
SENA'NIN AĞZINDAN
Vücudum istemsizce titremeye başladı. Titreme ayaklarımdan dizlerime oradan kollarıma en son da bütün vücuduma yayıldı. Ciğerim sıkıştı ve her nefes alışım biraz daha zorlaştı. Ben duyduklarımı hazmetmeye çalışırken Aras'ın belimde olan eli ise kaskatı kesilmiş halde hala olduğu yerdeydi. Babam doğruyu söylediği için mi bu haldeydi yoksa onunda mı yeni haberi olmuştu anlayamıyordum. Şu anda hiçbir şeyi kavrayamayacak kadar zayıftım. Zihnimde yankılanan tek şey babamın sesiydi. Kulaklarımı sıkıca kapayıp o sesi duymamak için nelerimi vermezdim. Ama duymuştum. Lanet olsun ki duymuştum.
Gözlerimi sıkıca kapatıp birkaç derin nefes sonrası usulca açtım. Abimin katili hakkında böyle bir bilgi öğrenmişken kendimi bırakamazdım. Toparlanmak zorundaydım. Doğru düşünmek için birkaç kez daha derin nefes aldım. Babamı ve Yiğitsoy ailesini kafamın içinde kurduğum mahkemede yargılamaya başladım. Böyle bir şey olabilir miydi? Bu kadar acımasız bu kadar iki yüzlü olabilirler miydi? Tamam, Aras beni sevmiyordu. Hatta benden nefret ettiğine emindim. Peki ya diğerleri... Bana bu kadar yakın davranırken, beni bu kadar bağırlarına basarken abimin katili olabilirler miydi?
Beynim patlayacak gibiydi. Kulaklarımdaki uğultu giderek şiddetini arttırıyordu. Kararsızlık öyle bir içime işlediki kendimi hasta gibi hissettim. Karmakarışıklık ve kendini kurtarmanın hiçbir yolu yokken kapana kısılmışlık hissi tenimi istila ediyordu. Biraz önce düzenlediğim nefes alışverişlerim tekrar bozulmaya başladı. Bir an önce karar vermek zorundaydım.
Babam, yıllarca ne bana ne abime ne de kardeşlerime bir kez olsun babalık yapmamıştı. Abim öldürüldüğünde bile ölen oğluna üzülmek yerine yeni başlayacak bir düşmanlığın ona neler kaybettireceğinin derdine düştüğüne emindim. Hamdi Babalar ise tam tersiydi. Onları tam olarak tanımazken bile ne kadar onurlu insanlar olduklarını anlayabiliyordum. Böyle bir şey yapmış olamazlardı. Abimi öldürüp benimle hiçbir şey olmamış gibi aynı sofraya oturacak adamlar değillerdi. Zihnimde bir ses yankılandı "Peki ya öylelerse?".
Aras'ın belimde duran elini çekip bir adım öne attım. Ne yaptığımı anlamaya çalışan Aras'ın kısılan mavilikleri beni buldu. Bakışları beni delip geçip beynime sızarak kime inandığımı anlamaya çalışıyordu. Aras'a herhangi bir tepki vermeden bakışlarımı babama sabitlendim. Yüzünde zafer gülümsemesi belirmişti. Aras'a yaptığım hamleden ona inandığımı düşünüyordu ama yanılıyordu. Her zamanki gibi babam yalan söylüyordu. Onun tarafında olmadığım için abim üzerinden intikam almaya çalışıyordu. Yiğitsoy Ailesinin üzerine beni salacak hem onlardan kurtulacak hemde benden yılların hıncını alacaktı.
Peki ya söylediklerinin doğru olma ihtimali? Bu ihtimal içimi kor gibi yaksada aklıma güvenmeyi seçtim. Biraz önce çöken omuzlarımı dikleştirdim. Yüzümde sert bir ifade oluşurken sağ kaşım havalandı. "Sen.. Sen ne dediğinin farkında mısın?" Sesimi kontrol almak için derin bir nefes aldım. "Abimin katilleri Yiğitsoylar değil. Yalan söylemekten ne zaman vazgeçeceksin." derken dişlerimi istemsizce sıkmıştım.
İğrenen ve bir o kadar da nefret dolu gözleri bir Aras bir benim üzerimde gelip giderken benim üzerimde duraksadı. Dudağının köşesi alaylı bir ifade ile yukarı kıvrıldı. "Sana söylememiş olmalarına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Sevindim çünkü abinin katillerine çanak tutmadığını bilmek azda olsa aile itibarımızı zedelemedi. Üzüldüm çünkü Kahraman Eroğlu'nun kızının bu kadar aptal olması sinir bozucu." Söyledikleri canımı azda olsa yakmamıştı. Sadece aptal yerine koyulmuş olma ihtimalim içimi tarifsiz bir karanlık ve acıyla kaplıyordu.
Öne doğru bir adım atan babam başını hafif yana yatırırken küçümseyici bakışlarıyla baştan aşağıya beni süzdü. "Söylesene Sena ben seni bu kadar aptal mı yetiştirdim? Senin ve kardeşlerinin hayatı uğruna kendi hayatından vazgeçen abinin katillerini tanıyamayacak kadar aptal mı yetiştirdim?" Beni nereden vuracağını çok iyi biliyordu. Abim ölümünde senelerce kendimi suçladığımı çok iyi biliyordu. Selim, abimin ölümüne benim değilde babamın sebep olduğunu gösterene kadar kendimi suçlamaktan bir kez olsun vazgeçmemiştim. Ama şimdi doğruyu biliyordum. Abimin katili ben değil babamdı. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Sözleri gerçekten canımı yakmıştı. "Onun katili ben değilim sensin baba." dedim
Babamın nefret kusan bakışları gözlerimi yakıp geçerken bir şey söylemek için dudakları aralanmıştı ki arkamdaki hareketlilikle duraksadı. Aras bana doğru yaklaşmış biraz önceki gibi eliyle tekrar belimi kavramıştı. Sanki babamın abimle ilgili söylediklerinin canımı ne kadar yaktığını biliyordu da ben buradayım dercesine belimi sarmıştı. Nedeni anlayamasamda Aras'ın dokunuşu ile içimi garip bir huzur doldurdu. Varlığını bilmek iyi gelmişti. Lakin içimdeki huzurda tıpkı günlük hayattaki mutluluklarım gibi kısacık sürmüştü.
Aras, bana güven veriyor olabilirdi ama aynı hisleri babam için geçerli değildi, değil mi? Korkarak başımı ona çevirdiğimde yanılmadığımı anladım. Keskin yüz hatları sıktığı çenesi yüzünden iyice belirginleşirken bakışları sertleşmiş, babama canını her an alacakmış gibi bakıyordu. Ve bir hastane önünde olmamız, olaya şahit olacaklar gram umurunda değildi. Boğazımda oluşan yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. Babamın "Kızımın aptallıkları ile arama girme Aras Yiğitsoy." diyen iğneleyici sesini duymasıyla boşta olan elinin belindeki silaha gitmesi bir oldu.
Silahı babama doğrulttuğu anda onu durdurmak için hareket bile edemedim ama ruhum yerinden çıkacak gibi oldu. Beni kendine daha çok çekti. Sırtım göğsüne değerken gözlerinden yayılan ateş babamı küle çevirecek kadar fazlaydı ve ben bir an önce kendimi toparlamazsam o ateşte sadece babam değil hepimiz yanacaktık. Babamı biraz tanıdıysam ikinci planı da tam olarak buydu. Beni Yiğitsoy Ailesinin üzerine salamazsa; Yiğitsoy Ailesine kendini vurduracaktı. Aras'ı biraz tanıyan birisi onun himayesinde olan hiç kimseye değil dokunmak kötü söz dahi edemeyeceğini bilirdi. Ve babam düşmanlarını çok iyi tanıyan bir adamdı. Aras'ın herkesin içinde sıkmasıyla Aras cezaevine girecekti babamda istediğini elde etmiş olacaktı.
Aras'ın ise yapılan planı görecek hali asla yoktu. Gözlerini öfke bürümüş halde tek odak noktası babamdı. Belimde duran elini ellerimin arasına alınca irkilerek şaşkın bakışlarını bana çevirdi. Elimin altındaki eli kaskatı kesildi. Gözleri arafın cehenneminde yanıyor gibiydi. Bir tarafı ona dokunmamdan rahatsızken diğer tarafı elimin orada kalmasından razıydı. Bakışları yoğunlaşırken "yapma" der gibi gözlerine baktım. Dudakları sımsıkı birbirine bastığıyken başını hafifçe iki yana salladı. "Lütfen yapma." diye fısıldadım. Yüzündeki kan çekildi. Hızla bakışlarını benden kaçırıp babama döndü.
"Seni Avukatıma karşı üslubun konusunda bir kez daha uyarmam. Ayrıca senin gibi adi birinin bu kadar şerefli bir kızı olduğu için onunla gurur duymalısın."
Aras'ın beni savunması, sahiplenmesi anlamlandıramadığım bir nedenle hoşuma gitmişti. Ortamdaki boğucu havaya rağmen kalbimin huzurla her atışını hissediyordum. Midemde garip bir dans başladı. Babamın huzursuz homurtusu ile dans sona erdi. Huzurla dolan kalp ritmime keskin bir korku eşlik etmeye başladı.
Bakışlarım babama kaydığında Aras'ın öfke dolu bakışlarına ,babam nefret dolu gözlerini sabitlemişti. Yüzü midesi bulanan bir şeyden bahsedercesine buruştu. "Gurur duyulacak bir evlat olsaydı duyardım." Bakışlarını Aras'tan çekip bana çevirdi. "Tıpkı Ozan ile duyduğum gibi. Ozan.." derken ağzından çıkan cümle sinirlerimde dalgalanmaya neden oldu. Abim onun yüzünden ölmüştü ve o utanmadan abimin adını ağzına mı alıyordu? Aras'ın belimde duran elini hışımla indirip bir kaç adım öne attım. İşaret parmağımı babama doğru sallayıp "Sakın!" diyerek babamın sözünü kestim.
Benden böyle bir çıkışı beklemeyen şaşkın bakışları yavaşça bana çevrildi. Abimsiz geçen her günümün, onsuz aldığım her nefesin acısı boğazımda düğümlendi. Kalbim acıyla kasıldı. Gözlerim kum kaçmışçasına yanmaya başladı. Ben bu hayatta iki kez ölmek istemiştim. Birisi abim gidince diğeri de Selim gidince ve ikisinin gidişini engellemeyen kişi ise karşımda duran, baba demeye utandığım adamdı... Boğazımdaki yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. Zar zor aldığım nefeslere rağmen usulca akan gözyaşlarım arasında gücümü toplamaya çalışarak konuşmama devam ettim. "Sakın abimin adını o pis ağzına alma." dedikten sonra ağlamamı bastırabilmek adına titrek bir nefes verdim.
"Abimi vuran Hamdi Yiğitsoy ya da bir başkası olabilir ama onu ölüme götüren sendin." derken işaret parmağımı yüzüne salladım. İçimde vahşi, tüketici bir öfke patlak verip varlığımın her santimini doldurdu. "Onu o insanların önüne atan sendin." Gitgide yükselen sesim etraftaki insanların durup bizi izlemesine sebep olmuştu. Toplanmaya başlayan insanlar Aras'ın tek el hamlesi ile aynı hızla dağılmaya başlamıştı.
"Abim sana bu işlere girmek istemediğini söyledi. Bu hayatın ona göre olmadığını , sakin bir hayat sürmek istediğini söyledi. Peki sen ne yaptın? Bu işlere girmezse 16 yaşında olan beni, gücünü arttırmaya yardımcı olacak biriyle evlendireceğini söyledin. Abim sırf beni korumak için çaresizce teklifini kabul edip ölüme gitti."
Babama günahlarını hatırlatmak için ağzımdan çıkan her sözcük kalbime hançer gibi saplanıyordu. "Şimdi ne beni ne de kendini daha fazla rezil etmeden siktir git buradan. Bir daha da karşıma çıkma..." deyip sustum. Ağzımdan çıkacak sözcük nedeniyle midem bulanırken yüzüm ekşimeye başlamıştı.. "Baba" dedim. Bir kelime ilk kez zor ve tiksinti dolu bir çıkıyordu ağzımdan
Babamın kaşları önce havalandı sonrasında ise öyle olsun der gibi öfkeyle başını sallayarak gitmek için arkasını döndü. Pişman edecekti. Bugün burada olanlar için hem beni hem de Aras'ı pişman edecekti. Kuyruğu kesilmiş ama başı ezilmemiş bir yılanın zehriyle ve öfkesiyle saldıracaktı bize eskiye göre daha dikkatli olmak zorundaydım. Zihnimdeki düşüncelerle boğuşurken baba demeye utandığım adamda çoktan arabasına binmişti.
Çalışan araba sesi sonrası hareket eden araç gözden kaybolana kadar omuzlarım dik en ufak yıkılma belirtisi göstermeden olduğum yerde durdum. Ayakta duracak takatim yoktu ancak onun karşısında bir kez daha yıkılamazdım. Ona bu zevki bir kez daha yaşatamazdım. Söylediklerinin beni ne kadar yaraladığını kalbimi ne denli paramparça ettiğini ona gösteremezdim.
Babamın aracı köşeyi dönüp görüş alanımdan çıkınca ayaklarım da beni taşımayı reddetmeye başladı. Abim ile ilgili bunca zaman kaldıramadığım için unutmayı tercih ettiğim her şey üzerime bir enkaz gibi yıkıldı.
Kalbim kulağımda atmaya başlarken canımda sanki boğazımda bir yumru halindeydi. Derinden bir nefes versem oracıkta çıkıp gidecekti. Başım hafiften dönmeye başlayınca dengemde kaybolmaya başladı. Yerin ayaklarımın altından kaydığını hissetmemle Aras'ın üçüncü kez belimden sıkıca kavraması bir oldu. "Ne diye kollarımdan çıkarsın Avukat" diye söylenirken gözlerime baktı.
Yüzündeki öfke yerini endişeye bırakırken kucaklamak için hamlede bulunmuştu ki "Yürüyebilirim." dedim. Söylediklerim karşısında hoşnutsuz olduğu her halinden belli olsada sözümü dinledi. Belimdeki elini daha da sıkılaştırıp beni yavaşça yürütmeye başlamıştı. 10-15 adım kadar attıktan sonra beni hastane bahçesindeki banklara oturttu. Kendisi de yanıma oturdu.
Kendimi kimsesiz kalmış gibi hissetmeye başladım. Abimi özlemiştim. Onun yanında güvende olmayı özlemiştim. Canım o kadar çok yanıyordu ki gözlerimden yaş bile akmıyordu. Aciz, acınası ve ruhumu paramparça eden gerçekler, kelimeler kısacası düşündüğüm her şey canımı çok yakıyordu. 19 yıl hiç büyümemiştim de aldığım bir kara haberle büyümüş ikinci kara haberle ölmüştüm. Canımdan çok sevdiğim iki adamı da bu boktan dünya almıştı ellerimden. Benden geriye hiçbir şey bırakmamıştı.
Kendimi yanında güvende hissettiğim tek adam Aras kalmıştı. Ne tepki vereceğini umursamadan başımı onun omzuna yerleştirdim. Aras'ın göğsü derin bir nefesle inip kalktı. Dudaklarından fısıltı gibi bir sesle "Ben yanındayım." sözleri dökülünce gözlerimden de yaşlar süzülmeye başladı. İlk kez sesi nefretten uzaktı. İlk kez benim için gerçekten üzüldüğünü kalbimin ta derinlerinde hissedebiliyordum.
Ağlamalarım hıçkırıklara dönüşecekken dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Gözlerimi sıkıca kapattım. Abimin yüzünün gözlerimin önüne gelmesine izin verdim. Abim... Daha 24 yaşında gençliğinin baharında olan abim, babam yüzünden öldürülmüştü. Abime pusu kurmuşlardı. Aracına bineceği esnada adamlarının ve onun etrafını sarıp ateş açmışlardı. Abimin belindeki silahı dahi çıkarmaya vakti olmamıştı. Dört tanesi göğüs kafesinde ve karın boşluğunda farklı noktalara beşincisi ise tam kalbine sıkılmıştı.
Kimin neden pusu kurduğunu hiçbir zaman öğrenememiştik. Abimi vuran adamların leşleri iki saat içerisinde evimizin önüne atılıp kaçılmıştı. Pusuyu kuranlar yaşamayınca hesap soracak kimse de kalmamıştı. Avukat olduktan sonra çok araştırmıştım lakin hiçbir şeye ulaşamamıştım. Abimin katillerini bile bulamamıştım. Babama göre düşmanları ondan intikam almak için abimi vurmuştu bana göre ise abim bu dünya için fazla temiz ve adildi. Bu cehennemde abim gibileri yaşatmadıkları için onu benden almışlardı.
Aras'ın "İyi misin?" diye soran endişeli sesiyle gözlerimi açtım. Ağlamama akşam devam edebilirdim. Şimdi yandığım şüphe cehenneminden kurtulmak zorundaydım. Abimi öldürenin Hamdi Yiğitsoy olmadığını Aras'ın dudaklarından duymak zorundaydım. Başımı Aras'ın omzundan kaldırdım. Ellerimle oturduğumuz bankın demirlerini tutup sımsıkı sıkarak konuşmaya başlamak için güç almaya çalıştım. Duyacağım şeylerin beni bir kez daha yıkma ihtimali olsa da sorumun cevabını almalıydım.
Yüzüne acı içinde kıvranan ruhumla bakıp "Babam.." Susup derin bir nefes aldım. "O, yalan söylüyor değil mi Aras? Abimin ölümü ile Hamdi Yiğitsoy'un bir alakası yok değil mi?" diye sordum.
Bütün ifadesizliği ile yüzüme baktı. "Bu sorunun muhatabı ben değilim Avukat. Bunu babaya sorman gerekiyor. Ama abini öldüren bir adamın, bu olayın er ya da geç açığa çıkacağını bildiği halde seni aile Avukatı olarak tutması , evinin ve ailesinin içine katması biraz saçma." deyince söyledikleri mantıklı gelmedi desem yalan olurdu.
Burnumu çektim. "Peki ya dostuna yakın düşmanına daha yakın taktiğini uyguluyorsa?"
Dudağının kenarı muzipçe yukarı doğru kıvrılırken "Tabi buda bir ihtimal. Ama o zamanda adama neden seni tutmak için benim davamı beklediğini sormazlar mı? "diye sordu.
Alt dudağımı ısırırken başımı haklısın der gibi salladım. Haklıydı. Eğer amacı beni yakınında tutmak olsaydı mezun olduğum gibi beni avukatı olarak alabilirdi. Soyadım ve babamın engelleri yüzünden kendim olmada çok zorlanmıştım. Bir kişinin elimden tutması demenin ona sonsuz minnet duyacağım anlamına geldiği dönemde beni elinin altında tutmak isteyen birisi bu fırsatı kaçırmazdı. Peki ya olayın üzerinden çok zaman geçmesini beklediyse ve geçerli bir sebep bulamadıysa? "Belki babama kızını nasıl aile avukatımız olarak tuttum demek istemiştir. Ve belki de senin davan benimle iletişime geçmesi için bir bahane olmuştur. Bundan öncesinde bana ulaşmanın bir yolunu bulamamıştır."
Aras bıkkınlıkla başını iki yana salladı. Soluğunu derinden sesli bir şekilde verdi. "Avukat, öncelikle bu aptalca sorularını duyduğun şeylerin ağırlığına veriyorum. Sorduğun sorunun cevabına gelirsek eğer, ilk olarak farkında mısın bilmem ama biz oyuncak silah kaçakçılığı yapmıyoruz. İkinci olarak öldürdüğüm adamları da şaka olsun diye öldürmedim. Adliyeye yolum ilk kez düşmedi. Senden öncesinde de defalarca kez başını belaya sokan ve bundan ustalıkla sıyrılan bir adamım. Yani baba sana daha öncesinde ulaşmak isteseydi her şekilde ulaşırdı." Başını olduğum yerin tersine çevirip "Keşke şimdi de ulaşmasaydı." diye mırıldanışını belli belirsiz duydum. Cevap vermek istesem de şu anda onunla didişme modumda olmadığımdan sözlerini duymazdan geldim.
Söylediği her şey mantık çerçevesine oturuyordu. "Doğru söylüyorsun." dedim. Kafamın içinde kurduğum bütün tezleri ustaca verdiği cevaplarla çürütmüştü. Buda demek oluyordu ki babam yalan söylüyordu. Her zaman olduğu gibi yine huzurumu kaçırmaya, düzenimi bozmaya çalışıyordu. Çünkü ben mutluluğu hak etmiyordum. Şu ailenin içindeyken iki günde olsa mutlu olmuştum ya buda batmıştı ona.
Aklıma bir an gelen düşünce ile yüzüme gülümseme yayılırken Aras'ı süzmeye başladım. Gözleri gözlerimle buluşunca sol kaşı yukarı kalkmış halde "Hayırdır Avukat? Ellemek yetmedi şimdide gözlerinle yemeye mi başladın?" diye sorunca gözlerimi kısarak yüzümü buruşturdum. "Çok komiksin Aras. Sadece aklıma şey geldi." dedim.
Havaya kalkan kaşı iyice gerilirken "Ney geldi?" diye sordu. Sağ elimin parmaklarını çenemde gezdirirken "Eğer mafya babası olmasaydın, senden çok güzel avukat olurmuş. İki dakikada nasıl da akladın Hamdi Bey'i" dedim. Vereceği cevabı duymayı beklerken yüzü kaskatı kesildi. Mavi gözleri derinlere dalarken donuklaştı. Adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü bir şekilde yutkundu. Hali söylediğim sözle kabuk bağlamış bir yarayı açmışım gibi hissetmeme sebep oluyordu.
"Aras iyi?" diye sorarken Kadir'in "Abi" diye seslenen sesiyle kelimeler ağzıma tıkıldı. Bakışları eskisi gibi sertleşen Aras" Söyle" deyince "Abi, Yavuz abi senin için endişe ediyormuş. Baba gelince yanına uğramanı istedi." dedi.
"Tamam geliyoruz. "diyen Aras yerinden kalkınca bende ona ayak uydurarak yerimden kalktım. Hastaneden içeriye girip Yavuz'un yattığı kata çıkmak için asansöre yöneldik. İki gündür telaşla merdivenlerden inip çıktığımız kata asansör ile çıkabilmek bile içime sebepsiz bir huzur vermişti.
Asansör kapısı açılınca odaya gitmek için önden yürüdüm. "Avukat." diyen Aras'ın sesiyle durup ondan tarafa döndüm. Elini arkasına sokup belindeki silahı çıkardı. Elinde tutuğu silahı bana uzattı. Bakışlarım silahla Aras arasında gidip gelirken "Ailenden dolayı silah kullanmayı bildiğini düşünüyorum. Bu yanında kalsın." dedi. Yanılmamıştım, babamın yapacakları onu da tedirgin ediyordu. Çünkü babam aşağılık bir adamdı ve asla açık açığa savaşmazdı. Her zaman kahpece sırtından vururdu.
Ama Aras'ın da unuttuğu bir şey vardı ben kanun insanıydım kanunsuzluk değil. Kendimden emin sesimle "Ben silah kullanmam Aras. Ve ben silah taşımam. Ben avukatım kanun insanıyım. Benim silahla işim olmaz." dedim.
"Avukat, ben yanımda olduğum sürece sana o silahı kullandıracak bir olay yaşamayacaksın. Ama" bakışları titredi. "benimle çalıştığın sürece seni her an için öldürmeye hazırda bekleyen birilerinin olduğunu unutma. Kendini korumak için değilse bile Yeliz'i korumak için yanında kalsın." deyince başımı tamam anlamında salladım.
Uzattığı silaha elimi uzatırken şüpheyle ona bakıp "Ruhsatı var değil mi?" diye sordum. Sorumu duymazdan gelerek Yavuz'un odasına doğru yürüdü. Elimdeki silahı arkasından doğrulttum. Öfkeyle arkasından "Acaba ilk cinai eylemimi seninle mi gerçekleştirsem?" diye bağırdım. Beni takmayarak yürümeye devam etti. Bende oflayarak nefes verip silahı çantama atıp hızlı adımlarla ona yetiştim.
Odaya girdiğimizi gören Yavuz, yerinden doğrulmaya yeltenince Aras'ın şaka ile karışık "Kalkmaya çalışma kafanı kırarım." diyen sesi odaya doldu. Yavuz, gülümseyerek tamam anlamında başını salladı. Gözlerimin içi mutluluktan ışıl ışıl parlarken "Nasıl oldun?" diye sordum.
"İyiyim Avukat Hanım. Bu günde ölmedik şükür."
Sen ölmedin de biz kaç kez ölüp ölüp dirildik burada be adam demek istesem de "Çok şükür." diye cevap verdim. Gözleri Aras'a kayarken yüzünde sinsi bir ifade belirdi. "Abi, senin burada olmana şaşırdım. Ben seni hapishane odalarındasındır diye düşünüyordum. Sena Hanım sayesinde buradasın anlaşılan." deyince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Aras'ın bakışlarına tatlı bir kızgınlık inerken tehditkar tutmaya çalıştığı sesiyle "Yavuz, hasta yatağındasın diye şansını çok zorlama istersen ha?" diye sordu.
Yüzündeki gülümseme artan Yavuz ellerini teslim olur gibi yukarı kaldırıp "Tamam. Tamam, bir şey demedim." dedi.
Bana dönüp "Avukat Hanım, izninizle Aras ile konuşmam lazım." deyince odadan çıkmaya yeltenerek "Tamam o zaman ben çıkayım." dedim.
"Hayır, çıkın diye söylemedim." diye söze giren Yavuz tatlı bir tebessümle "Sadece Aras ile konuşurken sizi görmezden geldiğimi düşünmemeniz adına böyle bir şey söyledim." deyince içimdeki zilli "Ya şapşal olur mu hiç öyle şey sen böyle kibarken biz seni hiç yanlış anlar mıyız?" demek istesemde hemen dilimi ısırdım. Yavuz'un bu düşünceli hallerine bayılmıyorum desem yalan olurdu. Çok kibar, düşünceli ve centilmen biriydi. Yani Aras'ın tam tersiydi. Zihnimdeki sesleri duymazdan gelip "Tamam o zaman." diyerek odanın köşesindeki koltuğa oturdum.
Yavuz'un biraz önce sevgi dolu olan bakışları karanlığa bürünürken "Abi, kimmiş sıkan?" diye sordu.
"Şevki Yaman adında bir şerefsiz."
Yavuz anladım der gibi yavaş yavaş kafasını salladı. "Abi adam tek başına bunu planlamış olamaz. Bu adamın arkasında birileri vardır elbet. Kim olduklarını öğrenebildik mi?" deyince Aras susmakla yetindi. Yavuz şüpheyle Aras'a bakarken "Aras, adamı sorguladın değil mi?" diye sordu. Sorgulamamış olamazdı değil mi? Yavuz'u öldürmeye kalkan adamın niyetinin ne olduğunu, kimin adamı olduğunu öğrenmeden öldürmüş olamazdı. Şaşkınlıkla kaşlarım havalanıp dudaklarım aralanırken gözlerimi de Aras'a çevirdim.
Aras oturduğu koltukta geriye doğru yaslanıp sağ kolunu sandalyenin başına koydu. Sol eliyle sakallarını kaşırken umursamaz bir tavırla "Hayır." yanıtını verdi. Gözlerim şaşkınlıktan açılırken dilim tutulmuşçasına kalakaldım.
Yavuz'un yüzü bıkkınlıkla şekilden şekile girerken "Abi, Allah aşkına sen birine sıkmayınca sıkılıyor musun?" deyince Aras'ın kaşları sert bir şekilde çatıldı.
Omuzlarını güçlükle dikleştiren Yavuz "Hiç bakma öyle bana. Sorgulama konusunda biraz daha sakin olsan daha iyi olacak." deyince mavi gözlere karanlık düştü. Sıktığı dişlerinin arasından "Umarım Yavuz ölmüştür, dedi bana. Bana dedi. O kim oluyor da senin adını ölümle aynı cümlede ağzına alıyor Yavuz." dedi.
İçimde kabaran öfke ile bir anda "Hadsize bak. Hiç kusura bakmayın Yavuz Bey ama bu adam ölümü hak etmiş. Aras sonuna kadar haklı." dedim.
Yavuz iki kaşı havaya kalkmış halde bana bakarken "Aras sonuna kadar haklı öyle mi? Bir de Aras?" deyince utançla oturduğum koltuğa sindim.
Yerinde gevşekçe yayılan Aras "Avukat, Yavuz bir soru sordu, cevap vermeyecek misin?" derken yüzüne küstah bir gülümseme yerleşti.
Yüzüm utançtan alev alev yanmaya başlamıştı. Şuan kıpkırmızı olduğuma yemin edebilirdim. Ne vardı sanki bu durumda bu kadar büyütecek. Alt tarafı Aras'a bey demeyi bırakmıştım. Görende onu nikahıma aldığımı falan sanırdı. Hem konu niye düşmanlardan çıkıp benim Aras dememe gelmişti?
Aras bu halimden keyif alırken Yavuz halime acımış olacak ki "Sena Hanım, yani Sena ile sürekli dip dibe olduğumuz için beyi kaldırmış olmalı. Bana da bey demeyi bırakmıştınız sanki yanlış mı hatırlıyorum?" derken kendisini kurtarıcım ilan ederek göz kırptı. İyi de o böyle bir soru sormasaydı bende bu duruma düşmeyecektim ki. Her şey onun sorusu yüzünden olmuştu. Olan ile ölene çare olmadığına göre mecbur Yavuz'un yalanının arkasından gidecektim. Yoksa Aras'ın dilinden kimse kurtaramazdı beni.
Aras şüpheli gözlerle beni süzüp "Öyle mi Avukat?" diye sorunca sindiğim koltuktan dikleşerek "Evet öyle. Yavuz Be. Yani Yavuz doğru söylüyor. Sonuçta benim için adam falan öldürdünüz ya, aramızda bir yakınlık oluştu diye düşündüm." dedim. İnanmaz bir ifadeyle bana bakınca bakışlarından kaçmak için başımı hızla Yavuz'a çevirdim.
Yavuz'un ise biraz önce bana kurtarıcı gibi bakan bakışlarının yerine sinsi bir bakış ve şeytani bir gülümseme yerleşmişti. Kesin aklında bir hinlik vardı. Bu adam ne zaman ortalığı karıştıracak bir şey yapsa hep böyle gülüyor ve böyle bakıyordu.
Yerinden hafifçe kıpırdanarak "Abi, bu akşam katılman gereken davet için birini buldun mu?" deyince Aras başını hayır anlamında iki tarafa salladı. Yüzündeki ifade sertleşirken azarlar gibi çıkan sesiyle "Sen burada ölümle burun burunayken benim derdimin davet ya da karı kız olmasını mı bekliyorsun Yavuz?" dedi.
"Aklınız hep onlarda olduğu için sanırım Yavuz'da her koşulda bu detayı unutmayacağınızı düşündü." dedikten sonra dudaklarımı hızla birbirine bastırdım. İçimdeki ses "Ah aptal Sena. Sana ne adamın yattığı kadınlardan" diye azarlamaya başlamıştı bile.
Yavuz'un şaşkınlıkla ağzı aralanırken Aras dilini alt dudağında gezdirip kinayeli bir şekilde gülümsedi. "Avukat, seni tanımasam beni kıskandığını düşüneceğim." deyince yerin dibine girip çıkmamak istedim. Sanırım bu gün rezil olma günümdeydim. Ama bütün bunlar benim Aras'a pabuç bırakacağım anlamına mı geliyordu? Elbette hayır.
Oturduğum koltukta bir bacağımı diğerinin üzerine attım. Hafif öne eğilerek dirseğimi dizime dayayıp üzerine çenemi koydum. Yüzüme yayılan iğneleyici gülümseme ile "Aras biliyor musun, aynı şeyi Fırat ile çıktığım yemeği basıp zorla beni eve götürdüğün zaman bende düşündüm. Acaba koskoca Aras Yiğitsoy beni ,mi kıskandı dedim." dedikten sonra göz kırptım.
Benim yüzümde zafer gülümsemesi yayılırken Aras dumur olduğunu belli etmemeye çalışıyordu. Gözlerindeki maviliklere kırmızı karışmaya başlayınca acaba onu yenmiş olmama mı yoksa Fırat'ın yüzünden o gece olanlara mı sinirlendiğini merak ettim. Merakımı giderecek soruyu sormak için hazırlandığım esnada Yavuz kopacak kıyameti önlemek için olacak ki "Sena Hanım." diye söze girdi. "Yani Sena, akşam ki davette Aras'a eşlik etmeye ne dersin?" diye soran Yavuz'un cümleleri ile konuşmak için aralanan ağzım şaşkınlıkla daha da açıldı.
Elimi çenemden çekip dikleşirken anlamadım der gibi Yavuz'a baktım. Ancak onun bakışları çoktan benim üzerimden çekilmiş ve Aras'a çevirmişti. Bende Aras'ın vereceği tepkiyi görmek için başımı ona çevirdiğimde biraz önce oluşmaya başlayan kırmızılıkların bütün gözüne yayıldığını gördüm. Öldürmek ister gibi Yavuz'a bakarken gözlerini bir saniye için bile kırpmıyordu. Ve bu durum Yavuz için hiç de iyi şeylerin habercisi değildi. Bu adamın ne zaman gözleri kızarsa o gün kesin birisini ya hastanelik ya da imamlık ediyordu.
İçimde oluşan Yavuz'u koruma iç güdüsü ve ne olduğunu çözemediğim bir his ile "Neden olmasın?" dedim. Aras'ın keskin bakışları bana dönünce güçlü bir yutkunma isteği hissettim. Yutkunma sonrası derin bir nefes alarak "Ben senin daha doğrusu sizin ailenin avukatıyım Aras. Davetlerde benimle görünmenden daha doğal ne olabilir. Bence çok mantıklı bir fikir." dedikten sonra Aras'ın gözlerinin içine baktım.
Bakışlarında en ufak bir değişim göremedim. Demek ki söylediklerim onu ikna etmek için yeterli değildi. Ve o ikna olmazsa Yavuz için hiç iyi olmayacaktı. Öfkesi gözünü bürüdüğünde neler yapabileceğini Fırat'ın önüme koyduğu fotoğraflardan, sevdiklerine zarar vermekten çekinmeyeceğini de Yavuz'un yediği dayaktan gayet net anlamıştım. Gerekirse bütün öfkesini kendime çekecektim, Yavuz'un canının yanmasına izin vermeyecektim. Peki tek düşündüğüm Yavuzsa içimdeki beni yakıp küle çeviren bu his neydi? Niye böyle hissediyordum? Düşüncelerden sıyrılma istediğiyle başımı iki yana sallayıp zihnimi Aras'ı ikna etme işine yönlendirmeye çalıştım.
Bu durumda kullanabileceğim tek koz vardı. Fırat ve babam. "Hem sabah olan hadise sonrasında aklımın karışmadığını herkes görür. Ayrıca benim yanımda gördüğünde kıskançlıktan deliye döndüğün Fırat'a da seninle davete gittiğimin haberi ulaşınca narin egon tatmin olur." deyince Aras'ın bakışları derinleşti, yüz kasları azda olsa gevşedi. Bu doğru yolda olduğumun habercisiydi. Bakışlarımı minnet ve şaşkınlık karışımı yüz ifadesine sahip olan Yavuz'a çevirip "Davet saat kaçta demiştin?" diye sordum.
"Akşam 6'da hazır olsan yeter. Davet 8'de başlayacak. Ancak gideceğiniz yer biraz uzak. Neresi olduğunu sorma söyleyemem." yanıtını veren Yavuz'a "Harika." dedikten sonra ayağa kalktım. "Görünüşe göre bu duruma Aras'ın da bir itirazı yok. O zaman ben hazırlanmak için eve geçeyim." diyerek Aras'a bakmadan odadan çıktım.
Kalbim deli gibi atıyordu. Aras'tan kaçmaya çalıştıkça onun karanlığına daha çok çekiliyordum. Ve bunu bile isteye yapıyordum. Onunla davete gitme düşüncesinde bile Yavuz sadece bir bahaneydi. Biraz önce çözemediğim hissin adı kıskançlıktı. Davete onunla gitmeyi istememin en büyük nedeni gecenin sonunda Aras'ın başka kadının yatağında uyumasını istemediğim içindi.
İçimi kaplayan kıskançlık duygusu eğer bedene bürünmüş bir varlık olsaydı onu şuracıkta boğabilirdim. Bu hisleri en son hissetmem gereken adamdı Aras. Onun cehennemi ikimizi de yakıp kile çevirirdi. Ayrıca bana duyduğu sebepsiz nefreti de göz ardı etmemek gerekirdi. olumsuzluğa rağmen peki ben ne yapıyordum, hislerimden kaçıp kurtulmak yerine kendimi Aras'ın kollarına atıyordum. Ya kalbime söz geçirip bu aptallıklarıma bir son vermeliydim ya da Aras'ın yanında olmaktan vazgeçmeliydim.
Sıkıntılı bir nefes verip eve geçmek için merdivenlere yönelerek aşağıya indim. Her zaman olduğu gibi ceketinin düğmesini ilikleyerek yanıma gelen Kadir "Bir yere mi gidiyorsunuz Avukat Hanım?" diye sorunca "Evet. Eve geçiyorum. Ama senin gelmene gerek yok taksiyle gidebilirim." cevabını verdim.
"Bunun mümkün olmadığını ikimizde biliyoruz Avukat Hanım. Sizin eve taksiyle gitmeniz demek benim sıradaki yolculuğumun ebedi hayata olması demek, o yüzden lütfen araca geçin" diyen Kadir'e hak vererek araca doğru yürüdüm.
Düşünce denizinde boğulduğum yarım saatlik yolculuk sonrasında eve girdim. Saat çoktan 16:00 olmuştu ve benim hazırlanmak için sadece iki saatim vardı. Hızla odama çıkıp duş aldıktan sonra dolabımdaki en iddialı olabilecek elbiseye bakmaya başladım. Bu gece herkesin gözü bende olmalıydı. Böylece Aras Beyimiz kıskançlıktan kuduracaktı ve başka kızlarla ilgilenecek vakti olmayacaktı.
Dolaptaki göz alıcı kırmızı elbiseyi elime aldım. Saç ve makyajımı bitirdikten sonra ayağa kalkıp aynada kendime baktım. Elbisenin rengi fazla parlak ne de silik, tam kıvamında dikkat çeken ama ucuz göstermeyen bir renk. Elbise uzun ve dökümlüydü, ama soldan yukarı doğru uzanan derin yırtmaç, bütün o zarafetin içindeki başkaldırıyı açık ediyordu. Kumaş her adımda bacağımı okşar gibi kayarken, yırtmaç da onun özgüvenine sessizce eşlik ediyordu.
Sırtı tamamen açıktı. Omuzlardan başlayıp beline kadar inen o açıklık, fazlalıktan arınmış bir cesaret gibiydi. Hiçbir süslemeye ihtiyaç duymadan etkileyici olmayı başarıyordu. Ne bir zincir, ne bir taş. Sadece ten. Ve tenin üzerinde yılların taşıdığı ama artık dile getirilmeyen kelimeler gibi duran bir açıklık...
Elbise belimi tam olarak sarıyordu. Kumaş, onu sıkmadan kavrıyor ama bırakmıyordu da. İçeri girdiğim anda dikkat çekecek tek şey sadece güzelliğim değil elbiseyle birlikte taşıdığım duruşta olacaktı. Elbise sadece kıyafet değildi. Üzerime giydiğim bir karar gibiydi. Sessiz, güçlü ve net.
Elbisemle uyumlu olan saçlarıma baktım. Ne baştan savmaydı ne de fazlaca özenilmiş bir gösterişi vardı. Tam kararında bir dağınıklıkla ensemde toplamıştım. Yanaklarımdan yüzüme düşen birkaç tutam saç teli ise elbisenin iddiasını tamamlıyor onunla yarışmıyordu. Aynada hayranlıkla kendime bakarken masanın üzerinde duran telefonumun çaldığını fark ettim. Uzanıp telefonu aldığım da ekranda Aras'ın adının yazdığını görmemle baştan ayağa ateş basmaya başladı. Bir elimle yüzüme yelpaze yaparken diğer elimle telefona cevap verdim.
"Avukat hazırsındır umarım. 15 dakikaya evin önündeyim." diyen Aras'ın buz gibi sesini duymamla vücudumdaki ateş basması yerini sinir dalgalanmasına bıraktı. "Sana da merhaba Aras. Halimi hatırımı sorduğun için ayrıca teşekkür ederim. Ve evet hazırım."
"Güzel. 15 dakika sonra görüşürüz o zaman" diyerek telefonu yüzüme kapattı. Hırsla masanın üzerinde duran peçeteyi dişlerimin arasına alıp bütün öfkemle sıkarak "ığğğğ" diye bağırdım. Bu adam beni deli edecekti. Dediklerimi duymazdan gelerek sadece son cümleye odaklanmış, beni takmamıştı.
Peçeteyi ağzımdan çekip yumruk yaptığım ellerimi öne doğru uzattım. Sakinleşmek için derin derin nefes egzersizleri yaparken "Ne yapıyorsun Sena?" diyen Yeliz'in sesiyle olduğum yerden korkuyla sıçradım.
Sağ elimle yerinden çıkmaya hazır kalbimi bastırırken sol elimin baş parmağı ile damağımı kaldırdıktan sonra sitemli gözlerle Yeliz'e baktım. "Kızım senin benimle zorun ne? Korkudan öldürmek mi istiyorsun beni? Niye sessiz sessiz geliyorsun eve?"
Elindeki çantayı gelişi güzel yatağa fırlatan Yeliz "Kapıyı çarparak girdim ama sen kendini o kadar Aras'a kaptırmışsın ki etrafındaki diğer şeylere karşı kör olmaya başlamışsın." diyen Yeliz'in kinayeli sesinden söylediği sözlerin başka bir konuyla alakası olduğunu anladım.
Bedenimi ona çevirerek "Ne demek o?" diye sordum. Elindeki torbayı bana uzatıp "Ne demek olduğuna al kendin bak istersen." deyince büyük bir merakla torbaya uzandım.
İçinde ne olduğunu hakkında en ufak fikrimin olmadığı torbanın içini açtım. Özenle katlanmış olan Selim'in bana aldığı şalı görmemle bakışlarım şala sabitlenirken gözlerim dolmaya başladı. Yavuz'un vurulduğu gün omuzlarımda bu şal vardı. Ve ben hastane, adliye , babam derken sarılmadan uyuyamadığım şalın yokluğunu tamamen unutmuştum.
Başımı kaldırmadan usulca çıkan sesimle "Yeliz ben" diyebildim. Derin bir iç çeken Yeliz "Bana açıklama yapmak zorunda değilsin Sena. Kimseye açıklama yapmak zorunda değilsin. Bu hayat iyisiyle kötüsüyle senin." dedikten sonra sustu. "Ama merak ettiğim bir şey var." deyince başımı kaldırıp ona baktım.
"Acaba Selim'i unutuyor musun Sena?" diye sorgulayan cümleleri ağzından dökülünce nefesim kesildi. Bunu bana nasıl sorabilirdi? Ben Selim'i nasıl unuturdum? O benim canımdı, kanımdı, bir bedende yaşayan iki farklı ruhtuk biz. İtiraz etmek için dudaklarım aralanınca "Sena, sana Selim'i tamamen hayatından çıkardın ya da ona karşı hissettiğin vicdan unuttun demiyorum. Ben sadece artık kalbinde sevda olarak Selim'in olup olmadığını soruyorum." dedi.
"Ben elbette Selim'i unutmadım Yeliz. O benim aklımda çıksa kalbimden, kalbimden çıksa ruhumdan çıkmaz. Sadece..."
"Sadece Aras Yiğitsoy'un büyüsüne kapıldın. 13 senedir kilit altında tuttuğun kalbini gidip kalpsiz bir adamın avuçlarına bıraktın." diyerek acımasızca gerçekleri yüzüme vurdu. Başımı hızla öne eğerken biraz önce özenle yaptığım makyajımın her an için akacağına emindim. Çünkü göz yaşlarımda benden izinsiz akmaya başlamıştı bile.
Yerinden kalkan Yeliz'in odadan çıkmasını beklerken önüme diz çöktü. Eliyle gözlerimden akan yaşları silip "Ağlama. Bana da kızma. Kalbin bir acıyı daha kaldırmaz diye korkuyorum." diyerek gözlerimin içine dolmaya başlayan gözleri ile baktı. "Sena, her ne olursa olsun ben senin yanındayım. Eğer bana Aras konusunda acele etmeyeceğine ve sadece duygularının seni yönetmesine izin vermeyeceğine söz verirsen bu konuyla ilgili söz veriyorum bende seni bir daha sıkmayacağım." dedikten sonra gözlerimin içine beklentiyle baktı.
Ona kızamıyordum. Selim'i kaybettikten sonra ne kadar dağıldığımı görmüştü. Beni toparlamak yıllarını almıştı ve kardeşim dediği insanın tekrar aynı cehennemde yanmasını istemiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı ben bu dünyaya adım atarak cehennemin kapılarını çoktan aralamıştım. Aras'ın, Selim ile olan benzerliğine karşı koyamıyordum. Bir kez yüzüne dokunup bende yarım kalan her şeyi tamamlamak istiyordum. Karşımdaki adam bu kadar soğuk ve nefret dolu olmasaydı bunu çoktan yapmıştım.
Dudaklarımı ısırırken gözlerimi kapatıp başımı tamam anlamında salladım. Ayağa kalkarken düzeltmeye çalıştığı sesiyle "Tamam anlaştık o zaman. Şimdi şu akmaya başlayan makyajına küçük dokunuşlar yaparak eski haline getirelim. Aras Bey kiminle dans ettiğine dikkat etsin." deyince ayağa kalktım. Ona sımsıkı sarılarak "Sana asla kızmam, seni asla yanlış anlamam. Ama yavaş gitmem konusunda haklısın." dedim.
Kolları sımsıkı beni sararken "Bu konuda sözümü aldım. Benim için konu kapanmıştır." dedikten sonra beni kendinde uzaklaştırıp yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirdi. Masanın üzerindeki makyaj temizleme mendilinden bir tane aldı. Parmak uçları ile nazikçe göz altlarıma yaklaştırırken "Hadi öküz patronun kapımıza dikilmeden şu makyajı bir elden geçirelim" dedi.
"Emredersiniz komutanım." diyerek kalktığım sandalyeye geri oturdum. Yeliz eline aldığı makyaj temizleme mendili ile akan rimelimi silerken "Akmayan rimel almalıyız. Böylece rahat rahat ağlayabiliriz." deyince içten bir kahkaha attım.
Omuz silkip "Ne yani haksız mıyım? Baksana iki dakika bile rahat rahat ağlayamıyoruz." derken masanın üzerindeki telefonum tekrar çaldı. Sıkıntıyla nefes verip başını iki yana sallayan Yeliz "İki dakika rahat nefes de alamıyoruz tabi." diyerek telefonu bana uzatınca arayanın Aras olduğunu anlayıp gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Efendim."
"Aşağıdayım Avukat."
"Tamam bende geliyorum şimdi." diyerek telefonu kapattım. Ekim ayına girdiğimiz için havalar soğumaya başlamıştı. Orta kalınlıkta belimde kalan sahte kürkümü yanıma aldım. Yeliz'in "Aşoğodoyom Avokot" diyerek Aras'ı taklit eden haline kahkaha ile gülerken güç bela merdivenlerden inmeyi başardım.
Holdeki boy aynasında son kez kendime baktım. Aynanın yanında duran çekmeceyi açarak Aras'ın verdiği silahı çantama attım. Kurtların inine giriyordum. Ne zaman ne olacağının belli olmadığı bir ine. Aras yanımdayken bir şey olmayacağına emin olsam da her ihtimali düşünmek zorundaydım.
Kapıyı açarak bahçeye çıktım. Peşimden gelen Yeliz arabaya kadar bana eşlik ederken Aras'ta iki eli cebinde arabaya yaslanarak bizi bekliyordu. Demir parmaklıklar görüşümü bozduğu halde onun bu hali içimden bir şeylerin akmasına sebep oluyordu. Hafif uzamaya başlayan sakallarının eşlik ettiği mavi gözleri içimi delip geçerken siyah takımın içinde ne kadar da seksi göründüğünü düşünmeden edemedim.
Peşimden gelen Yeliz'in koluma yapışmasıyla kendime gelirken kulağıma "Salyalarını sil Sena. Unutma o seni değil sen onu etkileyeceksin." diyen uyarıcı sesini duydum. Yüzümü görmeden vereceğim tepkiyi bilmesine şaşırmamıştım. Kaç senelik arkadaştık. Haliyle birbirimizin ciğerini biliyorduk. Aras'a belli etmemeye çalışarak "Tamam" anlamında başımı salladım.
Bahçe kapısından çıkınca Aras ile gözlerimiz buluştu. Yaslandığı arabadan doğrularak beni baştan aşağıya önce hayranlıkla süzdü. Sonrasında ise keskin maviliklerini bana dikip "Avukat, elbisen akşam için fazla abartılı değil mi?" diye sordu.
İstediğim şeye ulaşmıştım. Daha evden çıkmadan Aras'ın damarına basmayı başarmıştım. O keskin bakışlarını ne kadar gözlerime diksede umursamadım. Meydan okuyan sesimle "Biliyor musun aksine bana fazla sade geldi." dedikten sonra kolumdaki saate baktım. "Saat çoktan 18.15 olmuş. Geç kalmak istemeyiz öyle değil mi?"
Çene kasları sinirden kasılırken burnundan derin bir nefes verdi. Cebinden çıkardığı sağ elinin işaret parmağını yüzüme doğru sallayarak "Bu gece orada birini öldürürsem sebebi sensin. Eğer bunu göze alıyorsan " eliyle arabayı gösterip "Buyur geç." dedi.
Beyefendi herkesle her haltı yiyecekti ama ben bir elbise giydim diye kan dökülecekti ha. Yalanını sevsinler. Ayrıca söylediği gibi beni kıskanmıyorsa neden benimle ilgilenen diğer adamları vuracaktı ki? Düşüncelerimi dile getirmek istesem de vazgeçtim. Hem damarına basarsam beni götürmeyeceğini biliyordum hem de Aras'ın saf duygularını kalkanları inik bir şekilde görmek istiyordum. Söyledikleri fikrimde en ufak bir değişikliğe neden olmazken Yeliz'e döndüm. "Görüşürüz balım." diyerek ona veda edip arabaya doğru yürüdüm. Aras'ın delici bakışlarını attığım her adımda üzerimde daha da hissetsem de kararımdan dönmeye niyetim yoktu.
Aracın arka kapısına yöneldiğim esnada her zaman olduğu gibi yine buzhaneden çıkma sesiyle "Ön tarafa geç. Kadir yok bu akşam." deyince Kadir'in eksikliğini fark ettim. Bir cevap vermeden dediğini yaptım.
Arabaya geçince sessiz başlayan yolculuğumuz aynı sessizliği ile devam ediyordu. Merakıma yenilerek "Kadir nerede?" diye sordum. "İşi var." cevabını alınca "Yapma ya! Bende patronuna özenip otellerde fink atıyor diye düşünmüştüm." dedim. Yine yapmıştım yapacağımı, kendimi tutamayıp onun özel hayatına getirmiştim konuyu. Düşündüğüm her şeyi söyleme mi sağlamak beynimin görevi değil miydi? Neden bu gün görevini eksik yapıyordu?
Başını bana çevirip bir kaç saniyeliğine olsa da bana bakan Aras'ın dudağının keyifle yukarı kıvrıldığını gördüm. "Yok Avukat, Kadir beni değil seni ve Savcıyı örnek almış kendisine." deyince duyacağım iğneleyici lafı göze alarak "Nasıl yani?" diye sordum.
"Önce kızlara dostum, kardeşim ayağına yaklaşıyor. Tabi kızımız onun niyetini anlamayacak kadar aptal oluyor genelde. Bizim Kadir'de önce yemeğe çıkarıp sonra" sustu. Elini hırsla direksiyona vurdu. Sonrası belliydi. Yatağa atmak. Bunu düşünmenin bile deli olmasına yetmiş olması "Acaba bana karşı hislerimi var?" diye düşünmeme neden olsa da Aras'ın derdinin de Fırat'tan farklı olmadığını biliyordum.
Lakin zihnimdeki şüphe tohumlarının yeşermesine de bir türlü engel olamıyordum. Fırat'tan farklı olabilir miydi? O gece Aras'a kendimi sunduğum halde bana dokunmamıştı. Bana yaklaşmak için hiçbir çaba harcamamıştı. Aksine o akşamdan sonra ülkeyi bile terk etmişti. Ve beni kıskandığına adım kadar emindim yalnızca bunu ne kendime ne de Aras'a ispatlayamıyordum. Bu yüzden bu gece böyle giyinmiştim. Gerçeği ispatlamak için. Eğer beni kıskanıyorsa yakayı er ya da geç ele verecekti.
Yol boyunca aramızda başka bir sohbet geçmezken şehrin ışıkları da bir bir gözden kaybolmaya başlamıştı. Gideceğimiz yer İstanbul'un dışında bir yerdi anlaşılan. Karanlık içimi huzursuzluk ile doldururken Aras bütün huysuzluğunu ayna görevi görerek bana yansıtmayı başarmıştı. Olumsuz düşünceler zihnime o kadar hızlı doldu ki sıraya sokmakta zorlanmaya başladım. Ne yazık ki korku, endişe, kaygı ve sayamadığım bir sürü duyguda düşüncelerime yoldaştı.
Aras, dediğini yapardı. Birisi bana yılışırsa onun gözlerini yerinden çıkarıp eline verirdi. Son zamanlarda yaptığım gibi yine hırslarıma yenik düşüp düşünmeden hareket etmiştim. Daha öğlen hastaneden çıkmadan kendime yanlış sularda yüzdüğümü hatırlatmıştım. Ve şimdi yine düşüncesizce davranmıştım. Ama şuan böyle bir elbise giydiğime pişman olmak için fazla geçti.
Ben pişmanlık içinde kıvranırken araba şato gibi bir evin önünde durdu. Bir taraftan ışıklar içindeki evi süzüp diğer taraftan da arabadan indim. İçimdeki Sena "Burası evse biz kümeste yaşıyoruz." deyince ona hak vermeden edemedim.
Evet zenginlik içerisinden gelmiştim. Babam ben çocukken ülkenin sayılı zenginleri arasındaydı. Ama yıllardır gösterişten uzak, sakin ve sessiz bir hayat yaşamıştım. Yaşadığım hayatı o kadar benimsemiştim ki böyle gösterişli ortamlar bana çok uzak geliyordu.
Arabanın diğer tarafından dolaşarak yanıma gelen Aras "Avukat girmeyi düşünmüyor musun?" deyince evi pardon şatoyu incelemeyi bırakıp "Aaa evet" diyerek ilerlemek için adım atacağım esnada "Avukat, koluma girmiyor musun diye soruyorum?" diyen Aras'a şaşkınlıkla döndüm.
O kolunu girebilmem için bükerken havaya kalkan kaşlarım ve hayret dolu sesimle "Senin koluna?" dedim. Yüzüme bıkkınlıkla bakıp "Yok garsonun koluna Avukat." dedikten sonra gözleri kısıldı. "Uzatma da gir şu koluma" deyince içimdeki cadaloz tarafım ona karşı çıkmak istese de ilk dakikadan yol açabileceğim bir felaketi önlemek adına sessizce koluna girdim.
Aras'ın bu halleri korkmama neden olsa da amacıma ulaşmış olmanın verdiği mutluluğu görmezden gelemezdim. Yüzüme yayılan keyif gülümsemesi ile Aras'ın kolunda içeriye doğru ilerledim. İçeridekilerin bakışları tek tek üzerimize sabitlenirken kadınlar bana düşmanca Aras'a ise yiyecekmiş gibi bakıyordu. Görünen oydu ki bu akşam kıskançlık damarı sınanacak tek kişi Aras Yiğitsoy değildi.
Bize ayrılan masaya geçtiğimizde Aras ile bir süre öylece dikildik. Sonrasında "Avukat, karşı masada duran adamların yanına gidiyorum. Burada kimseyle muhatap olmadan beni bekle olur mu?" diye sordu.
Gerçi buna sormak demek yanlış olurdu bu basbayağı "BENİ SESSİZCE BEKLE. SÖZÜMÜ İKİLETME." dediği bir dayatmadan başka bir şey değildi. Sanki ben o yanımda yokken ne yapacağımı bilmeyecektim. Ayrıca niye o gidiyordu ki? Adamlar neden onun ayağına gelmiyordu? Ben en büyük mafya babasıyım diye ortada kasıla kasıla gezinen kendisi değil miydi? Öğrenmenin tek yolu vardı; Aras'a sormak. Kaşlarımı çattım ve ağırlığımı diğer ayağıma verdim.
"Onlar neden buraya gelmiyor? Sen onlardan daha büyük değil misin? Onlar senin ayağına gelsin." dedim. Çenesi sinirden kasılırken sinirle gülümsedi. Başıyla beni baştan aşağıya süzerek "Bil bakalım neden?" diye sorunca cevabımı almış oldum.
Omuzlarımı dikleştirerek "Bunun barbarlık olduğunun farkındasın değil mi? 30 yaşında kadınım" elimle gösterdiği adamları işaret ederek "Ve ben şu adamların benimle konuşmasında bir sakınca görmüyorum." dedim.
Sıktığı dişlerinin arasından "Avukat uzatma. Burada beni bekle." deyince kollarımı birbirine bağlayarak başımı yan tarafa çevirdim. Aras yanımdan hışımla uzaklaşırken bende bu kadar yüksek topuklu giydiğim için kendime küfür ediyordum. Koskoca şato gibi ev yapmışlardı ancak oturmak için bir tane sandalye koymak akıllarına gelmemişti. "Nefret ediyorum böyle davetlerden." diye mırıldandım.
Aslında nefret ettiğim de öfke duyduğumda ne sandalyelerdi ne de ayakkabı.. Böyle olmamın tek sebebi Aras'ın kendini beğenmiş, vurdum duymaz tavırlarıydı. Madem davette tek başına takılacaktı neden benimle gelmişti? İlla yanında bir kadın pardon biblo -Aras için ortamı güzelleştiren süsten bir farkım yoktu- olmasına gerek var mıydı? Hiç bir olaydan eksik kalmadığı gibi bundan da kalmayan iç sesim muzip ve bir o kadar da canı sıkıcı tonda "O gelmeni istemedi Sena. Unuttun mu Yavuz ile sen onu mecbur bıraktınız.." deyince bütün sinirimi ondan çıkarmak istedim. Karşımda olsaydı saçını başını yolacağıma emindim.
"Gelmeyi ben istemiş olabilirim ama bu Aras'ın beni bırakıp gitmesini haklı çıkarmaz." cevabını verdikten sonra Aras'ın olduğu tarafa baktım. Kadınlar çoktan aç pirana misali etrafını sarmıştı. Biraz önce bir tane kadının olmadığı masada şimdi kadın bolluğu vardı. E bu bolluğun sebebi de belliydi; Aras Yiğitsoy... Bu kadar yakışıklı olmak zorunda mıydı? Hadi yakışıklı oldu diyelim bu kadar dikkat çekmek zorunda mıydı? Olaya acımasızca el atan iç sesim "Belki de hayranları değil altından kalkanlarıdır Sena." deyince sinirden inlememek için kendimi zor tuttum. Lanet olsun ki buda bir ihtimaldi. Ve bu ihtimal ne kadar yanlış sularda yüzdüğümün en büyük kanıtıydı.
Kafamı toparlamam lazımdı. Hem iç sesimi hem de Aras'ı boğmaya kalkmadan, uyuyan cazgır Ankaralı tarafımı açığa çıkarmadan sakinleşmem; Aras'ı daha fazla benimseyip sahiplenmeden ise kendime gelmem şarttı. Karşıdan gelen garsona gelmesi için işaret ettim. "Buyurun efendim." diyen garsonun elindeki tepkiyi olduğu gibi masaya bıraktım. Şaşkın bakışlarını üzerimde gezdirirken tepside bulunan 12 kadehi tek başıma içip içmeyeceğimi anlamaya çalıştığına emindim. "Bunlar burada kalsın sen diğerlerine yenilerini getir." deyince sözümü ikiletmeden başını sallayarak uzaklaştı.
12 kadeh neydi ki benim sakinleşmek için 12 şişe içmem lazımdı. İlk kadehteki beyaz şampanyayı elime alıp diktim. Boğazımda oluşan yanmayla yüzüm buruşurken elimdeki kadehi de masaya bıraktım. Kafamı az da olsa dağıtmak için etraftaki insanları incelemeye başladım. Çoğuyla dava dosyalarından aşinaydım. Adam öldürme, silah ve motor kaçakçılığı, ihaleye fesat karıştırma, evrakta sahtecilik ve daha sayamayacağım bir sürü suçtan adam tek çatı altındaydı. Dikkatimi uyuşturucu işinden kimsenin olmaması çekti. Uyuşturucu satanları geçtim içen dahi hiç kimse yoktu. Gerçi buna şaşırmış olmam tamamen benim aptallığımdı. Bir yerde Yiğitsoy Ailesi varsa orada uyuşturucu olmazdı.
Bir süre sonra bakışlarım Aras'a döndü. Koluna sülük gibi yapışan kadını görmemle bütün vücudum kıskançlık akımının etkisine girdi. 1.75 boylarında, siyah saçlı ve bok suratlı bu kadın Aras'a baya baya asılıyordu. Kadın gülücükler saça saça Aras'a bir şeyler anlatırken Aras'ta bu durumdan en ufak şikayeti olduğuna dair bir belirti aradım ancak göremedim.
Ağzının içine düşen, dudaklarından dökülen her kelimeye sahte kahkahalar atan kadınların arsında gram rahatsız değildi. Belki de her davette böyle olduğu için duruma alışıktı. Kadınlar etrafında pervane oluyordu, Aras içlerinden birini seçiyordu ve sonrasında odaya çıkıp... Zihnimde lanet düşünceler peş peşe sıralanırken son düşündüğüm ile midem bulandı. Bu nasıl bir midesizlikti böyle? İşin Aras boyutu iğrençti ama kadınların sırf zengin ve güçlü diye bir erkeğin karşısında ezilip büzülmesine anlam veremiyordum.
Tamam, kabul ediyorum Selim'den önce bende buna benzer bir hayat yaşıyordum ama beni haklı yapan iki şey vardı; ilki ben daha 18 yaşında olan, düşünmekten uzak bir ergendim. Yaptıklarımın sonuçlarının neler doğuracağını asla hesap edemiyordum. Erkekler üzerinden girdiğim iddiaların da feneri her gece başka bir yerde söndürmemin de hayatımı ne denli kaydıracağından bir haberdim. Çünkü kimse bana yaptıklarımın kötü olduğunu anlatmamıştı. Ben paran varsa istediğin her şeye sahip olabilir, istediğin her şeyi alabilirsin diye büyütülen bir kızdım.
İkincisi ise erkekler zenginliği ya da aile şöhreti yüzünden dikkatimi çekmiyordu, ortam yapmayı sevdiğim için onlarla birlikte oluyordum. Buradaki kadınlar için ise işlerin böyle olmadığı aşikardı. Aras'ın etrafındaki kadınların yaşları en az 28-30 arasındaydı. Hepsinin derdi de bekar Aras Yiğitsoy'u kafalayarak onunla evlenmek ve Yiğitsoy Ailesinin servetinin sefasını ölene kadar sürmekti. Bu... Bu aptallıktan başka bir şey değildi. Bunlar hiç aşık olmamışlar mıydı da paranın peşinden kendilerini küçük düşürme pahasına dahi gidiyorlardı. Başımı iki yana keyifsizce sallarken derin bir iç çektim. "Selim yaşıyor olsaydı ne para umurumda olurdu ne de şan şöhret."
Kadının elinin Aras'ın yüzüne gittiğini görmemle sakinliğim bedenimi usulca terk ederken vücudumdaki bütün kan beynime sıçradı. Damarlarıma öfke doldu. Konunun Aras'ı kıskanıyor olmamla kesinlikle alakası yoktu. Dilediği kadınla dilediği şeyi yaşayabilirdi. Ben görmezden geliniyor oluşuma bu kadar sinirlenmiştim. Bana düşman Aras'a dost olan iç sesim "Eminim öyle.." diye lafa girmişti ki başarabildiğim kadar onu duymazdan geldim. Aras'ın düşmanlığı sinirlerimi tepeme çıkarmışken birde kendi iç sesimin düşmanlığıyla savaşacak durumda değildim. İşe yaramayacağını bile bile sinirimi bastırmak için dilimi dişlerimin üzerinde gezdirmeye başladım.
Benimle davete geliyordu ve başka bir kadınla flörtleşiyordu. Benimle gelip başka kadınla... Demek kıyafet Aras beyimizin uçkurunu tutmak için yeterli olmamıştı. Onu durdurmak için daha fazlası gerekliydi öyle mi? Öyleyse bende ona daha fazlasını verirdim. Beni görmezden gelmenin hesabını sorardım. "Beni burada öylece bırakıp milletle kırıştıracaksın ha Aras Yiğitsoy yok öyle yağma." dedikten sonra elimdeki içki kadehini tek seferde kafama dikip öfkeyle masanın üzerine bıraktım. Elime aldığım yeni kadehle onların olduğu tarafa doğru yürüdüm.
Yüzüme takındığım yalancı gülümseme ile yanlarına yaklaşıp önce Aras'ın koluna girdim. Koluna dokunmam ile ürken Aras bana döndü. Mavi gözlerin içi karanlığa hapsolurken ben de anın tadını çıkarmaya çalışarak "Baktım gelmiyorsun ben geleyim dedim." dedikten sonra bakışlarımı masadakilere çevirdim.
Hepsi hayran gözlerle beni süzüyordu. Bunca erkek tarafından beğenilmiş olmak gururumu okşasa da Aras'ın kaskatı olan bedeni ve beni her an için çekip vuracakmış gibi üzerime diktiği bakışları korkmama sebep olmuyor desem yalan olurdu. "Biraz ileri mi gitti acaba" diye düşünürken yanındaki sülüğün "Aras hadi ama geçelim odaya." diyen sesiyle mantık olanca hızıyla beynimi terk etti. Beni görmezden gelip, burada tek başıma bırakması yetmezmiş gibi birde yanındaki sülükle odaya çıkacaktı öyle mi? Ben bunun hesabını sormasını da bilirdim.
Aras'ın kolundan çıkardığım elimi en uzağımda ki adama doğru uzatıp "Sena Eroğlu, Aras Beyin Avukatıyım" dedim. Adamlara elimi uzattığım andan itibaren keskin bakışlarını ne kadar üzerime diksede umursamadım. Bu görmezden gelme oyunu ilk o başlatmıştı. Devamını getirdiğim için beni suçlayamazdı. Masada duran 3 adamla tanıştıktan sonra Aras'a azda olsa sırtımı dönerek elimi en yakınımdaki adama uzattım.
Bilerek en sona o adamı bırakmıştım. Masaya geldiğim andan itibaren Aras'tan korkmasını dahi bir kenara bırakıp gözlerini bir saniye üzerimden çekmeden hayranlıkla süzmüştü. Ben uzattığım elimi sıkmasını beklerken o eğilerek elimi dudaklarına götürdü. İğrenme iç güdüsüyle kıvrılmaya hazırlanan dudaklarımı son anda durdurdum. Eğer Aras'a yaptığının bedelini ödetmek istiyorsam rahatsız olduğumu belli etmemeliydim.
Elim hala ellinden kurtulmayı başaramazken o ise gözlerime yiyecekmiş gibi bakarak "Demek meşhur Sena Eroğlu sizsiniz. Adliyedeki dostlarım azminizden bahsetmişti lakin bu kadar güzel olduğunuzdan hiç söz etmemişlerdi." dedi.
Arkamda duran Aras'ı göremesem de bedeninin kasıldığına ve karşımdaki adamın kafasına sıkmamak için kendisini zor tuttuğuna emindim. Benim için bu oyun burada sona erebilirdi. Aras'ın bana yapacaklarından korkmuyordum. Doğrusu Aras'tan korkmuyordum, bana asla fiziki zarar vermeyeceğini adım kadar iyi biliyordum. Ama işler karşımdakiler için böyle işlemiyordu. Aras'ı biraz tanıyorsam oyunu devam ettirdiğimde burayı kana gölüne çevirirdi. Gölünün ilk kaynağını da karşımdaki adam olarak seçerdi. Daha evden çıkmadan yapabilecekleri hakkında uyarmıştı beni. Elimi hızla çekip elinden kurtararak "Teşekkür ederim." dedim.
Korka korka bakışlarımı Aras'a çevirdim. Adama diktiği mavilikleri, yumruk şeklini almış eli ve kasılan çene kası kopacak kıyametin habercisi niteliğindeydi. Bir şey bulup dikkati başka tarafa çekmem gerekiyordu. Gözüme yanımızda duran sülük takıldı. Masaya geldiğim andan itibaren bana nefretle bakan tek kişiydi.
Kadına aynı nefret kusucu bakışlarımla eşlik ederken elimdeki şampanya kadehini masanın üzerine bırakıp Aras'ın koluna tekrar girdim. Bedeni kaskatı kesilmedi çünkü öfke dışındaki bütün duygular bedenini terk etmişti. Hatta şu anda sadece öfkeden ibaret olduğuna yemin edebilirdim. Aras'ın öfkesini ve bana söyleyeceklerini bir kenara bırakmak en doğru olandı. Buradan çıkınca ikimizde rahat rahat öfkemizi kusabilirdik. Önceliğim karşımdaki sülüktü. "Bizi hanımefendi ile tanıştırmayacak mısın Aras?" diye sordum.
Sesimi duymasıyla karanlık bakışları bana çevrildi. Gözlerime diktiği keskin mavilikler sınırlarımı fazlasıyla aştığımı haykırsa da dönüş için çok geç kaldığımı biliyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse yaptıklarımdan da pişman değildim. Yaptığım her şeyi hak etmişti. Beni tek korkutan şey akacak kan ihtimaliydi. Bu gece ilk kez benden tarafa olan iç sesim beni rahatlatacak cümleleri söyleyince "Bence korkun yersiz Sena. Sonuçta buradaki hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Ayrıca sana ağızlarından salyalar akarak bakarken Aras'ın ne denli tehlikeli olabileceğinin hepsi farkındaydı. Onların almadığı sorumluluğu neden sen alasın ki?" derin bir nefes alıp ona hak verdim. Aras'a karşı gelip benimle ilgileniyorlarsa bedelini ödemekten de korkmuyor olmalılardı.
Kadın Aras'ın tanıştırmasına fırsat vermeden ki verseydi de Aras'ın gözleriyle kustuğu öfkeden sıra sözlerine asla gelmezdi. "Ben Hale" diyerek elini uzatıp Aras'a flörtöz bir bakış attı. Aras'tan herhangi bir cevap ya da tepki gelmeyince ise sinirimin tavan yapmasına neden olan iç çekmesi ile "Aras'ın çok yakınıyım. Her yönden en ince ayrıntısına kadar bilirim." dedi.
Kadının eli havada kalırken sinirle alt dudağımı ısırdım. Benim elini sıkmayacağımı anlayınca elini çekti. Ve kendi önüne düşmesi gereken eli ile Aras'ın yüzünü okşayarak "Öyle değil mi Aras?" dedi. Artık bu sabrımın son noktasıydı. Bundan sonrasında bende tahammül denilen şey yoktu artık. Bundan sonrası terbiyeli , hanım hanımcık olan Sena'dan çıkmış ve içimdeki şirret Sena'ya devredilmişti.
Alayla güldüm. Nefret dolu bakışları bakışlarımla buluşunca "Yalnız tatlım biz senin gibilere bir erkeğin yakını demiyoruz, bir erkeğin orospusu diyoruz. Yakınlığınızda eminim yatak sınırları içinde kalıyordur. Çünkü o kadar sohbet ettik ama inanır mısın Aras senden hiç bahsetmedi?" dedim.
Masadaki herkes çil yavrusu gibi dağılırken öfkeden çenesi titremeye başlayan Halecik "Anlayamadım?" diye sorunca "Demin sen dedin ya tatlım her yönden yakinen tanıyorum diye. Bende senin onu sadece yatak sınırları içinde ve tatmin olmasına yaradığın zamanlarda tanıdığını söyledim." dedikten sonra göz kırptım.
Hale öfkeden renkten renge girerken "Sen" dediği anda sessizliğini bozan Aras'ın "Sakın! Sakın kendinde Avukata hakaret edecek hakkı bulmaya kalkma. Bu senin son bulduğun şey olur." diyen tehditkar sesini duymamla karşımdaki kıza zafer gülümsemesi ile baktım.
Kızgınlığı kırgınlığa dönüşen kızın gözleri dolmuş, dudakları ise ağlamak üzere olduğunun belirtisi olarak titremeye başlamıştı. "Peki Aras Bey." diyerek masadan hızla uzaklaştı. Bende derin bir nefes alarak içimde ki uyanan şeytanı bastırmaya çalıştım.
Aras yanındaki kadını kovmakla yetinmemiş birde beni savunmuştu. Tıpkı babama yaptığını yapıp arkamda dağ gibi durmuştu. Peki bu benim sakinleşmem için yeterli miydi? Elbette hayır. Aras'ın başka kadının tenine değecek olan tenini, onun vücudunda gezecek ellerini düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Ensemdeki sinir uçları karıncalanıyordu. Ruhum amansız bir kıskançlık ateşinde yanarken her an kendime yakışmayacak bir şey yapabilirdim. Sakinleşmem gerekiyordu. Derin nefesler alıp verdim.
Ama başaramadım. Aras'ın yaptıkları aklıma geldikçe öfkem durulmak yerine kabarıyordu. Benim onu kıskanmam hoşuna gitmiş ve kız bana hakaret etme noktasına gelene kadar susmuştu öyle mi? Benim yaşadığım sinir harbinden zevk almıştı yani.
Aras'ın koluna girmiş olan kolumu öfkeyle çekerken içimden "Ben o zevki senin kursağında bırakırım be." diye söylenip biraz önce elimi esir alan adamın olduğu masayı taradım. İki masa ilerimizde olan adam gözüme ilişince elimle saçlarımı iki sana savurup ondan tarafa ilerlemeye başladım.
Adamın neredeyse yanına gelmiştim ki hışımla kolumdan tutan Aras beni kendine çevirdi. Sıktığı dişlerinin arasından "Ne yapıyorsun Avukat?" diye sorunca gözlerimi kısarak ona gülümsedim. "Biraz önceki beyefendi ismini söyleyemeden yanımızdan ayrılmak zorunda kaldı. Adını öğrenmek ve bir kadeh şampanya içmek için yanına gidiyordum." dedim.
Bakışları daha da kararırken "Eve gidiyoruz." dedi. Kolumu ondan kurtararak "Ben gelmiyorum. Sen istersen gidebilirsin. Gecenin sonunda bu kibar beyefendinin beni eve bırakacağına eminim." dedim.
Başını sinirle sallarken burnundan hıhlayarak güldü. "Öyle mi diyorsun Avukat?" dedikten sonra belindeki silahı çıkarıp karşımızdaki adama ateş etmesi bir oldu. Adam yere yığılırken bir kişi bile Aras'a tepki göstermedi. Bir kişi bile adama yardım etmeye yeltenmedi. Etrafta kurşun sesi sonrasında bir kaç kadın çığlığı dışında en ufak bir tepki dahi olmadı.
Kocaman açtığım gözlerle yerde sol tarafını tutarak kıvranan adama baktım. Uğradığım dehşeti gizleyemeyenken dilim tutulmuşçasına kısa bir an kalakaldım. Vurmuştu. Ruh hastası, manyak gözünü kırpmadan adamı vurmuştu. Bir kadeh şampanya içmek istedim diye adamı vurmuştu. Aras'ı çıplak ellerimle paramparça etmeye yetecek kadar öfkeliydim. Bu his boğazımı ve göğsümü yakıyor, gözlerimi karartıyordu. Benim yüzümden biri vurulmuştu. Sinirle Aras'a döndüm.
Daha ben bir şey demeden "Seni bırakacak birisi olmadığına göre ve senin yüzünden başkalarını vurmamı istemediğine göre şimdi düş önüme Avukat!" dedi. Sesi fısıltı gibi çıksa da içimdeki korkuyu harlamaya yetmişti.
Bir kişinin daha benim yüzümden zarar görmesini istemiyordum. Ciğerlerimin kabul etmeyeceğini bilsem de derin bir nefes aldım. İçindeki öfke volkanının ateşini gözleriyle ok gibi üzerime fırlatırken masanın üzerindeki çantamı alıp hışımla oradan çıktım. Kapıda bekleyen görevliye bakıp "Bana taksi çağırın." derken arkamdan gelen Aras "Hiç bir yeri aramıyorsun koçum" dedi.
"Sende hemen arabaya geç Avukat." diyen emredici sesi bir kamçı misali havayı delip geçti. Vücudumu ondan tarafa çevirdim. Buz gibi bakışlarımla onu süzerken üstün bir sesle "Asla." yanıtını verince kaşlarını kaldırıp öyle mi dercesine yüzüme baktı. Umursamaz bir tavırla omuz silkmekle yetindim. Elleri cebinde ağır adımlarla yanıma doğru yürüdü. Tam önümde durup yüzüme doğru eğildi. Aramız o kadar yakındı ki başımı biraz uzatsam dudakları dudaklarıma değecekti. Öfkeme rağmen kalbim göğsümün içinde değişik şeyler yapıyor olması gerekenden hızlı atıyordu.
Yüzümüz arasında milimlik mesafe varken bakışları dudaklarıma kaydı. Bir anlığına gözlerinde farklı bir duygu belirdiğini düşünsem de karanlık bakışları tekrar gözlerini ele geçirdi. Tüm tehditkarlığıyla "Eğer şimdi arabaya binmezsen içeriye geri döner seninle konuşan diğer iki yavşağa da sıkarım." dedi.
Gözleri gözlerimi delerken söyleyeceklerim boğazımda yumru oluyordu. Öyle sert bakıyordu ki vereceğim cevabın sonuçlarından korkuyordum. Ya baş kaldırıma devam edip acıda olsa sonuçlarına katlanacaktım ya da bu savaşa son verip arabaya geçecektim. Cevap belliydi. Bir cevap vermeden araca binip kapısını çarptım. Onunla bu arabada 2 saat geçirmeye asla niyetim yoktu, ışıkların göründüğü ilk yerde inip kendi başımın çaresine bakacaktım.
Arabaya binip aynı şiddetle kapıyı çarptıktan sonra bütün damarlarını ve eklemlerini belli edecek kadar derin bir öfkeyle direksiyonu sıkarken bende elimdeki çantayı sıkıyordum. Parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Direksiyona beni yerimden sıçratmaya yetecek şiddette vurduktan sonra arabayı çalıştırdı.
Yaklaşık 15 dakikalık bir yol gitmişken arabayı ani bir frenle sağa çekti. Eğer emniyet kemerim takılı olmasaydı camdan dışarı fırlamama ihtimalim yüzde bir bile değildi. Burnundan derin derin nefesler alıp verse de öfkesini yatıştıramayınca arabadan indi.
Sinirlenmesi gereken bendim ama her zamanki gibi haklı olan ve sinirlenme payı olan Aras mıydı yani? Gözümün önünde kız ona yılışırken bir şey yoktu ama ben bir adamla şampanya içmek isteyince sorun vardı yani öyle mi?
Arabadan öfkeyle inip arabanın sallanmasına sebep olacak şiddette kapıyı çarptım. Deli dana gibi dönüp duran Aras "Yavuz'un aklına uyan beynimi sikeyim. Daha ergenlikten çıkamayıp saçma sapan kıskandırma çalışmalarına giren Avukat ile davete gelirsen sonuç böyle olur." diye söyleniyordu.
"Ha benim ergen öyle mi? Kadın içine düşerken ses çıkarmayan sen suçlu değilsin ama ben ergenim öyle mi?" dedikten sonra içimdeki Ankaralı açığa çıktı. Elim hesap sorar şekilde yana doğru açılırken "Nerenin manyağısın be sen? Bir adamla şampanya içmek istedim diye, eve onunla dönmek istedim diye adamı vurmak ne Aras?" diye bağırdım.
İşaret parmağını bana doğru sallayarak "Avukat kes sesini." dedi.
"Kesmiyorum ya kesmiyorum." Öfke gözümü tamamen kör etmişti. Artık düşünemiyordum. Ağzımdan çıkacak her sözde onu kıskanmamın, benim yüzümden birinin ölecek belki de ölmüş olmasının ve beni görmezden gelişinin hıncı vardı. Sesim de tıpkı öfkem gibi kontrolden çıkmıştı." Aras bey gözümün önünde kadınla yiyişirken sorun yok ama ben bir erkekle sohbet etmek isteyince sorun var öyle mi?" diye bağırdım.
Öfkeyle "Evet öyle." derken yanıma yaklaştı. "Sana daha öncede söyledim Avukat, benimle çalıştığın sürece her şeyinle bana aitsin. Benim onayımın olmadığı kimseyle konuşamazsın, şampanya içemezsin, geceni geçiremezsin." Söylediği her kelimenin ayrı ayrı üzerine bastırmıştı.
"İstediğim adamla gecemi geçiririm, istediğim adamla.." Cümlemi daha tamamlayamadan beni yakmaya hazır bir ateşle parlayan gözleri gözlerimle buluşup üzerime doğru yürüdü. Adımlarım geriye doğru giderken işaret parmağını yüzüme salladı.
"Sakın sözünü tamamlamayı aklından bile geçirme Avukat. Beni sana zarar verecek noktaya sakın getirme." derken sesi gereğinden fazla tehditkar çıkmıştı.
Tam olarak sakın dediği şeyi söylemek üzereydim ancak cümleleriyle konuyu kendime çekme fırsatı sunmuştu bana. Ona kınayan gözlerle bakıp "Aklın hep yatakta değil mi? İstediğim adamla eve dönerim diyecektim. " Kafamdakileri toparlamak için sustum.
Ama susmam elbette uzun sürmedi. "Hem sen kim oluyorsun da bana karışma cüretini kendinde buluyorsun Aras Yiğitsoy? Hadi Fırat düşmanın görüşmemi istemiyorsun diyelim, peki ya iş yaptığın adamı vurmana ne demeli?" Elimi göğsüne doğru vurup "Kimsin sen ya?" diye bağırdım.
Eli ile dirseğimi sıkıca kavradı. Gözlerimin içine karmakarışık hissetmeme neden olacak şekilde baktıktan sonra beni iter gibi kolumu bıraktı. Yanımdan uzaklaşarak araca yaklaştı. Elini arabanın kaputuna öfkeyle vurunca yerimden korkuyla sıçradım. Geçen seferki gibi bir olay yaşanmaması için kendini zor tuttuğuna emindim artık.
İçimi, tekrar çekip gidebilme ihtimalinin korkusu kaplarken ikimizin de sakinleşmesi gerektiğine karar verdim. Böyle davranarak sadece aramıza görünmez duvarlar örüyorduk ve buda benim onu aydınlığa çıkarmamın önündeki engelleri arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
İnsanlık için kısa benim için ise uzun süren sessizlik sonrasında aklıma vurduğu adam gelince içimi bir huzursuzluk kapladı. Eğer adam ölmüşse bu iki aile arasında başlayacak olan savaşın habercisi demekti. Aras ile Yavuz'un canının tehlikeye girmesi demekti. Elim sıkıntıyla boynumda gezinirken korka korka "Aras." diye seslendim. Hala arabanın kaputuna dayalı olan ellerini çekmeden arabanın ön camından yansımama bakarak sesiyle "Söyle Avukat." yanıtını verdi.
"Vurduğun adam, ölmüş müdür?"
Hışımla bana bakıp "Niye ölmediyse evini bulup geçmiş olsun demeye mi gideceksin?" diye sordu.
"Nereden bildin? Belki vurulmasına sebep olan kadınla bir kadeh şampanya içmek ister diye düşündüm."
"Hay senin ağzının ayarını.." diye kendime kızsamda sözler çoktan dudaklarımdan dökülmüştü. Bu gece olan çoğu şey gibi onu da geri almanın bir yolu yoktu. Gözlerini öfkeyle kapatıp açtı. Bunları yapan bir erkek olsaydı kırkılmadık kemiğini bırakmayacağına biliyordum. Ama ne yapayım damarıma bastıkça lanet dilime hakim olamıyordum.
Şansımı daha fazla zorlamadan düzgün cevap vermeye karar verdim. "Adam için sormuyorum. Senin için soruyorum." dedim. Havaya kalkan kaşları ile anlamaz halde yüzüme baktı. Endişeli çıkan sesimle "Sana saçma bir kuruntu olarak gelebilir. Adam öldüyse ailesinde birisi ya da orada olanlardan her hangi birisi sana zarar verir mi?" dedim.
Öfke gözlerini terk ederken bende sol elime sağ elimin tırnağını geçirip "Evet sen Aras Yiğitsoy'sun sana kimse zarar veremez." dedikten sonra sustum. Söyleyeceklerimin ağırlığı boğazımın kurumasına, kelimelerin dudaklarımdan dökülmemesine sebep oluyordu. Gözlerimi kapatırken birkaç saniye duraksayıp güçlü bir şekilde yutkundum. Bakışlarımı ayaklarıma indirdim. Gücümü toplamak için derin nefes aldıktan sonra "Ama abimde Kahraman Eroğlu'nun oğluydu ve öldürüldü." dedim. Gözümden akan yaşı elimin tersiyle silerken Aras derin bir nefes verdi.
Yanıma geldiğini belli eden ayak sesleri sonrasında ayakkabıları görüş alanıma girdi. Başımı yavaşça kaldırıp gözlerime anlam veremediğim şekilde baktı. Sanki arafta gibiydi. Bir tarafı acının pençesinde kıvranırken diğer tarafı öfkesinin ve hırsının kölesi olmuştu.
"Korkma Avukat. Bana zarar veremez. İlk olarak öldürmedim sadece omzundan vurdum. İkinci olarak senin de söylediğin gibi ben Aras Yiğitsoy'um. Orada gördüğün hiçbir adamın gücü bana hesap sormaya yetmez" deyince ağzım şaşkınlıkla aralandı.
"Ben öldürdüğünü sandım. Yani benim yüzünden o öldü sandım." dedim.
Elini yüzümden çekerken bakışlarına sevmediğim Aras'ın geldiğini belli eden küçümseyici ifade yerleşti. "Senin yüzünden bir kişi daha ölsün istemedim." dedi. İma ettiği şeyi anlamaya çalışarak yüzüne baktım.
Ben söylediği ile ilgili açıklama beklerken "Şimdi bin şu arabaya. Şu gece bir an önce bitsin." deyince "Bende seninle burada kavga etmeye çok meraklıydım. Aman bitmesin gecemiz." dedim.
"Bir kerede sus ve söyleneni yap Avukat." deyince bir cevap vermeden ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp elime aldım. Daha fazla bu eziyeti çekme niyetim yoktu. Çıplak ayakla arabaya doğru yürüdüğümü gören Aras yanıma gelip aniden beni kucağına alınca ağzımdan çığlık kaçtı.
"Avukat bağırma kulağımın dibinde." diye çıkışınca "Sende her bulduğun fırsatta beni kucaklama o zaman." derken beni kapısını açtığım arabanın koltuğuna bıraktı. İğneleyici çıkan sesimle "Seni tanımasam kucağına almaya fırsat kolluyorsun diyeceğim" dedim. Ancak o cevap vermek yerine her zaman yaptığını yaptı. Beni takmayarak aracın kapısını yüzüme kapattı.
Kollarımı birbirine bağlayıp başımı camdan tarafa çevirdim. Aras araca binip yerine oturduktan yaklaşık 10 saniye sonra hareket etmemiz gerekirken hala olduğumuz yerde duruyorduk. Merakla başımı ondan tarafa çevirdiğimde aracın kontak düğmesine bastığını gördüm. Ancak altımızdaki araç bir türlü çalışmıyordu.
Aklıma gelen şeyin olma ihtimalinden korkarak "Neden gitmiyoruz?" diye sordum. Kontak bölümünü kurcalayan Aras "Araba çalışmıyor." deyince panikle elimi ağzıma götürdüm.
Aras arabanın bir yerlerini kurcaladıktan sonra en sonunda elini sert bir şekilde direksiyona vurdu. "Çalışmıyor." dedi.
"Ne olacak şimdi?" diye sorduktan sonra aklıma çantamdaki telefonum geldi. Birini ararsak gelip bizi buradan alabilirdi. Hızla çantamdaki telefonu çıkarırken Aras'ın bakışlarını üzerimde hissettim. Telefonu elime alıp Yeliz'in ismine tıklayınca numaranın aranması yerine çağrım iptal edilmişti. Korka korka şebeke kısmına baktım.
Telefonu kucağıma öfkeyle bırakırken "Kahretsin. Şebeke yok." dedim. Başımı Aras'a çevirip "Arabanın kaputuna öyle vurursan sonuç böyle olur işte." deyince bakışları karardı. "Asıl sen erkeklerin ağzına düşmeye kalkarsan böyle olur Avukat. Gerçi neden şaşırıyorum ki senin en iyi yaptığın şey bu sonuçta." dedi.
İçimdeki öfke volkanı patlarken yükselmeye başlayan sesimle "Neymiş benim en iyi yaptığım şey?" diye sordum. Ondan gelecek cevabı beklemeden "Aa dur buldum. Erkeklerle fingirdeşmek mi?" deyince "Avukat, sabrımı sınama benim." dedi.
Her şeyi yapan oydu ama sabrı sınayan bendim. Ona karşı çıkmamak için kendimi zor tutuyordum. Ama durmak zorundaydım. Biraz önce de düşündüğüm gibi Aras'a ulaşmak istiyorsam ona dikleşmeyi bırakmam damarına basmamam gerekiyordu. Kendimi ezdirecek miydim? Elbette hayır. Sadece sivri dilimi biraz kısaltacaktım o kadar.
Oflar gibi nefes verip "Her neyse, konuyu kapatalım. Düşünmemiz gereken şey bu değil. Şimdi ne yapacağız. Bütün gece burada kalacak değiliz herhalde." dedim.
Kollarını birbirine bağlayıp arkasına yaslandıktan sonra gözlerini kapattı. Olabildiğince rahat çıkan sesiyle "Görünen o ki buradayız Avukat." dedi.
"Nasıl buradayız Aras?" derken aklıma gelen düşünce ile "Davetten çıkanlar yoldan geçer. Onlar bize yardım edebilir." dedim.
İstifini bozmadan "Avukat o davetteki herkes gece orada kalacak. Yani sabaha kadar kimse buradan geçmez. Geçseler de ben itten köpekten yardım almam. Sabah Yeliz gelmediğini anlayıp ortalığı ayağa kaldırır. Yavuz seninle orada kalmayacağımı bildiği için de bizi aldırmaya birini yollar." dedi.
Yavuz'un hiç kimseyi göndermeyeceğini ikimizde biliyorduk değil mi? Burada kalmamızı sağlayan Yavuz değilse bende bir şey bilmiyordum? Bir şeyler söylemek için ağzımı açmak istesemde işe yaramayacağını bilerek sustum. Nasıl olsa beni dinlemeyecek sadece öfkesini kusacaktı. Kollarımı bağlayarak arkamı dönüp camdan dışarıyı izlemeye başladım.
Bu gece bu küçücük arabanın içinde Aras Yiğitsoy ile kalacaktım. Hemde Ekim ayında. Benim yaz kış mütemadiyen üşüdüğümü düşünürsek sabaha kadar kesin soğuktan donacaktım.
EVET DOSTLAR BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. SABAHA KADAR ARAS İLE SENA AYNI ARABADA KALACAK NE DERSİNİZ OLUR MU BİR KIVILCIM?
YOKSA SENE YA DA ARAS ÇENESİNİ TUTAMAYACAĞI İÇİN KIYAMET Mİ KOPAR....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |