
SENA
Önümde buz dağı gibi duran düşünceleri de yanıma alarak evden çıktım. Aras Yiğitsoy'un avukatı olmuştum. Tamam adam davasında haklıydı ama ben de bir mafya babasının avukatı olmuştum. Bunun ilk ve son olacağı konusunda Yavuz Bey ile anlaşmıştık lakin ona ne kadar güvenebilirdim ki. Sonuçta camia da adlarını hiç iyi bir şeyde duymamıştım. Sanırım bu sefer boyumdan büyük bir işe kalkışmıştım.
Arabayı kullanırken bir taraftan da Yavuz ile olan konuşmalarım beynimde dönüp duruyordu. Yaşananlar hala inanamıyordum. Bir mafya babasını kurtarmam için gecenin bir yarısı kapıma dayanılmıştı. Ve bende bu davayı kabul etmiştim. Hem de adımın Aras Yiğitsoy ile anılması sonrası oluşacak itibar kaybımı düşünmeden. Tabi bir de kapıdan çıkarken Yavuz'un söyledikleri vardı. "HER NASİP ZAMANINA ESİRDİR AVUKAT HANIM. DEMEK Kİ BU İŞTE SİZİN NASİBİNİZMİŞ." Ne demek istemişti acaba? Dava ile nasibin ne alakası vardı. Bu işin içinde başka bir şey olabilir miydi acaba?
Babamla bir ilgileri olabilir miydi? 1 gün önce babam işe yaramaz olduğumu söyleyen bir mesaj atmıştı. Akşamına ise bu iş gelmişti. Biraz düşününce bunun fikrinimin mantıksız olduğuna karar verdim. Babam ahlaksız bir uyuşturucu kaçakçısıydı. Aras'ın ise bunlara karşı savaştığını duymuştum. Bir birleri ile dost olmaları mümkün değildi. Acaba intikam almak için mi beni kullanıyorlardı?
İçimdeki şeytan taraf "Ne kadarda zekisin Sena. Nasıl da bozdun hain planlarını ama .Koskoca Mafya işi gücü bıraktı babandan intikam almak için seninle uğraşacaklar. Çok mühim bir insansın ya sen! Bu işin bir raconu var raconu" dedi alaylı bir sesle. Sanki karşımda kendimi savunmam gereken birisi ile tartıyor gibiydim. Hoşnut olmadığım bu düşünceler karşısında kaşlarımı çatıp omuz silktim.
"Tüh deme ya! Bende onlar için çok mühim birisi olmak istiyordum! Ne yapacağız şimdi? Hem herkes önemlidir. Önemli birisi olmak için unvana, paraya ya da başka şeylere ihtiyaç yoktur. İyi bir insan olması önemsenmek için yeterlidir tamam mı?" dedim cümleleri arka arkaya sıralayarak taramalı tüfek gibi tek seferde söyledim. Ohlar gibi derince de bir nefes verdim.
Bir kaç saniye içinde yaptığım dengesizliğin farkına vardım. Kendi kendimle kavga ediyordum. Birde üstüne üstelik kendime karşı haklı çıkmaya çalışıyordum. Gerçekten delirmiş olmalıydım. Zira bu durumun başka bir açıklaması yoktu.
Ne yapacağım ben umutsuz vakayım galiba diye hayıflanarak kafamı hafif hafif sağa sola doğru sallarken duyduğum korna sesiyle irkildim. Sesin yarattığı aydınlanma ile emniyete giriş yaptığımı fark ettim. Gerçekten bugün çok dalgındım. Hem bu düşüncelerle hem de olacak olanlarla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.
Aracımı otoparka park ettikten sonra düşüncelerimi toparlamak için arkama yaslandım. Ankara'da ki olay sonrası bana hatıra olarak kalan panik atağım yine tutmuştu. Derin derin nefes alıp veriyordum. Bu davanın daha başlamadan bütün dengemi bozduğu belliydi. Aslında davadan korkmuyordum. Bu davayı kazanmak benim için çocuk oyuncağıydı. Ben dava sonrası olabilecek olanlardan korkuyordum. Tekrar karanlık bir dünyanın içine çekilmek istemiyordum.
Çantamdaki telefonu almak için sağ koltuğa doğru uzandım. Elime aldığım telefonun tuş kilidini açtıktan sonra sık aramalarda yer alan Yeliz'in adının yazılı olduğu ekranın üzerine geldim.
Yeliz ile aynı yaştaydık. İkiz gibi büyümüştük. Bizim yalıda bahçıvanlık yapan Ahmet Amca'nın kızıydı. Babam , Ahmet Amcaya kimseye vermediği değeri verirdi. Onu bütün çalışanlarından hatta yeri geldiğinde bizden bile önde tutardı. Babamın bu hallerine bir türlü anlam vermezdim. Sonuçta Ahmet Amca sadece bir bahçıvandı, babamın karanlık dünyasında asla yeri olmamıştı. Bu yakınlık nedeniyle babam Yeliz'in tüm masraflarını da üstlenmişti. Aynı yemekleri yemiş, aynı kıyafetleri giymiş, üniversiteye kadar aynı okullara gitmiş aynı sıralarda oturmuştuk. Kısacası çocukluğumuz, gençliğimiz beraber geçmiş yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Bu durumdan asla şikayetçi olmamıştım. Yeliz benim sahip olmadığım kız kardeşim gibiydi.
Üniversite yıllarında da beraberdik. Ankara'da özel bir üniversitenin farklı bölümlerini okuyorduk. Birlikte geniş ferah bir eve çıkmıştık. Aklım bir karış havada, yaptığım hiç bir şeyin önünü sonunu düşünmeden mutlu mesut -BENCİLCE DEMEK DAHA DOĞRU OLURDU- yaşıyorduk. Ta ki o olay olana kadar. Olaydan sonra yaşadığım vicdan azabına dayanamadığım için intihar ettim. Yeliz'in kanlar içinde beni banyoda bulmasıyla ölme girişimim olumsuz sonuçlandı. Ruh halim kötü olduğu için bir klinikte yatmak zorunda kamıştım. Tabi bunların hiç biri sicilime işlemedi. Sonuçta ben Kahraman Eroğlu'nun kızıydım ya. Bende dahil hiç kimse soyadıma zarar verecek bir şeyi yapamazdı. Toz işi yapabilirdik ama vicdan azabı çekemezdik. Ne aile ama.
Klinikten çıktıktan sonra babamın bütün servetini, gücünü reddettim. Ankara'nın verdiği acıya daha fazla dayanamayacağım için İstanbul'a dönme kararı aldım. Yeliz bana gerçek kardeş olduğunu işte o zaman gösterdi. O da babamın bütün imkanlarını reddetti benimle beraber İstanbul'da bir devlet üniversitesine geçiş yaptı. O günlerden sonra da asla ayrılmamıştık. İş güç sahibi olmuştuk, elimize geçen paranın haddi hesabı yoktu. Ama asla ayrı yaşamayı düşünmemiştik.
Gerçi Yeliz yaz sezonu nedeniyle senenin 3 ayını Antalya'da geçirirdi. Şimdide oradaydı. Ne kadarda özlemiştim onu. Burnumun direği gerçekten sızlamıştı.
Zaten zor bir gün geçirdiğimi fark ettim. Olayları daha fazla dramatize etmeden Yeliz'i aramalıydım. Adının yazılı olduğu ekrana tıkladım. Telefonun çaldığını belli eden ikinci dıtt sesiyle "Günaydın Balım" diye şakıyan Yeliz'in sesi duyuldu.
"Günaydın" dedim keyifsiz bir sesle.
"Hımm. Anlaşılan sana gün aymamış. Baban mı bir şey yaptı yoksa yine?"
"Bilirsin o hep bir şeyler yapıp canımı sıkar. Yalnız bugünün sorunu o değil. Bu sefer daha büyük bir sorunum var." dedim oflayarak.
"Neymiş o sorun bakalım?"
Ciğerlerimi patlatacak kadar derin bir nefes aldıktan sonra olanları Yeliz'e anlatmaya başladım. Yavuz'un gelişini, fotoğrafları, davanın basit oluşunu ve en son söylediği kelimeyi... Konuşmam bitene kadar tek kelime dahi etmeden beni dinledi.
"İşte böyle. Ben hep onlara karşı davalara girdim. Şimdi ise İstanbul'un acımasız mafya babasını savunmayı kabul ettim. Babama kendimi ispat etmek istediğim için oldu hep bunlar."
"Anladım."dedi. Sesinin tınısından bir şeyler düşündüğü belliydi. Bir süre ikimizde konuşmadık. Sessizliği bozan Yeliz'in sesi oldu. "Sena her şeyi anladım da bir şeyi anlamadım. Sen bu işe sadece babana kendini ispat etmek için mi girdin?"
"Hiç öyle şey olur mu Yeliz. Ben o genç kıza yapılanı kabullenemedim. Aras'ın yaptığının doğru olduğunu düşündüğüm için bu işi kabul ettim. O kız .." dedim ve sustum. Boğazıma bir şey takılmış gibiydi. Olabilme ihtimali olan şeyler bile boğazımda düğüme neden olmuştu.
"O kız tecavüze uğrayacaktı. Belki de o şerefsiz onu öldürüp bir yere gömecekti değil mi Sena?" tamamlayamadığım cümleyi durgun bir sesle benim yerime Yeliz tamamlamıştı.
"Sena, sen doğru olanı yapmışsın. Neden korkuyorsun ya da çekiniyorsun anlamadım ki? Sen hep haklı olanın yanında durdun. Bu seferde bir mafya haklı ve onu savunman gerekli. Bunda düşünecek ya da korkacak ne var?"
"Bunları biliyorum. Ben bunları düşünmüyorum. Ya da bunlardan korkmuyorum ki."
"Neyden korkuyorsun o zaman?" diye sordu.
"Ben dava sonrasında olabilecek olanlardan korkuyorum. Bu alemi ikimizde biliyoruz. Girişi var ama çıkışı yok. Ya ben bunlardan yakamı kurtaramazsam? Ya yine bu karanlığın içinde savrulmaya başlarsam. Ya paraya güce tamah edip kötü tarafa" cümlemi tamamlayamadan ahizenin karşısındaki Yeliz'in sinirli sesini duydum.
"Sena kendine gelir misin? Kendini yine aptal düşüncelere kaptırdığının farkında mısın? İnsan bir kez karanlık tarafa geçti diye hep orada kalacak değil. Hem bu sefer o karanlık tarafta ki aydınlıktasın. Yin Yang gibi düşün. Her siyahın içinde bir beyaz vardır. Sen şuan o beyaz için uğraşıyorsun o kadar. Ayrıca kodamanlarla hep düşman olacak değilsin. Bazen onların tarafında olmada hiç bir sıkıntı yok anladın mı?" dedi net bir şekilde.
Sıkıntıdan kemirdiğim dudaklarımı bırakıp "Öyle mi diyorsun? diye sordum şüpheyle.
"Evet, öyle diyorum." Sesindeki coşku geri gelmişti. "Tabi asıl sorun sadece buysa" dedi imalı bir sesle.
"Başka ne gibi bir sorun olabilir acaba Yeliz Hanım" diye sordum merakla.
"Aras Yiğitsoy'a aşık olma ihtimalinden korkman. Uzun boyu, okyanus mavisi gözleri, gel bana dokun diye bağıran baklavaları. İnsanın yüzünü gömmek istediği kaslı göğsü, adaleli kolları..." Aras'tan bahsederken resmen kendinden geçmişti.
Yalandan öksürerek " Kızım gerçek dünyaya mı dönsen?" dedim uyarıcı bir sesle.
"Ay evet haklısın. Ama ne yapayım , Zeus gibi adam mübarek. Her yaz 1 haftalığına otele gelir. Bütün kızlar ağzından sular aka aka onu seyreder. O ise sıradan bu kızları elden geçirir." dedi sırıtarak. " Hatta bir rivayete göre ben aşık olmam diyenlerin bile ilk buluşma sonrasında kapısına köpek ediyormuş. Artık yatakta nasıl bir performans sergiliyorsa."
"Yelizzzzz."
"Ne Yeliz? Adamı merak edip bir kez bile yüzünü araştırmadın. Şimdi ise bu yürüyen meteorla karşı karşıya gelmek istemiyorsun. Çünkü göz göze geldiğinizde ona aşık olmaktan korkuyorsun değil mi?" diye sordu muzip bir sesle.
"Tabi ki de öyle bir korkum yok Yeliz! Sen söyleyene kadar aklıma bile gelmemişti. Ayrıca sende bilirsin ki ben tipe değil kalbe bakarım. Ve o canide de sıcak bir kalp olmadığına eminim" diye homurdandım.
"Hıhı. Eminim öyledir." Anlaşılan Yeliz kalbimin hala var olup olmadığını yokluyordu. Bu da demek oluyordu ki konuşma hiç iyi yerlere gitmeyecekti. Kalbimi yoklamanın şuanda hiç sırası değildi. Hele Aras Yiğitsoy'a karşı asla sırası değildi. Bir an önce telefonu kapatmalıydım.
"Sen iyice saçmalamaya başlamadan ben telefonu kapatıyorum. Kendine iyi bak olur mu Habeş Maymunum..."
Ahizeden Yeliz'in tiz kahkahası duyuldu. Bu iltifat aramızda bir espriydi. Cevap vermesini beklemeden telefonu yüzüne tam kapatacaktım ki Yeliz'in pes etmiş sesini duydum." Peki peki kapatıyorum bu konuyu. Asıl konumuza gelecek olursak. Kötü bir şey yapmıyorsun ve sonucu kötü olmayacak. Şimdi kendini toparla Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayan Sena'ya dönüş. Bunların üstesinden geleceğini ikimizde biliyoruz. Hadi kızım göster kendini."
Yeliz'den duyduklarım cesaretimi azda olsa yerine getirmişti. "Teşekkür ederim Yeliz iyi ki varsın."
"Sende iyi ki varsın bebeğim. Olanlardan haberdar et beni. Seni seviyorum."
"Ederim. Bende seni" dedikten sonra telefonu çantaya fırlattım. Aynada bir süre kendime baktım. Aynadaki gördüğüm benden utandım. Bu korkak ben olamazdım. Yeliz doğru söylüyordu. Ben hep böyle kodamanlarla uğraşmıştım. Şimdide yapabilirdim. Hem iyi tarafından bakacak olursak bu sefer en azında ölüm tehdittim yoktu. Ayrıca o karanlığın içindeki beyazdı bu sefer. Aynada kendime son kez baktım. Dalgınlıktan sabah ruj sürmeyi unuttuğumu fark ettim. Çantamdan çıkardığım kırmızı ruju dudaklarıma götürdüm. Bir kaç saniye sonra işlem tamamdı. Olabilecek her şeye hazırdım. Kırmızı ruj gerçekten de biz kadınlara sebepsiz şekilde özgüven veriyordu. Aynada kendime bakıp göz kırptıktan sonra sağ koltukta bulunan çantamı aldım, ceketimi de koluma astım.
Araçtan inerek emin adımlarla emniyete yürümeye başladım. İçeriye girince etrafıma bakındım ne Yavuz Bey ne de Aras Yiğitsoy ortalıkta görünmüyordu. Etrafta takım elbiseli izbandut gibi adamlarda olmadığına göre demek ki hala gelmemişlerdi. Boş olan bir koltuğa oturdum ve elimdeki dosyaların üzerinden tekrar geçmeye başladım. Bir aksilik çıkmadığı takdirde bu işi kısa sürede halledebilirdim.
Yavuz'un dün akşam çıkmadan önce bıraktığı dosyalardan telefonumun sesiyle başımı kaldırdım. Adamlar savunma dosyasını bile hazırlamıştı. Bana ne gerek vardı hala anlayamamıştım.
Çantamdan sesi gelen telefonumu elime aldım. Ekranda tanımadığım bir numara yazıyordu. Yine bir dava için arıyor olmalıydılar. Ya da her zamanki tehdit aramalarından olmalı diye düşünürken aramanın iş hattına değil de özel hayatımda kullandığım hattan geldiğini fark ettim. Ama bu imkansızdı? Bu numaram çok az kişide vardı. Online sipariş verdiğim yerlere bile bu numarayı vermiyordum. Kim olabilirdi acaba ? Bunu öğrenmenin tek yolu vardı çağrıya cevap vermek.
Gönülsüzce telefonu kulağıma götürüp "Efendim" diyerek sert bir ses tonuyla cevapladım çağrıyı.
"Avukat Hanım merhaba. Umarım Adliyeye gelmişsinizdir."
"Yavuz Bey!!" dedim . O kadar yüksek ve şaşkınlık dolu bir sesle cevap vermiştim ki yanımdan geçen insanların dönüp bana bakmasına neden olmuştum. Ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Bu adam benim adıma dahi kayıtlı olmayan bir numarayı nasıl bulabilmişti. Korkularım yine aklıma hücum etmeye başlamıştı.
"Efendim Sena Hanım."diye cevap verdi.
"Siz benim numaramı.." dediğim an.
"Lafınızı balla kesiyorum ama numaranızı nasıl bulduğum daha sonrasının konusu. Şimdinin konusu ise Aras. Umarım Adliyeye gelmişsinizdir." dedi lafı ağzıma tıkan pişkinlik dolu bir sesle. Öfkeden kudurmak üzereydim. Bu nasıl bir hadsizlikti. Hem benim özel hayatımı kurcalayarak numaramı bulmuştu, hem de bana bu sonranın konusu bıdı bıdısı yapıyordu.
Resmen sabah kapıma gelen beyefendi adam gitmiş yerine bu utanmaz şahıs gelmişti. Ve ben bu küstahlık karşısında elimdeki telefonu alıp onun bir taraflarına monte etmek istiyordum. Öfkem o kadar büyüktü ki iki saniye öncesinde içimde olan korku duygum bile beni terk etmişti.
"Sena Hanım! Orada mısınız?" sorusuyla irkildim
"Buradayım. Buradayım." dedim öfke dolu bir sesle.
"Adliyeye geçtiniz mi diye sormuştum. Cevap vermediniz." dedi.
"Adliye mi? İfadesi emniyette alınmayacak mı Aras Bey'in gece yarısı evime geldiğinizde öyle söylemiştiniz." Son cümleyi üzerine basa basa söylemiştim.
"Sanırım sizi aramayı unutmuşum" dedi dalgın bir sesle. "Aras'ın ifadesini baş savcı bizzat kendisi almak istemiş. Umarım bu durum sizin için bir sorun teşkil etmez?"
"Sorun yok. Her yerde savunabilirim müvekkilimi. Şimdi adliyeye geçiyorum. Ve Yavuz Bey telefonu kapatmadan söylemeliyim ki çok haklısınız."
"Ne konuda Sena Hanım?" Dedi merakla.
"Numaramı nereden bulduğunuz şimdinin konusu değil. Neden beni avukat olarak seçtiğiniz ile beraber geniş bir zamanda hiç bir detayı atlamadan anlatabileceğiniz bir zamanın konusu. Öyle değil mi?" diye sordum imalı bir sesle. Kafaya koymuştum, bunların hesabını tek tek soracaktım .
"Elbette. Bugün dışında ne zaman isterseniz. Adliyede görüşmek üzere" dedi aynı pişkinlikle. Bu adamı ahizenin diğer ucundan çekip alıp üzerinde tepinmek istiyordum. Öfkemi bastırmaya çalışarak sesimi düz bi tonda çıkarmaya çalıştım. "Görüşmek üzere" deyip telefonu kapattım.
Emniyet binasından çıkıp arabama doğru ilerleyerek Adliye'nin yolunu tuttum. Adam benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başlamıştı. Bu tahammül seviyemin çok üzerindeydi. Yol boyu kendimi sakinleştirmeye çalışsam da başarılı olamadım. Arabadan indiğimde hala öfkeliydim.
Öfkemi bir an önce kontrol atına almam lazımdı. Bu öfkeyle yanlış bir hamle yaparak Aras'ın hapsi boylamasına neden olabilirdim. Adliye binasına girer girmez tuvalete doğru yürüdüm. İçeriye girince birisi var mı kabinleri kontrol ettim. Boştu. Dişlerimi sıkarak öfkeyle yerimde tepinmeye başladım. Bir taraftan da Yavuz'a ağız dolusu küfürler ediyordum. 2 dakika kadar yerimde tepindikten sonra kapının açıldığını fark ettim. Yavaşça kapıya döndüm.
Hamiyet Abla elindeki pas pasa dayanmış ne yaptığımı anlamaya çalışır halde garip garip bana bakıyordu. Yer yarılsaydı da şuan içine girseydim. Rezil olmuştum. Yüzüm utançtan alev alev yanıyordu.
Hamiyet Abla halimi fark etmiş olacak ki yüzündeki garip bakışın yerini tatlı tebessüme bıraktı." Zor bir gün sanırım Avukat Hanım. "dedi.
Utana sıkıla "Biraz öyle.." diyebildim.
Koridordan gelen seslerle dikkatim Hamiyet Abla'dan dağıldı. Seslere dikkatle kulak verince Yavuz'un sesini duydum. Gelmiş olmalıydılar. Aynada kendime bakarak tepinmekten hafif dağılmış olan saçlarımı düzeltim. Üzerime son kez çeki düzen verdim. Hamide Ablaya kolay gelsin dedikten sonra tuvaletten dışarıya çıktım.
Arkası bana dönük olan Yavuz kulağına tuttuğu telefonu indirdi. "Nerede bu Avukat? Gidin Adliye'nin her köşesine bakın" emrini verdi sinirli bir şekilde yanındaki zebanilere. Zebaniler etrafa dağılırken bende kendimden emin adımlarla yanına doğru yürümeye başladım. Tam arkasına geçerek "Buradayım Yavuz Bey" dedim küstah bir ses tonuyla. Yavuz olduğu yerde yarım tur dönerek göz göze gelebileceğimiz şekilde bana baktı.
"Avuç içi kadar adliyede yerimi bulmanız numaramı bulmak kadar kolay olmadı anlaşılan" dedim iğneleyici gülümsememle. Bana küçümser bir bakış attıktan sonra "Eğer telefonunuza bakma nezaketinde bulunsaydınız emin olun yerinizi bulmakta kolay olurdu." dedi.
Cevap karşısında dumur olmuştum. Hemen elim çantamdaki telefonuma gitti. Telefona baktığımda 42 cevapsız çağrı gördüm. Tabi ki hepsi de Yavuz'a aitti. Ekranın üst köşesine baktığımda telefonu titreşime aldığımı fark ettim. Bu adam insanda kafamı bırakmıştı sanki.
"İsterseniz Savcı Bey'in odasına geçin" diyerek karşımızdaki odanın kapısını işaret etti. Geçen hafta yeni savcı gelmişti adliyeye. Muhtemelen ifadeyi almak isteyende oydu.
Yavuz'a bakıp "tamam" anlamında başımı sallarken kaşının üzerindeki bandajı fark ettim. Sabaha karşı evime geldiğinde bu yoktu. Merakla "Yavuz Bey kaşınıza ne oldu?" diye sordum. Yavuz elini bandajlı yere götürerek "Mühim bir şey değil. Görünmez kaza." dedi.
Bunu ona yapan Aras olamazdı değil mi? Sağ koluna böyle bir şey yapmış olamazdı. Yoksa yapar mıydı? Acımasızlığıyla nam yapmış birinin bunu yapmış olması beni şaşırtır mıydı? Elbette şaşırtırdı. Hangi psikopat en yakınlarına zarar verirdi. Bu adam onun düşmanı değildi ki? Acaba neden böyle bir şey yapmıştı. Belki bir şeyler öğrenirim umuduyla "O görünmez kaza yaralayacak yerinizi iyi seçmiş anlaşılan. "dedim.
"Belki de ben yaralanmayı hak etmişimdir. Olamaz mı? İnsanlar neden hep kazayı suçlar anlamış değilim." deyince ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ağzımı açıp bir şey diyeceğim esnada ise eliyle tekrar Savcının odasını gösterdi. Her halinden beni geçiştirmeye çalıştığı belliydi.
Aralarındaki mesele beni ilgilendirmez sonuçta diye düşünüp Savcının odasına doğru ilerledim. Kapıyı tıklatarak "Gel" sesinin gelmesini bekledim. Sesin gelmesiyle kapıyı açıp odaya girdim. Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra Savcı ile tokalaşmak için ondan tarafa döndüm. Karşımda gördüğüm kişiyle şaşkınlık geçirmiştim. Karşımdaki kişide de tıpkı benimki gibi bir ifade ile yüzüme bakıyordu. Üzerimdeki şaşkınlığı atmamla
"Fırat" diye haykırıp adama sarılmak için ona doğru adım atmam bir oldu. Fırat'ta aynı samimiyetle yerinden kalkıp bana doğru gelmeye başladı. Bir kaç adım sonrası birbirimize sımsıkı sarıldık.
Fırat annemin uzaktan teyzesi olan Nevin Teyze'nin oğluydu. Liseyi beraber okumuştuk. Benim Ankara'yı kazandığım yıl oda İzmir 9 Eylül Hukuk Fakültesi kazanmıştı. Üniversiteye gidince konuşmamız azalmıştı. Ailem ile irtibatım koptuktan sonra onunla da görüşememiştik. Bir süre sarıldıktan sonra geriye doğru çekildim. Fırat ellerimden tutarak yüzüme bakıp gülümsedi. "Uzun zaman oldu ha görüşmeyeli. " dedim
"Evet öyle oldu da Aras Bey'in avukatı sen misin?" diye sordu şüpheyle gözlerime bakarak.
"Aaa, evet, şey benim." Babasının karanlığından kaçan birinin kendisini başka bir karanlığa atmış olmasının garip göründüğünün farkındaydım. Ancak neden Aras'ı savunmayı kabul ettiğimi de Fırat'a anlatamazdım.
Konuyu değiştirmeye çalışarak" Hayırlı olsun Savcı olmuşsun" deyip omzuna vurdum.
Horoz gibi omuzlarını kabartarak "Evet öyle oldu." cevabını verdi. Hali tavrı tıpkı eskisi gibiydi. İçinde büyümeyen bir çocuk vardı hala. Ama tipi değişmişti uzamıştı, yüzündeki sivilceler geçmiş ,daha yakışıklı olmuştu yani.
"Lise yıllarında savcı olacağım ben diye gezerdin. Şimdi avukatlıktan memnunsun anlaşılan. " Diye sordu.
"Evet. Ben böyle daha mutluyum." dedim yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirerek.
Elini anlına götürerek sıkıntılı bir şekilde anlını kaşıdı. Yüzüme bakmadan" İyi misin? Kendini toparlayabildin mi? Annen bir takım şeylerden bahsetti de?"
Fırat'ın sözleri beynimde yankılanmaya başlamıştı. Gözlerime yaşlar hücum ediyordu. Beynim o günden görüntüler getirmeye başlamıştı gözümün önüne. Birbirine karışan itfaiye ve ambulans sirenleri. Sorular soran polis memurları. Ve iki yıl sonra gittiğim o cenaze...
Duyduğum vicdan azabının altında eziliyordum yine. Ayaklarım vücudumu taşıyamıyordu sanki. Ama burada olmazdı. Burada müvekkilimin ve aile dostumun gözünün önünde yıkılamazdım. Fırat'ın gözlerini bana dikmiş, tek kaşı havada durumumu anlamaya çalışır bir şekilde yüzümü incelediğini fark ettim. Gözlerimi kapatarak akmak üzere olan göz yaşlarımın geri gitmesini sağladım.
"Evet. Tabi ki iyiyim. Bilirsin ben tokadan başka bir şeyi kafama takmam." diyerek gülücükler saçıp ortamı rahatlatmaya çalıştım. İyi bir avukat olmanın kurallarından en önemlisi kolay yalan söylemek ve buna karşındakini inandırmaktı. Ben bu taktiği mesleğimde hiç kullanmamıştım. Bu özellik bana bencil Sena'nın hediyesiydi.
Neşeli halimi gören Fırat bana inanmış olacak ki gülümsemeye başladı. "Sevindim iyi olmana." Ellerimi bırakarak "Dur sana bir bakayım." diyerek beni kendi etrafımda döndürdü.
Baştan aşağıya beni süzdükten sonra beğendiğini ifade etmek için ıslık çaldı. "Sena!! Harika görünüyorsun. Tam bir afet olmuşsun" dedi hayranlık dolu sesiyle.
Fırat'ın iltifatı içimi ısıttı. Uzun zamandır erkek kardeşim dışında bir erkekten güzel sözler işitmemiştim. Halimden memnunum yüzümde kocaman tebessüm ile teşekkür etmek için ağzımı açacaktım ki "Savcı Bey fingirdeşmeniz ne zaman bitecek. Ara verseniz de bende ifademi verip çıksam. Ben odadan çıktıktan sonra ne isterseniz yaparsınız. Yarım saat kadar dayanacaksınız alt tarafı." diyen Aras'ın soğuk sesi odayı doldurdu. Fırat yüzünde alaylı bir gülümseme ile Aras'a baktı " İşiniz o kadar çabuk bitmez Aras Bey. Buradan da beklediğiniz kadar hızlı çıkamazsınız."
Fırat'ın sözleri karşısında Aras oturduğu koltuktan yavaşça ayağa kalkıp elini ceplerine soktu. "Öyle mi diyorsun Savcı? , dedikten sonra duraksadı. "Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda Avukat Hanım? Çıkışımız var mı? Savcı ile fingirdeşmeniz beni çıkarmaya yeterli olur mu? Ne dersiniz? ." dedikten sonra duraksayarak cebinden çıkardığı elini yüzüne doğru götürdü. Sırtı bize dönük olduğu için alnını mi kaşıdı yoksa kirli sakalları ile mi oynadı anlayamadım.
"Belki de savcının ikna olması için benim odadan çıkmam gerekir. Çıkmamı ister misin Savcı?" diye soran iğrenç sesi içimden titreşim gibi geçti.
Duyduklarım karşısında allak bullak olmuştum. Bu adam ne saçmalıyordu? Bana böyle bir şey söylemeye nasıl cüret ederdi? Arkadaşıma sarılıp, onunla iki sohbet ettim diye OROSPU MU OLMUŞTUM? Öyleysem bile bunu söylemek onun haddine miydi? Ben duyduklarımı hazmetmeye çalışırken Fırat fırtına gibi yanımda geçti. Ayakta duran Aras'ın yakasına yapıştı. "Ağzını topla lan şerefsiz" diye kükredi.
Sesi bütün odada yankılandı. O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki karşı koridordan dahi duyulduğuna yemin edebilirdim. Hissediyordum bu işin çığırından çıkmasına çok az kalmıştı.
Şimdi Aras yakasına yapışmış olan elleri indirecek, Fırat'a yumruk atacaktı. Fırat'ta ona karşılık vermekten kendini geri tutmayacaktı. Burada onlar tekme tokat birbirine girdikten sonra polisler müdahale edecekti. Tabi Aras, savcıya saldırmaktan cezaevini boylayacak. Aras'ın cezaevine girmesine sebep olan Fırat ise adliye çıkışında kim vurduya gidecekti. Aman Ya rabbim!! Ben neyin içine düşmüştüm.
Arkamdaki kapının sertçe açılmasıyla yerimden sıçrayarak kabustan sıyrılıp gerçek hayatta geçtim. İrkilmenin etkisiyle hızla arkamı döndüm. Eli kapının sapında kırmızı görmüş boğa gibi eli hala Aras'ın yakasında olan Fırat'a bakan Yavuz'u gördüm. Gözlerim bir Fırat bir Yavuz arasında gidip geliyordu. En son Yavuz'da sabit kaldı.
Yavuz kapının kolundan elini çekerek kapıyı kapattı. İplerin kopacağı yere gelmiştik işte. Beklenen sona saniyeler kalmıştı.
Yavuz, Fırat'a doğru yürürken bir anda olduğu yerde kaldı. Gözümü Yavuz'dan ayırıp Araslardan tarafa baktığımda Aras'ın durması için elini havaya kaldırdığını gördüm. Bir eli havada diğer eli hala cebindeydi.
Yüzünü dahi görmeden gelenin Yavuz olduğunu bilmişti. Tek kelime dahi etmeden adamı durdurmuştu. Ne hissedeceğimi bilemez halde olanları sindirmeye çalışıyordum. Bu adam daha ilk dakikadan beni hem kendisine hayran bırakmış hem de ölesiye nefret ettirmişti.
Yavuz'un durduğunu gören Fırat Aras'a baktı. Durması için işaret verdiğini görünce ellerini yakasında çekerek pencereye doğru ilerledi ve yüzünü tekrar bize döndü. Aras aynı soğuk sesle yüzünü dahi bizden tarafa dönmeyerek.
"Sorun yok Yavuz." dedi. Emri duyan Yavuz öldürücü bir bakışla Fırat'a son kez baktıktan sonra kapıyı kapatıp çıktı. Aras biraz önce kalktığı koltuğa geri oturmuştu. Fırat ise yüzünde tiksinen bir ifade ile ona bakıyordu. Aras'ı göremesemde ikisinin de bakışları ile bir birine meydan okuduğuna emindim. Odada ki bu keskin havayı dağıtmak zorundaydım. Bu olanlara kısmi olarak ben sebep olmuştum. Duygularıma hakim olup daha profesyonel davranmalıydım. İşimi hallettikten sonra Fırat ile sohbet etmeliydim.
Ortamı düzelmek için Fırat ile göz göze gelmeye çalıştım. Bir kaç deneme sonrası başarılı oldum. Dudaklarımı oynatarak "SORUN YOK" dedim ve gülümsedim. Başını sallayarak zoraki şekilde gülümsememe karşılık vermeye çalıştı.
Fırat'ta her ne kadar sorun yok desem de gerçekten büyük bir sorun vardı. Biraz önce olanlar gösteriyordu ki resmen balçığın içine düşmüştüm. En kötüsü de hareket ettikçe beni içine daha da çekeceğe benziyordu. Babamın soy adından fazlası olduğumu göstermek için hep büyük oynamıştım. Lakin hep de doğru tarafta olmuştum. Bu sefer ise öfkemle hareket edip yanlış tarafa geçmiştim.
Bir kadının hayatını kurtardı diye savunmayı kabul ettiğim adamın yaptığım küçücük bir şeyden dolayı beni fingirdek ilan ettiği yanlış taraf. Bu işten de bu iğrenç adamdan da kurtulmak istiyordum. .Bir an önce ne yapmam gerekiyorsa yapıp bu odayı terk etmek istiyordum. Ne kadar çabuk biterse o kadar iyiydi. Umarım olanlardan dolayı Fırat zorluk çıkarmaz ve bir an önce bu işten sıyrılmamam yardım ederdi.
Bütün gücümü toplayarak "Devam edelim mi?" diye sordum.
"Başlamış mıydık ki devam edeceğiz Avukat?"
Aras'ın içimin üşümesine neden olacak kadar soğuk bir o kadarda kinli sesi tekrar odayı doldurmuştu. Soğukluğunun sebebi şuan öfke duymasıydı. Peki ya sesindeki o büyük kin? Saçmalıyor olmalıydım. Adamla daha yüz yüze bile gelmemiştik. Bana nasıl kin besleyebilirdi. Deminki iması yüzünden ben ona kin besliyordum. Kinimin artması için beynim onun sesinde de aynı duyguları bulmama sebep oluyordu. Böylece ona beslediğim duygular için kendimi suçlamayacaktım.
Teklifim sonrası Fırat masasına doğru yürüyerek yerine oturdu. Aras'ın karşısındaki boş koltuğu göstererek "Bence de başlayalım Sena. Yoksa elimden bir kaza çıkacak." Dedi.
Fırat'ın sözlerini duyan Aras güçlü bir kahkaha attı." Kazaları severim Savcı. Hadi bana neler yapabileceğini göster" dedi meydan okuyan bir sesle. Fırat yenice oturduğu yerinden tam kalkıyordu ki "Sayın Savcım lütfen. Şu işi bir an önce halledelim" dedim resmi bir ses tonuyla.
Öfkeden burnu seğirmeğe başlayan Fırat memnuniyetsiz bir şekilde "Tamam" dedi. Aras'ın ne hissettiğini anlamak için omuzlarına baktığımda ise zerre bir gerginlik belirtisi olmadığını fark ettim. Pişkinlik bunlarda genetikti anlaşılan. Yüzünü dahi görmeden sadece sesi ve konuşmalarıyla nefretimi kazanan müvekkilimi savunmak için boş koltuğa doğru yürüdüm.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |