oydu. Alacağı dengesiz ve acımasız kararlardan korkmama sebep olan oydu ama katil bendim! Şartları eşitlemek için oturduğum yataktan ayağa kalktım. Yüreğim acıdan yanıp kavrulsa da önce bebeğimin hesabını sorup sonra yıkılacaktım. Önce bana yaşattığı, sebep olduğu acının hesabını verecekti.

 

"Benim olduğumu nasıl söylersin!!" Ellerimi hışımla göğsüne vurdum. "Bebeğimizin olacağı müjdesini vermek için tekneye yanına geldim. Beni ruju yüzüne bulaşmış, saçları dağılmış, üzerinde senin gömleğinle sevişmekten memnun olan bir orospu karşıladı. Sen değil bir orospu! Buna rağmen suçlu benim öyle mi?"

 

"Öyle" diye kükredi. Yüzündeki bütün damarlar açığa çıkmıştı. Alnının üzerindeki damar seğirirken kırmızı görmüş boğa gibi soluyordu. "Çünkü onunla aramda bir şey geçmedi Avukat. Aynı havayı bile solumadım."

 

Yalan söylüyordu. İşlediği günahtan sıyrılmaya çalışıyordu. Başımı iki yana sallarken sinirle güldüm. "Sana inanmıyorum. Suçunun üzerini kapamaya çalışıyorsun. Bebeğimizin sorumlusu olarak beni ilan etmeye çalışıyorsun." Odanın işinde volta atarken elimi saçlarımın arasına geçirip çekiştirdim. "Sen orada zevkten inlerken ben burada acıdan kıvranıyordum. Sen sevişme sonrası duşunu alırken ben yağmurun altında sana olan öfkemi haykırıyordum."

 

"Allah kahretsin ! Zevkten falan inlemedim ben!" diye bağırdı. "Yapamadım anlıyor musun? Onu kendi ellerimle çağırdığım halde, seni bütün hücrelerinden kazanmak istediğim halde yapamadım. Buket tekneye bindi ben tekneden çıktım. Sana geldim. Evinin önünde durup beni ikna etmen için seni affetmeni sağlaman için sana geldim. Bir süre sokakta bekledim sen gelmeyince de çiftliğe geçtim."

 

Dudağından dökülen her cümle ile dirayetimi kaybediyordum. Gözlerine dikkatle baktım. Yalan söylemiyordu. Bakışları her şeyi anlatıyordu. O kızla arasında bir şey geçmemişti. Peki olanlar nasıl olmuşu? Her şeyi yanlış anlamış olamazdım. Mümkün değildi. "O orospu.." duraksayıp derin bir nefes aldım. "Peki Buket'in hali neydi?"

 

Kalbimin üzerine çöken bir nefretle gözlerime bakarken "Bilmem. Her şeyin hesabını soran Sena Eroğlu bunun hesabını nasıl sormadı? Her şeye cevabı olan, kafasından kurduğu şeylere inanan Sena Eroğlu'nun buna nasıl verecek bir cevabı olmadı?" diye sordu. Haklıydı. Basıp gitmek yerine tekneyi yakıp yıkmalıydım. İkisini de o tekneye gömmeliydim. Lakin yapamamıştım işte bir şey bana engel olmuştu.

 

Bir an için gözleri sitem ve hüzünle baktı. "Teknenin kapısından içeriye girip bana bir tokat atıp hesap sormak bu kadar mı zordu! O tekneyi başıma geçirip hesap sormak bu kadar mı zordu?" Bakışları alaya büründü. Yüzünde küçümseyici bir ifade belirdi. "Ama sen sormazsın değil mi? Kafanda saçma sapan şeyler kurar ona inanırsın! Çünkü sen her şeyin en iyisini bilirsin! Çünkü kimse senin canını yakamaz bedelini düşüncesizlik yaparak ödetirsin!" Alaycı ses tonu ile bu kadar öfkeli ama bir o kadar da sakin ve umursamaz konuşması canımı sıkıyordu.

 

Evet, hesap sormam konusunda haklıydı ama o sürtüğü de yatağıma çağıran ben değildim. Kız o halde kapıyı açmışken ne diyebilirdim ki? Ateş püsküren gözlerimi gözlerime sabitledim. "Ne diyecektim Aras? Pardon seksinizi bölüyorum ama ben hamileyim mi diyecektim!! Ne dememi bekliyordun?"

 

Gözlerindeki kırmızılık artarken "Evet" diye kükredi. Sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki odanın içinde dalgalanarak yayılışını tenimde hissettim. "Gelip soracaktın! Ben senin karnında çocuğunu taşırken sen nasıl böyle bir şerefsizlik yaptın diyecektin!! Gerekirse orada çekip beni vuracaktın ama önce gelip soracaktın Avukat!! Ben nasıl Savcı bana geldiğinde gelip sana hesap sorduysam sende soracaktın!!"

 

Dişlerini alt dudağına geçirip başını sallarken alayla güldü. "Ama sen benim aşkıma o kadar güvenmiyorsun ki sorgulama gereği bile duymadın. En basit olanı seçtin. Gidip bebeği aldırıp her şeyden kurtulmayı seçtin." Bedenimin zangır zangır titrediğini hissediyordum. İthamlarını hak etmiyordum. Bebeğimi aldırmak mı kolayı seçmekti? İçimde yanan yangınları bilmeden nasıl böyle konuşabilirdi? "Senin basit dediğin şey benim senelerce hayalini kurmaya bile korktuğum şey. Senin basit dediğin şey benden bir parça."

 

Elim karnıma giderken orada olan boşluk içimi yaktı. Aras'ın nerede olduğumu sorduğumda söylediği cümleler aklıma gelince boğazıma bir yumru oturdu. Gözyaşlarım usulca süzülürken kendimi ifade edebilmek için derin bir nefes aldım. "Bebeğimin nerede? Onu nereye göm.." cümleyi tamamlamaya gücüm yetmedi. Ondan vazgeçmeme haklı sebebim olsa da minik mucizemin mezarını soracak cesaretim yoktu. Cümleyi tamamlamaya kalbim izin vermiyordu.

 

"Umursamaya mı başladın?" Ağzından çıkan sözler bu kadar umursamaz ve soğuk olduğu halde nasıl da kalbimi yakıp kül edebiliyordu? Bebeğimizi umursamadığımı düşünüyordu. Uyandığımdan beri sadece yaşamak için nefes almaya başladığım halde onun için üzülmediğimi düşünüyordu. Sesime yansıyan siniri kontrol edemeyerek "Her zaman umursadım Aras!" diye bağırdım.

 

"İyi bundan sonra da umursamaya devam et!" deyince ne dediğini anlayamadım. Aldırdığım bebeği umursamaya nasıl devam edecektim ki? Gözlerim kısılırken "Nasıl yani?" diye sordum. İrileşen göz bebeklerini gözlerime dikti. "Karnındaki bebeğime iyi bak Avukat. Eğer burada duruyorsan karnındaki bebeğime dua et." Elim karnımı daha da sıkı kavrarken şaşkın gözlerim Aras'ı buldu. Ölmemiş miydi? Yaşıyor muydu? Hala orada duruyordu öyle mi?

 

Yüz ifadesinde söylediklerinin aksi bir şey görememiştim. Bebeğim buradaydı. Beni duymuşlar onu almamışlardı. Sevinçten çığlık atıp olduğum yerde tepinmek istiyordum. Bebeğim hala benimleydi ve ben sevinçten delirebilirdim. Kalbim yerinde çıkacakmış gibi atarken "Hala karnımda mı?" diye sordum. Kinayeli sesiyle "Katil annesine rağmen evet. Bebeğim hala karnında." cevabını verdi. Bebeğim mi demişti? Bizim bebeğimizden sadece kendisine ait gibi mi bahsetmişti? Bütün heyecanımı bıçak gibi keskin sözleriyle öldürdü.

 

Gözlerim şaşkınlıkla kısılırken şaşkınlık dolu sesimle "Bebeğin mi?" diye sordum. Yüzü mermer kadar sert ve ifadesizdi. Sevdiği kadına değil de sanki düşmanına bakıyordu. Ne konuştuğunun farkında değildi. Karnımdaki bebek ikimize aitti ve o sadece kendisininmiş gibi konuşuyordu. Şaka yapıyor olmalıydı. "Bana ait olan bir canı almaya kalktın Avukat. Bana ait bir parçadan vazgeçtin."

 

"Bana değil bize." diye hırsla bağırdım. "Bebeğimizden sadece sana aitmiş gibi bahsetmekten vazgeç." Tamam benim hatam vardı ancak Aras'ta suçluydu. Eğer o kızı tekneye çağırmasaydı bende yanlış anlamayacaktım, işlerde bu noktaya gelmeyecekti. Şimdi beni günah keçisi ilan edip bu işten sıyrılamazdı. "Ayrıca kızı tekneye çağıran sensin. Onunla yatak fantezisi kuran yine sensin! Tek beni suçlu ilan edemezsin!"

 

Güldü. Öyle soğuk ama bir taraftan da öyle iç yakıcı güldü ki boğazımda bir şey düğümlendi. Nefes almamı engelleyen bir şey. "İlk olarak sadece bana ait Avukat. Sen ondan vazgeçtiğin an onun üzerindeki bütün haklarından da vazgeçtin. Artık aranızda bir bağ yok!" Parmağını yüzüme doğru salladı. "İkinci olarak ben seni aldatmış olsaydım bile bu bebeği aldırman için geçerli bir sebep değildi. Yavuz'a bebeği düştü gösterip bu memleketten siktir olup giderek onunla istediğin standartlarda istediğin şekilde hayat kurabilirdin. Sense onu öldürmeyi tercih ettin."

 

Söylediği her cümlenin haklılığı yaşamam için atan kalbimi öldürüyordu. Düşüncesizce hareket etmiştim, kontrolümü kaybedip saçma sapan kararlar almıştım ancak bedeli bebeğimi kaybetmek olamazdı. Olmamalıydı. Sesimin titremesine engel olmaya çalışırken "Ne.. ne demek o?" diye sordum.

 

"Şu demek; bebeği doğurduğun gün hayatımızdan siktir olup gideceksin" deyince gözlerim kocaman açıldı. Ne dediğinin farkında mıydı? Beni bebeğimden ayırmayı nasıl düşünebilirdi? "Onu asla görmeyeceksin, hayatı ile ilgili en ufak bir bilgiye sahip olmayacaksın Avukat. Bebeğini öldürmek isteyen annenin layık olduğu sonda bu olmalı değil mi!!" diyerek bıçak yarası bırakan sözlerini bitirdi. Göz yaşlarımın yüzümü ıslatmasın izin verdiğim kısacık zamanda yutkunup "Yapamazsın" diyebildim. Yapabilirdi biliyordum. Ama yapmamalıydı, minicik bebeğimi benden almamalıydı.

 

Güldü. "Öyle bir yaparım ki! Benim senden bebeği alacağımı düşündüğün için aldırmaya kalmadın mı? Bana güvenmediğin için ondan vazgeçmedin mi?" Ağlamalarım hıçkırığa dönüşürken "Ama, ama ben" diyebilirdim. Elini kaldırıp konuşmamı kesti. "Ama sen yok Avukat. Madem bunlar benden beklediğin şeyler bende beklentini yerine getiririm." dediğinde yerin ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Düşmemek için solumda duran komedine dokundum. Halim Aras'ın umurunda bile olmadı. Donuk bakışlar ve tepkisiz yüz ile bakmaya devam etti.

 

"Aras yapma." Sesim yalvarırcasına çaresiz çıkıyordu. Aras ise bu halimden zevk alıyordu. Dudakları yukarı doğru kıvrılırken şeytani bir gülümseme ile gözleri parladı. Parlama bir anda ateş saçan gözlere dönüştü. "Ben değil sen yaptın Avukat. Şimdi neden olduğun cehennemde yanma zamanı." dedi.

 

"Yanarım. Nasıl istersen yanarım. Yalvarırım benden bebeğimi alma Aras. Onu benden ayırma." Bakışlarında Selim'i bulamayacağımı bildiğim için en azından aşkla bakan Aras'ın kırıntılarını aradım. Yoktu. Okyanus mavisi gözlerde çıkan kasırganın içimi üşüten etkisi dışında bir şey yoktu. Sert bir sesle "Tek suçlu ben değilken bütün cezayı bana kesme." diye bağırdım.

 

Dudakları aşağı doğru büzülürken ritmik bir şekilde başını salladı. "Haklısın bende hatalıyım." deyince anlaşıldığımı düşünüp bir anlığına da olsa rahatladım. Bana hak vermişti. Suçun ikimize ait olduğunu oda anlamıştı. "Ama atladığın bir şey var;" diye söze başladığı an bütün rahatlamam buhar olup uçtu. "Ben cezayı sana keserken sen doğmamış bir bebeğe kestin. Daha önce de söylediğim gibi eğer çekip beni vursaydın bile kıskançlıktan yapmıştır der sana hak verirdim. Şimdi ise.." cümlesini tamamlamadan sustu. Aynı şeyleri söylemekten sıkılmıştı.

 

Kalbim sıkıntıyla kasılırken "Haklısın. Ne desen ne söylesen haklısın. Yanlış yaptım. Düşüncesizce davrandım. Ama bunlar bebeğimi alman için yeterli sebepler değil Aras. Beni ömür boyu yanacağım bir ateşe atman için yeterli değil. Beni buraya mahkum edemezsin. Beni bu ateşte yakamazsın." dedim.

 

"Senin cehennemin 9 ay boyunca onu içinde hissedip onsuz kalmak Avukat. Nasıl beni onsuz bırakmakla cezalandırmaya kalktıysan senin cezanda onsuz kalmak." Kararlıydı. Beni bebeğimden ayırmakta kararlıydı. Yaptığım hatanın bedelini onlarsız kalarak ödetecek kadar da acımasızdı. En acısı da söylediği her şeyde haklıydı. Sözlerinin doğruluğu kalbimi delip geçiyordu.

 

Sesindeki öfke tenimi yaktı. Nefesim düğümlendi. Kalbim ağaçta rüzgar karşısında titreyen kuru yaprak misaliydi. "Aras ölürüm. İkiniz olmadan ölürüm." Hıçkırıklarım konuşmamı engellerken durup derin bir nefes aldım. " Bebeğimi benden alma ne olur. Seni kaybettim ama onu kaybetmemek istemiyorum."

 

En ufak merhamet belirtisi oluşmadı. Gözleri derin, karanlık, korkutucu bir alevle yanıyordu. İşaret parmağını yüzüme doğru sallayıp "Karnındaki bebek olmasaydı çoktan ölmüştün Avukat. Seni kendi ellerimle öldürmüştüm." diyerek darmadağın olmama sebep olan cümleyi söyledi. "Ve yine söylüyorum sen onu aldırmaya karar verip o masaya yattığında kaybettin!! Şimdi ağlamayı kes!""

 

 

Kendimi savunmak için avuç içimle hızla burnumu silip söze girdim. "Ben... Ben vazgeçtim. Onlara söyledim. Vazgeçtiğimi onlara söyledim. Onlarda durdular. Bebeğimi almadılar." Kelimelerin ağzımdan mantıksız bir sıra ile döküldüğünün farkındaydım ama şuan önemli olan nasıl sıralandığı değil işleviydi.

 

 

Başını iki yana salladıktan sonra öldürücü darbesini vurmak için acımasızca yüzüme baktı. İki yaptığı parmağını yüzüme doğru sallayıp "2 dakika Avukat! 2 dakikaaa!! Eğer iki dakika daha geç kalsaydım bebeği alacaklardı. Eğer iki dakika daha geç kalsaydım sen o masum canı öldürmüş olacaktın!!" dedikten sonra duraksadı. Alev alan gözlerinden üzerime ateş okları yağdırırken "Beni canilikle suçlayan kadın kendi bebeğinin katili olmaya kalktı. Senin benden ne farkın var Sena? "diye sordu.

 

Kum kaçmış gibi yanan gözlerimden akan yaşları derinlerimde hissetmek için gözümü kapattım. Ağzımda bir şeyler gevelesem de verebilecek bir cevabım yoktu. Farkımız yoktu. Hatta ben ondan daha günahkar olan taraftım. O düşmanlarının, bense bebeğimin katili olacaktım. Canımdan canı yok etmek için aptalca davranmıştım. Aras yetişmeseydi küçük mucizemden sonsuza kadar ayrı kalacaktım. Mezarına gitmeye bile yüzüm olmayacaktı. Aptaldım ben aptal!! Gidip Aras'tan hesap sormak yerine o orospunun oyununa gelmiştim. Ona bunun hesabını fena soracaktım. Tabi buradan kurtulmayı başarabilirsen.

 

Sessizliğimi fırsat bilen Aras bıçağı böğrümün tam ortasına saplayarak "Ben söyleyeyim. Benim öldürdüğüm insanlar burnuna kadar boka batmış, adi, şerefsiz mahluklar. En önemlisi de düşmanlarım." deyip sinirle gülümsedi. "Ama senin öldürmeye çalıştığın masum bir bebek! Bizim bebeğimiz!!!" Bu kadar acımasız olmak zorunda mıydı? Bu kadar ağır konuşup canımı yakmak zorunda mıydı? Haklı bile olsa beni bin parçaya bölmek, günahımı yüzüme vurmak zorunda mıydı?

 

"Özür dilerim." Yüzüne bakmaya yüzüm olmadığı için bakışlarımı kaçırarak söylemiştim. Böyle büyük bir hatayı özrün telafi edemeyeceğini biliyordum lakin elimden de başka bir şey gelmiyordu. Sustu. Tek bir kelime söylemedi. Suskunluğunu merak edip yüzüne baktım. Gözlerinde ilk kez öfke değil de hayal kırıklığı görünürken "Asıl ben özür dilerim Avukat. Sana bu kadar güvenmemem lazımdı. Seni dinlemeyip korunmam lazımdı." dedi.

 

Korunmadığı için özür dilemişti. Benim farklı olduğumu hissettirdiği için özür dilemişti. En çokta canımı bu söyledikleri yakmıştı. Sakin bir tonlamada söylenen ağır kelimeler... Pişmanlığımı görmesi için nelerimi vermezdim? Nasıl acı çektiğimi anlaması için nelerden vazgeçmezdim? Acımı anlatmam lazımdı. Beni anlaması lazımdı. Acı içinde kıvranırken titreyen sesimle "Aras.." derken nefret dolu bakışları kelimeleri ağzıma tıktı. Söyleyeceğim ne varsa unuttum.

 

"Yapacağın açıklama umurumda değil Avukat!" dedikten sonra odadan çıkmak için ilerledi. Kapının önüne gelip kapı koluna elini attıktan sonra açmaktan vazgeçip benden tarafa döndü. "Hazırlan yarın yıldırım nikahı ile evleniyoruz. Düğün yok, gelinlik yok, eğlence yok!! Sonrasında da burada benimle kalıyorsun." Karanlık bir ifade ile yüzümü süzdü. "Nikah sonrasında bu odada kalacaksın. Evden dışarıya çıkmak, benim iznim olmadan birileriyle konuşmak, benim iznim olmadan eve birini çağırmak ya da senin birinin yanına gitmen de yasak."

 

Mahkum muydum ben? Cezaevine düşmüştüm de haberim mi yoktu? Yanlış bir karar vermiştim ama bedeli bu kadar ağır olmak zorunda mıydı? Bana sormadan evlilik kararı almıştı. Bana sormadan evinde yaşamamın kararını almıştı. Bana sormadan benim hayatımı kendi hayatıymış gibi elinde oyuncak etmeye kalkıyordu. Buna izin veremezdim. Beni öldüreceğini de bilsem burada onun istediği şekilde kalamadım. Yüzüme dahi bakmayacak, benden kurtulacağı günü iple çekecek bir adamın evinde yaşamak istemiyordum.

 

Sesimi güçlü tutarken omuzlarımı da dikleştirdim. "Kaçarım!" Parmağımı yüzüne doğru salladım. "Eğer beni bu evde mahkum edersen kaçarım. Onu benden almaya kalkarsan yine kaçarım. Beni asla bulamayacağın bir yere giderim. Beni yakmak isterken kendin yanarsın."

 

Dilini dudak ve dişinin üzerinde gezdirirken güldü. Başını iki yana sallayıp gülümsemesinin yüzünde yayılmasına izin verdi. Sonra bir anda ciddileşti. "Dünyanın öbür ucuna da gitsen seni bulurum Avukat. Seni bulur bebeğimi senden alırım." Sesi orta tonda olmasına rağmen fazla tehditkardı. Ürkmedim desem yalan söylemiş olurdum.

 

"Cezaevine mi düştüm Aras! Hata yaptım diye mahkum mu oldum?" derken sesim yükseldi. Umursamazca burnunu kırıştırdı. "Sen cezaevi görmemişsin Avukat! Görseydin buranın cezaevi olmadığını anlardın." deyince sözlerinin bittiğini düşünsem de karanlıkla parlayan gözleri haksız olduğumu gösterdi. "Ayrıca kaçma fikrini aklımdan çıkar. Çünkü seni bulduğum andan itibaren ne böyle bir odada kalmana izin veririm ne de sana hizmet edecek insanların bu evde durmasına. Yapayalnız 7 ay geçirirsin!!"

 

Kararlı gözlerini üzerimden çekerken bana baktığında bulanan midesini apaçık belli etmişti. Vereceğim cevabı beklemeden kapıyı çarpıp çıktı. Çarpılan kapının şiddeti duvarları sallayacak kadar fazlayken sallanan duvarlar üzerime yıkıldı. Enkazın altında kalmıştım. Kalbim dışında da hiç hasarım yoktu. Gözlerimin karardığını anlayınca düşmemek için komedine tutundum. Derinden bir kaç nefes almaya çalıştım ama başaramadım. Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu.

 

Yavaş adımlarla yatağa doğru ilerledim. Yatağa oturup sırtımı baza başlığına dayadım. Dizlerimi karnıma çekip başımı arasına gömerek ciğerim sökülürcesine ağlamaya başladım. Nasıl bu kadar aptal olabilirdim? Nasıl Aras'a hesap sormadan kafamda kurduğum şeylere inanabilirdim? Ben Avukattım. İşim şüpheyleydi. Erken hüküm vermek benim mesleğime de kişiliğime de ters olan bir şeyken nasıl düşüncesiz davranabilmiştim?

 

Nefes almam zorlaşınca elimi göğsümün üzerine götürüp derin nefes almaya çalıştım. Ciğerlerime aldığım her nefeste göğsüm daha da daraldı. Yataktan kalkıp pencereye yöneldim. Düşmemek için dikkatli olurken bir taraftan da hızlı olmaya çalışıyordum. Titreyen ellerimle pencere kulpunu çevirdim. Soğuk rüzgar odaya dolarken sert bir şekilde yüzüme çarptı. Burnum daha ilk saniyeden üşümeye başlasa da umursamadım. Derin bir nefes alarak havayı ciğerlerime çektim. O kadar soluksuz kalmıştım ki aldığım nefesin ciğerimin en ücra köşelerine dahi ulaşmasını istiyordum.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes daha aldıktan sonra titreyen ellerimi pervaza yerleştirdim. Göz kapaklarım usulca açılırken evin etrafına baktım. Hiç kimse yoktu. Kapıdaki korumalar ve evin etrafını çevreleyen ağaçlar dışında en ufak bir yaşam belirtisi yoktu. Kuşlar bile bu lanetli evin üzerinde uçmamaya yemin etmiş gibiydi.

 

Acı dolu sesimle "Ben ne yapacağım?" diye mırıldandım. Ben, bu cezaevinde ne yapacaktım? Kimseyi görmeden, dışarıya çıkıp sahilin tuzlu kokusunu ciğerime çekmeden 7 ay boyunca nasıl yaşayacaktım? Pervazda ki sağ elimi çektim. Titreyen ellerimin şiddeti artarken dolan gözlerimden akan yaşlara izin vererek elimi karnıma doğru götürdüm.

 

"Sende baban gibi düşünüyorsun değil mi? Sende onun gibi bana çok kızgınsın. Senden vazgeçtiğim için, düşüncesiz davrandığım için, o masaya yatarak ölümünü onayladığım için belki de benden nefret ediyorsun." Akan gözyaşlarım önümü bulanıklaştırırken boşta olan sol elimin tersiyle gözlerimi sildim. Titrek bir nefes verip "Özür dilerim bebeğim. Daha ilk dakikadan sana iyi anne olamadığım için özür dilerim. Senden vazgeçtiğim için özür dilerim. Sen onca insan arasından beni seçip hayatıma ışık olmaya çalışırken seni karanlığa mahkum etmeye kalktığım için özür dilerim." dedim. Yüreğimde ki ağrı o kadar büyüktü ki kelimeler daha fazla dilimden dökülmüyordu.

 

Vicdan azabı yüreğime ok gibi batarken rahat bir nefes dahi alamıyordum. Aras haklıydı. Ben bu sonu kendi ellerimle yazmıştım. Bu dört duvar arasında kalmayı hak etmiştim. En acısı da bebeğim olmadan kalmayı da hak etmiştim. En büyük haklılığı ise en ağır olanıydı. O masaya yatıp bebeğimden vazgeçtiğim an, ona karşı olan her şeyimden vazgeçmiştim.

 

Bedenim olanlara daha fazla dayanamayacağının sinyalini verirken açık pencereyi kapatmadan yatağa doğru ilerledim. Aras'ın uyuduğu tarafta uyumak istiyordum. Şu an tek ihtiyacım olan onun kokusuydu. Parfümünün yanımda olmamasına lanet etsem de onun odasında uyuduğumu bilmek azda olsa iyi geliyordu.

 

Battaniyeyi kaldırıp yatağa uzandıktan sonra başımı Aras'ın yastığına koydum. Erkeksi kokusu burnuma dolarken derin bir nefes daha aldım. Onunla ama onsuzdum. Dokunabileceğim kadar yakın ama kilometrelerce uzaktı. Yaşlarım yastığı ıslatma işlemine başlamışken derin bir nefes daha alıp iki elimle akan yaşları sildim.

 

Sürekli ağlayamazdım. Evet, olanlar kötüydü. Çok kötüydü. Ancak kendimi yıpratmaya devam edemezdim. Ağlamayı bir kenara bırakmam lazımdı. Karnımdaki mucize için en azından bu kadarını yapmalıydım. Onun için ne olursa olsun güçlü durmak zorundaydım. Çünkü gerçek anneler böyle yapardı. Evlatlarının canını kendi canından önde tutardı. Bende o gerçek annelerden olacaktım.

 

Ayrıca Aras'ı bu karanlığa sürükleyenlerden birisi de benken biz olmaktan hemen vazgeçemezdim. Şansımı deneyecektim. Ne kadarına dayanabileceğimi bilmesemde sabrımın son raddesine kadar biz olmak için çaba harcamaya devam edecektim. Ulaşabileceğim iki sonuç vardı; ya Aras'ın karanlığını yok edecektim ya da bebeğimi de alıp buralardan defolup gidecektim.

 

Kararlı çıkan sesimle "Baban bana istediği kadar kızabilir meleğim. Ne söylese haklı ama bilmediği bir şey var; ben Sena Eroğlu'yum. Tam 13 yıl boyunca onu öldü bildiği halde aşkından vazgeçmeyen kadınım. Şimdi hem seni hem babanı bulmuşken ölüm dışında beni sizden kimse ayıramaz. Ne kadar sürer bilmiyorum ama 7 ay dolmadan babana kendimi affettireceğim ve sen neler olduğunu anlamadan biz mutlu bir aile olacağız." dedim.

 

Bunu hem küçük meleğime söylemiştim hem de kendime. Biliyordum. Başarabilirdim. Aras'ı tekrar kazanabilirdim. Çok çaba harcamam gerekecekti. Kan kusup kızılcık şerbet içtim diyecektim. Öldürücü bakışlarını üzerimde hissedecektim. Ama vazgeçmeyecektim. Onu kazanana kadar elimden geleni yapacaktım. Aras hayatıma girmeden önce nasıl tuttuğumu koparıp, kafama koyduğumu yapıyorsam yine yapacaktım.

 

Yatakta dikleşip sırtımı başlığa dayadım. Ellerim karnımda minik dokunuşlarla gezerken dudaklarım küçük bir gülümseme ile kıvrıldı. "Meleğim, senin cinsiyetin ne acaba?" Elimi çeneme götürüp ritim tutmaya başladım. "Kaçınca aydan sonra cinsiyetini öğrenebilirim ki? Annen gibi deli bir kız mı olacaksın yoksa baban gibi hırçın bir erkek mi olacağını ne zaman gösterirsin acaba bana?"

 

Yüzüm memnuniyetsizlikle buruştu. "Bebeğim lütfen erkek olursan babana benzeme. Daha doğrusu babanın bu haline benzeme. Daha doğrusu sen babana benze lakin" Yüzümde derin bir gülümseme belirdi. "Selim haline benze. O kim diye sorma meleğim çünkü baban olduğunu söyleyince "Anne sen delirdin mi? Benim babamın adı Aras değil mi?" diye sorman muhtemel. Merak etme sana hepsini tek tek anlatacağım malum zamanımız uzun ve sen içerde ben dışarıda mahkumuz."

 

Son söylediğim cümleyle içim burkulsa da kendimi hızla toparladım. Düşen enerjimi yükseltip "Her neyse bebeğim sonuç olarak bilmen gereken tek şey erkekte olsan kızda olsan babanın masum tarafına benze. Onun gibi merhametli, vicdanlı, düşünceli ol olur mu?" dedim. Hızlı bir nefes verdim.

 

Ne konuşacağımı bilemezken aklıma gelen şeyle yüzüm aydınlandı. "Ha birde eğer erkek olacaksan amcana benzemeni çok isterdim. Tabi sen onu daha tanımıyorsun ama doğunca tanıyacaksın ve eminim çok seveceksin. Baban kadar olmasa da çok yakışıklı bir beyefendidir kendisi. Tıp okuyan mafya babası olmasını saymazsak gayet aklı başında birisi. Sevdiklerini kendi canını hiçe sayma pahasına koruyor. Ayrıca tam bir mantık abidesi."

 

Gözlerim tavana kayarken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam arada mantıksızlık yapıyor. Özellikle de söz konusu teyzen olunca. Ahh meleğim birbirine bu kadar aşık ama korkuları yüzünden bu kadar uzak başka çift yoktur." Karnımı kucaklarcasına sarıldım kendime. "Renkli ve bir o kadar da kaosun hakim olduğu geniş bir aileye doğacaksın meleğim. Kime benzersen benze ne olursan ol, seni sen olduğun için sevecek insanlarla olacaksın."

 

Derinlerden bir ses "Bu ailenin içerisinde sen olmayacaksın. Onun büyüdüğünü göremeyeceksin." diye avazı çıktığı gibi bağırırken onu susturmaya çalıştım. Onu duymamam gerekiyordu. Onun canımı yakmasına izin vermemem gerekiyordu. Verdiğim savaşı kazanana kadar daha önce delirmeme sebep olan hiçbir şeyi duymamam gerekiyordu.

 

Akmaya hazır olan yaşlarımı geri ittim. Kendime gelmek için odaya dolan soğuk havayı ciğerlerime çektim. Biraz da olsa zihnimde ki sis dağılırken mutlu şeyler düşünmeye çalıştım. Gülümsemem yüzümde yayılırken başımı iki tarafa salladım. "Eğer kız olursan da sakın bana benzeme. Sen kendine Yeliz teyzeni örnek al. Niye sen değil de o diye sorma söyleyemem." Derin bir nefesi burnumdan alıp ağzımdan verdim. "Kısacası meleğim sanırım sen fazla sevgiden şımaracaksın. Aşırı sevgi boğulması yaşayacaksın. Çünkü Hamdi Deden ve Esma Babaannen de tıpkı teyzen Yeliz ve amcan Yavuz gibi seni şımartacak."

 

Başımı geriye atıp "Bu kadar şımartılan bir bebeği nasıl düzgün yetiştirebilirim ki! Benim hayır dediğime onlar evet derken ben seni nasıl terbiyeli yetiştireceğim?" dedim. Dudaklarım kapalı halde büzüşürken burnumu kırıştırdım. "Neyse bunu sonra düşünürüz. İlk hedef babana kendimi affettirmek ama daha öncesinde" derken esnemeye başladım. "Sanırım uyumamız gerekiyor miniğim."

 

Yastığı düzeltip başımı üzerine yerleştirdim. Üzerinde tır geçmişçesine yorulmuştum ve saat daha 9 buçuk olmasına rağmen uykum gelmişti. Ağırlaşan göz kapaklarımın kapanmasına izin vererek kendimi anne şefkati ile karşılayan uykunun kollarına bıraktım.

 

🦋🦋🦋🦋🦋

 

Sahil kenarındaydım. Güneş batmak üzereydi. Kucağımdaki bebeği uyutmak için kollarımın arasında sallarken gözlerimi denizden çekip bebeğe çevirdim. Elleri çırpınırken gülümseyerek bana baktı. İçim ısındı. Kalbimden aşağıya bir şeyler aktı gitti. Demek ki evlat böyle bir şeydi. Bir ömür hissetmediğin huzuru onu kucağına alınca hissetmekti. Bir gülüşüyle dertten kederden sıyrılmaktı.

 

Bebeğimin yüzüne dikkatle baktım. Gözleri tıpkı Aras'ın ki gibi maviydi. Benim gözlerim de maviydi ama Aras'ın ki mavinin başka bir tonuydu. Yanımda olduğunu yeni fark ettiğim Aras "Güzelim" diye seslenince başımı hızla ona çevirdim. Dudaklarında derin bir gülümseme varken gözlerimin içine aşla bakıyordu. Üzerine giydiği birkaç düğmesi açık olan beyaz keten gömlek rüzgarda salınınca hayran gözlerle ona bakmaya devam ettim. "Hala gözlerimin.." deyip duraksadıktan sonra çenesiyle kucağımdaki bebeği işaret etti. "Gözlerinin farklı bir tona sahip olduğunu mu düşünüyorsun."

 

Bu bir rüya olmalıydı. Aval aval yüzüne baktığımı görünce cevap bekleyen kaşları havalandı. Konuşmayı unutmuştum resmen. Güç bela "Evet.. Çünkü farklı.." diyebildim. Güldü. Beni kendine tekrar tekrar aşık edecek kadar etkileyici güldü. Göz ucuyla kucağımdaki bebeğe bakıp "Acaba ne zaman uyuyacak? Okyanus gözlü bebeğim dalga sesiyle uyur dedin diye buraya geldik ama baksana ufaklığın uyumaya niyeti yok." dedi.

 

Bakışlarımı Aras'tan güçlükle çektim. "Annecim, sen uyumayacak mısın hala? Deniz havası da mı uyumanı sağlamadı?" derken gözleri hareket eden dudağıma takıldı. Elini yüzüme doğru uzatıp minicik parmakları ile çeneme dokununca gözlerimi kapatıp huzurlu bir nefes aldım. Minik mucizem kucağındaydı.

 

Dudaklarındaki gülümseme arttı "Acaba sana ninni mi söylesek" derken gözlerimi yavaşça açtım. Bakışlarımı kucağımdaki bebeğe çevirdim ama yoktu. Bir saniye önce kucağımdayken şimdi yoktu. Telaşla yanımdaki Aras'a döndüm oda gitmişti. Biraz önce günlük güneşlik olan hava birden bozdu. Saçlarımı birbirine katan sert rüzgar eserken yerimden kalktım. Bebeğimi ve Aras'ı görmek için etrafta koşuşturmaya başladım ikisi de yoktu. Sanki saniyeler önce buralarda değillerdi. Delirmek üzereydim. İkisini de kaybetmiş olamazdım.

 

Şiddetli esen rüzgarın etkisiyle gözlerim kısıldı. Kumlar etrafa sarılırken kolumu başımın üzerine siper ettim. Baktığım yerde fark ettiğim hareketlilikle gözlerim daha da kısıldı. Aras, aynı anda içimi hem yakan hem üşüten bir gülümseme ile yüzüme baktı. Sonrasında da kucağımdaki bebeğimizle arkasını dönüp gitti. Bebeğimizi alıp gidiyordu. Söylediği gibi onu benden alıyordu, beni onsuzluğa mahkum ediyordu.

 

Onu durduramam gerekiyordu. Bu mutluluğu bir kez tatmışken onlarsız kalmamam gerekiyordu. Onlara yetişmek istedim ama esen şiddetli rüzgar izin vermedi. Bedenim soğuk rüzgarın etkisiyle titrerken acımı kusmak için bile ağlayamıyordum. Gitmemeleri için bağıramıyordum. Çaresizlikle kıvranmak dışında elimden bir şey gelmiyordu.

 

Esen rüzgarın nefesimi kestiğini hissettim. Ölüyordum sanki. Çırpınırken bir ses duydum uzaklardan. Birisi adımı sesleniyordu. Çok yakın ama bir o kadar da uzak bir ses. Karanlığın içinden çekilirken gözlerimde yavaşça açıldı. İçime sığmayan nefesimi arka arkaya alırken doğrulmaya çalıştım ama başaramadım. Her yerim ağrıyordu. Yataktan doğrulmaya yarayacak olan bileklerime kalkmak için baskı yaparsam kırılacaktı sanki.

 

Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. Dilim damağım kurumuştu. Yutkunmanın bir etkisi olmadı. Su içmem gerekiyordu. Kocaman bir bardak su, çölde kalmışçasına kavrulan bedenime iyi gelecekti. Ama kalkıp kim alacaktı o suyu? Bedenim bana itaat etmeyi çoktan bırakmış gibi davranıyordu. Kabustan kurtaran ses geldi aklıma, odada biri olmalıydı. Yeliz ya da Yavuz gelmiş olmalıydı. Aras benden nefret ettiği için değil odaya gelmek kapının önünden bile geçmezdi. Bir bardak su istemek için başımı yavaşça çevirdim.

 

Karşımda Yavuz ya da Yeliz'i görmeyi beklerken bakışları karnıma sabit olan Aras'ı görünce kuruyan boğazım daha ne kadar kurulabilirse kurudu. Kızgın bakışlarının arasında sanki acıma duygusu vardı. Bana seslenen o değilmiş gibi, kabus gördüğümü bilmiyormuş gibi davranarak gözlerini yüzümden çekmişti. Hem umursuyor hem de umursamıyordu. Güçlükle dudaklarım aralanırken "Su verir misin?" dedim. Başıyla onaylayarak yönünü çevirdi. Baş ucumuzda duran sürahiden bardağa su döküp bana doğru uzattı.

 

Kalkmak için çabaladım, güçsüz bileklerim izin vermedi. Olduğum yere düştüm. Bana neler olduğunu anlayamıyordum. Uyumadan önce iyiydim. Hiçbir şeyim yoktu ama şimdi kolumu dahi kaldıramıyordum. Halimi gören Aras yanıma gelip doğrulmama yardım etti. Elinde tuttuğu suyu içmem için dudaklarıma yaklaştırdı. Bardaktaki suyu bir damlasını bile bırakmadan kana kana içtim.

 

Suyun tamamını içtiğimi gören Aras bardağı dudaklarımdan çekip buz gibi bir sesle "Yeterli mi?" diye sordu. Acıyan ruhuma halsiz kalan bedenim de eklenince konuşmak için takatim kalmadı. Başımı yeterli manasında salladım. Kalktığım yere yatabilmem için yanıma sokuldu. Göğsüne değen yüzüm kokusunun ciğerlerime doğru işlemesine sebep olurken bu anın bitmemesi için dua ettim. Olmadı. Aras büyük bir hızla geri çekildi.

 

Kalktığı yere oturup soğuk bakışlarını yüzüme dikti. Yüzü sinirden seğirirken kendine hakim olmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Gözlerini kapatıp sesli bir nefes verdi. Gözleri hala kapalı halde sıktığı dişlerinin arasından "Hangi akla hizmet cam açık yattın Avukat?" diye sordu.

Okyanus mavisi gözler kor alevler akıtarak açılırken soru sorsa da sesimi duymak istemediğini hissettim. Sustum. "Bütün gün yağmurun altında kaldıktan sonra böyle bir bencilliği nasıl yaparsın? Karnındaki bebeği ikinci kez nasıl düşünmezsin?"

 

Kendimi açıklamak için güçsüz dudaklarım aralandı. "Aras ben.." diye başladığım cümle Aras'ın susmaya kaldırdığım eli ile yarım kaldı. Doğru tahmin etmiştim sesimi duymak istemiyordu. Hatta beni görmek bile istemiyordu. "Bencilliklerine bulacağın kılıf umurumda değil Avukat." Sesi tehditkar çıkarken bakışları havayı kesebilecek kadar keskinleşti. "Karnındaki bebeğime iyi bakman konusunda seni bir daha uyarmayacağımı unutma yeter."

 

Benden izinsiz akan gözyaşlarım yanağımdan çeneme doğru yol alırken başımı tamam anlamında salladım. Damarına basarsam işler sarpa saracaktı farkındaydım. Gözlerinde en ufak merhamet, sevgi kırıntısı göremeyince daha iyi anlamıştım her şeyi. Öfkeyle parlayan gözleri yüzümde sabit kalırken "Anlamana sevindim." dedi.

 

Gözlerinin içine bakarak ağlamak istemediğim için başımı çevirdim. Gökyüzünden sızan dolunayın parlak ışığı odayı aydınlatırken bende perdeden az da olsa görünen aya baktım. Gökyüzünde tek başınaydı. Onca yıldız varken o bir başına duruyordu orada. Tıpkı benim gibi. Canımın canı olan adamdan canımın yandığını saklamak ne kadar da acıydı? Yaramı saracak oyken yara olması ne kadar da acımasızcaydı?

 

Tıklatılan oda kapısını duyunca kuvvetsiz olan elimi güçlükle kaldırıp yaşlarımı sildim. Akan burnumu çekerken başımı çalan kapıya çevirdim. Karanlık odayı bir anda aydınlatan lamba gözlerimi kamaştırdı. Çağlar kocaman gülümse ve elinde alet çantası ile içeri girince gördüğüme inanamadım. Hayal görüyor olmalıydım. Bebeğimi almak için gittiğim doktorun yaşama ihtimali bile azken şu anda burada olması mümkün değildi. Kırpıştırdığım gözlerle dikkatle baktım.

 

Aras oturduğu koltuktan kalkıp tebessümle bakarken elini uzatarak "Hoş geldin Çağlar." dedi. Gülümsemesine aynı içtenlikle karşılık veren Çağlar ise "Hoş bulduk abi." yanıtını verdi. Tanışıyor olamazlardı değil mi? Koskoca şehirde Aras'ın tanıdığı doktoru bulmuş olamazdım değil mi? Aras eliyle kalktığı sandalyeyi işaret etti.

 

Aras'ın kalktığı yere Çağlar otururken tebessümle bana baktı. Her şey normalmiş gibi "Nasılsın Sena?" diye sorunca bok gibiyim demek istesem de yapamadım. "Kırgınım. Her yerim ağrıyor." Kırgınlığı iki anlamda da kullanmıştım. Hem ruhum hem bedenim kırgındı. "Anladım." diyen Çağlar çantasını açıp bir şeyler çıkarırken Aras'a baktım. Bana bakıyordu lakin beni görmüyordu. Yoldan geçen yabancıya bile bakamayacağı kadar uzak bakışlarla bakıyordu yüzüme. Yüreğim sızladı.

 

Çağlar'ın ateş ölçeri alnıma doğrulamasıyla dikkatim dağıldı. Gözlerimi ondan tarafa çevirdim. Ateş ölçersem dıt dıt dıt sesi gelirken sıkkın bir nefes verdi. "38 buçuk. Çok yüksek değil ama yine de riskli bir değer." Tekrar çantasına yönelirken "Ama ben bunu hemen halledeceğim ve bir sıkıntı yaşanmadan altından kalkacağız." dedi.

 

Boğazıma bakmak için çantasından çubuk alıp bana doğru uzandı. Ağzımı kocaman açtım. Elindeki ışık yardımıyla boğazıma dikkatle baktı. "Kızarmaya başlamış." Ben orada yokmuşum hasta ben değilmişim gibi Aras'a döndü. "Başlangıç seviyesinde bir üşütme abi. İlerlemeden, tam zamanında aramışsın. Şimdi birkaç ilaç yazacağım, kullansın bir şey kalmaz."

 

Merhametsiz bakışlarını benden çeken Aras "Yarına nasıl olur?" diye sordu. En başta beni önemsediğini düşünsem de jetonun düşmesi uzun sürmedi. Yarına düğünümüz vardı. Pardon düğün değil nikah, ölümüme imza atacağım nikah. Ağlamak istiyordum. İçim sökülene kadar ağlamak istiyordum. Ama yapamazdım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

 

"Yarın için bir şey diyemem abi. Lakin küçük Yiğitsoy gücünü annesinden aldıysa Sena'da çok güçlü demektir. Tahminimce yarından sonraya bir şeyi kalmaz." Bu da laf mıydı şimdi? Tabi ki de benden almıştı güçlü oluşunu. Annesi gibi tuttuğunu koparacaktı benim miniğim. Kafamın içinde ki ses "Bebeği öldürmeden doğurmayı becerebilirsen!" deyince onu duymamak için başını iki tarafa ritmik halde salladım.

 

"Sena iznin olursa damar yolu açmak istiyorum. Bir serum takalım ve kırgınlığın geçsin. Bünyen az da olsa toparlansın olur mu?" diye sordu. Tedavi amacı ile bana dokunmak için bile benden izin istiyordu. Benim iznim olmadan koluma bile dokunmuyordu. Nasıl da düşünceli biriydi. Aras'ın çevresinde düşünceli birini görmek ise ayrıca garip gelmişti. Düşünceli olmak ve Aras kelimeleri aynı cümlenin içinde dahi hoş durmuyordu.

 

Çatallaşan sesimle "Tabi." diyebilirdim. Gülümseyip çantasına yöneldi. Çıkardığı iğne ucuyla koluma damar yolu açtıktan sonra serum bağladı. Sonrasında da birkaç ilaç yazıp ayağa kalktı. Elindeki reçeteyi Aras'a uzattı. "Abi ilaçları gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz, hamileliğe bir zararı olmaz." Başını bana çevirdi. "Ama bundan sonra çok dikkat etmeniz lazım. Sürekli ilaç kullanımı bebeğe iyi gelmez." dedi.

 

Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Dikkat ederim Çağlar, her şey için teşekkür ederim." dedim. Her zaman olduğu gibi güler yüzle yüzüme baktı. "Daha her şeye başlamadık. Senin ve küçük Yiğitsoy'un doktoru ben olduğum için maceramız daha yeni başladı. Serüvenimiz bitince teşekkür edersin." deyip göz kırptı.

 

Afalladım. Söyleyecek kelime bulamadım. Aras, Çağlar'ı öldürmeyip bana bakması için eve getirmiş üstüne üstelik doktorum mu yapmıştı? Kocaman gözlerim ikisi arasında gelip gitse de Aras bu halimi zerre umursamadı. İşin aslı hastalığımı bile umursamadı. Aras'ın "Her şey için teşekkürler Çağlar." diyen sesi odanın içinde yankılanırken Çağlar ondan tarafa döndü. "Rica ederim abi. Aslında Yavuz'da müdahale edebilirmiş ama tedavinin gidişatı açısından senin de söylediğin gibi benim gelmem daha doğru oldu. Bir dahaki sefere istersen Yavuz ile iletişime geçip tedaviyi birlikte takip edebiliriz." deyince Aras onaylar manada başını salladı.

 

Gözlerim daha ne kadar açılabilirse açtım. Benim doktorum! Benim kürtaj için başvurduğum doktorum hem Aras'ı hem de Yavuz'u tanıyordu. Bende salak gibi onların arkadaşına gitmiştim öyle mi? Elimi alnımın ortasına vurup "Ey Dünya ya sen çok küçüksün ya da ben özel olarak bela mıknatıslığı yapıyorum." diye bağırmak istiyordum.

 

Çağlar'ın "Görüşürüz Sena." diyen sesiyle ondan tarafa dönüp zoraki bir gülümseme eşliğinde "Görüşürüz." dedim. Çağlar odadan çıktıktan sonra Aras bir süre daha sabitlenen gözleri, katılaşmış yüzü ve ruhsuz tavrıyla karnıma baktı. Dudakların tek çizgi halini alırken başını birkaç kez salladıktan sonra çıkmak için arkasını döndü.

 

"Teşekkür ederim." dedim. Hem üzerime sonradan örtüldüğünü yeni fark ettiğim battaniye için hem de doktor için teşekkür etmiştim. Benden tarafa dönmedi. Ama keskin bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Senin için değil bebek için yaptım Avukat. Kendine pay çıkarma." Kapıyı açıp ışığı kapattıktan sonra odadan çıktı.

 

Bu sefer dudaklarımdan çaresiz bir "Özür dilerim." döküldü. Ama duyan olmadı. Son sözleriyle kalbim tuzla buz olmuştu. Artık emin olmuştum, beni önemsemiyordu tek umurunda olan bebeğimizdi. Lakin bu kadar acımasız sözlerini her saniye söylemek zorunda mıydı? Ben zaten vicdan azabından ölürken bir darbede o vurmasa olmuyor muydu?

 

Akmasına izin verdiğim birkaç yaş sonrasında derin bir nefes aldım. Başımı kaldırıp akan serum torbasına baktım. Sarımsı renkteki sıvının içinde neler var acaba diye boş bir düşünce sorgulamaya girmekten kendimi alamadım. "İnsan yalnız kalınca böyle saçma şeyler düşünüyor demek ki." diye mırıldandım. Başımı önüme çevirip uyumak için gözlerimi kapattım. Gerçek manada hiç halim yoktu. Çok yorgundum. Parmağımı dahi kıpırdatmak istemiyordum. Tek istediğim uyumaktı. 7 ay boyunca hiç uyanmadan uyumak...

 

Gözlerim kapalı uyumaya çalışırken odanın kapısı tıklatılma sonrası tekrar açıldı. Aras'ın yine aşağılamak için geldiğini bildiğim için gözlerimi açmadım. Şu anda en son istediğim şey benden iğrendiğini belli eden bakışlarını görmekti. Baş ucuma doğru çekilen sandalyenin sesi odada yankılanırken yumuşak bir ses "Sena." diye seslendi.

 

Göz kapaklarım istemsizce açıldı. Yanan gözlerim daha fazla dayanamayarak dolarken "Yavuz" dedim. Gözlerime hüzünle baktı. Elindeki tepsiyi hafifçe kaldırıp "Sana çorba getirdim. Kalk hadi biraz iç, iyi gelir." dedi. Başımı sallayıp doğrulmaya çalıştım, gücüm yoktu. Çabamı gören Yavuz elindeki tepsiyi bırakıp hemen yanıma geldi. Ondan destek alarak kalkmama yardım etti. Rahat etmem için elinde kabarttığı yastığı sırtıma yerleştirdi.

 

Minnetle yüzüne bakarken fısıltı gibi çıkan sesimle "İyi ki geldin." dedim. Gözlerinde hüzün denizi dalgalansa da yüzüme gülümseyerek baktı. "Gelmemem düşünülemezdi Sena. Seni ve yeğenimi hasta halde tek başınıza bırakamazdım değil mi?" Gözyaşlarım akarken dudaklarım buruk bir tebessümle kıvrıldı. Başımı evet anlamında salladım. Masadaki tepsiyi eline alıp kucağıma bıraktı. "Hadi çorbanı iç şimdi için ısınsın. Bir an önce toparlanman lazım."

 

Elim tepsideki kaşığa doğru uzandı. Kaşığı alıp sıcak çorbanın altını üstüne getirdim. Tavuk suyu çorbasıydı. En sevdiğim, sürekli içmek istediğim çorba. Aras yaptırmış olmalıydı. Belki de beni düşündüğümden daha fazla umursuyordu. Kızgın olduğu için umursamıyormuş gibi davranıyordu. Karnımda kelebekler uçarken büyük bir kaşık alıp iştahla ağzıma doğru götürdüm.

 

Sıcacık çorba boğazımdan mideme doğru yol alırken ne kadar acıktığımı fark ettim. Sahi ben en son ne zaman yemek yemiştim? Düşündüm ama hatırlayamadım. Bakışlarım sessizce beni izleyen Yavuz'a kayınca beynimdeki düşünceler dilime döküldü. "Çorbayı Aras mı seçti?"

 

Dudaklarını ısırıp sıkıntı dolu bir bakış attıktan sonra "Evet o seçti." cevabını verdi. Hali tavrı benden bir şey sakladığını fazlasıyla belli ediyordu. Kırılmamam için bir şeylerin üzerini örtmeye çalışıyordu lakin bilmiyordu ki ben kırılacağım kadar çoktan kırılmıştım. Yüzüne dikkatle bakıp "Ne söyledi?" diye sordum. Bakışlarını benden kaçırıp "Hiç.. Hiçbir şey." yanıtımı verdi. Derin bir nefes verirken "Yavuz sen söylemesen de Aras söyleyecek zaten. En azından senden duyayım canım çok yanmasın." dedim.

 

Bakışları istemsizce gözlerimi bulurken yüzü buruştu. "Çorbayı senin için değil bebek için yaptırdığını, kendine pay çıkarmamanı, söyledi." dedi. Kalbim daha kaç kez kırılabilir bilmiyordum ama bir kırılma sesi daha doldu kulaklarıma. Aras tuzla buz ettiği kalbimin üzerinde acımasızca tepiniyordu. Çorba boğazıma takıldı. Eğer hamile olmasaydım içmeyi bırakırdım ancak bebeğim için yemem lazımdı. Kuru bir sesle "Anladım." dedim.

 

Zorla çorbadan birkaç kaşık daha aldım. Akan yaşlarım çorbaya karışınca Yavuz ağladığımı anlamış olacak ki yumuşak sesiyle "Sena" diye seslendi. Başımı kaldırıp ona baktım. Üzüntüden yüzü kırıştı. "Ağlama lütfen." Elini elimin üzerine koydu. "Sana söz veriyorum her şey düzelecek. Aras seni affedecek en önemlisi de sen kendini affedeceksin."

 

"Düzelmeyecek Yavuz. Hiçbir şey düzelmeyecek. Ben bu sonu hak ettim. Kendi ellerimle cehennemimi inşa ettim." Acıyla gülümseyip yüzüne baktım. "Ben kabullendim sende kabullen." Derin bir nefes aldım. "Ama bebeğimi benden ayırmasını istemiyorum Yavuz. Onu benden almasına razı gelemem ölürüm."

 

Sitemli gözlerle yüzüme baktı. "Bebeğini elinden alacağına gerçekten inanıyor olamazsın Sena. Öfkeyle alınmış kararlar ve söylenmiş sözlerden başka bir şey değil. Ayrıca senden ayrılacak olsaydı seninle evlenmezdi değil mi?" Bilmiyordum. Düşünemiyordum. Her şey boş ve anlamsız geliyordu. Omuz silkip başını önündeki çorbaya çevirdim. "Belki de Aras Yiğitsoy'un eski eşinden uzak durulmasını sağlamak için evleniyordur benimle. Boşandığımızda yeni bir hayat kurmayı bile hak etmediğim için yapıyordur."

 

Derin bir nefes aldı. Sonrada bıkkın bir tınıda verdi. "Bu saçmalamalarını yaşadıklarına veriyorum. Eminim ki iyileşince daha sağlıklı düşüneceksin." Bir cevap vermedim. Sessizce önündeki çorba kasesinin tamamını bitirdikten sonra Yavuz tepsiye uzandı. "Şimdi güzelce yat uyu. Gece ara sıra gelip kontrol edeceğim seni, korkmamaya çalış." derken tepsiyi eline aldı.

 

Çıkmak için kapıya yöneldi. Arkasından "Teşekkür ederim, her şey için." deyince başını bana çevirdi. Gülümseyerek "Rica ederim ama daha önce de söylediğim gibi aile üyeleri arasında böyle şeylerin lafı bile olmaz. Hadi uyu güzelce dinlen. Ben aşağıdayım bir şey olursa arayabilirsin." dedi.

 

Umutsuzca omzumu çekip "Telefonum yok." dedim. Yüzü düştü. Gözlerinde öfke parıltısı oluştu. Hırs dolu bir nefes verip "Halledeceğim bu meseleyi." deyip güven veren bir gülümseme sonrasında odadan çıktı. Başımı çaresizlik içinde tekrar yastığa tekrar koydum. Yavuz her şeyin düzeleceğine emindi. Yeliz ile konuşsam muhtemelen oda aynı şeyleri söyleyecekti. Peki ben neden onlar gibi düşünmüyordum? Bana telefon dahi vermeyen, hasta olduğumda umursamayan adamın düzeleceğini neden düşünmüyordum?

 

Zihnimin içinde belli belirsiz bir ses yankılandı. "PEKİ YA BU CEHENNEMİN ZEBANİSİ BEN GÜNAHKARI SENSEN AVUKAT?" Galeriye geldiğim gün söylediği şey şimdi gerçek olmuştu. Bu cehennemin zebanisi oydu her bir zerresi acı içinde yanan günahkarı ise ben. Nefesimi yavaşça verdim. Sesli bir şekilde yutkundum. "Cehennemime hoş geldim."

 

 

 

 

BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. SİZCE DE ARAS FAZLA ACIMASIZ DEĞİL Mİ? 🤦🏻‍♀️HAMİLE BİR KADINA BU KADAR YÜKLENMEMELİ DİYE DÜŞÜNÜYORUM. AYRICA DA BEBEĞİN ALDIRILMASI KONUSUNDA YALAN SÖYLEMESİNİ HİÇ DOĞRU BULMADIM.🤷🏻‍♀️🤷🏻‍♀️

 

SİZ BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ 🦋🦋

Bölüm : 28.09.2025 21:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...