
YAZAR BU ADAM NE ZAMAN DEĞİŞECEK DİYENLERE SESLENİYORUM. TİKTOK VE INSTAGRAM HESAPLARIM GİZEEMİKOO ORADAKİ VİDEOLARDA DEĞİŞTİĞİ VAR. İSTERSENİZ BİR BAKIN İÇİNİZ RAHAT ETSİN😅
ARAS
KAHVALTIYA GİDELECEĞİ SABAH
Bu kadın beni öldürecekti. Uzaktan uzağayken sesini duymak, kokusunu içime çekmek kalbimin delice çarpmasına sebep oluyorken şimdi teni tenimde nefesi nefesimdeydi. Bu kadar yakınımdayken kalbim dilimin altında ki çukurlukta atmasına, yüreğimin sıkışmasına engel olamıyordum. Derin bir ah çekerken başımı geriye doğru atıp yatağın başlığına dayadım. Sena'nın o halleri, kıvranışları, inlemeleri bir türlü aklımdan çıkmıyordu.
Hamdi Baba da kahvaltıya çağıracak günü bulmuştu. Ne olurdu sanki şu yatakta Sena ile birkaç saat daha geçirseydik. Birbirimizin yangınını söndürmek yerine harlamışken hem bedenen hem de ruhen biraz daha doysaydık.
İçten bir "Of " çekerken Sena bütün seksiliği ile banyodan çıktı. İki eliyle sıkıca kavradığı havlu göğsünün bir kısmını örterken kalçalarını neredeyse örtmüyordu. Bilerek bornoz giymeyip havluyu kullanmıştı. Beni delirtmek hoşuna gidiyordu. Dişlerimi dudaklarıma bastırıp başımı iki yana sallarken bir taraftan da ona nasıl karşı koyacağımı düşünüyordum. Her hali içimde uyanan aslanı uyandırmaya yetiyordu.
Küçük bir kaçamak yapabilmeyi umarak geriye attığım başımı ona çevirdim. Çapkın bakışlarımla baştan aşağıya süzerken beğenimi göstermek için dudaklarım da çoktan ıslık çalmaya başlamıştı bile. "Avukat, her halinle seksi olduğunu söylemiş miydim?"
Yanakları kızarırken sahte bir sinirle "Aras Yiğitsoy, dün geceden bu yana sapık olduğunu söylemiş miydim?" dedi. Bu haline içten bir kahkaha atarken yataktan kalkıp yanına yaklaştım. Islak saçlarını parmağıma dolarken arsızca "Evet sapığım. Senin sapığın." deyince kızaran yanakları daha çok kızardı.
Parmaklarım boynundan aşağıya doğru kayıp iki eliyle sıkıca kavradığı havluya doğru ilerdi. Bedenini havludan kurtarmak için hamle yapınca hızla geriye bir adım atıp gözlerime tatlı bir sinirle baktı. Havlunun uçlarını tek elinde toplarken diğer elinin işaret parmağını da havaya kaldırdı. "Aklından bile geçirme Aras. Şimdi ikimizde uslu çocuk oluyoruz. Ben hazırlanmak için eve geçiyorum. Sende duşunu alıp hazırlanıyorsun. İnsanları kahvaltı masasında bekletmeye hakkımız yok."
İkna edebilme umuduyla yanına yaklaşmak istesem de pamuk elleri gel demek yerine dur dedi. Biraz öncekine nazaran daha sert çıkan sesiyle "Kime diyorum ben?" diye sordu. Onu ikna edemeyecektim.
Canım fazlasıyla sıkılmıştı. Sevdiğim kadına kavuşmuşken bu siktiğimin aile kahvaltısı da nereden çıkmıştı ki? Derin bir nefes alıp kuvvetlice verdim. Memnuniyetsiz bir tavırla "Tamam Avukat." diyerek banyoya doğru yöneldim.
Sena'nın "1 saniye." diyen sesini duyunca içimden bir ses "Galiba yatağa geçiyoruz." diyerek zafer dansı yaparken bende olduğum yerde durdum. Yanıma gelip elleriyle yüzümü kavradı. Yeni çıkmaya başlayan sakallarımı okşayıp yüzüme doğru sokuldu. Ilık nefesi yüzüme çarpınca gözlerim mest olmuş bir şekilde kapanırken yanağıma bir öpücük bırakıp geri çekildi. Ben devam etmesini beklerken kıkırdayarak "Tamam gidebilirsin." dedi.
Kapalı gözlerim duyduklarımın gerçek olup olmadığını anlamak için hızla açıldı. Sorgular halde yüzüne baktım. Dudakları eğlendiğinin habercisi olarak yukarıya kıvrılırken eliyle banyoyu işaret etti. Peki der gibi başımı bir kez sallayıp başka tepki vermeden yanından geçtim.
Sena arkamdan "Küsmek sana hiç yakışmıyor. Hele de İstanbul'un en tehlikeli mafya babasına hiç mi hiç yakışmıyor. Sana sevmek ve sevişmek yakışıyor." diye bağırdı. Bir an için yumuşayacaktım, kendimi hızla toparladım. Dudaklarım duyduklarıyla zevkten kıvrılırken ona dönmedim. Herhangi bir cevap vermeden banyoya doğru yürümeye devam ettim.
Ben duştayken kapının kapanma sesi geldi. Sena çıkmış olmalıydı. Bende hızlı bir duş aldıktan sonra üzerimi giyip babalara geçmek için evden çıktım. Yol boyunca son zamanlarda olanları düşündüm. Hayat çok garipti. Daha birkaç gün önce kalbimi paramparça etti diye suçladığım, hayatımı çaldığı için nefret ettiğim kadının şimdi sesini, nefesini, gülüşünü kısacası ona özel olan her şeyi özler haldeydim. Hayatımın bir parçası olmuştu Sena. En değerli hazinem.
Düşünmekten yolun nasıl geçtiğini anlamazken çoktan babaların çiftliğine gelmiştim. Arabadan inip temiz havayı içime çekerek bahçe kapısından girdim. Evin kapısı çoktan açılmış Esma Ana yüzünde açan tabak tabak güllerle beni bekliyordu. Yanına gittiğimde Esma Ana'nın kolları sıkıca bedenime dolanırken sırtımı sıvazladı. Bu sarılma sözlere dökülmeyen bir çok duygunun tercümesi gibiydi. İnsanlar bezen kelimelere gerek kalmadan da birbirini anlayıp dertlerine, üzüntülerine, sevinçlerine ortak olabiliyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Kollarını benden ayırırken gülümseyen yüzüyle "Baban içeride." dedi.
Salona doğru ilerledim. Kapıdan içeriye girince her zaman ki gibi bütün heybeti ile koltuğunda oturan Hamdi Babanın yanına gidip elini öpmek için eğildim. Ben elini öperken oda omzuma takdir ettiğini göstermek istercesine birkaç kez vurdu. Doğrulup karşıdaki koltuğa oturduktan sonra Hamdi Baba tok çıkan sesiyle "Hak ettiğin mutluluğa sonunda kavuştun ha evlat." dedi.
"Kavuştum baba, sonunda kavuştum." Senelerdir hayalini kurduğum cümleler ağzımdan dökülürken aldığım derin nefesi de verdim.
Hamdi Baba oturduğu koltukta biraz dikleştikten sonra bütün ciddiyeti ile yüzüme baktı. Yüzünde söyleyeceklerinin hoşuma gitmeyeceğini gösteren bir ifade belirirken eliyle ensesini kaşıdı. "Aras, cezaevinden sonra sabıkalı adama kimse doğru düzgün bir iş vermez diye sana bu işleri verdim. İşleri vermem yetmedi birde seni bütün servetimin başına geçirdim. Ortalıkta savrulma gözümün önünde dur istedim." Başımı onu onayladığımı belli edecek şekilde sallarken söylediklerinin nereye gideceğini merak ederek yüzüne baktım.
"Bir amacın yoktu, sana bir amaç verdim. Bir hedefin yoktu sana hedef verip hayatını kurman için yol çizdim." Ellerini iki yana açıp "Açtığım yolun doğru mu yoksa yanlış mı olduğu tartışılır ama o zaman için bunu tartışacak ortam yoktu. O günün şartlarında doğru olan senin Aras Yiğitsoy olmandı." dedi. Bunları söylerken sesinde doğru mu yapıyorum diye düşündüğünü hissettiren bir tereddüt sezsem de ses çıkarmadan dinlemeye devam ettim.
Bakışları Esma Anaya kayınca bende başımı ondan tarafa çevirdim. Esma Ana tebessümle başını sallayınca babanın söyleyecekleri için ondan onay istediğini anladım. İkisinin ortak kararı olan bir konu vardı. Baba başını tekrar bana çevirdi. Söylemek istediklerinden emin olmayan bakışları Esma Anaya bakınca değişmiş kendinden emin hale gelmişti. "Aras, eğer bu işleri bırakıp kendine temiz bir sayfa açmak istersen tam zamanı. Sana yeni tertemiz bir sayfa açarız. Aras Yiğitsoy ölür ve istediğin şekilde, yeni bir kimlikle birlikte dünyanın öbür ucuna yerleşirsin."
Benim mutluluğumu düşünüp böyle bir şeye karar vermişlerdi. Peki bu benim neden hoşuma gitmemişti? Duyduklarımın hoşuma gitmesi gerekirken niye canımı sıkılmıştı? İçimde ki karanlıktan bir ses beynimin içine doldu. "Sebebi açık Aras. Sena geldi diye herkes Aras'ı öldürüp Selim olmanı bekliyor. Gidişinin götürdüğü adamı gelişinin getirmesini bekliyorlar." dedi.
Haklıydı. Herkesin beklentisi tamda böyleydi. Lakin benim ne hayattan ne onlardan ne de Sena'dan böyle bir beklentim yoktu. Ben olduğum adamdan mutluydum. Onların bu beklentileri de sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. Anlamıyordum. Anlayamıyordum. Sena, hayatıma girdi diye olduğum adamdan vazgeçmemi nasıl beklerlerdi? Bunca yıldır uğruna kan döktüğüm toz savaşını bırakmamı nasıl isterlerdi?
Burnumu sinirle çekip sesli bir şekilde yutkundum. "Baba." Bakışlarımı Esma Anaya çevirip "Ana." dedim. Otoriter ve kararlı tuttuğum sesimle "Ben Aras Yiğitsoy'um. Sena, hayatıma girmeden önce de Aras Yiğitsoy'dum girdikten sonra da Aras Yiğitsoy olmaya devam edeceğim. Siz ya da o değişmemi bekliyorsanız yanılırsınız." dedim.
İki parmağımı göğsüme doğru vurarak "Benim olduğum adam bu, doğrusuyla yanlışıyla ben buyum. Kabul etmeyen olursa da ne gönlümde ne de ömrümde yer vermem. Ben herkesi olduğu gibi kabul ediyorsam herkeste beni olduğum gibi kabul etmek zorunda. Etmeyenin paşa gönlü bilir. Ben bu sevda ateşinde yanmaya alıştım zaten." dedim. Yüzlerinde endişe belirince kendimi daha iyi ifade etmek için duraksadım.
İçlerini rahatlatma isteğiyle dudaklarımdan "Durulur muyum? Belki. Aras olmaktan vazgeçer miyim? Asla. Onun dışında benden değişim bekleyen kendisini kandırır. Ve ben herkesi olduğu gibi kabul ederken, günahıyla sevabıyla severken beni bu halimle sevmeyene de diyecek tek kelamım yok." cümleleri dökülürken Selim meselesini de açılmamak üzere kapattım.
"Desene bu karanlıktan sıkılırsak başımızı alıp gidebilecek bir kapımız olmayacak." diyen Yavuz'un neşeli sesi odaya dolunca kasvetli ortam bir anda dağıldı. Yüzümde çarpık bir gülümseme oluştu. Oturduğum yerden kalkıp ellerimi cebime sokarak ondan tarafa döndüm. Siyah takımıyla gülümseyerek bana bakıyordu. Uzun zamandır gözlerinin içi ilk kez parladığını fark ettim.
Yaşadığımız bu hayat için ilk bedeli ödeyen Yavuz'du. Mutluluğu en çok hak eden oydu. Hayatını ailesine adayan adamlardandı Yavuz. Allah kahretsin ki onun gibi bir adamın mutluluğu da benim gibi bataklığa batmış bir adamın hayatından geçiyordu.
12 YIL ÖNCE CEZAEVİ ÇIKIŞI SONRASI
Duyduklarıma inanamıyordum. Bir kabusun içinde olmalıydım. Gerçi hayatımın son dönemleri hep böyleydi. Her gün birisi bitip diğeri başlayan bir kabusun içinde buluyordum kendimi. Yavuz'un söyledikleri ise kabusların en ağırıydı. Vicdanıma binen en ağır yüktü.
Söylediklerini bir türlü hazmedemiyordum. Bana yalan söylemişti. Kaydımı İstanbul'da bir üniversiteye aldırdım derken yalan söylemiş okulu bırakmıştı. "Yavuz nasıl bırakırsın Tıp Fakültesini. Bunca zaman emek verdiğin, hayalini kurduğun şeyden nasıl vazgeçebilirsin." diye bağırdım.
Oturduğu sandalyede bacaklarını açıp bedenini öne eğmiş halde otururken başını kaldırıp çaresizlikle yüzüme baktı. Ellerini dizlerinin üzerine açtı. "Ne yapsaydım abi. Sen içerideydin. Eda daha lise öğrencisiydi. Amcamın emaneti olan sahip olduğumuz tek kız kardeşimi fabrikalara çalışmaya mı yollasaydım? Yoksa yengeme sen iki işte çalış benim okumam lazım mı deseydim?"
"Yavuz bana bahane bulma." derken dişlerimi sıksam da söylediklerinde haklı olduğunu biliyordum. Lakin kabullenemiyordum. Yavuz için böyle bir sonu kabullenemiyordum. Doktor olacakken boş gezen bir adam olmasını kabullenemiyordum.
Yavuz'a sahip çıkamadığım için kendime olan öfkem ve bana yalan söylediği için ona olan öfkem yüzünden sinir küpü olmuştum. Birisi yanımda çakmak çaksa ortalık yangın yerine dönecekti. Karşımdaki Yavuz ise benim aksime fazla sakindi. Duygularını aldırmış gibi bir hali vardı. Başını önüne eğip elleriyle alnını ovdu. "Ben heves miydim Aras, bunca yıl emek verip hazırladığım okulumdan ayrılmaya. Ben meraklı mıyım doktor olacakken to.." Söylememesi gereken bir şeyi söylemeye başladığını fark edince aniden sustu. Elini saçlarına daldırıp hırsla karıştırdı.
Kaşlarım çatılırken yüzüne dikkatle bakıp "Doktor olacakken ne Yavuz?" diye sordum. Beni duymazlıktan gelip yere bakmaya devam etti. Yükselttiğim sesimle "Doktor olacakken ne diye sordum sana Yavuz?" diye sorumu yeniledim.
Dizlerini stresten sallarken kuruyan dudaklarını ıslattı. Odada yankılanacak kadar güçlü bir yutkunma sonrası pişmanlık ve çaresizlik karışımı gözlerini gözlerime dikip tek solukta "Doktor olacakken torbacı olmaya." dedi. Gözlerim kısılırken daha da çattığım kaşlarım başımın ağrımasına sebep oluyordu. "Ne?" diyebildim.
Bir cevap vermeden başını önüne eğdi. Torbacı olmuştu. Benim kardeşim torbacı olmuştu öyle mi? Benim kardeşim gençleri zehirleyen bir şerefsiz olmuştu yani? Benim haftalardır acımadan öldürdüğüm adamların altında çalışan birisi olmuştu? Söylediklerini sindirmemle beynimden vurulmuşa döndüm. Yavuz'u yakasından tuttuğum gibi ayağa kaldırdım. Duvara doğru savurup duvar ile kendi aramda sıkıştırdım. Üzerinde ki kazağın yakasından sımsıkı tutarken "Ne demek lan torbacı oldum?" diye bağırdım.
Dolan gözleriyle "Abi." dedi.
Yakasından tuttuğum elim daha da sıkarken konuşmasına izin vermeyerek "Lan benim hayatım bu meret yüzünden kaymışken başka çaren yok muydu?" diye bağırdım. Yüzünü yere eğip "Yoktu. Allah kahretsin ki başka çarem yoktu." dedi. Ağlamaklı bir iç çektikten sonra durdu. Konuşmak için nefes aldı. "Abi yemin ederim başka çarem yoktu." derken yaşadığı çaresizlik iliklerime kadar işledi. Yakasını bırakıp hızla geriye çekildiğimde Yavuz'da küçük bir çocuk gibi olduğu yere çöktü.
"İşe girdim çalıştım. Ama elime geçen para yetmedi. Yetemedim. Eda, Denizli'nin en iyi özel okulunu %75 burs ile kazanmışken ben elim kolum bağlı duramazdım. Onu oraya göndermek için yeterli parayı bulmam lazımdı. Yengem, Eda'nın cebine gereken parayı koyabilsin diye yengeme para yollamam lazımdı. Benim aileme bakmam lazımdı" derken çoktan ağlamaya başlamıştı bile.
Cevap veremedim. Gözlerimden akan iki damla yaş dışında bir tepki veremedim. Söylediklerinde kelimesi kelimesine haklıyken, yapması gerekeni yapmışken ne diyebilirdim ki zaten.
"Sen yoktun ve birinin Eda'ya abilik yapması gerekiyordu. Birinin elini taşın altına koyması gerekiyordu." duraksadı. Akan gözyaşlarına rağmen ağlamaklı sesi kaybolurken yaptığına pişman olmadığını belli eden sert sesiyle "Eda'nın geleceğine karşılık benim geleceğimdi. Bende doğru olanı seçtim. Yapmam gerekeni yaptım. Yine olsa yine aynı şeyi yaparım.." Elimi öfkeyle yanındaki duvara vurdum.
Sırtımı ona dönüp sızlayan elimi umursamadan alnımı ovuştururken kendime olan öfkemi de harlıyordum. Ona kızmak istesem de kızamıyordum. Bunların hepsi benim suçumdu. Ben aptal bir aşkın peşine takılıp cezaevine girmeseydim hiç birimiz bu sonu yaşamayacaktık. Bu işlere bulaşmasının tek sebebi ona layıkıyla abilik yapamamamdı. Benim yüzümden okulunu bırakmıştı. Ama şimdi ona gereken abiliği yapabilirdim. Ben artık buradaydım. O okuluna gidebilirdi.
Ellerimi gözlerime sıkıca bastırarak akmaya hazırlanan yaşlara engel oldum. Hızla arkamı dönüp işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Yarın okuluna dönüyorsun. Ama İzmir'de değil. Bu pisliğe bulaştığın yerde okumana müsaade edemem. Gözümün önünde İstanbul'da okuyacaksın. Gerekli bütün imkanları senin için seferber edeceğim. Altında araban, üniversiteye yakın bir yerde evin ve cebindeki sınırsız kartınla o okula dönüp adam gibi okulunu bitireceksin." dedim.
Başını iki yana sallayıp "Olmaz Aras. Benim için artık çok geç." deyince aklıma gelen şeyin korkusuyla "Sakın bana sabıkam var deme Yavuz." dedim.
"Sabıkam yok abi ama artık doktor olmaya hevesimde yok. Ayrıca seni bu cehennemin içinde tek başına bırakmam. Madem ailemizin başına bir bela geldi. Madem sen bu işlerin başına geçtik. Abi kardeş birlikte yanacağız o zaman."
Yanına yürüyüp hala olduğu yerde çöküp kalmış olan Yavuz'a elimi uzattım. Elimi tutunca onu ayağa kaldırıp sımsıkı sarıldım. "Ben bu dünyanın her türlü pisliğine bulaşacağım ama senin tırnağının bile bu pisliğe bulaşmasına izin vermeyeceğim. Sen babamın hayallerini gerçekleştirip doktor olacaksın."
Benden kendini ayırıp gözlerimin içine bakarken yalvarır gibi çıkan sesiyle "Abi bu insanlarla tek başına uğraşmasın. İzin ver senin yanında kalayım." dedi.
Sertleşen ifademle "Yavuz uzatma. Benim yanımda kalmak falan yok. Git, kendine temiz bir hayat kur. Belki bir gün bende bu karanlık dolu dünyadan kurtulup aydınlık bir dünyana gelirim. Çalacak kapım olsun. " deyince bakışlarını kaçırdı. "İyi de abi, Hamdi Bey bu işe ne diyecek? Zamanında torbacılık yapan birinin eğitim masraflarını karşılamayı kabul edecek mi?"
"Lan Sahtekar, senin benim yanımda durmana, Yiğitsoy ailesi için çalışmana müsaade edeceğini düşünüyorsun da okumana yardım edeceğini mi düşünmüyorsun?" dedim. Yüzünde bir gülümseme oluşurken kaçırdığı gözlerini bana çevirip "Oda doğru abi." dedi.
Elimi omzuna koyup cesaret vermek için sıkarken "Baba neler yaşadığımı, neler yaşadığımızı biliyor. Durumu anlatınca hoş karşılamasa da emin ol sana bir şans verecektir. Ayrıca ziyarete geldiğin zamanlarda sesin notunu verdiğine de eminim." dedim.
Bakışlarında ki buruk ifade geçmeyince "Sözün özü Yavuz Egeli, hazırlan yarın okula kaydını yaptırıyoruz ve sen derslerine kaldığın yerden devam ediyorsun." derken dudakları itiraz etmek için aralanınca itiraz edeceği şeyi bildiğim için "Eminim babanın hatırlı dostları senin kaydının yarın yapılması konusunda yardımcı olur." dedim.
Başımı hafif öne eğip bakışlarımı bakışlarına kilitleyerek "Biraz önce de söylediğim gibi bu karanlıktan olurda kurtulursam sığınmak için benim de bir kapım olsun." deyince istemeye istemeye başını tamam anlamında salladı.
O günün akşamında Hamdi Baba ile konuştuğumda beni yanıltmamıştı. "Yavuz, gibi bir adam ailesini korumak için ideallerinden vazgeçmişken ben nasıl olurda onu yargılarım Aras. Yavuz gibi adamlara ceza kesmek kimsenin haddine düşmez." diyerek konuyu kapatmış ve Yavuz'un doktor olması için gereken bütün desteği sağlamıştı.
Bir zaman sonra Yavuz'u da tıpkı benim gibi ölen oğlunun yerine koyup Yiğitsoylara ait olan her şeyi, itibarları da dahil bize emanet etmiş, bütün itirazlarımıza rağmen mallarının neredeyse tamamını Yavuz ile benim üzerime geçirmişti.
GÜNÜMÜZ
Tek kaşım havaya kalkarken dudaklarım da dalgaya aldığını belli eder şekilde kıvrıldı. "Sahtekar, sen tertemiz halinle başımızı alıp geleceğimiz adam olmayı becerememişken ben mi becereceğim? " deyince yanıma doğru yürüyerek "Sende haklısın abi." dedi.
Önce Hamdi Babanın elini öpüp sonra bana geldiğinde her zaman olduğu gibi şimdide öpmesine izin vermedim. Ona sıkıca sarılırken kinayeli sesime eşlik eden gülümsememle "Çalacak bir kapıyı bile çok gördün bana." dedim.
"Çalacağın kapı olsun abi, biliyorsun her zaman açık" derken sarılmamız bitmiş geriye doğru bir kaç adım atıyordu. Kısılan gözlerimle yüzüne bakarken "Sahtekarsın Yavuz. Sahtekar" dedim. Söylediğime 32 diş sırıtırken "Öyle diyorsan öyleyimdir abi." dedi.
Kalktığım koltuğa geri oturduktan sonra bakışlarımı üçünün üzerinde gezdirdim. Yüzüm ciddi bir ifadeye bürünürken gözlerimde ki masumiyet de kaybolmuştu. "Hepinize tekrar ve son kez söylüyorum. Benim ne Selim ne de başka biri olmaya niyetim yok. Ben ölene kadar Aras Yiğitsoy'um. Bu konuyu da bir daha açılmamak üzere burada kapatalım." dedim.
Söylediklerimi anlayıp anlamadıklarını teyit etmek amacıyla hepsinin gözlerinin içine sırayla baktım. Hepsi de başıyla beni onaylayınca oturduğum koltuğa daha da yayıldım. Dirseğimi koltuğun kolçak kısmına dayarken elimi çenemde gezdirmeye başladım. Başımı Hamdi Babanın beslediği aslana çevirmiş yarın yapılacak olan sevkiyatı düşünüyordum. Savcı benimle bu kadar uğraşırken silahları aynı güzergah üzerinden getirmek tehlikeli oluyordu. Her seferinde farklı yolları kullansakta içim hiç rahat değildi.
Dalgın bir şekilde pencereden aslanı seyrederken "Yavuz." dedim.
"Efendim Abi."
Ruhumu ele geçiren huzursuzluktan kurtulmak istercesine "Sevkiyat ile ilgili herhangi bir sorun yok değil mi? Her şey planlandığı gibi." diye sordum.
"Her şey planlandığı gibi ilerliyor abi. İlk parti yarın yola çıkacak ikinci parti de haftaya. Şahin'in belirlediği güzergahlardan yola çıkan silahlar Karadeniz ve Akdeniz üzerinden gereken yerlere dağılacak." deyip duraksadı. Tedirgin çıkan sesiyle "Abi bilmediğim bir şey mi var? Sen normalde sormazsın böyle şeyleri." deyince çenemin altındaki elimi çekip kolçağa vurdum. Yüzümü ondan tarafa çevirip "Bir şey yok sadece merak ettim." yanıtını verdim.
"Abi bilme.." diye söz başlayan Yavuz'un sözünü çalan telefonu kesti. Siyah ceketinin iç cebinden çıkardığı telefona bakarken kaşları çatılsa da ifadesini normal tutmaya çalışarak telefonu kulağına götürdü.
"Efendim Hakan." deyip gelen cevabı dinlerken kaşlarının çatılması artıyor, yüzünde ki ifade sertleşiyordu. Ters giden bir şeyler vardı. Koltukta dikleşerek meraklı bir halde Yavuz'a baktım. Buz gibi çıkan sesiyle "Emin misin?" diye sorduktan sonra saniyelik bir süre de cevap geldi.
"İzlediğini belli etme. Bizde şimdi çıkıyoruz." derken oturduğu koltuktan kalkmıştı bile. Sıkkın bir nefes verip bana baktı. Bakışları kararsa da yüzünü normal tutmaya çalışıyordu. Yavuz'u tanıyordum. Bu ifadeyi benim daha çok sinirleneceğim şeyler olduğu zaman takınır, sinirini belli etmemeye çalışırdı . "Abi, Savcı'nın peşine adam takmıştım. Şimdi aradı. Savcı iti, Sena'nın evinin caddesine dönmüş." deyince hışımla olduğum yerden kalktım.
Sinirle "Savcı... Savcıı...." diye söylenirken hızla bahçeden çıkıp kapıdaki araçlara doğru yürüdüm. Bu adamın ölümü benim elimden olacaktı. Onu öldürmem konusunda büyük bir ısrar içerisindeydi ve bende onun bu tatlı ricasını bu sefer kırmayacaktım. Ben sürücü koltuğuna otururken Yavuz'da yanımda ki boş koltuğa yerleşmişti.
Arabanın kalkış sesi etrafı doldururken gaza basıp Sena'nın evine sürdüm. Yol boyunca kendimi sakinleştirmek için çabalasam da bir türlü içimde kabaran öfkeye dur diyemiyordum. Beynim karıncalanıyordu. Benim kadınımın evine gidecek kadar karartmıştı gözünü. Onun karşısına çıkıp canını sıkacak kadar yüzsüzleşmişti. Ama ben ona yapacağımı bilirdim.
"Abi." diyen Yavuz'a göz ucuyla baktım. "Savcı bunları sırf seni kızdırmak için yapıyor, farkındasın değil mi? Tek derdi öfkene yenik düşüp hata yapmanı sağlamak." Ciğerlerime sığmayan soluğumu dışarıya verdim. "Farkındayım Yavuz. Farkındayım."
Her şeyin farkındaydım lakin kendime engel olmak istemiyordum artık. Ne olacaksa olsun bitsin istiyordum. Bu hesap bu gün kapanmalıydı. Yol boyunca aramızda başka konuşma geçmese de Yavuz'un düşündüklerimi bildiğine ve bana engel olmak için kafasında plan kurduğuna emindim. Hayatımız daha yeni yoluna girmeye başlamışken öfkeme yenik düşüp hata yapmama izin vermeyecekti.
Sena'nın sokağına girdiğimizde gördüğüm görüntüyle aniden frene basıp durdum. Araba sendelemesine rağmen oturduğum koltukta milim oynamazken gördüğüm manzaraya kilitlenip kaldım. Fırat, sokağın ortasında Sena'yı öpüyordu. Ellerini Sena'nın saçlarına geçirmiş bedenini kendine çekerken öpüşüne de derinlik katmaya çalışarak öpüyordu. Sena ellerinden kurtulmak için var gücüyle onu itmeye çalışırken şerefsiz köpek onu daha da kendisine çekiyordu. Elim hızla arabanın kapısına doğru giderken Yavuz beliğimi sıkıca kavradı. Öfkeden kızaran gözlerim ona dönerken sıktığım dişlerimin arasından "Yavuz, bırak." dedim.
Sinirden kızaran gözlerine rağmen mantıklı olmaya çalışarak "Abi, yapma. Bu şerefsiz çoktan buraya gözcülerini dikmiştir." deyince cevap vermek için dudaklarım aralanırken "Aras, böyle bir şeyi hazmetmenin kolay olmadığının farkındayım. Hele ki senin gibi öldürmeye programlanmış bir adam için hiç kolay bir şey değil. Cezaevinden ya da olacaklardan korkmadığının da farkındayım." işaret parmağıyla Sena'yı gösterip "Ama sende onun için korkman gerektiğinin farkına var. Sen içeriye girince onu tek başıma koruyamam. Ya o canından olur ya da ben. Bu vebalin altına girme, Savcı'nın hesabını sonraya bırak." deyince lanet olsun ki ona hak verdim.
Ben Savcı'yı burada öldürüp Sena'nın başına bela olmasını engellerdim. Peki ya geriye kalanları ne yapacaktım? Diğer düşmanlarım Sena'nın peşini bırakmazdı. Eski hayatına dönmesine izin vermezlerdi. Hatta belki de onu.. Onu öldürürlerdi.
Elimi enseme götürüp kavrayarak bütün gücümle sıktım. En baştan düşmeyecektim bu hataya. Sevdiklerimin yanımda olmasının bende zaaf meydana getireceğini, beni güçsüzleştirdiğini bildiğim halde Sena'yı hayatıma almayacaktım. Ama şimdi her şey için çok geçti. Olan olmuş, yapılmaması gereken en büyük hata yapılmıştı. Yavuz'un söylediğini yapmaktan başka çarem yoktu.
Arabadan sinirle inip kapısını bütün öfkemle çarpsam da karşımda duran Sena ve Fırat çarpma sesini duymadı. Sena avazı çıktığı kadar "Nasıl böyle bir şeye cüret edebilirsin?" diyerek öfkesini kusarken Fırat'ta pişmiş kelle gibi ona sırıtıyordu. Sırıtırken ortaya çıkan dişlerini döküp eline vermezsem bende Aras Yiğitsoy değildim.
Sena'ya bakıp duyamayacağım şekilde bir şeyler söylerken ona doğru bir kaç adım attı. Neredeyse içine düşecek şekilde bir konuma geldiğinde daha fazla gördüğüm manzaraya dayanamayarak buz gibi seslimle "Avukat." dedim.
Öfkeden delirmek üzereydim. Zorla öpmüş olsa bile Sena bu herif ile burun buruna gelecek yakınlığa nasıl izin verebilirdi? Böyle bir şeye nasıl müsaade edebilirdi? Böyle mi sadıktı bana? Sesimi duyan Sena geriye doğru birkaç adım atarken yüzüme bakmadı. Boşta olan elleri korkudan titrerken başını yavaşça kaldırdı. Ürkek bakışları bakışlarıma değince gözlerindeki korkuyu gördüm. Beni, bizi kaybetme korkusu, yanlış anlaşılma korkusu.
Kalbim öfkeden kararırken mantığımın sesini duymaya çalışıyordum. Bu sefer mantığımı dinlemek için çaba sarf ediyordum. Onu bir kez yargısız infaz etmiştim. Bunun sonucunu da kaybolan 13 yılımla ödemiştim. Aynı hayatı tekrar yapmayacaktım. Bu sefer önce onu dinleyip sonra hüküm verecektim. Kabaran yüreğimi bastırmak için burnumdan derin bir nefes daha verip yanlarına doğru yürüdüm. Sena'nın yanında durup ellerimi cebime sokarak karşımda zevkten dört köşe olmuş halde duran Savcı'ya baktım.
Bu itin canını burada almamak için kendimi zor tutuyordum. Bana ait olana el uzatmıştı. Bana ait olanın zorla dudaklarına dokunmaya cüret etmişti. Bu iş burada kalmayacaktı. Gerekirse Yavuz'u veliahttım olarak dikecektim, olmadı Hamdi Babayı işlerin başına geçirecektim ama bir şekilde bu itin canını bedeninden ayıracaktım. Ama şuan da sırası değildi. Sakin olmaya mecburdum.
Dilimi kapalı olan dudaklarımın üst kısmında gezdirip sağa doğru kayan dudaklarımla gülümsedim. "Tebrik etmek için buralara kadar gelmeye zahmet etmeseydin Savcı. Bir telefon etsen yeterdi bizimle mutluluğumuzu paylaştığını bilmemize."
Söylediğim kelimeler kulağından içeri süzüldükçe Savcı'nın da yüz ifadesi değişmeye başlamıştı. Sena'dan tarafta olan elimi cebimden çıkarıp sıkıca boşta olan elini kavrayınca gözleri birleşen ellerimize kaydı. Biraz önce zevkten sırıtan adamın yüzünde önce neler olduğunu anlamaya çalışan bir ifade sonra da başarısızlığın verdiği ezilme duygusu yerleşti.
İğrenerek bakan bakışları Sena'ya kayarken "Yazık. Gerçekten çok yazık." dedi. Sena cevap vermek için bir nefes alınca susması için elini belli belirsiz sıktım. Aldığı nefesi geriye verirken aralanan dudakları da kapandı.
Cevap alamayan Savcı başını bana çevirip nefretle bakan gözlerle "Bu işin burada" diyen tehditkar sözleri ağzından dökülürken bütün küstahlığımla "Biliyorum. Her karşılaştığımızda söylediğin gibi bu iş burada bitmedi, bedelini bana ödeteceksin falan filan... Lakin hala yapacaklarına sıra gelmedi bir ara da onları göster." dedim.
Sinirden moraran yüzü ile önce Sena'ya sonra bana baktıktan sonra aracına binmek için arkasını döndü. Hızlı adımlarla arabaya doğru yürüyüp açık olan kapıdan koltuğuna yerleştikten sonra arabanın kapısını çarparak kapattı. Benden alamadığı hırsını eşyalardan almak onunda diğer düşmanlarım gibi kaderiydi.
Araç sokaktan çıkıp gözden kaybolunca avcumun içinde duran Sena'nın elini sert bir şekilde bıraktım. Hareketime karşılık afallasada hızla kendini toparlayıp "Aras." diyerek konuşmaya başlayınca "Sus Avukat. Şimdi açıklama yapmanın sırası değil." dedim. Öfkem nedeniyle ona zarar vermek istemediğim, kalbini kırmak istemediğim için arkamı dönüp arabaya doğru yürümeye başladım.
"Aras." diyen Sena'nın hüzünle perçinlenmiş sesiyle bedenim bir adım atmama müsaade etmezken ağlamaya başladı. "Yine mi dinlemeyeceksin beni?" diye sorarken sesindeki hüzün artmış ağlamaya başlamıştı. Dudaklarından çıkan derin soluğuyla aldığı nefesin ciğerlerine yetmediğini belli eden sesli bir iç çektikten sonra "Yine mi arkanı dönüp gideceksin bana?" dedi.
Kabuk bağlayan yaram kanamaya başladı. Onu yine kırmış daha önce vurduğum yerden istemeyerek tekrar vurmuştum. Pişmanlığımı belli eden bakışlarımı gözleriyle buluşturabilmek için ondan tarafa döndüm. Göz pınarlarından yanaklarına oradan da yere akan yaşlarına bakarken yutkunamadım. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp sakin tutmaya çalıştığım sesimle "Arabaya geç Avukat." dedim.
Olduğu yerden kıpırdamadı. Babalara gitmek için mi arabaya geçmesini istiyorum yoksa onun dinlemek için mi istiyorum karar verememişti. "Arabaya geç, Esma Analara giderken neler olduğunu konuşalım." deyince gözlerinin içi parladı. Dudağında oluşan buruk gülümseme ile yüzüme bakıp başını tamam anlamında sallarken arabaya doğru yürümeye başladı.
Bir süredir sessizce bekleyen Yavuz yanıma gelip "Abi, siz gidin ben Kadirlerle gelirim." deyince söylediğine itiraz ederek "Sende bizimle geliyorsun." dedim. İtiraz etmek için dudakları aralansa da geri kapandı. Başını tamam anlamında sallayıp arabaya doğru yürümeye başladı.
Yavuz'da biliyordu eğer o yanımızda olup oluşabilecek bir yanlış anlaşılmayı düzeltmezse ben bu kıskançlık ateşiyle önce kendimi sonra Sena'yı en sonda Savcıyı yakardım. Savcı'nın yaptıkları bundan sonra kopacak tufanın habercisiydi ve bu tufandan en az zarar alması gereken Senaydı. Babasının yaşadığı leş hayatın bedelini doğduğu günden beri ödediği yetmişti. Bundan sonra bedel ödeme sırası onda değildi.
Arabaya geçip sürücü koltuğuna oturduktan sonra emniyet kemerimi taktım. Öfkemi yatıştırması için hava buz gibi olmasına rağmen arabanın camını açıp derin nefesler aldım. Yaklaşık 5 dakikadır cam açık şekilde ilerlerken yanımda oturan Sena'ya kaydı gözlerim. Kollarını vücuduna dolarken ellerini de ısınmak için omuzlarına sürüyordu. Sessiz bir siktir çekerek camı kapatırken arabanın klima derecesini de yükselttim. Yaz kış mütemadiyen üşüdüğünü unutmuştum.
Oluşan vicdan azabı öfkemi köreltirken bir süre sonra sıcaktan gevşemeye başlayan Sena'ya göz ucuyla baktım. Sinirlerimi kontrol altında tutmaya çalışarak "O herifin dudakları neden senin dudaklarındaydı." diye sorunca Sena'nın gözleri önce kapandı.
Neredeyse kaybolduğunu düşündüğüm sesiyle "Hepsini mi gördün?" diye sorunca hırlarcasına "Evet" dedim. Başı hızla bana döndü. Olanların tamamını görüp bu kadar sakin olmama şaşırdığı yüzünden belliyken kendini hemen toparlayarak "Zorla öptü." dedi.
Çenem öfkeden kaskatı kesilirken ellerimde tuttuğum direksiyonun parçalamak istercesine sıkmaya başladım. İçimde yanan öfke ateşine rağmen buz gibi çıkan sesimle "Sonra?" diye sordum. Gözlerim onunla yol arasında mekik dokuyordu. Dişlerini dudaklarına geçirip suskunluğunu koruyunca yükselen sesimle "Avukat sonra?" dedim.
Huzursuz bir nefes verdi. "Senden önce de onun olduğumu. Sen hayatıma girdikten sonrada onun olacağımı bu oyun daha bitmediğini söyledi." deyince daha fazla kendimi tutamayarak önümde ki konsola yumruğumu vurdum. Sena korkuyla yerinden sıçrarken Yavuz'un eli de omzuma dokundu.
Yavuz uyarıcı sesiyle "Abi." deyince dikiz aynasından ona baktım. Kaşları ile Sena'yı gösterince Sena'ya baktım. Titremeye başlamıştı. Kendimi sakinleştirmeye çalışırken boynumu gevşetmek için sağa sola yatırdım. Dikiz aynasından tekrar Yavuz ile göz teması kurarak gözlerimi iyiyim der gibi kapatıp açtım. Başını tamam anlamında sallayarak arkasına yaslanan Yavuz sessizliğe büründü.
Bir süredir cevap vermediğim Sena suçsuz olduğunu ispat etmek için endişeli çıkan sesiyle "Yemin ederim zorla öptü. Ben istemedim. Sana ihanet etmedim." dedi. Sustum. İçimde ki öfkeyi kusmamak için sustum. İlk sefer Savcı öpmüş olsa da ikinci defa dudaklarına yaklaşıp içine düşmesi Sena'nın suçuydu. İzin vermemeliydi.
"Aras, bana inanıyorsun değil mi?" deyince göz ucuyla ona baktım. Yanakları al al olmuş, alnında oluşan terler aşağıya doğru akıyordu. Terleyen ellerinin üzerine bir de biraz öncekine nazaran daha çok titreyen bedeni görüş alanıma girince panik atağının tutacağını anladım. Kendini bana anlatmak için kuş gibi çırpınıyor anlatmadıkça strese giriyordu. "Aras inanıyor musun?" diye açıklamamı istercesine sorusunu yenilediğinde başımı sallayıp boğazımı temizlemek için yutkundum.
"Sana inanıyorum. Sadakatinden de şüphem yok Avukat." Başımı ona çevirip saliselik zamanda gözlerimi gözlerine dikerken "Ama o herifin ikinci kez neden burnunun dibine kadar girmesine izin verdiğini anlamıyorum." dedim.
"Ben... Ben sadece." Cümleleri toparlamak için durup ağlamaklı derin bir nefes aldı. "Ben sadece ondan korkmadığımı göstermek istedim. Geri adım atsaydım korktuğumu düşünüp daha çok üzerime gelecekti."
"İyi halt yedin Avukat." derken sesimin kontrolünü kaybetmiştim artık. "O itten korkmadığını göstermek için seni neredeyse ikinci kez öpmesine izin vermen gerçekten büyük bir cesaret." Sesim arabanın içinde yankılanırken Sena'da koltuğuna sindi. Halim onu hem korkutmuştu hem de yaptığının hata olduğunun oda farkındaydı.
Arka koltukta oturan Yavuz "Abi" deyince aynadan göz teması kurarak "Söyle" dedim.
"Hamdi Baba kahvaltıyı başka zaman yapalım, dedi. Yalnız kalmanın ikiniz içinde daha iyi olacağını söylüyor." deyince başımı tamam anlamında salladım. Araba büyük bir sessizliğe boğulurken bende kaynayan öfkemle baş başa kalmıştım.
Savcı meselesi artık fazla büyümüştü ve bir an önce kapanması gerekiyordu. Ama önce ona bu cesareti verenin kim olduğunu bulmak zorundaydım. Benimle ilgili gerçekleri anlatan kişiyi bulmak zorundaydım. Benim ölmediğimi bilen birisi vardı. Bizim bilmediğimiz ancak bizi ciğerimize kadar bilen birisi. Yakınlarımızdan birisi.. Ama kim? Kim?
Başladığımız yere dönmüştük. Sena'nın kahvaltıya geldiği günde babayla aynı meseleyi konuşmuştuk ve eğer o gün Sena, Savcı ile yemeğe çıkmamış olsaydı bende Buket'in ağzından laf alabilecektim. Elimizde ileriyi görmek için bir şeyler olacaktı ama şimdi Savcıya karşı bir sıfır gerideydik. Hatta sıfır bile değildik eksiydik. Savcı bizim çok daha önümüzdeydi ve benim onun arkasındakine ulaşmak için yapmayacağım şey yoktu.
Arabayı evin önüne park edip Sena'ya bakmadan arabadan indim. Eve doğru yürürken arkamdan "Abi, ben galeriye geçiyorum." diye bağıran Yavuz'a tamam anlamında elimi kaldırarak yürümeye devam ettim. Çocukların açtığı kapıdan eve girerek alkollerin olduğu dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapağını açıp elime ilk gelen viski şişesini alarak kadeh dahi almadan koltuğa yürüyüp ayaklarıma ağırlık yapan bedenimi koltuğa bıraktım.
Yorgundum. Hemde çok yorgun. Kendimle ayrı, Sena ile ayrı, Savcıyla ayrı, düşmanlarımla ayrı savaşmaktan bedenim yorgun hissediyordu kendini. Bu kadar şeyin arasında en çok yoran ise kendimle verdiğim savaştı. Karanlığa çekilmeye karşı verdiğim savaş. İçimde yanan intikam, öfke ve hırs ateşine karşı verdiğim savaş...
Belki de babanın dediği gibi çekip gitmeliydim. Peki nereye gidecektim? Gidecek yeri bulsam bile Yavuz'a ne olacaktı? Ben bu işlerden çekilince Yavuz işlerin başına geçecekti. Bencillik yapıp kardeşimi bu boka batmış dünyada tek başına bırakıp gidecek miydim yani? Asla. Yorgunluktan ölsem de, yaşadıklarımdan delirsem de Yavuz'un üzerine düşen gölgemi asla çekmeyecektim.
Evin kapısı yavaşça kapanırken Sena usul adımlarla salona doğru yürüyordu. Çantasının sapını iki eliyle tutarken koltuğun kolçak tarafında durup "Gelebilir miyim?" diye sordu. Elimdeki şişeyi dudaklarıma götürürken başımı da evet anlamında salladım. Ürkek bir ceylan gibi yanıma oturup ayağını altına alarak vücudunu benden tarafa çevirdi.
"Konuşabilir miyiz?" diye sorunca yüzümü ona dönmeden "Tabi Avukat konuş sen, ben dinliyorum seni." dedim. Elimdeki şişeyi çekip orta sehpanın üzerine bırakmak için eğilince ondan tarafa baktım. İncinmiş bakışlarıyla burnu ve alnı kırışırken "Özür dilerim. Düşüncesizce hareket ettim. Ona ondan korkmadığımı ispat etmeye o kadar kaptırmıştım ki kendimi senin ne hissedeceğini düşünmedim." dedi.
Dilimi dişlerimin üzerinde gezdirerek sinirimi bastırmaya çalıştım. Bugün bilmem kaçıncı kez yaptığım gibi derin bir nefes alıp yumuşatma çabasında olduğum sesimle "Güzelim, artık bu hayatı iki kişi yaşıyoruz. Ben nasıl o iti." derken gördüğüm manzara yüzünden dişlerimi sıktım. "Öldürmemek için kendimi senin için tuttuysam, seninle olan sonumu düşündüysem senin de benim ne duruma düşeceğimi, ne hissedeceğimi düşünmeni beklerdim."
Elini elimin üzerine koyup "Haklısın. Bilinçsizce davrandım. Özür dilerim." derken büzülen dudakları düşen yüzü ve kedi gibi masum bakışları içimde kopan fırtınanın dinmesine yetmişte artmıştı bile. Dudaklarım tebessümle kıvrılınca Sena'da oturduğu pozisyonu bozup göğsüme doğru yanaştı. Kollarımın arasına sığınıp kokumu ciğerlerine çekerken bende saçlarının kokusunu içime çekerek saçlarına minik bir buse kondurdum.
Kollarımın arasında hafifçe kıkırdadı. Sonra da dalgaya alan sesiyle "Ahh ahh." deyince merakla "Hayırdır Avukat? Derdin büyük anlaşılan." dedim. Kıkırdaması artarken "Hiç sorma. Dertsiz başıma dert aldım. Sevgilim aşırı kıskanç ve ben onunla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." deyince şaşkınlıktan kaşlarım havaya kalktı. "Sevgilin aşırı kıskanç öyle mi?"
Göğsüme yaslandığı başını sallarken "hıhı" dedi. Bu halleri beni deli ediyordu. Sena böyle çocuklaştıkça onun rüzgarına daha çok kapılıyordum. Halimden hoşnut bir şekilde "Bak sen" deyip onu kendimden uzaklaştırdım.
Yüzümde beliren kocaman sırıtma ile ona bakıp "Bunu Hale'nin saçını başını yolan kadın mı söylüyor?" deyince sinirden kaşları çatıldı. Gülen mimiklerinden öfke akmaya başlarken "Bak açma o konuyu, hala sana olan sinirim geçmedi." dedi.
Dudaklarına doğru yanaşıp soluğumun soluğuyla karışmasına izin vererek "Açarsam ne olur?" diye sordum. Kalbinin gümbürtüsü kulaklarıma dolarken kırmızı dudakları heyecandan titredi. Islak olan dudaklarını tekrar ıslatma ihtiyacı duyup dilini dudaklarının üzerinde gezdirince daha fazla dayanamayarak dudaklarımı dudaklarına kapattım.
1 HAFTA SONRA
Her gece olduğu gibi bu gecede uyanmış Sena'nın yüzünü izliyordum. Öyle güzel, öyle masum uyuyordu ki insan bir ömür bu manzarayı izlese sıkılmazdı. Uyurken bile dudaklarında ki tebessüm güzel yüzünü terk etmiyordu. Rüyasında bile çevresine aydınlık dağıttığına emindim. Benim aksime onun rüyaları bile aydınlıktı.
Sena'yı hayranlıkla seyrederken komodinin üzerinde duran telefonum titremeye başladı. Sena'yı uyandırmamak için yavaşça doğrulup komodinin üzerindeki telefona uzandım. Arayanın ismine bakarken göz ucuyla da saate baktım. 03.00'ı gösteriyordu. Yavuz gecenin bu saatinde aradığına göre büyük bir sorun vardı.
Sena klinikte yattığı dönemde uyurken hemşireler oda kapısını büyük bir gürültü ile açıp babasının isteği üzerine "Selim öldü." diye bağırarak onu uykusundan uyandırıp babasına göre gerçeklerle yüzleştirmek benim için ise daha fazla delirtmek için yaptıkları şerefsizlik yüzünden uyuduğu odanın kapısı açılınca korkuyla uykusundan sıçrıyordu. Onu korkutmak yerine en fazla uyandırıp sonra da göğsümde tekrar uyuturum diye düşünerek kısık çıkan sesimle "Efendim Yavuz." dedim.
Endişeli çıkan sesiyle "Abi bir sorunumuz var." dedi. Sorun fazlasıyla büyüktü. Yavuz'un hal hatır faslını geçip direkt meseleye girmesine sebep olacağı kadar büyük.
"Ne oldu?"
"Abi" deyip duraksayınca bıkkınlıkla çıkan sesimle "Yavuz söyle." dedim. Telefon ahizesinden duyabileceğim yükseklikte yutkunup "Abi sevkiyatın yapıldığı tırlar yakalanmış." dedi.
Söyledikleri kulaklarımda tiz bir çınlamaya neden olurken duyduklarımı anlamak için gözlerim de kısılarak küçüldü. Böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Yıllardır ayda 8 kez sevkiyat yaptığımız halde polis kontrolüne bile bir kez denk gelmemiştik. Şimdi silahlara kim, nasıl el koymuş olabilirdi? Şaşkınlık dolu sesimle "Nasıl? " diye sordum.
Sıkkın bir nefes verip "Abi duydukların hiç hoşuna gitmeyecek baştan söyleyeyim. Aramızda bir köstebek var abi." dedi. Aramızda köstebek var mı demişti? Evet, bir köstebek var demişti. Peki kim bana karşı çıkmaya, beni satmaya cesaret edebilirdi ki? Yürek yiyerek ortada gezen bu piç kurusu kim olabilirdi?
"Kim Yavuz? Bana karşı gelebilme haddini kendinde bulan kim?"
"Harun'un yeğeni Devran." duraksadı. Bu duraksama duyacaklarımın Yavuz açısından hiç iyi sonuçlar doğurmayacağını hissettirse de müdahale etmeyerek konuşmasına devam etmesi için bekledim. "Sen masada Harun'u infaz edince sağda solda ben bunun bedelini Yiğitsoylara ödetirim. O Aras Yiğitsoy benim kim olduğumu öğrenecek diye konuşuyormuş." deyince daha fazla sakin tutamadığım sesim yükseldi. "Lan, bu piç kurusu konuşurken sen neredeydin Yavuz? Niye benim haberim olmadı olanlardan?"
"Abi, Savcı'nın Sena'ya gittiği gün tam söze girdim gelen telefonla anlatacağım şey yarım kaldı. Öncesinde de 20 yaşında velet olunca kâle alma gereği duymadım. Cürmü kadar yer yakar, boş boş atıp tutsun sağda solda müsait bir zamanda icabına bakarız diyerek üzerine düşmedim konunun."
"Senin düşüneceğin şeyi sikeyim ben Yavuz." derken artık ne sesimi nede öfkemi kontrol edemiyordum. "Yaktı cürmü kadar! Milyon dolarlık zarar var lan!! Maddi zararı geçtim itibarımız beş paralık oldu." diye bağırırken yükselen sesimle uyanan Sena uyku mahmuru gözlerle olanları anlamaya çalışıyordu.
Fazlasıyla tehditkar çıkan sesimle "Evden çıkıyorum Yavuz. O itin yerini bulmak için 15 dakikan var. Bulamazsan olanların bedelini sana ödetirim." dedikten sonra telefonu kapatıp baş ucumdaki komodinin üzerine çarpar gibi bıraktım. Ellerimi saçımın arasına daldırırken hem silahları hem de zedelenen itibarımı nasıl kurtaracağımı düşünüyordum.
Sena büyük bir merak içerisinde "Neler oluyor?" diye sordu. Ellerimi saçımdan çekip ondan tarafa döndüm. "Bir şey yok güzelim. Sevkiyat ile ilgili bir sıkıntı çıkmış. Olayı çözmek içinde şimdi gitmem gerekiyor." derken en başta meraklı bakan bakışlarına korku ve tedirginlik indi.
"Konuşmak için gitmiyorsun değil mi?" Sorusunun cevabını oda biliyordu aslında. Ama bir umut farklı bir cevap alırım diye düşünüyordu. Bir araya geldiğimiz günden bu yana yaptığı gibi her fırsatta derinlere gömdüğüm Selim'i yokluyordu. Ona, Aras olarak kalacağımı söylediğim zamanı unutmuş gibi davranıyordu. Lakin atladığı bir şey vardı. Onun söylediklerimi unutmuş rolü yapması benim söylediklerimin gerçekliğini yitirdiği anlamına gelmiyordu.
Üzerimdeki yorganı çekip hızla ayağa kalkarken "Hayır. Unutulan Aras Yiğitsoy'u hatırlatmaya gidiyorum." dedim. Sesli bir nefes verirken içindeki isyan soluğuna yansımıştı. "Aras gitmesen." diye başlayan cümlesini tamamlamasına izin vermeden elimi kaldırdım. Keskin bakışlarımı üzerine dikerken kendimden emin çıkan sesimle "Sena, sakın beni değiştirmeye çalışma. Tıpkı seneler önce benim kiminle olacağımı bilerek seni kabul ettiğim gibi sende kiminle olacağını bilerek kabul ettin beni. Ben nasıl seneler önce seni değiştirmeye çalışmadıysam ve değişmediğin için seni yargılamadıysam sende bana saygı duy ve bu halimi kabullen."dedim.
Yatağın ayak ucunda duran gömleğimi üzerime geçirip kollarını kıvırırken kararlı bakışlarımla yüzüne tekrar bakıp "Eğer beni kaybetmek istemiyorsan sevdiklerime karşı gösterdiğim tepkilerde durulmamı sağla, düşmanlarımla arama girme." dedim.
Üst dudağını dişlerinin arasına alıp ezerken başını sallamakla yetindi. Bu konuda şimdilik de olsa anlaşmış olmanın stresi üzerimden kalkarken üzerimi giyinmiştim. Sena'yı alnından öpüp hızlıca aşağıya indim. Arabaya geçmek için bahçe kapısına yürüdüğüm esnada yanıma gelen Adem'e "Yengeniz evde. Koruma sayısını iki katına çıkarın, bu çevrede sizin haberiniz olmadan kuş uçmasın." dedim.
Adem "Tamam" abi yanıtını verirken ben çoktan arabaya geçmiştim. Arabayı çalıştırıp gazı köklediğim anda arkamda ki iki aracında far ışıkları yandı. Bu gece hepimiz için fazlasıyla hareketli olacaktı. Unutulan adımı hatırlatacağımız akşamdı, bu akşam.
Arabayı hareket ettirirken konumu almak için Yavuz'u aradım. Eğer o piçin yerini bulamadıysa bu günden sonra doğru konumu göstersin diye pusula ibresi yapacaktım onu. Çalan telefon ilk dıt sesiyle açıldı. Yavuz'un arabada olduğunu belli eden uğultu sesi ilk duyduğum şey olurken "Abi, şerefsiz bizi satması karşılığında Savcı'dan para almış. Şimdi de o paraları yemek için Sarının mekana gitmiş." deyince "Yemesine yardım edelim o zaman paraları, yoldayım." deyip çağrıyı sonlandırdım.
"Benim malımdan çalıp birde onu yemek ha!! Adamın boğazına dizerler lan!!" diye bağırırken elimi sert bir şekilde direksiyona vurdum. Gece olduğu için yollar boştu. 45 dakikalık yolu 20 dakikada geldikten sonra park etme gereği bile duymadan arabadan hızlıca indim.
Hışımla mekana doğru ilerlerken girişte bekleyen koruma en başta savunma pozisyonuna geçse de gelenin ben olduğumu görünce ceketinin düğmesini ilikleyip "Aras Abi hoş geldin. Bir durum mu var?" dedi.
Olduğum yerde durup burnumdan derin bir nefes verdim. "Sizinle bir işimiz yok. Birini vurup çıkacağım. Yani söyle o patronuna Devran Demir dışında içeride kim varsa 5 dakika içinde dışarıya çıkartsın" deyince "Tamam abi. Arka kapıdaki çocuklara da söylerim çıkışları tutarlar." dedi.
Koruma hızla yanımdan uzaklaşırken Yavuz'un arabası da sokağa girdi. Ben içeriye doğru yürümeye başladığım andan itibaren birkaç saniye geçmeden Yavuz'da çoktan sağ tarafımda bir adım geride yerini aldı. Mekana girip etrafa bakmak için durdum. Yavuz yanıma sokularak başıyla bir masayı işaret edip "Devran, bu şerefsiz." dedi. Başımı sola doğru yatırıp karşımdaki velede bakmaya başladım. Yarısına kadar açılmış gömlek düğmeleri, yanına oturttuğu 4 kız ve tepesinde bekleyen iki korumayla puştluğun kitabını yazdığı belliydi.
Mekan hızlıca boşalırken kapıdaki korumada kızların yanına gelip kulaklarına bir şey söyleyince kızlar yüzlerine yayılan dehşet ifadesi ile oturdukları yerden kalktı. Mekanda kalan son kişilerde çıkınca Devran neler olduğunu anlamak için etrafına bakınmaya başladı.
Mekanı tarayan gözleri kapının girişine kayınca gözlerimiz kavuştu. Korku içinde yerinden kalkıp eli beline giderken yanındaki korumlar da silahına davranıyordu ki Yavuz ikisini de indirdi.
Ellerim cebimde yanına doğru yürürken yüksek sesle "Devran... Devran... Devran... O silahı bir tarafına monte etmemi istemiyorsan elini çek oradan" dedim.
Titreyen elleri göbeğinin üzerinde üst üste binerken önüne gelip karşısında ki koltuğa yayılarak oturdum. Kollarımı koltuğun başlığına açarken bacak bacak üzerine attım. Karşımda korkudan titreyen velet denilebilecek yaştaki Devran'a bakıp "Duydum ki öldürmek için beni arıyormuşsun. Bende sana zorluk olmasın diye kalktım ayağına kadar geldim." dedim.
Yavuz, arkasına geçtiği oğlanın omuzlarından sıkıca bastırıp oturmasını sağlarken Devran'da gözlerini benden kaçırıyordu. Alaylı çıkan sesimle "E hadi öldürsene beni. Kaç zamandır sağda solda bunu konuşmuyor musun?" deyince "Abi ben.." diyebildi.
"Ne abi ben lan! Sen değil misin beni öldüreceğini söyleyen?" diye kükredim. Olduğu yere iyiden iyiye sinince asıl konuya gelmek için oturduğum koltukta toplanıp öne doğru eğildim. Başı öne eğik Devran'a baktım. Yavuz önünde duran oğlanın omzundan sıkıca bastırırken oda korkudan içine çekiliyordu. "Söyle bakalım Devran, beni neden sattın?"
Başı hızla havaya kalkarken dehşete düşmüş haldeydi. Bu kadar çabuk öğreneceğimizi beklemediği her halinden belliydi. Karşımda kıvranırken "Abi benim bir şeyden haberim yok. Ben seni satmadım. Sana karşı gelmeye kim kalkışabilir abi." diye bahanelerini sıralamaya başlayınca elimi masaya vurup "Boş boş konuşma lan." diye bağırdım. Gözlerinin içine tekrar bakarken "Sana son kez soruyorum Devran, niye sevkiyat güzergahını Savcıya öttün?" diye sordum.
Alnındaki boncuk boncuk terler yanaklarına doğru yol alırken "Abi ben yapmadım." dedi. Aldığım cevaptan hoşnutsuz bir şekilde başımı iki yana sallayarak "Yanlış cevap Devran." dedim. Tepesinde dikilen Yavuz'a bakışlarımı çevirip gözlerimi başlayalım anlamında kapatıp açtım.
Yavuz, Devran'ın kolunu öne doğru çekerken Kadir'de sabit durması için sıkıca omuzlarından bastırıyordu. Devran elini çekmek için çaba sarfederken bende cebimden çıkardığım çakının kilit düğmesine bastım. Çakıyı havaya kaldırıp süzerken umursamaz çıkan sesimle "Beni satmanın bedelinin ne olacağını anlatmadılar mı sana?" diye sordum.
Ağzımdan çıkan cümleler havada daha yeni süzülmüştü ki Yavuz "Hazır abi." dedi. Başımı aşağıya eğip masanın üzerinde açılan eline baktım. Avcunun içine aldığım çakıyı parmaklarının arasına hızlı hızlı saplayıp çekmeye başladım. Devran "Abi. Abi yemin ederim ben yapmadım. Abi.." diye ardı arkası kesilmeyen kelimeleri ile yalvarsa da bu dakikadan sonra vereceği cevaba kulaklarım tıkalıydı.
Bir an için durup yüzüne baktım. "Demek sen yapmadın öyle mi?" diye sorunca "Evet abi." dedi. Burnum memnuniyetsiz bir ifade ile kırışırken "Duyuyor musun Yavuz, Devran masummuş. Yanlış adamın peşine düşmüşüz." dedim.
Yavuz yüzünde oluşan sinsi gülümseme ile "Duymaz mıyım abi?" derken bakışlarım tekrar Devran'a döndü. Sıktığı bedeni gevşemiş gözlerinde ki korku ağır ağır dağılmaya başlamıştı. Burnumdan verdiğim nefesle gülerken elimde ki çakıyı masanın üzerinde duran eline sapladım. Mekanın duvarları "Ah." diye inleyen sesiyle yankılanırken bende avcuna sapladığım çakıyı olduğu yerde döndürmeye başladım.
Çakı çevrildikçe bağırmaları da artıyordu. Kafamı kaldırıp Kadir'in yanında duran Gökhan'a başımla susturmasını işaret ettim. Barmenin yanına peçete almak için ilerledi. Eline aldığı peçeteyi buruştururken yanımıza gelip Devran'ın ağzına tıkıştırdı. Sesinin kesilmesini istedim çünkü bu daha başlangıçtı. Bu itin bağırmaları ile başımı ilk dakikandan ağrıtmaya niyetim yoktu.
"Devran.. Devran.. Devran... Yazık ettin be genç yaşında kendine." derken başımı da sağa sola sallıyordum. Yüzüne baktım. Acıdan gözünden yaş geliyordu. Çektiği acı ruhuma müthiş bir zevk verirken sapladığım çakıyı hızlıca çıkardım. Tepemizde dikilen Gökhan'a dönüp "Mutfak bölümüne git bir tane satır kap gel." dedim.
Gökhan dediğimi yapmak için koşar adım yanımızdan uzaklaşırken Devran'da çektiği ızdıraba aldırmadan yerinden kalkmaya çalışıyordu. Yavuz ile Kadir sıkıca bastırınca ağzındaki peçeteyi tükürüp konuşmaya çalıştı. Başaramadı. Tıkalı ağzıyla bir şeyler gevelese de umursamadım. Lekelediği adımı temizlemenin yolu bu kadar az acıdan geçmiyordu. Kemiğini etinden ayırıp hasımlarıma gerekli mesajı yollamam gerekiyordu. Kimse ama hiç kimse Aras Yiğitsoy'a ihanet edemezdi.
Gökhan elindeki satırı bana doğru uzatırken Devran'da ağzındaki peçeteyi tükürüp kendini ifade etme çabasına devam ediyordu. Yavuz, kanayan eli masanın üzerine tekrar getirince beklentiyle Devran'a bakıp "Hangi parmağından vazgeçmek istediğini sen seç hadi." dedim. Korkudan homurdanması artarken burnum kırıştı. "Sen konuşamıyorsun değil mi? Dur senin yerine ben seçerim" dedikten sonra masada duran dört parmağına doğru satırı indirdim.
Parmaklarının elleriyle bağlantısı koparken kanlarda fışkırmaya başlamıştı. Kesilen parmakların yerindeki kemiklerin beyaz kısımlarına bakıp bakışlarımı Devran'a çevirdim. Ciddiyetle yüzüne bakarken tehditkar çıkan sesimle "Bir kez soracağım. Eğer bu sefer de soruma yanlış cevap verirsen kopan sadece parmakların olmaz." dedim.
Acıdan neredeyse bilinci kapanacak durumdayken başını tamam anlamında salladı. "Savcı sana kendisi mi ulaştı yoksa birisi mi aracı oldu?"
Dudakları belli belirsiz aralanırken fısıltıyla çıkan sesiyle "Bir numara." durup nefes aldı. "aradı. Sevkiyat güzergahını Savcıya söylememi istedi." derken göz bebekleri kayıyordu. "Hesaba parayı at.." derken sesi kesilip başı sola düştü.
Oturduğum koltuktan kalkıp masanın üzerinde duran peçetelerden birini aldım. Üzerime kayan kanları temizlerken "Telefonunun kilidini kaldırıp galeriye getirin. Bunu da parmaklarıyla birlikte alın hastaneye bırakın." dedim. Burada öğreneceklerim bitmişti. Yapılacak tek şey Devran'ı arayanı bulmaktı.
Mekandan çıkmak için ellerim cebimde yürüyordum ki bir anda durdum. Ben bu zamana kadar ihanet eden birinin yaşamasına ne zaman izin vermiştim de şimdi bu piçe izin veriyordum. İhanetin cezası ölümdü. Verdiğim emir Aras'ın değil Selim'in sözleri onun davranışlarıydı.
Onlardan tarafa döndüm. Net çıkan sesimle "Kadir, kafasına sıkın." diye bağırdım. Yavuz'un "Kayıtları silmeyi de unutma." diyen sesinin hemen ardından Kadir "Emriniz olur abi." dedi. Kadir yerdeki parmaklardan birini alıp telefon kilidine denerken başımı sallayıp önüme döndüm.
Yavuz, hızlı adımlarla yanıma gelirken bende yavaş adımlarla çıkışa doğru yürüyordum. Mekanın ana çıkış kapısından çıkacağımız esnada içeriden gelen silah sesiyle içime huzur dolarken Yavuz'a döndüm. "Bu şerefsizin ailesinden her kim varsa hepsinin infazını bu gece gerçekleştirin. İlerleyen zamanda tekrar ayağımıza takılmasınlar." dedim.
"Merak etme abi. O iş bende" diye karşılık veren Yavuz'a "Bir şey olursa ararsın." dedikten sonra evde bekleyen dişi aslanımı daha fazla bekletmemek için arabaya doğru ilerledim.
DUYDUM Kİ ARAS YİĞİTSOY ÖZLENMİŞ. 😁KAN KOKAN SAHNELERİ GÖZLER ARAR OLMUŞ. BENDE HEMEN BİR VAHŞETLE GELDİM.😂😂
HEPİNİZİN DE DAHA ÖNCE TAHMİN ETTİĞİ GİBİ ARAS, ARAS OLMAKTAN VAZGEÇMEYECEK... 🤷🏻♀️🤷🏻♀️ANLAŞILAN DAHA ÇOK KAN DÖKÜLECEK...
UMARIM BU DURUM SENA İLE ARAS'IN ARASINA KARA KEDİ SOKMAZ... 🥺🥺
HAFTAYA GÖRÜŞÜRÜZ.🌸🌸
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |