25. Bölüm

ÇOK MU ACI ÇEKTİN?

Gizem Gültekin
gizeemikoo

🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥

 

SENA

 

Bedenlerimiz tek vücut olurken ruhlarımızda bütünleşiyordu. Senelerdir, mezarında ki toprağın kokusunu içime çekerken şimdi onun teninin kokusunu alıyordum. Ona bir kez sarılabilmek için her gece dualar ederken şimdi birbirimize ait oluyorduk. Rüyaydım sanki.. Asla uyanmak istemediğim bir rüya.

 

Aras üzerimdeki kazağı bir çırpıda çekip çıkarırken bende özlediğim dudaklara tekrar yapıştım. Dudaklarını kanarcasına emerken eşofmanımın belimdeki ipleri çözüldü ve bacaklarımdan aşağıya doğru süzüldü.

 

Aras'ın elli sırtımda gezinirken tek eliyle sütyenin kopçasını büyük bir ustalıkla çözdükten sonra beni kucağına aldı. İçindeki yangının şiddetini gösteren mavi gözlerindeki kıvılcımlar içimi yakıp geçerken beni nazikçe yatağa bıraktı. Üzerime uzanıp devam edip etmemi sorgularcasına yüzüme baktı. Bu adamın bu kadar düşünceli olması beni şaşırtıyordu. İç sesim "Alış Sena bundan sonra böyle" derken aldığım zevkten dişlerimi dudaklarıma geçirdim.

 

Dudakları göğüs uçlarıma kayarken ağzımdan kaçan tutku yüklü inlemeyi daha fazla tutamadım. Zevkten deli olduğumu anlayan Aras diliyle göğüs uçlarımda daireler çizerken onu içimde hissetmek için yanıp tutuşuyordum. "Aras lütfen" diye fısıldadım. O ise bu halimden zevk alarak sevişmesini yavaşlatıp zevkten daha da çıldırmama neden oluyordu. Tırnaklarımı sırtına geçirip güçlükle çıkan sesimle "Yatakta bari işkence çektirme." dedim.

 

Dudağından yayılan çarpık gülümseme ile yüzüme bakarken baş ucunda bulunan çekmeceye uzandı. Ne yapmak istediğini görmek için başımı elinin gittiği yöne çevirince çekmeceden kondom çıkardığını gördüm.

 

Gözlerim istemsizce dolarken yüreğimde üzüntüden mi yoksa kıskançlıktan mı olduğunu bilmediğim bir sızı oluştu. İçinde bulunduğumuz bu anın bana haz ve mutluluk vermesi gerekirken acı ve öfkeden başka bir şey hissetmiyordum. Lakin böyle davranması benim suçumdu. Bunca olandan sonra onun yatağına bu kadar hızlı girmemeliydim. Kendimi onun kollarına bu kadar hızlı bırakmamalıydım.

 

Nasıl bu kadar aptal olabilirdim? Beni diğerleri ile bir tutma ihtimalini nasıl görmezden gelmiştim? Kendisi söylememiş miydi benim için sevdiğim kadın öldü diye. Benim artık onun kalbinde özel bir yerim yoktu. Karşımda kimsenin dokumadığı adam yoktu. Dudaklarına dudaklarımdan başka kimsenin dokunmadığı adam gitmiş yerine yatağından sayısız geçen adam gelmişti. Yattığı sürtükler için çekmecesinde kondom saklayan bir adam...

 

Sürtükler işin kıskançlık boyutuydu ancak bir de kırılan gurur boyutu vardı. Beni yattığı sürtüklerle bir tutması!! Benimle de o kadınlarla olduğu gibi birlikte olmak istemesi. Tam anlamıyla bana ait olmayacaktı öyle mi? İşi bitince önemi olmayan bir sürtük olarak görecekti. Beni de onlar gibi görmesine asla izin veremezdim. Beni, günü birlik eğlenceleri ile aynı kefeye koymasına rıza gösteremezdim.

 

Beynim de düşünceler uçuşurken hormonlarım da beynime karşı direniş başlatmıştı. Her hücrem onu o kadar çok istiyordu ki aldığım zevk titrememe sebep oluyordu. Ama zihnim hala ayaktaydı. Böyle bir durum karşısında ona karşı gelebilecek kadar dirençliydi. Baştan çıkarılmış bütün hislerimle beraber kendimi toparlamaya çalıştım.

 

Durgunluğumu görünce düşüncelerimi okumuş gibi gözlerime baktı. "Onların hepsiyle yatarken bunu kullandım. Çünkü tek derdim ihtiyaçlarımı karşılamaktı. Ama onlardan çocuğum olma ihtimaline de asla izin veremezdim. Şimdi ise sen izin verirsen kullanmak istiyorum." dedikten sonra duraksadı. Kırgın gözlerimi ondan çekmeyince okyanus gözlerinde derin bir acı belirirken mahcubiyetini belli eden sesiyle "Kendi karanlığında boğulan bir adamdan çocuk sahibi olmak istemezsin diye düşündüm. Bu sefer kullanmak istememin sebebi kendim için değil senin için. Düzenli bir cinsel hayatın olmadığı için korunmadığını biliyorum Sena. İstemediğin bir şeyin olmasını istemem." dedi.

 

Beni mi düşünmüştü? Benim ondan çocuk sahibi olmak istemediğimi mi düşünmüştü? Beni o sürtüklerle bir tuttuğu için değil istemediğim bir şey olmasın diye böyle bir şeye mi kalkışmıştı? Beni korumaya çalışma yöntemi yanlıştı ama zevkin doruklarındayken bile beni düşünmesi... Kalbim deli gibi atıyordu. Bu adam bu düşünceli halleriyle bir gün beni öldürecekti.

 

Anladım ki Aras'ta olsa Selim'de olsa bu adam beni hep aynı sevecekti. Kalbinde yerim hep özel olacaktı. Vücudumda ki nefret dalgası yerini şefkat ve hüzne bırakırken yüzünü avuçlarımın içine aldım. "Karanlığında boğulmana izin vermem. Artık ben varım. Biz varız." deyince bakışları titredi.

 

Çaresizlikle yoğrulan sesi ile "Biliyorum. Ama ben senin tanıdığın adam değilim, Sena." dedi.

 

Şefkatli çıkan sesimin onu sıkıca sarılıp sarmalamasını umarak "Biliyorum. Sen masum Selim değilsin. Sen, karanlığın ta kendisi olmuş Aras Yiğitsoy'sun." dedikten sonra sağ elim çıplak göğsüne gitti. Parmaklarımı kalbinin üzerine yerleştirip maviliklerin en derinlerine işlemek istercesine baktım. "Ama burada bir yerde görmek istemediğin aydınlığın var Aras. Hissediyorum. Ve ben yanında olduğum sürece biz o aydınlığı arayacağız." Gözlerimi kısıp şakayla karışık çıkan azarlar tonlamam da "Ayrıca Aras Yiğitsoy cinsel hayatıma bu kadar hakim olmanız hiç hoş değil" dedim.

 

Tepki vermedi. Aldığı cevap tatmin olmasına yetmemişti çünkü istediği cevap bu değildi. Şuan bir tek nasıl hareket etmesini istediğimin cevabını duymak istiyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp başımı hafif sağa düşürürken yaramaz bir çocuk edasıyla "Yani senin anlayacağın hamile kalırsam ne olur diye bir korkum yok. İsmin, karakterin, huyun suyun değişmiş olsa da hala bana ilk günkü gibi aşık olan adamsın. Ve benim korkmak için bir sebebim yok." dedim.

 

Bakışlarında büyük bir parıltı geçti. Emin olmaya çalışan ses tonuyla "Korkmuyorsun yani?" dedi. Başımı yıkarım kaldırıp dilimi damağıma vurdurarak "Cık" sesini çıkardım. Kararımdan emin bir şekilde "Korkmuyorum." dedim.

 

Elindeki kondomu yere fırlatırken şehvet yüklü bir şekilde sırıtarak "O zaman küçük Yiğitsoy'u yapmak için önümüzde bir engel yok desene." dedi. Benim bir cevap vermeme izin vermeden sıcacık dudakları dudaklarımla buluştu.

 

*************

 

Onunla olmuştum. Onun olmuştum. Her zerremle sevdiğim adama aittim artık. Hayal mi görüyorum diye düşünmeden, ayrılma korkusu olmadan, ruhum mutsuzlukla savrulmadan, karanlık bir gelecekten uzak...

 

Göğsünde yatarken ciğerlerime huzurun kokusunu çektim. Senelerdir uzak olduğum huzurun kokusunu. Bu ana hapsolmak, öncesini ya da sonrasını düşünmemek istiyordum. Lakin bu pek mümkün değildi. Ne kadar kaçarsam kaçayım, ne kadar unutmak istersem isteyeyim acı bir gerçek vardı. Aras Yiğitsoy ve karanlık tarafı.

 

Aras karanlığa hapsolmamıştı. Karanlığın ta kendisine dönüşmüştü. Ruhunu ele geçiren karanlığı o kadar büyüktü ki benim hayatında olamam onun karanlığını yok etmeye yetmiyordu. Ruhunda derin yaralar vardı. Tıpkı bedenindekiler gibi. Yaraları, karanlığı, asiliği, inadı benim onu bu cehennemden çıkarmama engel miydi? Tabi ki hayır. Bir yolunu bulup onu aydınlığa çekecektim.

 

Parmaklarım göğsünde daireler çizerken gözüm vücudunda ki diğer yaralara kaydı. Sırtındakilerle beraber sayamayacağım kadar fazlaydı. Çok bedel ödemişti. Çok canı yanmıştı. Karanlığını onu bu kadar içine çekmesine şaşmamalıydı.

 

Peki neler yaşamıştı? Ben 13 yıl boyunca kendi cehennemimde yanarken Aras hangi cehennemde yanmıştı da bu kadar acımasız oluşmuştu? Nasıl acılar çekmişti de içinde ki masum adamı hiç acımadan öldürmüştü?

 

Parmaklarım göğüs kafesinin bitiminde ki dikiş izine doğru yol alırken boğazıma yumru gibi dizilen düşünceleri dilime dökmek istesem de Aras'ın vücudunda ki izleri gördükçe bunun kolay olmayacağına emin oluyordum. Ben onun yaralarının neden oluştuğunu sözcüklere dökemezken o bu izlerin bedeninde ve ruhunda açtığı derin yaraları nasıl dile getirecekti ki?

 

Başımı usulca kaldırıp sol kolunu başının altına koymuş antik yunan heykeli gibi karşımda duran adama baktım. Kafasında ki derin düşüncelerle tavanı seyrediyordu. Benim düşündüğüm gibi oda bundan sonra olacakları düşünüyor olmalıydı. Keskin yüz hatlarında ki mermer gibi duygusuz ifadeden anlamıştım. Aras ne zaman hoşuna gitmeyecek bir şeyi düşünse yüzü katılaşıyor , bakışları belli bir noktaya sabitleniyordu. Selim'den kalan bir davranışıydı. Ve bunca zamandır gördüğüm kadarıyla Selim ile olan da tek benzerliği. Ne kadar düşünürsek düşünelim bu karanlıktan öyle kolayca sıyrılamayacağımız kesindi.

 

Yüzüne daha da dikkatli baktım. Onu ilk tanıdığım gün başını ağaca yaslayıp gözlerini kapattığı an geldi gözlerimin önüne. O günde hayran bir şekilde onu izliyordum şimdi de. O günde onsuz tek bir nefes almak istemiyordum şimdi de. Ben her şeyimle aynıyken o ise her şeyiyle farklıydı. 18 yaşındayken sevdiğim adamla karşımda duran adamın arasında uçurumlar vardı. Selim ile aralarında hiçbir benzerlik kalmamıştı. Bakışları, konuşması, tavrı, masumiyeti kısacası her şeyiyle bambaşka bir adamdı Aras. Selim onun için gerçekten ölmüştü. Siluet olarak karşımda Selim'in aynısı dursa da ruh olarak başka bir adam vardı.

 

 

Kafama koymuştum ne pahasına olursa olsun onu bu karanlıktan çıkaracaktım, ölen ruhunu bir şekilde canlandıracaktım. Onun Aras ya da Selim olması fark etmezdi. Benim için sevdiğim olması yeterliydi. Karanlıkta ki ruhu her kim olursa olsun aydınlığa çıkmak zorundaydı.

 

Boğazımda ki yumrulardan kurtulmak istercesine yutkunup kendimden emin olmayan cılız sesimle "Aras" dedim. Tavandan çektiği bakışları yumuşayarak bana dönerken "Efendim Sena'm" deyince içimde bir şeyler ılık ılık akmaya başladı. Aklım bulandı ne söyleyeceğimi unuttum. Dağılan düşüncelerimi toparlamak için kısa bir süre beklerken parmağımla derin yara izini okşadım.

 

Ruhum sıkıldı. Gözlerimden çıkıp yanaklarıma doğru usulca akan göz yaşlarım eşliğinde "Ben yokken.." duraksayıp derin bir nefes aldım. "Çok mu acı çektin?" Sorumla beraber içimde tuttuğum soluğumu da verdim.

 

Acıyla inleyen Aras'ın göğsü inip kalkarken sitemli çıkan sesiyle "Yapma işte şunu yapma. İkimize de aynı acıları tekrar yaşatma." dedi.

 

Söylediklerini duymazdan geldim. Bu cehennemde ayrı ayrı yanmıştık ve o benim nasıl yandığımı bir şekilde öğrenmişti, şimdi ise sıra bendeydi. Ben onun hangi ateşlerde yandığını öğrenecektim. Yalvarır gibi çıkan sesimle "Aras lütfen." dedim. Oflar şekilde derin bir nefes verdi. Bakışlarını benden çekip tavana dikti. Bir süre ikimizde sessizce bekledik. Ben onun anlatmak için hazır olmasını beklerken oda muhtemelen vazgeçmemi bekliyordu ancak vazgeçmeyecektim. Neler olduğunu öğrenecektim.

 

Sessizliğe daha fazla dayanamayarak "Aras lütfen. Buna hakkım var." dedim.

 

Yerinde huzursuzca kıpırdanıp sinirli çıkan sesiyle "Neler olduğunu mu öğrenmek istiyorsun?" diye sorunca fısıldayarak çıkan sesimle "Evet." dedim. Bıkkınlık dolu sesiyle "Tamam o zaman kalk göğsümden konuşalım ne konuşmak istiyorsan." dedi.

 

Göğsünden istemeyerek de olsa kalkıp yatağın üzerinde duran pikeyi üzerime çektim. Aras yatak başlığına yaslanıp delici bakışlarını yüzümde gezdirirken bu konuları konuşmak istemediğini net bir şekilde belli etse de bu tavrını görmezden geldim. Panik atak yüzünden terleyen ellerimi pikeye silip parmaklarımı göğüs kafesinin bitiminde yer alan dikişe tekrar dokundurdum. "Bu ne zaman oldu?" diye sordum.

 

Bakışları buza dönerken soğuk bir ifadeyle "Cezaevine girdiğim ilk dönemde oldu." dedi. "Nasıl oldu?" diye sordum. Yüzü bu konuşmalardan memnun olmadığını belli edecek şekilde buruşurken öfkeyle tekrar ofladı. Bakışları karardı. Biliyordum. Öfkesi bana değildi geçmişineydi, yaşadığı derin acılaraydı.

 

Yalvaran bakışlarım bakışlarını bulurken sağ elimi çenesine koyup yeni çıkan sakallarını okşadım. Burada olduğumu, bu saatten sonra yaşadıklarının altında tek başına ezilmeyeceğini göstermeye çalışıyordum. "Aras lütfen. Sen benimle ilgili her şeyi öğrendin. Lütfen izin ver bende öğreneyim." dedim. Gözlerini kapattı. Başını yatak başlığına yaslayıp sustu. Anlatacakları için kendini hazırlamak istediğini anlayınca sessizce onun hazır olmasını beklemeye başladım. Bu arada 13 yıldır hasret kaldığım yüzünün her ayrıntısını hafızama tekrar tekrar kazımaya çalışıyordum.

 

Yaklaşık 5 dakikalık bekleme sonrası içli bir nefes verdikten sonra derin mavilikler yavaşça açıldı. Zerre duygu bulunmayan yüzüne eşlik eden keskin sesiyle "Sadece bugün Avukat. Ne konuşmak istiyorsan sadece bu gün bu yatakta konuşacağız sonrasında asla açılmayacak bu konular." dedi.

 

Her şeyi öğrenmek için bu kadar zaman yeter de artardı bana. Aklıma takılan diğer şeyleri de bir şekilde Yavuz'dan öğrenebilirdim. "Tamam. Anlaştık." dedikten sonra sorgulayıcı bakışlarımı üzerine dikip en küçük yaraları göstererek "Bu yaralar nasıl oluştu?" dedim.

 

"Cezaevine girdiğim ilk dönemde oluştu." derken gözleri de karşıda ki duvara sabitlendi. "Olmamam gereken bir koğuşa verilmiştim." Acıyla karışık çarpık bir ifade ile güldü. "Orada bana pek iyi davrandıklarını söyleyemem. Her neyse Avukat. " deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.

 

Göğsünde ki uzun çizgi halindeki izlere baktım. Kemerle mi dövmüşlerdi? Hiç acımadan her Allah'ın günü aynı işkenceyi çektirmiş olamazdı değil mi? Kalbim kanıyordu. Cevabını duymaya korktuğum soru dudaklarımdan dökülürken "Aras düşündüğüm şeyler olmadı değil mi?" dedim.

 

Bakışlarını sabitlendiği duvardan çekip bana baktı. Çene kasları sinirden kasılırken burnundan derin bir nefes verip "Avukat, bunları konuşmak zorunda mıyız? Kapatalım şu konuları olmaz mı?" dedi.

 

Bir açıklama yapmayacaktı. Neler olduğunu bana söylemeyecekti. Ama neden? Dayak yediği gerçeğinden fazlası olmalıydı. Daha ağır bir şey." Çünkü daha fazla yara almamızı istemiyor. Bizi korumaya çalışıyor." diyen iç sesime "Neyden korumaya çalışıyor?" diye sordum. Beynimin içinde "İyi düşün Sena." diyen ses yankılandı. Eksik parçaları birleştirmek için gözlerimi kapattım. Yaşadıklarımız bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp giderken aklıma gelen o anda kaldım. Aras'ı cezaevine değil de ölüme götüren o anda.

 

Yapbozun eksik parçasını bulmuştum. En ağır eksik parça. Gözyaşlarım yanaklarımdan usulca süzülürken yavaşça gözlerimi açıp Aras'a baktım. Gözlerimin içine "yapma şunu kendine" der gibi baksa da her şeyi anladığımın farkındaydı. Yüzünde ki acı dolu ifadeye rahatlama hissinin de eklendiğinin farkındaydım. Belliydi, yorulmuştu benden bir şeyler gizlemek istemiyordu ama canımı daha fazla acıtmamak için de susmuştu.

 

 

Gözyaşlarımla ıslanan dudaklarıma dişlerimi geçirip tuzlu suyu emdim. Konuşmaya hazır olunca içimi çekerek "Babam yüzünden oldu. Yaşadığın her şey onun yüzünden oldu. Seni o koğuşa babam koydurdu değil mi?" diye sordum. Ben, onun cezaevine girmesine sebep olmuştum babam ise orada ölmesine...

 

Dudakları aralandı ama sözcükler dökülmedi. Başını aşağı yukarı sallayınca kalbimin tam orta yerine bir şey saplandı. Nefes almamı engelliyor, her soluk alışımda kalbimden vücuduma ince bir sızı yayılıyordu. Sızlayan göğsüme elimi götürürken "Hamdi Bey ile tanışman.. Onun koğuşuna verildiğin için oldu değil mi? " dedim.

 

Kırgın sesiyle "Sena yapma" deyince içine düştüğüm ateş beni daha da derinlere çekmeye başladı. Derin bir nefes alıp "Sen torbacı damgasıyla içeri girmişken, seni Hamdi Babanın koğuşuna mı verdiler Aras?" deyip duraksadım. Aldığım derin nefes ciğerlerime yetmeyince yenisini alıp daha gür çıkan sesimle "Seni o koğuşa babam mı verdi?" diye sordum.

 

Her zaman her şeye cevabı olan adam sustu. Başını öne eğip tek bir kelime dahi söylemeden öylece durdu. Babama karşı olan öfkemden dolayı kontrol edemediğim sesimle "Aras sana bir şey sordum." dedim. Hala bir tepki vermedi. Sabrım tükenmek üzreydi. "Sen söylemezsen bende gider ona sorarım." diyerek üzerimdeki pikeyi atıp yataktan kalkmaya yeltendim

 

Eli bileğimi sıkıca kavrarken öfkeden seğirmeye başlayan çenesi ve karanlık bakışları ile yüzüme baktı. "Acı çekmeye bu kadar mı meraklısın Avukat? Bu kadar mı üzülmeyi seviyorsun?" deyince "Evet." diye bağırdım. Onun o hücrede çektiklerinin yanında duyacaklarımdan dolayı çekeceğim acı, acı sayılmazdı. Sebep olduğum şeyleri bilmek istiyordum. Günahımla yüzleşmek istiyordum.

 

Başını öfkeyle sallarken "Her zaman ki gibi başının dikine gidiyorsun. Her zaman ki en acı sonları yaşamadan rahat edemiyorsun." Bileğimde duran elini hırsla çekti. "İyi duy o zaman. Baban yaptı. Hamdi Babaların koğuşuna girebilmem için gücünü kullandı. Vücuduma aldığım darbelerin yetmeyeceğini düşünüp senin elin itleri ile olan abuk sabuk fotoğraflarını yolladı. Duydun mu? Rahat ettin mi?" diye kükredi.

 

Bağırması karşısında yerimden korkuyla sıçradım. Lakin babama olan öfkem ve kinim saniyesinde korkumun önüne geçti. Sevdiğim adamı babam ölüme göndermişti. Ben babamdan onu kurtarmasını beklerken o göz göre göre ölüme göndermişti. Hamdi Yiğitsoy, uyuşturucu mafyalarına savaş açmışken babam Selim'i torbacı damgası yemiş vaziyette onun koğuşuna yollatmıştı.

 

Selim'e olan nefretine bir türlü anlam veremiyordum. Tanımadığı, gencecik birinin hayatını hiç düşünmeden nasıl bitirebilirdi? O adam kızına yeni bir hayat sunmuşken nasıl ondan hayatını alabilirdi? Ağzımdan kaçmaya hazır halde bekleyen hıçkırığı tutmak için elimi ağzıma kapattım. Ancak bir işe yaramadı. Dizlerimi kendime doğru çekip başımı dizlerimin üzerine dayadım. Duyduğum vicdan azabından, acıdan, çaresizlikten ciğerim sökülürcesine ağlamaya başlamıştım.

 

Aras'ın kolları bedenimi sarıp beni göğsüne doğru çekerken sesi öfkeden arınmıştı. Yatıştırmaya çalışan sesiyle "Senam, iyiyim, yanımdayım, geçti. Geçti" diye fısıldamaya başladı. O geçti dese de hiçbir şeyin geçmediğini ikimiz de biliyorduk. İyiyim dese de iyi olmadığını biliyorduk. Aldığı o kadar yaradan sonra kim iyi olabilirdi ki?

 

Ben babam yüzünden delirmiştim o ise benim yüzümden karanlığa düşmüş babam yüzünden ölmüştü. Onun mezarını ben, benim mezarımı en yakınlarım kazmıştı. En yakınlarım öldürmüştü beni. Ben sevdiğim adamın yasını tutarken onlar belki de kutlama yapmıştı. Ne aile ama... Bu hallerine şaşırmamam lazımdı. Abimin yasını dahi tutmayan anne babadan başka ne beklenebilirdi ki?

 

Ağlamama daha fazla dayanamayan Aras elini çenemin altına yerleştirip başımı yukarıya kaldırdı. Gözlerine inen hüzün bulutları akacak yaşların habercisiyken üzüntü dolu sesiyle "Yalvarırım ağlama. Çektiğim acıların zerresi dahi senin gözünden akan bir damla yaş kadar yakmadı canımı." dedi.

 

Yutkunamadım. Onu bu kadar çaresiz ve üzgün görünce nefes alamadım. Ömrünün en güzel yılları ben ve ailem yüzünden heba olmuştu ama o hala beni düşünüyordu. Gözümden akacak bir damla yaşı çektiği acıdan daha üstte görüyordu. Oysa ben düşüncesiz davranıp nelere sebep olmuştum. "Benim yüzü..." derken eli dudaklarımı buldu. Sıkıca dudaklarımın üzerine bastırıp acı çeken gözleriyle yüzüme baktı. "Eğer beni seviyorsan o cümleyi tamamlama. Bırak geçmiş geçmişte kalsın."

 

Ona karşı çıkmaya çalışarak başımı iki yana salladım. Tepkimi görünce "Sen kendini suçladığında yaşadığım karanlık bitecek mi sanıyorsun? Sen kendini suçladığında giden yıllarımız geri gelecek mi sanıyorsun?" diye sordu. Başını iki yana sallama sırası ondaydı. "Hayır hiçbiri olmayacak. Aksine yandığımız cehennemin şiddeti artacak.."

 

Elleri yüzümü tekrar buldu. Narince okşarken "Bunu bize yapma, sana her baktığımda çektiğin vicdan azabına şahit olmama izin verme. Bırak geçmiş geçmişte kalsın. Gözünden akacak bir damla yaş on üç yıldan daha değerli benim için." Kalbim eridi yok oldu. Kendimi güvende hissettiğim kollarına bıraktım. Kokusunu ciğerlerimin en derinlerine çektim. Buraya gelmekle doğruyu yaptığımı bilsem de Aras'ın bana verdiği değeri görünce verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım.

 

O, benim için çektiği acıları görmezden gelebiliyorsa bende onun için güçlü olacaktım. Olmak zorundaydım. Babamın mahvettiği hayatımızı bize geri verecektim. Geçmişte takılıp kalmayacaktım. Ama önce neler yaşadığını bilmem gerekiyordu.

 

Gözyaşlarımı elimin tersiyle hoyratça silip sığındığım göğsünden çıktım. Kendimi toparlamaya çalışırken "Haklısın geçti." dedim. Bizim için geçmişti. Bundan sonrasında bedel ödeyeceklerin düşünmesi gereken zaman gelmişti. Aras'ın çektiği işkencelerin her zerresini onlara çektirmeden bana bu dünyada rahat yoktu.

 

Burnumu sesli bir şekilde çektikten sonra "Hamdi Bey ile bu kadar yakınlaşman nasıl oldu peki? Seni öldürmeye çalıştığına eminim." dedim.

 

Çektiği işkenceleri küçümseyen bir şekilde "Dayak yediğim gecenin akşamında koğuşta oturmuş yıldızları seyrediyordum." deyince kızgın bakışlarımı üzerine diktim.

 

Bıkkınlıkla bir nefes verdi. "Sırtıma ve göğsüme aldığım kemer darbeleri yüzünden yatamadım. Bende güçlükle oturduğum sandalyeden gökyüzünü izleyip seni düşünüyordum. Yavuz Ankara'ya gitmişti. Senin suçsuz olduğunu anlaması için ben göndermiştim. Ondan gelecek iyi haberler sonrasında kafamın içinde ki şüphelerden kurtulacaktım. Gerçi kafamda oluşan şüphe kuracağımız güzel hayatı düşünmeme engel değildi. Ben bu hayal aleminde savrulurken ranza kısmında bir hareketlilik oldu. Yediğim dayaklar yüzünden huzursuzdum. Ve yine birisi beni dövmeye mi geliyor diye korkuyla arkama baktım." derken dağ gibi biriken dertlerini bir nebze de olsa soluğuyla bir verdi.

 

"Arkamı dönüp baktığımda Hamdi Baba'nın tuvalet tarafına yöneldiğini gördüm. Bir kaç saniye geçmeden arkasından birisi daha kalkıp tuvalete yürüdü. Dikkatli bir şekilde bakınca koğuşa daha bir kaç gün önce gelen adamın gittiğini gördüm. Babayı kontrol etmek için gittiğini düşünüp önüme döndüğüm esnada nasıl olduğunu bilmiyorum ama elinde tuttuğu şey birden gözümü aldı." durdu. Bakışları derinlere daldı. "Çok net hatırlıyorum o gece dolunay vardı ve koğuşu fazlasıyla aydınlatıyordu. Onun sayesinde elinde tuttuğu parlak cismi fark ettiğimi düşünüyorum." dedikten sonra bakışlarını bana çevirdi.

 

 

"Sandalyeden vücudumun izin verdiği ölçüde hızlıca kalkıp arkalarından yürüdüm. Ben yanlarına geldiğimde baba çoktan o itin elindeki şişi fark etmişti. Ancak o günün sabahında bana vurmaktan sağ elini zedelen Hamdi Babanın o durumdayken yapabileceği pek bir şey yoktu."

 

Yanaklarını şişirerek bir nefes alıp verdi. "Her neyse şerefsiz herif elindeki şişi Hamdi Babaya saplamak için kaldırdığında aralarına ben girdim." deyince duyduklarım sonrası yaşadığım şok yüzünden açılan ağzımı güçlükle kapatıp "Hamdi Bey yerine de sen yaralandın." dedim. Başını onaylar manada salladı.

 

"Sen, seni sabah akşam öldüresiye döven, dövdüren adamın canını kurtarmak için kendi canından mı vazgeçtin?" Gözlerimi kapatıp beynimde ki uğultuyu bastırmaya çalıştım. Söylediklerine hala inanamıyordum. Nasıl bir insan, kendisine hayatı cehennem eden birinin hayatını kurtarmak için kendi canını hiçe sayardı? Hangi insan bu kadar büyük bir fedakarlık yapacak kadar yüce gönüllüydü?

 

"Seni dövmekten elini sakatlayan adamın yerine şişlendin yani?" diyerek duyduğum şeylerin doğruluğunu pekiştirmeye çalıştım. Bu konuları konuşmaktan sıkıldığını belli eden sesiyle "Evet Avukat doğru duydun. Tamda söylediğin şeyi yaptım. Şimdi bu konuya takılıp kalman bittiyse sıradaki soruna geçmeye ne dersin?" dedi.

 

Allah'ım çıldırmak üzereydim. Ona bunlara yaşatan adama karşı yaptıklarını duydukça delirecek gibi oluyordum. Aras ise eski defterlerin konusunu bir an önce kapatmak istiyordu. Söylediği gibi daha sonrasında da bir şey sormama izin vermeyeceği için bulanıklaşan zihnimi toparlamaya çalıştım. "Sonrasında ne oldu peki?"

 

Kollarını göğsünün üzerinde bağlayıp arkasına yaslandı. "Beni apar topar hastaneye kaldırdılar. Hamdi Baba bir hafta hastanede kalmamı ve iyi bir bakım almamı sağlamış. O süre zarfında da aslında benim kim olduğumu, torbacılıkla alakam olup olmadığını falan araştırmış. Tabi hakkımda öğrendikleri ile ilk gün beni koğuşa getiren gardiyanın söylediklerinin farklı olduğunu görmüş. Gardiyan o gecenin sabahında infaz edilmiş. Gardiyanla iş birliği olduğu öğrenilen birkaç kişi öldü.." derken sabırsızca bir nefes verip "Bana ne Allah'ın belası gardiyandan ya da onun yardakçılarından. Sana ne oldu bana onu anlat." dedim.

 

"Hastanede kaldığım süre zarfında Yavuz'un beni görmesine izin almış Hamdi Baba. Yavuz'da Ankara'dan döner dönmez benim yanıma geldi. Zaten normalde de her görüş günü yanımdaydı. İzmir'den İstanbul'a sürekli nasıl geldiğini sorguladığımda üniversite naklini İstanbul'a aldırdığını söyleydi. O işin aslı da öyle değilmiş ya neyse o başka zamanın konusu." dedi imalı bir sesle. Bu konun aslını merak etsem de Aras'ın anlatacaklarını dinlemek için sorgulamayıp konuyu aklımın bir köşesine yazdım.

 

"Hastaneye geldiğinde yaralanmam yüzünde oluşan endişeli bakışlarını üzerimden çekmiyordu." deyince imalı çıkan sesimle "E tabi o zamanlar alışık değildi ayda bir vurulmana endişelenmesi normal." dedim.

 

Sesli bir şekilde gülüp "Haklısın Avukat." dedi. Yüzü tekrar duruldu. "Ama bakışlarında başka bir şey daha vardı. Başka bir acı, başka bir üzüntü." Adem elmasını yerinden oynatacak şekilde yutkundu. Mavilikleri benden kaçırmaya çalışsa da gün yaşadığı acıyı gözlerinde gördüm. Anlatırken bile acı çekiyordu. Kim bilir o zamanlar nasıl üzülmüştü? "Ankara'da kaldığı sürede dört gün boyunca seni bir adamla görmüş. Ev arkadaşlarım da her hafta yanında ki adamın değiştiğini söylemiş." dedikten sonra güçlü bir nefes aldı.

 

"Bir haftanın sonunda kokrmadan koğuşa döndüm. Senin ihanetinin yanında yaşayacaklarımıb bir önemi yoktu. En büyük darbeyi sen vurmuştun bana. Zaten koğuş yaşamımda pek fazla değişiklik olacağını ummuyordum. Her ne kadar Hamdi Yiğitsoy'un canını kurtarmış olsam da damgam belliydi. Günde 5 öğün dayak yerine 2 öğün yemem dışında bir değişiklik olmayacağını tahmin ediyordum. Ama düşündüğüm gibi olmadı tabi. Ben daha koğuşa gelmeden Hamdi Baba'nın yanı başındaki ranzalardan birisi bana ayarlanmış. Hizmetime de 1 adam verilmiş. Hamdi Baba bütün koğuşa benim sağ kolu olduğumu, bana yapılacak her hangi bir yanlışın kendisine yapıldığını sayıp cezasını keseceğini söylemiş."

 

 

Göğsünde birleştirdiği kollarını çözüp sağ kolunu başının altına yerleştirdi. Anlatacakları sanki duvarda oynayacakmış gibi bakışlarını duvara sabitledi. "Koğuşa girince beni yanına çağırdı. Ben en fazla teşekkür eder diye düşünürken "Duydum ki Hukuk Fakültesi öğrencisiymişsin, dedi." Saygısızlık olur diye cevap bile veremedim sadece başımı sallamakla yetindim. Gururlu bakışlarıyla beni süzdükten sonra "Senin elinden hayallerini almışlar evlat. Hukuk kurallarına göre adaleti sağlamana engel olmuşlar. Benim yanımda durarak kendi adalet sistemini kurmaya, suçlu bulduklarına kendi adaletinle ceza kesmeye ne dersin? Oğlum Aslan'ın sağ kolu olmanı istiyorum. Senin gibi baba yiğidi doğurmak her ananın harcı değil, dedi." durup derin bir nefes aldıktan sonra duvara diktiği bakışlarını bana çevirdi.

 

"O an da yapabilecek başka bir seçimim yoktu. Sen yoktun. Hayallerim yoktu. Hedeflerim yoktu. Kısacası Hamdi Babanın bana sunacağı hayattan başka seçeneğim yoktu. Kim bir sabıkalıya iş verirdi ki? Zaten hayatım kararmıştı. Daha da kararmasının kimseye bir zararı olmazdı. Bende teklifini kabul ettim." Kuruyan dudaklarını ıslattı. "Sonrasında yediğim dayakların amacı eğitime döndü. Beni güçlendirdiler. O malum geceden geriye de" dedikten sonra eli göğüs kafesinin altında ki derin yara izine kaydı. "Bu iz kaldı." dedi.

 

Parmaklarım düşünceli bir şekilde çenemde ritim tutarken "Bu yaşadığın hayatı sana sağlayan görmezden geldiğin Selim yani, doğru mu anladım? " diye sordum.

 

Yarım ağız gülerken "Senin uğruna öldüğün, şiirler yazdığın, kapı önlerinde beklediğin zayıf Selim'inin de etkisi yok diyemeyiz." dedi. Sitemli çıkan sesimle "Bu durumla bile dalga geçebiliyorsun ya Aras, pes." dedim. Büyülenmeme sebep olacak şekilde içten kahkaha atarken içimde ki öfkede bir anda uçtu gitti. Ama duruşumdan taviz vermedim. Kollarımı göğsümün üzerinde bağlayıp küstüğümü belli etmek için başımı onun olduğu yönün aksine çevirdim.

 

"Ne yapmamı bekliyorsun Avukat. Seneler önce olmuş bitmiş şeylerin yasını mı tutayım" deyince evet tut be adam bari bunu tut diye bağırmak istesem de omuzlarımı bana ne der gibi yukarı çekmek dışında bir şey yapmadım. Ondan tarafa dönmedim. Kadifemsi tonda çıkan sesiyle "Senam." dedi. Kalbimden iç organlarıma doğru bir hareketlilik olsa da yelkenleri suya indirmemeye çalışıyordum.

 

İkna etmeye çalıştığı sesiyle "Güzelce açıklayacağım hadi dön bana" dedi.

 

"Söz mü?" deyip ondan tarafa baktım. İçimden "Aras lütfen söz ver. Sebep olduğum yıkımı görebilmem için yalvarırım söz ver." desem dışım susuyordu.

 

Gülümsemesi sesine yansırken "Bilmem düşünmem lazım." deyince küslüğümü uzatmak için tam yüzümü çeviriyordum ki göğsünde birleşen ellerini çözüp beni kendine çekti. İşaret parmağı ile burnumun ucuna nazikçe vururken "Küsmek sana hiç yakışmıyor Avukat" dedi. Bu haline istemsiz bir şekilde gülümserken Aras'ın da gözlerinin için parladı. İkimizin gözlerinin içinin seneler sonra parladığına emindim. Bu sebeple bu mutlu anı bozmak istemedim.

 

Kollarından kendimi kurtarıp "Yemezler Aras Yiğitsoy. Neler olduğunu adam akıllı anlatacaksın. Söz ver." dedim.

 

"Tamam, tamam söz. Anlatacağım." deyip duraksadı. Yüzündeki kahkahanın yerini ciddiyet alırken " Önce beni Aslan'ın sağ kolu olmam için eğitmeye başladı sonrasında" derin bir nefes verdi. "Sonrası malum."

 

"Sonrasında Aras Yiğitsoy oldun. İçinde ki Selim'i öldürdün." dedim.

 

"Başka çarem yoktu Avukat. Bu dünya masumlar için fazla acımasız. Ayakta kalabilmek için gaddar olman gerekiyor. Sana acımayan hiç kimseye acımayacaksın ki var olabilesin."

 

Aras'ı dinlerken Yavuz'un söyledikleri aklıma düştü. "KENDİNDEN BİLE VAZGEÇTİ" demişti. Aras'ın değişimi öyle de böyle de olduğu için anlattıklarına takılmadan kafama takılan soruya geçtim. "Peki benim ihanetimi duyunca canında vazgeçtin mi? Her şeyden vazgeçen insan canından da vazgeçer." deyince bakışları bakışlarıma sabitlendi.

 

"Sen nereden biliyorsun Avukat? Yavuz mu anlattı?" Bakışlarında oluşan sert ifade cevabım evet olursa Yavuz için hiç iyi şeyler olmayacağının en büyük kanıtı niteliğindeydi.

 

Kendimden emin çıkan sesimle "Hayır şimdi sen söyledin." diyerek omuz silktim. "Sana bir yem attım Aras Yiğitsoy, sende yemi yuttun."

 

Gözleri kısılırken "Çok fenasın Avukat." dedi.

 

Başımı sola yatırıp sırıtarak ona bakarken "Biliyorum. Ama konumuz bu değil." dedim. Omuzlarımı dikleştirip azarlar tonda çıkan sesimle "Kendini nasıl öldürmeye kalkarsın Aras?" diye sordum.

 

"Sensizdim. Babanın her gün gönderdiği fotoğraflara bir de Yavuz'un seni adamlarla gördüğü anlar eklenince çıkmaza girdim. Aldığım her nefeste boğuluyordum Sena. Benim olmamana katlanabilirdim ama ben burada çürürken senin başkalarına ait olmana katlanamazdım. Dayanamazdım."

 

Onu anlıyordum. Kıskançlığın ne demek olduğunu daha bu sabah yaşamışken onun neler yaşadığını anlıyordum. Benden haber alamamanın üzerine babamın gönderdikleri Yavuz'un söyledikleri onu böyle bir çıkmaza sürüklemişti.

 

"Zayıftım... Çok zayıf. Aslan'ın sağ kolu olmak yaşamama sebep olmuyordu. Beni ayakta tutmaya yetmiyordu. Benim eksikliğim güç, para , şöhret değildi. Sendin. Benim bir tek ihtiyacım olan sendin. Sense.." deyip cümlesini tamamlamadan derin bir nefes verdi. Sebep olduğum karanlığın azabı üzerime çökerken sessizce dudaklarımı dişledim.

 

"İsminin üzerine attığım jilet darbeleri ihanetin acısını söndürmeyince aynı jileti bileklerime dayadım. Kesmek için hafif baskı uyguladığım anda Hamdi Babanın "Acın geçsin diye, omzundan ismini söküp atarsan yüreğinden de bir nebze olsun atarsın belki diye, aklını başına alırsın diye omzuna attığını görmezden geldim. Lakin o jilet bileğinden küçücük bir yerin dahi kesilmesine sebep olursa bu gece o kızı öldürtürüm Selim. Karar senin." diyen sesi bütün kararlılığı ile içime işledi. O geceden sonra sen hayatta kalabil diye yaşadım."

 

Çaresizlik içinde kıvranan sesimle "Benim için kendinden vazgeçmeye değer miydi? Kendi canına kıymaya değer miydi? O masum adamı öldürmeye değer miydi?" diye sordum. Değmezdi. Cezaevine girmesinin sebebi benken, karanlığının sebebi benken değmezdi. Ben hayatına girmeden önce beyazdan daha beyaz olan adamın kendi canından vazgeçmesine değmezdi.

 

"Avukat, şunu unutma ki en tehlikeli öfke iyi kalpli birinin içinden doğar. Selim'in içinden doğan öfkede Aras'ı var etti." Boynunu kaldırıp sert bir şekilde yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıdı. "Selim'in sana olan, ihanetine olan öfkesi, ölmek istediği halde izin verilmemesine olan öfkesi içinde ki karanlığın fitilini ateşledi. Sonrasında ise masumken görmediği değeri acımasız bir adama dönüşünce görmesi, ne kadar canileşirse o kadar saygıdeğer olması Selim'in ölmesine benim ise doğmama sebep oldu."

 

Bu hallerine şaşırıyordum. Kendisinden başka biriymiş gibi bahsetmesini anlayamıyordum. Dönüştüğü canavarı bu kadar özümsemesini aklım almıyordu. Ama başaracaktım, Aras'a her ne olursa olsun Selim'i hatırlatacaktım. Sebep olduğum yıkımı kendi ellerimle düzeltecek, ona benden önceki yaşamını geri verecektim. "Aras farkında mısın Selim başka biriymiş gibi konuşuyorsun?"

 

Başını birkaç kez evet anlamında salladı. "Farkındayım Avukat. Çünkü ben Selim değilim. Bunca yıldır seni benim avukatım olduğun ana kadar da asla olmadım." Gözlerini gözlerime dikip "Bundan sonra da olmaya niyetim yok." dedi. Bu söylediğini bana göz dağı vermek niyetiyle söylemişti. İçindeki Selim'den uzak durmam için söylemişti. Peki ben durur muydum? Elbette hayır. Ama Aras'ın dikine de gidemezdim. Onunla inatlaşmanın bedeli ağır oluyordu. Davette yaşanılanlarla bunu fazlasıyla öğrenmiştim.

 

Ayrıca şu anda ne zihnimden geçen geçmiş günahlarımızı ona hatırlatmanın faydası vardı ne de düşündüklerinin yanlış olduğunu ispatlamaya çalışmanın. Konuyu değiştirmek istediğim için "Peki neden Aras? Bir anlamı mı var yoksa rastgele seçilen bir isim mi?" diye sordum.

 

"Baba anlamından dolayı tercih etmiş." diye cevap verince merakla "Anlamı ne?" dedim.

 

"İki anlamı var. İlki insanda saygı uyandıran görünüş. Sanırım onun gözündeki değerimden dolayı alemdeki herkes ismimi anarken bile bana saygı duysun diye düşündü." duraksayıp burnundan bir nefes verdi. "İkincisi ise kendisinin gibi sahip çıkan. Bu ismi seçmesinin asıl sebebi bana sorarsan bu anlamı. Yiğitsoy Ailesinin adına, itibarına doğduğum günden beri bana aitmiş gibi sahip çıkmam." diye açıkladı.

 

"Anlamının derinliği ne kadar da güzel."

 

Başını sallarken tebessüm dolu yüzüyle "Öyle" dedi. Geçmişiyle ilgili şimdilik almam gereken cevapları almıştım. Bundan sonrasında olacaklar bana kalmıştı. Babamdan alacağım büyük bir intikam vardı. Ve ben onun canını yakacağım günü iple çekiyordum.

 

Öfkenin bedenimi ele geçirmesine izin vermeyerek parmaklarımı omzundaki dövmeye götürüp "Demek burada benim ismim yazıyordu öyle mi? " dedim. Göz ucuyla dövmeye bakarken dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı.

 

Sitemli bir şekilde "Birlikte olduğumuz süre zarfında neden bundan bana hiç bahsetmedin?" dedim.

 

Dudakları yana doğru kaydı. Güçlü bir nefes alıp verdi. "Çünkü Avukat bu dövme yapıldığında biz birlikte değildik." deyince şaşkın bir halde ona baktım. Yavuz'un, Aras'ın beni daha önce tanıyıp aşık olduğu dönemde yaptıkları ile ilgili ima ettiklerinden bir tanesi de buydu sanırım.

 

Aşk dolu bakışlarına sevgi sözleri de eklenirken "Sen üzerime kahve döktüğün gün ben sana vuruldum. Bakışlarımızın birleştiği o an kaderim olduğunu anladım. Ertesi gün soluğu dövmecide aldım. Sana olan bağlılığımın ve masum aşkımın simgesi olarak geyik dövmesi yaptırıp boynuzlarının arasına da Sena'm yazdırdım." dedi.

 

Söylediklerinden mest olmuştum. Bu adamın bana olan aşkını ne zaman kelimelere dökse kendimden geçiyordum. Bu kadar güzel seven başka bir adam olabilir miydi? "Tabi ki de olamaz" diye iç geçirirken aklıma onu vurduğum gece söyledikleri düştü.

 

Kalbim acımasız bir el tarafından paramparça edilirken dudaklarımdan dökülecek cümleler karşısında alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum. Güçlükle kaybolan sesimi bulup düşen yüzümle "O gece bana senin için öldüğümü söyledin. Beni kalbinde gerçekten öldürebildin mi Aras?" diye sordum.

 

"Öldürmüşe mi benziyorum?" deyince gözlerimi kısıp "İstediğim cevap bu değil." dedim.

 

Tavrıma sesli bir kahkaha attıktan sonra aşk dolu bakışları ile yüzüme baktı. Bakışları içime işlerken "Senam ben senin aşkından kurtulmak için bu kadar karanlığa battım. Kalbim ne kadar kararırsa derinlerden gelen sesini o kadar duymazdan gelirim diye düşündüm. Ama olmadı. Her gecenin sabahı yine sana çıktı. Her gün batımı beni sokağına getirdi. Bedenim hiç yanında olmadı belki ama kalbim her zaman yanındaydı" diyerek öne doğru eğilip "Kalbin her zaman yanımdaydı." dedi.

 

Söyledikleri hoş bir melodi gibi kulağıma çalınırken daha fazlasını duymak için "Kalbin ne kadar kararırsa kararsın hep sevdin yani beni?" dedim.

 

"Bütün İstanbul'a öfkem düştü de" dedikten sonra işaret parmağımı göğsüme vurarak "Bir senin sevdan düşmedi gönlümden. Bir tek sana gücüm yetmedi bunca yıl. Senin anlayacağın kalbimin varlığını unuttuğum anlarda bile bir tek seni hatırlayınca attığını hissediyordum." dedi.

 

Elimi yüzüne yerleştirip gözlerinin içine baktım. "Seni seviyorum Aras Yiğitsoy. Kim olursan ol. İsmin ne olursa olsun seni her halinle çok seviyorum." dedim. Sana bunları yaşatan ben olsam da seni seviyorum diyemedim. Sebep olduğum yıkımı gözlerinin içine bakarken söyleyemedim. Söylemek istesem de Aras'ın yine izin vermeyeceğinin farkındaydım. Ama kararlıydım bizden alınan hayatı bize geri verecektim.

 

Yüzü yüzüme yaklaştı. Dudaklarından çıkan ılık nefes dudaklarıma çarparken "Seni seviyorum Sena Eroğlu. Ömrümün sonuna kadar da seni seveceğim." dedi. Dudakları usulca dudaklarımı örterken bende kendimi anın büyüsüne bıraktım.

 

Sabah Aras'ın kollarında gözümü açtım. Bakışlarımı sert yüzüne çevirdim. Bu adamın uyurken bile bu kadar sert bir yüz ifadesi takınmasına anlam veremiyordum. "Kim bilir kimlerin canına okuyorsun rüyanda." diye iç geçirip onu seyretmeye başladım. Yüzünün her detayında ki çizgileri incelerken "Gözünle yemekten asla vazgeçmeyeceksin değil mi?" diyen Aras'ın dudakları tebessümle yana doğru kıvrıldı.

 

Yüzsüzlüğümü ele alıp "Bana ait değil misin? İster gözümle yerim ister dudaklarımla kime ne?" deyip yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Gözleri hızla açılırken bakışları da arzuyla karardı. Tek kaşını havaya kaldırıp "Öyle mi diyorsun Avukat?" diye sorup cevabımı beklemeden dudaklarıma doğru sokuluyordu ki komodinin üzerinde ki telefonu çaldı.

 

Oflayarak yanımdan uzaklaşırken elini telefona attı. Telefonu kulağına götürüp "Ne var lan sabahın köründe arıyorsun?" dedi. Arkadan kahkahası duyulan Yavuz "Tam tahmin ettiğim gibi barışmışsınız Avukat Hanımla. Ne demek abi rica ederim." cevabını verdi.

 

Aras'ın yüzü yumuşasa da sert çıkan sesiyle "Yavuz uzatma ne diyeceksen de." deyince "Hamdi Baba sen ve Sena'yı kahvaltıya bekliyor. " dedi.

 

Kaşlarım büyük bir merakla çatılırken durumun Aras içinde aynı olduğunu gördüm. Çatılan kaşlarıyla "Neden çağırdığını söyledi mi? Bir sorun mu var?" dedi.

 

"Yok bir sorun abi. Sadece gerçek bir aile olarak kahvaltı yapmak istiyor. Hır gür olmadan masanın etrafında toplanmak için de sizin barışmanız gerekiyordu malum." dedi imalı çıkan sesiyle.

 

Aras sıktığı dişlerinin arasından "Yavuzzz." diye uyarınca "Ben kapatayım en iyisi. Sena'ya selamlar. Unutmadan Yeliz Hanımda burada Sena..." derken cümlesini bitirmeden Aras telefonu yüzüne kapattı.

 

Hareketiyle dehşete düşmüş halde ona baktım. "Aras niye böyle bir şey yaptın?" diye sorunca muzip bir sırıtışla yüzüme bakıp "Nerede kalmıştık?" diye sordu. Olayın nereye gideceğini biliyordum. Lakin yorulmuştum. Bu adamda yorulma hormonu bozuk muydu neydi anlamadım ki? Konuyu değiştirmek istercesine "İlk kez bu kadar huzurlu ve güven dolu kollarda uyudum. Meğer ne güzel şeymiş insanın sevdiği adamla uyuyup uyanması, sadece ona ait olması." dedim.

 

Bakışlarında ki şehvet kaybolurken yüzüme aşkla baktı. "Ölene kadar bu omuzda, bu kollarda, bu kalpte sadece sana ait." dedikten sonra duraksayıp gözlerini kısarak beni süzdü. "Bundan sonrasında her gece bu kollarda uyuyup her sabah bu kollarda uyanmaya ne dersin?"

 

Yataktan doğrulup ucuna doğru kaydım. Duyduğum soru karşısında dudaklarım büzülürken düşündüğümü belli edecek şekilde elimi çenemin altına yerleştirdim. Bir kaç saniye sonra alaylı bakışlarımı ona çevirip "Bu eğer bir evlilik teklifi ise cevabım hayır Aras Yiğitsoy. Sana olan aşkımı kullanıp beni evliliğe bu şekilde ikna edemezsin." dedim.

 

Memnuniyetsizlikle burnu kırışırken "Tüh ya bende boş anını denk getirip bu işi hallederiz sanıyordum." deyince başımı yana yatırıp sitemli gözlerle yüzüne baktı. "Aşk olsun ama Aras. Romantik bir evlilik teklifini hak etmiyor muyum?"

 

Eliyle önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp gözlerimin içine sıcacık baktı. "Sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun." dedi.

 

Büzülen dudaklarım yerini gülümsemeye bırakırken "Benim için en iyisi sensin." dedim. Bakışları önce dudaklarıma kaydı. Sonra da gece üşüdüğüm için üzerime giydiğim gömleğin açık olan düğmelerinden göğüs çatallarıma doğru yol aldı.

 

Zihninin karanlık köşelerinde beliren düşünceleri biliyordum. Eğer bu yataktan şimdi kalkmazsam daha da kalkamazdım. Değil Hamdi Babalara gideceğimiz kahvaltı, dünya yansa bizi bu yataktan çıkaramazdı.

 

Onun hamle yapmasına müsaade etmeyecek şekilde hızlıca yataktan kalkıp ellerimi belime yerleştirdim. "Çok seksi ve dayanılmaz olduğumu biliyorum. Lakin Esma anneler bizi bekliyor. Şimdi o zihninden geçen karanlık fantezileri bir kenara bırak ve yataktan kalk." dedikten sonra banyoya gitmek için arkamı döndüm.

 

Ancak bende de durum farklı değildi. Her an her saniye onu istiyordum. Bir kaç adım attıktan sonra durup arzu içinde parlayan gözlerle ona baktım. "Hevesini akşama sakla." deyip göz kırptıktan sonra arkamı dönerek umursamazca banyoya yürüdüm.

 

Hızlı bir duş sonrasında Aras'ı dudaklarından öpüp hazırlanmak için kendi evime geçtim. Üzerime hafif bir şeyler giyerek evden çıkıp arabama doğru ilerledim. Aracın kilit düğmesine basıp çantayı yandaki koltuğa fırlatırcasına attım. Kendim de şoför koltuğuna geçeceğim esnada "Sena" diye bir ses kulaklarıma çalındı.

 

Duyduğum sesle yüzüm iğrenerek buruşurken sesin geldiği yöne döndüm. Yüzsüz herif utanmadan karşıma çıkıyordu bir de. Sinirden ayağımla ritim tutarken kollarımı da göğsüme kenetledim. Fırat elleri cebinde asık suratı ile yanıma doğru yaklaştı. Aramızda bir iki adımlık mesafe kalacak şekilde önümde durup mahvolmuş bir şekilde gözlerimin içine baktı.

 

Ellerim yumruk şeklini alırken alayla karışık acıyan bakışlarımı üzerine dikip "Gerçekten tam bir zavallısın. Ve utanmazsın." burnumdan sesli bir nefes verip "Utanmadan nasıl karşıma çıkarsın?" diye bağırdım. Bir cevap vermeden mal gibi yüzüme bakmaya devam edince beynimden aşağıya ılık ılık öfke yağmuru başladı.

 

"Ne düşünüyorum biliyor musun?" dedim.

 

Bakışlarında merak uyanırken "Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

 

"Günlüğümü çaldığın zaman mı aşağılık bir pisliğe dönüştün yoksa onu Aras'a verdiğin zaman mı Fırat?" derken iki kaşımda yukarı kalktı.

 

İğneleyici bir şekilde gülümsedi. "Bunu sen mi soruyorsun Sena. Adliye koridorlarında nasıl bir sürtük olduğunu bağıran o şerefsizle barışan sen mi soruyorsun." Sol ayağını öne atarak küçümseyen gözlerle bakıp "Senden hiç beklemezdim şaşırttın beni. Onun olmanı.." derken sinirle off diye bağırıp cümlesini yarıda kesti.

 

Küçümseyen bakışlarına aynı şekilde karşılık vererek gözlerimi gözlerine diktim. "Ne bekliyordun ki Fırat? Onunla olmayıp seninle olmamı mı? Ona ait olmayıp sana ait olmamı mı? " derken yüzümü buruşturdum.

 

"En azından ikimizi de ait olmamanı beklerdim Sena. Bu kadar acizce davranmamanı beklerdim." deyince gerçekten tepemin tası attı. Onun hayatına girseydim mükemmel bir kadın olacaktım ama Aras'ı seçtiğim için acizdim öyle mi?

 

"Fırat." derken işaret parmağımı yüzüne doğrulttum. "Ben Aras'a aitim. Onunla bir hayat planlıyorum. Selim hayatıma girmeden önce de sana yer yoktu Aras hayatıma girdikten sonra da sana yer yok. Hayatımdan uzak dur." dedim. Bir cevap vermeyince "Anladın sanırım." diye göz kırparak arkamı döndüm.

 

Arabaya geçmek için adımımı atacağım esnada bileğimden sıkıca kavrayıp beni kendine çevirdi. Ben daha ne yaptığını anlamadan elini saçlarıma geçirip beni kendine çekerken dudaklarını da dudaklarıma bastırdı. Ben karşı koyup onu itmeye çalışırken Fırat ise benimle öpüşmeye çalışıyordu.

 

Bütün gücümle onu itip saçlarımı ellerinde kurtardıktan sonra dirseğimle dudaklarımı sildim . Yanından bir kaç adım uzaklaşıp "Nasıl böyle bir şeye cüret edebilirsin?" diyen sesim sokağı inletirken iğrenç gülümsemesi ile yüzüme baktı.

 

"Senin de unuttuğun bir şey var Sena. O it hayatına girmeden önce de benimdin. Girdikten sonrada benimsin. Bu oyun daha bitmedi." derken yanıma doğru bir kaç adım attı. İşaret parmağını başımın sağ tarafına doğru hafifçe vurup "Sende bunu aklına sok." dedi.

 

Nefesini hissedebileceğim şekilde bana doğru yaklaşırken geriye adım atmadım. Ondan iğreniyordum ancak yapacaklarından korkmuyordum. Tiksinti duymama sebep olan nefesi dudaklarıma değerken "Anladın mı beni?" diye sordu.

 

"Anlamadım" demek için dudaklarım aralandığı esnada ortamda soğuk rüzgarlar esmesine sebep olan "Avukat." diyen ses kulaklarıma doldu. Güçlükle geriye doğru adım atarken bütün bedenim de korkudan titriyordu.

 

Fırat ile biraz önce neredeyse dudak dudağa bir pozisyondaydık ve bunun dışarıdan görünen mantıklı bir açıklaması yoktu. Fırat'ın yaptıklarını açıklasam bile onu ikna edememekten korkuyordum.

 

Mutluluğa bu kadar yaklaşmışken yine her şeyimi yani Aras'ı kaybedecektim. Hemde yine hiç suçum olmadığı halde...

 

BU KADAR MUTLULUK BÜNYEYE ZARAR DEDİM VE ÖZÜME DÖNEREK GELDİM.😄😄😎😎

 

FIRAT DURMAYI DÜŞÜNMÜYOR GİBİ NE DERSİNİZ?

 

BÖLÜM HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERINIZI DUYMAK IÇIN SABIRSIZLANIYORUM 🤩🤩

Bölüm : 13.09.2025 13:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...