
ARAS
Aras Yiğitsoy olduğum günden bu yana buz gibi katı yüreğimde ilk kez ılıklık hissetmiştim. Bu hiç iyi bir şey değildi. Farkındaydım. Hak etmeyen bir kadın için kalbim olduğundan hızlı atmamalıydı. Cehennemimi yaratan kadın için içimde nefretten başka bir şey olmamalıydı . Aslında onun gibi birine nefrette fazlaydı. Çünkü o bu duyguyu bile hak etmeyecek biriydi.
Uzun süre düşündükten sonra içimdeki bu hissin sebebini bulmuştum. Ya da ben bulduğumu düşünüyordum. Kalbimdeki ılıklığın tek nedeni ondan alacağım intikam vaktinin gelmiş olmasıydı. Öyle yada böyle hayat bizi karşı karşıya getirmişti. Hem de Sena'yı benim avukatım yaparak. Buda demek oluyordu ki dava sürecinde onun ipi benim ellerimde olacaktı. Ve onun canını istediğim gibi yakabilecektim. Tek yapmam gereken biraz sabırlı olup onu yakınlarımda tutmaktı. Sonrasında ise olacakları büyük bir keyifle seyredecektim.
Kalbimin derinliklerinden gelen acı dolu bir ses "Emin misin?" dedi. Soruyla bocaladım. Bir an olsun duygularımla hareket ettim. Kalbimin derinlerinde gömülü olan diğer soruların gün yüzüne çıkmasına izin verdim . "Acaba beni kurtarmak için gelmiş miydi? Gerçekten beni önemsemiş miydi? Adliye koridorlarına girer girmez gözleriyle kavuşacak mıydı gözlerim. "
Zihnimde "SENİN İÇİN DEĞİL ÜNLÜ MAFYA BABASI ARAS YİĞİTSOY İÇİN GELDİ. SELİM EGELİYİ ÖLÜME TERK ETTİ. BUNLARI NE ÇABUK UNUTTUN" diye yankılanan gerçekleri duymak her ne kadar canımı yakmış olsa da doğruydu. O Sena Eroğlu'ydu. Onun için kişilerin değil paranın, unvanın ve itibarın önemi vardı. Sırf bu yüzden bile Aras Yiğitsoy'u savunma fırsatını asla kaçırmazdı. Onun hakkında olumlu düşündüğüm küçücük bir şey bile gerçekleri tokat gibi yüzüme çapmıştı. Bu da emek oluyordu ki "Derinliklerde gömülü olanı diriltmeye çalışmak aynı acıyı baştan yaşamaktan başka bir şey getirmiyordu."
Adliyeden içeriye girip soğuk koridorlarda yürümeye başlayınca gözlerim istemsiz bir şekilde onu aradı. Gözlerimin onu aramasının tek sebebi paraya ve güce tapan birisi olduğu konusunda haklı olduğumu kendime ispat etmekti. Lakin görünürde yoktu. Yoksa beni şaşırtıp davayı almaktan vaz mı geçmişti?
Hepsinin cevabını birazdan alacaktım. Ama Sena'dan önce hesaplaşmam gereken başkası vardı. SAVCI...
Geldiği günden beri adamın tek derdi bendim. Bıkmadan usanmadan benimle uğraşıyordu. Kaçırdığım silahlarla, hesabımda nereden geldiği belli olmayan paralarla işi yoktu. Onun işi direkt benim itibarımlaydı. Bunu evime baskın yapmaya gazetecilerle geldiği gün anlamıştım. Tabi onun istediği olmadı. Basına benimle ilgili tek bir kelime dahi yazılmadı. Ama böyle bir duruma düşmem bile Savcı'ya karşı suikast düzenlemem için yeterliydi. Bense böyle bir şey yapmamak için kendimi zor tuttum. Sakin kalmaya çalıştım. Çünkü biliyordum ki Savcı'nın istediği de tam da buydu. Sinirle hareket edip hata yapmam. Bunu daha çok beklerdi. Ben "Aras Yiğitsoy" dum. Buralara da öfkemle değil zekamla gelmiştim.
Savcının kim olduğuyla ya da benimle neden uğraştığıyla ilgili detaylı araştırma yapmıştım. Hakkında yüzeysel bilgiler dışında en ufak bir ayrıntıya ulaşamadım. Yavuz, İzmir'e gidip oradaki arkadaşları ile görüştü. Ama oradan da bildiklerimiz dışında ekstra bir şey çıkmadı. Sanki bu yapacaklarımı biliyordu ve hakkında bilgi alamayalım diye kendisi ile ilgili her şeyi önden gizlemişti. Anca korkaklar böyle şeyler yapardı. O da bu kadar detaylı çalıştığına göre bir şeyden korkuyor olmalıydı.
Şimdi yüzleşme zamanıydı. Savcının odasına yöneldiğimizde adliye binasına fırtına gibi giren Yavuz arkamızdan "Yalçın Amirim, bir dakika" seslendi. Yanımıza gelince "Abi, gelirken avukatla konuştuk. Yoldaydı en son. Ya buralardadır ya da gelmek üzeredir. Sen içerideyken ben onu bulup yanınıza yollarım." dedi.
Unuttuğum Sena gerçeğiyle tekrar yüzleştim. Ama keyfim kaçmadı. Düşündüklerimde haklı çıktım. Tabi gelecekti, böyle bir adamın davasını hiç kaçırır mıydı? Hiç değişememişti. Hala şımarık, paranın ve şöhretin köpeği o kızdı. Ona yapacağım her şeyi sonuna kadar hak ettiğini bir kez daha göstermişti bana.
Ama içeride hem Savcı ile hem de Sena ile aynı anda yüzleşmek canımı sıkıyordu. Beni bu duruma düşüren Yavuz'u boğma isteğiyle yanıp tutuşmaya başladım. Dişlerimin arasından "Düşünceli davranıp aydınlattığın için sağ ol Yavuz. Ama bu hallerini daha önemli konularda görmek isterdim." dedim.
Yavuz başını hafifçe öne eğdi "Haklısın abi. Bundan sonra daha dikkatli olurum." dedi. Dişlerimi sıkarak tamam anlamında başımı salladım. Ama hiç bir şey tamam değildi. Ant içmiştim buradan çıkınca düştüğüm her kötü durum için onun bir kemiğini ya da parmağını kıracaktım. Neresinin kırılacağı ile ilgili seçim hakkını ona verecek kadar yüce gönüllüydüm. O hangisini isterse ben onu kırardım.
Kin dolu bir sesle "Başka bir şey var mı Yavuz?" dedim. Başı hala önde bir şekilde "Yok abi" dedi.
Öfkemden sıyrılıp keyifli halime geçerek "Eh hadi o zaman şu meşhur Savcı Beyle tanışalım. Madem benimle tanışmayı bu kadar istiyor bekletmek olmaz." dedim. Sözlerimi duyan Yalçın hareketlenerek odanın kapısını tıklattı. Böbürlenerek söylenen" Gel" den sonra içeriye geçtim.
Masasında bacak bacak üzerine atmış kasılarak oturan Savcı'nın gözü ilk olarak ellerime kaydı. Belli ki "seni ayağıma nasıl da kelepçeli getirdim" diye kasılıp beni ezebileceğini düşünmüştü. Ama bu zevki ona yaşatmamıştım. Öfkeden renkten renge giren Savcı yumruğunu masaya vurarak ayağa kalktı. " Kelepçesi nerede? Ben size kelepçelenip gelecek demedi mi?" diye bağırdı. Yanımdaki Yalçın korkudan çoktan kem küm yapmaya başlamıştı. Ağzından net olarak duyulan tek cümle "efendim biz takmak istedik ama oldu."
Yalçın'a bakıp "Başlatma lan efendine." dedikten sonra öfke dolu bakışlarımı Savcıya çevirdim. "Savcı, bana kelepçe takacak daha anasının karnında doğmadı. Madem o kadar erkektin gelip kendin taksaydın?" dedim. Düşmanca ve zafer kazanmış gibi tebessümle yüzüne baktıktan sonra " Yemediği için gelip takmadıysan burada kimseye olmayan erkekliğini göstermeye çalışmayacaksın." dedikten sonra göz kırptım.
Durum gösteriyordu ki bu Savcıyla çok işimiz olacaktı. Ve o buraların en büyüğünün kim olduğunu biran önce öğrenmeliydi. Güzellikle öğrenmezse de ben ona bunları üzerine basa basa öğretecektim.
Duyduklarından sonra Savcı'nın yüzü kıpkırmızı oldu. Öfkeden delirmiş boğa gibi solmaya başladı. Kendisinden aşağıda gördüğü insanların yanında aşağılanmak gururunu incitilmiş olmalıydı.
Tiksinir gibi bir sesle "Oturtun şu koltuğa. Sonrada çıkın dışarı. Sizinle sonra görüşeceğiz." dedi. Memurların hamle yapmasına izin vermeden koltuğa doğru yürüdüm. Onun söylediği koltuğun tam aksine oturarak bacağımı diğer bacağımın üzerine attım. Masanın üzerindeki bibloları incelemeye başladım.
Yaptığım hareket Savcı'yı iyice delirtmiş olacak ki . Sesinde ki öfkeyi anlamamam için polis memurlarına tek kelime dahi etmeden başıyla çıkın işareti yaptı. Keyfim iyice yerine gelmeye başlamıştı.
Bibloları oynamayı bırakıp yüzü yavaş yavaş normale dönen Savcı'ya baktım. " Fırat... Fırat... Derdin ne senin benimle? Anlıyorum babandan sevgi görmemişsin. Seninle asla gurur duymamış. Hep seni küçük görmüş. Sende en iyiyi indirerek- ki ikimizde biliyoruz bu sadece bir hayal - babanın gözüne girmek istiyorsun. Ama şunu hatırlatırım ki ne baban Hamdi Amcamı indirebildi. Nede sen beni indirebileceksin. Boş bir hayalin peşinde koşarak gençliğini heba etme. Git başkaları ile uğraş. Ününe ün kat. Seni böcek gibi ezecek insanların işine karışma." dedim.
Sinirlenmesini bekledim ama olmadı. Meydan okur gibi gözüme baktı. Zeki adamdı bu Savcı daha iyi anlamıştım bunu. Onunla uğraşmak keyifli olacaktı. İnsan düşmanının bile zeki ve hırslısını ister miydi? Ben istiyordum.
Dudağını sanki duyduklarını dalgaya alırmış gibi yukarı kıvırdı. "Aras Yiğitsoy. Ne kadar da kurduğun kaleyi yıkılmaz kendini yenilmez görüyorsun. Ama atladığın bir şey var ben babam değilim. O sizi bitirememiş olabilir ama ben bitireceğim. Ve bu konunun sadece babamla ilgisi olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun. Seni yaktığın yerden yakmak için geldim. " dedi.
Öfkesinin nedeni babası değilse neydi? Kimin canını yakmıştım ki karşılığında benim canımı yakacaktı. Yaptığım araştırmada Hamdi Baba ile Fırat'ın babasının düşmanlığı dışında en ufak bir bağlantımız yoktu. Başka bir şeyler olmalıydı. Benim gözümden kaçan ya da önemli görmediğim başka bir şey.
"Ben yanacağım kadar yandım Savcı. Bu günlere cennet bahçesinden gelmedim ben. Ufacık üfürüğümle söndürebileceğim yangınların gözümü korkutmaz. Ama neler yapabileceğini de görmek isterim. Buradan çıktığımda neler yapabileceğini göster bana" dedim meydan okurcasına.
Fırat daha da arkasına yaslanıp kasılarak burnunda nefes vererek güldü. "Gerçekten bu gün buradan elini kolunu sallayarak çıkabileceğine inanıyor musun? " dedikten sonra kasıldığı koltuktan bana doğru eğildi. "Sana gün yüzü haram Aras Yiğitsoy." dedi.
Bacaklarımı birbirinin üzerinden indirerek yavaşça ayağa kalktım. Ellerimi masasının üzerine vurarak yüzüne doğru eğildim. Gözlerinin tam içine bakarak "Yapma ya. Ne çok hayaller kuruyorsun sen öyle. Ben buradan elimi kolumu sallayarak çıkacağım ve sende anca arkamdan bakacaksın Savcı Fırat. Yaz bunu bir kenara" dedim. Kendimi masadan çekip kalktığım koltuğa geri oturdum.
"Göreceğiz. Kim bakacak kim çıkacak?"
"Görelim" dedim.
Birbirimize olan meydan okumamızı bölen şey tıklatılan kapının sesi oldu. Fırat benden gözlerini ayırarak kapıya baktı. Biraz öncekinden daha yumuşak bir sesle "Gel" dedi. Puşt biraz önce bana artistlik yapmıştı aklınca.
Kapı açıldı. Kapıdan giren kişinin parfümünün kokusu önce burnuma ulaştı. Daha sonra da geçtiği yerleri dağlayarak ciğerlerimin her zerresi ile buluştu. Nefes almak hiç bu kadar acı vermemişti. Bu koku... Bu koku onun kokusuydu. Bilinçsizce gözlerimi kapattım.
Hem bu odadan ardıma bakmadan kaçmak istiyordum. Hem de verdiği her acının kölesi olup ölene kadar kokuyu içime çekmek. Kokuyla bu hale geldiysem onu görünce neler olacaktı kim bilir? Yoksa onu özlemiş miydim? İmkansızdı.
İçimdeki nefret ateşi aldığım her nefeste sanki sönüp gidiyordu. Ciğerlerime işleyen bu aptal koku 13 yıllık ateşi söndürmeye yetmiş miydi yani? Böyle bir şeye müsaade edemezdim , bunu kendime yapamazdım. Aklımı toparlamak istiyordum ama o lanet kokusu bir türlü buna izin vermiyordu. Bana ne olmuştu?
Ben çıkmazda cebelleşirken kulaklarımı "Fırat" diyen sesini doldurdu. Öyle içten söylemişti ki Savcı'nın ismini içim öfkeyle doldu. Savcı'nın varlığını dünyadan zerresi bile kalmayacak şekilde silmek istiyordum. Ama neden böyle bir şey istiyordum? Onu ile ilgili düşünmek sadece bana zarar verirdi. Bunların üzerinde durmamalıydım.
Bu arada Sena'nın parfüm kokusunun artık içimi yakmadığını fark ettim. İçimde olan nefret ateşi Sena'nın sesiyle tekrar alevlenmiş kokusu da öfkemi körükleyen bir detay olmuştu. Peki ondan bu kadar nefret ediyorsam bu içimdeki anlam veremediğim his nedendi?
""Uzun zaman oldu ha görüşmeyeli. " diyen Sena'nın sesi doldu tekrar kulaklarıma.
"Evet öyle oldu da Aras Bey'in avukatı sen misin?" diye soran Savcının mors olduğuna emindim. Daha savaş başlamadan arkadaşını parayla satın almış ve kendime avukat yapmıştım. Bu yenilgi bile yeterdi ona.
Ama Sena'nın şüpheyle "Aaa, evet, şey benim." diye cevap vermesini garipsedim. Şartlar sunarak kabul ettiği davadan utanıyor muydu? Yoksa Savcı'ya mecbur kaldığım ayağı mı yapıyordu? Anlaşılan melek yüzlü şeytan hala insanlara akıl oyunları oynamayı seviyordu.
O ara bir şeyle konuşsalar da kulak vermemeye çalıştım. Ta ki Savcının "Lise yıllarında savcı olacağım ben diye gezerdin. Şimdi avukatlıktan memnunsun anlaşılan. " sorusunu duyuncaya kadar. Cevabını bende merak ettim. Fırat doğru söylüyordu. Sena daha okulun ilk günü "CUMHURİYET BAŞ SAVCISI SENA EROĞLU "diye kartvizit yaptırmış ve herkese dağıtmıştı. Ne olmuştu da hayalinden vazgeçmişti acaba.
Sena'nın geçiştirerek verdiği "Evet. Ben böyle daha mutluyum." cevabı tatmin olmama yetmedi. Bilmediğim bir şeyler oluyordu.
Savcının" İyi misin? Kendini toparlayabildin mi? Annen bir takım şeylerden bahsetti de?" demesiyle Sena'ya ne olduğuyla ilgili merakım iyice arttı. Ben onunla ilgilenmezken onu derinden etkileyen bir şey olmuştu. Hem de hayallerinden vazgeçecek kadar ağır bir şey. Ne olmuştu acaba?
Zihnimde "Bilsen ne olur Aras Yiğitsoy. Yoksa senin mezarını kazan kadını düştüğü çukurdan mı çıkarırdın? Ya da hayallerinin tam tersi bir yaşantıya seni mecbur eden bu kadına vazgeçtiği hayalleri mi sunardın? cümlelerinin yankılanmasıyla kendime geldim.
Fırat'ın gülerek "Sevindim iyi olmana." dediğini duydum. Demek ki ben kendimle savaşırken o iyi olduğunu söylemişti. Demek ki iyiydi. Sadece itibar sahibi olanlara daha rahat ulaşabilmek için avukat kalmış olmalıydı. Fırat "Dur sana bir bakayım." dedi. Sena'nın olduğu yerde döndüğünü belli eden topuklularının sesi duyuldu. Ardından da Fırat'tan gelen ıslık sesi. Utanmadan birde "Sena!! Harika görünüyorsun. Tam bir afet olmuşsun" dedi. Piç kurusu kıza yürüyordu. Hatta yürümüyor koşuyordu.
Odaya girdim gireli ilk kez gerçek anlamda sinirlenmiştim. Çenem kasılmaya başladı. Omuzlarım dikleşti. Öfkeden yerimde duramıyordum. Sena'yı kıskanmış mıydım? Elbette böyle bir şey yoktu. Sadece onun bu cıvık halleri canımı sıkıyordu. Burası bir savcı odasıydı kafe değil. O da beni savunmaya gelmişti. Savcı ile fingirdeşmek için değil.
Onlara nerede , hangi sebeple olduklarını hatırlatmalıydım. Öfkemi kontrol etmek için gözlerimi kapattım. Sinirlendiğimi Fırat'a sezdiremezdim. Sena ile olan geçmişimi araştırmasına neden olacak bir şey yapamazdım. En mantıklısı onları küçük düşürmekti. Aşağılar bir ses tonuyla "Savcı Bey, fingirdeşmeniz ne zaman bitecek. Ara verseniz de bende ifademi verip çıksam. Ben odadan çıktıktan sonra ne isterseniz yaparsınız. Yarım saat kadar dayanacaksınız alt tarafı." dedim.
Odada derin bir sessizlik oluştu. Yüzlerini göremiyordum ama nefesleri öfkelerinin büyüklüğünü anlamama yetmişti. Ben tepkiyi Sena'dan beklerken Fırat'tan gelmişti. Fırat'ın cevap vermesi şaşırmama neden oldu. Alaycı bir gülümseme ile "İşiniz o kadar çabuk bitmez Aras Bey. Buradan da beklediğiniz kadar hızlı çıkamazsınız." dedi. Fırat'ın sesinden sinirini kontrol etmeye çalıştığını hissettim. Bu arada Sena'nın susması da canının acıdığını gösteriyordu. İkisinin canını da sıkmıştım.
Ama bu bana yetmezdi. Fırat'ın söylediklerinden sonra oturduğum koltuktan yavaşça ayağa kalkıp ellerimi ceplerime soktum. "Öyle mi diyorsun Savcı?" dedikten sonra daha ne kadar ileri gidebileceğimi düşünmek için duraksadım. Derdim Fırat ile değildi. Sena'nın canını daha çok yakmak istiyordum. Aklıma gelen ilk şeyle "Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda Avukat Hanım? Çıkışımız var mı? Savcı ile fingirdeşmeniz beni çıkarmaya yeterli olur mu? Ne dersiniz? ." dedim. Ve dudaklarımdan canını yakacak olan "Belki de savcının ikna olması için benim odadan çıkmam gerekir. Çıkmamı ister misin Savcı?" sorusunun dökülmesine izin verdim.
Söylediklerim bana bile ağır gelmişti. Onun canının yanması için söylediğim her söz benim canım da yanmıştı. Bu hiç adil değildi. Onun yaptıklarında ben tek başıma yanmıştım. Ama benim söylediklerimde birlikte kül oluyorduk. Beynim ipleri eline almak istese de kalbim şuan buna müsaade etmiyordu. İçimde beynimle kalbim savaşa girmişti. Beynim onun varlığını reddederken kalbim hala onun için kanıyordu.
Ne kadar inkar edersem edeyim Sena bu hayatta ölesiye sevdiğim tek kadındı. Bense onu neyle itham etmiştim. Hem de beni kurtarmaya gelmişken. Bu ona yapılan bir haksızlıktı. "Peki sana yapılan haksızlık ne olacak Aras Yiğitsoy? Senin haksız yere yediğin damga ne olacak? Sen de yaşadığın hiçbir şeyi hak etmedin. Ama o bundan fazlasını hak ediyor. Alacağın intikamdan bu kadar çabuk mu vazgeçtin?" diyen beynim kalbimle girdiği savaşı kazandı.
Arkamda ufak bir hareketlilik oldu ve Fırat fırtına gibi yanıma gelerek yakama yapıştı. "Ağzını topla lan şerefsiz" diye miyavladı. Daha doğrusu o bağırdı da bana miyavlama gibi duyuldu. Biraz yüksek miyavlamış olacak ki kapı sertçe açıldı. İçeriye girenin Yavuz olduğuna emindim. Fırat benim üzerimden çektiği bakışları onun üzerine yerleştirdi.
Kapı sertçe kapandı. Fırat' boğmak için yanımıza yaklaşan Yavuz'un ayak seslerini duymamla elimi dur anlamında havaya kaldırmam bir oldu. Savcı benimdi. Onun ölümünü benden başkasına yar etmezdim. Ve ona karada rahat ölüm yoktu. Bildiğim bütün işkenceleri üzerinde deneyerek tadını çıkara çıkara öldürecektim onu.
Emrimi gören Yavuz olduğu yerde kaldı. Durması için işaret verdiğimi gören Fırat ise ellerini yakamdan çekerek pencereye doğru ilerledi. Burada dahi benim hükmümün geçtiğini gösterir halde Fırat'ın gözlerinin içine bakarak "Sorun yok Yavuz." dedim. Emri duyan Yavuz kısacık bir süre daha olduğu yerde durdu. Önce ayak sesleri duyulan Yavuz sonra kapıyı kapatıp odadan çıktı.
Biraz önce kalktığım koltuğa geri oturdum. Fırat ile birbirimize bakmaya başladık. Onun gözlerinde duyduğu tiksinmeyi gösteren bir ifade vardı. Benimkinde ise zafer.
Fırat'ın gözleri benden ayrıldı. Arkamızda duran Sena'ya baktıktan sonra başını sallayarak zoraki bir şekilde gülümsedi. Söylediklerim Sena'ya yetmemişti anlaşılan. Fingirdeşmeye devam edecek kadar yüzsüzdü?
Sena'nın "Devam edelim mi?" diye sorusunu duyunca "Başlamış mıydık ki devam edeceğiz Avukat?" dedim buz gibi bir sesle. İçimde bir şehri yakmaya yetecek yangın vardı. Ama dilimden dökülen her sözcük buzdan yapılmış sivri uçlu bir oktu. Ağzımdan çıkan her kelimemle Sena'nın tam kalbine saplanmasını istediğim bir ok.
Sena bundan önce söylediğim şeylere cevap vermediği gibi buna da cevap vermedi. Sanki ben orada değilmişim gibi davranıyordu. Tabi Fırat şerefsizi yine konuya atlamadan edemedi. "Bence de başlayalım Sena. Yoksa elimden bir kaza çıkacak." Dedi.
Fırat'ın sözlerini duyunca güçlü bir kahkaha attım." Kazaları severim Savcı. Hadi bana neler yapabileceğini göster" dedim meydan okuyan bir sesle. Fırat yenice oturduğu yerinden tam kalkıyordu ki "Sayın Savcım lütfen. Şu işi bir an önce halledelim" diyen Sena'nın biraz öncekinden farklı çıkan resmi ses tonunu duydum.
Öfkeden burnu seğirmeğe başlayan Fırat, Sena'ya karşı gelmek istemiyordu belli ki. Memnuniyetsiz bir şekilde "Tamam" dedi.
Sena hışımla karşımdaki koltuğa geçip oturdu. Bir kez bile dönüp yüzüme bakmadı. Tek ilgilendiği şey Fırat'tı. Gözünü kesmeden ona bakıyordu.
Yüzünü normal tutmaya çalışsa da seğriyen dudakları, hızlı inip kalkan göğüs kafesi ve beni görmek istemeyen gözleri ne kadar sinirlendiğini belli ediyordu.
Sena 170 boylarında, 58 kilo civarlarında; mavi gözlere, kestane rengi saçlara ve yüzünde hokka gibi duran burna sahip bir kadındı. Sağ tarafında dudak çizgisinin bitiminde minicik bir beni vardı. Mükemmel vücut ölçülerine sahip değildi. Onu mükemmel yapan şey etrafa yaydığı hayat enerjisiydi. Onunla bir kez konuştuktan sonra kendisine hayran olmayacak kimse yoktu. Bulunduğu ortamdaki kadın erkek fark etmeksizin herkesin sevgisini kazanırdı. Tıpkı seneler önce benimkini kazandığı gibi.
Çalan telefonun sesiyle Sena'dan gözlerimi ayırıp Fırat'a döndüm. Gelen telefonla kalemin gecikeceğini öğrenmiştik. Savcı kalemi geciktiği için haliyle ifademin alınması da gecikecekti. Fırat'ta beni burada tutmak istediği için yeni birini istememiş gelecek olanı beklemeyi tercih etmişti. Fırat ile birbirimize meydan okurken gözlerim Sena'ya kaydı. Alnında noktacık şeklinde terler birikmeye başlamıştı. Yüzü kıpkırmızı olmasına rağmen dudaklarının kanı çekilmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışır bir halde ona bakarken o ""Sayın Savcım, kaleminiz ne zaman gelecekmiş öğrenebilmeniz mümkün mü?" diye sordu.
Fırat benim üzerimdeki gözlerini yavaşça çekerek "Düşündüğümden geç kaldı. Arayıp sorayım." dedi. Sena hafif tebessümle tamam anlamında başını salladı. Fırat ile tekrar bir sohbetin içine girmek istemiyor gibi bir hali vardı. Yüz vermek için benim odadan çıkmamı beklediğine yemin edebilirdim.
Telefon konuşması sonrası Fırat , Sena'yı seyretmeye başladı. Sena ise masanın üzerindeki evraklara bakıyordu. Onların bu flörtleşmeleri sinirimi bozuyordu. Dikkatimi dağıtmak için masanın üzerindeki bibloyu elime alıp incelemeye başladım. Cübbe giymiş erkek çocuğuydu. Hangi aptal bir çocuğa cübbe giydirmeyi akıl ederdi ki. Sırf sevimli görünsün diye daha ne kadar aptalca şeyler yapabilirlerdi acaba?
Çalan kapı ile bibloyu aldığım yere bıraktım. Savcı kalemi odaya girip Fırat'tan özür dilediğini belirten birkaç şey zırvaladı. Sonra kamerayı kurmaya başladı. İşte şimdi oyun başlıyordu. Savcıyla oynayacağımız bu oyun daha şimdiden keyif vermeye başlamıştı.
Ben ifade alınmasını beklerken tekrar kapı çaldı. Fırat'ın cevabını beklemeden de açıldı. Gelen kesin Yavuz'du. Kapıdaki Yavuz "Avukat Hanım bir dakika bakabilir misiniz?" diye sordu. Vereceği tepkiyi görmek için Sena'ya baktım. Gözlerindeki öfkeyle Yavuz'u öldürmeye çalışan Sena "Geliyorum" dedi.
Sena, Yavuz'un yanına çıkarken bir de Fırat'a kusura bakmayın gibi bir şeyler söyledi. Benimse sinirden kızaran Fırat'ı izlemek hoşuma gidiyordu. Bir süre sonra içeri giren Sena ile ifadem alınmaya başladı.
Savcıyla resmen köşe kapmaca oynamıştık. Aynı soruyu değiştire değiştire elli kez sordu. Her soruşu sonrası aldığı cevapların aynı olmasıyla sakinliğinden bir parça kaybediyordu. Gerçekten böyle basit şeylerle beni bitirebileceğini mi düşünüyordu. Eğer öyleyse düşündüğüm kadar zeki bir adam değildi.
Sona gelmiş olan Fırat yaslandığı koltuğundan öne eğilerek gözlerimin içine baktı. Sanki soracağı sorunun cevabını ağzımdan duymayacakta gözlerimden okuyacaktı. "Peki Aras Yiğitsoy seni neden serbest bırakalım? Olay anında orada olmadığını ispat edecek herhangi bir güvenlik kamerası görüntün yok. Fotoğrafları bize getiren kadının oğlunu kayıp. Kadının oğlunu en son adamlarının aradığını biliyoruz. Bununla beraber daha aydınlanmamış bir sürü nokta varken buradan çıktığında bulabileceğim başka delilleri karartmayacağını nereden bileyim?" dedi. Kendimi savunmak için tam ağzımı açacaktım ki Sena devreye girdi.
"Savcım aslında kadının oğlu kayıp değil." dedi. Fırat son olaydan sonra Sena'nın beni gerçekten savunmayacağını düşündürmüş olacak ki başını şaşkınlıkla ona çevirdi. Açıkçası bende sıkıştığım yerde beni kurtaracağını düşünmüyordum.
"Öyle mi Sena Hanım. Oğlu neredeymiş o halde kadının?"
"Kaçmış. Nerede olduğunu kimse bilmiyor. Bildiğimiz tek şey bir yerlerde saklandığı." dedikten sonra duraksadı. Sanki lafı nasıl toparlayacağını bilmiyor gibi hali vardı. Onu tanımasaydım müvekkili için ilk kez yalan söylediğini düşünecektim. "Bunları ben değil annesi söylemiş Savcı Emrah Beye. İsterseniz ifadesini talep edebilirsiniz." diyerek sözlerine devam etti.
Kadın ifade mi vermişti? Benim niye haberim yoktu bundan? Madem bu sikdiğiminin davası bu kadar çabuk halledilecekti Sena'ya ne gerek vardı. "Ulan Yavuz' Ulan Yavuz! Buradan bir çıkayım ilk iş senin belanı sikeceğim. Her zor an için bir kemik." diye söylendim içimden.
Fırat "Hımmm. Peki sizin nasıl haberiniz oldu bu ifadeden?" diye sordu. Adi herif benim sorgumu bitirmiş Sena'ya geçmiş gibiydi. Sena ise altta kalmıyordu. Hemen savunmama başlamıştı. Bütün planı yalayıp yutmuş Fırat'a bir tane bile açık vermemişti. Savcı'nın sıkıştırmaya çalıştığı yerde evrakları çıkarıp tokat gibi yüzüne çarpıyordu.
Savunmamı yaptığı süre boyunca gözümü bir kez bile ayırmadan onu seyrettim. Beynim bunu yapmama ne kadar karşı çıksada kalbime söz geçirememiştim. Neden bilmiyordum ama konuşması sırasında önüne gelen saçlarını kulağının arkasına kıstırması, telaşla dosyadan aradığı evrakı bulmaya çalışması içimi ısıtıyordu.
Hala dik kafalı , kararlı ve tuttuğunu koparan biriydi anlaşılan. Tıpkı ona aşık olduğum zamanlardaki gibi. Beni buradan çıkarmayı kafaya koyduğu belliydi. Bu gün bu işi halledecekti sonrasındaysa daha da yüzümü görmeyecekti. Söylediklerime sessiz kalması bundandı. Yüreğimdeki kırık cam parçaları yine en derinlere battı.
Beni görmek istememesi canımı mı yakmıştı? Derinlerden bir yerden "Hiç sanmam. Alacağım intikam dışında onunla işin yok Aras Yiğitsoy. Unutma ki sen Selim Egeli değilsin. Sena'yı seven Selim öldü. Sana da miras olarak intikamını almak kaldı." cümleleri aktı içime.
Bu zamana kadar hiç Aras ile Selim arasında sıkışmamıştım. Ama bugün öyle değildi. İpler bir Selim'in bir Aras'ın eline geçiyordu. Selim , ölen masumiyetimi, aşkımı ve merhametimi simgeliyordu. Aras ise olması gerekendi. İnsanların, iyilikten anlamadığı besbelliydi. İşte tamda bu yüzden Aras'ın dediklerini yapmalıydım.
Fırat'ın dişlerini sıkarak ifadeyi isteyen sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. 10 dakika kadar sonra 180 cm boylarında , yeşil gözlü ve karamel rengi saçlara sahip bir kadın içeriye girdi. Girdiği andan itibaren bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmemişti. Benden bir hareket beklediğinin farkındaydım. Peki ona karşılık vermek neden içimden gelmiyordu?
Eskiden olsa bu fırsatı hiç kaçırmaz kaçırmazdım. Şimdi neden istemiyordum? Neler oluyordu bana böyle? Huzursuzca derin bir nefes verdim. Kabul etmek istemesemde biraz önce Sena'yı kıskanmıştım şimdi ise ayaklarıma kadar gelen kadını geri çeviriyordum. Onu görmek bile bütün dengelerimi alt üst etmişti. Beni tekrar yok etmesine izin vermeden bende uyandırdığı etkiden kurtulmalıydım.
Kanıma sızmasına, yüreğimi ısıtmasına izin vermemem gerekiyordu. Bir daha aynı şeyleri yaşamamak için, benliğimden bir kez daha vazgeçmemek için ondan kurtulmam gerekiyordu. Sırf bu yüzden bile bu gece karşımda duran kadınla olacaktım. Sena'nın Selim'i başka bedenlerde unuttuğu gibi bende onu ona layık şekilde unutacaktım. Ayrıca Fırat ile ilgili bilgi almak içinde bu kadını kullanabilirdim.
Karşımdaki kadın hala beklentiyle beni süzüyordu. Göz ucuyla Savcı ve Sena'ya baktım. Beni umursamayacak kadar dosya ile ilgileniyorlardı. Onlara belli etmeden karşımdaki kadına göz kırptım. Gözlerinin içi parlarken dudakları tebessümle kıvrıldı. İçimden gelmesede yapmam gerekeni yapmıştım daha fazla onunla vakit kaybetmeme gerek yoktu. Bakışlarımı Fırat'a çevirdim.
Fırat öfkeden kızaran gözleriyle bana baktı. İfade de bir şey bulamadığı belliydi. Elindeki ifadeyi masanın üzerine fırlatıp "Mahkemeye sevk edin. Hakim ne yapacağına karar versin" dedi.
Oturduğum koltuktan ayağa kalkarak küstahça" Seninle tanışmak büyük bir zevkti Savcı. Ama böyle olmadı. Bir dahaki sefere bize bekleriz" dedim. Ona buradan çıkacağımı söylemiştim.
Fırat sinsi bir gülümsemeyle yüzüme bakıp "BU İŞ BURADA BİTMEDİ ARAS YİĞİTSOY" dedi. Ağzımdan çıkan her kelimede benden alamadığı hırsın acısı vardı. Bence de bu iş burada bitmemişti. Aksine bu gün düşmanımın gözlerinin içine bakmıştım ve bu iş daha yeni başlamıştı.
Savcı'ya söyleyeceğim başka bir şey yoktu. Kılıçlar çekilmişti ve bu günün rövanşı benim sahamda olacaktı. Bu kadarcık bir yenilgi bile ağır gelmiş olacak ki oda benim ne söyleyeceğimi dinlemek istemiyor gibiydi. Öfkeyle "Aras Bey'e mahkeme saatine kadar eşlik edecek memur arkadaşları yollayın." dedi. Telefonu çarpar gibi kapatıp , elleriyle sıkıştırdığı başını öne eğdi.
Bu daha başlangıçtı. Eğer benimle uğraşmaya devam ederse omzunun üzerinde eğecek başı da kalmayacaktı. Ama önce bana olan bu kinin nedenini öğrenmeliydim.
Polis memurlarının geldiğini belli eden kapı tıklatması duyulduğunda Savcı Per perişan halde başını kaldırdı. Haline çeki düzen vererek "gel" dedi. Odaya giren polis memurları yanıma yaklaştı. Göz ucuyla Sena'ya bakınca yerinden kalkmak için en ufak bir hareket göstermediğini gördüm. Kesin odada Fırat ile yalnız kalmak için çıkmamı bekliyordu.
Yanıma yaklaşan Yalçın'a kelepçe takması için kollarımı uzattım. Hır gür çıkmasını istemiyordum. Çünkü Sena'nın bu herifle ne kadar bu odada kalacağını ne yapacağını merak ediyordum. Hareketimi gören Yalçın şaşırmış halde yüzüme baktı. Bir planım olduğunu anlamış olacak ki sorgulamadan kelepçeyi bileklerime taktı ve dışarıya çıkmak için kapıya yöneldik.
Elim kelepçeli odadan çıktığımı gören Yavuz bir kelepçeye bir bana baktı. Yumruğunu kaldırmış Yalçın'ın üzerine tam yürüyordu ki" Yavuz, indir o elini" dedim tok bir sesle. Sesimi duyan Yavuz hışımla elini indirdi ve söyleyeceğimi dinlemek için yüzüme baktı. Memurlara yanımdan uzaklaşmasını işaret ettim. Yavuz'un yanına doğru yürüdüm. Saate bakmak için kolunu yukarıya kaldırdım.
"11:30" dedim. Yavuz ne yaptığımı anlamaya çalışır halde yüzüme baktı. "Burada bekle Avukat Hanım kaç dakikada içeriden çıkacak bir bak bakalım" dedim.
Yüzüne yayılan muzip gülümsemeyi yok etmeye çalışarak "Tamam abi" dedi. Şerefsiz hem beni bu hale düşürmüştü hem de gülüyordu.
"Ne var lan gülecek. Avukat bize mi çalışıyor yoksa Savcı'ya mı anlamaya çalışıyorum." dedim öfkeyle.
Öfkemi fark eden Yavuz kendine çeki düzen vermeye çalışarak "Bir şey demedim abi. Tamam bakarım ben" dedi. Demek bu halim ona hala komik geliyordu. Ee o zaman onu daha çok güldürecek bir komiklik daha yapmalıydım değil mi?
"Ha Yavuz. Seç" dedim. Bu sefer anlamayan gözlerle bakmaya başladı. Gözlerinden geçen korkuyu gördüm. Neyi kastettiğimi anlamıştı. Korkuyla yutkunduktan sonra "Neyi abi" dedi.
Gülme sırası bana geçmişti. Yüzüme yayılan kocaman gülümseme ile "Buradan çıkınca tam 4 yerini kıracağım. Neresi olmasını istediğini sen seç." dedim.
Sözümü duyan Yavuz'un yüzü kireç gibi oldu. Biraz önce gelip geçen korku şimdi tamamen yerleşmişti. Zorlamayla "Tamam abi" diyebildi.
Yavuz'a söyleyeceğimi söylemiştim. Sıra Yalçın'daydı. Yavuz'un yanından ayrılıp Yalçın'ın yanına yürüdüm. Geldiğimi görünce yanındaki memur arkadaş ile sohbeti kesti. Yanıma doğru yaklaştı.
"Yalçın, sen burada kalıyorsun. Avukat Hanım odada ne kadar kalacak bakıyorsun. Ve Savcı ile bir konuşmasına şahit olursan bana söylüyorsun. Tamam mı? "dedim.
Yüzüme bakıp çekinerek "Ama abi Savcı..." demeye başlamıştı ki sözünü keserek "Siktirme lan Savcı'nı. Savcı gidici ben her zamanki gibi kalıcıyım Yalçın. Bu gün bu iki etti. Bir kez daha Savcı'yı benden yüksekte görmeye kalkarsan sonraki göreceğin başında dua okuyan imam olur." dedim. Söylediklerim o küçük beynine yerleşmiş mi anlamak için "Anladın mı lan?" diye sordum.
Kekeleyerek "Aaaanladım abi" diyebildi. Diğer Polis memurunu çağırdı ve beraber bekleme odasına geçtik. Odaya girdikten sonra elimdeki kelepçeler rahat edeyim diye çıkmıştı. Ama ben stresten yerimde duramıyordum. Bir sağa bir sola yürüyüp duruyordum. Ta ki odanın kapısı açılana kadar. İçeriye gece yarısı kapıma dayanan Yavuz ile aynı ifadeye sahip Yalçın girdi. Bir bok olmuştu.
Gözlerimi kısarak ne oldu der gibi yüzüne baktım. Başını önünden kaldırmadan "Abi, şey" dedikten sonra durdu. Yanına giderek yakasına yapıştım. Sinirle burnumdan nefes alıp vererek "Bak Yalçın bu gün başıma gelen her şey bu amına koyduğumun şey kelimesi yüzünden geldi. Bana olanları tek seferde anlat. Yoksa seni bu odadan sağlam çıkarmam" dedim.
Gözlerini yüzümden kaçırıp "Abi ne kadar umurunda bilmiyorum ama Savcı ile Avukat Hanım bugün akşam yemeğe çıkmak için sözleştiler." dedi. Bir kaç saniye duyduklarımı anlamaya çalıştım.
Doğru mu duymuştum? Savcı ile Sena yemeğe çıkacaktı. Hem de bu akşam. Birde baş başa. Yalçın'ın yakasını bıraktığım elimi öfkeyle duvara savurdum. Aptalın tekiydim. Onu izleyecek kadar. Onun içimde kıvılcım yetmesine yetecek kadar. Küçücükte olsa aydınlık tarafımda bir ışık yaktığını düşünecek kadar. İşte bu kadar aptaldım ben.
O hala tek derdi kendi gibilerle yatacağı akşamı planlamak olan bir sürtüktü. 13 senede bundan bir adım öteye bile gidememiş bir sürtük.
Yere saldığım elimden ılık ılık bir şeyler aktığını hissettim. Ne olduğunu anlamak için başımı aşağıya çevirdiğimde ise sabah biraz açılan dikiş yerinin tamamen ayrıldığını belirten kanla karşılaştım. Elimi gören Yalçın yanıma gelip telaşla bir şeyler söyledi. Yalçın'ın dedikleri kulaklarımda ki bir uğultu gibiydi. Öfkeden delirmek üzereydim. Bu adliyeyi hatta bu şehri ateşe vermek istiyordum. Gözüm kararmıştı. Olacakları umursamadan bu adliye odasından çıkıp gitmek ve büyük bir kaos çıkaracak şekilde dönmek istiyordum.
Omzuma dokunan bir elle kendime geldim. "Abi elin çok kötü kanıyor. Otur bir hemşire çağıralım." diyen Yalçın'dı bu. Bana korkuyla bakıyordu. Haklıydı. Bu sefer yapabileceklerimden bende korkuyordum. Öfkemi kontrol altına almak için başımı sallayarak odadaki koltuklardan birine kendimi attım.
Yanındaki memura "Git bir hemşire ya da doktor bul." dedi. Memur telaşla kapıdan çıkınca "Aras iyi misin kardeşim?" diye sordu. Başımla iyiyim diye onayladım. Cevabımdan sonra beni kendime bırakmak için olsa gerek cebindeki mendili çıkarıp avucuma basmak dışında bir şey yapmadı.
Kısa bir bekleme sonrası kapı açıldı. İçeriye tabiri caize su gibi bir kadın girdi. Kendisine bakanın bir kez daha bakmasına neden olacak şekilde dupduru yüzü vardı. Memur "Yalçın Amirim, sadece adli tıp doktoru Gamze Hanım'ı bulabildim. Diğer herkes yemeğe çıkmış. Oda durumu duyunca hemen gelip bakmak istedi." dedi.
Memurun söylediklerinden sonra Yalçın onay bekler halde yüzüme baktı. Onay verir anlamda gözlerimi kapatıp açtım. Yalçın yanımdan kalkıp "Buyurun doktor Hanım" dedi. Doktor hızla yanıma yürüdü. Yanımdaki koltuğa ilk yardım çantasını koyup yaranın durumunu görmek için önüme çöktü.
Yavaşça bandajı açtıktan sonra bir yaraya bir bana baktı. Tebessümle "Acaba kime olan öfkeniz kapanmak üzere olan bir yaranın açılmasına neden oldu?" diye sordu. Sesi öfkemi yumuşatmıştı. Sabahtan beri ilk kez gülümsememe neden olmuştu. "Eee bazı acıların bedelini canımı yakan taraf ödemiyor. Bazen bende ödemek zorunda kalıyorum." dedim.
Cevabım tebessümünün artmasına neden oldu. Gözlerimin içine bakarak "Belli oluyor. "dedi. Yıllardır ilk kez bir kadınla seks dışında bir şey hakkında konuşuyordum. Doktorla sıradan bir konudan konuşmak garip gelmişti.
"Dikiş atmam gerekli." Eliyle biraz anlamına gelen işareti yaparak "Açılan dikişin üzerine dikiş atacağım için azıcık canınız yanabilir." dedi.
Onun bu hali gözüme sevimli gelmişti. Koskoca kadın ne hallere girmişti. "Sorun yok doktor. Daha büyük acılar gördüğüme emin olabilirsin." dedim. Bir süre yüzüme baktıktan sonra hiç bir şey söylemeyerek ilk yardım çantasını açmaya başladı.
Dikiş yerini uyuşturmak için şırıngaya ilaç çekeceği esnada keskin bir sesle" İlaç yok, uyuşturma yok doktor" dedim. Kuşkuyla yüzüme bakıp" Ama.." dedi. Cümlesini tamamlamaya izin vermeyerek "Ama da yok doktor" dedim.
Doktor arkasındaki Yalçın'a baktı. Ellerini iki yana açıp yapacak bir şey yok diyen Yalçın'ı gördükten sonra elindeki şırıngayı bırakıp dikiş işlemine geçti.
Her zaman ki gibi yüreğimin acısı dikilen yerin acısını bastırıyordu. Beynimin içinde "AKŞAM SAVCI İLE YEMEĞE GİDECEKLERMİŞ" cümlesi yankılanıyordu.
Doktor işini bitirene kadar ne kadar süre geçti bilmiyordum. Doktorun "Namınızı eksik duymuşum Aras Bey. Siz sadece acımasız değilsiniz. Acıyı da hissetmiyorsunuz" sesiyle hipnoz olmuş gibi baktığım duvardan gözlerimi ayırdım.
Gülümseyerek "Öyle mi diyorsunuz." dedim. "Eksiği var fazlası yok diyorum" dedi. Biz tebessümle birbirimize bakarken kapı açıldı. "Gamze Hocam aşağıdan sizi bekliyorlar" diyen birisi görüşüme girdi. "Tamam geliyorum" diyen doktor yanımdaki eşyaları hızla toplayıp sıcacık gülümsemesiyle "Görüşürüz" dedikten sonra odadan çıktı.
Kadın çok tatlıydı, fazla seksiydi ama benim umurumda mıydı? Lanet olsun ki hayır!Seneler sonra ilk kez içten, samimi bir kadınla denk gelmiştim ve ben siktiğimin kalbinden Sena'yı çıkaramadığım için kadına karşı bir şey hissetmiyordum. Biraz önceki sohbet bile Sena'yı unutmak için beynimin oynadığı oyundan başka bir şey değildi. Başka kadınlarla da mutlu olduğumu gösteremeye çalışıyordu ama ikimizde biliyorduk ki senelerdir takıldığım kadınların hepsi Sena'yı unutmak adına kullandığım birer piyondan başka bir şey değildi.
Kalbimdeki yeri ona aşık olduğumdan değil nefretimdendi. Nefret bile bir duyguydu ve ben Sena'ya karşı onu dahi beklemek istemiyorumdum. Bugünde dahi senelerce verdiğim çabanın sebebide buydu. Duruşma saatine kadar biraz dinlenmek için gözlerimi kapayıp arkama yaslandım. Tabi zonklayan elim dinlenemem izin vermedi. Kalbimin acısı elimde vücut bulmuş gibiydi ya da ben elime konsantre olup diğer sesleri susturmak istiyordum.
Sena'nın gazete manşetlerinde farklı farklı adamlarla çıkan boy boy fotoğraflarını unutmak istiyordum. Savcı ile olan sohbetini unutmak istiyordum. Öfkemin dahi Sena'dan arınmasını istiyordum. Kalbimde, beynimde ona dair ne varsa silip atmak istiyordum. Çok muydu istediklerim?
Oturduğum sandalyeden kalkıp pencerenin önünde duran sandalyeye yürüdüm. Dışarıdaki insanların hayat telaşını izlemeye başladım. Bir süre sonra Yalçın'ın "Abi duruşma saati yaklaştı. İstersen kalkalım" diyen sesini duydum. Yerimden kalkıp koridora çıkmak için odanın kapısına yürüdüm. Birlikte koridorda yürümeye başladık. 2 koridor geçtikten sonra duruşma salonunun olduğu koridordaki Sena'yı gördüm. Yavuz ile yan yana oturmuşlar duruşma saatini bekliyorlardı. Beni görünce başını Yavuz'dan taraf çevirdi.
Anlaşılan hislerimiz karşılıklıydı. İkimizde birbirimizden nefret ediyorduk. Duyduklarımdan sonra onu görünce tıpkı cezaevine girdiğim ilk gün hissettiğim öfkeyi, nefreti kini ve en önemlisi hayal kırıklığını hissettim. Kabul etmiyordum ama içimde bir yerde onun değişmiş olma umudunu taşımıştım. O ise aynı sürtüktü.
Yanlarına yaklaşınca Yavuz'un ellerine baktım. 20 yaptığını gördüm. 20 dakika. Sena Hanım'ın, Savcı'nın odasında geçirdiği 20 koca dakika. Bu kadar zaman tatmin olmasına yetmemişti anlaşılan akşama devamını istiyordu.
İçim öfkeden kaynarken müvekkil koltuğuna oturdum. Şu lanet dava bir an önce bitseydi de bende bu boktan yerden çıksaydım. Mübaşirin "Sena Eroğlu" diye bağırdığını duyunca derin bir nefes verdim. İşte başlıyorduk.
Dava sürecinde öfkemi kontrol etmek fazlasıyla zor olmuştu. Allah'tan Sena işi bana düşürmeden çoğu şeyi halletti. Hakimin "KARAR! YAZ KIZIM" diyen sesiyle yerimden kalktım.
"Dava tarihinin delil toplanması için ileri tarihe ertelenmesine. Bu süre zarfında suçu sabit olmayan Aras Yiğitsoy'un tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir." diyerek masaya tokmağını vurdu.
Dava şimdilik bitmişti lakin Savcı'yı öldürmemin önünde de kimse kalmamıştı. Bu gün 13 yıldır öfkemi planlarımın önüne geçirdiğim bir gün olmamıştı. Ama şuan planlarla değil öfkeyle hareket etmek istiyordum. Sakinleşmek için yerime geri oturduğumla Sena'nın hışımla yanımdan çıktığını gördüm. Bu iyi bir şeydi en azından ben sakinleşene kadar o gider diye düşündüm. Ama arkasından kalkma isteğiyle yanıp tutuştuğumu fark ettim. Acaba çıkmadan önce Savcı'ya uğrayacak mı görmeliydim.
Kapının önüne geldiğimde Yavuz'un "Geceden bu yana kahrımızı çektiniz. Size adam akıllı teşekkür etmiş olalım." teklifinde bulunduğunu duydum. Bu adam canına susamıştı. Kuzenim diye onu öldürmeyeceğimi düşünüyor olmalıydı. Umarım bu gün kıracağım kaburgaları onunda diğerlerinden bir farkı olmadığını gösterirdi.
"Bu benim işim Yavuz Bey. Yapmam gerekeni yaptım .Size afiyet olsun" diyen Sena'nın sonrasında Yavuz yüzsüz gibi "Olur mu öyle şey Avukat Hanım en azından bir kahvemizi için" dedi.
Daha fazla dayanamayarak "Avukatı rahat bırak Yavuz. Kendisinin Savcı Beyle işi var. Odasında geçirdikleri 20 dakika yetmemiş olacak ki akşam yemeğinden sonra Savcısına kavuşacak. Rahat bırak da içindeki ateşi söndürsün Avukat Hanım." dedim. Sena'ya olan öfkemi kustuktan sonra yanından geçerek çıkışa yöneldim.
Koridorun yarısına gelmiştim ki ilk kez ağlamaklı sesiyle arkamdan "Aras Yiğitsoy" diye bağırdığını duydum. Ne söyleyeceği umurumda bile değildi. Bu gün ne kadar basit olduğunu kafama vura vura göstermişti zaten. Yürümeye devam ettim. İkinci kez "ARAS YİĞİTSOY" diye daha yüksek sesle bağıran Sena'nın sesiyle olduğum yerde kaldım. Gitmek istiyordum. Açıklamasını duymak istemiyordum. Ama ayaklarım sanki çivilenmiş gibi bana itaat etmiyordu.
Sena'nın topuklu ayakkabılarının sesini duydum. Ağır adımlarla bana doğru yürüyor olmalıydı. "Sen kendini beğenmiş adi şerefsizin tekisin. Bir sürü sürtükle düşüp kalkıp sonra millete ahlak bekçiliği yapacak kadar da kalitesiz bir adamsın." diye bağırdı. Etraftaki insanlar durmuş bizi seyrediyordu. Ama hiç biri Sena'nın umurunda değildi.
Ayakkabılarının koridorda çıkardığı tıkırtı kesildi. Durmuş muydu? Bu kadar mıydı söyleyecekleri diye düşünürken hıçkırıklar içinde Yavuz'a "Bırak kolumu. Birinin adi patronuna haddini bildirmesi gerekiyordu. Ve o kişide benim" diye bağırdığını duydum.
Ağlıyordu. Hemde benim yüzümden ağlıyordu. Kalbimi biri acımasızca sıkıyordu. Canımı yakıyordu. Ve bunların hepsini yapan bendim. Sevdiğimi söylediğim kadının insanlara rezil olma pahasına sinir krizi geçirmesine ve hıçkırıklara boğulmasına neden olmuştum. Sebebi ne olursa olsun bunu yaptığım için kendimden gerçekten nefret ediyordum.
Nefretini tamamen kusabilsin diye "Bırak Yavuz. Avukat Hanım içini döksün" dedim. Koridorda tekrar Sena'nın topuklularının sesi duyuldu.
"Sen" dedikten sonra duraksadı. Derinden bir kaç nefes aldığını duydum. Nefesi yetmiyor olmalıydı. Ne olduğunu anlamak için ona döneceğim sırada konuşmasına devam etti." Hayatında acaba bir kadına hiç değer verdin mi sen? Hahh! Gerçi sen bir kadına değer vermekten ne anlarsın be. Anca onu orospu olarak yaftalamayı bilirsin sen. Onları altına alırsın sana ilgi göstermeyip başkasıyla ilgilenenleri de orospu ilan edersin." dedi.
"Hem öyleysem öyleyim sana ne. İstediğim adamla yatarım." diye bağırışı bütün koridorda yankılandı. Kendini ve bir adamı aynı cümlede kullanmıştı. Hem de içinde yatak sözcüğü geçen bir cümlede. Çenemi sıkmaya başladım. Fırat'ın yüzüne indirecek olduğum yumruğu hayal ederek elimi sıktım. Bu işin sonu gerçekten kötü bitecekti. Bugün Sena yüzünden ben hapse Savcı'da mezara gidecekti.
Sena'nın nefesini tam arkamda hissedince ürperdim. Ağlayarak " Sen bu söylediklerinle yüzleşemeyecek kadar korkaksın işte. Söyleyeceklerini söyler karşıdakinin cevabını beklemeden kaçarsın" dedi. Doğru söylüyordu. Onunla yüzleşmeye hazır değildim. İşin içine o girince planlarım şaşıyordu. Dengem kayboluyordu.
"Yüzünü dönsene korkak" diye bağırdı.
"Bunu istediğine emin misin Avukat?" diye sordum.
Adliye koridorlarını inletecek kadar gıcık bir kahkaha attı. "Neden emin olmayacakmışım? Yüzünü görünce senden korkarak söylediklerimden pişman olup özür diyeceğimi mi sanıyorsun? " deyip duraksadı. Gücünü toplamaya çalıştığını düşündüm. Söylediklerime pişman olup bende sakinleşmeye çalışıyordum. Ta ki "Ya da dur. Gözlerinde başkalarıyla yattı ama benimle yatmadı diye duyduğun hayal kırıklığını görmem den mi korkuyorsun?" diye bağırana kadar. Bu sinirle Sena'ya dönemezdim. Eğer dönersem canını daha çok yakacak şeyler yapardım . Ve bu sefer sadece ruhunu yaralamakla yetinmezdim. Öfkemi kontrol etmeye çalışarak yumruk yaptığım elimi daha da sıktım.
Bu gün ilkler günümdü. Ömrü hayatımda hiç bir zaman bugün olduğu kadar öfkemi kontrol etmek zorunda kalmamıştım.
Sena'nın" Hadi! Dönsene bana. Demin söylediklerini yüzüme söylesene. Korkak olmasana Aras Yiğitsoy" diye bağıran sesi koridoru inletti.
Kaçarı yoktu burada bu yüzleşme olacaktı. Bakalım Sena Eroğlu hayatını çaldığı Selim Egeli'yi hatırlayacak mıydı? Kafamı üç dört kez "bunu sen istedin" der gibi salladıktan sonra yavaşça ondan tarafa döndüm.
Döndüğümü görmesiyle tokat atmak için elini havaya kaldırdı. Yüzümü görünce eli havada asılı kaldı. Yüzü bembeyaz oldu. Dudaklarının rengi çekildi. Gözlerinde anlam veremediğim bir bakış belirdi.
Nefes alamıyordu. Daha çok hava girsin diye elleriyle göğüs kafesini çekiştirmeye başladı. Hemen sonrasında dirseklerini başının üzerine kaldırdı.
Duvara doğru sendeleyerek adım atmaya çalıştı. Sendelemesiyle kucağıma düşmesi bir oldu. Dudaklarından dökülen son sözcük Selim olmuştu. Sena'yı kucağıma alarak çıkışa yürüdüm. Arkamdan gelen Yavuz'a "Arabalar nerede" diye bağırdım.
"Kapının önünde abi çocuklar bizi bekliyordu." dedi. Yavuz koşturarak hemen önümde kapıdan çıktı. Sena'yı koyabilmem için arka kapıyı açtı. Sena'yı arka koltuğa yerleştirdikten sonra bende diğer kapıdan arka koltuğa bindim. Başını dizlerimin üzerine koyup nabzını kontrol ettim. Hızlıydı. "Yavuz, hızlı ol" dedim.
Yüreğim yerinden çıkacaktı. Sena orada öylece benim yüzümden yatıyordu. Ölü gibiydi, yüzünde renk yoktu. Ona bir şey olmasından it gibi korkuyordum. "Güzelim ben buradayım. Sana bir şey olmasına izin vermem." diye döküldü dudaklarımdan. Yavuz'un yada bir başkasının ne diyeceği umurumda değildi. Alacağım intikam umurumda değildi. Tek umurumda olan onun iyi olmasıydı.
Hastaneye gelince Yavuz hızla indi ve "Doktor yok mu?" diye bağırdı. Daha ben Sena'yı indirmeden sağlık çalışanları yanımıza yığılmıştı. Doktora bakıp "Sinir krizi geçirdi. Daha sonra da girdiği şokun etkisiyle bayıldı" dedim.
"Tamam siz içeri oturun. Biz hastanızla ilgilenelim" dedi Sena'yı sedyeye alırken. Oturup sakin sakin bekleyemezdim. O bu haldeyken yapamazdım. Doktorlar önde Yavuz ile ben arkada hastaneye girdik. Sena'yı odaya aldılar. Bense ellerim başımda kapının önüne çöktüm. Onun iyi olduğunu duyana kadar buradan kalmayacaktım.
Gözlerimden firar etmeye çalışan yaşları serbest bıraktım. Seneler sonra ağlıyordum. "Bir daha asla zayıf olmayacağım, Ağlamayacağım" diye yemin ettiren kadında aynıydı. Yeminimi bozdurup ağladığım kadında. Başımı kaldırıp yalvarır gibi yukarı baktım. Beni bu durumdan kurtarabilecek tek kişi oydu. "Allah'ım sen beni kalbimi biliyorsun." dedikten sonra başımı öne eğip doktordan gelecek cevabı beklemeye başladım.
TikTok=GİZEEMİKOO
Instagram=GİZEEMİKOO
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |