34. Bölüm

CEHENNEMİNE HOŞ GELDİN!

Gizem Gültekin
gizeemikoo

LÜTFEN YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYIN :)

 

Aras

 

Yapamazdım. Sena'ya bunu yapamazdım. Ona ne kadar kızgın olursam olayım ondan başkasını yatağıma, koynuma, ömrüme alamazdım. Onunla nefes almaya başlamışken ihanetimle onun nefesini kesemezdim. Ben, bu kadar iğrenç bir adam değildim. Olmamalıydım. Sena'dan nefret dahi etsem de onu hayatıma almadan önce nasıl gönlümün kapılarını başka kadınlara kapattıysam bundan sonrasında da yatağımı kapatmalıydım.

 

Yüzünün yarısını kaplayan kırmızı dudakları ile boynuma doğru sokulan Buket'i elim ile ittim. Afalladı. Ne yaptığımı anlayamayan şaşkın gözlerle yüzüme bakarken "Aras ne oluyor?" diye sordu. Titrek bir nefes verdim. Elimle koltuğun üzerinde duran eşyalarını işaret edip net bir sesle "Ben gelene kadar eşyalarını topla ve defol git teknemden." dedim.

 

Gözleri daha da büyürken "Aras saçmalama. Daha..." diyebildi. Elimi susması için kaldırdım. Benim için değeri olmaya bir kadın bana akıl verme cüretinde mi bulunmuştu? Bu aptal hakkı nereden buluyordu? Sinirim iyiden iyiye tavan yaparken öfkeyle yüzüne baktım. Sıktığım dişlerimin arasından "Buket, teknemden siktir ol git." dedim.

 

Bir cevap vermesini beklemeden merdivenlerden inip kendimi hızla lavaboya attım. Hem onun iğrenç yüzünü görmek istemiyordum hem de yüzüme değen iğrenç dudakların izini yanağımdan silmek istiyordum. Yüzüme defalarca su çarpıp dudaklarının değdiği yeri defalarca yıkadım. Banyodan aldığım keseyi köpükleyip yüzümün tamamen yıkandığına emin olduktan sonra yüzümü havluyla kurulayıp keseyi de çöpe attım.

 

Ayna da yüzüme bakmaya utanıyordum. Kendimden iğreniyordum. Nasıl bir gaflete düşüp de Sena'nın üzerine başka bir kadını yatağıma, hayatıma almaya karar verdiğimi asla bilmiyordum. Bu yaptığım basit bir hata değildi. Bu ihanetti, sevgimizi yok saymaktı. Eğer Buket ile yatsaydım kimsenin yüzüne bakamazdım.

 

Evet Buket ile yatmamıştım ama onu buraya çağırmam bile Sena'ya karşı işlediğim en büyük günahtı. Bu kadar büyük bir şerefsizliği asla hak etmiyordu. Ben Sena'dan ayrılmıştım ona olan aşkımdan, tutkumdan, sadakatimden değil. Böyle yaparak bu mukaddes duygulara da ihanet etmiştim.

 

Başımı kaldırıp aynadaki görüntüme baktım. Morarmış göz altları, bitmiş bir benlik ve aptalca bir karar vermiş Aras Yiğitsoy. Sağ elimi sert bir şekilde lavaboya vurdum. Aynada gördüğüm gözlerime bakıp hırsla "Allah belanı versin Aras." diye kükredim. Allah gerçekten belamı vermeliydi. Vicdan azabım da bitmek tükenmek bilmeyen öfkem de içten içe ruhumu çürütüyordu. İkisinden de kurtulmalıydım. Ama nasıl?

 

Lanet olsun 13 yılda inşaa ettiğim bu karanlıktan nasıl kurtulacaktım? Nasıl mantıklı karar vermeye başlayacaktım? Sena'yı aldatmaya kalkmıştım. Karım olmasını istediğim kadını aldatmaya kalmıştım. Bu hayattaki aşağılık varlıklardan daha aşağılık bir durumdaydım. Yüzümü sertçe ovuşturdum.

 

Sena'dan ayrı kalmak istemediğimi biliyordum. Onsuz nefes almak istemiyordum. Evine gidip onu görmeliydim. Uzaktan da olsa ona bakıp kafamın içindeki iğrenç kararlardan kurtulmalıydım. Onu affetme niyetim asla yoktu. İhanetin cezası ölümdü ve bende Sena'yı ruhumda öldürmüştüm. Lakin onu uzaktan görürsem bir daha asla aşkımıza ihanet etmeye de kalkmazdım.

 

"Sence bu yüreğini rahatlatmak için yeterli mi?" diyen iç sesime "Sikeyim böyle işi değil!" dedim. Yeterli değildi. Buket ile birlikte olmamam hiçbir şey için yeterli değildi. Sena'ya olanları anlatmam gerekiyordu. O bana senelerce sadık kalmışken benim ona yaşatmaya kalktığım şeyi bilmesi gerekiyordu. Nasıl anlatacaktım? Her fırsatta gururunu hiçe sayıp bana koşan kadına gururunu, itibarını en önemlisi ise aşkını ayaklarımın altında ezdiğimi nasıl anlatacaktım?

 

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Bir yolunu bulacağız." dedim. Bir yolunu bulup anlatacaktım. Belki gözlerinin içine bakıp bunları anlatacak olan ben olmayacaktım ama Sena'ya anlatması için birine anlatacaktım. Ve anlattığım kişi yüzüme bir tokatta atsa sesim çıkmayacaktı. Ben o tokatı çoktan hak etmiştim...

 

Aynada son kez kendime bakıp çıkmak için kapıyı açtım. Gömlekten gelen tuhaf koku burnuma dolarken yaka kısmını çekiştirip kokladım. Leş gibi kadın parfümü kokuyordu. Üzerime sinen Buket'in kokusundan kurtulmak için yatak odasındaki dolaba yöneldim. Yedek gömleklerden birini alıp üzerime geçirdikten elimde kalan gömleği yatağa fırlatıp merdivenlere yöneldim. Buket'in gitmiş olduğuna emin olduğum için rahat adımlarla merdivenlerden çıktım.

 

Ama yukarı çıktığımda umduğum şeyle bulduğum şey bir olmadı. Ben gitmesini beklerken o kıyafetlerinden kurtulmuş. Kırmızı jartiyeri ile koltuğa yayılmış bir şekilde beni bekliyordu. "Tam bir orospu!" diye iç geçirip iğrenen gözlerle ona baktım. "Sana soyunmanı değil siktir olup gitmeni söyledim." Sesimi duyunca oturduğu yerden kalktı. Yavaş ama seksi olmaya çalışan adımlarla yanıma geldi. Önce poposunu bana doğru sürttü sonrasında da bana dönüp kulağıma doğru eğildi. "Ama Aras daha eğlencemiz yeni başlıyor. Senin için o kadar hazırlandım. Tadıma bakmak istemeyecek misin?" diye sordu.

 

Midemin bulandığını hissettim. Gerçek anlamda katlanılmaz, sülük gibi bir kadındı. Ya bende bir cazibe vardı ya da yatağıma girmek isteyen kadınlar fazla azgındı. Burnumdan derin bir nefes verdim. Verdiğim nefesi duyunca baş parmağını yüzüme sürttü. Sonrasında da yavaşça çekti. Ben, benden uzaklaşmasını beklerken eli fermuarıma kayınca hızlı bir hareketle elini tutup geriye çekildim. İç sesim arsızlığın bu kadarı diye isyan ederken kendimi ona hak vermeden alamadım.

 

Anlaşılan ben gitmeden gitme gibi bir fikri yoktu. Çatılan kaşlarımın eşlik ettiği öldürücü bakışlarımı yüzüne diktim. "Ben şimdi çıkıyorum ve sende teknemden siktir olup gidiyorsun. Eğer döndüğümde seni burada bulursam bu kadar kibar olmam." Çıkmak için ilerlerken koluma uzandı. Kıvrak bir hareketle bileğini kavrayıp sıkarken "SENİ BİR KEZ DAHA UYARMAM!" dedim. Sesim fısıltı gibi çıksa da korkmuş bakışları beni anladığını gösteriyordu. Elini fırlatır gibi bırakıp geri çekildim.

 

Tekneden çıkıp arabaya geçtim. Karar verdiğim gibi Sena'nın olduğu evin sokağına sürdüm. Yaklaşık 45 dakika süren yolculuk sonrasında Sena'nın evinin önüne geldim. Arabayı siper bir yere park edip boş gözlerle evin girişine baktım. Sena'nın arabası yoktu. Kolumdaki saate göz ucuyla bakınca 14:00 olduğunu gördüm. Davanın çoktan bitmiş olduğunu ve normal şartlarda eve gelmiş olacağını fark etmem uzun sürmedi. Hala gelmemişti. Yavuz nerede olduğunu bilirdi ama onun arayıp bu soruyu sorarak ağzına laf verme niyetim de yoktu.

 

"Bir sorun mu var acaba?" diye mırıldandım. Acaba yine panik atağı falan mı tutmuştu? Savcı ile bir sorun da olmuş olabilirdi. "Seni davaya tek gönderen beynimi sikeyim." Yanında Yavuz olsa da ondan haber alamamak canımı sıkıyordu. Daha fazla böyle durmaya dayanamayacaktım. Yavuz'u arayıp davanın nasıl geçtiğini sorarak Sena hakkında da bilgi alabilirdim. Dokunmatik ekrandan Yavuz'un adını bulup tuşladım. Birkaç çalış sonrasında "Efendim Abi." diyerek açtı telefonu.

 

"Yavuz, dava ile ilgili dönüş yapmadın. Bir sorun olmadı değil mi?" Sesimdeki Sena ile ilgili merakı gizlemeye çalışıyordum. Keyifli bir sesle "Aklandın, abi dava düştü. Bir sıkıntı da yok bizde dışarıda kahve içerek dava sonucunu kutluyorduk." deyip duraksadı. Sonrasında ise muzip bir sesle "İstersen sende gel." teklifinde bulundu. Cevabımın hayır olacağını biliyordu ama yine de itlik yapmadan kalmıyordu.

 

"Gerek yok Yavuz. Size iyi eğlenceler." diyerek vereceği cevabı beklemeden telefonu kapattım. Kötü bir şey olmaması içimi rahatlatmıştı. O iyiydi bir sorun yoktu. Daha fazla burada beklemenin de bir anlamı da yoktu. Sena'nın kokusunun sindiği, sesinin duvarlarında yankılandığı eve geçmek istemediğim için Hamdi Babalara geçmeye karar verdim. Atların olduğu kısımda ki çardakta oturup kafamı dinlemek istiyordum.

 

Yol boyu yüreğime saplanan ihanet hançerinin acısı ve benim az kalsın Sena'ya saplayacağım hançerin ağırlığı canımı yakmaktan geri kalmadı. Aldığım her nefes ciğerlerime batıyordu. Öfkem gözümü o kadar kör etmişti ki hiç düşünmeden kendime yakışmayacak davranışlar sergilemeye başlamıştım. Eskisi gibi olmaya çalışırken sadakatimi kaybedecektim. Sena'yı yüreğimde öldürmeme sebep olan sadakatsizliğiyken ben de aynısını yapacaktım.

 

Hamdi Babalara geldikten sonra arabadan inip direkt atların olduğu kısma doğru yürüdüm. Kimseyle ne konuşmak ne de yüzüne bakmak istiyordum. Tek istediğim yalnız kalmaktı. Hamdi Babanın atının tayı olan Rüzgarı okşadıktan sonra çardakların olduğu kısma geçtim. Çardağa oturup derin sessizliğimde boğulurken Sena olmadan nasıl hayatımı devam ettireceğimi düşünüyordum. Ona bu kadar alışmışken her şeye sıfırdan başlamak hiç kolay olmayacaktı. Hele de onun tenini tenimde, nefesini nefesimde hissettikten sonra.

 

Onu affedemezdim ama onsuz da kalamazdım. Kokusuna, sesine, tenine alıştıktan sonra onsuz duramazdım. O benim hayatımdan bir parça olmuştu. Hatta hayatımın ta kendisi. Gururum ile beynim büyük bir savaşa girmişti ve bu savaştan en büyük zararı da ruhum alıyordu. "Niye bana ihanet ettin ki Avukat? Benim huyumu bildiğin halde neden bunu yaptın bize?" diye söylendim. Boşluğa düşmüş gibi hissediyordum kendimi. Çaresiz, kimsesiz....

 

Sıkıntıyla şakaklarımı ovuştururken "Hayırdır evlat, hangi rüzgar attı seni buraya?" diyen Hamdi babanın sesiyle oturduğum yerden ayağa kalktım. "Rüzgar değil de içimi yakıp kavuran volkan getirdi baba." Yanıma gelip elini omzuma koyduktan sonra yüzüme anlıyorum der gibi baktı. Sonrasında yanağıma destek olmak istediğini belli eder şekilde hafifçe vurup "Anlat bakalım derdini. "dedi.

 

Hamdi Baba önümden geçip yanımdaki boşluğa otururken bende kalktığım yere oturdum. Derin bir nefes alıp kuruyan dudaklarımı ıslatmak için hafifçe yaladım. "Olanları bildiğini biliyorum baba. Yavuz, sana her şeyi çoktan anlatmıştır." Başını sallarken "Doğru anlattı." dedi.

 

"O zaman canımın da nasıl yandığını biliyorsun baba." Yüzüne kırgınlıkla baktım. "Canım acıyor onu benden uzak tut dediğim de beni dinlemediniz. Onu görmek istemiyorum, bir ihaneti daha yüreğim kaldırmaz deyince söylediklerime kulak asmadınız. Sende Yavuzda bildiğinizi okudunuz. Şimdi bu cehennemde her zerremle yanıyorum mutlu musunuz?" Derim bir iç çekerken duraksadım. "Ben yanarken mutlu musunuz baba?"

 

Yerinde kıpırdandıktan sonra bütün heybetiyle arkasına yaslandı. "Sena sana ihanet etmedi Aras. Ne şimdi ne de öncesinde. Tek derdi seni ve Yavuz'u korumaktı, ikinizin de zarar görmesini önlemekti."

 

Gerekçesi haklı olabilirdi. Yavuz'u kurtarmak için bunları yapmışta olabilirdi. Benim zaten buna diyecek bir tek lafım yoktu. Benim canımı yakan yaptıklarını ondan değil Savcı'dan duymaktı. Gözlerimin içine baka baka Sena'nın ihanetini onun söylemesiydi.

 

Evet öfkeliydim, bencilliklerim de vardı. Hatta haksız olunca bile haklı olan bir adamdı. Çünkü ben 13 yıl böyle yaşamıştım. 13 yıl boyunca kimseyle duygusal bir bağ kurmayınca insanı egosu ve öfkesi yönetiyordu. Sena ise bunu çok iyi biliyordu. Öfkemin beni ele geçirince ne kadar ileri gidebileceğimi çok iyi biliyordu.

 

Alt dudağımı yalarken sinirle güldüm. "Tamam öncesinde ihanet etmedi ama ikimizde o olmayan ihanetin bedelini ödedik baba. Ayrıca siz onu benim hayatıma dahil ettiğinizde ihanet etmediğini bilmiyordunuz. Beni bile isteye ihanet ettiğini düşündüğünüz kadının cehennemine attınız."

 

Üstün bir sesle "Sen zaten kendi cehenneminde yanıyordun Aras. Görmezden geldiğin aşkın, nefretin, öfken seni günden güne bitiriyordu. İhanet dediğin olay yaşandığında ise 18 yaşındaydınız. Daha hayatın ne olduğunu bilmiyordunuz. Şimdi ise Sena aklı başında, dürüst, sözünün eri bir insan. Nasıl sen ben eskiden tanıdığınız adam değilim diyorsan Sena'da eskiden tanıdığın kadın değil." dedi.

 

Söylediklerine cevap vermek yerine başımı memnuniyetsiz bir şekilde iki yana salladım. Emir veren bir tonlamada "Konuş Aras, söyle içinden geçenleri." deyince "Senin akıllı, dürüst dediğin insan Savcıya sattı baba beni. Savcıya gidip hattanelerin yerini söyledi. İtibarımı beş paralık etti. Güveni kırdı, beni hayal kırıklığına uğrattı." cevabını verdim.

 

Beynimdeki seslerin kelimelerde vücut bulmasına izin versemde önemsediğim şey ne itibarımdı ne de gururum. Canım o kadar çok yanıyordu ki bunların gramını umursayacak mecalim yoktu. Ben tekrar onun tarafından hayal kırıklığına uğramayı kaldıramamıştım. Seneler önce bana ihanet etmemişti ama ben onun ihanet ettiği yalanıyla yaşamıştım. Ben onun beni hayal kırıklığına uğrattığı yalanıyla Selim'i öldürmüştüm.

 

Herkes ilk cinayetimi Hamdi Babanın elime tutuşturduğu silahla işlediğimi düşünüyorlardı. Oysa bu koca bir yanlıştı. Benim ilk cinayetim Selim'di. Ben kendi içimdeki iyi insanı öldürmüştüm.

 

Yaşadıklarım beynimde travmaya sebep olmuştu. Sena'nın iki yanlışını ölsem affedemezdim. İlki beni hayal kırıklığına uğratması ikincisi ise bana güvenmemesi... Hayal kırıklığına uğratınca benden geriye bir şey kalmamıştı. Az kalsın ona ihanet edecektim ve ben kendimi biraz tanıyorsam o yataktan kalkmadan kafama sıkardım. İkincisi ise daha tehlikeliydi. Eğer Sena bana güvenmezse ikimizi de yok ederdi. O zaman ne aşkımızdan, ne sevgimizden ne de bizden geriye bir şey kalmazdı.

 

İşte o zaman ben karanlığa gömülürdüm ve Sena benim karanlığımdan asla sağ çıkamazdı. Daha Aras Yiğitsoy'un sevdiklerine karşı olan acımasız yüzü ile karşılaşmamıştı. Onunla karşılaşması ise bu hayatta isteyeceğim son şey bile değildi.

 

 

Yüzüme dikkatle bakarken "Sena'dan vazgeçtim, umurumda değil diyorsun, bunca yıl yandım bundan sonrasında da incir çekirdeğini doldurmayacak bir sebepten yanmaya devam ederim diyorsun öyle mi Aras?" diye sordu. Hıhlayarak alayla güldüm. "Atladığım bir şey var baba; Ben bırakmadım. Ağaç hiç bir zaman çiçeğini bırakıp gitmez. Ağacı terk eden çiçektir."

 

Ben onu bırakmamıştım. Ben onu bırakamazdım ki. Sena kanıma işleyen zehir gibiydi. Kanıma 13 yıl önce sızmıştı. Her zerremi ele geçirmişti. Onca yıl onun ihanetini unutmak için başka kadınlara sığınsamda aşkından kurtulmak için en ufak bir girişimim olmamıştı. Kalbimi başkasına açmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Kavuşmamız imkansızken bile ben kanımdaki zehirle yaşamayı kabul etmiştim. Şimdi ise zehrinin panzehiri olmayı o seçmişti.

 

Yorulmuştum. Beni kimsenin anlamamasından yorulmuştum. Ne hissettiğimi düşünmemelerinden yorulmuştum. Sena kadar benim canımın yandığını görmemelerinden yorulmuştum. Gözümden iki damla yaş akmadığı için mi canımın yandığını anlamıyorlardı? Yoksa senelerdir taktığım maskemi takıp canımın yandığını öfkemin ardına gizlediğim için mi görmek istemiyorlardı?

 

Konuşmak için kendini hazırlayan Hamdi babaya öfkeyle bakarken uyarıcı çıkan ses tonumla "Allah hakkı için üzerime çok geliyorlar baba. Bardak zaten dolu bu saatten sonra damlayana yazık olur." dedim.

 

"Yavuz'u mu kast ediyorsun yoksa beni mi?"

 

"Ne anladıysan o baba. Artık karşınızda eski Aras Yiğitsoy var." Duraksayıp gözlerine imayla bakarken "Karşımdaki her kim olursa olsun bana yapılan ihanetin bedelini en ağır şekilde ödeteceğimi de en iyi sen bilirsin." dedim.

 

Bütün kararlılığımla yüzüne bakarken alaylı bir tebessümle gözlerinin içi parladı. "Peki senin bugün yaptığın neydi? Onun adı da ihanet değil mi Aras?" deyince afalladım. Bugün olanları nereden bilebilirdi? Peşime adam mı takmıştı? Nasıl bir tepki vereceğimi bilemez halde Hamdi Babaya baktım. Güçlü bir şekilde yutkunduktan sonra kısılan kaşlarım ve sorgulayan bakışlarımla "Sen nereden biliyorsun baba?" diye sordum.

 

Oturduğu yerde iyice yayıldı. Başını hafifçe yana yatırıp güç gösterisi yapan bakışlarını gözlerime dikti. "Yalçın'a seni aratan bendim. Buket'i sana gönderen yine bendim." Yüzü ciddi bir ifade alırken kararan kömür karası gözlerini gözlerime dikip otoriter çıkan sesiyle "Eğer o kızla bir şeyler yaşasaydın seni orada ezecek olan yine bendim Aras." dedi.

 

Duyduklarımı kavrayamıyordum. O kızla bir şey yaşasaydım ondan önce benim kendi kafama sıkacağımı hiç mi düşünmemişti? İhanet etmeye kalkışmak bile kendimden nefret etmeme yetmişti. Babanın neden böyle bir şey yaptığına asla anlam veremezken cümleler ağzımdan döküldü. "Neden baba? Neden böyle bir şey yaptın?"

 

"Gör diye yaptım Aras! İnsan sinirlenince ya da çaresiz kalınca nasıl düşüncesiz davranıyor, nasıl sevdiğine ihanet etme hakkını kendinde buluyor gör diye yaptım." Kollarını birbirine bağladı. "Demek ki hata yapmak sadece Sena'ya özgü değilmiş Aras. Onun zaafı senken senin zaafında öfken. Bu yüzden de teknede gördüklerinden sonra Sena sonunu düşünmeden hata yaptı. Sen de öfkene yenilip hata yaptın."

 

Sena ile benim olayın aynı şey değildi. Ben hatamdan dönmüştüm ayrıca da onun küçük düşmesine izin vermemiştim. Ama o beni Savcı'nın, en büyük düşmanımın karşısında küçük düşürmüştü. Sinirden yükselme olasılığı olan sesimi kontrol altında tutmaya çalışarak "Onunla bu bir değil bana. Ben Sena'ya ihanet etmedim. Bir anlık gaflete düşüp aptalca bir karar verdim sonrasında da hatamdan döndüm." dedim.

 

"Farkı ne Aras? Sen yatağına başka kadın almak istedin, Sena ise Yavuz'un ölmesini senin ise tekrar katil olmanı önlemek istedi. Sence bu hikayede kimin hata yapma nedeni daha masum?"

 

"Baba neden yaptığından çok sonucu beni ilgilendirir. Ben, Savcı itine karşı kaybettim mi kaybettim. Bunu evlenmek istediğim kadın mı yaptı; evet o yaptı. Gerisi beni zerre ilgilendirmez."

 

Kendimi savunmak için cümleleri sarf etsem de söyledikleri kafamı karıştırıyordu. Sena'yı affetmek için yanıp tutuşurken güçlükle kararlı duruyordum ama Hamdi Baba şu an kararlı duruşuma hiç yardımcı olmuyordu. Bir de üstüne üstlük affetmem için önüme sebep sunmakla kalmıyor benim ondan daha suçlu olduğumu kanıtlamaya çalışıyordu.

 

"Aras, Sena yatağına başka bir adam alıp vazgeçseydi ve sana aynı savunmayı yapsaydı onu affedebilir miydin?" Babanın sorduğu soruyla kan beynime sıçrarken olduğum yerden sinirle doğruldum. Ben, Sena ile başka bir adamın adının dahi aynı cümlede geçmesine katlanamazken onun başkasıyla yatağa girmesi düşüncesi delirmeme sebep oluyordu. Karanlık bakışlarımla babaya bakarak "Öyle bir şey olursa ikisini de öldürürdüm baba. Bana ait olana dokunmaya kimse cüret edemez. Eğer etme gafletine düşerse de bedelini öder." dedim.

 

Tebessüm ederken başını salladı. "Bir anlık hatanın bedelini çok ağır ödetmeye kalkmıyor musun evlat?" Gözlerimin içine bir baba şefkati işe bakarken "Belki de Sena'da senin gibi hata yapmıştır. Belki de sen onu hayal kırıklığına uğrattın diye oda düşünmeden hareket etmiştir."

 

Haklı oluşunun altında ezilirken acı çeken sesimle "Baba yapma" diyebildim. Doğruları ne duymak ne de yüzleşmek istemiyordum. Kafamı toparlamam lazımdı. Ondan daha suçlu değildim ama bende suçluydum. Tekneye başkasını çağırdığımı duyduğunda Sena'nın yaşayacağı hayal kırıklığı en az benimkisi kadar yıkıcı olacaktı. O beni Savcıya küçük düşürmüştü bense onu Buket'e.. Tek farklı Savcı benim düşmanımdı, Buket ise Sena'nın hiçbir şeyi. Ben düşmanıma karşı kaybetmiştim. Aylardır verdiğim savaşı Sena yüzünden kaybetmiştim.

 

Sakinleşmeden yanına gidersem daha çok yakıp yıkardım. İkimizde suçlu olsakta ödenilen bedeller eşit değildi. 13 yılın sonunda ilk kez bir düşmanıma kaybetmiştim ve buna sevdiğim adam sebep olmuştu. Ciğerlerime aldığım nefes yetmezken başımı kaldırıp derin bir nefes aldın. İstediğim tek şeyse burada huzur bulmaktan başka bir şey değildi. En azından kısa bir süre...

 

"Sena seni gemi de cesetlerle gördü. Normal cesetlerle değil Aras parçalanmış cesetlerle. Gözlerini çıkardığın itlerle. Kendi halinde yaşayan bir insan olarak böyle bir şeyi gören sen olsan ne yapardın? O korkuyla endişeyle nasıl davranırdın?" diyen Hamdi Baba son öldürücü darbesini de vurmuştu işte. Öfkem ve kinim beynimi terk ederken özlem ve vicdan azabı yüreğimin en derinlerinden hücrelerime sızmaya başlamıştı.

 

"Aras, seni bu hayatta Sena kadar hiç bir kadın sevemez. Onun seni düşündüğü gibi hiç bir kadın düşünemez." duraksayıp babacan bir tavırla elini dizimin üzerine koydu. "Bu kız seni bir kez kaybetti. O zaman da delirdi, klinikte yattı. Ölmek istedi ölemedi. Sensiz kalmaya dayanamadı." Gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum. Sena'nın çektiği acılar canımı yakıyordu. "Yavuz alıkoyulduğunda delirmiş gibiydin. Sena, tekneye gelince onu görmezden gelecek kadar gözün kararmıştı. Sena'da senin o hallerini görünce seni kaybetmek istemediği için hata yaptı. Yaptığını doğru demiyorum ama onca şey yaşamış bir insanın bu kadarcık hata yapma lüksü olamaz mı?"

 

Pişmanlık kalbime mıh gibi çökerken kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. Hamdi Baba her zaman olduğu gibi yine haklıydı. Ben asla olaylara Sena'nın bakış açısından bakmamıştım, onu anlamak için çaba göstermemiştim. Kendi doğruluğumu kendi haklılığımı görüp geriye kalan her şeye kör olmuştum.

 

Öldüğümü düşündüğü için delirmişti. Aylarca benim hayalime sarılıp karanlıkta çürüyen ruhumu kendi aydınlığında yaşatmıştı. Ben, Sena sağ olduğu halde onu kaybetmekten delicesine korkarken onun benim ölümle yıllarca yaşadığı gerçeğini düşünmemiştim bile. Adi, bencil herifin tekiydim. Sena'nın saçının telini dahi hak etmiyordum. İçimde yanan volkan dışıma vururken hislerime karşı koyamadım. Yanağımdan aşağıya doğru bir yaş usulca süzüldü. "Baba canım yanıyor. Onu severken de canım yanıyor onsuz kalınca da canım yanıyor."

 

Dizimin üzerinde duran eliyle dizimi sıktı. "Canının yanmasının sebebi sensin Aras. Önünü sonunu düşünmeden öfkenle hareket ediyorsun sonrasında da en büyük zararı kendin görüyorsun." Duraksayıp boşta olan eliyle bıyıklarını ve çenesindeki sakallarını ovuşturdu.

 

Akan gözyaşlarımı gizleme gereği duymadan eğdiğim başımı kaldırıp Hamdi Babaya baktım. "Bilmiyorum baba. Neden böyle davrandığımı bilmiyorum. Neden bu kadar kötü olduğumu bilmiyorum. Sena bunları duyduktan sonra beni affedebilir mi bilmiyorum? Tek bildiğim şuram.." derken duraksayıp kalbimi gösterdim. "Şuram çok yanıyor baba."

 

Ağladığımı görünce bakışları yumuşadı. Bir babanın evladına bakabileceği en sıcak bakışla yüzüme bakıp hafif bir tebessüm etti. "Sen nasıl onu affetmeye sebepler bulmak için çiftliğe gelip kendini yalnızlığa mahkum ettiysen emin ol Sena'da seni affetmek için sebepler bulacaktır." Yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirirken sert bir ses tonuyla "Ama başkasından değil senden duysun Aras. Ne yapmaya kalktığını Sena'ya sen anlat." dedi.

 

Başımı sallayarak onaylarken "Yapmaya kalktığım şerefsizliği anlatmaya yüzüm tuttuğu gün anlatırım baba emin ol." dedim.

 

"Çok uzatma Aras. Sena uzattı olaylar bu hale geldi sen uzatmadan söyle." Emir veren sesine başımı sallayarak onay verdim. Uzun zamandır içimden ilk kez ağlamaktan utanmıyordum. İlk kez ağlamayı acizlik olarak görmüyordum. Sena bana ne yapmıştı böyle? Denge mi nasıl da şaşırtmıştı? Sevilen her şey güzelleşiyordu işte. Bu şey ben bile olsam.

 

Gözlerindeki ve sözlerindeki sert ifade silinen Hamdi Baba sıcak bir şekilde yüzüme bakıp "Canın çok yanıyor evlat, biliyorum. Ama sende bilmelisin ki yanmadan pişemezsin. Öfkeni kontrol altına almadan Sena ile mutlu olamazsın."

 

Yüzümü iki elimle avuçlayıp hoyratça göz yaşlarımı sildikten sonra "Biliyorum baba." diyerek duraksadım. Kalp ağrım ruhumu ele geçirmişti. "Canını çok yaktım baba. Benim için hata yaptığı halde onu anlamayıp canını çok yaktım. Hak etmediği kelimeler kullandım. Onu herkesten korumaya çalışırken en çok zararı da ben verdim."

 

Gözyaşımdan ıslanan dudaklarımı yalarken sesli bir şekilde yutkundum. "Baba, ömrümde bir kadını sevdim. Ondan ölesiye nefret etmeme rağmen senelerce onu uzaktan izleyip herkesten her şeyden korudum. Ama yanmamıza asla engel olamadım."

 

Beni göğsüne doğru çekerken bir baba gibi yüzümü sıvazladı. Omzuma bir kaç kez vurdu. "Hem yandın hem yaktın evlat. Artık ne yan ne yak aklını başına topla. Sadece öfkene değil diğer duygularına da kulak vermeyi öğren. Emin ol her şey daha kolay ve daha güzel olacak."

 

Senelerdir asla olmayan bir şey bu gece olmuştu ben babanın omzunda ağlamıştım, birine hislerimi göstermiş ondan destek almıştım. İçimdeki kinin, öfkenin ve nefretin akan yaşlarımla bir bitmesini umut ederek insanlık için kısacık benim için ise bir asra bedel bir süre ağladım. Başımı Hamdi Babanın omzundan kaldırıp gözlerimi iki elimi bastırarak sildikten sonra babanın yüzüne bakmadan "Sağ ol baba." dedim.

 

Daha önce ondan hiç duymadığım bir tını da "Bana değil evlat Sena'ya teşekkür et. Sana insan olduğunu hatırlatan, bir kalbin olduğunu hatırlatan Sena'ya teşekkür et." dedi. Edecektim. Ona hem teşekkür edecektim hem de beni affedebilirse evlenme teklifi edecektim. Artık onsuz bir nefes almak bile haramdı bana.

 

"Yanından kalkınca ederim baba. Hem özrümü diler hem de teşekkürümü ederim." Hamdi Babanın yüzüne minnetle bakarken ceketimin cebindeki telefon çalmaya başladı. Elimi cebime götürürken "Yavuz'dur. Teknede bulamayınca merak etmiştir nerede olduğunu öğrenmeye arıyordur." dedim.

 

Çıkardığım telefonu cevaplamak için kulağıma götürecekken gördüğüm isimle birlikte bir süre ekranla bakıştım. İçimi bir huzursuzluk kapladı. Ruhum iki el tarafından öldürme isteğiyle boğazlanıyordu. Hissediyordum bir sorun vardı. Benim yüzümden başımıza gelen büyük bir sorun.

 

"Efendim Yeliz."

 

Telaşlı çıkan sesiyle "Aras yetiş. Sena bebeğinizi aldıracak." deyince daha neler söylediğini anlayamadan ayağa fırladım. Babaya bir şey demeden arabaya koştururken "Ne demek Sena bebeği aldıracak Yeliz? Ne bebeğinden bahsediyorsun sen?" diye bağırdım.

 

"Sena hamile Aras. Bugün adliye çıkışında bayıldı. Yavuz ile beraber apar topar hastaneye götürdük. Yapılan tetkikler sonucunda da Sena'nın hamile olduğunu öğrendik." diyen Yeliz açıklamasına devam ederken çoktan arabanın önüne gelip kapısını açarak içeri geçmiştim.

 

"Sana söylemek için tekneye geldi ama sonrasında ne olduysa fikir değiştirmiş." deyince sert bir sesle "Ne demek fikir değiştirmiş Yeliz? Bana haber vermeden neyin fikrini değiştirmiş?" diye kükredim. Bebeğim olacaktı ve ben onun doğacağını değil sevdiğim kadın tarafından öldürülmek üzere olduğunu öğreniyordum.

 

"Bilmiyorum Aras. Ben senin bebeği istemediğini düşündüm. O yüzden Sena aldırmaya karar verdi sandım." deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Benim bebeğimi istememe ihtimalim asla olmamıştı ki. Canımdan bir parçayı yaşatmak dışında bir temennim olamazdı. Duyduklarım beynimde şok etkisi yaratırken kanım damarlarımdan çekilmişti. "Bizim bebeğimizi öldürmeye mi karar verdi?" diye sordum.

 

Umutsuzluk dolu sesiyle "Sanırım öyle Aras. Ben Kliniği işlemi durdurmaları için aradım ama ulaşamadım. N'olur yetiş Sena'nın hata yapmasına izin verme." derken çoktan ağlamaya başlamıştı bile.

 

Bebeğimizi öldürmek için klinikteydi. Benim haberim dahi olmayan bebeği öldürmek için klinikteydi. "Ne zaman çıkmış belli mi Yeliz? Belki de çoktan.." derken sözcükler ağzımın içinde sıkışıp kaldı. Küçük mucizenin ölmüş olma ihtimali bile dudaklarımdan dökülemiyordu.

 

"Kayıtları incelediğimde yarım saat önce çıktığını gördüm. Klinikle evin arası da yarım saat. Acele edersen yetişebilirsin."

 

Kalbim korkudan deli gibi çarpıyordu. Çıkmaza düştüğüm hissi bütün bedenimi ele geçirmiş durumdaydı. Nefes almak istedim alamadım. Göğsüm sıkıştı. Avuç içimle göğsümü kavrayıp sıkıca sıktım. Nefes almaya çalıştım. Güçlü olmak zorundaydım. Sena'ya yetişip yapmaya çalıştığı aptallığa engel olmak için güçlü olmak zorundaydım.

 

Derin nefesler alıp vererek sakin kalmaya çalışırken "Bana kliniğin adresini gönder Yeliz sonra da neler olduğunu tane tane anlat." dedim.

 

"Hemen gönderiyorum." diyen Yeliz yaklaşık 30 saniye içerisinde klinik adresini telefonuma gönderdi. Gelen adresi navigasyondan açarken içimden "Sena böyle bir hata yapmamış ol. İkimizden masum bir parçaya kıymamış ol." diye geçirdim.

 

Ekrana baktığımda kliniğin çiftliğe yakın olduğunu gördüm. Yaşadığımız yerlerle ilgili en sevdiğim şey birbirine yakın ve yoğun trafikten uzak oluşuydu. Neyse ki klinikte yakındı. Bu Rabbimin bana sunduğu bir fırsattı. Eğer acele edersem belki de hiç bir şeye geç kalmadan yetişebilirdim. Gazı sonuna kadar köklerken emir veren bir tonlama da "Şimdi anlat neler olduğunu." dedim.

 

Derin bir nefes aldı. "Adliye de Fırat ile tartıştılar. Fırat seninle ilgili Sena'yı sıkıştırdı. Sena da her zaman ki gibi bir şekilde halletti sonrasında dava çok çekişmeli geçti ve orada da Fırat ile sürtüşme yaşadılar." deyince "Şerefsiz herif" dedim.

 

"Davadan sonra Sena kalktığı sandalyeye yığılıp kaldı. Yavuz ile hastaneye götürdük ve doktor hamile olduğunu söyledi. Sena ile ben çok şaşırdık çünkü Sena'nın hamile kalma şansı yok gibi bir şeydi."

 

Duyduğum şeyle kaşlarım çatıldı. "Sena'nın hamile kalma ihtimali yok gibi bir şeydi de ne demek oluyor Yeliz?" Burnunu çekerken bir anda büyük bir sessizlik oluştu. Söylememesi gereken bir şeyi söylediğini anladım. Sorunumu daha sert bir tonlamada tekrarlayarak "Sena'nın hamile kalma ihtimali yok gibi bir şeydi de ne demek oluyor Yeliz?" dedim.

 

Oflar gibi nefes verdi. "Doğru duydun işte. Sena'nın klinikte yattığı zamanlarda ve sonrasında aldığı ilaçlar yüzünden doğurganlık oranı çok düştü. Hamile kalma ihtimali yüzde ellinin altındaydı."

 

Elimle boyun bölgemi ovuşturdum. Kaldıramıyordum artık duyduklarımı. Bugün ağır gerçeklerle yüzleşme günümdeydim sanırım. Her dakika bir öncekinden daha ağır bir gerçeği duyuyordum. Son günlerde sürekli olduğu gibi nefes alamadığımı hissettim. Kalbimin orta yerine birisi kazık çakıyordu sanki. Aklıma ilk birlikte olduğumuz gün geldi. Bana prezervatife gerek olmadığını korunduğunu söylemişti. Yani yalan söylemişti.

 

Ben üzülmeyeyim, yıkılmayayım diye yalan söylemişti. Nasıl yüce bir sevgiydi bu böyle? Sen ol başka bir şeye ihtiyacım yok diyen kadını benim yüzümden annelik hakkından olan kadını ben ise yargısız infaz etmiştim. Onu dinlemeden esip gürleyerek tuzla buz olmasına neden olmuştum. Kaybolan sesimi güçlükle bulup "Sena benim yüzümden anne olma hakkından mı oldu?" diye sordum. Duyduklarımın yanlış olmasını istiyordum.

 

Durgunlaşma sesiyle "Evet" dedi. Sonrasında ağzından küçük bir hıçkırık kaçarken "Lanet olsun Aras. Ne yaptın da kızın bu küçük mucizeden vazgeçmesine sebep oldun?" diye sordu. Sabrım tükenmek üzereydi. Varlığını daha 5 dakika önce öğrendiğim bebeğimi kaybetme ihtimali zaten delirmeme sebep olurken Yeliz'in ithamları iyice canımı sıkıyordu. Sıktığım dişlerimin arasından "Yeliz ben bir şey yapmadım. Kaldığın yerden devam et olanları anlatmaya." dedim.

 

"Doktor haberi verdikten sonra hastanede bir süre sana söyleyip söylememe üzerine tartıştık. Sena, senin onu bebek için affedeceğini ama ona çöp muamelesi yapacağını, asla değer vermeyeceğini ve ondan ölesiye nefret edeceğini düşünüyordu." dedi.

 

Nefesimi tutup gözlerimi yumdum. Duyduklarımın yanlış olmasını umarak yumdum ama hiçbir şeyi yanlış anlamadığımı biliyordum. Sena delirmiş olmalıydı. O, ikimizden bir parçayı bedeninde taşırken bana dünyanın en güzel hissini yaşatıp babalığı tattır iken ben ona nasıl çöp muamelesi yapardım. Nasıl onu görmezden gelip nefret dolu bakışlarımı üzerinde tutardım. Bir hattane değil elli hattane uğurlarına feda olsun der olan her şeyi silip atardım. Kırılan onurum, gururum umurumda bile olmazdı.

 

Yeliz'in "Sonra işte Yavuz ikna etti." diyen sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Yavuz bebek konusunda ikna ettiyse Sena'nın kararı niye değişmişti ki? Sabırsız bir sesle "Sonra..." dedim. "Sonrasında tekneye gelmek için yanımızdan ayrıldı. Yaklaşık 3-4 saat kendisinden haber alamadık. Aradık ama açmadı. Kadiri de ben dönerim diyerek eve yollamış. Her neyse Sena'dan ses çıkmayıp havada geç olmaya başlayınca sizin çifte kumru modunda olduğunuzu düşündük. Yavuz'da beni eve bıraktı."

 

Derin bir nefes almak için duraksadı. "Eve girince ıslak parkeleri gördüm. İzleri takip edince Sena'nın odasına gittiğini anladım. Banyonun hemen önünde sırılsıklam olmuş kıyafetler dururken kırık ekran jelatini de parçalanmış bir halde odanın ortasında duruyordu. Sonrasında ıslak izler çalışma odasına uzandı. O anda içime bir kurt düştü."

 

Olanları öğrenmek için sabırsızlanıyor olsam da Yeliz'in olanları en sade haliyle anlattığını bildiğim için sessizce dinlemek dışında bir şey yapmıyordum. "Çalışma odasına girdiğimde hala çalışan bilgisayar fanı ile ekrana baktım sonrası malum." derken hıçkırıklar tekrar sesini esir aldı.

 

Yeliz ahizenin diğer ucunda ağlarken anlattıklarını kafamda birleştirmeye çalışıyordum. Hastaneden çıkmadan önce Yavuz bebek konusunda ve benim konumda ikna etmişti. Peki sonrasında ne değişmişti de Sena bebeği aldırmaya karar vermişti? Hikayede eksik olan kısımlar vardı.

 

İçimden "Düşün Aras düşün" diye geçirirken beynimde şimşekler çaktı. Elimi sert bir şekilde direksiyona vururken "Allah senin belanı versin Buket." diye bağırdım. Benden sonra teknede kalmaya devam etmiş olmalıydı. Sena'da tekneye gelince Buket'i görüp böyle aptalca bir karar vermişti.

 

"Anlamadım. Buket derken?" diyen Yeliz'in çirkefleşmeye hazır olduğunu belli eden sesi arabaya dolunca ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ancak korkunun ecele faydası yoktu, kelime ağzımdan çıkmıştı bir kere.

 

"Ben... Ben tekneye Buket'i çağırdım." deyince tiz bir sesle "Ne yaptın? Ne yaptın?" diye sordu. Derin bir nefes aldım. "Tekneye Buket'i çağırdım. Sena'yı unutmak için kafam dağılsın diye işte. Ama aramızda bir şey olmadı. Tekneye geldikten yaklaşık 1 dakika sonra ben çıktım."

 

"Allah belanı versin Aras." diyen sesi öyle içten öyle dolu dolu ve öyle haklıydı ki amin dememek için kendimi zor tuttum. Gerçi ben belamı bulmuştum. Eğer geç kalırsam hayata gelecek minik canlıdan beni mahrum bırakarak Allah cezamı vermiş olacaktı.

 

Sinirli çıkan sesiyle "Eğer" deyip kelimeleri toparlamak için duraksadı. "Eğer o bebeğe bir şey olursa sorumlusu Sena değil sensin Aras." deyince duraksadım. Bendim öyle mi ben? Her şeyin hesabını soran Sena Hanım gelip bunun hesabını sormayıp salakça bir karar aldığı için suçlu değildi ama ben suçluydum öyle mi?

 

Sesim fazlasıyla sert ve tehditkar çıkarken "Eğer söylediğin gibi o bebeğe bir şey olursa bunun tek sorumlusu Sena, Yeliz. Benim ondan vazgeçtiğimi düşünmesi bebeğimizden vazgeçmesini gerektirmez. Hele ki bana korunuyorum diye yalan söylerken düşük bir ihtimalle hamile kaldığı bebeğimizden vazgeçme hakkını ona hiçbir şey vermez!" dedim.

 

Bana ait bir parçayı, bana sormadan yok etmeye kalkmıştı. Hamdi Baba, Sena'nın Selim ile ilgili olan korkularını söyleyince ona hak vermeye başlasam da görüyordum ki Sena'nın gerekçesi hiç bir zaman Selim olmamıştı. Onun verdiği kararların tek sebebi bencilliğiydi. Eskisinden farkı yoktu. Canı yandığında can yakmaya en masum olandan başlıyordu.

 

Ama bu sefer işler değişmişti. Ben eskiden olan aptal adam değildim. Benim hayatımı bitirmesine engel olamamıştım lakin bebeğimin hayatını ellerinden aldıysa bundan sonrası onun için gerçek bir cehennem olacaktı. Bana sunacağı hiçbir sebep masum bir bebeğin hayatını bitirmesi için geçerli değildi.

 

Telefonunun karşısındaki Yeliz büyük bir sessizliğe bürünürken burnumdan sesli sert bir nefes aldım. "Şunu bil ki Yeliz bebeğe bir şey olmuş olsun ya da olmasın bundan sonrasında korkun benden. Çünkü bundan sonrası hepiniz için cehennem!!"

 

Ağlama sesi duyulan Yeliz "Yalvarırım bebeğe bir şey olmasına izin verme Aras. Şu an için gerisi umurumda bile değil." dedi. Benimde olmamalıydı. Önce Sena'ya yetişip bebeğimi kurtarmalıydım. Sonrası sonranın meselesiydi.

 

Kliniğe giden yol bir türlü bitmek bilmezken ruhumu sıkan el de baskısını arttırıyordu. Her şeye geç kalmış olma ihtimalinin düşüncesi ruhumu sayısız parçaya bölüyor sonra tekrar topluyor canımı acıta acıta tekrar bölüyordu. Ben baba olacaktım. Baba...

 

Sena ise düşüncesiz, bencil tavırlarıyla baba olma hakkımı elimden almıştı. Bir bebeği büyütmek için bana ihtiyacı olmamasına rağmen, tek başına ona gerekli imkanları sağlayabilme şansına sahip olmasına rağmen o, bize bahşedilen mucizeyi elimizden almıştı. Hesap sormaya bile gerek duymadan bana ait olduğu cezanın kefaretini bebeğime kesmişti.

 

Nasıl bu kadar gaddar olabildiğini aklım almıyordu. Beni cani olmakla suçlarken onun günahsız bir bebeğe nasıl kıymak istediğini aklım almıyordu. Düşündükçe delirecek gibi oluyordum. 13 yılda hiçbir şeyin değişmediğini gördükçe ona tekrar güvendiğim, inandığım, değişme ihtimalini düşündüğüm için kendimden nefret ediyordum.

 

Gazı kökleyerek canımı hiçe saydığım yolculuk sonrasında kaç tane kırmızı ışıkta geçtiğimi bilmeden kliniğin önünde durdum. Arabayı park etme gereği dahi duymadan kliniğe doğru koştum. Açmak için kapıyı ittiğimde kapalı olduğunu anladım. Cam kapıdan içeriye doğru baktım. Karşılama bölümünün ışığı yanıyordu ayrıca da odaların birinden ışık sızıyordu.

 

Kapının köşesindeki zile elim giderken bir taraftan da kapıyı yumrukluyordum. Çok geçmeden ışık sızan kapı açıldı. Yüzünde maske olan bir kadın kapıya doğru ilerlerken korkuyla gözlerime bakıyordu. Açılan kapı kilidi sonrasında kendimi hızla içeriye attım. "Sena.. Sena Eroğlu kliniğinize bebek aldırmak için gelmiş. Nerede?" Korkuyla yüzüme bakan kız "Siz kimsiniz?" diye sorunca "Bebeğin babası." diye kükredim. Korkuyla geriye doğru bir adım attı. Eliyle de odayı işaret etti.

 

Kalbim o anda ağzımda atmaya başladı. Adımlarım hem hızlanmak istiyor hem de odaya girmemek için direniyordu. Bebeğimizin alınmış olması, Sena'nın sedyede kanlar içinde yatıyor olması düşüncesi gözümün önüne geldikçe kafayı yiyordum.

 

Korku dolu ama bir o kadar da hızlı adımlarla odaya girdim. Ameliyathaneye çevrilen odada gözüm ilk olarak makas şeklinde bacaklarının açıldığı sedyede baygın olarak yatan Sena'nın yüzüne kaydı. Solgun yüzünde ağlamaktan iz yapmış gözyaşı yerlerini görünce kalbim acısa da bu hissi görmezden geldim.

 

Sonrasında bakışlarım üzerinde ameliyat önlüğü olan adama kaydı. Ellerindeki eldivende kırmızı lekelenmeleri görünce kalbim durdu. Nefes almayı unuttum. Sanki yaşamayı bıraktım. Bebeğim.. Bebeğim beni bırakıp gitmişti. Küçük mucizeyi kurtarmaya yetişememiştim. Dünyam başıma yıkılmış bende altında kalmıştım.

 

Ellerinde bir süre sabit kalan gözlerimi yüzüğe çevirdim. Bakışlarımız buluşunca durgun gözlerle yüzüme baktı. Kuruyan boğazımı güçlü bir yutkunma ile ıslattıktan sonra çaresizliğimin sesime yansımasına izin vererek "Bebek.. Onu aldınız mı? Öldürdünüz mü?" diye sordum.

 

Soruyu adama sormuştum ama bakışlarım tekrar Sena'ya çevrilmişti. Hem onu delicesine merak ediyordum hem de burada olmamızın suçlusu o olduğu için ölesiye nefret ediyordum. Odaya girdiğimden beri sessizliğini koruyan doktor "Aras Abi" deyince bakışlarımı Sena'dan çekip ona çevirdim. Maskesini indirmeden önce tanımadığım adam şimdi seneler öncesinden bir dost olarak çıkmıştı karşıma. Kaşlarım hayretle çatışırken sesimdeki şaşkınlığı gizleyemedim. "Çağlar."

 

Çağlar'da tıpkı Okan gibi Yavuz'un fakülte arkadaşaydı. Ama o dönemde Yavuzdan çok bana dostluk yapmıştı. Yavuz uyuşturmasan yaralarımı dikmeye cesaret edemezken Çağlar yarayı diker, pansumanı yapar hatta kurşunu bile korkmadan çıkarırdı. Fakülte bitince sıradan bir hayat istediğini bildiğim için onun iyiliğini adına onunla olan bağlantımı koparmıştım. Şimdi ise karşımda bebeğimin katilinin yardakçısı olarak duruyordu.

 

Oturduğu yerden kalkıp yanıma gelirken elindeki eldivenleri de çıkarmaya başladı. Önümde durup sıcak bir gülümseme ile yüzüme baktıktan sonra "Demek bu küçük mucize sana ait ha abi ve senelerce acısını çektiğin kadında Sena" deyince başımı sallarken "Almadıysan bana ait." yanıtını verdim.

 

Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. Başını iki yana sallayıp "Yok, yok almadım abi." deyince elim kanlı ellerine kaydı. "Peki ellerin? Onlar neden kırmızı?"

 

Sena'nın serum takılı olan kolunun yanında duran en fazla 25 yaşında gösteren delikanlıyı işaret etti. "Bora, stajyer olarak geldi kliniğe." deyip çenesiyle başka tarafı gösterdi. "Sena'nın operasyonu iptal olunca bizde masanın üzerindeki kadavra ile dikiş çalışması yapmaya başladık. Biliyorsun kadınlar sezaryen sonrasında belli olan dikişleri sevmez." dedi.

 

Masanın üzerine bakınca bistüri, tentürdiyot, makas, ip ve daha bir sürü şey dikkatimi çekti. Durgun bir sesle "Anladım." dedim. Bebek iyiydi. Ölmemişti. Hala bizimle kalmaya devam ediyordu. Rahatlamıştım. Derinden bir oh çektim. Bebeğim yaşıyordu. Karanlığıma doğacak olan güneşim hala hayattaydı. "Dile benden ne dilersen Çağlar."

 

Gülerken dudaklarını hafifçe yaladı. "Estağfurullah abi yapmam gereken dışında ne yaptım ki?" deyince başımı hafifçe sağa sola sallayıp "Ne yaptığını bir bilsen emin ol yaptığın işi bu kadar küçük görmezdin." dedim.

 

Okşanan gururu yüzünü iyice güldürdü. Eliyle kapıyı gösterip "Abi gel istersen odama geçelim. Sena'nın uyanmasına daha var." deyince tamam anlamında başımı salladım. Bakışlarımı Çağlar'dan çekip son bir kez Sena'ya baktığımda içimin ona karşı tıpkı bu ameliyathanenin soğuk yüzü gibi buzlaşmış olduğunu hissettim. Ona karşı içimde en ufak bir şey yoktu ya da ben öyle olmasını istiyordum.

 

Başımı hızla çevirip Çağlar'ın arkasından odadan çıktım. Çıktığımız odanın hemen yanındaki odaya girdim. Pencere kenarının hemen önünde duran geniş masa ve etrafta ki objeler odaya bir canlılık katarken masanın önünde duran siyah renkli iki koltukta ağır bir hava katıyordu. Göz ucuyla bebek resimlerine baktıktan sonra biraz önce kendi bebeğimi kaybedebilme ihtimalinin acısı yüreğime çöktü.

 

Çağlar masanın önünde duran ikili koltukların birine doğru ilerlerken "Şöyle buyur abi." dedi. Koltuğa doğru ilerleyip oturdum. Koltuğa çöken bedenimle birlikte her şeyde üzerime çöktü sanki. Evet bebeğim kurtulmuştu, tırnağına dahi zarar gelmemişti. Peki ya ona bu sonu layık gören annesi ne olacaktı? Sena'ya karşı nasıl ısınacaktım? Onu nasıl affedecektim?

 

"Abi" diyen Çağların sesiyle daldığım düşüncelerden çıkıp yüzüne baktım. "Sena kliniğe geldiğinde kararlı gibi görünse de çok kararsızdı abi. Bebeğinden vazgeçmek istemiyordu ama senin bebeği ondan çekip alacağını sonrasında da asla göstermeyeceğini kafasına koymuştu bir kere."

 

Gözlerim küçülürsen kaşlarım çatıldı. "Bebeği ondan alacağımı mı düşünüyordu?" diyebildim. Çağlar başıyla onayladı. Gözlerim sıkıca kapanırken yüzüm sinirle buruştu. "Benden nasıl böyle bir şey bekleyebilir Çağlar?"

 

Omzunu yukarıya çekerken "Bilmiyorum abi. Bana bebeği elinden alacağını söyledi. Ayrılmışsınız sanırım" deyince evet anlamında hafifçe başımı salladım. "İşte Sena'da artık olamayacağınızı bebeği aldırması gerektiğini yoksa bebeği elinden alacağını söyledi. Eğer bebeği ondan alırsan bebeğinde tıpkı kendisi gibi karanlık bir hayatı olacağını ; sevgisiz, kötü bir hayat yaşayacağını söyleyerek aldırmak için bana geldi." dedi.

 

Ya benim anlamamda bir sorun vardı ya da olanlar çok anlamsızdı. Her ne olursa olsun ondan bebeği alacağımı nasıl düşünebilirdi? Kendim bu pisliğin içinde boğulurken küçücük bir canı pisliğime nasıl bulaştırabilirdim? Benden uzakta olmasına müsaade etmezdim, gözümün önünde büyüsün isterdim ama onu Sena'dan da asla ayırmazdım. Benim gölgemde annesi ile beraber istediği hayat kurmalarına izin verirdim.

 

Kendimi güçlükle toparlayıp "Çağlar teşekkür ederim, bebeği almadığın için." dedim. Derin bir nefes alıp "Abi bana teşekkür etme. Sena bayılmadan hemen önce vazgeçti. Eğer vazgeçmeyip bebeği almamı isteseydi mecburen işimi yapacaktım." dedi.

 

"Anladım" diyerek başımı sallasam da anlamıyordum. Madem vazgeçecekti neden buraya kadar gelmişti. Kafasında kurduğu saçma sapan şeylerle nasıl kendini kandırmaya izin vermişti? Bebeği içinde hissederken ondan vazgeçmesi bu kadar kolay mıydı? Ya Çağlar sesini duymasaydı? Ya bebeğimiz sırf bir yanlış anlaşılma yüzünden ölseydi. Ant olsun ki ne yaşardım ne de yaşatırdım.

 

Aklıma bebeğin ne durumda olduğu geldi. Alınmamıştı tamam ama durumu nasıldı? Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Bebeğin durumu nasıl, bilgin var mı?" diye sordum. Gözlerinin içi parlayarak gülümsedi. "Annesine sımsıkı tutunmuş halde duruyor küçük Yiğitsoy abi. Durumu gayet iyi, 8 haftalık olmuş bile." deyince bugün ilk kez içten bir şekilde gülümsedim.

 

Küçük Yiğitsoy geliyordu. Benim çocuğum oluyordu. Ben baba oluyordum hatta olmuştum. Kalbim ramazan davulu gibi atarken dudaklarımda mutluluğun tebessümü oluştu. "Küçük Yiğitsoy" diye mırıldandım. Sena ve benden bir parça, ikimize ait minicik bir beden... Ruhumuzun temiz yüzü..

 

Yeliz'in söyledikleri aklıma gelince tereddütle Çağlar'a baktım. "Çağlar, Sena'nın bir zamanlar kullandığı antidepresanlar yüzünden hamile kalma ihtimali çok düşükmüş. Ama hamile kaldı. Peki bu ilaçların bebeğe bir zararı olur mu?"

 

Bir anlığına şaşırmış halde duraksadı. "Abi size hamilelik ihtimali düşük diye kim söyledi bilmiyorum ama isterseniz doğum sonrası bu konuyla ilgili tekrar görüşelim." dedi.

 

Oturduğum yerde öne doğru eğilip meraklı bakışlarla yüzüne baktım. "O neden?"

 

"Abi, bebeğin anneye tutunuşuna bakarsak bu işte bir terslik var. Böyle hamileliklerde bebek anneye tam tutunamaz ve gebelik riskli geçer. Ancak bebeğe baktığımızda Sena'nın hamile kalmasının düşük olma ihtimali bana göre yok denecek kadar az. Gittikleri doktor yanlış teşhis koymuş olabilir. O yüzden doğumdan sonra tekrar görüşelim." deyince başımı sallamakla yetindim. "İlaçlar konusunda da bir şüphen olmasın abi, yakın zamanda kullanmadıysa ne bebeğe ne de kendisine bir zararı olmaz." yanıtını verdi.

 

Derinden bir oh daha çektim. Koltuğa oturmadan önce üzerime binen yüklerin çoğundan kurtulmuştum. Şimdi geriye kalanlardan kurtulma zamanıydı. "Sena'yı alabilir miyim?"

 

"Tabi abi. Bende uyanmasını bekliyordum zaten." deyince ayağa kalkıp biraz önce çıktığım ameliyathaneye yöneldim. Makas şeklinden normal hale düzeltilmiş olan sedyeye doğru ilerledim. Sena'yı yavaşça kollarımın arasına alırken solgun yüzüne göz ucuyla bakıp bakışlarımı hemen çektim. Ona karşı yumuşayamazdım. Bebeğimin katili olmaya kalkan kadına merhamet gösteremezdim. Bundan sonrasında gülüşümü görmek bile haramdı ona.

 

Kucağımda Sena ile yürürken arabaya kadar bana eşlik eden Çağlar arabanın kapısını açtı. Sena'yı ön koltuğa oturtup emniyet kemerini taktıktan sonra arka koltukta bulunan cekete uzandım. Hala ameliyat önlüğüyle olduğu için üşümesin diye üzerini ceketle öttüm. Başı yana doğru kayınca kapıyı kapattım.

 

Bana kapıyı açan kadın elinde poşetle gelerek "Sena Hanımın kıyafetleri" deyip poşeti bana uzattı. "Teşekkür ederim" yanıtını verirken poşeti aldım. Eğer Çağlar, Sena'yı duymamış olsaydı bu poşetle beraber parçalanmış bebeğimi alacaktım. Gözlerim sinirden alev alırken sinirimi bastırmak için yutkundum.

 

Ardından Çağlar'a bakıp "Her şey için teşekkür ederim Çağlar. Senin içinde uygunsa bebeğin doktoru sen ol istiyorum." dedim. Rica işleri hiç bana göre değildi ama bebeğimin yaşamasını sağlayan birine de emri vaki yapacak halim yoktu. Derinden gülümsemesiyle yüzüme bakıp "Memnuniyetle abi. Ben kontrol gününü sana bildiririm." dedi. Elini sıkmak için elimi uzatıp "Eyvallah Çağlar" dedim. "Ne demek abi."

 

Elini elimden çektikten sonra eve geçmek için arabaya doğru yöneldim. Koltuğa oturup arabayı evime sürerken içimde kabaran öfkeyi dizginlemeye çalışıyordum ama nafileydi. Her şey başa dönmüştü. Ona hak veren her parçam ondan nefret etmeye başlamıştı. Bana sormadan, hatta varlığını haber bile vermeden bana ait bir şeyden vazgeçmişti. Benim için delirdiğini söyleyen kadın benden bir parçayı yok etmede tereddüt bile etmemişti.

 

Gözlerimi öfkeyle kapatıp açtım. Sakinleşemiyordum. Sena'ya bedel ödetmeden de sakinleşemeyecektim. Çünkü benim olanı benden almaya kimse cüret edemezdi. Ederse de bedelini en ağır şekilde öderdi. Arabanın tabletine tıkayarak rehbere girdim. Yavuz'un adını bulup arama tuşuna bastım. Daha ilk çalışında telefon açılırken Yavuz "Abi n'olur iyi haber ver." diyerek söze girdi.

 

"Bebek iyi Yavuz." dedim. Ahizeden bir oh sesi yükseldikten sonra "Allah'ım çok şükür." dedi. Birkaç saniye duraksayıp "Abi, Sena?" deyince sinirden kaynamaya başlayan kanımı görmezden geldim. Başaramadım. Nefret dolu sesimle "Bebeğimin katili olmaya çalışan kadın da iyi." dedim.

 

Sustu. Ya verecek bir cevabı yoktu ya da bana hak veriyordu. Hangisinin olduğu umurumda bile değildi. Derin bir nefes alıp sesli bir şekilde verdikten sonra "Yavuz, Yelizlere git ve Sena'nın işine yarayabilecek ne kadar eşyası varsa al getir. Ayrıca Haldun Beyi ara bundan sonra olan bütün davalarımızı da kendisine devret." emrini verdim.

 

Tereddütlü çıkan sesiyle "Tamam abi ama neden?" diye sorunca "Soru sorma Yavuz dediğimi yap." diye kükredim. Kimseden Sena güzellemesi dinleyecek halim yoktu. Kimseyi işime karıştırma niyetim hiç yoktu. Artık herkes bana ne yaparsa yapsın bedelini en ağır şekilde ödeyecekti.

 

"Tamam abi sormadım say." diyen Yavuz'a "İyi edersin. Evde seni bekliyorum." yanıtını verip daha fazla uzatmayarak telefonu kapattım.

 

Direksiyonu kavrayan elim iyice sıkılaşırken boşta olan elimi de hırsla saçlarımın arasına geçirdim. Bana "Hamile kalırsam ne olur diye bir korkum yok. İsmin, karakterin, huyun suyun değişmiş olsa da hala bana ilk günkü gibi aşık olan adamsın. Ve benim korkmak için bir sebebim yok." diyen kadın bebeğimizden vazgeçmişti.

 

Madem benden beklediği bebeğini ondan almamdı. Madem beni yapmayacağım şeyle itham edip bebeğimi aldırmaya kalkmıştı o zaman bende ona istediğini verecektim. İğrenen bakışlarımı Sena'ya çevirip keskin çıkan sesimle "Cehennemine hoş geldin Avukat." diyerek başımı yola çevirdim.

 

ÖNEMLİ!!

ARKADAŞLAR ARAS, SENA'YI SEVMEDİĞİ İÇİN ALDATMAYA KALKMADI. ESKİSİ GİBİ OLMAYA ÇALIŞTI BAŞARAMADI. ÇÜNKÜ ESKİ ARAS, SENA İHANET EDİNCE AYNI ŞEKİLDE KARŞILIK VEREREK İÇİNİ SOĞUTMUŞTU. ŞİMDİDE ÖYLE OLACAĞINI DÜŞÜNDÜ AMA OLMADI. AŞKI BU SEFER ÖFKESİNİN ÖNÜNE GEÇTİ. ARAS'I SAVUNMUYORUM AMA ALLAH AŞKINA KADINLA YATMIŞ GİBİ DE DAVRANMAYIN.

 

ARAS'I SAVUNMUYORUM. YAPTIĞININ BİR GRAM SAVUNULACAK TARAFI YOK. AMA BU ADAM 14 YIL SENA'YI SEVMİŞ VE HER SEFERİNDE ONUN İHANETİYLE YÜZLEŞMİŞ. KÜÇÜCÜK BİR ALIŞKANLIĞI BİLE 40 GÜNDE BIRAKABİLİYORUZ. 13 YIL BOYUNCA İĞRENÇ BİRİSİ OLARAK YAŞAMIŞ, ÖFKESİ TARAFINDAN YÖNETİLMİŞ BİR ADAMIN 2 DAKİKADA DÜZELMESİNİ NASIL BEKLİYORSUNUZ?? ELBETTE ARAS'TA DÜZELECEK AMA 1000 NASİHATLE DEĞİL 1 NUSUBETLE..

 

EVET BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK DOSTLAR.. OKUDUĞUNUZ GİBİ ARAS, SENA'YI ALDATMADI ÇÜNKÜ KALBİ İZİN VERMEDİ. AŞK İŞTE...😌

 

ARAS VERDİĞİ TEPKİ DE HAKLI MI NE DERSİNİZ? YOKSA İHANETE AZ DA OLSA BULAŞMIŞ BİR ADAMIN BU TEPKİYE HAKKI YOK MU?🤷🏻‍♀️🤷🏻‍♀️

 

 

BÖLÜM HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZİ MERAK EDİYORUM. BENİ YORUMSUZ BIRAKMAYIN...🦋🦋

Bölüm : 27.09.2025 12:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...