27. Bölüm

İNTİKAM

Gizem Gültekin
gizeemikoo

BİR SİTEMİMİ DİLE GETİRMEDEN DURAMAYACAĞIM. SEVGİLİ ANKA KUŞU AİLESİ OKUNMALAR VE OYLAMALAR ASLA AYNI GİTMİYOR. BU DURUM BENİ FAZLASIYLA ÜZÜYOR VE NE YAZIK Kİ YAZMA HEVESİMİ KIRIYOR.

 

LÜTFEN EN AZINDAN OY VERMEYİ İHMAL ETMEYİN. HEPİNİZE ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM. İYİ OKUMALAR.

 

ARAS

 

 

Mekandan çıkmış eve geçme niyetindeyken aklıma gelen şeyle telefonu çıkarıp Yalçın'ın adının üzerine tıkladım. Uyumuş olduğunu düşünsem de aklımdakini yapmadan eve geçmeye niyetim yoktu. Bu gece, itibarımdan sonra kurtarılması gereken başka bir şey daha vardı. Silahlar... Ve ben onları almadan eve geçsem bile rahat bir nefes alamayacaktım.

 

Arabanın içinde sesi yankılanan telefon üçüncü kez çalarken Yalçın dinç sesiyle "Efendim abi." diyerek çağrıyı cevapladı. Sesinin bu kadar dinç olmasına şaşırmıştım. Gecenin üç buçuğunda ayakta olması ve bu kadar enerjik olması anlamsızdı. "Nöbette misin Yalçın?" diye sorarak neden ayakta olduğunu anlamaya çalıştım.

 

"Hayır abi. Yavuz aradı 2 saat önce. Silahların emniyete gelip gelmediğini öğrenmemi istedi. Emniyete gittim duruma bakmak için ancak ne size yapılan baskından ne de silahlardan kimsenin haberinin olmadığını öğrendim."

 

Kimsenin haberi yok muydu? İyi de Savcı kimseye haber vermeden, hukuki üstünlüğünü kullanmadan böyle bir şeye nasıl cüret ederdi? Arkasında benim bilmediğim birisi vardı. Kim? En önemlisi de kimin adına yapmıştı bu işi? Kendisinin mi yoksa bir başkasının mı? Arabanın kapısındaki kolçağa dirseğimi dayamış çenemle oynarken "Nasıl emniyete gelmemiş Yalçın? Bu silahlar emniyete gelmediyse nerede o zaman?" diye sordum.

 

"Abi bende onu çözmek için Mobeseleri incelemeye başladım. Sizin tırların bir noktaya kadar götüren bir güzergahı tespit ettim. Ancak bir noktadan sonra kameraların görüş alanından çıkıyorlar. Bende o civarda depo ya da çiftlik benzeri yerler var mı diye aramaya başladım." deyince sabırsızca çıkan sesimle "Sonuç?" dedim.

 

"O civarlarda iki depo var abi. İkisi de aynı kişi üzerine kayıtlı. Ve bil bakalım bu isim kim?" deyince sabrımın sonuna geldim. Yavuz gibi Yalçın'da bıkmadan usanmadan bir şeylere gizem katıyordu. Net bilgiyi pat diye vermek bu kadar zor bir şey miydi?

 

İçimde büyüyen öfke sesime yandı. "Lan siz bilmece çözdürmeyi mi seviyorsunuz? Bilmece, bulmaca işine bu kadar meraklıysanız biriniz polisliği diğeriniz de mafya babalığını bırakın gazetelerde bulmaca köşesini yazın." diye bağırdım.

 

"Tamam abi kızma." derken biraz önce kendisinden emin çıkan sesi gitmiş yerine korktuğunu belli eden ürkek sesi gelmişti. "Şevki Yaman abi. Senin evini basıp öldürdüğün adam. Her iki depoda ona ait." deyince sakallımı sıvazlayıp "Şevki Yaman" diye mırıldandım.

 

İyi de bu adamın Savcı ile alakası neydi? Benden aldığı silahları neden onun deposuna götürüyordu? Arkasında ölü bir adam olmazdı. Ölü bir adam olsa da onun ölümüyle bütün forsunun sönmesi gerekiyordu. Bir anda beynimde şimşekler çaktı. Bu hikayede ki eksik taşlar da şimdi yerine oturmuş oldu. Savcının bu kadar ortada gezmesinin, yürek yemiş hallerinin, bana dikleşmesinin sebebi belli olmuştu artık. Kahraman Eroğlu.

 

Son zamanlarda Kahraman Eroğlu'nun toz sevkiyatlarına polis müdahalesi olmadığı dikkatimi çekmişti ama durumu önemsememiştim. Oysa biraz baksam biraz ucunu kanatsam sonuca ulaşacaktım. Aylardır ayan beyan önümde duran sebebi ben gözden kaçırmıştım. Savcı ile Kahraman'ın arasında ki bağ aile dostluğundan çok daha fazlaydı. Savcı onun için çalışıyordu. Kaçırdıkları tozun güvenliğini sağlıyordu. Sonrasında da Kahraman'ın gücüne güvenip bana racon kesme cesaretinde bulunuyordu.

 

Ama Savcı'nın unuttuğu bir şey vardı. Kahraman bu zamana kadar bana karşı asla kazanamamıştı, bundan sonra da asla kazanamayacaktı. Savcı'nın da bana karşı kazanamayacağı su geçirmez bir gerçekti. Ayrıca sevkiyatıma taş koyup itibarımı beş paralık etmeyi ikisine de ödetmesini bilirdim. Benden almaya çalıştıkları şeyin fazlasını bu gece onlardan alacaktım. Bana yaptıkları yanlışın bedelini ödeyeceklerdi. Dalgın çıkan sesimle "İki deponun adresini de gönder Yalçın. Elinde ki adamları da deponun etrafına konuşlandır. Anlaşılan gece daha bitmedi." dedim.

 

"Abi, sen aramadan önce aradığımız deponun hangisi olduğunu öğrenmeleri için çocukları göndermiştim. Doğru depoyu bulduklarının haberini alınca çevresini ablukaya aldırırım." diyen Yalçın'a "Tamam" diyerek telefonu kapatınca Yavuz'u aradım. Çalan telefon bir kaç saniye içinde açılırken Yavuz neşeli çıkan sesiyle "Adresleri gönder abi geliyorum." dedi.

 

Daha ben tek kelime etmeden verdiği cevaba afalladım. Nereye gideceğimizi nereden biliyordu? Acaba arabanın içerisine kamera mı taktırdı diye göz ucuyla etrafı tararken şaşkınlığımı gizleyemediğim sesimle "Sen nereden biliyorsun lan depoya gittiğimizi?" diye sordum.

 

Hafif tonda kahkaha atıp "Seni tanıyorum abi." dedi.

 

"O ne demek lan?"

 

"Abi, eve gidiyorum diye mekandan çıkıp Sena'nın yanına gitmek yerine beni aradıysan gecenin bu saati özlediğin için değil, silahları bulduğun içindir. Bu da demek oluyor ki depo baskınına gidiyoruz."

 

Kaşlarım hayretle havaya kalkarken başımı takdir edici bir şekilde salladım. Ciğerini bilirim deyiminin vücut bulmuş halini yaşatmıştı Yavuz. Gerçekten de tepkilerimin anlamını gayet iyi bir şekilde biliyordu. Bu yüzden eğer olurda bir gün bu işleri bırakırsam ya da hak tecelli eder de ölürsem yerime gözüm kapalı geçireceğim tek kişiydi. Sadece biraz acımasız olması gerekiyordu. Biliyordum ki bir gün ben ölürsem ya da onun üzerinde olan gölgemi çekip uzaklara gidersem Yavuz'un senelerdir bastırdığı acımasız yönü de açığa çıkacaktı. Yüreğinde büyüttüğü masum adamı bunca zamandır korumasının sebebi ise benim karanlığımla uğraşmaktan ruhunda büyüyen karanlığa kulaklarını tıkamasıydı.

 

"Doğru tahmin Yavuz Efendi. Adresleri atıyorum şimdi, bende depolara geçiyorum." dedim.

 

Araca geçtiğini belli eden kapı kapanma sesi sonrasında "Tamam abi bizde yola çıkıyoruz şimdi." deyip duraksadı. Gergin çıkan sesiyle "Aras biz gelmeden bir şey yapma. Sena için deliliğinle değil aklınla hareket et." dedi. Bir cevap vermeden telefonu kapattım.

 

Yalçın'ın gönderdiği adresleri Yavuz'a atıp navigasyondan gelen konumları açtım. Yol boyu kafamda baskın planı kurarken bir taraftan da evde beni bekleyen ve yatakta bir o yana bir bu yana huzursuz bir şekilde dönen Sena'yı aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Şu anda onu düşünmek yapabileceğim en büyük hataydı. Aşk zaafların en büyüğüydü ve bende şuan onunla savaşıyordum.

 

Parmak uçlarımla alnımı oynayıp aklımı işe vermeye çalışırken telefonum tekrar çalmaya başladı. Ekranda Yalçın'ın adı görünürken elim ekrana gitti ve "Söyle Yalçın." diyerek telefonu cevapladım.

 

"Abi girişte ki değil daha ilerisinde olan depodalarmış. Deponun içerisinde 8 tane deponun çevresinde 16 tane olmak üzere toplam 24 tane adam var. Keskin nişancıları tepe noktalara yerleştirdim. Siz ulaştıktan sonra telsiz üzerinden Yavuz ile iletişime geçip emrinize göre operasyona başlayacaklar." diyerek açıklama yapınca "Eyvallah Yalçın." dedim.

 

Depoyu net göreceğim tepeye doğru yaklaşırken Yavuzların gelip gelmediğini anlamak için etrafıma bakındım. Var olduklarına dair her hangi bir belirti görünmüyordu. Arabayı bir yere park edip farlarını kapattıktan sonra torpidoda duran silahımı almak için uzandım. Elime aldığım silahın şarjörünü kontrol edip dolu olduğunu görünce konsolun üzerine bıraktım. Eğilerek torpidoda duran yedek silaha uzandım. Onun şarjörünün dolu olduğunu görüp mekanizmasında da bir sıkıntı olmadığını anlayınca yedek silahı da konsolun üzerine bıraktım.

 

Boynumu sağa sola yatırıp esnetirken dikiz aynasına Yavuz'un arabasının far ışığı vurdu. Koltukta omuzlarımı gerip kısa bir rahatlama hissi sağladıktan sonra araçtan indim. Arabanın içine doğru uzanıp ay ışığının aydınlattığı konsolun üzerindeki silahlara uzandım. Silahları sırayla alıp belime takarken Yavuz'da kendi arabasında inerek yanıma gelmişti bile. Her zaman olduğu gibi üzerine giydiği kabanının içerisinde ki siyah takım ve ona eşlik eden siyah gömleği ile bana bakıp "Abi arabada yedek gömlek vardı. Üzerini değiştirmen için getirsin mi çocuklar." dedi.

 

Devran'ın kanının sıçradığı lacivert gömleği çekiştirip hızlıca taradım. Bir çok yerinde puştun kesilen parmağından fışkıran kanın lekesi vardı. Yüzüm gördüğüm manzarayla hoşnutsuz bir şekilde buruştu. Adam öldürmeyi seviyordum. Yanlış yapana cezasını kesmeyi de seviyordum lakin bu puştların üzerime sıçrayan kanı canımı sıkıyordu. "Burada ki işimizi de halledelim sonrasında değiştiririm. Yeni gömlek giysem de üzerimdekiyle aynı akıbeti paylaşacak."

 

"Haklısın abi." diyen Yavuz başıyla arabanın yanında ki korumalara işaret verdi. Hepsi etrafımıza toplanırken burnumdan sesli bir nefes alıp yutkundum. Yüzümde oluşan katı ifade ile hepsinin gözlerinin içine baktıktan sonra "Doğan" dedim.

 

"Emret abi."

 

Doğan'a bakıp işaret parmağımla yanında duran Fatih'i işaret ederken "Sen, Fatih ile uygun bir yere geç. Tepede bekleyen gözcüleri indirin." deyince "Emrin olur abi." diyen Doğan ile Fatih yanımızdan ayrılıp dürbünlü silahları almak için arabaya ilerledi.

 

"Hakan yanına bir kaç adam al arka taraftan dolan. Diğerleri de benimle içeriye geliyor." diyerek depolara giden yola yöneldiğim esnada aklıma gelen sinsi fikirle durdum. Silahları almak itibarımı kazandırsa da Kahraman'ın itibarını bitirmem için yeterli olmazdı.

 

Neden durduğumu anlamaya çalışan Yavuz'a bakıp "Siz gidin depolara, içeri girmek için de beni bekleyin." dedikten sonra bakışlarımı Yavuz'dan çekip Kadir'e çevirdim. "Kadir sen burada benimle kal. Sana yapman gereken başka bir iş vereceğim."

 

Diğerleri tepeden aşağıya inerken yanıma gelen Kadir'e baktım. Dudaklarım kazanacağım zaferin şerefine muzipçe kıvrılırken bende yapması gerekeni anlatmaya başladım. Beni dikkatle dinleyen Kadir son cümlemden sonra "Merak etme abi, o iş bende" deyince takdir edici şekilde omzuna bir kaç kez vurup depoya doğru yürüdüm.

 

Yavuzların yanına geldiğimde depoya 20 metre mesafede durmuş son kontrollerini yapıyorlardı. Yavuz, elindeki yedek kulaklığı bana uzatıp meraklı bakışlarıyla "Kadir nerede?" diye sordu. Elime aldığım siyah kulaklığı kulağıma götürürken "Başka işi var, görürsün birazdan." yanıtını verdim.

 

Yavuz söylediğime başını sallamakla yetinirken hattın diğer ucunda ki Doğan ile Fatih'e "Başlıyoruz." dedim. "Tamam abi." cevabını almamın üzerinden bir kaç saniye geçmeden deponun kule bölümlerinde ki adamlar susturucuyla vuruldu. Tepedeki adamlar oldukları yere yığılırken bizde depoya doğru ilerlemeye başladık.

 

Yukarıda ki adamların olduğu yere yığılmasının çıkardığı gürültü sonrasında deponun önünde bir kargaşa oluşmaya başlamıştı. Yavuz'a el işareti yaparak ikisinin bende olduğunu anlatınca başını tamam anlamında sallayıp diğer ikisini aldığını işaret etti.

 

Adamlar kuledekileri öldüren mermilerin nereden geldiğini anlamak için birbirine bakarken Yavuz kapının diğer duvarına geçti. Başını hazırım dercesine salladığında ayrıldığımız iki kol duvarından çıkıp silahın tetiklerine dokunduk. Mermi sesleri havada yayılırken silahlarına davranamadan başından ve göğsünden vurulan adamlar yere yığıldı. Kapıda bekleyen 4 kişiyi biz indirirken deponun arka tarafından da silah sesleri geliyordu.

 

Sarı boyayla boyanmış depoya doğru temkinli bir şekilde ilerlemeye başladık. Tırların rahatlıkla giriş yapabileceği geniş siyah kapıdan geçtikten sonra üzerimize açılan ateşle kendimizi kolonların ya da orada bulunan sevkiyat için hazırlanmış yığınların arkasına attık.

 

Başımı çıkarıp adamların olduğu yerlere bakarken Yalçın'ın söylediğinden daha fazla adam olduğunu gördüm. Görünmeyen bir yerden çıkıyor gibiydiler. Bir anda Kadir'in yanından ayrılırken Yalçın'ın attığı mesaj gözümün önüne geldi. "Depo içerisinde gizli bir depo var abi." yazmıştı. Bu itlerin çıkış yuvası da orası olmalıydı.

 

Yavuz'a bakıp avcumu kapattım. Parmaklarımı sırayla açıp üçü gösterince başını salladı. Kolonların arkasından sıkmak için çıktığımız esnada arka kapıdan gelen ekipte bize sıkan puştları arkadan çevirdi. Ablukaya aldığımız adamların üzerine kurşunlar yağarken göz ucuyla da ne kadar olduklarını anlamak için deponun içini tarıyordum. 15 dakika kadar süren silah sesleri yerini sessizliğe bırakırken yerde ki ölü ve yaralılara baktım.

 

Yerde yatan yaralı itin yanına gidip eline yakın mesafede duran silahı ayağımla teptikten sonra gözlerin içine baktım. Yalvarmak için aralanan dudaklarından "Abii.." kelimesi dökülünce elimde tuttuğum silahı başına doğrultup alnından vurdum.

 

Adamın başı yana düşerken yanıma gelen Yavuz "Tırlar burada görünmüyor abi." dedi.

 

Başımla işaret edip "Depo içine depo yapmış şerefsiz evlatları." deyince anlamadığını gösteren kaşları çatıldı. "Yalçın'ın gözcü olarak gönderdiği çocuklar söylemiş. Buralarda bir yerde tırların olduğu yere açılan bir kapı daha varmış" yanıtını verdim.

 

"Abi emin miyiz? Girdiğimiz kapı dışında dışarıdan görünen başka büyük bir kapı yok."

 

Bıkkınlık dolu sesimle "Duvar rengine boyamışlardır, duvar görünümü vermişler Yavuz. Ne bileyim nasıl gizlediler. " dedim.

 

Yanımızdaki korumlar koşar adımlarla yanımızdan uzaklaşıp kapının olabileceği yeri ararken bende nakliyeye hazır bekleyen kolilere baktım. Cebimden çıkardığım çakıyla poşetlerini yırttıktan sonra tahmin ettiğim şey olup olmadığını anlamak için çakıyı poşete sapladım. Paketten çektiğim çakı sonrasında yere esrar dökülürken çenem sinirden kasıldı.

 

"Yapacakları işi sikeyim bunların ben Yavuz."

 

"Abi, çıkmadan hepsini imha ederiz sen merak etme."

 

Sol gözüm sinirden kapanırken dilimi üst dişime bastırdım. Burnumdan hıhlayarak nefes verip "Siz ellemeyin hiçbir şeye, tırları aldıktan sonrası bende." dedim.

 

Duvarları yoklayan adamlardan birinin "Abi bulduk depoya giden kapıyı." diye bağırması üzerine Yavuz ile olan konuşmayı kesip yanlarına yürüdüm. Koruma geçmem için geriye çekilirken kapıdan içeriye girip karşımızdaki tırların bana ait olup olmadığına baktım. Tırlar doğruydu peki ya içindekiler?

 

"Hakan tırların içerisine bakın silahlar duruyor mu?" diye verdiğim emirle beraber yanımızdakiler hızla tırlara yöneldi. Bende tırın şoför bölümüne doğru yürüdüm. Şoförler ne baskın sırasında nede sonrasında gözüme ilişmemişti. Ya bana ihanet edip bu işten sıyrılmışlardı ya da... Ya da ölmüşlerdi.

 

Sorumun cevabını almak için tırın kırmızı kapısını açtım. İlk bakışta aracın tavanına ve muavin koltuğunun olduğu tarafa sıçrayan koyu kan dikkatimi çekerken burnuma kan kokusu ile karışmış barut kokusu doldu. Gözlerim öfkeyle kapanırken içimde çağlayan sese kulak verdim. Bütün hücrelerimin arzu ettiği sese. İNTİKAM. Bu gece ve bundan sonra ki gecelerde alacağım intikam.

 

Hakan'ın "Silahların hepsi burada abi." diye bağıran sesiyle aracın kapsını kapatıp "Tırları alıp yola çıkın, Yavuz size hangi depoya götürmeniz gerektiğini yazacak." dedim.

 

Gizli depo bölümünden çıkıp geniş depo kısmına yürürken Yavuz'da yanımda yürüyordu. Küçük bir öksürükle boğazını temizleyip "Kafandan neler geçiyor Aras?" diye sordu. Birazdan alacağım keyifle dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken şeytani bir gülümseme ile ona bakıp "Tırlar çıksın görürsün." diye cevap verdim.

 

Meraklı çıkan sesi yerini eğlenceli bir tınıya bırakırken "Ateşli bir gece olacak desene." dedi. Dilim dişlerimin üzerinde gezinirken gülümsemem daha da arttı. Bir cevap vermeden çıkış kapısına doğru yürümeye devam ettim. Deponun önüne çıkınca ciğerlerime temiz havayı çekip başımı gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar gözden kaybolma noktasına gelmiş tanyeri ağarmak üzereydi.

 

Ellerim cebimde gökyüzünü izleyen gözlerimi karşıda ki tepe noktasına sabitlemiş bakarken tırlarda sırayla görüş alanıma girdi. İki tır arkalı önlü ana yola çıkarken ellerimi cebimden çıkarıp adım atmak için ayağımı kaldırdım.

 

"Hadi bizde gidelim."

 

Yanımda yürüyen Yavuz ile tepeye doğru ilerlerken gözümü bir an olsun Kadir'in bulunduğu noktadan ayırmıyordum. Deponun önünden belli bir mesafe ilerledikten sonra başımı bir kez hafifçe ileri geri sallarken gözlerimi kapatıp açtım.

 

Bir kaç saniye içerisinde bazukadan çıkan merminin sesi havayı yararak depolara doğru ilerlerken bende neden olduğum yıkımı görmek için durup arkamı döndüm.

 

Havada tiz bir sesle yol alan merminin depoya düşmesiyle önce büyük bir patlama sesi duyuldu sonrasında da havaya uçan depodan alevler yükselmeye başladı. Aldığım zevk intikam ateşiyle yanan hücrelerimi ele geçirirken sinirden gerilen omuzlarım gevşedi.

 

Eliyle ensesini kaşıyan Yavuz güçlü bir kahkaha atarken "Ateşli bir gece olacak demiştim." dedi. Dilimi dudaklarımda gezdirerek ıslatırken dişlerim görünecek şekilde güldüm.

 

Yanan depodan yükselen dumanlar etrafı uyuşturucu kokusuyla doldururken mide ağzıma geldi. Bu iğrenç kokudan kaçma isteğiyle ellerimi cebime sokup arabalara doğru ilerlemeye başladım. Alacağım intikamı almış içimde yanan öfke ateşini az da olsa rahatlatmıştım. Bir an önce eve gidip kendimi Sena'nın kokusuna bırakmak istiyordum.

 

***********

 

Eve adımımı attığımda yavaş adımlarla salona doğru ilerledim. Sena'nın yanına çıkmadan önce hem üzerimdeki kanlı gömlekten kurtulmam hem de kafamı koltuğa yaslayıp sakin bir nefes alamam gerekiyordu. Daha öncesinde ne açıklama yaparım diye düşünmeden geldiğim, karanlığımla boğulduğum bu evde artık temkinliydim. Sena'yı üzecek, canını yakacak şeyleri gözüne sokmamaya karar vermiştim.

 

Dalgın adımlarımla salona girip koltuğun önüne geldiğimde Sena'nın dirseğini koltuğun kolçağına dayamış bir halde beni beklerken uyuyup kaldığını gördüm. Beni beklemişti. Bensiz yatağa, odaya sığamamış salonda iki büklüm halde beni beklemişti. Bu haline içim parçalandı. Senelerce kendi karanlığından kaçan birisi benim karanlığıma hapsolmayı hak etmiyordu. Ona ben buyum, beni böyle kabul et desem de Sena'nın böyle bir hayatın içine sıkışıp kalmasına gönlüm razı olmuyordu.

 

Sena ne kadar isterse istesin yapabileceğim bir şey yoktu. Bu hayattan bir kaçış yolu yoktu. Ben bu yaşantıdan kurtulmak istesem de izin vermezlerdi. Kaçmaya çalıştığım kan çukurunda en sevdiklerimin kanıyla boğarlardı beni. Ölene kadar ölmek ya da öldürmek vurmak ya da vurulmaktan başka çarem yoktu.

 

Ayrıca ben yaşadığım hayatı seviyordum. Yaptığım her şey benim büyük zevk aldığım ve yapmaktan asla vazgeçemeyeceğim şeylerdi. Kendi adaletimi sağlamak, kendi kurallarıma göre hüküm vermek ve en önemlisi de kendi istediğim şekilde ceza kesmek... Ömrümün sonuna kadar sevdiklerimin canının önüne canımı siper edip Aras Yiğitsoy olmaktan asla vazgeçmeyecektim. Sena'ya karşı duyduğum vicdan azabını bastırmanın tek yolu da onu güvende tutup asla üzmemekten geçiyordu.

 

Derin düşüncelerimden sıyrılıp usulca yanına yaklaştım. Parmak uçlarımla yüzünü okşarken "Senam" diye sesledim.

 

Uyku mahmuru gözleri yavaşça açılırken "Aras geldin mi?" diye mırıldandı. Kalbimden akan ılıklık yüzüme tatlı bir gülümseme yayarken "Geldim." cevabını verdim. Sena'ya doğru eğilip onu kucağıma alırken oda göğsüme doğru sokuldu. Küçücük bedeni savunmasız bir halde kucağımda duran Sena ile merdivenlere doğru ilerlemeye başladım.

 

Onu sarsmadan merdivenleri büyük bir özenle çıkıp yatak odasına giden uzun koridoru yürümeye başladım. Koridorda yanan loş ışıklar ortamı aydınlatırken yatak odasına girdim. Doğan güneşin ilk ışıkları pencereden sızarken yatağa yöneldim.

 

Eğilip yavaşça Sena'yı yatağa bırakırken "Yine barut kokuyorsun. Ne zaman bu kokudan kurtulacağız." diyen sitemli sesi sağa dönüp cenin pozisyonu almasıyla beraber kayboldu. Burnumdan güçlü bir nefes verirken yatağın ucuna doğru oturdum. Saçlarını nazikçe severken buruk bir gülümseme dudaklarıma yayıldı. "Sanırım hiç bir zaman."

 

Hiçbir zaman bu kokudan kurtulamayacaktık. Hiç bir zaman bu hayattan kurtulamayacaktık. Yüzüne doğru eğilip "Ama sana söz veriyorum, hiçbir zaman ayrılmayacağız. Sensiz ölüme bile gitmeyeceğim." diye fısıldadım.

 

Yanağına belli belirsiz bir öpücük bıraktıktan sonra üzerimdekilerden kurtulmak için yataktan kalkıp banyoya yöneldim. Hızlı bir duş sonrası yatağa geçerek Sena'yı kendime doğru çektim. Sena benden tarafa dönüp göğsüme yatarken eli de göğüs kafesimde geziniyordu. Sevgi dolu bakışlarımla yüzünü süzüp saçlarının arasına bir öpücük bıraktıktan sonra gözlerimi uykuya teslim ettim.

 

Sabah yüzümde dolaşan yumuşak parmakları hissedince mutluluk içerisinde gülümseyip "Kırk yılda geçse yüzüme bakmaya doyamayacaksın değil mi Avukat?" diye sordum. Beklediğim cevap gelmeyince gözlerimi açıp ondan tarafa döndüm. Dirseğimi yastığa dayayıp başımı elimin üzerinde yerleştirdikten sonra Sena'ya baktım.

 

Gördüğüm manzara tahminimde yanılmadığımı gösteriyordu. Sena'da tam benim şu anda durduğum pozisyonda durarak beni seyrediyordu. Tek bir farkla. Ben halimden mutlu bir ifade ile ona bakarken o şaşırmış gözlerle bana bakıyordu. "Sen.. Sen kapalı gözlerinle seni izlediğimi nasıl anladın?"

 

Parmaklarım önüne düşen kıvırcık saçlarına dolanırken dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Gözlerine sevgi dolu bakışlarımı gönderip burnumdan bir nefes aldım. "Çünkü sen uyurken bende aynı şeyi yapıyorum. Ayrıca.." deyip duraksadım.

 

Büyüyen mavi gözler gözlerime odaklanırken meraklı bir şekilde "Ayrıca." dedi. Kocaman bir sırıtma ile "Bulduğun her fırsatta beni taciz etmeyi seviyorsun." dedim. Yanakları utançtan uçuk pembe rengini aldı. Yüzünde tatlı bir kızgınlık belirdi. "Sen sanki çok farklısın" deyip gözlerini devirdi.

 

Yüzüne doğru yaklaşıp ılık soluğumu yüzüne doğru bırakırken "Daha önce de söylediğim gibi ben sapığım Avukat, senin sapığın." dedim. Gözleri arzuyla kapanırken dudaklarına doğru yaklaştım. Aramızda milimlik mesafe varla yok arasında kalmıştı ki gözleri açıldı. Aceleci bir şekilde yataktan kalkarken "Hemen kalk yataktan, hızlı bir kahvaltı yapıp galeriye geçmemiz lazım. İki hafta sonra davan var ve ben seninle uğraşmaktan dava ile ilgilenemedim." deyip koşar adımlarla banyoya yöneldi.

 

Bu hallerinin tatlılığı karşısında içten bir kahkaha atarken başımı iki yana salladım. Bu kadınla ne yapacağımı bilmiyordum. Yaşadığımız cehennemde onu nasıl mutlu edeceğimi, kırmadan nasıl durabileceğimi bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı. Ne olursa olsun Sena benim yanımda olacaktı. Onu asla yanımdan ayırmayacaktım. Kimilerine göre bu halim saplantı, delilik ya da takıntı olabilirdi. Bana göreyse bunun tek bir anlamı vardı SEVGİ...

 

Başımı yatağın başlığına dayayıp bir süre bu huzurlu tablonun tadını çıkardıktan sonra olduğum yerden doğruldum. Başımı çevirip komodinin üzerinde ki telefonuma uzandım ama ellerim boş kaldı. Telefonum olması gereken yerde yoktu. Sena'yı yatağa getirdikten sonra ondan tarafa mı bıraktım diye bakmak için yatakta eğildim. Orada da yoktu.

 

Banyoda ki Sena'ya "Güzelim kendimi aramak için telefonunu kullanabilir miyim?" diye seslendim.

 

"Tabi ki."

 

Komodine doğru uzanıp Sena'nın telefonunu aldım. Ekranı açtıktan sonra ne diye kayıtlı olduğumu bilmediğim için numaramı tuşladım. Kayıtlı isim olarak K.G.İ çıktı. Ekrana bakan gözlerim kısılırken ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyordum. Sena'nın yatağa doğru geldiğini belli eden koşar adımları odaya yayılırken başımı kaldırıp kıstığım gözlerimi ona diktim. Eliyle at kuyruğu yaptığı saçını tutup panikle odaya girdi.

 

"Sena, K.G.İ ne demek oluyor?"

 

Hala saçlarında olan elini aşağıya indirip alt dudağını üst dişleriyle ezmeye başladı. Başını yere eğip gözlerini benden kaçırarak yerdeki halıya dikti. Suskunluğu sinirlerimi bozmaya başlasa da kendime hakim olmaya çalışıyordum. Sakin tutmaya çalıştığım sesimle "Güzelim bir soru sordum." dedim.

 

Usulca başını kaldırdı. Ürkek bakışlarıyla gözüme bakıp kurumuş dudaklarını ıslattı. İşaret parmağı ile anlını kaşırken "Şey." deyip duraksadı. Herkesin bir şeyleri pat diye söylemek yerine böyle davranmasından bıkmıştım artık. Bu kadar mı zordu yaptıklarının sorumluluğunu almak ya da sorunun cevabını tek seferde vermek?

 

Bıkkın bir nefes verip "Ney." dedim.

 

"Karanlığa Gömülmüş İblis" derken mahcup halde yüzü buruştu. Aldığım cevapla şaşkınlıktan kaşlarım havalandı. Üzerimde ki yorganı köşeye atıp ayağa kalktım. Sena'nın yanına adımlarımı atarken bakışlarında ki ürkeklikte yüzüne yayılıyordu. Yanına iyice sokulup önüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırırken yüzüne doğru eğildim. "Karanlığa Gömülmüş İblis öyle mi?"

 

Kaçamak bakışlarını gözlerimden kaçırıp ayaklarıma indirirken yutkundu. Başını onaylar manada salladı. "Birde İblisi var." deyince sesli bir nefes verip kaybolan sesiyle "Evet." dedi.

 

Bu haline daha fazla dayanamayarak içimde tuttuğum kahkahayı koyuverdim. Ayaklarıma diktiği bakışlarını yüzüme çevirirdi. Gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Kızmadın mı?" diyen hayret dolu sesini duyunca başımı iki yana salladım.

 

Yanağını okşarken "Niye kızayım Güzelim? Senden önce tamda öyle biriydim. Layık olduğum sıfatı kullanmışsın." dedim.

 

Parlayan mavilikleri ve rahatlayan yüzü ile yüzüme bakıp kendini beğenmiş bir ifade ile omuz silkerek "Biliyorum." diye şakıdı.

 

İşveli sesi içimi eritti. Tenimde kıpırtılar oluşurken uyanmaya hazır uzuvlarım çoktan harekete geçmişti. Boynuna doğru arzuyla sokuldum. Küçük öpücüklerim boynuyla buluşurken "Bilmediğin şeyler var. Öğretmemi ister misin?" diye sordum. Dudaklarından belli belirsiz bir inleme çıkarken cevabının evet olduğunu anladım.

 

Ellerini belime yerleştirdi. Boynuna bıraktığım öpücükler derinleşirken aşağıda çalan telefonumun sesi duyuldu. Sena beni kendinden uzaklaştırmaya çalışıp "Aras telefon." dedi.

 

Hınzır bir gülümseme ile bakıp "Şu an başka bir iş üzerindeyim Güzelim, telefondaki iş bekleyebilir." dedim. Dudaklarım tekrar boynuyla buluşurken çalan telefonumun sesi kesilmişti. Oluşan sessizlikle rahat bir nefes alıp Sena'nın üzerine giydiği toz pembe gömleğinin düğmelerine doğru parmak uçlarım hareketlenirken Sena'nın telefonu çalmaya başladı.

 

Bütün gücüyle beni iten Sena, zevkten nefes nefese kalmış sesiyle "Beni de aradıklarına göre önemli bir şey olmalı." dedi. Yüzüm memnuniyetsizlik ile buruşurken başımı geriye çektim. "Off Off." diye söylenirken elimi geçmesi için öne uzatıp telefona ulaşmasına müsaade ettim.

 

Telefonu eline alan Sena'nın bakışları benimle ekran arasında gidip gelirken yüzünde dehşet belirdi. Serbest olan elini boynuna götürüp sıkıntıyla okşamaya başladı. Güçlü bir yutkunma sonrası bana bakarak "Fırat." dedi.

 

Bakışlarım öfkeden yoğunlaşırken Sena'nın elindeki telefonun almak için ilerledim. Kıskançlıktan deliye dönmek üzereydim ancak bunu Savcı'ya belli edemezdim. Bu zevki o piçe tattıramazdım.

 

Gözlerimi Sena'ya dikip emir veren bir tonda "Aşağıya geç ben geliyorum." dedim. Dudakları itiraz etmek için aralansa da havayı kesecek kadar sert bakışlarımı fark edince söyleyeceği kelimeler havada kaldı. Başını sallayıp odandan çıkmak için kapıya yöneldi. Odadan çıkarken kapıyı büyük bir gürültü ile arkasından kapattı.

 

Yatağın ucuna oturdum. Kendimi hızla toparlayıp keyifli bir sesle "Sana da günaydın Savcı." diye telefonu açarken Savcı'nın sinirden alıp verdiği solukları da ahizeden net bir şekilde duyuluyordu.

 

Sinirden köpürdüğünü belli eden boğuk sesiyle "Aras Yiğitsoy." deyip duraksadı. Derin solukları azalırken baskılamaya çalıştığı öfkesiyle "Sana karşı yaptıklarıma vereceğin cevap bu mu oldu? Ben senin elinden itibarını alırken sen sadece bana ait bile olmayan malları mı aldın?"

 

Burnumu çekip yutkunduktan sonra keskin çıkan sesimle "Senin de sıran gelecek. Az sabır." dedim. Bacaklarımı açı öne doğru eğildim. "Unutmadan. Kulağına küpe olsun Savcı. Öfkeyle kalkarsam zarar vermeden oturmam. Dün bunun başlangıcıydı. Ayağını denk al sonra üzülürsün."

 

Ahizenin ucundan alaycı kahkahaları duyulurken "Kimin üzüleceğini görelim Aras Yiğitsoy. Nefesini kesmek için şah damarın kadar yakınım artık sana." dedi.

 

Yüzümde şeytani bir gülümseme belirirken alaya alan sesimle "Ömrünün yarısı ölümle geçen bir adamı ölümle tehdit etmende biraz komik be Savcı." dedim.

 

"Senin nefesini keseceğimi kim söyledi Yiğitsoy. Savaş başladı. Dökülen her kan mübah."

 

Meydan okumasını yapan Savcı vereceğim cevabı beklemeden telefonu kapattı. Elimdeki telefonu yanıma bırakıp dirseklerimi dizime dayadım. Başımı ellerimin arasına alırken bu anlarımın son huzurlu anlarım olduğunun farkındayım. Savcı'nın da söylediği gibi savaş başlamıştı. Masum, günahsız ayırt etmeksizin herkesi ateşinde boğacak; kim olduğunu ayırt etmeksizin herkesin canını yakacak savaş başlamıştı artık.

 

 

2 HAFTA SONRA

 

 

Son günlerde neredeyse her akşam olduğu gibi bu akşamda toplantı yapmıştık. Savcı ile yaptığımız telefon görüşmesi sonrasında bir hamle yapmamış olsa da yakın zamanda hamlesini yapacaktı. Gafil avlanmamak için her detayı en ince ayrıntısına kadar düşünüyordum. Bunu kendi canım için değil sevdiklerimin canını korumak için yapıyordum. Biliyordum, Savcı ya da onun arkasında duran adamlar benden önce sevdiklerimin nefesini keseceklerdi.

 

Galeride geçen toplantı sonrası kafam patlayacak gibi olmuştu. Sevkiyat işleri bir taraftan, Kulaksız işi öbür taraftan yetmezmiş gibi Yavuz geçen akşam ki toplantı içimizde bir hain olabileceğini gündeme gelmişti. Ben hainin masanın diğer üyelerinin içerisinden birisi olduğunu düşünsem de Yavuz bizimle çalışan adamlardan birisi olduğuna emindi. Lakin kim olduğunu bir türlü bulamıyordu. Bu akşam da Yavuz ile oturup kim olabileceğini düşünmüştük. Sonuç yine değişmemişti.

 

Evin olduğu sokağa girince günlerdir içinde boğulduğum çıkmazlardan kurtulup Sena ile huzurlu bir akşam geçirmek için elimle yüzümü sertçe ovuşturdum. Arabayı evin önüne park ettikten sonra araçtan inip dikleşen omuzlarımla bahçe kapısına doğru yürüdüm. Kapının önünde gördüğüm daha doğrusu göremediğim manzara sinirlerimi bozdu. Kapıda korumalar yoktu. Olmaları gereken yerde yoklardı. Söylene söylene içeriye girdiğim esnada bahçe içerisinde de korumaların olmadığı dikkatimi çekti.

 

Bahçenin ortasına doğru gelip öfkeyle "Adem" diye bağıran sesim sokağı inletirken etraftan ne Adem ne de başka bir koruma çıktı. Resmen evin etrafında in cin top oynuyordu. Yüreğimin derinliklerine Sena'ya bir şey olması korkusu düşerken koşar adım eve doğru ilerlemeye başladım.

 

Evin kapısı ile aramda 15-20 adım kalmışken "Aras Yiğitsoy." diye bağıran adamın sesiyle olduğum yerde durdum. Afalladım. Sarsıldım. Duyduğum ses düşündüğüm kişiye ait olamazdı. İçimizde ki hain o olamazdı. Yanılma payımın olmasını umarak sesin geldiği yöne döndüm. Yanılmadım. Elinde tuttuğu silahı bana doğrulturken yüzüme pis sırıtma ile baktı. Gözlerim elindeki silah ile yüzündeki sırıtış arasında gidip gelmeye başladı.

 

Gerçekten oydu. Yavuz ile beraber günlerdir aradığımız hain Ademdi. Tam 9 yıldır benim için çalışan adam haindi. Ondan çok kendime kızıyordum. Burnumun dibinde duran adamın hain olduğunu anlayamayan kendime!

 

 

Parmakları tetiğe doğru kayarken "Kulaksız babanın selamı var." diye bağırdı. 9 yıldır evimi, canımı emanet ettiğim adamın ihaneti ile sarsılsam da içimde durumu toparlayıp güçlü çıkan sesimle "Baban itleriyle selam göndermek yerine kendisi gelemiyor muydu?" diye sordum.

 

Küstah bir kahkaha atıp "Bunu kendin sor derdim ama vaden buraya kadarmış." derken gözlerindeki bakış karardı.

 

"Vadeyi belirleyen kul değil ki Adem, kimin ne kadar yaşayacağını nereden bileceksin." deyip bakışlarımı karşı evin çatısında bekleyen keskin nişancılara çevirdim. Elimi boğazıma götürüp baş parmağımla boynumu hızla çizerken yaptığım hareket daha bitmeden beni gözleyen nişancıların ateş etmesi bir oldu. Karşımda duran Adem kanlar içinde yere yığılırken gözlerimi kapatıp burnumdan derin bir nefes verdim.

 

Eğer temkinli davranmasaydım bu gece ölecektim. Yavuz, hainin içimizden birisi olduğunu söylediğinde kendi evimin, babaların evinin, Yavuz'un evinin ve galerinin güvenliğini sağlamak için 7/24 bekleyecek keskin nişancıları yerleştirmiştim. Kendi canıma zarar gelmesinden korkmasam da sevdiklerimin canını güvence altına almak için yapmıştım bunu.

 

 

Gözlerim aralanırken yavaş adımlarla yanına doğru yürüdüm. Sırtına aldığı kurşun darbesi göğsünden çıkmıştı. Yerde göğsüne aldığı kurşunun acısıyla yaralı hayvan misali böğürerek kıvranıyordu.

 

Belimden çıkardığım silahı elime alıp yanına çöktüm. Başımı iki yana sallarken "Adem.. Adem.." dedim. "Yakıştı mı hiç sana yemek yediğin kabı pislemek? Yakıştı mı sana senelerce abi deyip kapısında beklediğin adama ihanet etmek?" Sakin bir tonda başlayan konuşmam ağzımdan dökülen son kelimelerle sokağı inletmeye başlamıştı.

 

"Kaç kuruşa sattın lan beni?" diye sorarken elimde ki silahın namlusunu da kuşun yarasına bastırdım. Adem acıyla daha çok bağırırken "Bağırma lan!! Söyle kaç kuruşa sattın beni?" diye kükredim.

 

İnleyen sesiyle "Abi." dedi. Söyleyeceklerini dinlemek için silahın namlusunu göğsünden çekerken dikkatle yüzüne baktım. Güçlükle aralanan dudaklarından mantıklı bir cevap beklerken "Abi affet." dedi.

 

Dişlerimi dudaklarıma geçirip yüzümde oluşan iğneleyici gülümseme ile bakıp "Abi affet diyorsun." dedim. Nefes alması güçleşirken başını sallayabildi. Ciddileşen bakışlarım ile gözlerinin tam içine baktıktan sonra "İhanetin affı olmaz Adem." dedim.

 

Çöktüğüm yerden ayağa kalkıp elimde ki silahı başına doğrulttum. Düzensiz nefeslerinin arasında "Abi ne istersen yaparım. Seni Kulaksıza götürürüm." dedi. İğrenen bakışlarımla bu yüzsüz hallerini süzerken "Ben sana fırsat verdim Adem. Benim için çalışma fırsatı verdim. Peki sen ne yaptın? Sana iş teklifinde bulunan herkes için çalıştın." dedim.

 

"İhaneti meslek edinmişlere benim vereceğim tek cevap var." Ağzımdan çıkan cümlelere karşılık Adem'in gözleri korkuyla açılırken "Abi." diye yalvarmaya başlamıştı ki sesinin kulağımı tırmalamasına daha fazla izin vermeyerek tetiğine bastığım silahın sesi sokakta yankılanırken Adem'in alnında büyük bir delik açıldı.

 

Başından akan kanlar çimenlere doğru yol alırken silah tutan elimin tersiyle burnumu silip başımı yukarıya kaldırarak derin bir nefes aldım. Etrafa yayılan barut kokusu ciğerlerime dolarken elimde ki silahı tekrardan belime takıp cebimde ki telefona uzandım.

 

Telefonu çıkarıp hainin kim olduğunu söylemek için Yavuz'u arasam da telefonum cevaplanmadı. Kaşlarım çatılırken sıkıntıyla ekrana baktım. Yavuz'un bu güne kadar benim telefonumu açmadığı bir gün bile olmamıştı. Bir kez daha aradım fakat yine cevaplanmadı. Huzursuzluğum artarken bir kez daha aradım sonuç yine değişmedi. En sonunda Yavuz'un kapısında bekleyen Erkan'ı aradım. Telefonum ikinci çalışında açıldı. Erkan'ın cevap vermesine izin vermeden "Yavuz nerede?" diye sordum.

 

 

"Evde abi."

 

Derin bir nefes verip "Telefonu götür Yavuz'a." dedim. Erkan tedirginleşen sesiyle "Abi." deyip duraksadı. "Abi, Adem abi bizi arayıp Yavuz abinin misafirinin geleceğini bu yüzden de evin etrafında koruma istemediğini söyledi." deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Benden sonra ki hedef Yavuz'du. Onun da işini bu gece bitireceklerdi.

 

Büyük bir siktir çekip hızla indiğim araca binmek için koştum. Arabaya kendimi atıp gaza basarken Yavuz'un evin çatısına yerleştirdiğim tetikçileri sırayla arasam da üçünden de cevap alamadım. Sağ elimi saçlarımın arasına hırsla daldırıp karıştırırken bu detayı gözden kaçırdığım için kendime küfürler ediyordum. Nasıl olurdu da Adem'in işimi bitirip bitiremediğini gözlemek için birinin gelebileceği detayını atlamıştım?

 

Evimin karşı çatısında bekleyen tetikçilerin Adem'i infaz ettiğini gördükten sonra çoktan Yavuz'un evinin çevresini ablukaya almış olmalılardı. Tetikçilerin işini bitirip Yavuz'a geçme niyetindelerdi. Belki de çoktan... Elimi sinirle direksiyona vururken "Siktir." diye bağırdım.

 

Yavuz'u bir kez daha koruyamamıştım. Ona bir şey olmasını bir kez daha engelleyememiştim. Belki de korktuğum şey gerçek olmuştu, bana yapamadıklarını şimdi ona yapmışlardı. Yavuz'u kurtarma ümidiyle gittiğim evde belki de onun cansız bedeniyle karşılaşacaktım. Dolmaya başlayan gözüm akmaya hazır bekleyen yaşlar yüzünden buğulanırken "Allah'ım ne olur, benim canımı al, sevdiklerimin canını bağışla." dedim.

 

Akan gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken tablet ekranından bir umut açar diye Yavuz'un adına tekrar tıkladım. Sonuç değişmedi. Telefona kimse cevap vermedi. Tekrar aramak için ekrana tıkladım. Kalbim, bir el tarafından acımasızca parçalanırken son aramalarda olan Yavuz'un adının altında ki adı görünce yutkunamadım. Sena... Evden çıkarken onun ne durumda olduğuna bakmamıştım. Bu şerefsizlerin ona bir zarar verip vermediğini düşünememiştim.

 

Parmaklarım korkudan titrerken son arama listesinde ki Sena'nın adının üzerine tıkladı. Nefesimi tutmuş, çaresizlikle beklerken telefon ahizesinden duyulan her dıt sesiyle bin parçaya bölünüyordum. Telefon acı acı çalıyordu ama kimse açmıyordu. Sena'nın bülbül gibi şakıyan sesi kulaklarıma dolmuyordu. Bir gecede iki kayıp fazlaydı. Bir insanın iki sevdiği aynı anda alınmazdı. Böyle bir cezayı yer yüzünde ki hiçbir canlı hak etmiyordu.

 

Gözlerimden akan yaşlara mani olamazken "Aras." diyen Sena'nın sesi arabaya doldu. Bakışlarım ekranla yol arasında gidip gelirken uzunca zamandır tuttuğum nefesi verip Allah'a şükretmek için başımı yukarıya kaldırdım. Cevap vermediğim Sena'nın "Aras orda mısın?" diyen endişeli sesi tekrar arabanın içini doldurunca düzgün çıkarmaya çalıştığım sesimle "Buradayım Senam." dedim.

 

Düzeltmeye çalışsam da pek başarılı olamadığım ses tonumdan dolayı sesi tedirginleşirken "İyi misin?" diye sordu.

 

"Değilim ama olacağım. Bir iyi haber daha aldıktan sonra olacağım." cevabını verdim. "O ne.." diyen sorgulayıcı cümlelerini sıralayacağı esnada ondan önce davranarak "Sen neden evde değildin?" diye sordum.

 

"Adem, senin kendi evime gitmemi istediğini söyledi. Aniden böyle bir şeyle gelince bende seni arayıp neler olduğunu sormak istedim tabi. Tepkimi görünce "Yenge abim toplantıda, telefonu da yukarıdadır, arasan da ulaşamazsın." dedi. Telefonla ilgili prosedürü bildiğim için pek üzerinde durmadım. Kadir ile kendi evime geçtim." açıklamasını yaparak duraksadı. Endişesi daha da artarken "Aras bir sorun mu var?" diye sordu.

 

Konuşurken çoktan Yavuz'un sokağına gelmiştim. Sena'yı geçiştirmek için "Sonra Avukat. Sonra hepsini konuşacağız." dedikten sonra vereceği cevabı beklemeden telefonu kapatıp durdurduğum arabadan hızla indim. Koşarak Yavuz'un evinin bahçesine girerken onun evinin etrafının da benimki gibi boş olduğunu gördüm.

 

Burnum sinirle kırıştı. İçimden küfürler ederek bahçe kapısını açıp sessizce içeriye süzüldüm. Verandaya doğru ilerlerken elindeki silahı geniş balkon kapısından içeriye doğrultan adamı gördüm. O adam orada durduğuna göre Yavuz hala yaşıyor olmalıydı.

 

Ciğerlerimi patlatan soluğumu sessiz bir oh çekerek dışarı verdim. Yavuz'un yaşıyor olması yüreğime soğuk sular serpmişti. Zarar vermeden yetişebilmiştim. Şimdi ise olacakları önleme vaktiydi. Hızlı ama bir o kadar da sessiz adımlarla yanına yürürken belimdeki silahı çıkarıp adama doğrulttum. Tahta verandaya ayağımı bastığım gibi çıkan gıcırtı sesiyle benden tarafa dönen adamın alnın ortasına sıkarken etrafın sessizliğini yankılanan silah sesi bozdu.

 

Karşımdaki it büyük bir gürültüyle çiçek saksılarının üzerine düşerken Yavuz'da elinde silahla verandaya fırladı. Onu kanlı canlı karşımda görmenin verdiği rahatla hisseyle "Yavuz" diye bağırınca afallamış bakışlarını benden tarafa çevirip neler olduğunu anlamaya çalışan yüz ifadesi ile yüzüme baktı.

 

Yanına doğru yürürken "Arkanı kollamayı öğren artık. Her zaman canını kurtaracak bir abin olmaz." dedim. Yanına yaklaştığım Yavuz'a sıkıca sarılırken hala neler olduğunu anlamayan bir halde bedeni kaskatı kesilmiş şekilde duruyordu.

 

Kollarımı sıkıca sardığım omzundan çekip yüzüne baktım. Başımı hafif tempo ile sallarken "Haklıymışsın. İçimizde bir hain varmış." dedim. Kaşları çatılırken başı da hafifçe sağa yattı.

 

"Kim?"

 

Ses tonum sertleşirken "Kim olduğunu bırak şimdi. Telefonun nerde lan sesin?" dedim.

 

Eli sıkıntıyla boynunu sıvazlarken "Sessizde abi." dedi.

 

Kısılan gözlerimi yüzüne diktim. "Sebep? Sen telefonunu sessize almazsın."

 

İçine sığmayan soluğunu büyük bir gürültü ile verip "Yeliz ile. Yeliz Hanım ile ilgili bir sorun oldu abi de kafa dinlemek istedim." dedi.

 

"Değil Yeliz, dünya ile sorunun olsa ben o telefonu aradığımda sana ulaşacağım Yavuz." Ona bir şey oldu diye korkmuştum. Kardeşimi bir kez daha benden almak istediklerinde başarılı oldular diye it gibi korkmuştum.

 

Mahcup gözlerle yüzüme bakarken başını tamam anlamında salladı. Tedirgin çıkan sesiyle "Kim hain?" diye sordu.

 

Derin bir nefes alıp "Adem." derken aldığım soluğu da verdim.

 

İnanamayan bakışlarını yüzümde gezdirirken "Abi mümkün değil. Bu adam 16 yaşındaydı bizim yanımıza geldiğinde. Pisliğin içinden biz alıp yetiştirdik. Bu günlere biz getirdik. Mümkün değil." dedi.

 

Ağzımı açıp söylediklerine cevap vereceğim esnada bahçeye doluşan adamların önce ayak sesleri sonra da bedenleri ile bakışlarımızı sesin geldiği tarafa çevirdik. Yüzleri siyah maskeyle örtülü adamlar ellerindeki silahları bize doğrulturken başımı Yavuz'a çevirdim.

 

Bir şey yaparsak ikimizin öleceği de kesin olmasına rağmen elinde ki silahın korumasını açtığının sesini işittim. Beni korumak için kendini siper etmesine gerek kalmayacağını biliyordum. Gelenlerin bir derdi olmalıydı ve bu dertte yüksek ihtimalle bendim. Başımı hayır anlamında sallarken adamların arkasından gelen tanıdık bir ses "Ölmek için bu kadar acele etme Yavuz." diye bağırdı.

 

Gözlerimi kapatıp burnumdan derin bir nefes verdikten sonra kararan bakışlarımı sözün sahibine diktim. Savcı yüzünden yayılan iğrenç sırıtması ile bize bakarken elleri cebinde adamların açtığı boşluktan öne doğru yürüdü. Küçümseyici bakışları Yavuz'un üzerinde bir süre gezdikten sonra bana dönüp "Ölme sırası önce abinde, sonra sıra sana gelecek." dedi.

 

Sinirden ortalığı yakıp yıkmak istesem de oyunu kuralına göre oynamaya niyetliydim. Dudaklarım küstahça yukarı kıvrıldı. "Bunu söylemek için mi buralara kadar geldin Savcı?"

 

"Aras Yiğitsoy." dedikten sonra çenesiyle yerde yatan adamı işaret ederek "Tahsin Gündüz'ü öldürme suçundan tutuklusun. Bizimle geliyorsun." deyince burnumu çekip yanlarına gitmek için yürüyordum ki Yavuz karnıma doğru tuttuğu eliyle önümü kesti.

 

Meydan okuyan sesiyle "Ben vurdum. Alacağın adam benim Savcı." deyince sıktığım dişlerimin arasında "Yavuz." dedim. Benim için kendine feda etmeyecekti. Ben o bataklıkta bir kez yaşamıştım. Oranın nasıl bir yer olduğunu biliyordum. Yavuz orada yapamazdı. Oranın pisliğine dayanamazdı.

 

Başını benden tarafa çevirip "Sokakların bana değil sana ihtiyacı var abi." dedikten sonra başını Savcı'dan tarafa çevirip başını sağa yatırdı. Küçümseyici bakışlarıyla Savcıyı süzerken "Ayrıca bu itlerin defterini dürmek de bana değil sana yakışır." dedi. Elindeki silahı veranda da duran masaya bıraktıktan sonra yavaş adımlarla Savcı'ya doğru yürüdü.

 

Fırat'ın yüzüne daha da yayılan zafer gülümsemesi gözlerini parlatırken "Seni ben öldürmeyeceğim Aras Yiğitsoy. Sevdiklerini kurtaramadığın için, onları benden koruyamadığın için vicdan azabından sen kafana sıkacaksın, demiştim sana. İlk kaybını verdin. Bakalım vezirin olmadan bu oyunu ne kadar iyi oynayacaksın." dedi.

 

Yavuz çıplak ayaklarıyla Savcıya doğru yürüdü. Yay gibi gerilen omuzlarının üzerinde duran dik başıyla tam karşısında meydan okuyarak durdu. Yavuz'un başı da omzu da dik olmasına rağmen benim eğikti. Dışarıdan ulu bir çınar gibi duran bedenim içeriden rüzgara karşı gelemeyen cılız bir ot gibiydi. Onun öylece gitmesine izin vermek istemesem de başka seçeneğimin olmadığını ikimizde biliyorduk. Yiğitsoyların sarsılmaz kalesi yaptıkları yanlış hamleler yüzünden sarsılmış, oyunu tam kuramadıkları için kaybetmelerine sebep olmuştu.

 

Yavuz'un yüzüne iğrenerek bakan Savcının dudaklarında çarpık bir gülümseme oluşurken "Gel bakalım seni biraz fakirhanemizde misafir edelim. Abinin en sevdiği itini alınca kalan itleriyle neler başarabiliyor görelim." dedi.

 

"Savcı." diyen net sesimi duyan Fırat , Yavuz'a diktiği öldürücü bakışlarını çekip bana bakınca gülümseyen yüzümle "İt diye senin gibi başkalarına çalışan, kimin kapısından ekmek yediği belli olmayan, sonra da kör kurşuna giden adamlara denir. Yavuz gibilere ise dost, kardeş en kötü ihtimalle sağ kol denir." deyip duraksadım. Omuzlarımı dikleştirip silah olan elim ile boşta duran elimi arkaya atarak belimde birleştirdim. Meydan okuyan gözlerimi gözlerine dikerek "Yani senin anlayacağın her gördüğünü kendin gibi it sanma." dedim.

 

Çene kasları ile omuzları sinirden kasılırken "Senin iti ezdiğimde de aynı cesaretin olur umarım Aras Yiğitsoy." dedikten sonra yanında ki adamlara "Götürün." diye bağırdı. Savcı'nın gırtlağına yapışmak için bir adım atarken Yavuz uyarıcı bir tonlamada "Abi." dedi.

 

Olduğum yerde durdum. Öfkeden yumruklarımı sıkarken maskeli adamlar Yavuz'u alıp uzaklaşmaya başladı. Sırıtan gülümsemesi daha da artan Savcı "Sıkmamakla akıllıca davrandı Aras." deyip duraksadı. Ellerini cebinden çıkarıp işaret parmağını ileri geri sallarken "Zira hepsi benim için çalışan polis memurlarıydı." dedi.

 

Güçlü bir kahkaha attıktan sonra ellerini cebine sokup ıslık çalarak bahçeden çıkmak için ilerledi. Olduğum yerde kalakalmıştım. Yavuz'un canını kurtarmıştım ama onu daha beter bir bataklığa atmıştım. O dört duvarın arasında çürümeyecekti. İzin vermeyecektim. Böyle bir şey olmayacaktı! Onu bir şekilde çıkaracaktım içeriden. Canım pahasına da olsa.

 

"YAZAR SENİN YAVUZ İLE DERDİN NE?" DİYEN SİTEMLERİNİZİ DUYAR GİBİYİM. EN SEVİLEN KARAKTER OLMANIN CEREMESİ HEP BUNLAR :D

 

YAVUZ BİR SÜRE YOK GİBİ DURUYOR. YAVUZ YOKKEN ARAS'I KİMSENİN DURDURAMAYACAĞI DA AŞİKAR. NE DERSİNİZ BUNDAN SONRASI TUFAN MI OLUR :D

Bölüm : 13.09.2025 13:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...