
YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYIN🦋
SENA
Özlemek.. İki harfini çıkarınca ölmek kelimesine dönüşen özlemek.. Ciğerlerimi param parça eden, kaburgamdaki nefesimin sıkışıp kalmasına neden olan özlemek.. Aras'ın kokusunu burnumun dibinde alınca ne kadar ağır bir şey olduğunu fark ettiğim özlemek... Sahi bu kadar ağır mıydı özlemenin yükü yoksa bugün mü ağırlaşmıştı?
Aras'ın yokluğu her nefes alışımda ciğerime acımasızca saplanıyordu. Daha 5 dakika önce yanımdaydı, odamdaydı, parmak uçları tenimdeydi. Sanki.. Sanki kalbi kalbimdeydi. Uzun zamandır ilk kez bir olup bir olmuştuk. Ama bana karşı en ufak bir adım atmadı. Bende ona belli etmeden kokusunu ciğerlerime çeksem de ağzımdan sevgi dolu bir sözcük dökülmesine izin vermedim. Çünkü biliyordum; dün akşam ki kestaneyi benim için almış olabilirdi ama yaptığı her şey bebeği içindi.
Artık onun her şeyi değildim sadece bebeğinin annesiydim. En acısı da buydu sanırım. Yaptığı şeyleri benim için yaptığını düşünmek istesem de aslında bebek için yapmış olması. Evet, hislerimi inkar edemezdim. Karnımdaki minik mucizemi kıskanıyordum. Aras ona bir kez bile dokunmamışken onu benden üstte tutmasını kıskanıyordum. Sevdiğim adamın, en sevdiği şeyin ben olmasını istiyordum ve bu benim en doğal hakkımdı.
Elimi saçlarımın arasına geçirerek çekiştirdim. Her şey aklıma ve mantığıma oturmuştu. Beynimin almadığı tek şeyse öğürme sesimi odasından nasıl duyduğu ve nasıl bu kadar çabuk odama geldiğiydi. Kapının önünde yatmış olabilir miydi? Fikrime alayla güldüm. "Aras ve kapının önünde yatmak saçmalama istersen Sena." diye mırıldandım. Burnu yere düşse almayacak adam kapımda mı yatacaktı? Mümkün değildi.
Nasıl olduğunu merak etsem de bunu Aras'a sormaya asla cesaret edemedim. Duyacağım acımasızlık dolu cevabın ruhumda yeni bir yara açmasını istemediğim için aklımdan , kalbimden geçenleri inatçı bir öksürükten kurtulmak istercesine yutmak istedim, başaramadım. Boğazımın bir yerlerinde takıldı kaldı. Anlaşılan Aras'tan cevabını almadan da geçmeyecekti.
Derin bir nefes almak için pencereye doğru yürürken odanın kapısı çaldı. Gelenin Aras olmasını umarak beklenti dolu gözlerle kapıya bakıp "Gel" dedim. İçeriye Aras değil, Kadir geldi. Yüzüm istemsiz bir şekilde düşse de belli etmemeye çalıştım. Elinde ki telefonu bana uzatan Kadir "Yenge, Yavuz Abi seninle konuşmak istiyor." deyince şüpheli bakışlarım eşliğinde telefona uzandım. Yavuz, iş dışında beni aramazdı. Şimdi araması ise mantıksızdı çünkü ben bu evin mahkumuydum ve çalışmıyordum. Tereddütlü bir sesle "Efendim Yavuz." dedim.
"Canını sıkacak haberlerim var. Sinirlerine hakim olman lazım." diyerek söze girdi. Sesini normal tutmaya çalışsada her tınısında ki öfkeyi hissedebiliyordum. Duyacağım şeylerin Aras ile ilgili olmamasını dileyerek "Seni dinliyorum." yanıtını verdim. Bedenimde, ruhumda Aras ile ilgili bir olumsuzluğu kaldıramayacak kadar yorulmuştu.
"Sena, Savcı senin zorla tutulduğun ve zorla evlendirildiğin ile ilgili iddianame hazırlamış." deyince kan beynime sıçradı. Boşta olan elim yumruk şeklini alırken sinirle ofladım. Fırat vücuda yapışan iğrenç bir sülükten farksızdı. En azından sülüklerin sağlıksal açıdan faydası vardı, Fırat'ta oda yoktu. Safi zarardan başka bir şey değildi. Ne yaparsam yapayım yakamdan düşmemesi de iğrençliğinin cabasıydı. "Aras ile konuşacağız, adliyeye gidip ifadeni vereceksin. Senin içinde uygunsa eğer hazırlanmaya başla." deyince buruk bir tebessümle karşımdaki Kadir'e baktım.
"Aras evden çıkmama asla izin vermez Yavuz. İnadı ya da öfkesi yüzünden değil, dün olanlar yüzünden vermez." Dudaklarımı birbirine bastırıp düz bir çizgi almasını sağlarken kısa bir an sustum. Canımı acıtacak olan kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine hazır hissedince "Bebeğine zarar gelir diye izin vermez. Boşuna hazırlanmasam daha iyi olur sanki." dedim.
Burnundan hıhlayarak güldü. "Bebeği değil bebekleri demek istedin sanırım. Ve haklısın, Aras bu konuda sıkıntı çıkaracak farkındayız ama bir yolunu bulup halledeceğiz." Çoğul mu konuşmuştu o? Tek başına halletmeyecek miydi yani? Merakıma yenik düşerek "Halledeceğiz derken Yavuz? Hamdi Baba işin içine girmedi de bana lütfen." dedim. Fırat, Hamdi Babaların kahvaltı masasında Yiğitsoy ailesi ile ilgili kötü şeyler söylediği günden beri onları aynı cümlenin içinde bile yan yana getirmek istemezken böyle bir saçmalığın içerisine çekmek istemiyordum.
"Hamdi Baba değil, Yalçın Amir burada onunla halledeceğiz." deyince derin bir nefes verdim. En azından burada çuvallamamıştım. "Senin için sorun yoksa hazırlanmaya başla." deyince umutsuzca nefesimi verdim. Yavuz ile girdiğim tartışmayı kaybedeceğim belliydi. Sonuçta Aras'ı benden daha iyi tanıyordu. Karşı çıkmak yerine söylediklerini kabul etmek en mantıklı olanıydı. "Peki hazırlanıyorum." dedim.
"Tamam sonra görüşürüz." diyen Yavuz telefonu kapatınca elimdeki telefonu Kadir'e uzattım. Yüzüme kısa bir tebessümle bakan Kadir odadan çıkınca bende hazırlanmak için banyoya doğru yürüdüm. Ilık suyun altında kafamı toparlamaya çalışarak hızlı bir duş aldım. Sonrasında banyodan çıkıp üzerindeki bornozla gardırobun önüne doğru yürüdüm. Gardırobun önünde durup boy aynasında bornozlu görüntüme bakarken zihnim Aras'ın kokusuyla doldu. Yumuşak dokunuşlarını vücudumda hissettim.
"Keşke burada olsaydın da bornozu üzerimden çıkarma ve yataktan çıkamama sebebim sen olsaydın." diye mırıldandıktan sonra derin bir nefes aldım. Tenim Aras'ı hayal edince dahi alev alev yanmaya başlamıştı. Burada olsa kim bilir neler olurdu. Kuruyan boğazımı ıslattıktan sonra ciğerime sığmayan nefesimi yoluna sokmaya çalıştım. Aras burada yoktu ve asla da olmayacaktı. Fırat ile olacak yüzleşme öncesinde zihnimi bulandırmamam gerekiyordu.
Gözlerimi kapatıp kafamdaki düşüncelerden kurtulmak için başımı sağa sola salladım. Derin diyafram nefesleri sonrasında aklımı Fırat ile olacaklara yönlendirmeye çalıştım. Olmayacak olanla değil olacak olanla ilgilenmem gerekiyordu. Herkes için doğru olan buydu. Zihnimi Aras ile ilgili edepsiz düşüncelerden arındırarak hazırlanma işine koyuldum.
İndigo mavisi saten gömleğimi ve altına seçtiğim beyaz kumaş pantolonumu yatağın üzerine bıraktıktan sonra tekrar banyoya yöneldim. Çökmüş göz altlarımı ve yüzümün her zerresinden apaçık okunan mutsuzluğumu sağlam bir makyaj ile toparladım. Fırat ile karşılaşacaksam mental çöküşümü asla belli etmemen gerekiyordu. Onu çok iyi tanıyordum zekası ile alt edemediklerine yumuşak karnından saldırırdı ve bende yumuşak karnımı saklamak zorundaydım.
Saçlarımı düzleştirip sıkı bir at kuyruğu yaptım. Banyodaki işim bitince odaya doğru yöneldim. Yatağın üzerindeki kıyafetleri alıp üzerime geçirdim. Üzerimden çıkardığım Aras'ın tişörtünü katlayıp daha önce odasından gizlice aldığım sekiz tişörtün olduğu bölüme bıraktım. Evet, Aras'ın tişörtlerini çalıyordum ve bundan asla gocunmuyordum. Onun özlemini azda olsa odasından gizlice aldığım tişörtlerle bastırabiliyordum. Nedenini asla çözemesem de şal artık ona olan özlememi dindirmiyordu. Ona ait olan, kokusunu taşıyan bir eşyayı yanımda istiyordum.
Kıyafetlerime fazlasıyla uyumlu olan panduflarım ile birlikte merdivenlerden aşağıya inmek için odadan çıktım. Merdivenlere yönelip bir basamak indiğim esnada koşarak yukarı çıkan Kadir ile göz göze geldik. "Yenge bende senin yanına geliyordum. Yavuz Abi, Aras Abinin rızasını almış. Hazırsan çıkalım." deyince başımı sallayarak merdivenlerden iniyordum ki "Yenge, abimin odasındaki çekmece de senin adına ruhsatlı silah varmış, onu da yanına alacakmışsın. Ha bir de biber gazını." dedi.
Kaşlarım çatıldı. Benim adıma ruhsatlı silah mı çıkartmıştı? Ama aptallık bendeydi. Aras'ın beni tedbir almadan oraya göndermeyeceği belliydi, bunu düşünmem lazımdı. Gerçi düşünsem de ne değişecekti ki? Aras herhangi bir tedbir almadan beni oraya göndermemekte haklıydı. Evde bile güvenliğimizi sağlamadığını düşünüp kendini yerken Fırat'ın odasına tek göndermezdi.
Ama işin can yakıcı kısmı başkaydı. Odanın dışında olacaklar için Yavuz ve Yalçın'a güvenirken odanın içinde olabilecekler içinde bana güveniyordu. Benim tam aksime o bana her şartta güveniyordu. İndiğim bir basamağı çıkıp Aras'ın odasına yöneldim. Kapıyı usulca açarken Aras'ın kendine has kokusu burnuma doldu ve özlem yüzünden göğsüm sızladı. Akmaya hazır bekleyen yaşlarımı geri itip derin bir nefes aldım. Fırat ile karşılaşmadan önce duygularıma yenik düşemezdim.
Hızlıca silahı çekmeceden alıp koridora çıktım. Eğer odada biraz daha kalsaydım yaptıklarımın üzerime karabasan gibi çökmesine engel olamayacaktım. Elimdeki silahı daima çantam da taşıdığım biber gazının yanına yerleştirip merdivenlerden indim. Kapıdan dışarıya adımı mı atınca soğuk hava yüzümü yalayıp geçti. Esen sert rüzgar az da olsa kendime gelmemi sağlamıştı. Ciğerlerime temiz oksijen çekip arabaya geçtim. Yol boyu neler olabileceğini ve Fırat'ın nerelerden sıkıştırabileceği üzerinde düşündüm.
Adliyenin önüne geldiğimizde Kadir koşarak kapımı açtı. Araçtan inince Yalçın Amirle göz göze geldik. Gülümseyerek yanıma gelip sıkmam için elini uzattı. Sıcak gülümsemesine aynı içtenlikten karşılık verirken bende elimi uzattım. Beni rahatlatmaya çalışan bir tınıda "Merhaba Sena Hanım. Adliye içerisinde ki korumanız bize ait. Yol boyu gidiş gelişlerde de Yavuz'un önlem aldığını biliyorsunuzdur zaten." deyince "Evet" cevabını verdim.
Yavuz'un aldığı tedbirleri asla konuşmamıştık çünkü konuşmamıza gerek bile yoktu. Ona her konuda gözüm kapalı güvenebileceğimi biliyordum. Adliye koridorunda ilerlerken Yalçın "Bir şey olursa seslenmeniz yeter, Savcı odası dahi demeden içeriye gireriz." deyince gözlerimi devirdim. Sanırım bu adamlar benim Aras'tan önce de avukatlık yaptığımı ve kendimi kimseye ezdirmediğimi unutmuşlardı.
Tavrımı gören Yalçın mahcup olmuş yüzüyle bana baktı. "Ne kadar zeki bir avukat olduğunuzu biliyorum. Kendinizi ne kadar iyi savunabileceğinizi de biliyorum ama benimkisi de tedbir amaçlı." deyince gülümseyerek "Anlıyorum." dedim. Onları gerçekten anlıyordum. Emirleri bizzat Aras'tan alıyorlardı ve burada başıma gelebilecek herhangi bir sorunun hesabını da Aras'a vereceklerdi.
Konuşurken çoktan odanın önüne gelmiştik. Odanın önünde durup derin bir nefes aldım. Yalçın Amir'e tebessümle beraber baş selamı verip kapıya doğru yürüdüm. Aras onu vurduktan sonra Fırat'ın ne halde olduğunu merak etmekten kendimi alıkoyamamıştım. O dönemde herhangi bir haber kaynağına erişemediğim için neresinden vurulduğunu da öğrenememiştim. Gerçi haber kaynağına erişimim olsa da bu olayın haberlere çıkmayacağı su götürmez bir gerçekti.
Başka bir su götürmez gerçek ise Fırat'ın bu olay sonrasında bana saldırmaktan asla geri durmayacağıydı. Yaralı bir çakal herkese saldırırdı. Fırat'ın beni Aras'tan vuracağına emindim. Aramızdaki gerginliği bilip bilmediği konusunda fikrim olmasa da beni Aras ile ilgili başka bir noktadan vuracağını biliyordum. Ciğerlerimin kapasitesini zorlayacak derinlikte bir nefes daha aldım.
Kapıyı tıklattıktan sonra Fırat'ın şeytani "Gel." diyen sesini duydum. Kanlı oyun başlıyordu. Dikleştirdiğim omuzlarıma eşlik eden kendime güvenen bakışım ile kapıyı açıp içeriye girdim. Fırat koltuğa yaslanmış, pis bir sırıtma ile yüzüme baktı. Gözlerindeki eğlencenin altında yatan karanlığı daha ilk saniyeden iliklerime kadar hissettim. Zor bir oyun olacaktı.
Gülümsemesine aynı içtenlikle karşılık verirken neresinden vurulduğunu anlamak için vücudunda göz gezdirsem de anlayamadım. Gayet sağlıklı görünüyordu. Bir aylık süre toparlanması için fazlasıyla yetmiş üstüne artmış olmalıydı. Bakışlarımı sertleştirerek "Kaçırıldığım ile ilgili iddianame hazırlamışsınız Sayın Savcım. Sanırım ailem ile uğraşma cüretinde bulunmaktan asla vazgeçmeyeceksiniz." dedim.
Sözlerim sonrası gözlerinden bir parıltı geçti. Yüzündeki sırıtma alaylı bir ifadeye dönüşürken koltuğun başlığına dayadığı sağ kolunun eliyle çenesindeki yeni çıkan sakalları sıvazladı. "Sena Eroğlu." deyip duraksadı. Gözleri kısılırken "Yiğitsoy mu demeliydim." deyip büyüyen gülümsemesi ile bakmaya devam etti.
Bir cevap vermeye hazırlandığım esnada başını yana yatırıp alaycı bir tonlamada "Bakıyorum da sahibin tasmanı gevşetmiş, havalandırmaya çıkmana izin vermiş. Bu arada tasman nerede? Sakın kaybetme ha sahibin çok kızar." dedi.
Sinirden bütün vücudum alev almıştı. Elimdeki çantayı parmak boğumlarımı sızlatacak bir acıyla sıktım. Aras'ın çantama koydurduğu silahla Fırat'ı vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Aslında vurabilirdim. Sonuçta ben bir kez delirmiş biriydim bir kez daha delirip Fırat'ı alnının çatından vurabilirdim. Hem bunu sadece kendim için yapmayacaktım ki; adaleti Fırat gibi şerefsizlerden korumak için yapacaktım, babamla birlikte zehirledikleri gençler için yapacaktım. Onun ölümü insanlığın kurtulması için büyük bir şans olacaktı.
Beynimin derinliklerinden yükselen bir ses "Peki karnındaki masumun canı, hayatı ne olacak Sena? Onu akıl hastanesinde ya da cezaevinde mi büyüteceksin? Babasına kızdığın sonu sen mi yaşatacaksın?" diye sorunca düştüğüm öfke çukurundan azda olsa sıyrıldım. Bunu yapamazdım. Karnımdaki masum meleğe böyle bir sonu reva göremezdim. Ben hukuk insanıydım. Ben, insanları zekamla alt ederdim öfkemle değil. Şimdi de Fırat'ı kendi silahı ile vuracaktım.
Sesindeki küstahlığın tınısı artarken "Cevap vermeyecek misin Sena? Yoksa sahibin ondan habersiz konuşmanı da mı yasakladı?" sorunca dudaklarım ezici küçük bir tebessümle kıvrıldı. Başımı onun gibi yana yatırıp söylediklerini umursamadığımı belli eden ezici bir gülümseme ve umursamaz bir bakışlarla baktım.
"Neden olmasın Fırat." deyince kaşları çatıldı. Elimdeki çantayı rahat bir tavırla orta sehpanın üzerine bırakıp koltuğa oturduktan sonra arkama yaslanıp bacak bacak üzerine attım. "Yanlış anlama tasma olayı için söylemedim. Zira benim kocam senin sahiplerin gibi bana it muamelesi yapmıyor. Ama görüyorum ki beni buraya lüzumsuz yere çağırdığına göre Aras'tan aldığın son darbenin sonucu senin tasmanı sıkmışlar."
Çenesini öfkeyle sıkınca dişleri gıcırdadı. Masanın üzerinde her geldiğimde gözüme ilişen bibloyu elime aldım. Sanırım biblolara karşı anlam veremediğim bir takıntım vardı. Özellikle de büyükler gibi giydirilen çocuk biblolarına lakin bu şimdinin değil sonranın konusuydu. Şimdi kıran kırana geçecek olan bir oyunu daha doğrusu savaşı kazanmak zorundaydım.
Bibloyu elimde çevirirken yüzüne bile bakmaya gerek duymadan "Konuşma konusuna gelecek olursak da; Aras'tan izin alarak konuşmuyorum ama izin alsaydım da emin ol konuşmalarım kızacağı bir şeyden daha çok gurur duyacağı bir şey olur. Sonuçta ağzımdan çıkan her kelime ile bir böceğin daha çok ezilmesini sağlıyorum değil mi?" derken başımı yana çevirip kısık ama onun duyabileceği şekilde "Tabi daha ne kadar ezik olabilirsin orası da muamma ya?" dedim.
Burnundan öfkeli bir nefes verdi. Saldırmaya hazır bir boğa edasıyla bana bakarken ilk zaferimi kazanmış olmanın haklı gururuyla yüzüne baktım. Bibloyu aldığım yere bırakıp parmak uçlarımı yanağımda ritmik bir şekilde gezdirirken "Ne diyorduuukkk?" diye sordum. Çenesini kilitleyecek kadar sert sıkmak dışında tepki vermedi. Dudaklarımı çok hafif büzüp öne çıkardım. Birkaç saniye gözlerinin içine baktım. "Hah bana ne diyeceğini sormuştun. Sena Yiğitsoy diyebilirsin Fırat, sonuçta evli kadınlar eşlerinin soyadını kullanır öyle değil mi?"
Gözlerini öfkeyle kapatıp açtı. Masanın üzerindeki eli yumruk şeklini alırken sadece derin nefesler aldı. Eğer onu tanıyorsam ki çok iyi tanıyordum, yapacağı yeni hamlenin ne kadar ağır olabileceğini, nasıl canımı daha çok yakabileceğini hesaplıyordu. Ve tahminim doğruluğunu belli eder şekilde karanlık gözleri açıldı. Bakışlarında acımasızlığını belli eden ifadeler geçerken güldü.
"Sena.. Sena.. Sena.." Başını iki tarafına salladı. "Herkesi kandırabilirsin." derken işaret parmağını o çizerek bana doğru salladı. "Herkesi bu aptal ben artık Yiğitsoy'um numarasına inandırabilirsin ama beni asla." Dikleştiği koltukta arkasına yaslandı. Küçümseyici tavırla beni süzerken "Sen hiç aynada kendine baktın mı?" diye sordu.
Evet bakmıştım. Buraya gelmeden önce ne kadar çöktüğümü fark ettiğim için tonlarca da makyaj yapmıştım. İğneleyici gülüşü derinleşti. "Yüzüne yaptığın makyajın gerçek hislerini saklayacağını mı düşündün? Çocukluğundan beri seninle yaşayan, seninle büyüyen benim, senin neler yaşadığını ve hissettiğini anlamayacağımı mı düşündün?"
Boğazım bir el tarafından sıkılmaya başladı. Kendimi köşeye sıkılıyormuş gibi hissediyordum. Kazanmaya başladığım oyunu kaybediyordum. Fırat beni çok iyi tanırdı. Abimden ve elbette ki Aras'tan sonra halimi tavrımı en iyi o bilirdi. Bu aptal iyiyim ayaklarıyla onu kandıramayacağımı bilmem lazımdı. Yine de düştüğüm durumu saklamaya çalışarak omzumu dikleştirip ona baktım. "Neyden bahsettiğini bilmiyorum Fırat. Sanırım bir yanlış anlaşılma oldu aramızda."
"Hadi ama Sena yeme beni. Çökmüş göz altların, uykusuz bakışların, yorgun duruşun, dik tutmaya çalıştığın halde aslında ne kadar zavallı durumda olduğunu gösteren düşük omuzların ve daha sayamadığım bir sürü şey. Hepsinin anlamı belli. SEN. YİĞİTSOY. FALAN. DEĞİLSİN. ASLA DA OLAMAYACAKSIN." deyince nefes bile alamadım ama ruhum yerinden çıkacak gibi oldu. Sözlerinde haklıydı.
Gerçekten de bir zavallıydım. Sevdiğim adam yüzüme bakmıyordu. Bana aşık olduğu için değil bebeğine bir şey olacak diye benimle ilgilenip yanımda duruyordu. Benden o kadar nefret ediyordu ki yüzümü görmemek için eve bile uğramıyordu. Doğurduğum gibi bebeğimi benden alacağını söylemekten asla geri durmuyordu ki alacaktı da. Her şeyin üzerine bir de bebeğimi öldürmeye kalkan caninin tekiydim. Karıncayı bile incitemeyen ben kendi bebeğimin ölüm fermanını imzalamıştım. Fırat söylediği her şeyde sonuna kadar haklıydı.
Yanan gözlerimi ve acı içerisinde kıvranan kalbimi görmezden gelmeye çalışarak derin bir nefes aldım. Fırat'ın sözlerinin saçma olduğunu ispatlayacak bir şey düşünmeye çalıştım. Kendim için olmasa bile soyadına sahip olduğum ailenin itibarı için bu şerefsize pabuç bırakmayacaktım. Aklıma gelen şeyle yüzümde sahte bir gülümseme belirdi. "Fırat." dedikten sonra karnımı okşadım. "Sanırım bebeğimin olacağından haberin yok."
Bakışlarında en ufak bir şaşkınlık belirtisi olmadı. Tabi ki de haberi vardı, o Kulaksızın adamıydı ve belki de onun talimatı ile kutuyu bana bizzat kendisi göndermişti. "Bebekler ilk aylarda ne yazık ki mide bulantısına sebep oluyor. Bende haliyle sürekli kusuyorum ve bu duruma da yine ne yazık ki Aras'ın yapabileceği bir şeyde yok." Doğru söyleyip söylemediğimi tartan Fırat'ın gözlerinin içine baktım. Burada onu boğup arkama bakmadan çekip gitmek için nelerimi vermezdim.
Sahte gülümsemem yüzümde yayılırken "Yani haksızsın diyemeyeceğim. Sürekli kustuğum için uykusuz ve yorgunum." dedim. Baştan aşağıya beni süzmeye devam ediyordu. Beden dili okumayı çok iyi bilirdi ve beden dilimde bir açığımı yakalamaya çalışıyordu. "Senin anlayacağın zavallı değil, sevdiği adamdan olan çocuğunun doğacağı günü bekleyen mutlu ve yorgun bir anne adayıyım."
Dudakları aşağıya doğru büzüldü. Kaşları havalandı ve başını aşağı yukarı salladı. "Demek Yiğitsoy, ona inanmadığın halde seni affetti öyle mi? O teknede içeriye bakma zahmetine bile girmediğin halde ona bir gram güveni olmayan seni affetti." deyince gözlerim yuvalarından fırlarcasına açıldı. Nereden biliyordu? Orada yaşananları nereden biliyordu? Benim Aras'a bakmaya gerek duymadan hüküm verdiğimi nereden biliyordu?
"Nasıl da inanmadın ama ona? Sadece birkaç kez gördüğün ama selam bile alıp vermediğin kadının sözlerine inanıp Aras'ı sorgulama gereği dahi duymadan nasıl çekip gittin?" Burnundan güldü. "Lafa gelince 13 yıldır seviyorum, onun için ölüyorum dediğin adama bile güvenmeyi daha bilmiyormuşsun ki sen." duraksayıp alayla sırıttı. "Yağmurda ıslanan mağdur kedi yavruları gibi kendine acıyarak çekip gitmen hala gözümün önünden gitmiyor."
Şaşkınlığımın her zerresini hissedebileceği sesimle "Sen? Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordum. Odayı inletecek kadar gür bir kahkaha attı. "Çünkü orada bende vardım Sena." Dediklerini idrak edemiyordum. Başımın içi panayır alanına dönmüştü. Fırat orada yoktu, o lanet teknenin çevresinde onu görmemiştim. Başımı hiddetle iki yana sallarken "Yalan söylüyorsun. Buket sana olanları anlattı sende gördüm diye bana yalan söylüyorsun." dedim.
Dudakları tek çizgi halini alıp başını hayır anlamında iki yana sallarken "Bizzat kendi gözlerimle gördüm. Yoksa bu durumdan bu kadar keyif almış olur muydum?" dedi. Beni görmüştü, oradaydı ve benim neler söylediğimi duymuştu. O zaman Buket'i de oraya Fırat çağırmıştı. Ama bu olamazdı, Aras kendisinin çağırdığını itiraf etmişti. Beynimin içinde şimşek çaktı. Aras, Buket'i çağırdığını söylemişti evet ama iletişim kurmaya çalışanın kim olduğunu asla söylememişti.
Biraz önceki şok dalgası yerini öfkeye bıraktı. Bize kumpas kurmuştu. Ayrılmamız için her şeyi o ayarlamıştı. Sıktığım dişlerimin arasından "Buket'i, Aras'a sen gönderdin değil mi? Onun Aras'a ulaşmasını sen sağladı?" deyince bilmiş bir edayla başını hafif ritimlerle salladı. Aptaldım ben. Gözümün önündeki düşmanı göremeyecek kadar aptaldım. Bize oyun oynamıştı ve bende aptal gibi onun oyununa gelmiştim. Aras bana kızmakta haklıydı. Ona güvenmediğimi o kadar açık etmiştim ki düşmanlarının eline koz vermiştim.
Elini şıklatırken "Bingo!" diye bağırdı. Eğlenen bakışları ile beni süzdü. "Beynin çalışmaya başladı Sena. Ama sanırım geç kaldın çünkü bana bakan gözlerinden ne kadar saklamak istesen de Aras'ı kaybettiğini görebiliyorum." deyince dudaklarım itiraz etmek için aralansa da işaret parmağını dudaklarının üzerine götürüp "Şşşş daha hikayemize yeni başlıyoruz. Ne söyleyeceksen biriktirip en sonra söylersin." diyerek göz kırptı.
Duyacaklarıma hazırlanmak için ona belli etmeden yutkundum. Zaten vicdanımın yükü yaşamama, boğazımdaki yumru ise nefes almama engel olurken duyacaklarım sonrası kim bilir ne hale gelecektim. Soğuk, hesapçı bir bakışla beni izleyen Fırat keyifli bir iç çekti. "Biliyor musun aslında planımın işleyip işlemeyeceğini bile bilmiyordum. Buket'in Aras'a ulaşmasını, Aras'ın onu tekneye davet etmesini sağlamıştım ama senin aksine ben Buket ile yatmayacağına adım kadar emindim."
Boynuma bir ilmek geçirildi. Ben sevdiğim adamın beni aldatmayacağına emin değilken, onu yargısız infaz etmişken düşmanı onun sadakatinden emindi. Onun sadakatinden o kadar emindi ki kendi yaptığı planın tutmayacağını düşünüyordu. Boynumdaki ilmek soğuk, acımasız bir el tarafından sıkıldı. Nefesim bir yerlerde tıkanıp kaldı, Aras'a olan öfkemle atan kalbim birkaç saniye durdu ve kendimden nefret ederek çalışmaya başladı.
Eğlenen bakışlarına keyif aldığını belli eden küçük kahkahası eklenen Fırat "Kabul et Sena bu kadar aptal olduğun için kendinden nefret ediyorsun." deyince dişlerimi daha da sıkmak dışında bir tepki vermedim. Umarım buralardan dişlerim sağlam bir şekilde çıkabilirdim çünkü hamileyken diş tedavisi yaptırmak sıkıntılı bir süreçti. Beynimin derinlerinden sinirli bir ses duydum. "Saçmalamayı kes artık. Vicdan azabından ölmek üzeresin ve karşında seni çok iyi tanıyan, zaaflarını çok iyi bilen azılı düşmanınla karşı karşıyasın , hemen kendine gel."
İç sesimin verdiği uyarı sonrasında oturduğum yerden doğruldum. Fırat'ın gözlerinin içine devam etmesini isteyerek baktım. Burnunu kırıştırdı. "Ama sonra sen işimi kolaylaştırdın Sena. Aras çekip gittikten sonra bütün ümitlerim yerle bir olsa da tekneye gelişinle her şey yoluna girdi. Buket ile süren sevişmemiz sonrasında." deyince sabah midemde kalan birkaç parça şeyinde yukarı çıktığını hissettim. Kusma güdümü güçlülükle bastırmaya çalışırken yüzüm buruştu.
Gözümün önüne dün okuduğum gazetedeki haber düştü. Aras tekneyi bu yüzden yakmıştı. Fırat ve Buket'in iğrenç birleşmesi onun midesini da alt üst etmiş olacak ki tekneyi düşünmeden gözden çıkarmıştı. Böyle iğrenç bir durum ile karşı karşıya kalınca kim olsa Aras'ın verdiği tepkiyi verirdi. Buruşan yüzüm aklımdan geçenlerle daha da buruştu. Damarlarıma kadar tiksinti hissettim.
Fırat ise arsız bir gülümsemesiyle "Sen tekneye geldin. Buket, senin geldiğini görünce telaşlandı. Burada bizi bu halde gördüğünde Aras'ın ve elbette ki senin neler olduğunu öğreneceğinizi ve başının bu yüzden belaya gireceğini düşündü." deyip oturduğu koltuktan masaya doğru eğildi. Bir kolunu masanın üzerine yerleştirirken boşta kalan elinin baş parmağını bana doğru salladı. "Ama ben senin Aras'a değil bize inanacağına emindim. Onu görmeye bile tenezzül etmeyeceğine emindim. Çünkü babasının bile sevemediği kızı kimse sevemezdi, yanılıyor muyum?"
Zehirli okunu atmıştı işte. Beni bin parçaya bölecek cümleyi söylemişti. Babamın "ABİNDE ÖLDÜ SENİ HANGİ ERKEK SEVSİN!" diyen acımasız sözleri beynimin içinde yankılandı. Abim ölmüştü ama babam vardı değil mi? Beni sevip koruyacak dağ gibi babam vardı. Abim gibi düştüğümde yaralarımı saracak babam vardı. Öyle olmalıydı değil mi? Ama olmadı.
Babamın, abimin ölümünden önce abim üzerinden planlar kursada bir noktada beni işlerin içine çekeceğini biliyordum. Güzeldim, akıllıydım ve en önemlisi ise ailemi kurtaracak kadar gözüm karaydı. Belki bir yerde planlara dahil olacağımı bildiğim için Selim karşıma çıkana kadar kimseye kalbimi açmaya cesaret edememiştim. Sadece gönül eğlendirip geçmiş, onları sevmeyi aklıma bile getirmemiştim. Kim bilir....
Abimin ölümünden sonra aklımdaki senaryo karşıma tamda düşündüğüm gibi dikildi. Babam abimin ölümünden sonra sarsılan prestijini kurtarmak için beni güçlü bir aileye nasıl yamayabileceğini düşünmek dışında bir şey yapmadı. Tek beklediği okulumun bitmesiydi. Hamdi Baba söyleyene kadar düşündüğü adayın Fırat olduğu da aklımın ucundan bile geçmemişti.
Babam, abimin ölümünden bir gün sonra baskılarını hissettirmeye başlamıştı. O zamanlar görünen oydu ki evlenmekten başka çarem yoktu. Çünkü beni kurtarabilecek bir abim de yoktu artık. Yeliz dışında kimsem yoktu ve oda bir erkek değil kadındı. Babam haklı çıkmıştı beni seven bir erkek olmayacaktı. Bu yalanına beni inandırmayı az bir süre de olsa başarmıştı. Ta ki karşıma Selim çıkana kadar... Selim'i elimden aldığına göre anlaşılan beni bu sevgiye de layık görememişti..
Fırat acımasız sesiyle "Baban seni neden sevmedi Sena?" diye sordu. Konuşması yüzünden zaten dağılmışken sorusuyla aklıma gelen anılar nedeniyle kalbim bin parçaya bölündü ve her parça ruhumda kapanmaz derin yaralar açtı. Zihnim en acı anılarımdan biriyle doldu. 12 yaşıma kadar ömrümü abime, babamın beni, bizi ne zaman seveceğini sorarak geçirmiştim.. Abimse her seferinde dolan gözleriyle bana bakıp titreyen elleriyle saçlarımı okşayıp "Ben seviyorum ya meleğim yetmez mi?" diye cevap vermişti.
Yetmişti de.. Abim ölene kadar yetmişti. Babamın yokluğunu, bir erkeğin beni sevmesinin eksikliğini asla hissetmemiştim. Evet, şımarık, uçarı bir dönemden geçmiştim ama bunların hepsi paranın verdiği rahatlıktandı, sevgisizlikle alakası yoktu. Abim beni sevince eksik bir yanım kalmıyordu. Abim beni seviyorsa; ben sevilebilirim demekti. Ya da ben öyle düşünüp öyle olduğuna ikna etmiştim kendimi.
Son olaylar yanıldığımın en büyük kanıtıydı. Aras'a güvenmememin, güvenemememin sebebi baba sevgisinden mahrum kalmaktı. Bir kızı babası sevmezse, arkasında durmazsa, güvendiği dağ olmazsa bunları onun için kim yapardı ya da neden yapardı? Zihnimde ki cevabım; abim ve sevdiğim adam yapar olsa da bilinçaltımdaki cevap çok farklı ve çok acımasızdı. HİÇ KİMSE..
Biz babası tarafından sevilmeyen, ellerinden tutulup çikolata almaya götürülmeyen başı sevgiyle bir kez olsun okşanmayan ve ben arkandayım lafını bir kez dahi duyamayan kızlar böyle yarım, böyle özgüvensizdik işte. Bizim için canını ortaya koyacak adamların sevgisinden, sadakatinden dahi şüphe ederdik. Tıpkı benim ettiğim gibi. Ve bu gerçeği de bir olayla yüzümüze vurulana kadar asla anlamazdık. Tıpkı benim Aras'ı kaybettikten sonra anladığım gibi..
Dolan gözlerimi başka tarafa çevirip hızla sildim. Kendimi toparlamak için derin birkaç nefes alıp kendimi hazır hissedince Fırat'a döndüm. "Buradan mı vuracaksın beni? Aras'tan vurdun yıkmayı beceremedin ölen abimden ve baba demeye utandığım adamdan mı vurup yıkmaya çalışacaksın Fırat." Gözlerine pişmanlık çökerken omuzlarımı yukarı çektim. "Senin adına üzgünüm ama ben babam tarafından sevilmediğimin doğduğum günden bu yana farkındayım zaten yani boşuna uğraşma canım acımayacak kadar çok yandı."
Sesindeki nefret kaybolurken "Sena ben." dese de elimi kaldırıp susmasını sağladım. Sağ elimin tırnağını sol avcuma geçirdim. Çok sert bastırdığım için ince bir sızı geçti, önemsemedim. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp boğazımda hazırda bekleyen hıçkırığımı yutkunarak bastırdım. "Canın yanmıyorsa neden ağlıyorsun diye sorarsan da sizin bu iğrenç dünyanız yüzünden abimi kaybettiğim için ağlıyorum. Çünkü o, bu hayatta tanıdığım en masum insandı ve sizin dünyanızda ölmeyi asla hak etmedi."
Koltuğundan hızla kalkan Fırat karşımdaki koltuğa geldi. Koltuğun ucuna oturup birbirine bağlı olan ellerimi tutmaya yeltenince kendimi geri çektim. Yavaşça geri çekildi. Sakinleştirmek isteyen sesiyle "Tamam dokunmuyorum." deyip yüzüme bakmaya devam etti. Bir süre ikimizde sustuk. Uzun zamandır geçmişim yüzünden ilk kez bu kadar derinlerimde hissettiğim acıdan kurtulmak isteyerek titrek bir nefes aldım.
Darmadağın olan kendimi az da olsa toparladıktan sonra sert bir tonda "Ailem hakkında canımı yakman bittiğine göre asıl konumuza gelelim Fırat. Beni neden çağırdın? Neden kaçırıldığım ile ilgili iddianame hazırladın?" diye sordum. Gözlerime hala hüzünlü bakıyordu. Canımı, abimle ilgili yaktığına pişman olmuş gibi dursa da samimiyetine zerrece inanamıyordum.
Kabullenmek istemesem de bu gün anlamıştım ki Fırat şımarık bir çocuktan farksızdı. İstediğini alamadığında kırıp döküyor ve can yakmaktan asla geri kalmıyordu. "Aras gibi." diyen iç sesime anında karşı çıktım. Aras ile farklılardı. Aras; zorla masumiyetini, iyi niyetini kaybetmiş bir adamdı, kötülüğü seçmemiş mecbur bırakılmıştı. Fırat ise hırslarına yenik düşen, bencil, ruhsuz ve en önemlisi de mesleğini kötüye kullanan şerefsizin tekiydi. Aras ile asla aynı olamazdı.
Bakışlarımdaki netliği fark eden Fırat adem elmasını yerinden oynatacak bir şiddette yutkunduktan sonra başını sallayarak olduğu yerden kalktı. Masasına geçip dizüstü bilgisayarının kapağını açtı. Anlaşılan ifadeyi kalemine aldırmak yerine kendisi alacaktı. Açılan ekrana boş gözlerle bakarken zihnindekileri toparlamak istiyor gibi bir hali vardı. Sessizce onu bekledim. Zaten sessiz olmak dışında da bir seçeneğim yokmuş gibi hissediyordum. Konuşmak içimden gelmiyordu.
Sesli bir nefes alan Fırat "Sena Eroğlu" diye cümleye başlayınca sözünü kestim. "Sayın Savcım, Sena Eroğlu değil Sena Yiğitsoy olacak." Gözlerindeki merhamet ve pişmanlık bulutları dağılırken öfkenin neden olduğu şimşek çaktı. Dişlerini olanca gücüyle sıkınca yanaklarındaki kemikler belirginleşti. Sıktığı dişlerinin arasından "Peki. Sena Yiğitsoy olsun benim için fark etmez. Mühim olan senin adaleti yanıltmayacak cevaplar vermen." dedi.
Gözlerini gözlerime dikti. "Aras Yiğitsoy'un evinde zorla mı tutuluyorsun? Onunla zorla mı evlenmek zorunda kaldın?" diye sordu. Soruyu öyle bir tınıda sormuştu ki sanki o evde yaşadığım her şeyi biliyordu da benim ağzımdan duymaya çalışıyor gibiydi. Gözlerine daha dikkatli baktım. Bakışlarında ki öfkenin ardında bir şeyler bildiğini belli eden parıltı vardı. Aklıma evin içerisinden ya da kapıdaki birisinden haber alıyor olma ihtimali geldi. Bunu daha sonra Yavuz'a söylemeyi aklımın bir köşesine not ederek Fırat'a cevap vermek için kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum.
"Hayır. Aras ile zorla evlenmedim. Evinde de zorla kalmıyorum. Hamileyim ve bu haberi alınca yaşadıklarımıza sünger çekip evlenme kararı verdik. Gerçi ben sana bunları mahkeme günü de söylemiştim. Bebek haberi sonrasında bu kararı bekliyor olman gerekirdi." Üstün bir bakış attım. "İkimizde fazlasıyla yıprandık artık mutlu olmak bizim de hakkımız öyle değil mi?"
Cevap vermeden önündeki klavyenin tuşlarına hırsla basmaya devam etti. Yazması gerekenleri yazıp başını bana çevirdi. "Seni, Çağlar Kortürk'ün kliniğinden baygın halde çıkaran Aras'ı gördüklerine dair şahitlik eden birkaç insan var bu duruma ne diyeceksin." İyi hazırlanmıştı. Beni köşeye sıkıştırabilmek için bulabileceği her yolu bulmuş, görüşebileceği her insanla görüşmüştü ama bu söyledikleri bir şeyi ispatlamazdı.
"Senin yaptığın iğrenç plan sonrasında sen gibi iğrenç bir insana dönüşüp" derken yüzüm ne kadar buruşabilirse o kadar buruştu. "Bende masum bir canı almaya kalktım. Lakin sonrasında vazgeçtim." Ne büyük yalancıydım ama.. Bebeğimden son anda bile vazgeçmekten geri durmamıştım. "Son anda bunu söylemişim. Onlarda çantamdaki telefondan Aras'ı bulup aramışlar ve beni almasını söylemişler." deyince inanmayan bakışlarını üzerimde gezdirip tek kaşını kaldırdı.
Dudakları aşağıya doğru büzüldü. Ellerini birbirine kenetleyip önüne koydu. "Çağlar'ın sekreteri Aras'ın kliniğe öfkeyle girdiğini söyledi. Eğer işlem yapılmış olsaydı orada onları öldürecek kadar gözünün döndüğünü de söyledi. Peki buna ne diyeceksin?" Sorduğu soruyla odada ki ağır hava daha da ağırlaştı. Sauna da kalmışım gibi boynumdan aşağıya birkaç ter damlası süzüldü. Buradan çıkınca yapacağım şeylerden birisi de Çağlar'ı arayıp sekreterini kovmasını söylemek olacaktı.
Neyse ki Fırat'ın sözleri beni köşeye sıkıştıracak türden değildi. Söyledikleri ile Aras'ı suçlu çıkaramazdı. Lakin biraz daha burada kalırsam ya Fırat'a açık verecektim ya da çekip vuracaktım. Sesimi kontrollü çıkarmaya çalışarak "Savcım, sanırım varsayımlardan devam edeceksiniz ama sizde biliyorsunuz ki suç gerçekleşmeden varsayımlarınız pek işe yaramaz. Aras o klinikte kimseyi öldürmediğine göre ve bende kendi rızam ile gittiğimi söylediğime göre biz hala neyi tartışıyoruz anlayamadım." dedim.
Masanın üzerinden bir kalem alıp çenesine sürttü. Daha sonrasında da yavaş dokunuşlarla çenesine vurdu. Gergin geçen yaklaşık bir dakikanın ardından bana dikkatle bakarken kalemi masanın üzerine bıraktı. "Haklısınız Avukat Hanım. Bir mafya avukatından sahibini satmasını beklemek ve onu içine düştüğü bataklıktan kurtarmaya çabalamak benim hatam. Görüyorum ki siz layık olduğunuz muameleyi görüyorsunuz."
Sinirden titremeye başlayan bedenime güç bela engel oldum. Beni aşağılayarak kurtarmaya çalışmak kaçıncı seviye bir şerefsizlikti acaba? Daha fazla odada kalmak istemediğim ve Fırat'a da beni sinirlendirmenin keyfini yaşatmak istemediğim için koltuktan kalktım. Masanın üzerindeki çantamı alıp yüzüne baktım. "Kimsenin beni korumasına ihtiyacım yok. Ben ejderha tarafından kaçırılan zavallı prenses değilim. Kendi göbeğimin bağını kendim kesebilecek kadar güçlüyüm."
Öfkeden yanan gözlerimi kapatıp açtım. "Şimdi asılsız suçlamalarınız bittiyse gidiyorum. Bir daha da asılsız iddialarınızla beni ya da ailemi uğraştırmazsanız sevinirim." Fırat sert çıkışımı beklemiyor olacaktı ki birkaç saniyeliğine olsa da afalladı. Sonrasında ise hızla kendisini toparlayıp içindeki öfke volkanının ateşini gözleriyle ok gibi üzerime fırlatmaya başladı. Sinirlenmesi gereken bendim ama bana nefret kusan bakışları atan oydu.
Ayağımla ritim tutarken ağırlığımı birinden diğerine verdim. Şu lanet odadan bir an önce çıkmak istiyordum ama Fırat'ın aralanan dudakları buna müsaade etmeyeceğini gösteriyordu. "Yine haklısın Sena. Sen babanın kızısın. Baban nasıl abini ölüme götürdüyse, onun kanını ellerine bulaştırdıysa sende abinden daha masum olan bebeğin için aynı şeyi yaptın. Saçma sapan öfken yüzünden masum bir bebeğin canını almaya kalktın. Kendi bebeğine bunu yapan eminim düşmanlarına daha fazlasını yapar."
Artık paramparça olan sadece kalbim değildi. Fırat'ın sözleriyle masum olduğunu, aydınlıkta olduğunu düşündüğüm kızda ölmüştü. İstemsizce gözüm ellerime kaydı. Kısacık bir yanılsama ile ellerimdeki kanı gördüm. İçimden büyük bir üşüme dalgası geçerken olduğum yerde irkildim. Az kalsın elimdeki çantayı düşürecektim. Fark ettiğim gerçekler ciğerimde bir düğüm haline geldi. Nefes almak için çaba dahi harcamadım. Fırat haklıydı. Senelerce abimin yasını tutarken ondan daha masum bir canı ölüme götürecek kadar lanet biriydim.
Dolan gözlerimi görmemesi için onu orada bırakıp kapıya yöneldim. Elim kapı kulpundayken Fırat'ın "Seni asla affetmeyecek." diyen sesiyle durdum. "Bebeğini öldürmek isteyen kadını affetmeyecek." deyince hışımla ondan tarafa döndüm. Gördüğü ya da göreceği yaşlar umurumda bile değildi. Oturduğu koltuktan kalkmış elleri cebinde küstah bir tavırla bana bakıyordu. Dudaklarındaki gülümseme ruhumu ezerek daha da büyüdü. Beni eze eze savaşı kazanmıştı.
"Seni asla affetmeyecek Sena. 1 aydır yüzüne bakmadığı gibi bir ömürde yüzüne bakmayacak." Parmağıyla karnımı işaret etti. "Karnındaki olmasaydı eğer o tekneden sonra yüzünü bir ömür görmene de izin vermeyecekti. Ama karnındaki sayesinde 6 ay daha yanında kalabileceksin. Sonrasında bebeğini alıp seni bir paçavra gibi köşeye atacak. Çünkü sen ona güvenmeyerek bu sonu kendi ellerinle hazırladın." Vücudum yanıyordu ve her an bir yere yığılacakmışım gibi hissediyordum.
Öne doğru birkaç adım attı. Başını yana yatırdı. Dudağının köşesi keyifli bir gülümseme ile büküldü. "Biliyor musun? Aras'ın yaptıklarım sonrasında lanet kafasına sıkıp defolup gideceğini düşünüyordum. Ama yanılmışım. Sen ondan daha zayıf olan halkaymışsın. Onun sana güvendiği gibi asla ona güvenemeyen hatta kendisine bile güveni olmayan zayıf halka." Kaşları hafifçe havalandı. "Sanırım Aras'ın ölümüne değil de bebeği ve sevdiği adam hayatından çıktıktan sonra delirecek olan senin hastane ziyaretlerine kendimi hazırlamalıyım."
Boğazımda bir düğüm oluştu. Söyledikleriyle nefes almayı dahi unutmuştum. Dünya durdu. Kuşların cıvıltısı, odadaki tik tak öten saatin sesi, araba kornaları sustu. Sesler önemini yitirdi tıpkı içimin kıpır kıpır olmasını sağlayan renkler gibi. Her yer simsiyah oldu. Ruhum bedenimi terk edip ücra bir köşede ölümü beklemeye başladı. Lakin burada yıkılamazdım. Yüzüme kazandığı zaferin coşkusuyla bakan bu pisliğin önünden yıkılamazdım.
Omuzlarımı dikleştirip yanaklarımdan aşağıya süzülen yaşları hırsla sildim. Kaybolan sesimi olabildiğince güçlü çıkarmayı umarak meydan okuyan gözlerimi gözlerine diktim. "Rüyanda bile göremezsin. Ben, bebeğim ve Aras senin söylediklerinin aksine mutlu olacağız." Arkamı dönmek için başımı çeviriyordum ki aklıma gelen şeyle dudaklarım kıvrıldı. "Bu arada istersen eski terapistimin numarasını verebilirim. Kafanın içinde kurduğun gerçeklik payı olmayan şeylerden kurtulman konusunda yardımcı olur. Zira bu şekilde gidersen benim kapatılmamı beklediğin kliniğe kendin kapatılacaksın."
Biraz önce yanıma gelirken ve giderken aksayan sağ bacağına baktım. Aras diz kapaklarından vurmuş olmalıydı. "Tabi Aras bu sefer dizine değil de kafana sıkmazsa." deyip kapının kolunu bastırdım ve hızla odadan kendimi dışarı attım. Biraz önce bir Savcıyı kafasına sıkmakla tehdit etmiştim. Hem de bunun gerçek olmasını umarak tehdit etmiştim. Çünkü gerçekten Aras'ın, onun minik beynini dağıtmasını istiyordum.
Kapıdan çıktığımı gören Yalçın koşarak yanıma geldi. Endişeli sesiyle "İyi misin?" diye sorunca elimin tersiyle yüzümü silip "İyiyim." diye fısıldadım. Yüzü öfkeden kaskatı kesilirken "Şimdi siktim belanı." diyerek odaya girmek için bir adım atmıştı ki kolundan tuttum. Titremesine engel olamadığım sesimle "Lütfen gidelim." dedim. Bir odaya bir bana bakınca "Lütfen" diye tekrar fısıldadım. Başını tamam anlamında sallayıp yürümem için eliyle işaret etti.
Koridor boyu hızlı adımlarla ilerlerken Fırat'ın koridorda olan onca insanı umursamayarak "Anne olmana dahi izin vermeyecek adama çok güveniyorsun." diye bağıran sesi yankılandı. Kalbim deli gibi atarken ona cevap vermek için yanıp tutuşsam da bir şey yapmadan yoluma baktım. Çünkü bu yaptığının sebebini biliyordum. Beni kapıda bekleyen Yalçın'ın, Aras'a haber vermesini sağlayacak sonrasında da Adliye de herkesin gözünün önünde Aras onu vuracaktı. Fırat, vücuduna giren kurşun sonrası ölüp gidecekti ama laneti de bizimle yaşayacaktı.
Adliyeden hızla çıkıp Kadir'in önünde beklediği araca doğru yürüdüm. Araca yaklaşırken bir gariplik olduğunu anlayan Kadir koşarak yanıma gelip "Yenge iyi misin?" diye sorunca başımı salladım. Son kalan gücümle arkama baktım. Kapıdaki sivil memurlara bir şeyler söyleyen Yalçın onu beklediğimi anlayınca onları bırakıp yanıma geldi. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp derin bir nefe aldım.
"Yalçın Bey söylememe gerek yok diye düşünüyorum ama içimin rahat etmesi için söylemek istedim. Bu olanlardan, Fırat'ın koridordaki bağırmasından Aras'ın haberi olmayacak." deyince gözlerinde korku belirdi. Sesli bir yutkunma sonrasında "Yenge yapamam." cevabını verdi. Kendini açıklamak için daha fazla konuşmak istese de müsaade etmedim. "Aras, o konuşmayı duyarsa buraya gelir ve Fırat'ı vurur. Buna ne siz ne de ben engel olamayız. Bütün sorumluluk bana ait bırakın ben akşam Yavuz ile konuşayım oda gerektiği şekilde Aras ile konuşsun."
Tereddütlü bakışları bir süre üzerimde gezindi. Söylediklerim kafasına yatmış olacak ki nefesini verirken tamam anlamında başını salladı. Fısıltı gibi çıkan sesimle "Teşekkür ederim." yanıtını verip beni daha fazla taşımaya gücü olmayan dizlerimin sinyalini dikkate alarak arabaya geçtim. Hemen ardımdan kapıyı kapatan Kadir sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Yol boyu göz sürekli bana baksa da tek kelime etmedi. Zaten bir şey söylese ciğerlerim parçalanırcasına ağlamak dışında en ufak bir cevap veremezdim.
Ne kadar sürdüğünü anlamadığım yolculuk sonrasında araba evin önünde durdu. Güçlülükle araçtan inip titreyen bacaklarıma aldırmadan eve doğru yürüdüm. Fırat'ın söyledikleri bedenimi tüketen zehir misali kafamın içerisinde dönüp duruyordu. "SENİ ASLA AFFETMEYECEK. BEBEĞİNİ ELİNDEN ALACAK! ABİNDEN DAHA MASUM BİRİNİ ÖLDÜRMEYE KALKTIN!" Dudaklarından dökülen her cümle zihnimde birbiri ardına yankılanıyordu ve ben onları susturamıyordum.
Evin kapısı açıldı. Aysel Abla şefkatle yüzüme bakarken halimi görünce endişeyle beni süzdü. Panik dolu sesiyle "İyi misin kızım?" diye sorunca başımı sallamakla yetindim. Gerçekten iyi miydim? Elbette değildim. Hatta bok gibiydim, berbattım, iğrençtim. Kafamın içinde susmayan Fırat'ın sesi, yaptıklarımı yüzüme vuran vicdanım ve Aras'ın beni sevmediğini, onu kırıp paramparça ettiğimi söyleyen kalbim varken nasıl iyi olabilirdim ki?
"Kış bahçesinde Yeliz kızımla Yavuz Bey var çağırayım da gelsinler mi?" diyen Aysel Ablaya yine başımı sallayarak cevap verdim. İşin aslı kimseyi yanımda istemiyordum. Yalnız kalıp, tek başıma günahlarımın cezasını çekmek istiyordum. Yapayalnız bu evde geberip gitmek istiyordum. Ağır geliyordu her şey. Hem de çok ağır. Artık taşıyamıyordum bu günahı. Nefesim, ruhum bedenime yük gibi geliyordu. Kurtulmam gereken bir yük.
Eş olmayı hatta anne olmayı bile becerememiştim. Neden nefes alıyordum ki ben? Ama hayır, canıma kıymayacaktım. Bebeğim doğana kadar, onu babasının güvenli kollarına emanet edene kadar bunu yapmayacaktım. Sonrası mı... Sonrası benim içinde bir bilinmezlikten daha fazlası değildi.
Aysel Abla evden çıkınca evin kapısını kilitledim. Son alınan önlemler sonrasında bahçeye açılan salon kapısı daima kilitli tutuluyordu. Üst kattaki balkon kapısı da aynı şekilde buna dahildi. Düşününce, kimsenin eve girebileceği bir yol kalmamıştı. Biraz kendi kendimle kalabilirdim. Sorgulanmamı az da olsa öteleyip kafamı toparladıktan sonra bebeğimin geleceği için mantılı kararlar alabilirdim ama azıcık yalnızlığa ve sessizliğe ihtiyacım vardı.
Bahçeden tarafa bakan siyah perdeleri oturmadan önce çektim. Kendimi koltuğa atıp dirseklerimi dizlerimin üzerinde dayadım. Daha sonra da başımı ellerimin arasına aldım. Beynimin içerisinde yankılanan Fırat'ın sesini susturmaya çalışırken kapı çaldı. Yerimden kıpırdamadım. Bir süre bekledikten sonra Yavuz kapıdaki çocuklara bir şeyler söyledi. Kapı dışarıdan açılmaya çalışılsa da arkasında anahtar olduğu için açamadılar. Tıpkı seneler önce banyo kapısının arkasında bileklerimi kesince açamadıkları gibi.
Yeliz korku dolu sesiyle "Sena kapıyı açar mısın?" diye sorunca başımı kaldırmadan iyi olduğumu göstermek için "İyiyim ve beni rahat bırakın." diye bağırdım. Söylediklerime ikna olmayan Yeliz'in sesi ağlamaklı bir tona bürünürken "Yapamam. Seni o kilitli kapının arkasında bir kez daha bırakamam. Bana söz vermiştin, kapı kilitlemek yok demiştin. Yalvarırım aç kapıyı." deyince cevap vermedim. Yeliz, kapıyı açmam için konuşurken Yavuz'un "Allah kahretsin açmıyor." diyen sesini duydum.
Aras'ı arıyor olmalıydılar ve oda beni önemsemediği için telefona cevap vermiyordu. Haklıydı. Benden nefret etmekte, beni hayatında istememekte sonuna kadar haklıydı. Senelerce aşkından geberdiği kadın, nefret ederken bile koruyup kollamaya devam ettiği kadın ona inanıp güvenmemişti. Düşmanlarına karşı her zaman koruduğu itibarını beş paralık etmişti. Ve en önemlisi de canından can olan bebeğini ondan almaya kalkmıştı.
Elim karnıma gitti ama dokunmaya cesaret edemedim. Daha doğrusu artık bu hakkı kendimde bulamadım. "Özür dilerim. Seni öldürmeye kalktığım için, üç aylık minicik bedenine bu yükleri yüklediğim için, babanın sana dokunmamasına, onun sesine nefesine hasret kalmana sebep olduğum için özür dilerim." Gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim. "Seni hak etmediğimi biliyorum. Baban haklı, ben senden vazgeçtiğim gün kaybettim seni."
Karnıma mesafeli duran titreyen ellerime baktım. "Bu ellerle ölümüne onay verdim. Babam gibi." derken yanılsama tekrar geri geldi. Ellerimi kıpkırmızı kanlar içinde gördüm. Hızla koltuğun köşesine silmeye çalışırken olduğum yerde kıpırdandım. Ben ellerimdeki kanla boğuşurken zihnimin derinliklerinden bir görüntü gözümün önüne geldi.
18 Yıl Önce
Hafif esen meltem rüzgarı yüzümüze çarparken abimle sahilde yürüyorduk. Her yaz olduğu gibi bu yazda abim babamdan bizi birkaç günlüğüne tatile götürmek için izin almıştı. Bu izni almak için ne kadar uğraştığını ve dönünce ödeyeceği bedelleri düşündükçe kalbim sıkışsada onun yanımda olması içimi tarifsiz bir huzurla kaplıyordu. Koluna girmiş ve ona sıkıca yapışmış yürürken yüzünü güldürmek için türlü şaklabanlıklar yapıyordum. Çünkü bildiğim bir şey daha varsa abimin mutluluğu herkesten çok hak ettiğiydi.
Benim şakalarıma kahkahalarla gülen abimle sahil boyu ilerlerken abim bir anda durdu. Köşede yatan sokak köpeğine baktı. Yanına doğru gitmek için hamle yapınca onu durdurmak için kolundan çektim. Köpeğe yardım etmesini istemediğim için değil saldırmasından korktuğum için. Abim yüzüme anlayışla bakıp "Korkma, gel benimle." dedi. Gitmek istemesemde abimi kırmak istemiyordum. Söylediğine karşı çıkmadan elinden tutarak onu takip ettim.
Köpeğin yanına gelince eğildi ve yavaşça başını okşadı. Köpeği incitmeye korkar bir halde nazikçe severken köpekte ona daha fazla sokuldu. Yüzümde oluşan hayranlık dolu tebessümle onlara bakıyordum. Bir süre onları izledikten sonra aklıma köpeğin aç olabileceği ihtimali geldi. Hızla etrafıma bakınırken hemen ileride ekmek arası bir şeyler satan büfeyi gördüm. Kalbimde ki mutluluk dalgası karnıma kelebekler gönderirken koşar adımla büfeye gittim. Sadece et ürünlerinden oluşan bir paket yaptırıp abimlerin yanına döndüm.
Abimin yüzünde benimle gurur duyduğunu belli eden ifadesi; gözlerinde ise her zamanki gibi baba sevgisinin eksikliğini hissettirmemeye çalıştığı içimi ısıtan bakışları vardı. Korka korka köpeğin yanına eğilip paketi önüne bıraktım. Etin kokusunu alan köpek başını abimin elinin altından çekip önündeki et tabağına yöneldi. O, etleri afiyetle yerken abim de ayağa kalktı. Yüzündeki gülümseme dahada büyürken beni kendisine çekip sıkıca sarıldı.
"Sena, sen annem ile babamın yaptığı tek güzel şeysin." duraksadı ve hafif güldü. "Özür dilerim tek değilsin Kerem'de var. Siz hayatımdaki en güzel en masum iki şeysiniz. Ve ben size sahip olduğum için çok şanslıyım." deyince "Bizde abi." cevabını verdim. Kendisini benden çekti. Dudakları titrerken gözlerini benden kaçırdı. "Eğer bir gün bana bir şey olursa" duraksayıp içli nefesini verirken "yani ölürsem sakın babam gibi zalimlerin yanında durma. Canın pahasına da olsa masumları koru, onların canının yanmasına izin verme olur mu?"
Ölüm sözcüğünü abimin dudaklarından duyunca kalbim sıkıştı. Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan abime sarıldım. "Sen ölme abi. Sen ölme, yemin ederim masumları korumak için her şeyi yapacağım, zalimlerden olmayacağım. Yeter ki sen ölme." diye fısıldadım.
GÜNÜMÜZ
Abimin ölümünden sonra onunla ilgili anıların çoğunu unutmuştum. Ona böyle bir söz verdiğimi unutmuştum. Ve ben ona verdiğim sözü tutamamıştım. Abim, masumları korumamı söylediği halde ben ondan daha masum bebeğimi öldürmeye kalkmıştım. Babam gibi bende evladımdan vazgeçmiştim. Fırat'ın lanet sesi yine beynimin içinde yankılandı. "Sen babanın kızısın. Baban nasıl abini ölüme götürdüyse onun kanını ellerine bulaştırdıysa sende abinden daha masum olan bebeğin için aynı şeyi yaptın. Saçma sapan öfken yüzünden masum bir bebeğin canını almaya kalktın."
Zihnimdeki ses susmuyordu. Bedenim, beni tüketen duyguların pençesine düşmüş acı içerisinde kıvranıyordu. Orta sehpanın üzerinde duran vazoyu bütün gücümle duvara fırlatırken "Kendimden nefret ediyorum." diye bağırdım. Oturduğum yerden kalkıp konsolun üzerindekileri elimi sürerek yere düşürdüm. Gözüm karardı, zihnime bir perde indi. O andan sonrasında ne yaptığım konusunda en ufak bir fikrim dahi yoktu. Dışarıda avazı çıktığı kadar bağırıp ağlayan Yeliz'in sesi çok boğuk... Çok uzaktı...
Ne kadar zaman geçti ya da ortalığa ne kadar zarar verdiğimi bilmediğim bir zamanın sonunda duvarın dibine çökmüş ayaklarımı dizlerime çekerek ağlarken Aras'ın sesini duydum. "Ne oluyor burada?" diye kükreyen Aras'ın öfke ve endişe karışımı sesi sonrasında Yavuz'un bir şeyler anlatan sesi geldi. Ruhumu ele geçiren karanlık ne dediğini anlamamı engelledi. Duyularım sadece Aras'a açıktı. Ben onu acımasızca cehennemin orta yerine atmışken beni bir sesiyle cehennemimden çıkaran Aras'a...
"Kaç saattir evi yıkıyor ve bu amına koyduğumun canımı kırmak kimsenin aklına gelmiyor öyle mi?" diye öfkeyle kükredi. Kükremesinin yankısı bitmeden çarpılan sandalyenin etkisiyle parçalara ayrılan camın sesi odayı doldurdu. Dizlerimi kendime daha da çekerken başımı olabildiğince dizlerimin arasına gömdüm. Onun yüzüne bakacak yüzüm yoktu. Daha doğrusu kimsenin yüzüne bakacak yüzüm yoktu.
Hıçkırıklarım ciğerimi sökercesine çıkarken Aras'ın kırık camlara basan ayakkabısının sesi odada yankılanıyordu. Her adımında bana yaklaştığını biliyordum. Her adımını atışında camlardan gelen çıtırtı artarken durgun bir sesle "Avukat" dedi. Tepki vermeden ağlamaya devam ettiğimi görünce daha emri vaki ama bir o kadar da sert tonlamada "Avukat bana bak" dedi. Başımı kaldırdım. Kaldırmak istemesem de kalbimin derinliklerinden bir şey ona karşı gelmeyerek dediğini yaptı.
Yumuşacık bakışları bedenimi sararken "Ne oldu burada? Bana anlatmak ister misin?" diye sordu. Dudaklarım aşağıya doğru büzülürken hıçkırıklara boğulmamak için derin bir nefes aldım. Gözlerimden yaşlar ardı ardına dökülürken "Aras özür dilerim. Seneler önce benden vazgeçmek zorunda kalmanı, kendinden vazgeçmek zorunda kalmanı umursamadan bebeğimizi senden almaya kalktığım için özür dilerim." Başımı iki yana sallayıp konuşmak için derin bir nefes daha aldım.
"Yemin ederim niyetim canını yakmak değildi. Ben, onun için daha iyisi olsun diye yaptım." Kelimeler boğazıma yapıştı. Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. İçime sığmayan nefesim göğsümü kabartıp indirirken başımı hiddetle tekrar iki yana salladım. "Ama ben babam gibi oldum Aras. Onun gibi cani oldum, bir masumun kanının ellerime bulaşmasına izin verdim."
Gözlerimin içine şefkatle bakarken bana biraz daha yaklaştı. "Sen, baban değilsin Sena. Sen onun gibi cani olmadın, olamazsın da." Bakışları elime kaydı. "Şimdi elindekini bırak buradan birlikte çıkalım ve bir yerde sakince neler olduğunu konuşalım olur mu?" Başımı onun baktığı yere çevirince elimde tuttuğum sivri cam parçasını gördüm.
Ne zamandır elimde durduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ne zamandır elimde durduğuna dair fikrim yoksa kendime bir şey yapmış olabilir miydim? Hızla önce kollarıma sonra da bütün bedenime baktım. Parmaklarımdaki birkaç kesik dışında her hangi bir yerimde kan olmadığını görünce rahat bir nefes aldım ve camın parmaklarımdan düşmesine izin verdim.
Titreyen bakışlarım Aras'ı buldu. Alt dudağım dışarı doğru sarkarken "İki oldu. İkinci kez onu öldürmeye kalktım." dedim. Kendimden nefret ediyordum. Aras bir cevap vermeden yavaş ve temkinli adımlarla yanıma gelmeye devam ederken aldığım karar dudaklarımdan döküldü. "Onu sana verip gideceğim. İkinizden de özür dilerim." derken derinlerden bir yerden yine abimin ve Fırat'ın sesleri karışık bir şekilde zihnime doldu.
Başımı ellerimin arasına kulaklarımı sıkıca kapatırken beynimin içindeki sesleri susturmayı denedim yapamadım. Susmuyorlardı. Çünkü bunlar vicdanımın sesiydi ve onu susturmanın da bir yolu yoktu. Önüme gelip dizlerinin üzerine çöken Aras'ın gözlerinin içine baktım. Pişmanlığım her hücremden kor gibi fışkırarak değdiği her yeri yakıp geçerken "Çok pişmanım Aras. Yemin ederim çok pişmanım. Seni dinlemediğim için, benden nefret etmene sebep olduğum için çok pişmanım." dedim.
Kızaran gözleriyle gözlerime bakarken ilk kez beni dinlediğini gördüğüm için güçlükle sözlerime devam ettim. "Özür dilerim. Hayatına girdiğim ilk andan beri hayatını cehenneme çevirdiğimi için özür dilerim. Yalvarırım gör pişmanlığımı. Karnımdaki masum affettiğini söyleyemiyor, abim affettiğini söyleyemiyor yalvarırım sen söyle affettiğini. Ne olur affet beni."
Aras gözlerin sıkıca yumup sesli bir yutkunma dışında en ufak tepki vermedi. Belli ki beni dinlemiş olması affedeceği anlamına gelmiyordu. Beni affetmeyecekti. Bana artık eskisi gibi bakmayacaktı. O zaman onun söylediği gibi cehennemimde 6 ay daha yanacak sonra da tek başıma yanmaya devam etmek üzere çekip gidecektim.
İçerisinde bulunduğum cehennemime dönmek için son kez Aras'a baktıktan sonra odama gitmek için ayağa kalktım. Önce hafif başım döndü sonra bir anda yer ayağımın altından kaydı. Etraf büyük bir karanlığa bürünürken önce başımın sonra ise bedenimin yana doğru düştüğünü hissettim. Aras beni havada yakalayıp düşmeme izin vermeden sıkıca tuttu. Korkmuş sesiyle "Sena" diye haykırırken beni kollarının arasına çekti.
Barut ve baharat karışımı kokusu burnuma doldu. Son kez kollarında huzuru buluyordum. "Özür dilerim." diye fısıldadım. Cümlelerimin gerisini getiremeden bütün bedenim acı dolu bir karanlıkta kayboldu.
* **********
Batmaya hazırlanan güneş ışıkları odaya dolarken ağırlaşan göz kapaklarımı güçlükle açtım. Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. Nerede olduğumu anlamak zor değildi. Bayılmıştım ve bir hastaneye getirilmiştim. Elim bir el tarafından sıkıca tutulurken Aras olmasını umuyordum. Ona o kadar ihtiyacım vardı ki, tek dileğin ne deseler Aras derdim. Başımı çevirince gördüm ki o değildi. Hayal kırıklığının neden olduğu kalp kırılma sesi bedenimde yankılanırken kısık bir sesle "Yeliz." dedim.
Başını hemen kaldırıp bana bakmasıyla odanın içerisindeki iki kişinin daha bakışlarının bana çevrildiğini hissettim. Gözleri ağlamaktan şişen, makyajı akan Yeliz derin bir nefes aldı. "Sena bizi çok korkuttun. İyi misin?" diye sordu. Yutkunup başımı salladım. Azda olsa var olan enerjimi Aras'a saklamak zorundaydım.
Yeliz'in arkasında kadraja giren Yavuz yüzüme şefkatle bakarken "Gerçekten iyi misin?" diye sorunca boğuk bir sesle "Evet." dedim. Yüzündeki gülümseme derinleşti."Güzel. Şimdi sen dinlen sonra yine konuşuruz." diyerek Yeliz'in omzuna dokundu. Ona bakan Yeliz gözlerinden ne demek istediğini anlamış olacak ki bana döndü. Elimi sıkıp "Hava alıp geliyoruz." dedikten sonra ayağa kalkıp Yavuz ile birlikte odadan çıktı.
Odanın içerisindeki gerginlik artarken diğer tarafımda duran Aras'ın ona bakmam için beklediğinin farkındaydım. Gözlerimi yumup derin birkaç nefes aldım. Kendimi açıklayacak gücü toplayınca başımı ondan tarafa çevirdim. Bacaklarını iki yana açmış, bitkin bir halde yerdeki mermer zemine bakıyordu. Omuzları çökmüş, dik duruşu yıkılmıştı. Sesimin boğuk çıkmasını önlemek için önce boğazımı temizleyip "Aras." dedim.
Bu anı bekliyormuş gibi başını usulca kaldırdı. Kan çanağına dönen mavi gözleri ile gözlerime baktı. Dudaklarını birbirine bastırıp burnundan derin bir nefes aldı. Elini havaya kaldırarak parmakları ile iki işaretini yaparken öfkeli sesiyle "İki oldu Avukat." dedi. Elimde tuttuğum camı kast ediyor olmalıydı. Bana dikkat et dediği halde ikinci kez bebeğini ondan almaya kalkmıştım. Bana olan nefretinin üzerine yenisini eklemekte haklıydı. Bana öfkelenmekte haklıydı.
"Aras ben" diyerek kendimi izah etmeye çalışırken "İkinci kez kendini öldürmeye, seni benden almaya kalktın Avukat. İkinci kez beni sensizliğe mahkum etmeye kalktın." deyince afalladım. Kalbim kasıldı. Ben, onun bebek yüzünden öfkelendiğini düşünürken onun tek derdi bendim. Benim kendime bir şey yapma ihtimalim yüzünden ağlamıştı. Beni hala önemsiyordu.
Kendimi açıklamaya çalışarak "Bilerek almadım o camı elime. Yemin ederim sen söyleyene kadar elimde durduğundan bile haberim yoktu." dedim. Burnundan güldü. "Bilerek almadın öyle mi Avukat?" diye kükreyince olduğum yerde korkuyla sıçradım. Sakin başlayan konuşmamız aynı sakinlikle devam etmeyecekti anlaşılan.
"Öyle" diye mırıldandım. Sesimi neredeyse ben bile duyamamıştım. Yüzünü sinirle ovuşturdu. Sakinleşmeye çalışıyor ama başaramıyor gibiydi. Gözlerini gözlerime dikti. Ağlamaktan kızaran mavilikler şimdi ise öfkeden yangın yerine dönmüştü. "Ne zaman aldığını bilmediğin o camla ne zaman olduğunu bilmediğin bir anda kendini öldürebileceğinin farkında mısın?" Cevap veremedim. Kendimi o an için o kadar kaybetmiştim ki yapmam diyemedim.
Bakışlarımı ondan kaçırdım. "Avukat, bana bak." diye kükredi. İstemeyerek de olsa gözlerimizin birleşmesine izin verdim. Acı çeken bakışları yüzümde gezinirken "Sana ne zaman güvensem, ne zaman inansam ne kadar büyük hata yaptığımı kendi ellerinle bana ispatlıyorsun." deyip duraksadı.
Alt dudağını içe çekerek ısırırken başını aşağı yukarı salladı. "Bebeğini senden almıyorum Avukat, onun sorumluluğu ile yaşamayı öğreneceksin. Mantıksız kararlar almamayı öğreneceksin."
Sağ elinin işaret parmağını yüzüme doğru sallarken "Sen öğrenmek istemesen de ben sana öğreteceğim." dedi. Bebeğimle kalmama izin verecekti. Onca olana rağmen onu benden almayacaktı. Elim korkuyla karnıma gitti. Bebeğimi benden almayacaktı ama durumu nasıldı? Onca yaptığım şeyden sonra bir sıkıntı olup olmadığını düşünürken kalbim kasıldı ve korkuyla yutkundum. "Aras, sormaya hakkım yok ama o nasıl?"
Yüzü kaskatı kesildi. Gözleri derin, karanlık, korkutucu bir alevle yanmaya başladı. Birkaç dakika önce üzüntüden kahrolan mavi okyanusların nasılda bu kadar korkutucu olduğuna anlayamasam da tek kelime etmedim. Burnundan derin soluklar alıp veren Aras en sonunda "İkimize rağmen iyi Avukat. İkimize rağmen hala hayata tutunuyor." deyince derin bir oh çektim. Ona zarar vermek en son isteyeceğim şeydi ve bundan sonra daha dikkatli davranacaktım.
Aras'ın suçu ikimizde bulması gözümden kaçmasa da dillendirmedim çünkü aklım başka bir yere takıldı. Bebeğimi benden ayırmama kararı almıştı ama peki ya kendisi ne olacaktı? Biz ne olacaktık? Alacağım cevaptan korksam da çekinerek "Biz ne olacağız peki?" diye sordum.
Bakışlarını üzerimden çekti. Boşluğa düşen bedenim titredi. Onsuz kalan hücrelerim çölde su hasreti çeken bedevi misali kıvranmaya başladı. Sessizliği en büyük cevaptı. Biz diye bir şey olmayacaktı. Ağlamamı bastırmaya çalışırken "Aras özür dilerim. Biliyorum çok hatam var ama bunun içinde özür dilerim. Sana söz verdiğim gibi dikkatli olacağım." derken yüzüme bakmadan susmam için elini kaldırdı. Söylediklerimin bir anlamı yoktu.
Oturduğu sandalyeden ayağa kalktı. Gözlerime hayal kırıklığı ile baktı ve hiç cevap vermeden kapıya doğru yürüdü. Başımı olduğu yönün aksine çevirdim. Gözyaşlarım yanağımdan aşağıya doğru süzülürken hıçkırıklarımı bastırmak için dudağımı ısırdım. Anlaşılan oydu ki bedenimde yaşayan masum kızla beraber düzelme ümidimizle ilgili elimde kalan son şeyleri de öldürmüştüm.
HABERLERİM VAR HEPSİNİ OKUYUN DERİM😁
İLK OLARAK YAZAR ARAS'A TORPİL GEÇİYOR DEMEYİN GEÇMİYORUM. KİTAP İLAHİ BAKIŞ AÇISI DEĞİL. SENA DA ARAS DA AKLINDAN GEÇENLERİ AKTARIYOR. SENA BU ZAMAN KADAR 2 KAYIP VERMİŞ BİR KADIN VE BEBEĞİ YÜZÜNDEN KENDİSİNİ SUÇLUYOR. ARAS'IN NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ İSE HALA OKUMADINIZ. ARAS BENCİL BİR ADAM, KALIN KAFALI BU YÜZDEN BİR ŞEYLERİ GEÇ ANLIYOR. EN ÖNEMLİSİ İSE ÖLÜM KORKUSU İLE SINANMADI. BU YÜZDEN SENA ÇABUK AFFEDERKEN ARAS GEÇ AFFEDİYOR.
EVET, İSYANINIZI DUYUYOR GİBİYİM. YAZAR ARTIK BARIŞTIR BUNLARI YETER AMA, ÇOK UZADI BU MESELE DİYORSUNUZ DEĞİL Mİ? 😅 AMA UNUTMAYIN ARAS İLE SENA'NIN ÇOK FAZLA HATASI VARDI VE ONLANLARI BASİT BİR BARIŞTIRMA İLE GEÇİREMEZDİM..🤭
NEYSE ASIL BOMBAYA GELİYORUM. 🔥🔥🔥🔥DUYDUM Kİ HAFTAYA BURALAR ALEV ALACAKMIŞ? 🔥🔥🔥
PAPATYA ÇAYI YERİNE ÇEKİRDEK KOLA İLE GELİN..😂
Gelecek bölüm ismimiz Ateş ile Barut😁
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?🦋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |