
SENA
Uykudan "Selim" diye haykırarak fırladım. Elimi kalbimin üzerine bastırmış hızla çarpan kalbimin şiddetini elimde hissederken bir taraftan da derin derin nefes almaya çalışıyordum.
Odanın kapısından içeriye giren Yeliz yatağa gelerek yanıma sokuldu. Kalbimin üzerindeki elimin üzerine elini koyarak çaresizlik dolu sesiyle "Yine mi aynı kabus?" dedi.
Düzensiz nefeslerim arasında başımı onaylar anlamda salladım. Aras Yiğitsoy'u gördüğüm günden bu yana her gece aynı kabusu görüyordum. Karanlık, pis bir köprünün altında bana öfke, hayal kırıklığı ve nefretle bakan Selim'i. Ayaklarına kapanıp ondan özürler diliyor. Beni affetmesi için yalvarıyordum. O ise ifadesiz bir halde beni uzun süre izliyor sonra da ayakkabısına yapışmış olan bir pislikten kurtulmaya çalışır gibi iğrenerek ayağından öteye itiyordu.
Ben kenara hafifçe savrulurken Selim ise arkasını dönüp beni öylece bırakarak karanlığa karışıyordu. Arkasından bağırmak istesem de onun her adım atışın da sesim de kayboluyordu. Peşinden gitmek için ayağa kalkacak gücüm ise asla olmuyordu.
Saçımı okşayan Yeliz "Sena bu iş sana zarar vermeye başladı. Yine aynı şeyler olacak diye korkuyorum. Bu sefer de kliniğe yatarsan seni oradan çıkaramam. Çıkarsam bile işine devam etmeni sağlayamam. Beni dinle vazgeç bu kurtarıcılık işinden. Sen iyilik perisi değilsin. Herkese yardım etmek zorunda hiç değilsin." dedi. Doğru söylüyordu. Bir daha aynı şeyleri yaşarsam oradan asla çıkamazdım. Aklım başıma gelse bile babam oradan kurtulmama asla müsaade etmezdi. Biliyordum. Olabilecek her şeyin farkındaydım. Ama bu işten geriye dönemezdim.
Düzensiz olan nefesimin izin verdiği kadar "Vaz geçemem Yeliz. Ölürüm ama yine de vazgeçemem. Selim benim" derken durdum. Boğazıma takılan yumru ile yutkundum. Onun ölmüş olduğunu hele de benim yüzümden ölmüş olduğunu kaldıramazken dudaklarımdan dökülmesi de kolay olmuyordu. Kurumuş dudaklarım akan göz yaşlarım ile ıslanırken "Selim benim yüzümden öldüyse bende onun idealleri uğruna savaşırken ölürüm. Onun yapmak isteyip de yapamadığı her şeyi son nefesimi verene kadar yaparım." dedim.
Elini saçlarımdan çekerek tekmil verir gibi başına götüren Yeliz "O zaman bizde kanımızın son damlasına kadar savaşırız komutanım." dedi. Onun bu haline gülmeye başlayınca elini akan göz yaşlarıma götürüp silerken "Yeter ki sen mutlu ol." diye fısıldadı.
Ona sık sıkı sarılarak "Her şey için teşekkür ederim " diye fısıldadım. "Rica ederim canımın içi" diyerek saçlarımı sıvazlarken çalan telefonun sesi bizi birbirimizden ayırdı. Kollarını benden çeken Yeliz ,"Dur tahmin edeyim. Bu güzel pazar gününü araması ile şereflendiren Yavuz Egelidir kesin. " dedi.
Söylediğine gülerek arayanı görmek için komodinin üzerinde duran telefona uzandım. Ekranda "Yavuz Egeli" yazısını görünce telefonu Yeliz'den tarafa çevirdim. Yeliz sıkıntı ve bıkkınlık dolu yüzüyle puf diye bir ses çıkarıp başını iki yana salladı.
Cuma günü olan patlamadan sonra Aras bir kez bile arama zahmetinde bulunmamıştı. Ama Yavuz her gün en az 20 kez arayıp nasıl olduğumu, bir sorun olup olmadığını, tekrar mesaj gelip gelmediğini sormuştu. Bu da o rutin telefonlardan biridir diye düşünerek "Efendim Yavuz Bey." dedim.
"Günaydın Sena Hanım. Umarım uykunuzdan uyandırmadım sizi."
Gülümseyen sesimle "Daha öncesinde uyanmıştım. Günaydın." karşılığını verdim.
"Uyanmış olmanıza sevindim. 1 buçuk saate kadar Kadir sizi almaya gelecek. Bu süre hazırlanmanız için yeterli olur değil mi?" diye sorunca "Ne için?" dedim. Bu adam iyiydi hoştu ama her şeyi emri vaki yaptırmaya çalışması sinir sistemimi fazlasıyla zorluyordu.
Sabah sabah bir tatsızlık çıkmasını istemediğim için daha da duygusuz tutmaya çalıştığım sesim ile "Daha doğrusu nereye geliyoruz Yavuz Bey?" diye sordum.
"Hamdi YİĞİTSOY 'un evine Sena Hanım. Baba sizi kahvaltıya bekliyor." deyince afalladım. İşte bu beklemediğim bir şeydi. Hamdi Yiğitsoy denilen adam mahkemelerde bile doğru düzgün avukatları ile görüşmezdi. Bütün baro adamın ulaşılmazları oynadığını konuşurken o ise beni kahvaltıya mı çağırıyordu?
Yeliz baş ucumda duran su bardağından su içerken konuşmayı duyabilmesi için telefonu hoparlöre aldım. Bu şaşkınlığı tek yaşamaya hakkım yoktu. Canım dostumun da bu hisleri benim ile paylaşması gerekiyordu. "Sanırım yanlış anladım Yavuz Bey. Hamdi Yiğitsoy kahvaltıya mı çağırıyor dediniz?" dedim. Cümlelerimi duyan Yeliz ağzındaki suları yere doğru püskürttü. Elinin tersiyle ağzını silip dudaklarını oynatarak "Hamdi Yiğitsoy mu dedin?" dedi.
Başımı ona sallayarak gelecek cevabı duymak için sus işareti yaptım. "Doğru duymuşsunuz Sena Hanım. Hamdi Baba sizi ve Yeliz Hanımı kahvaltıya bekliyor. 1 buçuk saate kadar Kadir sizi almaya gelecek hazır olursunuz değil mi?" diyerek biraz önce sorduğu soruyu yeniledi.
Hala duyduklarım karşısında şaşkınlık dolu olan sesimle "Şey... Tabi.. Elbette hazır oluruz." dedim.
"Tamam o zaman. Kahvaltı da görüşmek üzere" diyerek telefonu kapattı.
Kaşları havada yüzüme bakan Yeliz " Sence neden kahvaltıya çağırıyorlar. İsa'nın son yemeği tablosu gibi olmaz değil mi sonumuz?" deyince şaşkınlığın yerini içten attığım kahkahalarım aldı.
Kahkahalarımı bastırmaya çalışarak "Saçmalama Yeliz. Birini öldürmeden önce kahvaltı yaptırmak gibi adetleri olduğunu sanmıyorum. Patlama Hamdi Yiğitsoy'a ait bir galeride oldu. Hedef ise bendim. Bu durum ile ilgili konuşmak istiyor olmalı. Koskoca Hamdi Yiğitsoy ayağıma gelemeyeceğine göre bizi kahvaltıya çağırdı." dedim.
Eli düşünceli halde yüzünde gezinen Yeliz "Doğru diyorsun. Sanırım son olaylardan sonra benim iyice kafam karıştı. Her şeyin sonunu ölüme bağlıyorum. En iyisi gidip hazırlanayım. " diyerek yataktan kalktı. "Acaba resmi mi giyinsem yoksa spor mu?" diye söylene söylene odadan çıktı.
Bende yatağımdan kalkıp banyoya doğru yürüdüm. Elimi yüzümü yıkamak için aynanın karşısına geçince başımdaki küçük bandaj gözüme ilişti. Elimi hafifçe onun üzerinde gezdirdim. Düşünceler olanca gücüyle beynime nüfuz etmeye başladı. Cuma günü o defteri almak için odaya gitmeseydim parçalarımı dahi kimsenin bulamayacağı kadar feci şekilde ölmüş olacaktım. Dikkatsiz davranarak odada unuttuğum defter canımı kurtarmıştı.
Ölümden korkmuyordum. Ölüm benim için Selim ile abime kavuşmaktı. Ancak böyle bir ölümü kim isterdi ki? Vücut parçalarım galerinin bahçesine savrulmuş halde gözümün önüne geldi. Gördüğüm görüntüyle iğrenerek "ığğğ" diye bir ses çıkardım. Ürpermiştim.
Sonra aklıma Aras geldi. Ona sarıldığım o an. Bana gerçekten gülümsemiş olması. Ve 2 gündür aramayan o öküz hali.
O gün Yavuz ile ikisi fırtına gibi galeriden çıkmışlardı. Aras'ı kısa süredir tanıyor olsam da ne Cuma günü kadar korkmuş ne de o kadar sinirli görmüştüm. Yavuz'u yürüyen cesede çevirmeden öncesinde bile bu kadar öfkeli değildi.
"Acaba arabayı patlatan adamlara ne yaptı." diye mırıldandım. Yavuz'a sorduğumda beni geçiştirmişti. Gazeteler ve haberlerden öğrenirim diye umuyordum ama oralarda da ne galerideki patlamayı ne de Aras'ın bulduğu adamlara yaptıklarını ile ilgili tek kelimeye ulaşamamıştım. Yiğitsoy ailesine bulaşmak kimsenin cesaret edebileceği bir şey değildi anlaşılan.
Aynanın karşısında daldığım düşüncelerden sıyrılıp hazırlanmak için elimi yüzümü yıkamaya başladım. 1 saatlik bir hazırlanma sonrasında gitmek için ikimizde hazırdık. İşe gider gibi resmi giyinmek istememiştim. Altıma dar parça mavi jean giyip üzerine de ince, beyaz belimde biten bir triko giydim. Hamdi Beylerin karşısına çıkacağım için dekolteli bir şey tercih etmek istememiştim. Kadir'in geldiğini belli eden telefon sesini duyunca Yeliz ile birlikte aşağıya inip arabaya bindik.
Yol boyunca ne benden ne Yeliz'den tek kelime çıkmamıştı. İkimizin içinde de oluşan heyecan ve korku duygusu midemizi ağzımıza getirmiş durumdaydı. Yolu seyrederek içimde oluşan bu histen kurtulmayı denesem de olmuyordu. Hamdi Yiğitsoy'dan korktuğum için değil karanlığa her gün biraz daha çekildiğim içindi bu boğazımdaki düğüm midemdeki yumru.
Sokak gürültüsünden ve insan kalabalığından sıyrılan araba yemyeşil ağaçların bizleri selamladığı bir yola girdi. İlerlediğimiz güzergah boyunca bir tane ev yoktu. Her yer sadece ve sadece ağaçlarla kaplıydı. Manzara içimdeki huzursuzluğu uçurup gitti. Yerini sükûnet ve huzur aldı. Bu anın tadını çıkarmaya başladım.
Ağaçların içinde geçen huzurlu kısa bir yolculuk sonrası araba yeşillikler arasındaki büyük bir çiftlik evinin önünde durdu. Arabadan inip yeşilliğin verdiği huzurun kokusunu ciğerlerimin en ücra köşelerine ulaştırmak için derin birkaç nefes aldım. Daha sonra arabanın evden tarafa olan yanına yürüyerek Yeliz'e baktım. Oda benim gibi bu eşsiz havanın tadını çıkarmaya başlamıştı bile. "Hadi girelim." dedim.
Sesimi duyunca benden tarafa doğru geldi ve evin giriş kapısına doğru yöneldik. Kapıdaki iki koruma "Hoş geldiniz Sena Hanım. Siz de hoş geldiniz Yeliz Hanım" dedikten sonra büyük bahçe kapısını açtılar.
Korumalardan birisi eve doğru bizim ile ilerlerken karşıdan yüzünde kocaman tebessüm ile bize doğru gelen Yavuz'u gördüm. Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verirken çoktan yan yana gelmiştik bile. Yanımızda bize eşlik eden korumaya başıyla gitmesini işaret etti. İçtenlikle bakıp "Hoş geldiniz. Hamdi Baba ile Esma Anne kahvaltı için bahçede sizi bekliyorlar. Buyurun gidelim." dedi.
"Tabi gidelim." diyerek Yavuz önde Yeliz ile ben arkada onun gittiği tarafa doğru yürümeye başladık. Her köşe başında bir korumanın durduğu ev hem huzur verici hem de ürkütücüydü. Bu kadar korumanın beklemesini gerektirecek kadar düşmanlarının olmasına şaşırmadım. Şaşırdığım şey Hamdi Yiğitsoy'un bu kadar pislikle tek başına savaşacak kadar cesur olduğunu bildiğim halde etrafta bu kadar koruma olmasıydı.
Yavuz ile beraber evin geniş balkonuna gelince bütün heybeti ile koltukta oturmuş karşısındaki bir yere dikkatle bakan Hamdi Yiğitsoy'u gördüm. Nereye baktığını anlamak için Yeliz ile beraber başımızı çevrince etrafı çitlerle çevrili bir aslanın hunharca parçaladığı eti yediğini gördük. Yeliz ile kocaman olmuş gözlerle birbirimize bakarken Yavuz ortamıza eğilip fısıltıyla "Babanın evcil hayvanıdır. Korkmanızı gerektirecek bir şey yok. Her canlı gibi oda öğün vaktinde yemeğini yiyor." dedi.
"Kim evinde evcil hayvan olarak aslan besler ki" diyen içi sesime hak versem de duymazdan geldim. Güçlükle yutkunarak Yavuz'a zoraki tebessüm ettim.
Yanımızdan ayrılan Yavuz, Hamdi Baba'nın yanına yaklaşıp kulağına eğilerek bizim anlamayacağımız kadar düşük tonda bir şeyler fısıldadı.
Duydukları sonrası Hamdi Yiğitsoy "O kim oluyor da benim lafımın üzerine laf söyleyecek Yavuz. Ben daha ölmedim. Kimse lafımı çiğneyemez." diye kükreyince Yeliz de bende olduğumuz yerde sıçradık. Yavuz korktuğumuzu tahmin etmiş olacak ki konuyu uzatmayarak "Baba, Avukat Hanım ile arkadaşı Yeliz Hanım geldi." dedi.
Bize bakarken bir anda yüzündeki sert ifade gözlerindeki karanlık bakış kaybolan Hamdi Bey yerinden neşe içinde kalkıp "Baştan desene oğlum bunu. Beni de mahcup ettin bak kendilerine." diyerek yanına yaklaşmamızı bekler halde gözlerimizin içine baktı. O sırada tabakları masaya yerleştiren kıza dönüp "Esma Ananıza misafirin geldiğini söyleyin." dedi.
Kız "Tabi efendim" diyerek içeri giderken bizde onun önüne gelmiştik bile. Elini sıkmamız için uzattığında beklediğinin tam tersini yaparak öpüp başımın üzerine koydum. Babamdan da bildiğim gibi böyle adamlar için saygı her şeydi. Zorunlu olmadıkları halde kendilerine saygı gösteren insanlara bayılırlardı. Bende Aras'a karşı Yavuz'u kullanamayacağımı bildiğim için Hamdi Yiğitsoy'u bari yanımda tutayım umuduyla saygımı göstermiştim.
Ben elini başıma koyup öptükten sonra bana bir baba gibi baktı. Sanki doğdum doğalı onu tanıyormuşum gibi hissettim. Öyle sıcak , öyle cana yakın, öyle içten bir bakıştı bu...
Elini benden çekip Yeliz'e çevirdiğinde oda Hamdi Bey'in uzattığı eli öpüp başına koydu.
"E hadi oturun koltuklara. Aras hala gelmedi. O gelince birlikte masaya geçeriz." diyen Hamdi Bey'e tamam anlamında başımı salladım. Koltuklara oturduk. Geldiğimiz tarafı rahat görebildiğim tekli koltuğa bilerek oturmuştum. Bu güzel pazar sabahında kapıdan giren Aras'ın ilk beni görmesini istiyordum. Belki 2 gündür yok saydığı avukatı böylelikle aklına gelirdi.
İçimi sarıp sarmalayan baba şefkati ile bana bakan Hamdi Bey "Nasılsın kızım? Galeri de olanları duydum. Aras ile Yavuz gerekeni yapmış olsalar bile iyi olduğunu gözlerim ile görmek istedim." dedi.
"İyiyim efendim. Tabi olanlar biraz canımı sıktı ama sağ olsun Yavuz Bey bir an olsun yalnız hissettirmedi. Sürekli arayarak nasıl olduğumu sordu." diyerek duraksadım. Derin bir nefes alıp "Aras Bey ise tam aksine hiç umursamadı." deyince Hamdi Bey'in yüzünden çarpık gülümseme geldi geçti. "Tepkim hoşuna mı gitti onun?" diye söylenen iç sesim ile aynı şeyi düşünüyordum. Bu halim gerçekten hoşuna gitmiş olamazdı değil mi?
Beklediğim cevap Hamdi Bey'den değil elinde beyaz bir havlu ile dışarıya gelen kadından gelmişti. Hafif sitemli sesiyle gülerek yanımıza gelen kadın "Aaa duymamış olayım kızım. Aras bu işin ardında kimler var öğrenmek için 2 gündür eve gitmiyormuş. Sana değer vermese hiç böyle şeyler yapar mı?" dedi.
Hamdi Yiğitsoy'un gücünü nereden aldığını o an anlamıştım. Karısındandı. Karısı bunca yaşadığı şeye rağmen dimdik ayaktaydı. Yüzünde yaşadığı olayların izini taşıyan incecik çizgiler olsa da bakışanları sert duruşu dimdikti.
Oturduğu yerden kalkan Hamdi Yiğitsoy aşk ile karısına bakıp "Bu da benim Hanım Esma." dedi. Elini öpmek için 60'lı yaşlarının başında , zümrüt yeşili gözlerle bana bakan kadına doğru eğildim. Elini öptükten sonra "Tanıştığımıza memnun oldum efendim." deyince zümrüt yeşili gözlerin üzerindeki kaşlar çatıldı.
"Efendim neymiş kızım bana anne de, yenge de ama efendim deme. Oldum olası resmiyeti sevmem. Hem duyduğum kadarıyla bizim avukatımız olmuşsun. E buda demek oluyor ki sen bizim kızımızsın. " dedi. Ailemden senelerce görmediğim sevgi kırıntısının 10 katını bu insanlar hem sözleriyle hem de davranışlarıyla 10 dakika içinde göstermişti. Yüzüme yayılan minnet dolu gülümseme ile utana sıkıla "Tamam Esma Anne" dedim. Sıcacık gülümsemesi ile elini Yeliz'e de öptürüp "Senin içinde aynı şeyler geçerli kızım." deyince Yeliz "Tamam Esma Anne." dedi. Nedenini bilmiyorduk ama anlaşılan ikimizde kendimizi bu aileye ait hissetmiştik.
Yüzündeki gülümseme iyice belirginleşirken "Ayakta kaldınız buyurun oturun. Kusuruma bakmayın siz geleceksiniz diye pişi yapıyordum. Anne elinden olsun diye de kendim yapmak istedim." dedi. Bizim için böyle uğraş vermesi tam bir anneye yakışır davranıştı. Ama şuan bunları hissetme zamanım değildi. Esma Annenin biraz önce söylediği şeyi sormak için yerimde kıpırdandım.
"Demek Aras Bey iki gündür uyumadan bu işin peşinde öyle mi? Bana bu kadar değer veriyor olmasına şaşırdım doğrusu?" deyince sıcacık havada buz gibi rüzgar estiren Aras'ın "Senin için yapmadım Avukat." diyen sesi duyuldu.
"Neden ben bu gün sorduğum sorunun cevabını muhatabı dışında herkesten alıyorum" diye çirkefleşen iç sesimi bu gün sürekli yaptığım gibi görmezden gelerek keskin gözlerle bana bakan Aras'a baktım.
Sanki gücü olsa gözleriyle hepimizi oracıkta öldürebilecekmiş gibi bakıyordu. Oturduğum yerde başımı hafif yan çevirerek küçümseyici bakışlarım eşliğinde "Kimin için yaptınız Aras Bey? Arabayla patlatılmak istenen ben olduğuma göre Yavuz Bey için yapacak haliniz yok değil mi? "diye sordum. Öfkeden seğriyen çenesiyle bakarken "Kendim için yaptım Avukat. Benim mekanımda patlatılan arabanın hesabını sormak için yaptım." dedikten sonra yüzünde oluşan iğneleyici gülümseme ile "Yani kendini bu kadar önemsemene gerek yok." dedi.
Öfkeden kudurmak üzereydim. Ama Hamdi Bey'in yanında da bir densizlik yapmak istemiyordum. Sabırla soluyarak "Bu detayı unutmuşum kusura bakmayın. Siz en yakınlarınızı dahi öldürecek kadar dövüp cezasını kesen adamdınız. O nazik egonuzu tatmin etmeden gözünüze uyku girmemesi çok normal." dedim.
İşler iyice çığırından çıkmaya başlamıştı. Aras ile her zamanki gibi birbirimize meydan okuyorduk ama bu sefer Hamdi Yiğitsoy'un karşısında. Gözüm hafif Yeliz'e kaydığında Yavuz'a eyvah eyvah der gibi başını salladığını gördüm.
Araya giren Esma Anne uyarıcı bir sesle "Aras, oğlum." dedi. Aras başını tamam anlamında sallayıp evden çıkmak için arkasını dönüp çıkışa yönelmişti ki Hamdi Yiğitsoy'un "Aras, benim ile içeri gel. " diyen sesiyle olduğu yerde kaldı.
Elleri öfkeden bükülüp yumruk şeklini alırken bize dönmeden dişlerinin arasından "Baba" dedi. Hamdi Bey cevap vermeyerek içeriye doğru yürüyünce Aras'ta sinirle güçlü bir nefes verip arkasında gitti.
İç sesim zafer dansına başlamıştı. Haklı çıkmıştım. Aras'ı durdurabilen tek kişi Hamdi Yiğitsoy'du ve ben sabah ki saygı gösterim ile onun gönlünü kazanmıştım. Yani ben öyle umuyordum. Neden bilmiyordum ama bu adamın başım sıkışınca bana Aras konusunda yardım edeceğini düşünüyordum.
Beynim zafer dansı ile meşgulken kalbimde ise tuhaf bir his vardı. Aras'ın o bakışı sanki içimden bir şeyleri koparmış gibiydi. Onun bunları benim için yaptığını biliyordum. Bombanın patladığı gün telaşla yanıma gelmesinden, başımı göğsüne koyunca hızlanan kalbinden, istemsizce saçımı okşayan ellerinden ve en önemlisi de ilk kez bana içten bakarak gülümsemesinden anlamıştım bunu.
Bu durum sadece Aras için mi böyleydi? Elbette hayır. Bende ona karşı koyamıyordum. Sebebini bilmediğim bir şey beni ona çekiyordu. Ona sarıldığım akşam ciğerlerime dolan kokusu çok tanıdık gelmişti. Senelerdir aklımdan, ruhumdan silmediğim bir kokuya çok benziyordu teninin kokusu. Selim gibi kokuyordu. Ruhuma şifa gibi bedenimi ele geçiren koku senelerdir hissetmediğim 2 şeyi de hissettirmişti bana Güven, huzur...
Bu hislerimi Yeliz'e dahi söylememiştim. Çünkü hissettiklerimi duyunca Selim'e benzediği için böylesin diyecekti. Ama sebebi bu değildi. Emindim buna. Aras'a karşı beni çeken bambaşka bir şey vardı. Birbirine zıt iki mıknatıs gibiydik. Ne kadar karşı koyarsak koyalım bir şekilde hislerimiz, gözlerimiz bir nokta da buluşuyordu.
"2 günde böyle hissetmene de pes yani Sena. Utanmasan aşık oldum diyeceksin" diyen iç sesimle huzursuzca kıpırdandım. Şuan en son duymak istediğim şey onun aptal gerçekleriydi. Tedirginlikle oturmuş içeriden gelecek sese kulak kesilmiş halde olan Esma Anneye baktım. "Aras Bey bizi gördüğüne mutlu olmadı. Pazar günü ağzının tadı bizim yüzümüzden kaçmasın biz kalkalım." diyerek oturduğum koltuktan kalktım.
İçeriyle ilgilenmeyi bırakan Esma Anne "Amca yeğen halleder kızım onlar. Siz boş verin onları. Biz kahvaltı sofrasına geçelim onlarda gelir." dedi. Evlerinde bulunduğum, benden yaşça büyük ve ilk dakikadan itibaren bize karşı sevgilerini çekinmeden gösteren insanlara saygısızlık yapmak istemiyordum. Çaresizlikle başımı tamam anlamında salladım. Esma Annede oturduğu koltuktan kalkınca kahvaltı masasına geçtik. Ve sessizce gelmelerini beklemeye başladık. Kısa bir süre içinde gözlerinden alevler saçan Aras ve zafer kazanmış edayla Hamdi Yiğitsoy masaya geldi. Karşımda duran boş sandalyeyi hırsla çekerek oturdu.
Masadaki tabağı dışında herhangi bir yere bakmıyordu. Bu durumun benim karşımda oturması ile ilgisi olduğuna yüzde yüz emindim. Gerçekten ben bu adama ne yapmıştım da bana karşı bu kadar öfkeliydi. Yeliz'in dediği gibi Hurşit meselesinden olsaydı Hamdi Bey ile Yavuz'un da düşman olması gerekirdi. "Sena hatırlarsan Yavuz ilk geldiğinde bize karşı böyle değildi. Zoraki olarak sana gülümsüyordu. Demek ki zamanla bizim haklının yanında olduğumuzu anladı. Hamdi Baba'ya durumu anlatınca kin gütmeyi, düşmanlığı bıraktılar" diyen iç sesim bu sefer beni ikna edememişti. Gözden kaçırdığım başka bir şey olmalıydı.
"Herkese afiyet olsun." diyen Hamdi Bey'in sesiyle düşüncelerden sıyrıldım. Önümdeki tabağa Esma Annenin yaptığı pişileri doldururken Esma Anne gülerek "Kızım pişiyi bu kadar seviyorsan ben sana sürekli yapıp göndereyim." deyince utançtan yerin dibine girecek gibi olmuştum. Tabağımda duran 10 pişiye baktım. Yanımda oturan Yeliz" Pişiye bayılır Sena, Esma Anne. Kahvaltıda karnını bu pişilerle dolduracak kesin." dedi.
"Aa olur mu öyle şey. Köyden taze bal getirttim. Dur ondan da al tabağına." diyen Esma Anneye itiraz etmek için ağzımdaki lokmayı yutmaya çalışırken "Bala alerjisi var, yiyemez." diyen Aras'ın sesiyle şaşkınlıkla ona baktım.
Masadaki herkeste benimle aynı durumdaydı. Buz gibi esen rüzgar içimi ürperterek geçerken bu adamın bunun nasıl bilebildiğini duymak için ondan bir açıklama bekliyordum. Ama o kafasını tabağından kaldırıp yüzüme bakma zahmetinde bile bulunmuyordu.
Kendini toparlayan Yavuz "Evet anne Avukat Hanımın bala alerjisi var. "dedikten sonra açıklama yapmak için bana döndü. "Bayıldığınız gün hasta öz geçmişinize bakan doktor söyledi. Her hangi bir ilaca karşı alerjiniz var mı diye bakmıştı. Bilgileriniz kısmına not etmişsiniz siz de. Oradan haberimiz var." dedi.
"Anladım." dedim. Hasta öz geçmişimde bu türde çok fazla bilgi bulunduğu için bilmelerine şaşırmamıştım. Ancak Aras'ın benim ile ilgili bir şeyi unutmaması hoşuma gitmedi desem yalan olurdu.
Yavuz'un yaptığı açıklama sonrası masadaki gergin hava dağılmış herkes birbiriyle güzelce sohbet ederken bir kişinin sesi asla çıkmıyordu. Tabii ki de bu kişi Aras Yiğitsoy'du. Önündeki kahvaltısı ile ilgilenip sanki biz orada yokmuşuz gibi davranıyordu. Ve onun bu suskunluğu benim canımı fazlasıyla sıkıyordu. Ben onunla didişmeye alışmıştım. Bu suskunluk bünyeme fazlaydı.
Önümde duran tuzluğu almak için benden tarafa elini uzatınca parmak boğumlarındaki ezilmeler dikkatimi çekti. Bilinçsizce kavradığım elini avuçlarımın arasında tutarken acıyla yutkunarak gözlerine baktım. Başını kaldırıp bana baktı. Ve hışımla ellerini avcumun içinden çekti.
Tavrı karşısında sinirle gözlerimi yumdum. Beni korumak için bu hale gelmiş olan eline ilgi göstermiştim sadece. O ise her zamanki Aras Yiğitsoyluğunu yapmıştı. Açtığımda boğazım da oluşan yumrudan dolayı güçlükle çıkan sesimle. "Elleriniz çok kötü olmuş. Bir doktora gitseydiniz." deyince yüzümü inceledi.
Bakışlarından biraz önceki tavrından pişman olmuş gibi bir halinin olduğunu hissetsem de bunun beynimin bir oyunu olduğunu biliyordum. Aras Yiğitsoy hiç bir şeyden pişman olmazdı. "Gerek yok doktora. Yavuz baktı zaten." dedi. Yavuz ne alaka der gibi yüzüne bakınca "Yavuz doktordur, Avukat." dedi. Şaşkınlık dolu gözlerle Yavuz'a bakınca başını onaylar anlamda sallayarak güldüğünü gördüm.
Bu adamlar beni daha ne kadar şaşırtabilir dedikçe her seferinde yeni yeni şeyler duyuyordum ve her seferinde bir öncekinden daha çok şaşırıyordum. Yani Yavuz doktordu öyle mi? Ve o mesleğinde kariyer yapabilecekken bu boka batmış dünyada Aras ile olmayı seçmişti. Peki ama neden? Bu sadakat, bu bağlılık nereden geliyordu? Beynimde bir sürü soru işareti ile kalakalmıştım. Ama hepsini tek tek çözecektim. Buraya gelme amacım da bu değil miydi zaten?
Masanın diğer ucundaki Esma Anne üzüldüğünü belli eden bir ses tonuyla "Aras patlamanın olduğu günden bu yana kendini kaybetti kızım." deyince Aras, duyduklarından rahatsız olduğunu belli eder şekilde Esma Anneye göz ucuyla baktı.
Gülümsemesi eşliğinde sohbete dahil olan Hamdi Bey "Hiç bakma anana öyle. Öldürdüğü kadının kanını bardağa doldurup duvara mesaj bırakan sen değil misin? " deyince Yeliz'in yuttuğu lokma boğazında kaldı.
Masamızda bir doktor olduğunu bildiğim için onun halini umursamayıp duyduklarıma inanamaz halde Aras'a bakmaya devam ettim. Bu kadarını yapmış olamazdı değil mi? Bu bir şaka olmalıydı. Bir kişi şaka yapıyoruz der diye bekledim. Ama kimse şaka olduğunu söylemiyordu. Hepsi gerçekti.
Benim için bile olsa bu kadarı fazlaydı. Ben böyle şeylere sebep olmak için girmemiştim bu dünyaya. Öfkemi kontrol etmeye çalışarak "Aras Bey bu kadarını yapmış olamazsınız değil mi? Hele de sevmediğiniz avukatınızı öldürmeye çalışan birine?" diye sordum.
Umursamaz halde önündeki peyniri kesen Aras "Neden yapmış olmayayım Avukat? Senin de daha önce söylediğin gibi ben merhametsiz oluşu ile bilinen bir adamım. Böyle şeyleri her zaman yaparım. Yani sana özel bir durum değil." dedi. Son cümlesinin üzerine basa basa söylemişti. Bu sefer sanki bana değil de masadakilereydi söyledikleri.
Yavuz "Öncelikle kusura bakmayın Avukat Hanım ama onlar yapılan her şeyi hak etti." dedikten sonra "Baba böyle bir mesaj vermek zorundaydık. Ve abimin de tarzı bu" deyince Hamdi Bey başını sallayarak gülerken "Sende haklısın Yavuz. Bu daha yavaş halleri." dedi.
Masada şuan bir vahşet konuşuluyordu ve herkes bu durumu çok normal karşılıyordu. Hatta Aras'ın bu yaptıklarının daha az olduğunu söylüyorlardı. Midemin bulandığını hissettim. Ben böyle şeylere alışkın olduğum halde bu durumdaysam Yeliz daha kötüdür diye düşündüm. Nasıl olduğunu anlamak için başımı ona çevirdiğimde onun tatlı tatlı Yavuz'u kestiğini gördüm. Anlaşılan onun bu durumdan zerre şikayeti yoktu. "Bu ikisi arasında bir şeyler olacak ya hadi hayırlısı." diyen iç sesime hak verdim.
Onların bu bakışmasını kesen Yeliz'in yanındaki çantamda titreyen cep telefonumun sesi oldu. Yavuz'dan gözlerini güçlükle çeken Yeliz çantadan telefonu çıkardı. Ekranda gördüğü isimle güçlükle yutkunurken rengi atmaya başlayan yüzüyle bana baktı.
Merakla elindeki telefonu çekip aldım. Ekrana bakınca tıpkı onun gibi benimde yüzümün rengi çekilmeye başladığını hissettim. Arayan Fırat'tı. Ve şu ortamda araması gereken babamdan sonra son kişiydi o. Elimdeki telefondan kafamı kaldırınca Aras ile göz göze geldik. Biraz önce yumuşamaya başlamış olan gözleri yine bana nefretle bakıyordu.
Telefonu açmak için "İzninizle" diyerek yerimden kalkarken "Ne o Avukat düşmanımız olan Savcı ile arkamızdan iş mi çeviriyorsun?" diyen Aras'ın sesiyle durdum. "Ben kimsenin arkasından iş çevirmem Aras Bey. Ne diyeceğini buyurun birlikte dinleyelim". Kalktığım sandalyeye hırsla geri oturdum.
Hamdi Bey'e bakıp "İzninizle efendim." deyince "İzin ne demek kızım buyur aç." dedi. Öfkeyle açtığım telefonu hoparlöre alıp "Efendim Fırat" dedim.
Ses tonumun fazlasıyla sert çıkması nedeniyle "Uygunsuz bir zamanda aramadım umarım." diyen Fırat'a mahcup olmuş bir halde daha yumuşak bir sesle "Yok yanlış bir zamanda aramadın. Ben biraz gergindim sadece. İstemeden sana yansıttım." dedim.
Telefonun karşısında rahatsız edici bir şekilde gülen Fırat "Aras Yiğitsoy ile çalışırsan daha sinirlerine hakim olamayacağın çok zaman olacak." deyince Aras'ın nefret dolu gözlerine Hamdi Bey ile Yavuz'unki de katıldı. Fırat'ın bu konuşması beni de fazlasıyla rahatsız etmişti. Bu Aras bile olsa kimsenin müvekkillerim ile ilgili böyle ithamlar da bulunma hakkı yoktu. Rahatsız oluşumu belli eder bir tonlama da "Müvekkillerim ile ilgili seninle konuşacak değilim Fırat. Arama sebebini öğrenebilir miyim?" dedim.
Tavrımdan zerre rahatsızlık duymayan Fırat "Pekala o zaman. Akşam işin yoksa bana verdiğin yemek sözünü tutmak ister misin?" deyince Aras elinde tuttuğu bıçağı Fırat'ı saplamak ister gibi dik bir konuma getirip ucunu sert bir şekilde masaya vurdu.
Yiğitsoyların kahvaltı masasında düşmanları olan adamın telefonunu açtığım yetmezmiş gibi hepsinin gözünün önünde bir de yemek teklifi almıştım. Bu olay sonrasında Hamdi Yiğitsoy ile kurduğum bütün planların üzerine soğuk bir su içebilirdim artık.
Uzun zamandır bir cevap vermeyerek Aras'ı seyrederken Fırat'ın "Sena orada mısın?" diyen sesiyle irkildim.
Kafamdaki düşünceleri toparlayamaz halde "Evet buradayım. Fırat, ben pek şuan müsait değilim de bu konuyu akşam konuşsak nasıl olur?" diyerek aceleyle telefonu kapattım. Sofrada buz gibi bir sessizlik oluşmuştu. Havadaki oksijen ciğerlerimi rahatlatmak yerine işkenceye dönüşmüştü. Masa da bana nefret ile bakan gözlere bir çözüm bulamasam da Fırat'a kızgın bana ise vereceğim cevabı merak eder halde bakan Hamdi Bey'e çözüm bulabilirdim.
Hamdi Yiğitsoy'dan tarafa dönerek "Efendim, bir yanlış olmasını istemem. Fırat, benim çocukluk arkadaşım. Birlikte büyüdük. Geçen gün Aras Bey'in davasında tekrar karşılaştık. Ben, başka bir dava da Aras Bey ile çalışmaya devam etmeyeceğimi düşündüğüm için yemek teklifini kabul etmiştim. Sonrasında ise ben Aras Bey ile çalışmaya karar verdim. Fırat bu duruma kati suretle karşı çıksa da ben onun fikirlerini önemsemedim. Az önce duyduğunuz gibi müvekkilim ile ilgili ufacık dahi olsa kötü bir şey söylemesine müsaade etmem " dedim.
Hamdi Bey masanın üzerinde duran elini elimin üzerine hafif hafif vurup "Kızım kaç yaşında kadınsın bana açıklama yapmana hacet yok. Sen neyi nasıl yapacağını bilirsin. Görüşmen gereken kişileri de bizi rapor edecek değilsin ya." derken cümlesi bitmeden masada bir bardak kırılma sesi duyuldu.
Sesin geldiği yöne hızla başımı çevirince elinde tuttuğu bardağı avucunun içinde bastırarak kırmış olan Aras'ı ve elinden damlayan kanları görünce neye uğradığımı şaşırdım. O ise ne yaptığının farkında bile değildi. Yüzünde zerre can yanma belirtisi olmadan nefret dolu gözleri ve kitlenmiş çenesi ile Hamdi Bey'e bakıyordu. Benim ona baktığımı fark edince bakışlarını bana çevirip üzerime sabitledi.
Aras, ben ve Hamdi Bey dışında masa da bir hareketlilik başladı. Esma Anne masanın ucundan telaşla gelip Aras'ın avcunu açmaya çalışırken Yavuz ile Yeliz'de Esma Anneyi yatıştırmak için uğraşıyordu.
Bir süre bu hengame devam etti. Esma Anne, Aras'ın avcunu açmamasına ağlamaya başlayınca yanımda oturan Hamdi Yiğitsoy keskin bir sesle "Aras" dedi. Aras gözlerini öfkeyle kapatıp açmak dışında hiçbir tepki vermedi. Hamdi Yiğitsoy bu sefer daha gür bir ses tonuyla "Aras" diye seslenince Aras öfke dolu bakışlarını ona çevirdi.
İkisinin ağzından da tek kelime dökülmüyordu. Ama onlar bakışlarıyla anlaşıyor gibiydiler. Sanki bu bakışlar birbirlerinin içini okumaları için yetiyor da artıyor gibiydi. Bir dakika kadar süren bakışma sonrasında Aras olduğu yerden kalkıp hışımla evin içine doğru yürüdü.
Yavuz izin alır gibi "Baba?" deyince Hamdi Yiğitsoy başıyla gitmesi için izin verdi. Esma Anne de Yavuz'un peşi sıra gidiyordu ki gür sesiyle "Sen dur Hanım." dedi. Esma Anne olduğu yerde durup izin vermesi için yalvarır gözlerle eşine baktı.
Hamdi Bey biraz öncekinden daha yumuşak çıkan bir sesle "Sen dur. Sen dayanamazsın oğlunun o haline. Şekerin yükselir. Sena kızım içeride Yavuz'a yardım etsin Yeliz kızım da burada kalsın seninle ilgilensin" deyince olduğum yerden hızla kalkarken "Tabi ederiz. Esma Anne siz oturun lütfen" diyerek içeriye yürüdüm. Bu adamın da zaafı karısıydı anlaşılan diye düşünmeyi de ihmal etmedim.
Yeliz, iki göz iki çeşme ağlayan Esma Anneyi sandalyeye oturtmak için yerinden kalktı. Benimse içeriye adımımı atınca ilk olarak karşımdaki büyük yemek masasının üzerine elini uzatmış halde tek başına oturan Aras gözüme ilişti. Daha sonra elinde ilk yardım çantası ile söylene söylene Aras'ın yanına gelen Yavuz kadraja girdi.
"Yardım edebileceğim bir şey var mı?" diyerek yanlarına yürümeye başladım. Masaya dikili gözlerini yukarı doğru kaldıran Aras ile göz göze geldik. Sebebini bilmediğim şekilde içimde bir şeyler koptu. Karşımdaki adamın gözlerinde bu sefer sanki nefret değil de canımın yanmasına neden olacak kadar güçlü başka bir şeyler vardı.
Aras'ın eli ile ilgilenen Yavuz "Kan tutmuyorsa eğer çok mutlu olurum. Tek başıma biraz zor oluyor." deyince "Babamdan alışığım. Sorun olmaz." cevabını verdim. "Harika. Aras'ın elinin üzerine ışık tutabilir misiniz? Cam parçalarını çıkarmam gerekiyor." deyince masanın üzerindeki el fenerini alarak elinin üzerine ışık tutmaya başladım.
"Demek babanızdan alışıksınız" diyen Yavuz'a sıkkınlık dolu sesle "Maalesef. Babam abimi de abim istemediği halde pis dünyasının içine çekti. İşe sokaklardan başlattı abimi." dedim. Durup gücümü toplamak için derin bir nefes aldım. Bunları ilk kez birileriyle paylaşıyordum. "Bazen abim kaşı patlak, ya da bıçak yarasıyla eve gelirdi. Dikiş için gelen doktor ya da hemşire canını çok yaktığı için dikiş atmasını ve pansuman yapmasını öğrendim. Ölene kadar da ne zaman küçük yaralanmaları olsa dikiş ve pansumab işlerini ben yaptım." dedim.
Yüzüme hüzünle bakan Yavuz "Çok üzüldüm başınız sağ olsun." dedi. Aras ise ifadesiz yüzüyle bana bakıp "Başın sağ olsun Avukat" dedikten sonra hızla başını önünde camları çıkaran Yavuz'a çevirdi.
"Dostlar sağ olsun" dedikten sonra Yavuz ile Aras'ı izlemeye başladım. Yavuz içerideki cam parçalarını çıkarırken Aras'ın yüzünde en ufak bir değişim olmuyordu. Benimse anlamsız bir şekilde canım yanıyordu. Sanki her cam parçası onun değil de benim elimden çıkarılıyor gibi hissediyordum. Aras'a karşı oluşan bu anlamsız hislerimin bir an önce önüne geçmem gerekiyordu. O ve ben aynı değildik. Olamazdık da. Benim kalbim seneler önce ölmüş bir adama aitti. Aras'ın ise sevebilecek bir kalbi yoktu.
Yavuz "En sonunda bu elini kullanamayacaksın diye korkuyorum. Hep aynı eline zarar vermek zorunda mısın?" diye sitem etmeye başlayınca büyük bir merakla "Daha önce de mi oldu böyle bir şey?" diye sordum. Bu adam gerçekten sadist falan mıydı? Ne zaman birine sinirlense elinde bardak kırma huyu olamazdı değil mi? Gerçi konu Aras Yiğitsoy'sa gerisi teferruattı.
Son cam parçasını da çıkıp masadaki tabağın içine koyan Yavuz "Yok bundan önce bıçak kesiği vardı aynı elinde. Daha onun izi bile daha geçmeden şimdi de bardak kırdı." dedi. Alt dudağımı ısırarak anladım anlamında başımı salladım.
Aras gibi adamlar işlerini silah ile hallederlerdi. Sokak adamları gibi bıçak çekmek onların işi değildi. Hele Aras'ın işi hiç değildi. "İşkence ederken kullandığına eminim "diyen iç sesime "Evet ama orada da avcunun ortasında derin bir kesi oluşturacak kadar sakarlık yapmış olamaz değil mi?" diye çemkirdim. İç sesim sustu çünkü haklıydım. Ben sustum çünkü Aras ile ilgili bilmediğim daha neler olduğunu daha fazla düşünmek istemiyordum. Zaten bıçak izinin dahi neden olduğunu sorsam da gelecek bir cevap olmadığına emindim.
Ruhsuzca, Aras'ın eline dikiş atan Yavuz'u seyrederken Yeliz telaşla salona girdi. Telaştan nefes nefese kalan sesiyle "Yavuz Bey, Esma Anne. Esma Anne bayıldı." dedi. Yeliz'in söylediğini duyan Aras yerinden kalkmaya niyetlenince "Abi sen dur. Ben bakarım. Elini daha fazla böyle görmesin." diyen Yavuz'un sesiyle başını tamam anlamında salladı.
Bana bakan Yavuz "Sena Hanım dikiş deyimim var demiştiniz. Üç dört dikiş atımı sonrası eline sargı bezi yapılacak halledebilir misiniz?" diye sordu. Başımı tamam anlamında sallayarak Yavuz'un kalktığı koltuğa oturdum. Masanın üzerinde duran Aras'ın elini yavaş yavaş dikmeye başladım.
Canının yanıp yanmadığını anlamak için başımı kaldırdığında içime işleyen bakışlarıyla karşı karşıya geldim. Huzursuzlukla başımı yere eğip eliyle ilgilenmeye devam ettim. Yavuz'un da söylediği gibi iğneyi 4-5 kez tenine batırdıktan sonra dikiş işlemini bitirmiştim.
Elini yavaşça masanın üzerinden kaldırarak "Sargı bezini sarmam için bu şekilde tutabilir misiniz?" dedim. Aras başını tamam anlamında sallayınca elini bırakarak ilk yardım çantasından sargı bezini çıkardım.
Bezi yavaş yavaş elinin etrafında dolaştırırken masmavi keskin gözlerini bir an olsun üzerimden çekmemişti. Bense onun gözlerine bakmamak için ayrı bir çaba saf ediyordum. Sanki o gözlere bakarsam Selim'e ve kendime ihanet edecektim.
Bu düşüncelerim arasında bezi sarma işim bitince masanın üzerinde duran banttan keserek bezin üzerine bir kaç tane yapıştırdım. Titrek bir nefes vererek "Tamamdır. Sargı işleminiz bitti. Geçmiş olsun Aras Bey." dedim.
Yüzüne bakarak konuşmak zorunda kaldığım Aras'ın gözleri bir ara dudaklarıma kaydı ve yutkunarak bakışlarını yüzüme geri çevirdi. Sessizliğe esir olmuş gibi susup, gözlerimin içine bakan Aras'ın yaptığı bu son hareket kalp çarpıntımı iyiden iyiye arttırdı. Elimi koyacak bir yer bulamadım. Yerimden hızla kalkıp "Ben bir Esma Anneye bakayım" diyerek bahçeden tarafa yöneldiğim anda bileğimi tuttu.
Yönümü ondan tarafa dönüp kocaman olmuş gözlerle bir Aras'a bir de tuttuğu bileğime bakarken acı çeker gibi çıkan sesiyle "Gitme" dedi. Söylediği şeyi anlayamaz halde ona baktım. Ne yani içeriye gitmemi istemiyor muydu? Burada mı kalmamı istiyordu. "Aptal mısın Sena?" diyen iç sesim Aras'ın böyle deme sebebini çözdüğünü düşünüyor olsada onu yine umursamadım. Şaşkınlık dolu sesimi normal çıkarmaya çalışarak "Anlamadım." dedim.
Gözlerimin içine diktiği mavilikleri gözlerimden çekmeden ayağa kalktı. Sağlam eliyle daha çok kavradığı bileğimi tutarken beni kendine doğru çekti. Yüzümde hissettiğim sıcacık nefesiyle "Savcıyla yemeğe gitme" dedi.
Sesi emir verir gibi değildi. "Gitme" diye rica eder bir tonda söylemişti. Gözlerinde ilk kez acı, özlem ve kıskançlık gördüğüme yemin edebilirdim. Yüzüme değen nefesi omurgamdan aşağıya titreşim gönderirken ayakta güçlükle durduğumu hissettim.
Gözlerinde acıyla gitmemem için yalvarır gibi konuşan gerçekten Aras Yiğitsoy muydu? Ona ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Kafamın içi allak bullak oldu. O odanın içinde öylece kalakalmıştık.
TikTok=GİZEEMİKOO
Instagram=GİZEEMİKOO
‼️ÖNEMLİ DUYURU‼️
BILIYORUM BÖLÜMÜ OKURKEN BIR ŞEYLERI BIR AN ÖNCE ANLAMAK ISTIYORSUNUZ . ARAS ILE SENA ARASINDAKI OLAYLAR BIR AN ÖNCE ÇÖZÜLSÜN ISTIYORSUNUZ..
ARAS BIR AN ÖNCE GERÇEKLERI ÖĞRENSIN ISTİYORSUNUZ.
SIZE OKUYUCU OLARAK NE KADAR HAK VERSEMDE UNUTTUĞUNUZ BIR ŞEY VAR ARKADAŞLAR; BEN OLAYLARI SIZIN ISTEDIĞINIZ HIZLA AÇIKLARSAM ON BÖLÜMDE FINAL YAPARIM, FİNAL YAPMAYI GEÇTİM BİR ŞEYLER PEKİŞMEDEN SİZE SAÇMA SAPAN SON VERİRİM. KITAP BASILI KITAPLARIN HIZIYLA GIDIYOR, O YÜZDEN HEPINIZDEN GEREKLI SABRI BEKLIYORUM.
Aras kalbine söz geciremeyecek gibi😂 Ne diyorsunuz bu durum ile ilgili. Aras yine Araslığını mi yapar yoksa Selim'e mi dönüşür😃
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |