
YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN🦋
ARAS
NİKAHTAN ÖNCEKİ AKŞAM
Başımı koltuğun başlığına dayamış olanları zihnimde sıraya koymaya çalışıyordum. Her şey çok iyi ilerlerken nasıl da bir anda bu hale gelmişti? Sebebi beliydi aslında. Hayatın bana öğrettiği bir şey varsa oda yapılan bir hatanın diğer hataları da peşinde sürüklediğiydi. Tıpkı şu anda yaşadıklarımız gibi... Sena'nın tokadı ile sızlayan yüzünü ovuşturmamak için kendimi zor tutuyordum. Bunca yıl tokattan daha ağır darbeler almışken bir tokat ne kadar da çok yakıyordu canımı. Durmam gereken yeri aşmamın bedeliydi bu tokat.
Kendime inanamıyordum. Savcı ile ilgili aşığın kelimesini söyleyebilecek kadar ileri gitmiş olmama inanamıyordum. Sena'yı her şeyden, herkesten sakınırken Savcı ile ilgili cümlenin ağzımdan dökülmüş olmasına, onu bile isteye kanatmış olmama inanamıyordum. Yüzüme acıyla bakana kadar ağzımdan çıkan acımasız sözleri fark etmemiştim bile.
Savcı'nın acısını Sena'dan çıkarmaya hakkım yoktu. Bana güvenmediği için ona sitem edebilirdim. Bana güvenmediği için, kor gibi yanan kalbim soğusun diye ona bedel ödetebilirdim. -Ki ödetiyordum da.- Ama sırf bana güvenmedi diye onu sadakatsizlikle suçlayamazdım. 13 yıl boyunca bana sadık kalan kadına yaptığım saygısızlıktı, onur kırmaktı.
Haklıydı. Senelerce öldüğüm yalanının cehenneminde utanmadan onu yakmıştım. Senelerce kan kusup kızılcık şerbeti içtim demesine sebep olmuştum. Galeriye geldiği ilk andan itibaren günlerini cehenneme çevirmek için elimden geleni ardıma koymamıştım. O ise bana sadece bir hafta kıyabilmişti. Bir haftanın sonunda onca acıyı yaşayan o değilmiş gibi kendi yaralarını bırakıp yaralarımı sarmaya gelmişti.
Allah kahretsin ben beden yapamıyordum? Ben neden onun gibi affedici, bağışlayıcı taraf olamıyordum? Neden öfkem ile kalbim savaşa girdiğinde kazanan hep öfkem oluyordu? Neden sevdiklerimi affetsem bile bir adım atamıyordum? Seneler süren karanlığın bedeli miydi öfkemin esiri olmak? Düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Tek bedene sıkışmış iki ruhun arasında kalmaktan nefes alamıyordum. Ne olurdu sanki böyle durumlarda Aras olmayı bırakabilseydim?
Karşımda oturan Yavuz yerinde kıpırdanırken "Ağrıyan yüzün değil kalbin. Oranın acısı da ovalayınca geçmez." diye mırıldandı. Anlamaz halde bakışlarım ona dönerken elimle bir süredir yüzümü ovuşturduğunu fark ettim. Dokunmamak için savaş verdiğim yere dokunmuştum. İnsan ne olursa olsun canının yandığı yere geliyordu demek ki. Elimi hızla yanağımdan çektim. Yavuz'un sesi ise o kadar belli belirsiz çıkmıştı ki sanki hem duyulmak istiyor hem de istemiyor gibiydi. "Ağzının içinden konuşma. Ne diyeceksen doğru düzgün söyle."
Oturduğu koltuğa tekrar yerleşip gömleğinin yakalarını çekiştirdi. Gömleğinin omuz kısmında olmayan tozu silkelerken "Diyorum ki; ağrıyan yüzün değil kalbin. Sadece sen kalbinin varlığını o kadar unuttun ki sızlayan yerini yüzün sanıyorsun. Kalbinin acısını da ovuşturarak geçiremezsin yaranı saracak birisi lazım. Sana varlığını hatırlatacak birisi." dedi.
Kaşlarım çatılırken kısılan gözlerimi yüzüne diktim. O kadar olan sonrasında sorun benim kalbim miydi yani? Ben kalbimi unuttuğum için mi olmuştu bunlar? Sıktığım dişlerimin arasından "Ben onun varlığı hatırlamıştım Yavuz. Hatta o küçük şeytanın bütün hayatımı yönetmesine izinde vermiştim." deyip kollarımı iki yana açtım. "Lakin son olaylar gösteriyor ki en sevdiklerine da olsa kalbini savunmasızca sunarsan kırmaktan çekinmezler. Hem kalbini kırılır hem de güvenin yerle bir olur." derken istemesem de sesim kalbimin çektiği acıyı barındırdı.
Yüzüme baktı. Sesimde hissettiği acının gözlerinden yansımasını gördüm. "Abi sürekli söylediğim gibi yine söylüyorum; evet tepkilerinde haklısın ama fazla acımasızca davranıyorsun. Sena senin düşmanın değil. İkinize de yazık ediyorsun. Hatta üçünüze de yazık ediyorsun." Duraksayıp bedenini tamamen benden tarafa çevirdi. "Evleniyorsun abi sen. Seni sevmedi, senden vazgeçti diye İstanbul'u ateşe verdiğin, karanlığında boğulup masumiyetinin her zerresini kaybettiğin, kendinden bile vazgeçtiğin kadınla evleniyorsun."
Ruhumun çekildiğini hissettim. Gerçekler canımı yaksa da alayla güldüm. "Senin de söylediğin gibi bu aşk bana zarardan başka bir şey vermemiş Yavuz." Başımı iki yana salladım. Düştüğüm çıkmazdan çıkmaya çalışarak "Elimdeki her şeyi kaybetmemin sebebi 13 yıl önce de oydu şimdi de o. Ve sen gelmiş bana bu kadınla her şeyi yoluna koymamı mı söylüyorsun?" dedim. Yavuz'un ne demek istediğinin farkındaydım. Bu kadar çok severken ikimize de yazık etmememizi istiyordu, bunca yıllık acıdan sonra mutlu olmamızı istiyordu ancak lanet gururum ve öfkem işlerin onun istediği gibi yürümesine izin vermiyordu, vermeyecekti de...
Bir şey söylemek için dudakları aralansa da hızla kapandı. Ne desem boş dercesine başını iki tarafa salladı. Ne diyebilirdi ki zaten. Yaşanan onca şeyden sonra ne denilebilirdi. Sena'nın bana gram güvenmediği aşikarken nasıl bir bahane aramızda ki buzları eritebilirdi. Aylardır olduğu gibi olan olmuştu, ölen yani ben ölmüştü. Ve yine kimse fark etmemişti.
Daha fazla konuşacak bir şey kalmadığına göre benim için bu sohbet burada bitmişti. Odama daha doğrusu misafir odasına geçmek için ayağa kalktım. "Ben üst kattaki misafir odasına geçiyorum. Bir şey olursa orada bulursun beni." deyip merdivenlere yöneldim. Yavuz ise hala oturmaya devam ederken "Başka nerede bulabilirim? Karınla sana ait olan yatak odasında bulacak değilim ya?" diye homurdandı. Sena'ya yaptıklarım için bana kızgındı. Ona söylediklerim için belki de benden nefret ediyordu. Ama bilmediği bir şey vardı. Bende böyle olmaktan mutlu değildim.
Merdivenleri yavaş yavaş çıktıktan sonra yatak odamın kapısının önünde durdum. Sena'nın sıcaklığını bulabilirim umuduyla kapıyı okşadım. Buz gibiydi. Daha birkaç gün öncesine kadar Sena ile bana ait olan odanın kapısını dahi açamıyordum. Birbirimizin olduğumuz oda ayrı ayrı yandığımız cehenneme dönüşmüştü. Sena içeri de bense dışarıda yanıyordum. Kapıya doğru başımı yaslayıp ciğerlerime kuvvetli hava çektim. Aldığım nefes artık yetmedi. Aldığın nefes yaşamam dışında hiçbir fonksiyonumu tamamlamam için yeterli gelmemeye başladı.
Toparlanma umuduyla kapıdan uzaklaşıp kendi odama geçmeye yeltendiğim esnada odadan hıçkırık sesi duydum. Kaşlarım huzursuzca çatılırken kapıya usulca sokuldum. Sena'nın hıçkırıklar arasında "Lanet olası hormonlar." diye söylendiğini duyunca kalbimin en derin köşesinden bir şey koptu. Sevdiğim kadın hamileydi. Ben baba oluyordum. Olması mümkün olmayan şey gerçek olmuştu. Bu mucizeydi. Ne aklımızın ne de kalbimizin almadığı büyük bir mucize. Ve bende o mucizenin annesini ağlatıyordum.
Ben nasıl bir adamdım böyle? Bebeğimiz olduğunda da mı böyle olacaktım? Bir hata yaptıklarında düşünmeden ağzıma ilk geleni söyleyip onları kırıp yığacak mıydım? Babalık muydu? Değildi. Benim gördüğüm babalık bu değildi. Ne öz babamdan ne de Hamdi Babadan gördüğüm babalık asla böyle bir şey değildi. Baba dediğin evladını kendi canından önde tutardı. Baba dediğin annesini mutlu edince evladının da mutlu olacağını bilirdi. Bense daha annesinin karnındayken evladımın canını yakmıştım.
Odadan gelen her hıçkırık sesinde boğazımdan aşağıya kızgın demir sokuluyordu. Yutkunmak hatta nefes almak bile bedenime yük olmuştu. Ben cehennemim de kavrulurken Sena boğuk bir sesle "Yarın nikahım var ve ben lanet olası bir gelinlik dahi giyemiyorum." dedi. Her genç kızın hayali olan şeyi elinden almıştım. Canını yakmak için sadece gelecekle ilgili korkutmamış bir de hayallerini çalmıştım. Odaya girip ona sıkıca sarıldıktan sonra "Yarın nikah falan yok. Gönlüne göre olan düğün hazırlıklarımız bittikten sonra evleneceğiz" deyip göz yaşlarını silmemek için kendimi zor tutuyordum.
Bu sırada Sena ağlayan sesinin arasında ufak bir kahkaha attı. "Gelinlik giyememek sanırım en küçük sorunum. Yarın evleniyorum ve damat Allah'ın cezası baban meleğim. Kendisi acımasız bir ruh hastası veee ben onunla ev-le-ni-yo-rummmm." deyince kapıdan geriye doğru çekildim. Benim bebeğime, beni acımasız bir ruh hastası olarak mı tanıtmıştı o yoksa ben yanlış mı duymuştum? Kulaklarım yanlış duyacak kadar yaşlanmış olamazdı.
O anda beynimde şimşekler çaktı. Sena benim düzeleceğime asla inanmamıştı ki. Evet, benim eski Selim olmamı istediğini söyleyip durmuştu ama görünen oydu ki o benim Selim'e dönüşeceğime asla inanmamıştı. Düşünceleri sadece laftaydı. Zaten son olaylarda da bana güvenmediğini göstermemiş miydi? "İçinde yaşayan Selim'i görüyorum" dediği halde Selim'in ona ihanet etmeyeceğine inanmamıştı. Savcı'nın da söylediği gibi bana o kadar güvenmiyordu ki içeride benim olup olmadığımı bile merak etmemişti. Aptal kafam! Göz yaşlarına kanıp az kalsın onu affedecektim birde!
Kendimi hızla odama atarak yatağın üzerine oturdum. Kalbim bu gece sayısız defa olduğu gibi anlayamadığım bir şekilde kasılıyordu. Gözlerim adeta kum kaçmışçasına yanıyordu. Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu. Hızla ayağa kalkıp pencereyi açıp soğuk havanın içeriye girmesine izin verirken tekrar kalktığım yere oturdum. Yatağın başucunda duran komodin çekmecesine uzanarak içerisinde bulunan yüzük kutusunu elime aldım. Tek elimle kutunun kapağını açtıktan sonra kutunun içinde parlayan yüzüğe baktım. Sena'nın parmağında olması gerekirken hala kutusunda duran yüzüğe....
Sena, karanlıktan sonra gelen gün doğumuydu benim için. Ruhumda uzun zaman önce öldürdüğümü sandığım pişmanlık, vicdan, utanma ve suçluluk gibi duyguların ölmediğini göstermişti bana. Ama bir şeyi daha göstermişti. Kim olursam olayım, ne kadar değişirsem değişeyim ben onun gözünde GÜVENİLMEZ ARAS YİĞİTSOY olarak kalacaktım. Bana asla güvenmemişti asla da güvenmeyecekti.
Elimdeki yüzük kutusunu hışımla kapatırken yanağımdan süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. "İşte bu yüzden bizde tıpkı bu yüzük gibi kendi karanlığımıza hapsolup asla oradan kurtulamayacağız. Asla tam anlamıyla birbirimize ait olamayacağız. Sen bana güvenmeyeceksin bense asla seni affetmeyeceğim." diye mırıldandım.
NİKAHTAN SONRA YİĞİTSOY GALERİDE
Galerinin penceresinden dışarıdaki hareketliliği izliyordum. İşin aslı izlenecek bir şey yoktu yalnızca kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Yaklaşık 2 saat önce evlenmiştim. Artık evli, mutsuz ve çocuklu bir adam olarak hayatıma devam edecektim. Lakin içim hiç rahat değildi. Sena'nın nikahtaki umursamaz tavırları canımı sıkmıştı. Tamam ondan gelinlik giyip aşağıya inmesini beklemiyordum ama davaya gelen Avukat duruşuyla da katılmasına gerek yoktu. Nikah boyunca yüzüme bir kez bile bakma tenezzülünde bulunmamıştı.
Kafamın içeresinde dönüp duran sorular yetmezmiş gibi birde evde mahkum olduğunu söyledikten sonra havalandırma saatinin gelip gelmediğini sorması damarlarımda ki kanların çekilmesine sebep oldu. Zaten kafamda dönen sorular ve şüpheler canımı fazlasıyla yakıyordu. Güven meselesinden sonraki en büyük sorunum gün geçtikçe daha da açığa çıkıyordu. Sena'dan bebeği almaya karar vermişken onunla neden evlendim? Bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyordum.
Madem ondan vazgeçmiştim, madem bebeğimi ondan alıp yeni bir sayfa açacaktım o zaman neden Sena ile evlenmiştim ki? Kaçmamasını mı garanti altına almaya çalışmıştım? Evet öyle olmalıydı. Evli olursak benim iznim olmadan yurtdışına bebeğimi kaçıramazdı. Böylelikle bebek doğana kadar kaçma işini rafa kaldırmıştım. Zihnimin derinlerinden "Saçmalama istersen Aras. Sena, kaçmaya karar verdiğinde sence kendi adını mı kullanır? Kız Avukat. Kim bilir kaç tane sahte pasaport yapan kişi tanıyordur. Sen şuna yanımda olmasını garantiye aldım, istese de istemese de benden başkasının olamaz artık desene." diye bir ses duydum.
Kaşlarım çatıldı. Burnumun üstü memnuniyetsizlikle kırışırken "Sena'nın benim olmasını isteseydim olurdu. Benim tek derdim bebeğim. Onun güvenliğini sağlamaktan başka da derdim yok" diye cevap verdim. Beynimin içerisinde söylediklerimi alaya alan bir kahkaha yankılandıktan sonra büyük bir sessizlik oluştu. Canımı sıkan bir sessizlik. Elimi çeneme koyup uzakları izlerken kendime karşı olan yenilgime de bir dizi küfür savurdum. Kendimi ikna etme çabam iç sesimin araya girmesiyle tarumar olmuştu ve benim yeni bir bahane daha doğrusu sebep bulmam gerekiyordu.
Gömleğinin kollarını katlayan Yavuz'un hareketliliği gözüme takıldı. Ondan tarafa döndüm. Şarkı söylediğini belli eden bir ritimde hareket ederken gömleğinin sağ kolundan sol koluna geçti. Kısacık bir an ne mırıldandığını duymak için ona kulak kesildim. "Mendilimde pare sümbül. Küstü can, ağladı bülbül. Kim dayansın yardan ayrı. Bülbülün çaresi güldür" diye mırıldanıyordu. Şarkının bana olmadığını anlamamak için aptal olmak gerekiyordu. Her şey de olduğu gibi şarkılarında da laf sokucu bir şey bulmaktan asla geri kalmıyordu.
Havayı kesecek kadar sert sesimle "Yine içinden ne mırıldanıyorsun lan sen?" diye sordum. Bakışlarını gömleğinin kolundan çekmeden "Şarkı söylüyorum abi." deyince "Ciddi misin Yavuz? Bende delirdiğini düşünmüştüm". Kelimelerim dikkatini çekmiş olacak ki benden tarafa döndü. Sinirli bakışlarıma karşılık umursamaz bakışlarla yüzüme bakarak "Mafyalar şarkı söyleyemez diye bir kaide mi var abi?" diye sordu. Tepkisiz şekilde yüzüne bakmaya devam edince omuz silkti. "Mafyalarında insan olduğunu unutma abi. Bizim de sanata, doğaya ihtiyacımız var."
Derin bir nefes alıp verdim. Sinirlenmeyecektim. Bunca derdimizin arasında Yavuz'un sanat sevdasına ayrıca bana laf sokucu şekilde seçtiği şarkısına sinirlenmeyecektim. Sesimi sakin tutmaya çalışarak "Değirmen yıkılmış sen kapının şakşağındasın Yavuz. O kadar derdimiz varken sence tek sorunumuz mafyaların da bir insan olduğunu hatırlamamız mı?" diye sordum. Dudakları cevap vermek için aralanırken ona izin vermeden "Ayrıca sanat zevkinin bana laf sokmaya yönelik olması da gözümden kaçmadı. Sende dikkat et. Dikkat et ki söylediğin sözcükler bir tarafına kaçmasın Yavuz." dedim.
Sözlerim yumuşak çıksa da bakışlarımdaki tehditti anlayan Yavuz bir anlığına gözlerini kaçırdı. "Abi, hazır konu oraya gelmişken sizin bu iş daha ne kadar sürecek böyle? Sena'yı gerçekten affetmeye niyetin yok mu? Bebeği alacak mısın ondan?" diyerek magazin muhabiri gibi sorularını arka arkaya sıralamaya başladığı esnada susması için elimi kaldırdım. Cümlesi dudaklarında yarıda kesilirken arkasına doğru yaslandı. Amacı sorularına cevap almak değildi ki. Tek derdi kafamın içine şüphe tohumlarını ektikten sonra defolup gitmekti.
Bütün ciddiyetimle yüzüne baktım. Sesim olabildiğince sert çıkarken "Evet Yavuz, Sena'yı affetmeyeceğim ve yine evet Yavuz bebeği ondan alacağım. Doğumdan saniyeler sonrasında bile bebeği görmesine izin vermeyeceğim. Kokusunu içine çekemeyecek, nasıl bir mucize dünyaya getirdiğini göremeyecek" dedim. Elbette ki bu kadarını yapmayacaktım. Bebeği Sena'dan almaktan vazgeçme aşamasındaydım.
Dün gece uyumadan önce babalık hakkında uzunca düşünmüştüm. Aklıma gelen her fikrin çıktığı tek yol vardı; bebeğin anne ve babası ile beraber büyümesi. Hem Sena onu 9 ay karnında taşımışken, onun için katlanılmaz acılara katlanıp dünyaya getirecekken bebeğini ondan almak acımazlıktan da fazlası olurdu. Sonuçta son anda da olsa bebeği almamalarını söylemişti. Bebeğini bırakmak istememişti, bende onu bebeğinde ayırmayacaktım ama aldığım kararı Yavuz'un ya da bir başkasının bilmesine gerek yoktu.
Sena, bebeğine kavuşacaktı. Bana güvenmemenin bedelini ise bir ömür bensiz kalarak ödeyecekti. Aynı evin içerisinde iki yabancı olarak kalacaktık. Sadece bebek söz konusu olduğunda bir araya gelecek onun dışında aynı sofrayı dahi paylaşmayacaktık. Bir anda kafamın içindeki kayıp yapboz parçası yerine oturdu. Sena ile evlenmemin sebebi de bu olmalıydı. Aynı evin içerisinde, karım olduğu halde bana on kat yabancıdan daha yabancı olarak yaşayacak olması.. Ayrıca da bebeğimizden vazgeçtiği için kalan 7 ayı ondan ayrılma korkusuyla geçirecekti.
Yavuz ise çenesini bir türlü tutamadığı için aldığım kararları duymaktan mahrum kalacak ve 7 ay boyunca her şeyi düzeltmeye çalışarak harap olacaktı. E buda Yavuz'un cezasıydı. O koca burnunu vazifesi olmayan şeylere sokmaktan vazgeçerdi belki. Benim dilimi tutamamamın cezası ise belliydi. Sena bana on kat yabancı olarak cezasını çekerken bende onun sıcak gülümsemesinden, bana aşkla bakan gözlerinden mahrum kalacaktım. Beni her gördüğünde gözlerime nefretle bakacak, benden ne kadar tiksindiğini her seferinde en derinlerimde hissettirecekti. Tıpkı nikahta hissettirdiği gibi.
"Abi" diye söze başlayan Yavuz'un gözleri öfkenin ateşiyle kaplanırken sakin kalmaya çalıştığı her halinden belliydi. Çenesi seğirirken gözlerime baktı. "Yapma. Bir anneyi evladından ayıracak kadar acımasız olma. Bu kadar mı kalbin karardı senin ya? Bu kadar mı insanlıktan çıktın? Sen bu musun Aras? Böyle.. Böyle aşağılık bir adam mısın?" deyince "Yavuz!!" diye kükredim. Her şeyin bir sınırı vardı. Bana karşı kullanacağı kelimelerin bir sırını vardı. O durması gereken sınırı unutursa ben ona hatırlatmasını bilirdim.
Kırgınlıkla gözlerimin içine baktı. "Yan ya. İstediğin şekilde yan! Çünkü senin bünyene mutluluk ters. Sen asla mutlu olmamalısın. İki gün mutlu olduysan kendine bunun bedelini iki yıl ödetmelisin." Gözlerindeki kırgınlığın yerini karanlık alırken yüzüme meydan okuyan bir ifade ile baktı. "Ama şunu bil ki öfkenin ucu Sena'ya dokunursa karşında beni bulursun abi. Bunun sebebi Sena'yı senden daha fazla sevmem ya da önemsemem değil, bunun sebebi Sena'nın hamile olması. Sena'nın karnında bizim kanımızdan bir can taşıması."
Dilim dişlerimin arasında gezerken Yavuz'a sert bir ifadeyle baksam da üzerinde bir etkisi olmadı. Benim bebeğim için bana meydan okumaya devam ediyordu. "Sen onun hamile olduğunu unutabilirsin ama ben unutmayacağım Aras. Senin unutmana da izin vermeyeceğim." derken sesi fazlasıyla netti. Yavuz ilk kez bana gerçek anlamda kafa tutuyordu. Benim bebeğim için bana kafa tutuyordu ve bunu yaparken gözlerinde zerre korku yoktu. Senelerdir alıştığı şeye, doğrusu ya da yanlışı ile ne yaparsam yapayım benden tarafı tutmasını sağlayan itaat etme güdüsüne karşı geliyordu. Savaşını hem benimle hem de kendi içinde veriyordu.
Kafa tutmakta fazlasıyla haklıydı. Ona kızamazdım. Sena hamileydi. Bebekten vazgeçmiş olması, hata üstüne hata yapması hamilelik geçeğini değiştirmiyordu. Eğer ben onun üzerine gitmeye devam edersem girdiği stres yüzünden düşük yapma ihtimalinin varlığını da göz ardı edemezdim. Stres sebebiyle anne karnında ölen bebek haberlerini çok kez duymuştum. Benim evladım, benim öfkem yüzünden ölmeyecekti. Kendimi dahi yaktığım öfke cehenneminde evladımın yanmasına müsaade etmeyecektim.
Dirseklerimi masanın üzerine dayayıp ellerimi birleştirdim. Birleşen işaret parmağı uçlarımla dudak altımdaki boşluğu kaşırken "Peki unutturma." dedim. Gardı bir anda düştü. Gözlerinde şaşkınlığını belli eden bir ifade belirdi. Duyduklarına inanamadığı her halinden belliydi. Benden çok farklı bir tepki bekliyordu." A.. Anlamadım abi. Sen benim söylediklerimi itiraz etmeden kabul mü ettin?" Gözleri olanları algılamak istercesine kapanıp kısa bir süre sonra açıldı. "Sen, Sena'yı affettin ve her şeyin yoluna girmesine izin verdin doğru mu anladım?"
"O kadar da değil." Ellerimi çözüp arkama yaslandım. Dirseğimi koltuğun başlığına dayayıp çıkmaya başlayan sakallarımı okşarken "Affettim demedim." dedim. Evladım için bile olsa o kadar uzun boylu değildi. Bana güvenmeyen bir kadını koynuma alacak halim yoktu. Sadece davranış değişikliğine gidecektim. Sorgulayan bakışlarını üzerime dikti. "Peki ne dedin?"
"Artık canını yakmayacağım. Doğum olana kadar Sena ile herhangi bir tartışmaya girmeyeceğim hatta eve sadece geceden geceye uğrayıp ona nefes alabileceği rahat bir alan sağlayacağım demek istedim." duraksayıp rahatlayamaya çalışarak nefes verdim. "Haklısın Yavuz. Sena hamile. Ona ne kadar kızgın olursam olayım onun hamile olduğunu bilerek ona göre davranmalıyım. Benden bir parçayı içende taşıyan kadının canını yakmamalıyım."
Aslında bunu hem kendim hem de Sena için yapıyordum. Onun bana nefretle bakan gözlerini görmektense, benim için ağlayan hıçkırıklarını duymaktansa onu görmemek daha iyi bir fikirdi. Böylece hem o zarar görmeyecekti hem de ben. İki tarafın da kazançlı çıktığı bir karar vermiştim. Yavuz söylediklerimden tam olarak memnun olmasa da yüzündeki isyankar tavır yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. "İyi düşünmüş müyüm?"
Sitemle bakarken "Abi sen zaten kararını vermişsin. İyi ya da kötü dememin senin için ne anlamı var ki?" diye sorunca "Ben anlamı var demedim ki Yavuz. Sadece benimle aynı fikirde olup olmadığını merak ettim." cevabını verdim.
"Bu kadarına da şükür abi ne diyeyim. En azından saçma sapan ithamlarınla kızın canını yakmazsın, senin yüzünden göz yaşı dökmek zorunda kalmaz." derken dün akşam söylediğim cümleleri yüzüme vuruyordu. Yediğim tokat yetmezmiş gibi bir de Yavuz Efendi'nin sözlerini duyuyordum. Sinirle oturduğum koltukta kıpırdandım. "Bir kere de karardan memnun olup laf sokma be. Bir kere de abi ne güzel karar vermişsin de sus." deyince bıkkınlıkla baktı. Nefesini verirken "Olur abi. Bir daha ki sefere öyle yaparım." dedi.
Yavuz'a öldürücü bir bakış atıp pencereden tarafa döndüm. Odanın içinde rahatsız edici bir sessizlik oluşurken gözlerimi kapattım. Dışarıda Yavuz içeride iç sesim susmak bilmiyordu ve bende onlar yüzünden ne bedenen ne de ruhen bir türlü dinlenememiştim. Sena'yı düşününce zihnime yine bir sürü şeyin dolacağını bildiğim için düşüncelerimi bebeğe yönelttim. Acaba cinsiyeti ne olacaktı? Bana mı yoksa Sena'ya mı benzeyecekti? En önemlisi de huyu kime benzeyecekti?
Kalbim buz keserken içimden bir ürperti geçti. Ya oğlum olurda bana benzerse? Ya ben gibi karanlığı seçerse? O zaman ne yapacaktım? Onu yaşadığım dünyanın pisliğinden nasıl koruyacaktım? Yaşadığım hayatı bırakıp gidemezdim. Zaten ben onu bıraksam da o beni bırakmazdı. Her zaman söylediğim gibi bu işlere bir kez bulaşırsan ölmeden kurtulamazdın. Sen ne kadar temizleneceğim dersen de, ne kadar karanlıktan uzak duracağım dersen de sen ona bulaşmasan da, o sana pisliğini bir şekilde bulaştırırdı.
Zihnimi derin düşüncelerden uzaklaştırmak isterken daha olumsuzuna düşmüştüm. "İnşallah oğlan değil de kız olur." diye mırıldandım. Masanın karşısında derin düşüncelere dalmış halde duran Yavuz dikkatini bana vererek "Anlamadım abi." dedi. Aklımdan geçenleri ona söyleyemezdim. Bana teselli olmayacağından ya da mantıklı fikirler vermeyeceğinden değil, Yeliz konusunda korkuları olduğu için susmak zorundaydım. Yavuz'u geçiştirmek için "Bebek kız mı olacak yoksa erkek mi, ona göre isim düşünmek lazım diyordum kendi kendime." dedim.
Dudakları tebessümle yukarı doğru kıvrıldı. Siyah gömleğine uyumlu şekilde iç karartıcı havada olan yüzü aydınlandı. "Bir de o ayrıntı var değil mi?" dedi. Sesindeki heyecan her halinden belliydi. Yavuz amca olmaya çoktan hazırdı. Başımı evet anlamında salladım. "Abi şimdi ikinizin isimleri de çok anlamlı ve kendi karakterinize uygun isimler o yüzden bence bebeğin doğumunu bekleyin. Doğunca ona uygun ismi de hemen bulursunuz." dedi.
Sağ elimle çenemi sıvazlamaya başladım. Yavuz'un söylediği mantıklıydı. Selim " tehlikesiz, zararsız, samimî, sakin, temiz" anlamındaydı ve bende önceden tamda öyle bir insandım. Aras "kendininmiş gibi sahip çıkan kişi" anlamındaydı Yiğitsoy adına da ailesine de kendiminmiş gibi sahip çıkıyordum. Ama bana göre en anlamlısı Sena'ydı. "Şimşekten çakan parıltı, ışık" anlamındaydı. Şimşek nasıl zifiri karanlığı ışığıyla aydınlatıyorsa oda benim karanlık dünyamı aydınlatmıştı. Şimdiki karanlığımdan bahsetmiyordum. Sena hayatıma girmeden önce gün ışığıyla tanışmamış bir kördüm, onun varlığıyla aydınlanmıştı yaşamım.
Kalbim delicesine atmaya başladı. Sena'nın varlığını düşünmek kalbimdeki buz dağını eritmeye başlamıştı. Neredeyse onu affetmek üzereydim. Kendime gelmek için omuzlarımı yukarı doğru çektim. Yapamazdım. Kalbim kırılmışken onu bu kadar çabuk affedemezdim. Öfkemin anlamsızlığını dün yediğim tokatla anlamıştım ama o tokat kalp kırıklığımın da ne kadar büyük olduğunu anlamamı sağlamıştı.
"Uzaklara daldın yine Aras." diyen Yavuz'un sesiyle daldığım alemden çıktım. "Sen ve Yeliz'i düşünüyordum. Amcalığa bu kadar hazır olan bir insan babalığa da hazırdır. Ayrıca hamilelik süreci ile ilgili her detaya hakimsin, bebeğin adının konulması ile ilgili fikirlerin var. Kadınlara karşı hassasın, empati yeteneğin yüksek... Kısacası hepsini toparlayınca ben neden amca olamıyorum diye sorgulamaya başladım." Yüzü kasılırken sözlerime herhangi bir cevap vermedi. "Yeliz ile sen.." deyip nefes verdim.
Başını hiddetle iki tarafa salladı. "Olmaz Aras. Olamayız. Farkındayım Yeliz'de senin gibi beklenti içinde ama boşuna. Ben ona istediklerini veremem. Bizden ne şimdi ne de sonrasında olmaz." Ağzından dökülen cümleler bunlar olsa da gerçeğin farklı olduğunu biliyordum. Yavuz'u senelerdir tanıyordum. Nasıl o benim ciğerimi biliyorsa bende onunkisini ezbere biliyordum. Bakışlarında değişen ifadenin anlamını biliyordum. "Yavuz neden korkuyorsun?"
Adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü bir şekilde yutkundu. Gerçekleri inkar ederek hem bana hem de kendisine karşı daha fazla direnmeye gücü yoktu. Kuruyan dudaklarını diliyle yavaşça ıslattıktan sonra buğulanan gözlerini bana çevirdi. "Aras, yapamam. Ben, onun canının sorumluluğunu alamam. Ben onu kaybetmeyi göze alamam." Yavuz'un hayattaki sınavı da buydu işte; kaybetme korkusu. Daha 8 yaşındayken kimsesiz kalmıştı. Daha 8 yaşındayken kaybetmek nedir, nasıl bir şeydir öğrenmişti. Daha 8 yaşındayken sevdiklerinin canını kendi canının önüne koymaya başlamıştı.
Oturduğum koltuktan kalkıp masanın diğer tarafına doğru yürüdüm. Yavuz'un oturduğu siyah koltuğun karşısına oturduktan sonra ondan tarafa doğru eğildim. Ellerimi önümde birleştirirken boğazımı temizlemek için yutkundum. Amcamın ve yengemin ölümü benim içinde ağır olmuştu. Yavuzlar yan evimizde otururlardı. Annem huysuz bir kadınken yengem ise tam tersine hayat dolu, cıvıl cıvıl bir kadındı. Ne zaman bizde oyun oynasak annem bizi azarlayacak bir şey kesin bulurdu yengemse annemin aksine biz yaramazlık yapmayınca rahatsız olur "Nasıl çocuksunuz siz ya. Çocuk dediğin yerinde mi oturur, kalkıp oynasanıza." derdi.
Bizde bu yüzden sürekli yengemlere oynamaya giderdik. Amcam ile babam zaten aynı kafadaydı. Asla bize bağırmaz, ne yaramazlık yaparsak yapalım kızmazlardı. "Hata yapmanız da sorun yok ancak yalan söylerseniz işte o zaman sorun olur." diyerek bizi yalandan ve daha bir sürü kötü alışkanlıktan uzak yetiştirmeye çalıştılar ve bir yere kadar da başardılar.
Kazanın haberini aldıktan sonra hepimizin dünyası başına yıkıldı. Bir süre bu ani ölümü kabullenemedik. Yengem ile amcamın ölümünden sonra onların yokluğunu ben en derinlerimde hissederken Yavuz'un çektiği acıları tahmin bile edemezdim. Ama bu hayattan vazgeçmesi anlamına gelmiyordu. Bir şekilde korkuları ile yüzleşip onlarla yaşamayı öğrenmek zorundaydı.
"Yavuz, böyle yaşayamazsın. Korkularınla bir şekilde başa çıkmayı öğrenmek zorundasın." dedim. Başını kaldırıp bana baktı. Dudakları bir şey söylemek için aralandıktan sonra aynı hızla geri kapandı. Canı çok yanan insan derdini anlatamaz derlerdi. Yavuz'da da durum tamda buydu. Sesimi en ikna edici ve en yumuşak tonda çıkarmaya çalışarak "Yapma bunu. Ne kendine ne de Yeliz'e böyle bir sonu reva görme. Yeliz'in sana olan sevgisi gözlerinden okunurken, onun kadar seven bir kadını bırakma. Sonra çok pişman olursun." dedim.
Derin bir iç çekti. "Aras, yapamam anlamıyor musun? Senin ve kendimin can güvenliğini bile tam olarak sağlayamıyorken, bize bir şey olmasını önleyemiyorken yapamam. Onu da bizim hayatımızın pisliğine çekemem." duraksayıp yutkundu. "Yeliz, içinde bulunduğumuz karanlığın yükünü kaldıramaz. Başkaları ona bir şey yapmasa da her an başıma ya da başına bir şey gelecek korkusuyla yaşayamaz." derken sesi çoktan titremeye başlamıştı.
Düşündüklerinde haklılık payı olsa da haksız olduğu pay daha fazlaydı. Yavuz normal zamanda tam bir mantık abidesiyken işler kendine dönünce aptala bağlıyordu. Doğruyla yanlışı o kadar iç içe geçiriyordu ki neyin ne olduğunu bir türlü göremiyordu. Onu kendine getirmek için biraz öncesine nazaran daha sert çıkan sesimle "Öyle mi dersin? Sence Yeliz senin sandığın kadar zayıf birisi mi gerçekten yoksa bunlar kafanın içinde kurduğun kuruntular mı Yavuz?" diye sordum.
Aklı karışmıştı. Gözlerinde yerini alan şüphe ile "Öyle değil mi abi? Bir otel müdürünün kaldırabileceği şeyler mi yaşadıklarımız?" dedi. Gerçekten Yeliz'in bu kadar zayıf olduğuna inanmış mıydı yoksa korkularına kılıf mı buluyordu? Etraflıca düşününce kılıf bulma ihtimali daha yüksekti. Çünkü Yeliz öyle bir şeydi ki gözü karardığında ortaya çıkabilecek gücünü ve çirkefliğini görmemek için aptal olmak gerekiyordu. Ayrıca da Yavuz'un düşündüğünün aksine güçlüydü. Her zorluğun altından kalkardı. Otel müdürü ya da başka bir şey olması onun güçlü olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Arkamdaki koltuğa yaslandım. Başımı iki yana sallarken "Görmediğin ya da görmeyi reddettiğin parçalar var Yavuz." deyip koltuğa dayadığım dirseğimi havaya kaldırarak işaret parmağımı havaya doğru salladım. "İlk olarak senin sokmam dediğin karanlığa Yeliz çoktan girdi. Hatta senden benden önce girdi. Yeliz'in babası kim? Ahmet Güneri." duraksayıp dikkatle ona baktım. "Ahmet Güneri kim? Bahçıvan görünümlü uyuşturucu kaçakçısı. Kahraman Eroğlu'nun kara kutusu."
Parçalar zihninde yeni oturuyor gibiydi. Bakışlarında ki şaşkınlığa kısılan gözleri eşlik ederken bir anda başını sağa doğru sertçe dudaklarını birbirine bastırdı. Avuç içini alnına vurup "Tabi ya aptal kafam nasıl düşünemedim! Kaybettiği 10 lirasının peşine düşen Kahraman Eroğlu, Yeliz'e yaptığı yatırım peşine mi düşmeyecekti?" dedi. Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Başını bana çevirip "Yeliz'in masraflarını hiçbir zaman Kahraman çekmedi, Sena'nın şey olayına kadar sahip olduğu imkanlara babasının parasıyla geldi değil mi?" diye sorunca başımı onaylayarak salladım.
"Dikkat çekmemek için Sena kadar rahat bir hayat sürmesine izin vermediler. Para çıkışları her zaman Kahraman'ın hesabından oldu. Ama senin de söylediğin gibi Yeliz'e gelen her para, onun için harcanan her kuruş babası tarafından harcandı." dedim. Bakışları boş bir şekilde dışarıya kayarken kendi içerisinde ki hesaplaşmaya girdiğinin farkındaydım. Davranışları doğru yolda ilerlediğimin habercisiydi.
Kollarımı iki yana açıp "Senin anlayacağın Yeliz doğduğu andan itibaren dolaylı olarak da olsa bu işlerin içinde. İşin içinde Kahraman varken de içindeydi babası varken de içinde. Senin anlayacağın onu korumaya çalışacağın karanlığa yabancı değil, tıpkı Sena gibi." dedim. Gözlerini pencereden çekmedi. "İkinci olarak..." diye söze başladığımı duyunca istemeyerek de olsa benden tarafa baktı. Bakışının iki anlamı vardı; hem duyacaklarına hazır değildi hem de duyduklarını tam olarak sindirememişti.
"Yeliz, senin sandığının aksine çok güçlü Yavuz. Sena'yı o... O akıl hastanesinden çıkardı." derken kalbimin ortasına acımasızca kazık saplandı. Benim yüzümden delirmiş olması hala her hücreme ağır geliyordu. Acıma daha fazla kapılmaya izin vermeyerek sözlerime devam ettim. "İstanbul'a gelip beş parasız halde sıfırdan bir hayat kurdular. Ve kurdukları hayatı o kadar temiz yaşadılar ki sende bende onlara karanlığımızın bulaşmasından korktuk." deyince son cümlemin en olmaması gereken cümle olduğunu fark ettim.
Yavuz'a aradığı savunma fırsatını vermiştim. Gözlerinden geçen şeytani parıltı ve azda olsa dikleşen omuzları bunun en büyük kanıtıydı. "Senin de söylediğin gibi onlar o kadar temiz ki bizim karanlığımız onlara ağır gelir Aras. Siyahın içine damlayan beyaz misali bir süre sonra kaybolup giderler." dedi.
Dudaklarım aşağıya doğru bükülürken başımı onu onaylayan anlamda bir kez salladım. "Haklı bir savunma." deyince yüzünde belli belirsiz bir zafer ifadesi yakaladım. Yavuz, Yeliz söz konusu olunca gerçekten aptallaşıyordu. Kalbi ile beyni arasında kalmıştı ve kazanan taraf beyni oldu diye sevinçten zil takıp oynamadığı kalmıştı. Belki konuşmanın sonunda haklı çıkarsa onu da yapardı. Ama benim savunmam da bitmemişti. Oyunu şah mat yapacak hamlemi hala yapmamıştım.
Yüzümde muzip bir sırıtış belirmek istese de kendimi güçlükle tuttum ancak dudaklarımın seğirmesine engel olamadım. "Senin her konuda yaptığını şimdi ben sana yapıyorum Yavuz. Sana bir soru soracağım ve cevabımı aldıktan sonra bu konuyla ilgili ebediyete kadar susacağım kabul mü?" dedim. Gönülsüz halde başını salladı.
"Madem bu karanlık tehlikeli, madem hayatımız ölümcül o zaman Sena'yı neden bizim hayatımızın tam ortasına bıraktın?" Gözlerini benden kaçırdı. "Sena'nın binmek üzere olduğu araba patladı. Evine kesik parmak gönderildi Yeliz aldı kutuyu, dirayetini koruyup Sena'yı aramasaydı, Sena o telefonun başında oyalanmasaydı. Belki de.. Belki de ölmüş olacaktı Yavuz. Olaydan sonra hayatımdan çıksın, yanımda kalması için ona destek olmayın diye ben babaya yalvarırken sen babadan tarafta durdun." dedim.
Öne doğru eğilip yüzüne dikkatle baktım. Hala bana bakmamakta direniyordu. "Neden Yavuz? Beni mi önemsemiyordun yoksa Sena'yı mı? Sena öldükten sonra benim yaşayacaklarım mı umurunda değildi yoksa Sena'nın hayatı mı? Aslında değer veriyorum derken hiç değer verm.." diyordum ki cümlemi tamamlayamadan "Çünkü senin mutlu olmanı istiyordum." diye bağırdı.
"Çünkü seni düştüğün karanlıktan çıkarabilecek tek kişinin Sena olduğunu biliyordum. Yanılmadım da. Seninle şimdi bu konuşmayı yapabiliyorsak, sen insanların duygularını önemsiyorsan Sena sayesinde. Onun, karanlığına sızan aydınlığı sayesinde." derin bir nefes alıp duraksadı. Gözlerinde her an akabileceğinin sinyalini veren yaşlar birikirken "Tamam haklısın lanet olsun ki haklısın. Sena nasıl hem hayatımıza ayak uydurup hem de karanlığımıza bulaşmadan temiz kalabildiyse Yeliz'de kalabilir. Sena'nın canını nasıl koruduysak Yeliz'in canını da koruruz." dedi.
Alt dudağını içe doğru çekip kısacık bir an ısırdıktan sonra "Ama unuttuğun bir şey var abi." deyip acı çeken gözleriyle yüzüme baktı. Tam da o anda yanağından aşağıya bir damla yaş süzüldü. Kalbimden bir şey koptu. Yavuz'u kendine getirmeye çalışırken daha da canının yanmasına sebep olmuştum. İyi bir şey yapayım derken her şeyin içine etmiştim. Konuyu kapatacak bir şeyler düşünmeye başlamıştım ki beynimin içinde Hamdi Babanın sesi yankılandı. "Doğru zordur Aras. Herkes söyleyemez. Can yakacağını hatta canının çıkacağını bilse de yalnızca dostlar doğru olanı birbirine söyler."
Canı yansa da ben Yavuz için doğru olanı yapmıştım. Aylar önce o benim iyiliğim için Sena'yı hayatıma dahil etmişti. Benimle birlikte acı çekse de canımdan can koparılmasını, çaresizlik içinde kavruluşumu benim iyiliğim için sessizce seyretmek zorunda kalmıştı. Bana her an destek olmuştu ancak en ufak hatamda karşımda durmuştu. Sırf benim iyiliğim için benden dayak bile yemişti. Şimdi ona doğruyu gösterme sırası bendeydi. Ben onun abisiydim, baba yerine koyduğu adamdım ve onun iyiliği için her şeyi yapardım.
"Unuttuğun şey." deyip eliyle kalbini işaret etti. "Benim şuramdaki korku. Ben çok korkuyorum abi. Sana, Sena'ya, doğacak yeğenime, Hamdi Baba ile Esma Anneye bir şey olacak diye çok korkuyorum. Şimdi canıma can edeceğim insana bir şey olacak korkusuna nasıl dayanacağım." Sesinin titremesi artarken gözünden akan yaşlara da her saniye bir yenisi ekleniyordu. "Ya onu koruyamazsam? Ya ona bir şey olursa? O zaman ben ne yapacağım?" Başını hiddetle iki yana salladı. "Dayanamam Aras böyle bir acıyı kaldıramam."
Oturduğum yerden ayağa kalkıp Yavuz'un yanına doğru yürüdüm. Önüne doğru gelip durduktan sonra "Kalk ayağa." dedim. Sözümü ikiletmeden ayağa kalkıp gözlerimin içine baktı. Başını ellerimin arasına alırken gözlerinin en derinine cesaret vermek istercesine baktım. "Zaman ne getiri bilmiyorum. Kim ölür kim kalır bilmiyorum. Ama bildiğim iki şey var Yavuz. İlki bunca zamandır sevdiklerimizi nasıl canımız pahasına koruduysak bundan sonrasında da koruruz. Nasıl onların ayağına taş değmesine izin vermediysek bundan sonrasında da vermeyiz."
Yapma dercesine başını yana yatırdı. Söylediklerim hem kalbine hem de aklına yatmaya başlamıştı ve Yavuz yatmasını istemiyordu. Aklıyla kalbi arasında ki savaştan çıkmak istemiyordu. "Düşmanlarımız sevdiklerimiz üzerinden canımızı mı yakmaya çalışıyor; onlar hamlesini yapmadan gırtlaklarına çökeriz. Elimizi her zaman yaptığımız gibi kana bularız ama sevdiklerimizin tırnağına zarar gelmesine izin vermeyiz. Neden biliyor musun?" diye sordum.
Omuzlarını yukarı doğru çekti. Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm belirirken "Çünkü biz aileyiz Yavuz. Biz ayrılmaz bağlarla birbirimize bağlıyız." deyip elimi kalbine götürdüm. "Bir gün birimiz ölsek de diğerlerinin burasında yaşamaya devam edeceğiz." Derin bir nefes aldım. "İkincisi ise herkes kendi mezarının yolcusu Yavuz. Ölüm bu işlere bulaştığımız için gelmeyecek vademiz dolduğu için gelecek. Tıpkı daha 30'larında ölen amcamla yengem, 40'larında ölen babama geldiği gibi. Yaptığın iş değil, vadenin ne zaman dolduğu belirleyecek öleceğin günü. O yüzden yaşamaktan korkma, hayatını erteleme.."
Dudaklarındaki ıslaklığı yaladıktan sonra yutkundu. Başını aşağı yukarı sallarken dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi. "Şu anda bana aşk hayatı boktan durumda olan, karısı ile hem evli olup hem de olmayan adam mı bunları söylüyor?" deyince dudaklarımda geniş bir gülümseme oluştu. "O işle bu bir değil. Yeliz, bebeğinizi aldırmaya kalkmadı Yavuz Efendi. Kızın sana bir ilanı aşk etmediği kaldı. Taze gelinler gibi kendini naza çeken sensin."
Anlamlı bakışları bakışlarımla buluştu. "Çekmeyeceğim artık abi. Senin de söylediğin gibi ne olacaksa olsun. Yanacak mıyız, beraber yanalım. Ölecek miyiz, beraber ölelim. Yeter ki her ne olursa olsun birlikte olalım." dedi. Gözlerime minnetle bakarken "Abi, teşekkür ederim." deyince Yavuz'u kendime çekip sıkıca sarıldım. Onun korkusunun benimle yapacağı bir konuşma ile geçeceğini bilseydim bunu seneler önce yapardım. Ama ben o kadar kör, o kadar bencildim ki ne Yavuz'un derdini görebilmiştim ne de ona benim iyi gelebileceğimi.
"Rica ederim KARDEŞİM...". Uzun zaman sonra kardeşim kelimesi dudaklarımdan dökülüverdi. Meğer ne kadar da özlemişim kardeşim demeyi.. Yavuz, daha sıkı sarılırken "İyi ki varsın abi." dedi. Onun dudaklarından dökülen abi de her zamankisinden farklıydı. Daha sahiplenici, daha içtendi. Sanırım Yavuz yine haklıydı. Ben ne kadar önce kendi içimde kabul edip sonra inkar etsem de Sena benim en güzel duygularımı ortaya çıkarıyordu.
Bir süre daha sarıldıktan sonra kollarımı Yavuz'dan ayırıp "E yeter artık ağlama duvarına çevirdin omzumu." dedim. Masanın diğer ucundaki koltuğuma doğru ilerleyerek "Bugünün en mutlu günün olması gerekirken sen sevgilisinden ayrılan liseli aşıklar gibi omzuma sığınıyorsun. Olmaz ama böyle." deyince şen bir kahkaha attı. Gözlerindeki ıslaklığı elinin tersiyle silerken "Haklısın abi, özüme dönme zamanı." cevabını verdi.
Karşımdaki koltuğuna oturduktan sonra her ciddi konuşma öncesinde yaptığı gibi gömleğinin yakalarını çekiştirdi. "Sena diyorduk abi. Bu mutlu karar sonrasında bir mutlu karar daha alarak sizin barışmanızı da kutlarız falan diyorduk." deyince gülmeme engel olamadım. Lafı nasıl da istediği yere getiriyordu. Parmağımı yüzüne doğru sallayıp "Sahtekarsın oğlum sen. Her fırsatı kendi lehine çevirmeye çalışan bir sahtekarsın. Sen tıp yerine hukuk okumalıymışsın. Bünyende barındırdığın sahtekarlıklarla hakimi iyi kandırırdın." dedim.
İçten bir kahkaha atarken "Yok abi daha neler." cevabını verdi.
"Öyle, öyle. Hakkını yeme şimdi. Tam bir sahtekarsın." dedim. Yavuz sözlerime içten bir şekilde gülmeye devam ederken odanın kapısı tıklatıldı. Kapıda bekleyen Kadir'in endişeli yüzü dikkatimi çekerken Yavuz'un da dikkatini çekmiş olacak ki gülmesi bir anda kesildi. Yüzüm ciddi bir ifadeye büründü. Tek düze bir tonda "Gel." dedim. Kapı açılıp Kadir içeri girdi.
Elindeki paketi göstererek "Abi bu paket sana gelmiş. Çocuklar bomba falan mı diye bakmış ama.." deyip duraksadı. Nasıl devam edeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı. Sabırsız bir nefes verdim. "Ama ne Kadir?" Yüzündeki sıkıntı arttı. "Abi kendin görsen daha iyi olur." dedikten sonra masaya doğru yaklaştı. Yavuz ile benim ortamda bir nokta da durup paketi bana doğru uzattı.
Kapıdaki korumlar parçalamadan önce özenle hediye paketine sarılmış olduğu belliydi. Öne doğru eğilip paketi elime aldım. Paketin içerisinde duran kutuyu hızla çıkardıktan sonra içinde ne olduğunu görmek için kutunun kapağını açtım. İçerisinde bir çift bebek patiği vardı. Kaşlarım çatılırken neler olduğunu anlamak için bakışlarımı Kadir'e çevirdim. Başını yere eğdi. "Abi çocuklar okumadı ama ben okudum. Patiklerin altında bir de not var."
Hemen patikleri kutudan çıkarıp masanın üzerine bıraktım. En altta duran kağıdı elime alıp açtım. Her harf itina ile yazılmıştı.
"DUYDUM Kİ BABA OLUYORMUŞSUN ARAS.. SANA BU SATILARI HAYIRLI OLSUN DEMEK İÇİN YAZDIM DEMEK İSTERDİM ANCAK HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMANA NEDEN OLACAĞIM!!
SANA OYUNUN YENİ BAŞLADIĞINI HABER VERMEK İÇİN YAZDIM.. MADEM BENİMLE SAVAŞMAK İSTİYORSUN, SAVAŞALIM! KAYBETTİĞİM BİR CANA KAYBEDECEĞİN BİR CAN... OYUN BAŞLADI... BEN BEBEĞİNİ ALMADAN BENİ BULMAK İÇİN ZAMANIN DARALIYOR.. TİK TAK.. TİK TAK.."
CAN DÜŞMANIN KULAKSIZ
Öfkeden bütün vücudum titremeye başladı. Masanın üzerinde duran paketi ve diğer şeyleri elimi masaya sürerek tek hamle de yere doğru fırlattım. Orospu çocuğu daha doğmamış evladımla tehdit ediyordu beni. Tertemiz canın kanına gireceğini söylüyordu. Ben oyunu onun üzerinden kurmaya çalışırken o masum bir can üzerinden kuruyordu.
Öfke damarlarımda kan yerine dolaşan sıcak bir sıvı halini alırken içimdeki kan dökme arzusunu da bütün bedenimde hissetmeye başlamıştım. Savcı itini ondan aldım diye benden evladımı alacaktı ha? Böyle bir şey olduğunu rüyasında bile göremezdi. Evladımın adını ağzına alan dişlerini tespih yapıp çekerken kalem tutan parmaklarını koparıp Hamdi Babanın aslanına atacaktım. Ona öyle bir düşman olacaktım ki; bu saatten sonra onda ne huzur bırakacaktım ne de uyku. Beni evladımla tehdit etmeye cüret etmişti ya gölgesini bile ona bela edecektim.
Neler olduğunu anlamaya çalışan bakışları bir benim bir Kadir'in üzerinde gezinen Yavuz, Kadir'in "Kulaksız şerefsizi bebeği öldürmekle tehdit etmiş" demesiyle oturduğu koltuktan hışımla kalktı. Gözlerini kan bürürken sıktığı dişlerinin arasından "Abi ne yapıyoruz?" diye sordu. Yumruğumu masaya vurup ayağa kalktım.
"Ya öldürüyoruz ya da ölüyoruz Yavuz. Ama o piç kurusunu bulmadan yastığa başımızı rahat bir şekilde koymuyoruz."
"BİR SONU DA GÜZEL YAP BE YAZAR" DEDİĞİNİZİ DUYAR GİBİYİM. NE YAPAYIM BENİM HUYUM DA BU İŞTE😂😂
ARAS KENDİ İÇ HESAPLAŞMASINDA AZDA OLSA DOĞRU YOLU BULDU GİBİ. TOKAT KENDİNE GETİRMİŞ ARAS'I NE DERSİNİZ? 😎
YAVUZ İSE HİSLERİYLE YÜZLEŞTİ VE YENİ AŞKA YELKEN AÇACAK GİBİ DURUYOR. ŞAHSEN BEN ÇOK SEVİNDİM BUNA. MUTLU OLMAYI EN ÇOK HAK EDEN KARAKTER...♥️💙
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ? BENİ YORUMSUZ BIRAKMAYIN🦋♥️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |