
ARAS'IN AĞZINDAN
Yavuz'un odasında
"Lan sen kendini bana öldürtmek mi istiyorsun Yavuz? Yediğin dayak aklını başına getirmeye yetmedi mi senin?" diye bağırdım.
Bana cevap vermek yerine susmayı tercih ediyordu. Oturduğum tekli koltuktan sinirle kalktım. Sakinleşmek için odanın içinde gezinmeye başladım. Ancak ne öfkem yatışıyordu ne de gözüme inen karanlığın perdesi kalkıyordu. Biraz önce kalktığım koltuğa bütün gücümle tekmemi savurdum. Koltuk odanın içinde büyük bir gürültü ile düşerken "Lan sana Sena meselesinden uzak dur dedim. Beni kardeş katili etme dedim. Ama beni dinlemedin. Derdin ne senin Yavuz? Karanlığımın içine birde kardeş katili olan Aras'ı mı eklemek istiyorsun? " diyen sesim odada yankılandı.
Hala tek kelime etmiyordu. Oda biliyordu. Ağzından çıkacak tek kelime ile onu oracığa gömebilirdim. Daha dün vuruldu diye şehri birbirine katmama sebep olan adamı kendi ellerimle boğabilirdim. Beynim belimdeki silahı gözümün önüne getirmekten geri durmasa da kendime hakim olmaya çalışıyordum. Gördüğüm rüya sonrasında değil Yavuz'u öldürmek onun kılına dahi zarar veremezdim.
"Cevap versene lan. Ne halt etmeye davete çağırdın Sena'yı?"
Kurşun yerine hafif baskı uygulayarak doğrulmaya çalıştı. Başaramayınca yatağının köşesindeki düğmeden yatağını yarı oturur konuma getirdi. Acıyla karışık hırıltılı bir nefes verdikten sonra "Senin için yaptım falan dememi bekliyorsan hiç bekleme. Bu sefer bizim için yaptım. Savcı olacak puşt seni bize göz dağı vermek için aldı. Sena ise nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde seni çıkarıp buraya getirdi. Ve sen şimdi o davete Sena ile değil başka bir kadınla gidersen bu Savcı şerefsizine araladığın bir kapı olur." deyince "Ne alakası var Yavuz?" diye sordum.
Başını iki yana sallayıp oflayarak nefes vererek "Abi hakikaten Sena'nın seni nasıl kıskandığını fark etmedin mi? Sen Buket ile yemeğe gideceksin diye Sena'da Savcı ile yemeğe gitti. Peki sen akşam orada bir kadınla yatarsan. Ki seni biliyorsam yatarsın." deyip göz kıptıktan sonra "Savcı bunun haberini Sena'ya uçurmadan durur mu?" diye sordu.
"Saçmalama lan. Yaptığın yanlışa kılıf uydurmaya çalışma bide. Sena sevgilim mi, niye kıskansın beni?"
"Abi, Sena'nın Savcı'da gönlü olsaydı bizimle çalışmayı kabul etmezdi. Ama sen ne zaman bir kadın adı geçirsen Sena önüne Savcıyı sunuyor. Ya da konuşurken lafı senin yattığın kadınlara getiriyor." deyince ikna olmamış gözlerle ona bakmayı sürdürdüm. "Of! Tamam. Senin dediğin gibi olsun. Sena seni kıskanmıyor diyelim. Ama bu durum senin Sena ile yemeğe gittiğini öğrenecek olan Fırat'ı delirtmeye yetmeyecek mi? O bu gün seni nasıl sinir ettiyse sen onu on katı sinir edeceksin. Çünkü Savcı..." derken öldürücü bakışlarımı fark edip sustu.
Söylediği her şey lanet olsun ki mantıklıydı. Savcı akşam orada olan bir köstebeklerinden benim durumumu öğrenip Sena'ya haber uçurur sonrada Sena o Savcıyla..... Düşündüğüm şeyler beynime ağır geldi. "En sonunda delirteceksiniz lan beni. Önce o Savcıyı sonra Kahraman Eroğlu ile o Kulaksız itini en sonda kendimi öldürerek siktir olup gideceğim bu dünyadan." diye kükredim.
Sesim odada yankılanırken odanın kapısı açıldı. İçeriye giren Hamdi Baba tok çıkan sesiyle "Ne oluyor burada? Bütün koridor sesinle yankılanıyor Aras ." deyince öfkeyle ona baktım. "Ne olsun baba? Abisini öldürdüğün kızı, Yavuz sayesinde akşam davete götürüyorum." dedim.
Yavuz şaşkınlıkla "Abisini öldürdüğün kız derken abi?" diye sordu. Başımı hafif hafif sallarken "Doğru duydun Yavuz. Hamdi Baba abisini öldürdüğü Sena Eroğlu'nu bizim ile çalışması için tutmuş." dedikten sonra başımı Hamdi Babaya çevirdim.
"Ben gibi Yavuz'da anlayamadı olanları Hamdi Yiğitsoy. Bak oda abisini öldürdüğün kızı nasıl avukat olarak yanımıza aldığına inanamıyor." deyince yüzündeki katı ifade daha da katılaştı.
Odanın kapısını sertçe kapattı. Biraz önce yere devirdiğim koltuğu alarak düzetti ve oturdu. Bütün ciddiyeti ile yüzüme bakıp "Bunu sana kim söyledi?" diye sordu.
"Ne önemi var baba? Kimin söylediğinin ne önemi var."
Yavuz söze girerek "Baba, Aras doğru mu söylüyor. Ozan'ın katili sen misin?" diye sordu.
Hamdi Baba, Yavuz'u duymazdan gelip daha da sert çıkan sesiyle "Sana bunu kimin söylediğini sordum Aras." dedi.
"Kahraman Eroğlu söyledi. Hastanenin önüne geldi. Sena'ya abinin katili Hamdi Yiğitsoy dedi" deyince "Peki sen Sena'ya ne dedin?" dedi.
Alayla ona baktım. "Ne dememi bekliyorsun baba? Bizim alemde böyledir Sena, Hamdi Baba da bende Yavuz'da insanların canını almaktan çekinmeyiz. Baba da abinin canını almış olabilir dememi mi bekliyorsun." derken sesim yükselmeye başlamıştı.
Yaşadığım hayal kırıklığı sesime yansırken kalbimin karanlığı da iyiden iyiye artmaya başladı. Kime güvensem, sırtımı dayasam arkamdan hançerliyordu. Baba dediğim, yanında yıllarımı verdiğim, tek lafıyla düşünmeden elimi kana buladığım adam. Senelerce beni ölen oğlunun yerine koyup babalık yapan, iyisiyle kötüsüyle günahıyla sevabıyla bu hayatı bu gücü veren adam gözlerimin içine baka baka benden bu kadar önemli bir şeyi gizlemişti.
İşaret parmağımla acıyan kalbimi gösterip "Baba, sana buradan acıyor, gönder onu dedim. Onun aşkından bir defa öldüm bir kez daha ölmek istemiyorum dedim. Bir kez ölüme gittiğimi göre göre canımın yandığını bile bile onu yanımızda tuttun. Bu yüzden miydi baba? Ozan'ın katili sen olduğun için mi yanımızda tuttun Sena'yı? Onu kontrol altında mı tutmak istedin?" diye sordum.
Hamdi Baba öfkeyle "Aras." dedi. Çatılan kaşları daha da çatılırken "Sen bana hesap mı soruyorsun?" diye bağırınca "Soruyorum. Bana sen öğrettin unuttun mu baba?" dedim. Başını hafifçe kaldırıp anlam veremez gözlerle bana baktı. "Bana, hata yapan sen dahi olsan hesabını sormayı ve cezasını kesmeyi sen öğrettin. Şimdi bende senin öğrettiklerini uyguluyorum. Sana yaptığın yanlışın hesabını soruyorum Hamdi Yiğitsoy." Meydan okuyan sesimle "Ozan'ın katili sen misin?" diye sordum.
Sert olan bakışları değişti. Bakışlarında benimle gurur duyduğunun ifadesini görsem de ifademde zerre değişim olmadı. Sena'nın abisi yüzünden çektiği acıyı biliyordum. O acıydı bizi bir araya getiren ve ben o acının her zerresine şahit olmuştum. Eğer baba böyle bir şeyi yaptıysa başına gelecek her şeye de razı olmuş demekti.
Oturduğu koltukta arkasına yaslanan Hamdi Baba "Madem benim sana söylediklerimi bana karşı kullanıyorsun, git sorunun cevabını da kendin bul. Aras Yiğitsoy'un adaleti ne denli işliyormuş görelim." dedi.
Çenemi yana doğru kaydırıp gözlerimi kapattım. Gürültüyle burnumu çekip "Bulurum." diyerek odadan çıkmak için yürüdüm. Kapıyı açacağım esnada durdum. "Ama şunu bil ki baba ; eğer Ozan'ın katili sen çıkarsan bunca yıllık vefa borcumu hiçe sayar Aras Yiğitsoy olmanın gerekliliğini yaparım." dedim.
"Senin bana öğrettiğin gibi hata yapan canımdan olsa da canını alırım."
Vereceği cevabı beklemeden kapıyı açarak kendimi odadan dışarıya attım. Bunca yıl hayatımın en zor sınavını Selim ölmeden hemen önceki dönemde verdiğimi düşünmüştüm. Ama son 4 aydır görüyordum ki insanoğlu ölmediği sürece yaşadığı kötü şeylerin on mislini de görebilirmiş.
Eğer Sena'nın katili Hamdi Baba çıkarsa, onun canını alan ben olacaktım. Çünkü ihanetin cezası ölümdü. Tıpkı seneler önce Hamdi Babanın ihanet eden öz kardeşini öldürmesi gibi, bende onu öldürecektim. Ama bir yanlışlık olmalıydı. Babanın böyle bir şeyi beni geç Sena'nın gözlerine bakarak saklamasını açıklayacak bir durum. Ya da görünenin ardında bir yanlışlık.
Lakin bu gece öncesinden daha fazla bu konuyu düşünmek istemiyordum. Davet zaten zor olacaktı. Kolumdaki saate baktığımda Sena'yı almak için iki saatim olduğunu gördüm. Hastaneden çıkıp eve geçmek için çıkışa yöneldim. Kapının önüne gelince gördüm ki arabada çoktan hastane önüne gelmişti. Sürücü koltuğuna yönelip "Ben kullanacağım, siz burada kalın." emrini verdim.
Arabaya binip eve doğru sürerken cebimden çıkardığım telefonu elime alıp senelerdir Hamdi Baba'nın davalarına bakan avukatı aradım. İkinci çalışınca "Buyurun Aras Bey" diyerek telefonu açtı.
"Ceyda Hanım, Ozan Eroğlu'nun ölümü ile ilgili elinizde her hangi bir evrak, video kaydı var mı?"
"Aras Bey, olayın tahminen ne zaman olduğunu hatırlıyor musunuz? Biliyorsunuz çok fazla soruşturma dosyası var elimde."
"13 yıl önce Ceyda Hanım. Ekim'in sonu Kasım'ın başı gibi oldu olay."
"O dönemin evrakları ne yazık ki yanımda yok. Sena Hanım işlerin başına geçince Bursa'ya Hamdi Bey'in benim için ayarladığı eve geçtim. Lakin bana zaman verirseniz 2 hafta içerisinde İstanbul'a dönüş sağlayacağım. O zaman sizin izninizle arşive bakarım ve elimde olan evrakları size yollarım. " deyince bu durumdan memnun olmasam da "Tamam" diyebildim.
Sabretmek hiç bana göre değildi. Ancak bu sefer başka çarem yoktu. Elimde net bilgi olmadan babaya sıkamayacağıma göre mecbur dişimi sıkacaktım.
Eve geçince hızlı bir şekilde duşa girip çıktım. Uzayan sakallarımı üstten aldıktan sonra haftalar önce Yavuz'un ayarladığı smokini giydim. Elbette papyon takıp penguenlere dönmeyeceğim için askıda duran papyonu buruşturarak yere attım.
Kollarımın düğmesini düzelterek merdivenlerden aşağıya indim. Hazır olduğunu düşündüğüm Sena'yı almak için evden çıktım. Kapıda hazır bekleyen Kadir arabanın arka kapısına yöneldiği sırada "Arabayı ben kullanacağım Kadir. Sen, Yalçın'ın yanına gideceksin." dedim. Kadir "Tamam abi" diye cevap verirken ben çoktan sürücü koltuğuna oturmuştum. Aracın kapısını kapatıp camını indirerek "Sana vereceği dosyalardan Yavuz'da dahil olmak üzere kimseye bahsetmeyeceksin." dedim.
Kesin emrimi duyan Kadir "Merak etme abi. Değil Yavuz abi, Hamdi Baba da sorsa sana sormadan kimseye bir şey demem." cevabını verdi.
ŞİMDİKİ ZAMAN
Yaklaşık bir saattir arabanın içinde sessizce oturuyorduk. Sena arada sinirle derin derin nefesler verse de böyle davranmaya hakkının olmadığını ikimizde biliyorduk. Damarıma basmaması gerektiğini daha öncesinde birbirimizi kanatırken etrafı dağıtırken söylemiştim. Eğer o bunu hala anlayamadıysa bu durum benim değil onun suçuydu.
Aslında bende de vardı salaklık. Evden çıkarken onu ilk gördüğümde davete öyle gelmesine müsaade etmemeliydim. Gerekirse onu evde bırakmalıydım ama bütün gözleri üzerinde toplayacak şekilde gelmesine izin vermemeliydim.
Şerefsiz Rıdvan hislerini belli eden ilk ve tek kişiydi. Ancak oradaki insanların yarısından fazlasının Sena'ya karşı aynı şeyleri hissettiğinin ya da daha fazlasını arzuladığının farkındaydım. Davet salonuna girdiğimiz andan itibaren oradaki bütün puştların gözü Sena'ya dönmüştü. Benden korkuları olmasaydı bazılarının yanı başlarında duran dünya güzeli eşlerini bırakıp salyalarını akıtarak Sena ile konuşmak için yanımıza geleceğine emindim.
Eğer araba çalışıyor olsaydı bu gece bu şehir kana bulanacaktı. Benim kadınıma, her zerresi ile bana ait olan kadına bakan gözlerini oyup hepsinin eline verecektim. Salya akıtmak için kullandıkları ağızlarının içindeki dişlerini dökecektim. Ama siktiğimin arabası çalışmıyordu.
Sena'ya dikilen gözlerin zihinlerinden geçirdiği pis düşünceler beynimi bombardımana tutarken içimdeki karanlık olaya el attı. "Aras. Aras. Aras... Oradaki insanların suçu ne? Sena sırf onları etkilemek için bir taraflarını açtıysa onların suçu ne? Bütün suç Sena'nın. Seni etkileyemeyince oradaki güçlü erkekleri etkilemek için yaptı bunu. Bu yüzden böyle geldi davete."
Ben bu detayı atlamıştım. Onun nasıl birisi olduğunu yine gözden kaçırmıştım. Her zaman olduğu gibi şimdide kendini başka erkeklere beğendirme derdindeydi. Her zaman olduğu gibi şimdide tek istediği dikkat çekmekti. Gerçi bu konuda da aptallık bendeydi. Onun yüzünden ölen Selim'i vicdan yapıp hırslarından vazgeçmeyen kadın Aras ile olan kavgaları yüzünden mi düzelecekti?
Kalbimde kıskançlık ateşi ile başlayan savaşa beynim tüm gerçeklikleri sunarak son vermişti. Kıskançlık ateşinin yerinde nefret tohumları filizlenmeye başlamıştı. İçimde ki öfke artık davetteki adamlara değil Sena'ya ve Yavuz'aydı. Buradan kurtulduğum gibi o Yavuz'un defterini dürecektim.
Sena'ya söylemesem de bir kaç saat içinde çocuklardan birinin geleceğini düşünüyordum. Ama hala ne gelen vardı ne de giden. Bunun ardında Yavuz yoksa bende bir şey bilmiyordum. Bu adam kendini zorla öldürtecekti bana.
"Eskisi kadar kızamıyorsun değil mi?" diyen Sena'nın sesiyle içimde verdiğim savaştan azda olsa sıyrıldım.
"Kime kızamıyorum Avukat?"
"Yavuz'a..." diye soludu. "Vurulmadan önce bu yemek işine karışsaydı, onun ya da bir başkasının yapacağı açıklamayı umursamaz cezasını keserdin. Ama şimdi gördüğün rüya yüzünden olsa gerek Yavuz'a karşı daha anlayışlısın."
Söyledikleri doğruydu. Yavuz'un o solgun yüzünü gördüğüm andan beri ona karşı ne kadar istersem isteyeyim eskisi kadar katı olamıyordum. Onun canını yakmak istemiyordum. İçimden sitemli bir ses "Sena'nın gelişi değil ama Yavuz'un ölüşü içindeki Selim'i açığa çıkardı Aras Yiğitsoy." demeye başlamıştı bile. Ve lanet olsun ki oda doğruyu söylüyordu.
Sessizliğimden sıkılan Sena "Bir cevap vermeyecek misin?" diye sordu.
Başımı Sena'ya çevirdim. "Sen benim gördüğüm rüyayı nereden biliyorsun Avukat?"
Söylemek istediği sözlerden kurtulmak istercesine yutkundu. "Bende bazen aynı rüyaları görüyorum." İşaret parmağı ile alnını kaşıyıp dudaklarını ısırdı. "Daha doğrusu ölen yakınlarımın tekrar öldüğünü görüyorum. Ve uyandığımda tıpkı senin o gün uyandığında olduğun gibi oluyorum." Susup derin bir nefes aldı. "Hem konumuz ben değilim, sensin. Soruma ise hala bir cevap alamadım."
İfadesiz tutmaya çalıştığım yüzüm ve en umursamaz sesimle "Sana öyle gelmiş Avukat. Yavuz'un cezasını kesmedim çünkü hastanede yaralı yatıyor. Ve sana, o yattığı hastaneden çıktıktan sonra onun bu günün yaptıkları nedeniyle cezasını kesmeyeceğim ile ilgili bir şey söylediğimi hatırlamıyorum." deyince kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. "Yok artık, daha neler? Utanmadan istersen bir de hastanelik et adamı."
"Eğer işlerime burnunu sokmaya devam ederse oda olur Avukat." dedim.
Ellerini teslim olur gibi kaldırıp "Pes diyorum, başkada bir şey demiyorum. Şu andan itibaren sana söylenebilecek bir kelime ne yazık ki yok." deyince susmaya karar verdiğini düşünsem de "Ben anlamıyorum seni ya. Vuruldu diye şehri bir ateşe vermediğin kaldı. Öldüğünü gördün dünyan şaştı. Ama şimdi ona acı çektirerek cezasını vereceğini söylüyorsun. Hiç mi sevdiğin birini kaybetmedin be adam? Hiç mi bir yakının ölmedi?" dedi.
Yüzümde alaylı bir gülümseme yayılırken "Sevdiklerini kaybetme konusunda en az senin kadar tecrübeliyim Avukat. Ancak ben sen değilim, zaaflarımı kararlarımın önüne geçirmem. Beni ben yapan da bu." dedim. Ağzını açıp bir şeyler diyeceği esnada "Sen buna ister acımasızlık de, ister canilik de istersen başka bir şey de ama bana göre güçlü olmanın tek yolu bu." derken yüzüne anladın mı der gibi baktım.
Bir cevap vermeden başını camdan tarafa çevirince bende tekrar kollarımı bağlayıp yatar pozisyona geçtim. Kıskançlık nöbetimin bitmesiyle beynimi yiyen Hamdi Baba sorunu tekrar zihnimi işgal etmeye başladı. Oğlu öldü diye hayata küsen adam bir başkasının oğlunun canını almış olabilir miydi? Acaba baba, Ozan'ı öldürdüğü için Kahraman Eroğlu da Aslan ile ailesini mi öldürmüştü?
Aslan'ın ölümünden sorumlu olan kişileri öldürmüş olsam da bu işin arkasında Kahraman Eroğlu olduğunu her zaman biliyordum. Ancak baba Kahraman Eroğlu'na dokunmama asla izin vermemişti. İzin vermemesinin sebebi bu muydu?
Kafam patlayacak gibi hissediyordum ve bunun suçlusu da Yavuz'du. O it, Sena'yı benim hayatıma sokana kadar böyle şeyleri düşünmek zorunda kalmamıştım. Sevkiyatımı yapar, düşmanıma sıkar, keyfime bakardım. Tek derdim yanımdakilerin güvenliğini sağlamaktı . Oda itibarım sayesinde uğraşmadan başardığım bir şeydi. Şimdi ise en yakınlarımdan şüphe duyuyordum.
Sena olduğu yerde kıpırdanmaya başlayınca yine konuşmaya başlayacağını anladım. Uyuduğu süre dışında konuşmadan durması mümkün değildi. Üniversite dönemlerinde de böyleydi. Yemek yerken dahi sürekli bir şeyler anlatır sonra da kahkahalarla gülerdi.
"Aras?" diyen sesini duyunca tahminimde yanılmadığımı gördüm. Kapalı olan gözlerimi açmadan "Avukat uyu" dedim. "Söz bunun da cevabını aldıktan sonra seni rahat bırakacağım." deyince sıkıntılı bir nefes verip "Ne diyeceksen söyle, sonra da uyu Avukat" dedim.
"Tamam." Sustu. Tereddütlü çıkan sesiyle "Sen o gece sonrasında neden Kıbrıs'a gittin?" deyince beklemediğim soru karşısında afalladım. "Bana zarar verdiğin için mi?" diyerek sorusunu devam ettirdi.
İçimde fırtınalar kopmasına neden olan öfkem Sena'nın sorusuyla iyice körüklenmişti. Benim onun için acı çektiğimi o yüzden şehri terk ettiğimi düşünüyordu. Benim ona değer verdiğimi bilmek istiyordu öyle mi? Bununla ilgili tek kelime benden asla duyamayacaktı.
Başımı ona doğru çevirdim. "Kendini bu kadar önemseme Avukat. Kıbrıs'a gitmemin de seninle alakası yoktu, İstanbul'a dönmemin de seninle alakası yoktu. İşlerim vardı gittim, burada işler karışınca geri geldim. O kadar!"
Önce bakışları titredi sonra gözleri doldu. Fısıltı gibi çıkan sesiyle "Peki." diyerek önüne döndü. Ona karşı öfkeden kalbim kararmış olsa da benim yüzünden gözünden akacak bir damla yaş için kendime binlerce kez lanet ediyordum.
"Ama koluna yaptığım şey için üzülmedim desem yalan söylemiş olurum." cümleleri ağzımdan istemsizce döküldü. Hızla bana dönen Sena üzerime doğru eğilince gözlerim açıldı. Duyduğu sözcüklerin etkisiyle gözleri parlamıştı. Tatlı gülümsemesi ile bakıp "Aras Yiğitsoy ilk kez birine verdiği zarardan pişman öyle mi?" diye sordu.
"Tam olarak öyle değil Avukat. Sadece.." derken kaldım. Cümleyi nasıl devam ettirirsem ettireyim sonu Sena'nın söylediği cümleyi destekler nitelikteydi.
Dudaklarım yavaşça yukarı kıvrıldı. Muzip bir şekilde gülümseyerek "Kadınlara zarar vermem Avukat. Kontrolsüzce davranıp sana zarar verdiğim için pişmanım." dedim.
Kısılan gözleri ile "Kanını bardağa doldurduğunda bir kadındı Aras Yiğitsoy. Demek ki pişmanlığının kadın olmamla bir alakası yok." deyince kaşlarım çatıldı. Tek derdi ağzımdan ona ne kadar değer verdiğimi belki de ona aşık olduğumu söylediğim cümleleri duymaktı. Bu gece planladığı şekilde tatmin edemediği egosunu şimdi benimle tatmin edecekti.
Bağlı olan kollarımı çözdüm. Sol kolumu başımın altına yerleştirdim. "Sen canımı yakmış olsaydın, senin canını da yakardım Avukat. Bak mesela o gece söylediğim tek kelimeden pişman değilim. Çünkü hepsini hak ettin. O gece yaptığım tek şeyden pişmanım çünkü hak etmedin." dedim. Bir cevap vermesine izin vermeden "Sorunu sordun, cevabını aldın. Şimdi sus Avukat." deyince oflayarak üzerimdeki gölgesini alıp yerine oturdu.
Düşünceler ruhumu bir dalgadan başka dalgaya savururken beynim de çektiği acıya daha fazla dayanamamış olacak ki uyumuştum. Hafif bir üşümenin etkisiyle gözlerimi yavaşça aralayarak kolumdaki saate baktım. 03.00 görünce uyanık olup olmadığını görmek için başımı Sena'ya çevirdim.
Yüzünü benden taraf dönmüş, sanki beni izlerken uyuyakalmış gibi bir hali vardı. Davete gelirken eline aldığı kısacık beyaz kürkü üzerine örtmüştü. Dikkatle bakınca bedeninin titrediğini fark ettim. Üşüdüğünden emin olmak için elimi açıkta kalan omzuna götürdüm. Buz gibiydi. Üşümek ne kelime resmen donuyordu.
Onun omzu buz gibiydi ama onun vücuduna değen elim bütün bedenimi yangın yerine çevirmişti. Üşüyerek uyanmış olmama rağmen şuan hararet basmıştı.
Hislerimi baskılamak için görmezden gelmeye çalıştım. Sena tekrar titreyince kendime içten içe kızdım. Seneler önce Sena'nın yaz kış üşüdüğünü bildiğim için ona o şalı almıştım. Mevsimlik olduğu için girdiği her ortamda kullansın, ben yokken o şal ısıtsın onu diye düşünmüştüm. Ama şimdi üşüme ihtimalini düşünememiştim.
Sırtımdaki ceketi çıkararak Sena'nın üzerine örttüm. Ama bu ısınması için yeterli olmazdı. Ne yapabileceğimi düşünürken bagajda işe yarar bir şeyler olup olmadığına bakmak için arabadan indim.
Bagajı yavaşça açtım. Paketi hiç açılmamış battaniye gözüme ilişti. Bu arabada bu battaniyenin ne işi vardı? "Araba durduk yere bozulmasaydı bunların hepsi Yavuz'un planı." derdim diye söylenirken poşetinde duran battaniyeyi elime alarak poşetini açtım. Elimdeki battaniye ile Sena'dan tarafa yürüdüm. Kapısını yavaşça açarak battaniyeyi üzerine attığım sırada yerinden sıçrayarak uyandı.
Gözleri korkuyla açılırken "Selim, hayır?" diye bağırdı. Duyduğum kelime ile allak bullak olurken gördüğü rüyanın etkisiyle titreyen Sena'ya baktım. Düzensiz nefeslerinin arasında "Aras sen miydin?" diye sordu.
Adımı onun ağzında ikinci kez duymuş olmak hislerimi karma karışık etse de üstün tutmaya çalıştığım sesimle "Benim. Başkasını mı bekliyordun Avukat?" dedim.
"Hayır. Ama uykudan uyanan güzel gözlerimin de ilk gördüğü kişinin sen olmasını istemezdim." deyince "Sana iyilik yapanda suç. İyilik senin neyine?" diyerek kapıyı yüzüne çarptım. Aslında söylediklerine öfkeli değildim. Ama ondan bir an önce uzaklaşmam gerekiyordu. Ağzından Selim'in adını duymuş olmak beni yine mahvetmişti.
Adımı söyleyerek bayıldığı günden sonra Selim'in adını ondan hiç duymamıştım. Ama bu gece farkında olmadan kalbime hançerini yine saplamıştı. En büyük düşmanlarımın vermediği zararı bilmeden o veriyordu bana. Bu varlığını unuttuğum kalbimi ellerine alıp acımasızca sıkmak demekti. Bu gece Sena, içine düştüğüm arafa beni daha da itmişti. Ve benim içimdeki Selim'i öldürmem gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı bana.
Ama yapamıyordum. Bir türlü kanımdaki bu mikroptan kurtulamıyordum. Ne zaman onu öldürecek bir hamle yapsam en sevdiklerimle sınanıyordum. Başımı yukarı kaldırdım. İçimden "Allah'ım eski yaşantımdan başka bir şey istemiyorum." dedim.
Kapanan arabanın sesiyle gözlerimi kapattım. Adım sesleri yanıma yaklaştığını belli ederken arkama gelince durdu. Biraz önce üzerine örttüğüm ceketimi omuzlarıma bırakırken "Aras, özür dilerim. Seni sinirlendirmek istememiştim." dedi.
Derin bir nefes alarak acımı gizlemeye çalıştım. Keyifli çıkarmaya çalıştığım sesimle "Sen ve özür Avukat. Şaşırtıyorsun beni?" dedim.
"Laf sokmadan iki dakika duramıyorsun değil mi?" diye sitem eden sesini duyunca "Gerçekleri söylemek ne zamandan beri laf sokmak oldu?" diye sordum.
Oflar gibi nefes verdi. "Kavga etmek istemiyorum. Ve burasıda çok soğuk, hadi arabanın içine gel."
"Sen geç geliyorum."
"Aras, arabanın içine gelir misin? Rica ediyorum." deyince ona karşı gelmek isteyen beynime engel olan kalbimin etkisiyle onaylar anlamda başımı salladım. Arabaya doğru yürürken "Öne değil arkaya gel." deyince olduğum yerde durdum.
Kaşlarım çatılırken yüzüm şaşkınlıkla buruştu. "Anlamadım Avukat." dedim.
"Anlamayacak ne var? Tek battaniyemiz var ve biz iki kişiyiz. O yüzden arkada battaniyeyi paylaşacağız." deyince itiraz eden sesimle "Ben üşümüyorum. Battaniye de sana sabaha kadar yeter." dedim.
"Merak etme Aras, ırzına falan geçecek değilim." diyerek sırıttı. "Ama hasta olursan zaten çekilmez olan halini hastayken hiç çekemem. Hadi nazlanma da gel." dedi.
"Avukat, o kadar dokunuyorsun ki bazen niyetini bozmadığını düşünmüyor değilim. Ben namusumun güvenliği için önde kalsam daha iyi olacak."
"Ben gelmesem bu gece hangi kadının yatağında sabahlayacağı belli olmayan adam mı söylüyor bunları? Aras bana sorarsan senin yaşamının iki gayesi var ilki öldürmek diğeri" derken susup çenesini sıktı. Bir kaç saniye susarken sinirlerini kontrol altına almaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Yavuz'un dediği gibi beni kıskanıyor olamazdı değil mi?
Derin bir nefes verip "Ya gelir benimle battaniyeyi paylaşırsın ya da bende üzerime battaniyeyi örtmem ve hasta olurum." dedi.
"Avukat sen beni tehdit mi ediyorsun?"
Kollarını vücuduna sarıp elleriyle omuzlarını okşarken "Tehdit etmiyorum. Yapacağım şeyi söylüyorum." cevabını verdi.
Omzumu yukarı doğru çekerek "Sen bilirsin Avukat. Sabaha kadar don o zaman." dedim.
Elleriyle vücudunu daha sıkı sardı. "Tamam tehdit falan etmiyorum. Ama sende beni kırma. Bu gün seni içeriden çıkardım. Ve bunu yaparken Fırat'ın odasını bastım. Onun karşılığı gibi düşünsek." derken soğuktan dolayı dişleri de hafiften birbirine çarpmaya başlamıştı.
Yüzümde oluşan şaşkın ifadeyle "Sen, Savcı'nın odasını mı bastın?" diye sordum. Başını evet anlamında sallayıp "Seni nasıl çıkardım sanıyorsun? Suçun ispatlı olduğu halde bunu normal bir avukat olarak yapamazdım değil mi? Kanunsuzluğa bulaştım birazcık." dedikten sonra zoraki sırıttı. "Yalnız burada biraz daha üşümeme izin verirsen bir daha kurtaramayabilirim. Zira biraz daha soğukta kalırsam zatürre olacağım."
Keyiften dört köşe olmuştum. Beni kurtarmak için o Savcı şerefsizine kafa tutmuştu öyle mi? O halde ki Savcı'nın yüzünü görmek için nelerimi vermezdim. Sena bunu yapmıştı ya koltuğa geçmeyi bırak gece göğsünde uyuyayım dese karşı çıkmadan kabul ederdim. "Tamam geç arka koltuğa." deyince sorgular halde bana baktı. "Geç Avukat bende geliyorum." dedim.
Yüzünde kocaman bir gülümseme belirirken hızla arka koltuğa geçti. Bende diğer kapıdan araca girip öndeki battaniyeye uzandım. Battaniyeyi önce Sena'nın üzerine örttüm, sonra kendi üzerime. Kısa süre içinde benim bedenim hızla ısınırken Sena hala dişleri birbirine çarpar halde titriyordu.
Bu haline daha fazla dayanamayarak yan döndüm. Sena'ya doğru eğilip koltuk altlarından tutarak onu kendime çektim. Sırtı ile başı göğsüme değince tenimden yayılan ateş ikimizi küle çevirmeye yeterdi.
Bakışlarını öfkeyle gözlerime dikerken "Ne yapıyorsun sen?" diye sorarak olduğu yerden kalkmaya çalıştı. Kollarım bilinçsizce vücudunu sımsıkı sardı. "Olduğun yerden kalkmaya çalışma Avukat. Battaniyenin altında bile yağmurda kalmış kuş gibi titriyorsun. Isın sonra istediğin yere gidersin." dedim.
Güçlü bir şekilde yutkunduktan sonra başını tamam anlamında sallayarak önüne döndü. Bende başımı koltuğa yasladım. Sena'nın kokusu ciğerlerime dolarken havadaki oksijen ciğerlerimi rahatlatmak yerine içime her çekişimde işkenceye dönüyordu. Dudaklarına yapışıp içimi onunla doldurmamak için kendimi zor tutuyordum.
Kollarımın arasında "Sana söylemek istediğim bir şey daha var." deyince ona karşı oflayarak "Niye susamıyorsun Avukat? Uyusana artık." diye tepki göstersem de içten içe Sena ile sohbet etmek hoşuma gidiyordu.
Söylediklerimi umursamayarak "Esma Anne. O çok güçlü bir kadın." deyince başımı sallayarak "Öyledir." dedim.
Göğsümde titreşim etkisi yaratan sesiyle "Ama güçsüz olduğu yanlarda var. Mesela söz konusu Yavuz ve sen olunca asla güçlü duramıyor." dedi.
Sıkıntıyla ciğerlerimi doldurup geri verdim. "Senin de tek evladının olduğu araç patlasaydı ve sen onun ölüsünü dahi son kez göremeseydin aynı olmaz mıydın Avukat?" diye sordum.
Titrek bir nefes verdi. "Olurdum. Kim olmaz ki? Canından bir parça nefes almayı bırakıyor. Sonra onu alıyorlar ve toprağın altına koyuyorlar. Sana da onu bir daha göremeyeceksin, sesini duyamayacaksın, kokusunu içine çekemeyeceksin. Bir an önce onsuzluğa alış onun öldüğünü kabullen diyorlar." dedi. Titreyen sesi ağladığını belli eden bir tonda çıkarken "Bende onu gibi olurdum. Hatta delirirdim , daha önce delirdiğim gibi" deyince duyduğum şeyle başımı hızla ona çevirdim.
"Daha önce delirdiğim gibi derken Avukat?"
"Şey.." duraksadı. "Abim ölünce delirecek gibi olmuştum. İntihar etmeye falan kalktım ondan söz ediyorum." Bir kaç saniye sustuktan sonra "Uyuyalım mı? Ben çok yorgunum." dedi.
Ben ağzından Selim ile ilgili tek kelime de olsa duymayı beklerken o bana abisini söylemişti. Ben onun için ölürken o benim için yas tutmayı bile bana çok görmüştü. İçimde kopan tufanı belli etmemeye çalışarak "Uyuyalım Avukat." diyerek başımı tekrar koltuğa yasladım.
İçimdeki öfke ateşi bütün bedenimi ve ruhumu yakıp kavururken benim ise tek yapabileceğim sahip olduğum karanlığa daha da sığınmaktı. Güçlü kalabilmenin, yaşadığım acılara dayanabilmenin tek yoluydu, acımasız olmak. Kalbin ne kadar kararırsa acılarının üzerini de o kadar örtebiliyordun.
Ama içine düştüğüm bu bilinmezlik çukurundan çıkamadığım sürece kalbimin karanlığı da acılarıma çözüm olmayı bırakmıştı. 12 yıldır sorunsuz bir şekilde Aras olarak yaşarken şimdi bir bedende birbirini öldürmeye çalışan iki ruhla yaşıyordum. Arabadan inince de düşündüğüm gibi bir an önce Selim'den sonsuza dek kurtulmam gerekiyordu. Yoksa hem Aras'ın hem de Selim'in kaçınılmaz sonunu yaşayacaktım.
Arabanın içinde oluşan sessizlik ve Sena'nın kokusuyla uyku ile uyanıklık arasına girmiştim ki kollarımdaki Sena kıpırdandı. Kollarımdan yavaşça kendini kurtarıp usulca "Aras?" dedi. Sesi bir şey söylemek istiyor gibi değil de sanki uyanık olup olmadığımı kontrol ediyor gibi çıkmıştı. Ne yapacağını merak ederek tepki vermedim.
Yüzüme değen nefesiyle biraz öncekinden daha sessiz çıkan sesiyle "Uyuyor musun?" diye sordu. Gözlerim kapalı halde durmaya devam ederek uyanık olduğumu belli edecek bir şey yapmadım.
Yüzüme değen nefesini önce sol yanağımda hissettim. Sonrasında ise Sena'nın dudakları usulca yanağıma değdi. Ben ne yapacağımı bilmez halde öylece dururken sıcak nefesi boynuma kaydı. Burnunun ucu boynuma hafifçe değerken kokumu derin bir şekilde içine çekip daha sonra da nefesini yavaşça boynuma verince varlığını unuttuğum kalbim bütün şiddetiyle atmaya başlamıştı.
"Aras Yiğitsoy. Ben... Ben galiba seni seviyorum. Sana koşulsuz güveniyorum. Yanındayken senelerdir unuttuğum, ruhumu hissediyorum. Senden kaçmaya çalışsam da istemsizce sürekli sana çekiliyorum." Acıyla inledi. "Ne kadar komik bir durum değil mi?" Bunu söylerken sesi titredi. "Kalbi olmayan bir adamı seviyorum. Onun kokusunda huzur buluyorum. Ama biliyorum ki bizim olmamız Ay ile güneşin kavuşması kadar imkansız. Bende bu yürek yarası sende bana karşı nedenini bilmediğim bu öfke varken bizden bu andan fazlası olmaz." dedikten sonra başını biraz önce ki gibi göğsüme tekrar yerleştirdi.
Göğsümde dayalı bedeni ağladığını belli eder halde sarsılırken gözlerimi açtım. Başımı Sena'ya çevirerek baktım. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilmiyordum. O göğsümde yatıp ağlarken bile ben onu teselli edecek tek kelime edemiyordum. Çünkü bu hale gelmemizin tek sebebi oydu. Ben Aras değil Selim'im desem ne değişirdi? Kalbimin tekrar paramparça olmasından başka elime ne geçerdi? Seneler önce seçimini yapmıştı o. Selim'i değil yaşadığı hayatı seçmişti. Şimdi dudaklarından Selim'in adı eksik olmasa, Aras'a olan aşkından divane olsa kaç yazardı?
Ama bir taraftan da içimde bir şeyler kıpırdandı. Beni davette ki kadından kıskanması, sonrasında davette olanlar, Savcı ile çıktığı akşam yemeği... Hepsi ama hepsi beni kıskandırmak içindi. Yavuz haklı çıkmıştı. En başından beri benim onu kıskandığım gibi oda beni kıskanıyordu.
Birden zihnimde söylediği bir cümle yankılandı. Biraz önce "Bende bu yürek yangını oldukça" mı demişti? Bu ne demekti? Sena biri yüzünden aşk acısı mı çekiyordu? Bu yüzden mi Aras'tan uzak durmaya çalışıyordu? İyi de kim?
Bu acıyı veren kişinin Selim olmadığını düşünürsek neden Selim'in aldığı şal hala çekmecesindeydi? Yazdığım nota kadar saklamıştı.
Peki abisi yüzünden intihar etmeye kalktığı gün benim ona söylediğim "KALBİ ATAN HİÇ KİMSE KARANLIKTA KALMAMALI. BİR YOLUNU BULUP AYDINLIĞA ÇIKMALI" sözünü benimseyerek benim gibi bir adamı aydınlığa çıkarmaya çalışmasına ne demeliydi?
O gece, şalı bulduğum gece, şaldaki koku. Beni bu işten çıkaracak tek şey o parfüm kokusuydu. Peki o parfüm kime aitti? Daha önceden biliyordum o kokuyu. Üniversite dönemlerinden kalmış olmalıydı hafızamda. İçimden "Peki kimindi?" diyerek kendimi sorgularken düşünmek için gözlerimi kapattım.
Gözlerimin önüne gelen parfüm şişesiyle kime ait olduğunu buldum. Şalın üzerinden yayılan parfüm kokusu benim üniversite döneminde kullandığım parfümün kokusuydu. Sena göğsümde uyuduğu için hareket edemedim ancak ruhum yerinden çıkacak gibi oldu. Benim kokumu saklamıştı. Benim kokumla uyuyup benim kokumla uyanmıştı. Ama neden? Selim'i önemsemeyen, onu sevmeyen bir insan neden onun parfümünü şalında taşırdı ki? Hem o parfümü Sena nereden nasıl bulmuş olabilirdi?
Ayrıca Selim onda vicdan azabı olsaydı, biraz önce yürek yangını demezdi. Eğer bahsettiği kişi Selim ise bu resimde bir şeyler eksikti. Benim bilmediğim ya da yanlış bildiğim bir şeyler vardı. Ve benim ilk işim bu görünmeyen kısımları görmeye çalışmak olacaktı.
***********
Tıklatılan araba camıyla gözlerim yavaşça açıldı. Bakışlarım göğsüme yerleştirdiği başıyla masumca uyuyan Sena'ya kaydı. Olanları çözmeden onun büyüsüne daha fazla kapılmamak için başını yavaşça göğsümden kaldırarak koltuğa yerleştirdim.
Arabadan inerek kapıyı yavaşça kapatıp Kadir'in yanına yürüdüm. "Neredesiniz lan siz?" Kükremem karşısında korkan Kadir bir kaç adım geriye attı. Başını öne eğerek "Abi biz gelecektik ama..."
"Ama Yavuz abiniz göndermedi değil mi?" diye sorunca başını evet anlamında sallayarak "Evet abi. Belki geceyi orada geçirmek isteyebileceğinizi söyledi. Sonrada sabaha karşı beni arayıp sizin orada kalma ihtimalinizin olmadığını, başınıza bir şey mi geldi diye bakmam gerektiğini söyledi." dedi.
Öfkeyle gülerken dilimi dişimin üzerinde gezdirdim. Bu Yavuz'a yediği dayan yetmemişti. "Abi gel bana sık." diyordu resmen. Bu kadar kaşınma sonrası onunda sırası gelecekti ama önce geçmişin sisli perdesini kaldırmam gerekiyordu.
"Tek sen mi geldin?"
"Yok abi, arkadan Ademlerde geliyordu. Ben önden geldim." deyince "Arabanın anahtarı üzerinde mi?" diye sordum. "Evet abi" yanıtını alınca "Tamam ben gidiyorum. Ademler gelince Avukatı uyandırır eve bırakırsınız." diyerek önümdeki beyaz araca yürüdüm.
Araca binip eve doğru sürerken sağ dirseğimi arabanın kapısına yaslayarak çenemi sıvazlamaya başladım. Ben cezaevindeyken 2 ay boyunca her gün Sena'nın yurt dışında olduğunu ya da arkadaşları ile alem yaptığını gösteren fotoğrafları gelmişti.
Gördüklerime inanmamayı tercih ederken bir taraftan da içim içimi yiyordu. En sonunda dayanamayıp Kahraman Eroğlu'nun yalan söylediğini ispat etmek için Yavuz'u Ankara'ya göndermiştim. Ankara dönüşünde Yavuz yanıma per perişan halde gelmişti.
Üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen bir kelimesini bile unutmamıştım söylediklerinin. Yavuz gördüklerini en acısız şekilde anlatmaya çalışarak "Abi, Kahraman Eroğlu haklı sanırım. Sena'nın durumu gayet iyi. Sen yokmuşsun gibi okula devam ediyor. Yanında bir erkek var. Bir an olsun ayrılmıyor. Ev arkadaşların ile konuştum. Onlarda her hafta yanında başka bir erkek gördüklerini söylediler." demişti. O akşam kendimi ölümün kollarına bırakmak istesem de yapamadım. Hamdi Baba izin vermedi. 4 ay sonrasında ise Selim öldü.
"Peki ya Yavuz bir şeyleri eksik görüyse? Ya ben öldükten sonrasında ya da öncesinde bilmediğimiz bir şeyler olduysa." diye mırıldandım. İşin içinden bir türlü çıkamıyordum. Nasıl olurdu da böyle bir şeyi göremezdi? Elimi direksiyona geçirip "Off" diye bağırdım. Bu işi bir an önce çözmezsem delirebilirdim.
1 HAFTA SONRA
Yavuz bu sabah hastaneden çıkmış Esma Annenin yoğun ısrarına karşı gelemeyerek iyileşene kadar onlara geçmişti. Esma Anne sabah arayıp "Akşama bize gel. Ailecek bir yemek yiyelim." dedikten sonra kinayeli çıkan sesiyle "Babanla aranızdaki meseleyi de çözün." deyince "İşlerin durumuna göre gelirim Ana" diyerek telefonu kapatmıştım.
Bir haftadır Hamdi Baba konusunda bir arpa boyu yol alamamış olmak canımı fena halde sıkıyordu. Yalçın'dan gelen Ozan ile ilgili evraklarda da önümü aydınlatacak bir şey yoktu. Mafyanın içinde çıkan bir çatışma sonucu öldüğü dışında bir şey geçmemişti kayıtlara. Ne bir güvenlik kamerası ne de elle tutulur bir rapor....
Sena ile ilgili ise öğrendiğim tek şey benim ölümümden 8 ay sonra Ankara'daki okulu bırakıp apar topar İstanbul'a nakil işlemlerini yaptığı ve babasının itibarı da dahil ona ait olan her şeyden vazgeçtiğiydi. Bu da demek oluyordu ki bunca zaman ona haksızlık etmiştim. O hiç bir zaman paranın ya da şöhretin peşinde olmamıştı. Belki de Yavuz en başından beri haklıydı. Sena, Selim'im ölümünden sonra değişmişti.
Masanın üzerinde çalan telefonun sesiyle yayıldığım koltukta dikleşirken elimi çenemden çektim. Telefona uzanınca Yavuz'un adını gördüm. Akşam gelip gelmeyeceğimi öğrenmek için arıyor olmalıydı.
Telefonu elime alıp "Akşama gelmiyorum Yavuz." dedim.
Endişeli çıkan sesiyle "Aras gelmek zorundasın. Yeliz aradı. Sena onu beklemeden evden apar topar çıkmış. Ve" derken durdu. "Yavuz, işi bilmeceye çevirme ne söylüyorsan söyle."
Nefes verir gibi "Senin ona verdiğin silahı da yanına almış. Yeliz nereye gittiğini sorduğunda da buraya geldiğini söylemiş." duraksadı. "Abi, bizim kontrolümüz dışında bir şeyler gelişiyor. Oyunu Sena üzerinden kurdukları apaçık ortada. Sena'yı durduracak tek kişi de sensin." deyince yerimden hızla kalktım. Elim koltuğun üzerindeki ceketi kavrarken "Ne zaman çıkmış evden?" diye sordum.
Keyifsiz çıkan sesiyle "Yarım saat abi." dedi. "Lan şimdi mi haber vermek aklınıza geldi?" diye bağırırken koşarak evden fırlamıştım bile.
" Abi benimde şimdi haberim oldu."
Arabaya binip "Ben gelene kadar Avukata bir şekilde engel ol Yavuz." diyerek telefonu kapattım. 40 dakikalık yolu 15 dakikada gidebilmek için gazı kökledim.
Evin önüne gelince gözlerim Sena'nın aracını aradı. Ancak görünürde yoktu. Hala gelmemiş olma ihtimal, vardı. Arabadan inip kapıdaki çocuklara "Avukat geldi mi?" diye sordum. "Geldi abi." cevabını alınca ağız dolusu "Siktir." çekip "Bana bakın lan içeride kıyamet de kopsa biriniz dahi gelmeyecek." dedikten sonra içeriye doğru koştum. Kapının açılmasını beklememek için her zaman açık olan bahçe kapısına yöneldim.
Bahçe kapısından içeriye girdiğimde elindeki silahı Hamdi Baba'ya doğrultmuş Sena ile karşı karşıya kaldım. Gözlerim Yavuz'a kayarken başımı "ne oluyor" der gibi salladım. Yavaşça oynattığı dudakları ile "Abisi" deyince olduğum yerde öylece kaldım.
Sena, abisini Hamdi Yiğitsoy'un öldürdüğü ile ilgili bir şeyler öğrenmiş olmalıydı ve hesabını sormak için buraya gelmişti. Hamdi Baba, Ozan'ı gerçekten öldürmüştü. Eğer bu gerçekse ona cezasını kesecek olan Sena değil, bendim. Karanlık tarafta olan, terazinin kirli kesesinde yaşayan bendim.
Aralarında 4 metreden fazla mesafe vardı. Olduğum yerden yürüyerek silah ile Hamdi babanın arasındaki boşlukta durdum. Gözlerimi gözlerine dikerken "Avukat ne öğrendin?" diye sordum.
Burnunu çekip akan göz yaşları arasında "Abimi o öldürmüş Aras. Abime o kıymış." dedi. Gözlerime hayal kırıklığıyla bakıp "Sen biliyor muydun?" diye sorunca içimde bir şeyler koptu. Tıpkı 13 yıl önceki gibi şimdi de karşımda küçük bir kız çocuğunun çaresizliği ile duruyordu.
"Bilmiyordum Avukat." dedim. Elimi sakinleşmesi için dur der gibi açtım. "Tamam abini Hamdi Baba vurmuş. Ama bunu doğruluğu ispatlı değil Avukat. Şimdi indir silahını ve bana neler olduğunu anlat. Sana yemin ederim eğer bu doğruysa babamda olsa cezasını kendi ellerimle keseceğim." dedim.
Bedeni titrerken başını yana yatırıp kalbinde ki acıdan kıvranarak "İspatlı Aras. Abimi o öldürmüş." Gözlerinin içi kararırken "Bende onu öldüreceğim." dedi.
"Avukat saçmalama indir şu silahı." deyince başını olumsuz anlamda sallayarak silahın emniyetini açtı.
"Avukat indir şu silahı." diye bağırdım. Başını iki yana olumsuz anlamda salladı. "Abim öldüyse oda ölecek." diye boğazı parçalanırcasına bağırdı. Bu iş böyle çözülmeyecekti. Üzerine doğru yürürken "Beni dinle. İndir şu silahı." diyerek cümlemi tekrarladım.
"Aras, sen bu işe karışma. Silahın önünden de çekil" dedi. Gözünü öfke bürümüştü. Öğrendiği şeye inanmış ve doğruluğunu ispatlamadan babayı öldürecekti. Ama eline geçen her neyse doğru olmadığına emindim. Benim elime geçmeyen bilgi onun eline bu kadar hızlı geçtiyse bu işte bir iş var demekti.
Namlunun tam önüne gelip "Silahı indir." dedim. Bir kaç adım geriye atarken başını yine olumsuzlukla salladı. Görüşüne babayı almaya çalışıyordu. Hedefini gözüne kestirip silahı ateşlediği anda elinin altına vurdum. Patlayan silahın sesi büyük bir gürültüyle odayı doldurdu.
ACABA HAİN YAZAR KİMİ VURDU? 🤷🏻♀️
SENA AŞKINI İLAN ETTİ. ARAS'A BİR AYDINLANMA GELDİ :D GÜZEL GÜNLER YAKIN GİBİ NE DERSİNİZ? YOKSA DAHA KÖTÜ GÜNLER Mİ GELİYOR? 🫣
GELECEK BÖLÜMÜ SİZİN KARARINIZA GÖRE SEKILLENDIRMEYE KARAR VERDİM. HER ŞEYİN AÇIĞA ÇIKMA ZAMANI GELDİ Mİ SİZCE? YOKSA BÖYLE İYİ MI😅
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |