29. Bölüm

İHANET

Gizem Gültekin
gizeemikoo

ARAS

 

Yavuz'un götürüleceği yeri takip etmemem için üzerimdeki silahların lazer ışığını bir an olsun çekmediler. Onlara karşı atacağım tek adımda Yavuz'un hayatı tehlikeye girecekti. Kardeşimin ölümünden benim öfkemi sorumlu tutmak istiyorlardı. Bu durum gururumu inceltse de Yavuz'a bir zarar gelmemesi için bekledim. Çaresizce bekledim. Normal insanlar için kısa benim için ise uzun bir bekleme sonrası üzerimde ki lazer ışıklarının kaybolmasıyla beraber koşar adım evden çıktım.

 

Kendimi arabanın koltuğuna atıp gaza basarken elime aldığım telefonla Derya'yı aradım. "Bir sorun mu Aras Bey?" diye cevaplanan telefona göz ucuyla bakıp "Savcı... Cami duvarına işeyen bu köpek Yavuz'u aldı. Arkasında Kulaksız var ya da Kulaksız ta kendisi. Derya, bana hem Kulaksızı hem de Yavuz'un olduğu yeri bul." dedim.

 

"Tamam Aras Bey. Yarım saat içinde nerede oldukları ile ilgili bilgi elinizde olur." deyince telefonu kapattım. Derya, Hamdi Baba'nın yurt dışı bağlantılı avukatıydı. Gerçi ona avukat demek pek doğru olmazdı. Avukattan çok bizim şebeke için çalışan bir ajan gibiydi. Dışarıdan bitmesi gereken bütün işleri o bitirir, bizim ulaşamadığımız bilgilere Amerikalı, Alman ya da Rus dostları aracılığıyla o ulaşırdı.

 

Nereye gideceğimi bilmeden arabayı otoban boyunca sürerken aklıma Savcının konumuna telefonu üzerinden ulaşabileceğim geldi. Ekrandan Yalçın'ı aradım. Uykulu sesiyle "Efendim abi." diyen Yalçın'a emir veren tonlamada "Hemen kalk hazırlan. Emniyete geç. Savcı Yavuz'u aldı. Bana Savcının konumunu bul, at " dedim.

 

"Yavuz'u mu aldı?" Sesinde şaşkınlık olan Yalçın'ın yerinden kalktığına dair hışırtı geldikten sonra benden gelecek cevabı beklemenden üzerindeki şaşkınlığı atıp "Tamam abi ben hemen ilgileniyorum." cevabını verince telefonu kapatıp Deryadan gelecek aramayı beklemeye başladım.

 

İşe yaramaz birisi olarak hissediyordum. Kafamın içi karmakarışık haldeydi. Savcı'nın arkasında Kulaksız vardı. Aldığı gücün sebebi Kulaksızdı. Peki Kulaksız kimdi? Savcı olma ihtimali var mıydı? Savaştığım gizli düşman kimdi?

 

Havada kalan bir sürü soru çıkmaza sokuyordu. Çaresizlik bir virüs gibi bütün vücudumu ele geçirirken geçtiği her noktayı da acıyla yakıp kavuruyordu. Hem bedenim hem ruhum kaybetme korkusunun ızdırabını yaşıyordu. Bu şerefsizler yüzünden ikinci kez kardeşimle sınanıyordum. Ve ben de Aras Yiğitsoy'sam bu sefer Yavuz'u kılına zarar gelmesine izin vermeyecektim.

 

Düşünmekten beynim patlayacak konuma gelmişti ki çalan telefonun sesi arabayı doldurdu. Hızla cevaplama tuşuna basıp "Derya, iyi haberlerim var de." deyince sıkıntılı bir nefes verdi. "İyi haber mi bilemiyorum Aras Bey lakin Fırat Akıncının son zamanlar da sürekli iletişim kurduğu iki numara tespit ettik. İsterseniz siz oraya gidip bakarken bende daha detaylı bilgi elde etmeye çalışayım." dedi.

 

Duyduğum cümleler tatmin etmese de şuan başka bir seçeneğim yoktu. Hiçbir şey yapmamaktansa bir şey yapmak daha mantıklı olan taraftı. Soluğumu sesli bir şekilde verdim. "Farklı konumdalar mı yoksa aynı konumda mı?"

 

"Farklı konumdalar Aras Bey. Ama sizi asıl bilgiye götürecek kişi Tufan Yücel. Bana sorarsanız ilk onun evine baskın yapın. Aradığınız kişilere onun sayesinde daha rahat ulaşabilirsiniz." deyince dudaklarım sağa doğru kıvrıldı. Yüzümde yayılan sinsi gülümsememe eşlik eden şeytani sesimle "Gönder konumları Derya bekliyorum."

 

"Tamam Aras Bey." diyerek telefonu kapatan Derya'dan sonra Kadir'i arayıp "Adamları topla atacağım konuma gelin. Olabileceğiniz en kısa sürede burada olun Kadir." emrini verdim. Ahizeden koşuşturma sesi duyulurken "Araçlara geçiyoruz şimdi abi." yanıtını verince telefonu kapattım.

 

"Hay sikeyim böyle telefon trafiğini de böyle işi de." Kaç saattir bitmek bilmeyen telefon trafiğinden bıkmıştım artık. Diplomasi işleriyle Yavuz ilgilendiği için bu görüşmeleri de o sağlıyordu. Alınalı daha 1 saat bile olmamıştı ama hayatımdaki eksikliği gün gibi ortadaydı.

 

Ama bu yokluğun uzamasına izin vermeyecektim. Bütün şehri ateşe vermem gerekse de onu sakladıkları yerden bulup çıkaracaktım. Dökeceğim kanın zerresi umurumda değildi. Kendi canımdan vazgeçmişken kimin canını aldığımın bir önemi yoktu. Yavuz sağ salim yanıma gelene kadar herkes ölebilirdi.

 

Konuma geldiğim de Kadirlerin çoktan gelip arabaların farlarını kapatarak beklediğini gördüm. Benim aracımın geldiğini gören Kadir arabadan inip koşar adım yanıma geldi. Arabadan inmeden önce eğilip torpidoya bıraktığım silahımı aldım. Kapıyı açıp indikten sonra silahı belime yerleştirirken Kadir "Abi içeri de 10 dışarıda 6 kişi olmak üzere toplamda 16 kişiler. Tepeye ne olur ne olmaz diye 3 keskin nişancı yerleştirdim. Biz hazırız başlayalım dediğin de başlayabiliriz." dedi.

 

Alt ve üst çenemi birbirine sıkıca bastırırken tamam anlamında başımı hafif salladım. Belime taktığım silahı elime alıp ağız kısmına susturucuyu yerleştirdim. Kasılan omuz kaslarımı gevşetmek için arkaya doğru gerildikten sonra girişe doğru yürüdüm. Hemen arkamdan gelen Kadir "Siz arkaya" diyerek evin arka tarafına bir kaç adamı gönderirken geriye kalanları da peşimize takıldı.

 

Kapıda bekleyen iki koruma ile göz göze gelince korkuyla yüzüme baktılar. Onlar kendini toparlayıp belindeki silaha ulaşamadan silahımdan peş peşe çıkan iki kurşunla yere yığıldı. Bahçeden içeriye geçip yanlarından ilerlerken ölmediklerini gördüm. Silahı doğrultup ikisinin de kafasına sıktıktan sonra yere tükürüp iç kapıya yöneldim. Evin kapısının kilit kısmına sıktığım kurşunla kapı ardına kadar açılırken arka taraftan da kurşun sesleri gelmeye başladı.

 

Kapı açılırken girişe sıkılan kurşun kapı pervazına isabet edince geldiği yönü anlamak için hızla bir adım geri çekildim. Göz ucuyla bakıp adamın durduğu yeri gördüm. Adamın silahından çıkan ikinci kurşun da bize isabet etmeden yol alırken benim sıktığım ise adamın göğsüne saplandı.

 

İçeriye doğru temkinli adımlarla ilerlerken Ercan "Temiz abi içerisi." diye bağırınca adımlarımı hızlandırdım. Salona girer girmez Ercan, yakasından tuttuğu adamı yerde sürükleyerek ayaklarımın dibine fırlattı. Omzundan yara alan adam yüzüme acı içinde bakarken yüzüne doğru eğildim. Gözlerinin ta içine canını almak istercesine baktım. "Bir kez soracağım. Cevap verirsen canını bağışlarım ama yalan söylersen ya da hoşuma gitmeyen şeyler söylemezsen ölürsün."

 

Korku içinde başını salladı. Sesli bir şekilde yutkundu. "Abi siz Kulaksızı arıyorsunuz. Ama onun kim olduğunu ne ben ne de bizim ekipten kimse bilmez." deyince "Kim bilir lan o zaman?" diye kükredim.

 

"Kahraman Eroğlu" dedi. Korkudan tükenen nefesinin yerine yenisini alarak "Onun dışında kim olduğunu bilende yok. Bizimle asla kendisi konuşmadı. Yüzünü görmemize izin vermedi. Bir tek Kahraman Eroğlu ile yüz yüze görüştü." deyince parmağımla yarasına bastırıp "İsmi yok mu lan bu adamın?" diye bağırdım.

 

Acı içinde bağırırken cevap vermeden elimi oradan çekmeyeceğimi anlayınca belli belirsiz çıkan kısık sesiyle "Abi herkes onu Kulaksız baba olarak bilir." deyince parmağımın baskısını arttırdım. Elim kurşundan dolayı oluşan çukurluğa girip sıcak kanı hissedince bağırması daha da arttı. Güçlükle "Abiii." diyebildi. Elimin baskısını azaltıp "Söyle lan." dedim.

 

"Abi, ben Kahraman Abi biriyle konuşurken duydum. Kartal'ın emri dedi. İsmimi Kartal yoksa kod adı mı Kartal bilmiyorum."

 

 

Parmağımı omzundan çekip doğruldum. Ercan'ın uzattığı mendile elimi silerken "Kahraman Eroğlu ha. Sıradaki durağımız orası desene." dedim. Keyfim yerine gelmeye başlamıştı. Çünkü Kahraman korkağın önde gideniydi. Adına tezat bir hayat yaşayan bu heriften Yavuz'un yerini öğrenmek kolay olacaktı. Bu gece bu iş bitecekti. Sevdiğim kadının babasını öldürmem gerekse de Yavuz'un yerini öğrenip o pislikten kurtulacaktım.

 

Çıkışa doğru adım atmaya niyetlendiğim esnada yerde yatan adam korkuyla "Abi." dedi.

 

Bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinden korku akarken "Boşuna gitmeyin. Bu gece yurt dışına kaçtı. Sizin ilk onu alacağınızı bildiği için gitti" dedi. İşte bu cümle hoşuma gitmemişti. Yavuz'a ulaşmamı sağlayacak tek adama da ulaşamayacak olduğumu duymak keyfimi kaçırıp canımı sıkmıştı.

 

Ruhum karanlığa teslim olurken gözümü tekrar kan bürüdü. Belimdeki silahı çıkarıp yere değildim. "Sana canımı sıkacak şeyler söyleme dedim Tufan." Bir elimle çenesini sıkıca kavrarken diğer elimle de silahı ağzına doğru doğrultarak "Aç lan ağzını" diye bağırdım. Başını iki yana korkuyla sallayınca Kadir ondan tarafa doğru eğilip iki eliyle çenesini sıktırdı. Adam istemeyerek de olsa ağzını açınca elimdeki silahın emniyetini açıp tetiğe dokundu

 

Tufan ensesinden boşalan kanlarla yere yığılırken bende evden dışarıya çıktım. Dışarıdaki soğuk hava yüzüme gerçekleri bir tokat gibi çarparken sinirle karışık sesli bir nefes verdim. Dışarıya çıkan nefesim soğuk hava ile bütünleşirken içime aldığım yeni soluk yüreğimdeki yangını söndürmeye yeterli olmuyordu.

 

Yanıma gelen Kadir tedirginlik ve endişe ile harmanlanmış sesiyle "Abi şimdi nereye gidiyoruz?" diye sordu. Başımı çevirip yüzüne baktım. Neredeyse ağlayacak olan gözleri ve hüzünlü yüzü canımı yaktı. Yavuz'un yokluğunu birinin yüzünden okumak canımı yaktı.

 

Derin bir nefes alıp sesimi sert tutmaya çalışarak "Derya'nın attığı bir adres daha var oraya gidiyoruz Kadir. Topla çocukları." dedim. "Hemen abi." diyen Kadir önce arabanın arka kapısını açtı. Yalnız olmadığını hissettirmek için omzunu sıkıca sıkıttım. Yüzüme minnetle baktı. Açtığı kapıdan arka koltuğa geçeceğim esnada cebimdeki telefon çalmaya başlayınca attığım adımı geri çekip "Telefonunu ayrı, arayanını ayrı" diye söylenirken cebimdeki telefonu çıkardım.

 

Arayan Derya olsa da sürekli çalan telefon sinirlerimi bozuyordu artık. Cevaplamak için elime aldığım telefonun ekranında gördüğüm isimle boşta olan elim yumruk şeklini alırken sıktığım dişlerimin arasından "Savcııı" dedim. Yavuz'u alıp birde beni arıyordu. Öfkemin sınırlarını test etmeye çalışıyordu. Ama ben ona bu şerefi vermeyecektim. Yavuz ile ilgili zayıf tarafımı göstermeyecektim.

 

Tek düze çıkarmaya çalıştığım sesimle "Neredesin Savcı?" diye sorunca büyük bir kahkaha attı. Şen çıkan sesiyle "Kafede oturdum viskimi yudumluyorum Aras. Gel birlikte içelim." dedi. Öfkeyle burnumdan bir nefes verdim. Benimle dalga geçiyordu. Beni yenmiş olduğu için zaferini gözüme soka soka kutlama niyetindeydi. Her yönden beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. "Konum gönder geliyorum."

 

Arka kapıyı kapatıp ön tarafa doğru ilerledim. Yanımda merakla bekleyen Kadir'e baktım. İşaret parmağımı yüzüne doğru sallarken "Derya'yı ara konumu sana göndermesini iste. O adamları bulup canları sağ bir şekilde bana getirin Kadir. Bir tane bile eksik olmadan hepsini bulup limanda ki gemiye getirin." dedim.

 

Kadir "Tamam abi." cevabını verirken arabaya geçip oturdum. Kapımı kapattıktan sonra camı indirdim. "Unutmadan. Kendinden başka kimseye güvenme Kadir. Adem bile hain çıktıysa buradaki hiç kimseye güvenemeyiz."

 

Gözleri öfke ateşiyle parlarken "Sen merak etme abi. Yavuz abiyi alanları yer yarılıp içine girseler de bulup sana getireceğiz." dedi. Başımı yavaşça ileri geri salladım. İçimdeki hainleri de bulacaktım. Yavuz'u kurtardıktan sonra sıra ona da gelecekti. Ama önce Savcı ile var olan oyunun ikinci perdesini oynamaya gitmem gerekiyordu.

 

Arabayı çalıştırıp navigasyonu açtım. Gönderdiği konuma hareket ederken söylediğinde ciddi olup olmadığını anlamak içim ekranda elimi gezdirirken attığı yeri görünce şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Gerçekten de Karaköy'de bulunan işlek bir kafenin adresini atmıştı. "Aklından yine ne geçiyor Savcı? Yine neyin peşindesin?" diye söylenirken aklıma hala Hamdi Babaları aramadığım geldi.

 

Bu gece sürekli yaptığım gibi ekrandan Hamdi Babanın adını tuşlayıp sıkıntılı bir nefes verdim. Birkaç çalış sonrası Hamdi Babanın "Aras" diyen tedirgin ama bir o kadar da sert sesi arabanın içine doldu.

 

Öfkeden kuduran sesimle "Baba, Savcı iti Yavuz'u aldı." dedi.

 

"Sebep?"

 

 

"Adem..." derken soluğumu verdim. "Adem hainmiş baba." Elimi öfkeyle direksiyona vurdum. "Bunca zamandır burnumun dibinde yaşayan adam hainmiş. Ben de bunu görememişim baba." derken içimde ki volkan iyiden iyiye alevleniyordu.

 

"Neler olduğunu doğru düzgün anlat Aras." diyen Hamdi Babanın otoriter çıkan sesiyle beraber öfkemi kısa süreliğine de olsa yatıştırmak için dişlerimi üst dudağıma geçirip burnumdan derin birkaç nefes aldım. Olanları hızlıca anlattıktan sonra elimi hırsla saçıma geçirip çekiştirdim. "Senin anlayacağın baba Yavuz, o piç kurusunun elinde ve ben hiçbir şey yapamıyorum."

 

Ben anlattıklarıma karşı bir tepki göstermesini beklerken ciddi bir tavırla "Aras, Sena'yı aradın mı? Olanlardan haberi var mı?" diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim. Sena'nın konumuzla alakası neydi şimdi? Onu niye arayacaktım ki? Bu kadar olanın arasında onu arayıp olanları anlatmanın sırası mıydı?

 

"Yavuz'a geçmeden aradım baba. Durumu iyi. Herhangi bir sıkıntı yok. Evin önündeki korumalar da kuş uçsa haber verecekler."

 

"Ben onu sormuyorum Aras." derken sesi yükseldi. "Sena'nın canını kendi canından öne geçirdiğini biliyorum. Ben Avukatın olarak Sena'ya bu durumu haber verdin mi diye soruyorum? Derya, Avukatın olmadığı halde aradın. Peki Sena'yı aradın mı?" deyince sakinliğimi azda olsa sağlayan ipler koptu.

 

Karşımdaki Hamdi Yiğitsoy da olsa benim ince çizgilerimi bilip ona göre davranması gerekiyordu. Ben Aras Yiğitsoy'dum. Bu zamana kadar kimseye hesap vermemiştim bu saatten sonrada vermezdim. Nasıl bu güne kadar hayatımdaki bütün sorunları tek başıma hallettiysem bundan sonra da tek başıma halledebilirdim. Ayrıca Sena'nın avukatım olduğunu asla kabul etmemiştim, etmeyecektim de. Ben onunla hayatımı paylaşıyordum suçlarımı değil.

 

"Sena'yı Avukat olarak işe alan sensin baba. Çok istiyorsan ara haber ver. Ama şunu bil ki sevgili Avukatın benim işime karışamaz. Sevdiğim kadın olarak hayatıma aldım ben Sena'yı Avukatım olarak değil." Söyleyeceklerim biterken Savcı'nın olduğu kafenin önüne geldiğimi fark ettim. Hamdi Babanın vereceği cevabı beklemeden telefonu yüzüne kapatıp arabadan aşağıya indim. Kapıda bekleyen valeye aracı park etmesi için anahtarı verdikten sonra içeriye doğru yürüdüm.

 

Loş ışıkların ağırlıkta olduğu kafeye girince Savcı'nın nerede olduğunu görmek için masaları taramaya başladım. En köşede duran etrafı geniş koltuklarla çevrili masada oturuyordu. Beni görünce içkisini havaya kaldırıp geniş sırıtmasıyla yüzüme baktı. Kaşlarım yukarı kalkarken yüzüme de şimdi siktim belanı diyen iğneleyici gülümsememi yerleştirdim. Ellerim cebimde yanına doğru yürüdüm. Karşısında duran koltuğa yayılarak oturduktan sonra yüzüne baktım.

 

"Hayırdır Savcı? Sevgilin ya da dostun yok diye kafe köşelerine düşmanınla mı gelmek istedin?"

 

Dudakları sola doğru kıvrılırken genişçe güldü. Başını sağa sola sallayıp "Ah Aras. " diyerek duraksadı. Üstün çıkarmaya çalıştığı sesiyle "Bu halde bile şaka yapabiliyorsun." deyince gözlerim öfkeyle kapandı. Yavuz'u almış olması bana karşın sağladığı en büyük üstünlüktü. Benimde en büyük yenilgim. Başarısını gözüme sokup Yavuz üzerinden vuracaktı beni. Ama bende zaafımı ona gösterecek değildim. Zaafımı bilirse beni buradan vurmaya devam edeceği için güçlü görünmek zorundaydım.

 

Koltukta arkama yaslanıp küçümseyici bir bakış attım. "Hangi durumda Savcı? Nasıl bir durumdayım ki de şaka bile yapmamam gerekiyor?" Dudakları muzipçe kıvrıldı. Tıpkı oda benim gibi zeki ve hafife alınmayacak kadar tehlikeli düşmanları seviyordu. Lakin bir büyük bir farkımız vardı. Savcının da farkında olduğu büyük fark.. Benim kaybetmekten korktuğum insanlar varken Savcı tek başınaydı. Ben onun canını sadece kendisi üzerinden yakabilecekken o benim canımı sevdiklerim üzerinden yakabilirdi. Şu an olduğu gibi.

 

"Oyun oynamak istiyorsun ha Aras." Başını öne doğru salladı. "Oynayalım o zaman."

 

Üst dudağımı dişlerimin arasına alıp ıslattım. Alt çenem kasılırken derin bir nefes verdim. "İstiyorum Savcı. Hatta ilk oyunu buldum" Burnumu kırıştırıp "Soru cevap oynamak istiyorum." derken gözlerine imayla baktım.

 

Seni bekliyorum dercesine eliyle işaret verdi. "Sen kimsin Savcı? Kulaksız ile bağlantın ne?" duraksadım. Gözlerine dikkatle bakıp "Ya da dur daha açık sorayım. Fırat Akıncı, Kulaksız sen misin?" diye sordum.

 

Dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. "Zeki adamsın Yiğitsoy." Öne eğilip masanın üzerinde duran kadehinden bir yudum aldı. Elindeki bardağa tutan işaret parmağı açılıp beni işaret ederken "Hafife alınmayacak kadar zeki adamsın." dedi.

 

Kadehi masanın üzerine bıraktı. "Bunun cevabını bir daha ki buluşmamız da vereceğim sana. Şimdi ise konumuz başka." Koltukta arkasına yaslandı. "Seni buraya neden çağırdığımı merak ediyor olmalısın."

 

Alaya alan sesimle "Yok ya ben bir çayını içerim diye geldim." dedim. Yüzü bozulduğunu belli eder şekilde renkten renge girerken sinirden gözü seğridi. Hızla kendini toplayıp "Seninle medenice konuşmak için seni kafeye çağırdım Aras. Eğer anlaşabilirsek bu gece hem benden kurtulursun hem de Yavuz'u sağ salim teslim alırsın." dedi.

 

"Uzlaşma mı teklif ediyorsun?"

 

"Eğer şartlarda anlaşabilirsek aynen onu teklif ediyorum Yiğitsoy."

 

Uzlaşmak için geldiğinin palavra olduğuna emin olsam da neler söyleyeceğini merak ediyordum. Belki de arkasına sığındığı köpekler onu yüz üstü bıraktığı için beni karşısına almaktan vazgeçmişti. Kulaksız o değildi. Oturduğum koltukta dikleştim. Sağ elimi hafifçe yukarı kaldırıp açarak "Seni dinliyorum Savcı." dedim.

 

"Sinirlenmeden söyleyeceklerimi dinlemek senin yararına." diye başlayan cümlesini duyunca benden imkansız şeyler isteyeceğine artık tam anlamıyla emin olsam da ses çıkarmadım. "İlk olarak sana ait olmayan soy adını bırakıp eski yaşamına dönmeni istiyorum. Temiz bir kimlik ve sahte bir diploma ile hayalini kurduğun Avukatlığı dünyanın istediğin şehrinde yapabilirsin." duraksadı. "Ama İstanbul hariç."

 

Güldüm. Saçma sapan teklifine sadece güldüm. Sinirlenmek bile içimden gelmedi. Bu kadar salakça bir teklif için sinirlenmek bünyeme hakaretti. Tepki vermeden sadece güldüğümü görünce konuşmasına devam etmek için dudakları aralandı. İkinci olarak ise bu kurduğun hayatta Sena'ya yer olmayacak Aras." deyince yüzümdeki gülümseme bir anda silindi. Dişlerimi öfkeden sıkarken bedenim de kaskatı kesildi.

 

Bu şerefsiz bana Sena'dan ayrılmam gerektiğini mi söylüyordu? Sena'yı burada bir başına bırakıp gidecektim ve meydan bu ite mi kalacaktı? Koskoca Aras Yiğitsoy yenilgiyi kabul edip gidecekti öyle mi? Söylediklerinden birinin bile olduğunu rüyasında dahi göremezdi. Dilimle sağ yanağıma baskı yaptım. Sertçe burnumu çektikten sonra "Bunların kabul edeceğim ve sen hayatımdan siktir olup giderken bana Yavuz'u vereceksin öyle mi?" diye sordum.

 

Doğrulduğu koltukta arkasına yaslanırken "Aynen öyle." dedi.

 

"Savcı, seni böcek gibi ezebilecekken neden çekip gideyim?" Duraksadım. Göz kırptıktan sonra Sırf Yavuz'u aldın diye yenilmezliğimin sarsıldığını sana düşündüren ne?" diye sordum. Yerinde huzursuzca kıpırdandı. "Veziri alındı diye hiçbir şah teslim olmaz."

 

Yüzüne yayılan alaylı gülümseme ile beni süzerken "Veziri ölse bile mi?" diye sordu. "Evet Veziri ölse bile." Yumruk yaptığım elimin eklemlerini masaya vurup ayağa kalktım. "Ama bu oyunda ölecek kişi benim Vezirim değil sensin Savcı."

 

Meydan okuyan bakışlarımı gözlerine diktim. "Ne adımdan, ne itibarımdan, ne Sena'dan ne de Yavuz'dan vazgeçmiyorum. Onların canına zarar verebilecek cesaretin varsa hodri meydan."

 

Kaşları havaya kalkarken yüzünde küçümseyici bir gülümseme belirdi. "Sen bilirsin Aras. Uzlaşmak istemiyorsan bizde savaşırız." Başımı sallayıp arkamı döndüm. Çıkışa doğru ilerlemek için bir kaç adım attığım esnada "Aras Yiğitsoy." diye seslendi.

 

Hışımla döndüm. Sol elini havaya kaldırıp parmakları ile dört işareti yaparken "Yavuz'u sağ bir şekilde teslim alabilmek için dört saatin var. İyi düşün." diye bağırdı.

 

Meydan okuyan bakışlarımdan bir anlığına bile taviz vermezken "Herkes kendi mezarının yolcusu Savcı." diyerek arkamı dönüp kafeden çıktım. Kalbim Yavuz'u kaybetme ihtimali ile çarparken onu görmezden geldim.

 

Arabaya kendimi hızla atarken ekrandan Kadir'in ismine bastım. Telefon ikinci çalışınca açılırken nefes nefese kalmış halde "Abi bende seni arayacaktım. Şimdi geçiyoruz limana." dedi.

 

"Tamam Kadir geliyorum. Ben gelene kadar gereken bütün malzemeleri ayarlayın."

 

*************

 

2 saat. Koskoca iki saattir işkence ediyordum ve ağızlarından Yavuz'un nerede olduğuna dair tek kelime alamamıştım. O kadar adamdan geriye kalan bir tek önümdeki itti. Onu da konuşturamazsam Yavuz'a ulaşacak hiç bir yolum kalmıyordu. Elleri geminin ıslak zeminine yapıştırılmış halde duran adamın yalvaran gözlerine bütün acımasızlığımla baktım. "Yavuz nerede?"

 

"Bilmiyorum. Yemin ederim bilmiyorum."

 

Başımı gevşemek için sağa sola yatırıp burnumdan derin bir nefes verdim. İçimdeki karanlığın yönetimine giren bedenimle yerde ki adamı süzdüm. Gerçekten bilmiyordu. Yavuz'dan haberi yoktu. Bu kadar adam vakit kaybetmem için önüme atılan yemdi sadece. Savcı onunla anlaşmam için yapmıştı bunu. Yüzleştiğim gerçekler öfkemi daha da arttırdı. Yere eğildim. Elimde tuttuğum kerpetenin ucuyla adamın tırnağını tutmamla çekmem bir oldu.

 

İtin avazı çıktığı kadar bağıran acı dolu sesine korku dolu tiz bir çığlık ekledin. Ruhumun derinliklerinde tanıdığım sese ait bir çığlık. Kafamı hızla sesin geldiği yöne çevirince karşımda gördüğüm kişiyle aramızda görünemez bir duvar örüldüğünü hissettim. Yıkılması güç bir duvar.

 

Sena gelmişti. Ne yapıp edip yerimi bulmuş işime karışmak için buraya kadar gelmişti. Beni durdurmak istiyordu. Ama ona daha öncesinde de bin kez söylediğim gibi ben durmak ya da durdurulmak istemiyordum. Cehennemimin zebanisi olduğum halde etrafımdaki düşmanlara tam anlamıyla engel olamazken eğer onun istediği adama dönüşürsem hem Yavuz'un hem de onun ölümünün kaçınılmaz olacağını biliyordum.

 

 

Aramızdaki uçurum büyürken ilk kez bana canavar görmüş gibi korku dolu gözlerle bakan Sena yerde ki adamı süzdü. Bakışları tekrar beni bulurken gözleri kısılıp bakışları yoğunlaştı. "Yalvarırım yapma." diyen gözlerinden gözlerimi çektim.

 

Bir tarafım ona sarılıp korkusunu bastırmak istese de diğer tarafım buna engel oldu. Biliyordum ki eğer ona bir kez sarılırsam içimde dirilen Selim'i durduramazdım. Çöktüğüm yerden kalkarken başımla yanı başımda duran Kadir'e işaret verdim. Daha sonra da Sena orada yokmuş gibi yerde duran beze kanlı kerpetenin ucunu sildim.

 

Göz ucuyla onları seyrederken Kadir'in "Hadi Yenge." diyen sesini işittim. Ancak Sena olduğu yerden hareket etmedi. Kan gölüne dönen vahşet yuvası gemiyi bütün ayrıntıları ile incelemek istediğine emindim. Savaştığı canavarın ne denli tehlikeli olabileceğini anlamaya çalışıyordu. Çabalarının boşa olduğunu bilmesine rağmen karanlığımı tanımaya karar vermiş olmalıydı.

 

İnandığı gerçekler, zihninde kurduğu hayal dünyası başına yıkıldığı halde hala bir şeyler yapabileceğini düşünüyordu. İnatçıydı. Ne olursa olsun kafasına koyduğunu yapmadan geri kalmıyordu. İçine düştüğü durumla yüzleşebilmesi için yavaş adımlarla ön tarafa doğru ilerleyip hırçın denizi seyretmeye başladım.

 

Yaklaşık 3 dakika kadar daha etrafı izleyen Sena, Kadir'in koluna girmesiyle beraber iskeleye doğru ilerlemeye başladı. Ayakta güçlülükle duruyordu. Gördüğü manzaranın midesini, alt üst ettiği belliydi. Ama onun için yapabileceğim bir şey de yoktu. Benim hayatım buydu. Gerçeklerimi görmek isteyen de o. Eğer buraya gelmemiş olsaydı bu gerçeklerle yüzleşmemiş olacaktı.

 

Elimin tersiyle burnumu sildikten sonra yerde acıdan iki büklüm kıvranan adama baktım. Yanına doğru yaklaştım. Önünde durup tırnağı çekilmiş olan parmağının üzerine ayakkabımın tabanıyla basınca bağırması daha da arttı. "Bağırma lan." diye kükreyince gözünden süzülen yaşlara rağmen dişlerini sıkarak kendini güçlükle susturmayı başardı.

 

"Yavuz nerede bilmiyorsun onu anladık. O zaman söyle bakalım Kulaksız kim?"

 

"Abi yemin ederim bilmiyorum. Asla bizimle tanışıp konuşmadı. Kahraman Eroğlu dışında kim olduğunu bilen yok." diyerek daha önce söyleyen adamın söylediklerini tekrarladı. Ya bu bilgiler tek el tarafından bunlara ezberletilmişti ya da hepsinin gerçekten bilgisi yoktu. Gerçi ne önemi vardı ki? Ne Yavuz'u bulabilmiştim ne de Kulaksızın kim olduğunu. Belimdeki silahı çıkarıp adamın kafasına doğrulttuktan sonra tetiğe dokundum. Silahın sesi büyük bir gürültü ile yayılırken üzerime sıçrayan kanları silmek için Kadir'in uzattığı bezi aldım.

 

Elimdeki bezle gömleği silmeye yeltendiğim esnada gömleğin bir çok yerine sıçramış kan dikkatimi çekti. Mavi gömlek artık mavi değil neredeyse kırmızı renkteydi. Ellerimi beze silip yere attım. Arkamda bıraktığım manzaraya dönüp göz ucuyla baktıktan sonra Derya'yı tekrar aramak için cebimdeki telefonu çıkardım. Ona araştırma yapabilmesi için çok fazla zaman vermiştim ve artık bana daha sağlam bilgiler vermek zorundaydı.

 

Ekran da Derya'nın adını ararken elimdeki telefon titremeye başladı. Ekranda Savcı'nın ismini görünce bütün vücudum sinirden kasıldı. Yine hangi lüzumsuz teklifi için arıyordu acaba? Öfke dolu sesimle "Söyle." dedim.

 

"Yavuz'u, Hamdi Beylerin evine bıraktırıyorum Aras. Emanetini oradan alabilirsin." deyince afalladım. Yavuz'u mu bırakıyordu? Peki neden? Benimle uzlaşamadığı halde neden Yavuz'u bırakıyordu ki? Ve en önemli soru dirisini mi yoksa ölüsünü mü bıraktığıydı?

 

Güçlü çıkarmaya çalıştığım sesimle "Uzlaşamadık sanıyordum Savcı." dedim. Ahizeden duyulan sinsi bir gülümseme sonrasında "Seninle anlaşamadığımız doğru Aras ama başkasıyla anlaştım. Bu anlaşma sonrasında da Yavuz'u bıraktım."

 

"Kiminle anlaştın Savcı?"

 

Cık cık sesi sonrasında "Sürprizimi bozmana izin veremem Aras. Bekle ve zamanla gör kim olduğunu." dedikten sonra telefonu kapattı. Yavuz'un benim uğruma gerekirse canını vereceğini ancak ağzından tek kelime çıkmayacağını biliyordum. O zaman kim satmıştı beni? Kim benim hayır dediğim şeye evet demişti.

 

İçime çöken huzursuzlukla "Sena" diye inledim. Bu kadar büyük bir ihaneti yapmış olamazdı. Beni karşısına alıp Savcıyla anlaşma hatasına düşmüş olamazdı. Eğer böyle bir şey olursa ikimiz içinde geri dönülmez bir yola gireceğimizi çok iyi bilirken böyle bir şey yapmış olamazdı. Zihnimde ki bir ses "Saçmalama Aras. Bir kez güvenmedin ömrünün yarısı onsuz geçti.. Bir kez daha güvenmezsen ömür boyu onsuz kalırsın. Belki de bunların hepsi Savcının sana oynadığı bir oyun. Önce Yavuz'u alıp sinirlerini bozmayı sonrasında da içine şüphe tohumu ekmeyi planladı." deyince iç sesime inanmak istedim ama yapamadım.

 

Savcı boş konuşacak bir adam değildi. Birisi bana ihanet etmişti. William Shakespeare'in Othello'da dediği gibi "Şüphe zehirdi! Bir kere insanın kanına girdi mi, kükürt ocağı gibi yanıp tutuştururdu!" Zihnimden damarlarıma oradan da bütün vücuduma yayılan şüphe içimi yakıp kül ediyordu.

 

Kafamın daha fazla karışmasına izin vermeden gemiden hızla iskeleye doğru ilerlerken aklıma gelen şeyle durdum. Ortalığı inleten sesimle "Kadir" diye bağırdım. Yanıma koşturarak gelen Kadir'i görünce durdum. Sağ elimin baş parmağı ile alnımı kaşırken ona baktım. "Sena'ya burada olduğumuzu sen mi söyledin?"

 

Gözlerini korkuyla benden kaçırdı. "Soruma cevap versene lan?" Bakışlarını bana çevirirken adem elmasını yerinden oynatacak şekilde yutkundu. "Abi, Sena yenge beni aradı ama Yavuz abi alınmadan önceydi. Bir sorun olup olmadığını sordu. Bende bildiğim bir sorun yok dedim. Başka bir şey de konuşmadık."

 

Tereddütlü bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Kadir'in bana yalan söyleyemeyeceğine ikna olunca başımı tamam anlamında salladım. "Buraları halledip eve geçin." arkamı dönüp gidiyordum ki durdum. "Ayrıca bundan sonrasında Sena'nın güvenliğinden de sen sorumlusun."

 

"Emredersin Abi." diyen Kadir'i arkamda bırakıp arabaya doğru yürüdüm. İlk olarak arkaya doğru ilerleyerek bagajı açtım. Yedek kıyafetlerin olduğu valize uzanıp yedek gömlek ile pantolon aldıktan sonra bagajı kapatıp ön tarafa geçtim. Kıyafetleri yan koltuğa bıraktıktan sonra arabayı çalıştırarak Hamdi Babaların evine sürdüm.

 

Yol boyunca kafamın içerisinde Sena ile Savcının bir anlaşma yapıp yapmadığı dönüp dururken kendimi iyiye ikna etmeye çalıştım. Sena bu kadar düşüncesiz davranmış olamazdı. Benim çizgilerimi bilirken onları aşmış olamazdı. Eğer böyle bir hata yaparsa hem ona güvenime hem de sevgimize ihanet edeceğini bilir beni geri dönülmesi imkansız bir yola sokmazdı.

 

Evin önüne gelince gözlerim Sena'nın arabasını aradı. Aracın evin önünde park edildiğini görünce hızlı indim. Kapıda çocuklara bakıp " Yavuz abiniz geldi mi?" Diye sordum.

 

Seçkin " Gelmedi abi." geyince sıkıntıyla bir nefes verip "Gözünüzü dört açın. Bu Savcıya güven olmaz." dedim. "Emredersin abi." diyen korumaları arkamda bırakıp bahçeden içeriye girdim. Eve doğru yürürken pencerede kollarını göğsünün üzerinde bağlamış Sena ile göz göze geldik. Düne kadar aşkla bakan gözler şimdi gözlerime nefretle bakıyordu.

 

Aramıza çekilen görünmez duvarı daha ilk saniyeden hissettiğim için bakışları canımı yakmıyordu. Şu an bakışlarından daha çok sormaya koktuğum sorunun cevabına odaklanmıştım. Sorumun cevabı evet olursa işte o zaman canım hiç yanmadığı kadar çok yanacaktı.

 

Açılan evin kapısından içeriye geçip salona doğru yürüdüm. Salona girince ilk olarak gözüme çarpan Esma Ananın dizine yatmış olan Yeliz oldu. İçini çeke çeke ağlarken Esma Anada şefkatle saçlarını okşuyordu. Gözlerim tekli koltukta oturan Hamdi Babaya kaydı. Elindeki tespihi öfkeyle çekerken derin düşüncelere dalmıştı.

 

Geldiğimi belli etmek için öksürdüm. Sena hariç hepsinin bakışları beni buldu. Sena ise hala pencereden dışarıyı izlemeye devam ediyordu. Hamdi Babaya bakıp "Bir haber var mı baba?" diye sordum.

 

Çektiği tespihin şıkırtısına karışan sesiyle "Yok evlat. Biz de senin gibi Yavuz'un gelmesini bekliyoruz." dedi. Anladım der gibi başımı salladım. İçimi kemiren düşüncelerden kurtulmak için yanıp tutuşsam da "O kadar işimin içinde bir aklıma düşen şüphe eksikti." diye içimden söylenmeden de edemedim.

 

Huzursuzca kıpırdanan Sena'ya göz ucuyla bakıp " Avukat peşimden gel konuşacaklarımız var." dedim. Bedeni yavaşça bana dönerken omuzları dikleşti. Gözlerini gözlerime sabitledi. Kaşları hafif havaya kalktı. "Demek bazı meselelerini konuşarak hallediyorsun." Duraksadı. "Ya da dur. Şöyle de olabilir; beni konuşmaya ve derdini anlatmaya işin bittikten sonra layık görüyorsun."

 

Dilimi üst dişime bastırdım. Öfkemi kontrol etmek için burnumdan derin bir nefes verdim. "Avukat uzatma arkamdan gel." derken söylediğim her kelimenin üzerine ayrı ayrı baskı uyguladım. Babaların yanında daha fazla tartışmak istemiyordum. Göğsünün üzerinde birleşmiş olan elleri çözüldü. Sağ elini öne doğru uzatıp "Önden buyur." dedi.

 

Hızlı adımlarla merdiven basamaklarını çıkıp buraya geldikçe kullandığım odaya girdim. Sena'da hemen arkamdan odaya girip kapıyı yerinden sökmek istercesine çarptı. Kollarını tekrar göğsünün üzerinde birleştirdi. Sol bacağı ile ritim tutarken hadi dercesine yüzüme baktı.

 

Yüzüne dikkatle bakıp" Geminin yerini kimden öğrendin Avukat?" diye sordum. Gözleri faltaşı gibi açılırken hayal kırıklığına uğradığını belli eden bir ifade ile yüzüme baktı. "Gerçekten konuşmak istediğin konu bu mu?"

 

Odanın içinde bulunan tekli koltuğa ilerledim. Kendimi koltuğa bırakıp yayıldıktan sonra rahat bir tavırla ona baktım. "Evet konuşmak istediğim gerçekten de bu. Şimdi soruma cevap ver; yerimi kimden öğrendin?"

 

Bıkmış bir ifadeyle yüzüme baktı. Yazık der gibi başını iki yana salladı. "O kadar aptalım ki ben de olanlar yüzünden özür dileyeceğini sandım. Ama sen bana hesap sormaya gelmişsin buraya."

 

Bir cevap vermeden ona bakmaya devam ettim. Sesli bir şekilde soluğunu verirken acıyla gülümsedi. " Aras Yiğitsoy, unutma ki benim babam Kahraman Eroğlu. Ben bir şeyi öğrenmek istersem onun bağlantılarını kullanır yine öğrenirim. Senin yerini de böylelikle öğrendim." deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Avukat olarak kendi gücünü kullanmak yerine şerefsiz babasının adına tamah etmişti.

 

Daha öncesinde hiç kızmadığım kadar kızgındım Sena'ya. Oturduğum koltuktan hışımla kalktım. İşaret parmağımı yüzüne doğru sallarken yükselen sesimle "Yani sen sırf beni bulabilmek için o şerefsizden yardım aldın öyle mi?" diye sordum.

 

Umursamazca omuz silkti. Dava da müvekkilini savunan avukat edasına bürünüp "Babamdan yardım aldım demedim Aras. Babamın çevresinden yardım aldım dedim. İkisi aynı şey değil." dedi.

 

"İkisi tam olarak da aynı şey Avukat. Benim senelerce içerde sürünmemi sağlayan da yardımını aldığın babanın çevresi değil mi?" diye sorunca duraksadı. Bana karşı gardını indirirken gözleri kızardı. Yüzünde pişman bir ifade ile açıklama yapmak için dudakları aralandı.

 

Söyleyeceği hiçbir şey demek istemiyordum. Sırf beni kendi dünyasında düşlediği Aras yapamadığı için beni bu hale getiren insanlardan yardım almasını hazmedemiyordum. Bu hayattan kurtarmak istediği adamın yerini öğrenmek için onu bu cehenneme hapsedenlerden yardım almıştı.

 

"Aras ben..." diye başlayan cümleyi elimi havaya kaldırarak bitirdim. Yüzündeki pişmanlık iyiden iyi artarken gözlerine dolan yaşlarda aşağıya süzüldü. Göz yaşlarıyla ıslanmaya başlayan dudakları hafifçe titredi. Hatasının bedelini ödemek zorundaydı. Bu dünyada hiçbir yanlış cezasız kalmazdı. Onun bu halini görüp yumuşamamak için odadan çıkmaya yeltendim. Yanından geçerken bileğimi kavradı.

 

Bana dokunmasına izin vermemem gerekiyordu. Tenimde yayılan sıcaklığını hissettikten sonra onu öylece bırakarak çekip gidecek kadar gücüm yoktu. Olduğum yerde durdum. Yüzüne bakmasam da onu tek başına bırakıp gitmemek için durdum. Usulca önüme geldi. Gözlerinden ardı arkası kesilmeyen yaşlar süzülürken "Yaptığım hareketin seni bu kadar yaralayacağını düşünemedim. Özür dilerim." dedi.

 

Kalbimdeki ızdırap sesime yansırken "Sena beni kontrol altında tutmaktan vazgeç." dedim.

 

"Amacım seni kontrol altında tutmak değildi. Ben.. Ben sadece ikimize temiz bir sayfa açmak daha kolay olsun diye yaptım. Elin daha çok kana bulanmasın diye yaptım."

 

Cevap vermek için derim bir soluk aldım. Konuşacağım anlayan Sena iki parmağını dudaklarıma bastırdı. "Seni değiştiremem Aras. Kabullendim artık bu gerçeği. En başından beri değişeceğini düşünmem hataydı. Bugün gördüklerim de yanıldığımın en büyük kanıtı oldu. Ama bırak en azından bu kadar kan dökmeni engelliyim." duraksadı. Yalvaran gözlerle gözlerime bakıp "Senelerdir içinde büyüttüğün canavarın daha da büyümesini engellemem için izin ver. Ne pahasına olursa olsun içindeki aydınlığı azda olsa göstermeme izin ver." dedi.

 

Sakinleşmek için derin bir nefes verdim. Dudaklarından kaçan hıçkırığı duyunca daha fazla dayanamadım. Sena'yı göğsüme çekip sıkıca sararken saçlarının arasına minik bir buse bıraktım. Göğsüme sığınıp hıçkırarak ağlarken onu hayal kırıklığına uğrattığım için kendimden tiksinmeden edemedim. Gözünden yaşların akma sebebi pişmanlık olsa da asıl sebebi bu gün gördüğü Aras'tı.

 

Değiştirmek için çabaladığı adamın boğulduğu karanlığı görmek hem ruhuna hem kalbine ağır gelmişti. Sıkıca sarılırken olanları hazmedip sakinleşmesi için kokusunu içime çekip sessizce bekledim. Sevdiğim kadın yanımda kollarımdaydı. Yavuz'da sağ salim geldiğinde kısa süreliğine de olsa sükûnete erecektim.

 

Konuyu noktalamak için ağlaması biraz yatışan Sena'yı kendimden uzaklaştırdım. "Avukat, gerçekleri böyle kabullenmeni istemezdim ama başka türlü de kabulleneceğin yoktu. Şunu anlamı istiyorum ki ben hiçbir zaman senin hayallerini süsleyen beyaz atlı masum prens olmayacağım. Ben buyum. Karanlığın Efendisi. Yeri geldiğinde karanlık tarafından yönetilen yeri geldiğinde ise karanlığa hükmeden."

 

Sözlerimi duydukça gözlerindeki çaresizlik arttı. Bu haline içim acısa da kabullenmediği gerçekleri bugün burada duyması ve kabullenmesi gerekiyordu. Ve ne yazık ki bazı gerçekler acımasızca can yakardı.

 

Gözlerinden kalbine ulaşmak istercesine derin baktım. "Avukat, benden beklentin olmasın. Ben buyum." Sol elimin iki parmağı ile göğsüme vurarak "Senelerce sevdiğin adam bu. Hayatın dönüştürdüğü adam bu." deyip duraksadım. Hayatımın en büyük itirafını etmek için derin bir nefes aldım. İçimde yangını söndürmeye yetmeyen bir nefes..

 

"Çocukluğum da tıpkı şu halim gibi adamlarla savaşmak isterken hayat beni savaşmak istediğim adamlara dönüştürdü. Ben böyle olmayı kabullendim Avukat o yüzden sende kabullen." Sorgulayıcı bakışlarımı gözlerine diktim. "Şimdi ya bana saygı duyup yanımda kal ya da arkana bakmadan git."

 

Güçlü bir şekilde yutkundu. Gözleri kısılırken dudakları da şaşkınlıkla aralandı. Benden böyle bir çıkış beklemediği belliydi. Gözlerimin içine yalvarırcasına bakarken bir umut ışığı aradı. Ama nafileydi. Işık yoktu. Bakışlarındaki hüzün büyüdü. Üzüntüsüne içim kor gibi yansa da tavrım da en ufak bir değişiklik olmadı. Bir defaya mahsus canını yakıp ona bu gerçekleri kabullendirmekten başka çarem olmadığını biliyordum.

 

Burnunu çekip gözyaşlarım elin tersiyle sildi. " Tamam öyle diyorsan öyle olsun. Ama en azından insanların gözlerini ve kulaklarını olması gereken yerde bırak." Avuç içleri yüzüme değerken gözlerime sevgiyle baktı. "Bir zaman sonra baba olacaksın. Çocuğumuz madem bu ortamda büyüyecek en azından eli kan değil barut kokan bir babaya sahip olsun."

 

İçimden bir şeyler aktı. Bizim çocuğumuz demişti. İkimize ait bir parça... Ağzından çıkan cümlelerle bütün öfkem silinip süpürülürken başımı tamam anlamda salladım. "Tamam Avukat. Her şey benim dediğim gibi olacak değil ya buda senin dediğin gibi olsun. Bundan sonra canım çok yanmadığı sürece kimsenin gözüne, kulağına ve dilini dokunmayacağım."

 

"Güzel."

 

İçimdeki öfkenin yok olmasıyla Sena'yı olan hasretim de kalbimde büyüdü. Aşkla bakıp " Şimdi kollarımın arasına gelmek ister misin?" diye sordum.

 

En başta tereddüt etse de dayanamayıp göğsüme doğru süzüldü. Sıkıca bana sarılırken kokumu da içine çekti. Haline tebessüm ederken saçlarını okşayıp derin bir öpücük bıraktım. "Seni ne kadar özlediğimi bilemezsin. O eve gelip seni göremediğimde başına bir şey geldi diye nasıl korktuğumu bilemezsin."

 

"Ben de sana bir şey oldu diye korktum." diyen ağlamaklı sesi göğsümde titreşim etkisi yarattı. Sarılmasını daha da sıkılaştırdı. Sanki beni kollarının arasına hapsetmek istiyordu. Beni kaybetmekten korktuğunu o an kafama dank etti. Yaptıklarının sebebi beni kontrol etmek değil korumaktı. Ben nasıl onun için endişeleniyorsam oda benim için endişeleniyordu. Beni hayal dünyasına uydurmak için değil kaybetmemek için bunları yapıyordu.

 

Söylediğim sözlere bin pişman olurken sesimi toparlayıp "Senam" dedim. Hala bana sarılı olan Sena "Efendim" diye cevap verdi.

 

"Evet ben karanlıktan çıkmak istemiyorum ama çıkmak istesem de çıkamam." Göğsümden çıkıp yüzüme baktı. Gözleri kısılırken ne ima ettiğimi anlamaya çalışıyordu. Daha da açık olmak için derin bir nefes alıp verirken gözlerimi de kapayıp açtım. "Eğer bu işleri bırakırsam ne seni ne Yavuz'u yaşatmazlar. Bu alemden elini kolunu sallayarak çıkmana kimse izin vermez. Böyle bir şeye niyetlenirsen de ya ölürsün ya da öldürürsün." Önüne gelen saçını kulağının arkasına kıstırdım. "Sonuç olarak hikayenin sonu değişmez. Ya mezar gidersin ya da karanlığın kölesi olursun."

 

Çaresizlikle yüzüme baktı. Bakışlarında bu sefer beni anladığını gördüm. Durgun çıkan sesi ile "Bir kez karanlığa bulaşırsan bir daha aydınlığa çıkamazsın." deyip duraksadı. Güçlü bir yutkunma sonrası "Bizim için artık bir aydınlık yok değil mi Aras?" diye sordu.

 

Ona var demek için yanıp kavrulduysam da cevap belliydi. Başımı iki yana sallayıp "Ne yazık ki yok Senam" dedim. Bir şey söylemek için aranan dudakları odanın tıklatılan kapısıyla kapandı.

 

"Gel"

 

Kapı açıldı. Evin işlerinden sorumlu Hülya Abla sevinçle yüzüme bakıp "Girişten aradılar Aras Bey, Yavuz Bey bahçeye giriş yapmış." deyince derinden bir nefes verdim. Odadan hızla çıkıp merdivenlere yöneldim. Koşturarak indiğim merdivenlerin son basamağından aşağıya adımımı atarken gömleği kan içerisinde kalmış Yavuz da Kadir'in yardımıyla kapıdan içeri girdi.

 

Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp "Yavuz "deyip kolunun altındaki Kadir'in çıkmasıyla kolunun altına girdim. Aldığı darbeler yüzünden dağılan yüzüne bakarken yüreğim kurumuş bir yaprak gibi titredi. Allah'a çok şükür ki fazla hırpalamamışlardı. Kaşı ve dudağı hariç görünürde bir darbe almamıştı.

 

Üzerindeki ıslak kıyafetlere baktım. Şerefsizler kış gününde Islatıp da göndermişlerdi. Savcı piçinden de anca böyle bir şey beklenirdi. Salonun yanındaki odaya ilerlerken Yavuz'a yaklaşmak için yanıp tutuşan Yeliz'e döndüm. "Üzerini bir değiştirsin sonrasında görürsün." Dudaklarını birbirine bastırırken gözlerini onaylar biçimde kapatıp açtı.

 

Hamdi baba rahatlamış bir şekilde koltuğuna geri otururken Esma Anada ömrü boyunca defalarca gördüğü manzaraya gözünden akıtmaya korkuttuğu yaşlarla bakıyordu. Sena ise Yeliz'e sıkıca sarılmış bizim gelmemizi bekliyordu.

 

Yavuz'u odaya alıp üzerindekileri çıkarmasını beklerken bende dolaptan kuru kıyafetleri çıkardım. Yatağın üzerine elimdeki kıyafetleri bırakıp Yavuz'un sırtına ve göğsüne dikkatle baktım. Omzunda oluşan morluk dışında vücudunda bir darbe görünmüyordu.

 

 

Endişeyle baktığımı fark eden Yavuz kazağını da yavaşça üzerine geçirdikten sonra bana bakıp "İyiyim abi merak etme. Çok hırpalamadılar." dedi. Başımı anladım der gibi sallarken "Abi, neden bıraktıklarını babalar ile beraber sende duyarsın. Zaten pek kayda değer bir şey yok" deyince bir cevap vermeden yanına yaklaşıp koluna girdim.

 

Acıyla inleyip yüzü buruşunca geriye çekildim. Tereddütlü bakışlarım yüzünde gezerken "İyi olduğuna emin misin? Doktor çağıralım mı? " diye sordum.

 

Acıdan kısılan sesiyle "Kaburgam. İncindi sanırım. Hareket edince ağrıyor." duraksadı. Zoraki olarak gülümserken "Sanırım oraya da darbe almışım." dedi. Göğsümde yanan alev büyüdü. Sokakta ki çocuklardan dayak yiyen kardeşini korumayı beceremeyen işe yaramaz abi gibi hissettim. Ama bu hissin geçici olduğunu biliyordum. Savcı bunun bedelini ödeyecekti.

 

Sağlam olan tarafına girip yavaş adımlarla odadan çıkarak salona doğru geçtik. Esma Annenin çabucak hazırlattığı çarşaflığı koltuğa doğru ilerleyip Yavuz'u koltuğa oturmasına yardım ettim. Dudaklarından acı dolu belli belirsiz bir inilti çıktı.

 

Yavaşça koltuğa yerleşirken bende karşısındaki koltuğa oturdum. Kollarımı dizlerime dayarken ellerimi birbirine kilitleyip öne doğru eğildim. Başımı kaldırıp Yavuz'a bakmaya başladım. Kendini hazır hisseden Yavuz derin bir nefes verdikten sonra sırayla hepimizin yüzüne baktı. Dudaklarından yayılan sahte gülümseme ile "Merak etmeyin iyiyim. Bundan daha kötü zamanlarım da oldu." deyince başımı sağa sola salladım.

 

Sena ağlamaklı çıkan sesiyle "Tabi iyisin. Ama bize de hak ver seni çok merak ettik." dedi. Yeliz'in ağladığını belli eden iç çekme sesi de salonda yayılınca Yavuz "Haklısınız ama üzülmeyin artık. Buradayım karşınızdayım. Üzülüp beni de üzmeyin." yanıtını verdi. Cümleleri Sena'ya bakarak söylemiş olsa da muhatabının Yeliz olduğunu biliyordum. Senelerdir kaçtığı şey başına gelmişti. Yavuz, Yeliz'e aşık olmuştu.

 

Ancak bu konu sonranın konusuydu. Şimdinin konusu ise kanıma giren şüpheden kurtulmaktı. "Yavuz, seni niye saldılar?" diye sordum. Kaçamak bakışları Sena'yı bulurken kuruyan dudaklarını ıslattı. Sena'ya baktığını görünce kalbim bir el tarafından merhametsizce sıkılmaya başladı. Yavuz'un dudaklarından çıkacak Sena ile Savcı anlaşmış cümlesini duymamak için ölüp ölüp diriliyordum. Bana ihanet etmiş olma ihtimalinden it gibi korkuyordum.

 

Bakışlarını bana çeviren Yavuz başını iki yana salladı. "Bende bilmiyorum abi. Yanımdaki adamlara Savcıdan bir telefon geldi. Yüksek çıkan telefonun sesinden duyduğum kadarıyla Savcı "Anlaşma tamam, öğrenmem gerekeni öğrendim, dedi" başka bir şey demeden de telefonu kapattı." dedikten sonra duraksadı. Eliyle kirli sakallarını sıvazladıktan sonra "Birde yanımdaki şerefsizler benim baygın olduğumu düşündükleri bir ara Kulaksız piçinin derdinin direkt seninle olduğunu, senin yerine neden beni aldığını anlamadıklarını konuşuyorlardı." dedi.

 

Sena'nın masum olmadığını duymasam da suçlu olduğu ile ilgili herhangi bir şey de duymamıştım. Gizliden gizliye derin bir oh çekerken Yavuz'un son söylediklerini anlamamla kaşlarım çatıldı. "Sorunu benimle şahsi miymiş? İyi de kim o zaman bu şerefsiz? Ayrıca kiminle ne konuda anlaşmış?"

 

Başını iki yana sallayan Yavuz "Bilmiyorum abi." dedi.

 

Bir süredir sessizce bizi dinleyen Hamdi Baba "Aras, Savcı ile ilgili yarım bıraktığın araştırmayı tamamla sen, bende sokaklara haber salayım. Bunların suyu ısındı artık." dedi.

 

"Tamam baba. İlk bulduğum fırsatta daha önce kararlaştırdığımız haber kaynağı iletişime geçerim." derken Sena'nın bakışlarını da üzerimde hissettim. Kimden bahsettiğimi anlamaya çalışıyordu. Çünkü bu zamana kadar benim haber kaynaklarım hep karşı cinsten olmuştu.

 

Cebimdeki telefon bu gün sürekli olduğu gibi titrerken öfkeyle soluyarak cebimden çıkardım. Yavuz kurtulmasına rağmen lanet telefon bir türlü susmamıştı. "Söyle Kadir."

 

Nefes nefese kalmış bir halde "Abi hattane.. Büyük hattaneyi yakmışlar." dedi. Yerimden hışımla kalktım. Gözlerim öfkeden kararırken zihnimi kemiren ihanet ateşi kalbime düştü. "Kim yakmış Kadir? Nereden bulmuşlar hattanenin yerini?"

 

"Savcının adamları abi. İhanete uğradık. Birisi hattanenin yerini Savcıya söylemiş." İçimde yaşayan bir hain daha vardı. Belki de koynumda beslediğim bir hain.

 

Bakışlarım Sena'yı bulurken onun ürkek bakışları gözlerimle kavuştu. Kavuşan gözlerimiz sonrasında duyabileceğim kadar sesli bir şekilde yutkunup gözlerini benden kaçırdı.

 

Göğsümdeki kor damarlarımdan bütün vücuduma yayılırken ruhum acı içinde kıvrandı. Savcı ile anlaşıp beni yok sayan Sena mıydı? Eğer oysa ne yapacaktım? "İhanetin affı olmazdı, cezası ölümdü. Peki ihanet eden sevdiğin kadınsa cezası neydi?"

 

ARAS, SENA'YI ÇÖZDÜ GİBİ DURUYOR. NE DERSİNİ SENA HER ŞEYİ İTİRAF EDER Mİ? YA DA SAVCI, ARAS'A KARŞI SENA'YI KORUR MU?

 

NASIL BULDUNUZ BÖLÜMÜ?

Bölüm : 13.09.2025 13:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...