41. Bölüm

KABULLENİŞ

Gizem Gültekin
gizeemikoo

YILDIZI PARLATMAYI UNUTMAYIN..🦋

 

ARAS

 

Saf sevgi, sonsuz aşk, ölümün bile ayıramadığı aşıklar... Her zaman hepsinin efsane mi yoksa gerçek mi olduğunu merak etmişimdir. Acaba onlarda biz gibi, severken yananlardan mıydı yoksa halkın uydurduğu masallar mıydı? Gerçekten onlarda biz gibi sevmiş miydi? Ölmeden toprağın altına girmek, özlem yüzünden ciğerlerine bir yudum nefes çekememek nasıl bir şey hissetmişler miydi?

 

Onları bilmem ama ben hissettim. Ölüm ile burun buruna geldiğim an hissettim. Sena'yı ne kadar sevdiğimi, onsuz bir nefes dahi almak istemediğimi anladım. Onu ne kadar özlediğimi ölürken bile onun kollarında can vermek istediğimi enseme dayanan o namluyla anladım. Saçma bir kavga yüzünden ondan vazgeçmemem gerektiğini, insanoğlunun canının pamuk ipliğine bağlı olduğunu lanet olsun ki iliklerime kadar hissettim.

 

Sena, karanlıktan sonraki gündoğumu gibi girmişti hayatıma. Ruhumda uzun zaman önce öldürdüğümü düşündüğüm güzel olan ne varsa öldürmediğimi, hala bir yerlerde var olduğunu göstermişti. O, benim sol yanımdı, soluğumdu, yaşamam sebebimdi, bense onun katili.. Bebeğiyle güzel düşler kurmasına dahi engel olan, aldırmaktan vazgeçmediğini ona söyleyemeyen aciz katili.

 

Dudaklarımdan çıkan nefes soğuk havanın etkisiyle buhar oluştururken arabadan indim. Tepedeki güneşin ve yerdeki karın etkisiyle gözlerim kamaşıp kısılırken güneş gözlüğümü cebimden çıkarıp taktım. Arkamdan gelen Yavuz sanki 1 saat önce ölümden dönmemişiz gibi yol boyu sırıtmış peşimden gelirken de sırıtmasından en ufak bir taviz vermemişti. Anlaşılan şerrin içerisindeki hayır kısmıyla ilgileniyordu.

 

Bahçe kapısından geçip eve uzanan taş döşeli yola girince kafamı kaldırıp kapıya doğru baktım. Tam karşımda soğuktan mı yoksa yaşadıklarının şokundan mı titrediğini bilmediğim Sena kızarmış gözleriyle bana bakıyordu. Benim ona aldığım şalı omuzlarına örtmüş, bana sığınarak benim gelmemi bekliyordu. Bana öfkeliyken de, benden nefret ederken de sığındığı liman bendim. Gerçi bu duruma şaşırmamam lazımdı. Sena beni ölü sandığı dönemde bile canı ne zaman yansa bana sığınmıştı.

 

Gözleri gözlerimle buluşunca kalbimdeki karanlık aydınlandı sanki. Sahi ne zamandır içime ışık girmesine izin vermiyordum ben? Ne zamandır Sena'nın gözlerinden mahrum bırakmıştım kendimi? 1 ay, 1 yıl yoksa 1 ömür mü? 1 ömür olmalıydı. Bu kadar hasret kaldığıma göre 1 ömür olmasından başka seçenek yoktu.

 

Gözlerindeki korku ve özlem bütün bedenimi ele geçirecek kadar güçlü olsa da hala bana koşup boynuma sıkıca sarılmamıştı. Öldüm sandığı için kendini bilmediğim bir cehennemde beş dakika da olsa yakmış olmasına rağmen aramızdaki buzdan duvar hala olduğu yerde duruyordu. Çünkü korkuyordu. Onun gözünde o kadar iğrenç biriydim ki yaşadıklarımıza rağmen kollarıma koştuğunda onu iterim de düşmesine izin veririm diye korkuyordu. Birbirine kilitlenen gözlerimiz bir süre bakıştıktan sonra gelmesini istemek için gözümü açıp kapattım.

 

 

Yüzünde beliren acı gülümseme sonrası omuzlarının üzerindeki şalı bırakıp bana doğru koştu. Selim'in ona aldığı şalı arkasında bırakıp Aras'a koşmuştu. Karanlıkla girdiği savaşı bir kenara bırakıp kendisini sevdiği adamın kollarına bırakmaya geliyordu. Beni günahımla sevabımla, olduğum gibi kabul etmeye razı olduğunu tam da o anda anladım. Çünkü beyin bilinçsizcede olsa bilinçaltında düşünüleni yapardı.

 

Arkadan Esma Ana "Kızım hamilesin, kayıp düşeceksin." diye bağırsa da Sena'nın ne kaymak ne de düşmek umurundaydı. Tek istediği tıpkı benim gibi sıkıca sarılmak, kokumu ciğerlerine çekmekti. Yanıma geldiği an saliselik bir süre yüzüme baktı. Sonrasında da yıllardır görmemişçesine bir özlemle boynuma sıkıca sarıldı. Haftalardır hasret kaldığım kokusunu ciğerlerime çekerken bende onu göğsüme bastırıp sarıldım. Bedeni kollarımın arasında kuş misali titriyordu. Bir elimle sırtını okşarken bana sarılınca artan ağlamasını yatıştırmak için "Geçti Sena. Ben buradayım, her şey geçti." diye kulağına doğru birkaç kez fısıldadım.

 

Bir süre sonra kollarını boynumdan çekti. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. Aramızdaki sorunu, ona yaşattıklarımı umursamadan ağlamaktan helak olmuş gözleriyle bana baktı. Gözünden akan her yaş kalbime kor olup akıyordu. Göğsüm bir mengene tarafından acımasızca sıkılıyordu. Ağlamaklı nefes verip alt dudağını ısırırken başını iki yana salladı. "Aras çok korktum. Sana bir şey oldu diye, öldün diye çok korktum. Ölüp beni bu cehennemde tek başıma bıraktın, seninle yine ölemedim diye çok korktum." Son cümlesi zihnimde yankılanırken nefesimi tutup gözlerimi yumdum.

 

"Seninle tekrar ölemedim diye çok korktum." Göğsümü sıkan mengene daha da sıkılaştı. Bensiz olmaktansa ölümü tercih etmesi içime otururken Sena'yı kendime çekip biraz öncekinden daha sıkı sarıldım. Öfkemle sevdam arasında sıkışmış halde saçının üzerine minik bir öpücük bıraktım. "Merak etme Avukat, Allah seni görmeden ölmeme izin vermedi. Anlaşılan sensiz huzur gibi ölümde haram bana." deyince boynuma doğru ohlayarak bir nefes verdi. "Çok şükür. Çok şükür vermedi." diye fısıldadı. Bir süre daha sarıldıktan sonra son kez kokumu çekip benden ayrıldı.

 

Yanımda durup eve geçmem için izin verdi. Sena'nın elinden sıkıca tutup kapının önünde bekleyen Esma Anaların yanına doğru yürüdüm. Yanlarına yaklaşınca sarılma ve nasıl olduğumuzu anlama faslı sonrasında eve geçtik. Yeliz'de Sena kadar olmasa da perişan olmuştu. Ağlamaktan kızaran gözeliyle sürekli Yavuz'a bakarken yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Yemek yerken dahi Sena benim üzerimden Yeliz ise Yavuz'un üzerinden bir saniye gözünü kesmemişti.

 

Herkes için fazlasıyla korkutucu bir gündü. Kadınlar için asla tekrarı olmayacak bir gün. Onlara pisliğimizin sıçramasına izin vermeyecektim. Kahpece saldırmalarına engel olacaktım. Hem Yeliz'in evindeki hem de buradaki önlemleri arttırmıştım. Bu gecede sadece Sena'nın bildiği bir yere silah ve kendisini savunabilmesi için bir kaç mühimmat bırakacaktım. Aynı şeyi Yavuz'da Yeliz'e yapacaktı. Hem Sena'nın hem de Yeliz'in silah eğitimi vardı. İşin o raddeye gelmesine izin vermezdim ama olurda bir aksilik olursa diye kendilerini savunma imkanlarının var olacaktı.

 

Bir süre daha oturduktan sonra Esma Anne ve Hamdi Baba eve geçmek için kalktı. Yeliz'de Yavuz'un talimatı ile korumlar ile eve geçti. Sena'da bize iyi geceler diledikten sonra uyumak için odasına çıktı. Odasına geçene kadar dibimden ayrılmamış ama bana dokunmak için bir hamlede de bulunmamıştı. Bu durum Yavuz'un da dikkatini çekmiş olacak ki "Abi sizin aranızdaki sorun halloldu değil mi artık? Kavga gürültü bitti, artık mutlu anne baba olacaksınız." deyince başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.

 

 

Bizim aramızdaki sorun bitmemişti, belli ki bir süre daha bitmeyecekti. Çünkü ikimizde biliyorduk ki benim işim buydu. Ölmek ya da öldürmek... Ben ölümden döndüm diye sorunlarımızın üstü örtülmemişti. Sena beni merak etmekten neredeyse delirdi diye dertlerimiz bitmemişti. Karşılıklı oturup konuşmadan, sorunlarımızı çözmeden aramızın düzelmesi imkansız gibi bir şeydi.

 

Son yaptığım iğrençlikten sonra elbette barış teklifi ile ben gitmeliydim. Kitapları neden yırttığımı açıkladıktan sonra yaptığım her şey için ondan özür dilemeli ve gönlünü almalıydım. Ama ben bunu yapabilir miydim? Ben burnu yere düşse almayan, kimsenin ne düşündüğünü umursamayan, gönül almakta değil can yakmakta usta olan Aras Yiğitsoy'dum. Şimdi nasıl kendimi aşıp dudaklarımdan ÖZÜR DİLERİMİN dökülmesine izin verecektim ki? Neredeyse imkansıza eş değerdi.

 

Yavuz'un sorgulamalarından kaçıp biraz yalnız kalmak için ayağa kalktım. Mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Eve geldikten sonra Sena tuvalete gitmek için kalkınca bende arabadaki kestaneleri Kadir'e getirtmiş Aysel Hanıma vererek ben işimi bitirene kadar pişmeye hazır hale getirmesini söylemiştim. Mutfağa geçerken bir şey düşünmemeye çalıştım. Ne kadar düşünürsem o kadar kaybolurdum. Ne kadar kaybolursam da o kadar işin içeresinden çıkamazdım. Ama başaramadım.

 

Tezgahtaki kestane kasesini elime alıp suyunu süzdüm. Kestaneleri kurulamak için kağıt havluların olduğu bölüme uzandım. Elime aldığım kestaneyi kurularken penceredeki yansımama baktım. "Yapacağın çok basit aslında Aras. Sena, ben hayvanın önde gideniyim ve yaptıklarım için senden özür dilerim, diyeceksin." Ben bunu söylediğimde Sena da kendi yaptıkları için benden özür dileyecekti ve konu kapanacaktı.

 

Dudaklarımdan bu cümlenin dökülmesine izin verdiğimde Sena'nın hiç düşünmeden beni affedeceğine, hataları içinse özür dileyeceğine emindim. Çünkü Sena, kalbinde öfke, hırs, nefret gibi kötü duyguları barındıramazdı. Ben ona bir adım gidersem onun bana bin adım geleceğine, ben ondan özür dilesem, hiçbir şey olmamış gibi her şeyin üzerine sünger çekerek benimle yaşamaya devam edeceğine emindim.

 

Ama ben bu konuşmayı yapmaya hazır değilim. Kendi kendime söylemesi kolay olsa da yapamazdım. Çünkü uzak kalmamın tek sebebi özür değildi. Özür dilemekten korkmamın yanında bir de onu tekrar kırmaktan korkuyorum. Zaten beni tanıdığı günden beri tuzla buz olan kalbini tekrar tekrar kırmaktan it gibi korkuyordum. Asıl sorunda sanırım buydu; benim Sena'yı kırmama konusunda kendime güvenememem.

 

Sena'nın beni affedeceğine emin olduğum kadar emin olduğum başka bir şey varsa oda Kulaksızın hiç durmadan saldırmaya devam edeceği, canımı sevdiklerim üzerinden yakmaya da çalışacağıydı. Beni bitirmek için sevdiklerim üzerinden plan yapmaktan asla geri kalmayacaktı. Kadın, çocuk, bebek, yaşlı... Hiç biri ama hiç biri ile ilgili olan alem raconuna uymuyor hepsine zarar vermekten geri kalmıyordu, kalmayacaktı. Bense onu bulamamanın, Sena'ya yaklaşmasının öfkesini en yakınlarımdan çıkaracaktım.

 

Yavuz için bu durum sorun değildi, beni idare etmeyi ve sinirlenince söylediklerimi takmamayı öğreneli uzun zaman olmuştu ama Sena.. Sena için durum her zaman bambaşka olmuştu ve olacaktı. Sena çok kırılgan, çok hassas ve en önemlisi de söylediğim her kelimenin canını yakmasına izin verecek kadar da duygusal biriydi. Ben onun bu narin yapısını bilirken başımdaki belayı öldürmeden nasıl ona gel diyebilirdim ki? Nasıl onu kırmadan sarıp sarmalayabilirdim? Önce can yakmadan sevmeyi öğrenemem, çevremde olan olumsuzluklara göğüs gererek çevremdekileri kanatmamam lazımdı.

 

Son kestaneyi de kurulayıp fırın tepsisinin içerisine attım. Elime aldığım tepsiyi fırına koyup derecesini ve süresini ayarladıktan sonra mutfaktan çıktım. Özür dileme eylemini faaliyete geçiremeyeceğim ve Sena'yı da mutlu edemeyeceğim belliydi. En azından kestanelerle olanları bir an olsun unutturup yüzüne güzel gülümsemesini getirerek mutlu olmasını sağlayabilirdim.

 

Mutfaktan salona geçince Yavuz karışan zihninin yansıdığı bakışları ile yüzüme baktı. Anlaşılan hala bıraktığım yerdeydi. Kaşlarını çattı. Baş parmağını çenesinin altına yerleştirip işaret parmağıyla da çenesindeki kirli sakallarını sıvazladı. "Abi, sarıldınız, hasret giderdiniz, Sena senin için gözyaşı döktü ve sıkıca sarıldı. Sende ona sarıldın. Depodaki adamın pestilini çıkarmak yerine Sena seni iyi görüp rahat bir nefes alsın diye eve geldik. Ama siz bunca olana rağmen barışmadınız, doğru mu anlıyorum?"

 

Derin bir nefes alıp "Doğru anladın." derken verdim. Biraz önce kalktığım koltuğa oturdum. Aslında herkes bu olay sonrasında Yavuz gibi düşünüyordu. Böyle büyük bir olay sonrasında Sena ile bizim barışmış olmamız , aramızın düzelmiş olması gerekiyordu. Ama biz ne barışmıştık ne de aramız düzelmemişti. Ve bir süre daha düzelmeyecekti. Kanatmadan sevmeyi öğrenene kadar, başımdaki dertlerden kurtulana kadar Sena'dan uzak durmaya hala kararlıydım.

 

Ben Yavuz'a zihnimden geçenleri olduğu gibi anlatırsam adım kadar emimim ki daha önce yaptığını yapıp Sena ile aramızı düzelmeye kalkacaktı. Ben ona uzak durmasını söylesem de uzak durmayacaktı. Lakin bizim başkalarının müdahalesi ile değil bizim çabamızla düzelmeye ihtiyacımız vardı. Elbette tek suçlu ben değildim. Sena'nın da hataları vardı ancak en büyük suçlu bendim.

 

Sena'nın hatası bana güvenemeyerek beni kırmış, canımı yakmış, varlığını unuttuğum kalbimin acı içinde kıvranmasına sebep olmuş olmasıydı. Ama o, bunu bir kez yapmıştı; bense sayısız kez onun canını yakmıştım. Kalbini hiç düşünmeden paramparça etmiştim. Bir gün mutlu ettiysem üç gün ağlamasına sebep olmuştum. Sonuç olaraksa bu hale gelmemiz de ikimizde suçluyduk. İkimizin de alması gereken dersler vardı. Bu yüzende de bu meseleyi bizim halletmemiz gerekiyordu.

 

Sesimi olabildiğince otoriter tutarak "Düzelmedi Yavuz. Düzelmedi, düzelmeyecek de. Ben bana güvenmeyen, bana inanmayan bir kadınla olmam. Bana ihanet eden kadına şans vermem. Bebeğimi aldırmaya kalkan kadını yanımda tutmam." derken içimden alaycı bir ses "Ne büyük yalan ama.. Sena'nın koynuna kendini atmamak için zor durduğunu görmesem sana inanacağım. Hoş, ben Yavuz'un da inandığını sanmıyorum." dedi. Onu duymazdan geldim. Sonuçta iç sesimin ne dediği değil Yavuz'un ne düşündüğü önemliydi benim için.

 

"Abi o zaman niye sarıldın? Niye her şey düzelmiş gibi davrandın? Yazık değil mi Sena'ya? Duyguları ile oynamaya hakkın var mı?" diye sorunca alayla güldüm. Yavuz mantık adamıydı ama söz konusu sevdikleri olunca apaçık karşısında duran gerçekleri dahi göremiyordu. "Yavuz, sen Sena'nın onu affettiğimi düşündüğünü mü sanıyorsun?" Düşünmüyordu, çünkü son hareketimle haklıyken haksız duruma geçmiştim ve affetmesi gereken ben değil o olmuştu. Sena'nın da tıpkı benim gibi düşündüğüne emindim. Önce ben af dileyecektim sonra da bana güvenmediği için o dileyecekti.

 

Kaşları çatışırken yüzüme söylediklerime anlam veremediğini belli eden bir ifadeyle baktı. "Nasıl yani?" Derin bir nefes alıp verdim. Yaslandığım koltukta öne doğru eğildim. "Sena o kapıdan girdiğim ilk andan yanımda durduğu son ana kadar onu affetmediğimi biliyordu. Onu sakinleştirmek için yanında durduğumun, düşündüğüm şeyin bebek olduğunun farkındaydı." Düşündüğüm şey asla bebek değildi. Hatta şu ana kadar bebeğin ne durumda olduğu aklıma bile gelmemişti. Benim için asıl önemli olan Sena'ydı.

 

Yavuz'un dudakları aralanıp kaşları havalanınca dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirirken alayla güldüm. "Senin aksine Sena her şeye duygusal açıdan bakmıyor Yavuz. Neyin ne olduğunun farkında. İşimizin ne olduğunu bildiği için de sırf ölümden döndüm diye bir şeylerin düzelmeyeceğini çok iyi biliyor. Bazı şeyleri ölüm bile düzeltemez. Özellikle de kırılan gururu."

 

Söylediklerimi kabullenemeyen Yavuz başını iki yana salladı. "Gerçekten de bu kadar basit mi her şey? Sen orada ölebilirdin. Sena, seni öldüğü sandığı için tetiklenen travması yüzünden burada kendisine bir şey yapabilirdi ve sen bana önemli olan tek şeyin gururun olduğunu mu söylüyorsun." Öfkeyle karışık bir nefes verdi. "Abi. Bunu. Kendine. Yapma." Her kelimeyi tek tek basarak söyledi.

 

Eğildiğim koltukta arkama yaslanıp sağ kolumu koltuğun başlığına uzattım. "Bir şey yaptığım yok Yavuz. Yaşananları ben yapmadım, Sena kendi kendine yaptı." Sol elimi kaldırıp işaret parmağımı tehditkâr bir şekilde yüzüne salladım. "Daha önce de söylediğim gibi bu meseleden uzak dur Yavuz, yoksa bedelini en ağır şekilde ödetirim." dedim. Sözlerimi duyunca gözlerinden en ufak bir korkma belirtisi göremesem de uyarımın üzerinde etkili olacağını biliyordum. Kendisine zarar gelmesinden korktuğu için değil Sena'ya zarar gelmesinden korktuğu için duracaktı.

 

Fırından gelen tın sesini duyunca oturduğum koltuktan kalktım. Etrafa yayılan kestane kokusunu içime çekerek mutfağa doğru ilerledim. Kendimi ilk kez mafya babası gibi değil de sıcak sohbetlerin edildiği ev babası gibi hissettim. Ruh halinden hızlıca sıyrılmak için silkelendim. Ne ev babası hissetmenin sırasıydı ne de onun verdiği mutluluğun bedenimi ele geçirmesine izin verme. İntikam sırasıydı.

 

Ne ile uğraştığımı görmek için peşimden gelen Yavuz ben fırından tepsiyi çıkarırken dikkatle beni seyrediyordu. Anlık bakışımda dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme gördüm. Ev babası olduğumu tek düşünen ben değildim anlaşılan. Eldiven geçirdiğim elimle tuttuğum tepsiyi tezgahın üzerine bıraktıktan sonra dolaptan iki kase çıkardım. Sıcak kestanelere aldırmadan yarısından fazlasını tabağa koydum.

 

Boş tabakla dolu tabağı tepsiye yerleştirip yanına da bardak bıraktım. Sena kestaneleri asla tek yiyemezdi. Ne zaman tek yemeye kalksa kestaneler boğazında düğüm oluşturduğu için yanında her zaman sıvı bir şey bulundururdu. Bardağın içerisine meyve suyunu doldururken Yavuz'da gözünü bir an olsun üzerimden çekmedi. Her şeyi hazırladıktan sonra tepsiyi elime alıp kapıya doğru ilerledim.

 

Kapıya yaslanmış duran Yavuz'a tepsiyi uzatırken "Bunları Sena'ya çıkar, Yavuz." dedim. Tepsiyi kavrarken dudakları aralandı. Soracağı soru belliydi. "Neden sen çıkarmıyorsun?" Ama benim bu soruya verebileceğim bir cevap ne yazık ki yoktu. Onun konuşmasına izin vermeyerek "Sena kestaneyi çok sever, üçüncü ayına girdi ama hala aşermedi. Aşerdi belki de bize söylemedi. Bende canı kestane isteniş olabilir diye aldım." dedim.

 

Dudağı yana doğru kıvrılırken yüzünde muzip bir gülümseme belirdi. "Hani sen Sena'yı önemsemiyordun? Hani senin için tek önemli olan bebeğindi?" diye sorunca öfkeyle dişlerimi sıktım. Önemsediğim Sena'ydı ama bunu duymak istemiyordum. Gerçeklerin yüzüme vurulmasını istemiyordum. Emir veren sesimle "Önemsediğim zaten bebeğim. Eğer aşerdiyse bebeğimin canı çekmiş oluyor Yavuz, Sena'nın değil. Şimdi sorgulamayı bırakıp şu siktiğimin tepsisini yukarı çıkar ve Sena sorarsa kendinin aldığını söyle." dedim.

 

"Eminim öyledir." diye mırıldanırken arkasını dönüp tepsiyle mutfaktan çıktı. Gözlerimi sıkıca kapattım. Yüreğimdeki bitmek tükenmek bilmeyen yangını söndürmek için derin bir nefes aldım. Elbette sönmedi, aksine daha da alevlendi. Sanırım Sena'dan ayrı nefes almaya devam ettikçe de sönmeyecekti. Ondan uzakta onun mutluluğuyla az da olsa rahat bir nefes alabilirdim. Sena'nın mutluluğunu görmek için Yavuz'un arkasından sessizce merdivenlerden çıktım. Kapının köşesine geçip Sena ile Yavuz'u görebileceğim şekilde durdum.

 

Sena elindeki William Shakespeare Othello isimli kitabını önüne bırakıp gülümseyen yüzüyle Yavuz'a bakıyordu. Ben gelmeden önce Yavuz kitabın konusunu sormuş olacak ki "Olayları sana detaylı anlatmayacağım ama kısaca şunu söyleyebilirim ki; Yaveri İago tarafından, karısı Desdemona'ya atılan iftiraya inanan Othello'nun karısını öldürmesini ve sonra da canına kıymasını anlatıyor." deyince Yavuz "Ne hakkında iftiraya uğruyor Desdemona?" diye sordu.

 

Konuşmayı yeni idrak ediyordum ve bu konuşma da bir gariplik vardı. Yavuz bu kitabı elli kez okumuştu. Konusunu ondan iyi bilen yoktu. Kitabın içerisinde geçen cümleleri ezbere söyleyebilecek kadar hakimdi kitaba. Hatta bende onun önerisi ile okumuştum. Ama şimdi haberi yokmuş gibi davranıyordu. Peki ama neden? Sena titrek bir nefes verdi. "İago, karısının onu aldattığını söyledi ve delil sundu." Ellerini çaresizce iki yana açıp "Othello'da karısını sorgulama gereği dahi duymadan İago'ya inandı ve karısını öldürdü." deyince Yavuz durgun bir sesle "Tıpkı senin gibi" dedi.

 

Gözlerim kocaman açılırken ondan bu çıkışı asla beklemediğimi her hücremde idrak etmemde saniyelerimi almadı. Yavuz, Sena'nın yaptığından dolayı ona kızgındı ve bunu dile getirmişti öyle mi? Benim için Sena'nın karşısında mı durmuştu yani? Dünyanın sonu gelmiş olmalıydı.

 

Sena mahcubiyetle başını öne eğerken Yavuz "Gerçi sen onun kalemini kırmak için delil görmeye bile gerek duymadın. Aras'ın sevgisine o kadar güvenmiyordun ki onun seni aldattığı fikrine hemen ikna oldun. Oysa ki Aras, senin ihanet ettiğini düşünmesine rağmen senelerce seni sevmekten vazgeçmemişti. Elinden masumiyetini alanın, hayatını çalanın sen olduğunu düşünmesine rağmen senden vazgeçmedi. Gerçeklerin açığa çıktığı gün senin neden cezaevine gelmediğini değil onun sana neden yalan söylediğini konuştunuz." dedi.

 

Derin bir nefes alıp "Günlüğüne her şeyi yazmıştın belki ama Aras senden de duymak isteyebilirdi, istemedi. Savcı geldiğinde ona inanmadı, neler olduğunu senden duymak istedi. Peki sen neden ondan duymak istemedin Sena?" diye sordu. Sesi yumuşak çıksada tınısındaki otorite fazlasıyla belliydi. Sena'nın alt dudağı seğriyince beni savunduğu için üzmüş olsa bile Yavuz'u orada boğmak istedim. Zaten kırgınlıklarla dolu olan yüreğine bir yenisi daha eklendiği için sinirlendim.

 

Sena gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra açtı. Gözleri dolsada ağlamasına engel olup çaresizlik dolu sesiyle "Pişmanım Yavuz, çok pişmanım. Ona güvenmediğim için çok pişmanım, sevgisinden şüphe duyduğum için çok pişmanım, bizi böyle bir sona mahkum ettiğim için çok pişmanım ama en çok da bebeğimizi öldürmeye kalktığım için pişmanım." derken dudaklarında acıdan oluşan gülümseme belirdi. "Senelerce sevdiğim adamı rüyamda görmek için Allah'a yalvarırken ondan bir parçayı yok etmeye kalktığım için çok pişmanım."

 

İçime oturan öküz boynuzlarını acımasızca böğrüme saplarken nefesim sıkıştı. İçeriye girip vazgeçmiştin dememek için kendimi zor tutuyordum. Duraksayıp titrek bir nefes alan Sena "Neyi fark ettim biliyor musun Yavuz?" diye sorunca Yavuz "Neyi?" diye sordu. Sena üst dişini alt dudağına geçirip iç çektikten sonra "Aslında ben o gün Aras'a değil kendime güvenmemişim. Aras gibi güçlü, istediği her şeyi elde edebilecek olan bir adamın çevresinde o kadar güzel, çekici, seksi kadın varken beni sevmesine kendimi ikna edememişim. Onun bende gördüğünü lanet hatayı yapana kadar ne yazık ki anlayamamışım." dedi.

 

Gözümden aşağıya süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. Nefesim ciğerlerimde donup kaldı. Kendimi nefes almaya zorladım. Güvensizliği bana değil kendineydi. Aslında özgüven dolu sert kabuğunun altında hala abisi dışında hiç bir erkeğin onu sevemeyeceğini düşünen küçük kız vardı. Selim'in onu sevdiğine inanıyordu çünkü Selim'in varı yoku Sena'ydı. Konu Aras olunca ise işler değişiyordu.

 

Bu da şerefsiz babasının suçuydu. Abisinin öldüğü dönemde hiç utanmadan, Sena'nın canının nasıl yanacağını düşünmeden "Seni seven son erkek de öldü bu saatten sonra seni sevecek birini bulamayacağın aşikar. Bu nedenle okulu bitirip benim uygun gördüğüm adamla evlenmeni istiyorum. Sevilmeyecek kadar zavallı olsan da evliliğin aile itibarımız için yararlı olabilir." demiş. Sena, abisini rüyasında gördüğü bir günün sabahı ağlayarak yanıma gelerek önce "Onu sevip sevmediğimi sormuş sonrasında da babasının söylediklerini anlatmıştı.

 

Küçük bir kız çocuğu gibi kollarımın arasında çaresizlik ve kırık kalple ağlarken onu sevdiğimi her söylediğimde sakinleşmiş göğsüme daha da sokularak kafedeki onca sese rağmen uyuyup kalmıştı. O gün anladım ki babası tarafından sevilmeyen kızlar her zaman yarım, her zaman eksikti. Babası tarafından sevilmeyen kızlar başkasının onu seveceğine ya inanmıyor, kendini böyle bir sevgiye layık görmüyor ya da değmeyen adamların kollarında hesaba oluyordu.

 

Ama Sena için bunlardan ikisi de geçerli değildi. Onun atladığı bir şey vardı ben onu seviyordum. Ben onu kendi canımdan vazgeçecek kadar çok seviyordum. Peki bu kadar sevmeme rağmen Sena'yı sevgime ikna edip sevgimi ona hissettirebilmiş miydim? Elbette hayır. Selim iken ona gösterdiğim sevginin yarısını Aras iken göstermeyi becerememiştim. Seneler önce aciz bir adamken onu sarıp sarmalarken onca gücüme kudretime rağmen Aras iken bunu başaramamıştım.

 

Belki de en başından beri onu sevmediğim fikrine ben sürüklemiştim. Onu sevmeme ihtimalimi zihninin derinliklerine yerleştirip canını ben yakmıştım. Selim'i hiç tanımazken bile ağzından çıkan tek kelime ile onun sevgisine inanan kadının senelerdir aşık olduğu adamın sevgisine inanmamasının başka açıklaması yoktu? Yaptığı hatanın sebebi babası ve bendim.

 

"Aras'ın senden başkasına bakma ihtimalinin olmadığını söylememe gerek yok sanırım Sena. Sen tekrar hayatına girmeden önce babanın söyledikleri yüzünden seni aklından, kalbinden, ruhundan silmek için başka kadınları kullandı. Çünkü şerefsiz baban yüzünden senin de aynısını yaptığını, erkeklerle gününü gün ettiğini düşünüyordu." Yavuz'un söylediklerini duyunca yumruğumu sıktım.

 

Piç kurusu Kahraman kızının sadece geçmişini mahvetmemiş geleceğini de çalmıştı. Önce onu ruhsal bir bunalıma sürüklemiş sonra beni elinden alarak delirmesini sağlamıştı. Bunca yaptığı yetmezmiş gibi bir de kızını orospu ilan edecek kadar aşağılık bir seviyeye düşmüştü. Bu yakıştırmaların bedelini ödeyecekti. Beynime, ruhuma ektiği nifak tohumları yüzünden Sena'yı haksız yere itham etmemin bedelini de ödeyecekti. Sevdiğim kadının canını hala yakabiliyor olmasının bedelini ödeyecekti. Ama önce Kulaksızı halletmem gerekiyordu.

 

Buruk bir tebessüm ile Yavuz'a bakan Sena "Biliyorum Yavuz. Aras'ın dünü, bugünü yarını benden ibaret. Ben nasıl onun için yaşıyorsam oda benim için yaşıyor, geçte olsa anladım bunu. Ama iş işten geçti ne yazık ki." durup derin bir nefes aldı. Dolan gözlerini silip gülümseyerek Yavuz'a bakarken çenesiyle tepsiyi işaret ederek "Sen bana ne diyecektin ya da sen bana ne getirdin diye mi sormalıyım." dedi. Elinde tuttuğu tepsiyi yeni fark eden Yavuz "Hay aksi konuşacağız diye bunları da soğuttuk. Neyse elin yanmadan yersin sende." derken tepsiyi Sena'nın önüne bıraktı.

 

Önüne bırakılan tepsiye bakan Sena akmaya hazır bekleyen gözyaşlarına bu sefer izin vererek bir kestanelere bir Yavuz'a baktı. Sesli bir yutkunma sonrasında "Bunu o mu aldı?" diye sordu. Nefesim boğazımda bilmediğim bir yere takılıp kaldı. Kalbimin gümbürtüsünü kulaklarımda duyabiliyordum. Unutmamıştı. Benim gibi o akşam olanları oda unutmamıştı.

 

Sıkkın bir nefes veren Yavuz "Benden duymadın. Aras aldı. Ve bana sorarsan Sena, Aras seni çok özledi." deyince Yavuz'un kemiklerini kırmayı aklımın bir köşesine not ettim. Ben, adama kestane aldığımı söyleme derken o gidip Sena'yı özlediğimi söylemişti. Demek ki Yavuz laftan anlamıyordu. Bu da demek oluyordu ki dayak yeme zamanı gelmişti. Sena geldiğinden beri kemikleri kırılmadan benim emirlerimi yerine getiremediği apaçık belliydi. Bende derdimi anlatmak için kemiklerini büyük bir zevkle kırardım.

 

Gözyaşları yanağından usulca aşağıya süzülen Sena beklentili gözlerle Yavuz'a bakıp "Emin misin?" diye sorunca Yavuz başını sallayarak "Eminim. Aras ile beraber büyüdük ve o bir şey söylese de başka bir şey ima ettiğini en iyi ben anlarım. Sana öfkeli olduğunu falan söylüyor ama yalan. Sadece.." deyip duraksadıktan sonra burnunu çekti. "Düşmanlarından kurtulması için ona zaman ver Sena."

 

Ben ona bambaşka şeyler söylemişken Yavuz kalbimden geçenleri biliyordu. Uzun zamandır onu geçiştirdiğimin, Sena ile ilgili hislerimden kaçtığımın, aslında Sena'yı affettiğimin ama bunu kendime bile yeni itiraf ettiğimin farkındaydı. Ancak düşmanlarımızla yaşadıklarımız yüzünden üzerime gelmiyordu çünkü hem düşmanlarımla savaşıp hem de kendi içimde savaşamazdım. Ne kadar güçlü olsamda Sena söz konusuyken bunu başaramazdım.

 

Sena biraz önceki konuyu kapatmak istercesine başını salladı. Yaşlarından bir tanesi tabağa düşerken eline kestane aldı. Dudaklarını birbirine sıkıca bastırıp içini çekerek ağlarken gözyaşını elinin tersiyle silip dudaklarını serbest bırakarak. "Biliyor musun Yavuz, o soğuk Ankara akşamında Selimle yediğim kestaneden sonra ilk kez bu akşam kestaneyi elime alıyorum. O gittikten sonra onunla yaptığım ne varsa hepsinden nefret ettim." dedi.

 

Ruhumun derinliklerinden bir şey koptu. Kalbim, ciğerlerimi tıkayan bir düğüm haline geldi. Yaşamaya dair bütün fonksiyonların durmuştu sanki. Sözlerinin ağırlığı boğazımı kuruttu, yutkunamadım. Gözümden aşağıya bir yaş daha süzülürken yaprak gibi titreyen kalbimle Sena'ya baktım. "Onun öldüğünü öğrendiğim gün toprağın altına giren o olsa da bende öldüm Yavuz. Sadece onun üzerine toprak attılar beni ise yaşamam için bu cehenneme."

 

Ölmüştüm. Sena'nın ağzından çıkan her kelime sonrasında ölmüştüm. İçimde bir şeyler darmadağın olmuştu ve toparlanması mümkün değildi. Bedenim amansız bir ateşin içinde kıvranırken gözümden akan yaşlara da yenisi ekleniyordu. Bedenim önce soğuk toprağın altına girmişçesine buz tuttu sonrasında da kor ateşe atılmış gibi yandı.

 

Bulanık gözlerle baktığım Yavuz yanağını aceleyle sildikten sonra titremesine engel olamadığı sesiyle "İkinizde öldünüz Sena. Anka Kuşu misali küllerinizden yeniden doğdunuz. Biriniz zebani olarak diğeriniz ise onu kurtarmaya çalışan melek olarak. Ama belki de atladığınız şey ne bir kurtarıcıya ne de kurtarılmaya ihtiyacınız olduğundur. Bilmeniz gereken tek şey sadece anın tadını çıkarmanız gerektiğidir." dedi.

 

Bir an sessiz kalıp düşünen Sena minnettar bir ifade ile Yavuz'a baktı. "Haklısın Yavuz. Biz birbirimizi bir kez kaybedince nasıl sevmemiz gerektiğini unuttuk. Elimizde var olanlara şükretmemiz gerektiğini onlarla mutlu olmamız gerektiğini hatırlamak içinse sanırım geç kaldık." dedikten sonra elini karnını götürüp okşarken "Babasını kaybettim ama elimdeki en değerli şeyle mutlu olup yetinmeyi bileceğime emin olabilirsin." dedi.

 

"Eminim Sena." diyen Yavuz'un sesinden gülümsediği anlaşılıyordu. "Ben çıkayım da sende 13 yıldır yemediğin kestanelerini ye. Onları da çok özlediğine eminim." deyince Sena'nın da gülümsemesi belirginleşti. Ani ruh değişimlerine artık şaşırmıyordum. Günlük hayatında da ağlarken bir anda kahkahalara boğulan bir insandı, Sena. Karnını severken "İyi geceler amcası, kestaneler ve diğer her şey için teşekkür ederiz." dedi.

 

"İyi geceler." dileyerek kapıyı kapatan Yavuz ile karşı karşıya geldik. Onları izlerken kapıdan çekilmeyi unutmuştum. Orada olduğumu biliyormuş gibi karşılaşmamıza en ufak bir şaşırma belirtisi göstermedi. Yüzünden Sena'ya söylediklerinin pişmanlığı okunurken kapıyı işaret etti. Kısık tuttuğu sesiyle "Belki sende onun yaptığı gibi Savcı'ya inanmak yerine neden sana güvenmediğini Sena'dan duymak istersin. Onu yargıladığın şeyi yapmadan önce kendinin de aynısını yaptığını fark edersin." dedi.

 

Sena'yı suçlu çıkarmak için değil benim orada olacağımı bildiği için yapmıştı. Sena bana güvenmedi diye kafamda kurduğum saçma sapan düşüncelerden kurtarmak için yapmıştı. Gözlerime diktiği meydan okuyan gözlerindeki şeytani parıltı artarken "Belki o zaman affettiğini sözcüklere dökmeyi becerirsin." dedikten sonra vereceğim cevabı beklemeden merdivenlere yöneldi.

 

Elini havaya kaldırıp "Depoya ben geçerim, sen evde kal. Sena zaten fazlasıyla korktu en azından kestanesini yiyip rahat bir uyku çekebilsin." dedi. Orada öylece durmuş Yavuz'un yüzüme vurduğu gerçekleri sindirmeye çalışırken "Öyle ölmem füze at." diye mırıldandım. Kaçmaya çalıştığım gerçekler enkaz gibi üzerime yıkıldı. Tek dayanağım Sena'nın bana güvenmemesiyken Yavuz elimden onu da almıştı. Şimdi Sena'dan nasıl uzak duracaktım? Sena'nın kapısına doğru yürüdüm. Her zaman yaptığımı yapıp elimi kapıya koydum.

 

Olabildiğince sessiz nefes alıp verirken Sena "Baban bizi unutmamış meleğim. Daha doğrusu bizi değil beni unutmamış çünkü eminim ki sen her an her saniye onun hem aklında hem de kalbindesindir. " derin bir sessizlik oluştu. Bir kaç saniye sonrasında da Sena'nın dudaklarından kaçan hıçkırığı duydum. "Biliyor musun? Yavuz Amcan kestaneleri getirene kadar babanın artık beni sevmediğini düşünüyordum. Ölümden dönüp yanıma gelmesine rağmen aramızdaki keskin duvarları görebiliyordum. Ama yanılmışım meleğim. O, beni hala çok seviyor ve benden nefret etmiyor."

 

Uzun zamandır mahrum kaldığı neşe bir kestane ile sesine düşmüştü. Ağlaması arasında keyfinin yerinde olduğunu belli eden sesli bir iç çekti. "Sen baban ile benim kestane maceramızı bilmiyorsun değil mi? Sırf ben ona küstüm diye gönlümü almak için" Oda da sanki başkası varmış da konuşmalarını duymasını istemiyormuş gibi sesini alçalttı. "Ki bana sorarsan küstüğüm için değil daha çok canım çektiği içindi." dedikten sonra sesini eski yüksekliğine döndürerek "Tabanlarımız şişene kadar kestane aradık." dedi.

 

Kabuklarını ayırdığı kestane sonrası kısa bir sessizlik oluşurken bende sessizce bekledim. Sonrasında Sena'nın ağzında kestane olduğunu belli eden sesi tekrar kulaklarıma doldu. "Ama böyle kısa oldu değil mi meleğim? Şimdi sen diyeceksin ki anne bu hikayenin başı nerede sonu nerede? Babamla tam olarak neler yaşadınız? Dur ben sana en başından anlatayım."

 

Yüzümde anlamsız bir tebessüm oluştu. Sena'nın bebeğimize bizi anlatması kalbimde daha önce hiç hissetmediğim bir şeye sebep oldu. Gurur, özlem, aile bağı, baba olma hissi.. Adına her ne deniyorsa o duyguyu iliklerime kadar hissettim. Ve bir kez daha fark ettim ki, ben Sena'ya köpek gibi aşıktım. Olmayacak bir hayalken bile onunla kuracağım ailenin hasretiyle yanıp tutuşmuştum. Ondan ölesiye nefret ettiğim günlerde bile içimde büyüyen aşkına engel olamamıştım. Kanımdaki zehir gibi her gün içime işlemesine engel olamamış onu kalbimin en derininde taşımıştım.

 

Yanına gidip onlara sıkıca sarılmaya cesaretim yoktu. Sen bu hayatta tanıdığım en güçlü kadınsın, benim senden başkasına bakma ihtimalim yok demeye cesaretim yoktu. Sena bebeğimize yaşadıklarımızı anlatırken hikayemizi ondan duymak için kapının önüne oturdum. Ayaklarımı ileriye doğru uzatıp kafamı da kapıya yasladım. Bir şeyler yoluna girene kadar birbirimizi kırmadan sevmeyi öğrenene kadar daha fazla yaklaşamazdık. Çünkü kanata kanata sevmeye devam edersek geriye biz diye bir şey kalmayacaktı.

 

Ayrılmayı beceremediğimize göre kanatmadan sevmeyi öğrenmek zorundaydık. Birbirimize yara değil yar olmak zorundaydık. Bu süre zarfında da uzak kalmaktan başka çaremiz yoktu. Hatalarımızı anlamadan, onlarla nasıl başa çıkabileceğimizi öğrenmeden hiç bir şeyi düzeltemezdik. Bizim hatalarımızın cezası da özlemekti. Ölmekle arasında sadece iki harf olan özlemek... Başımı kapıya yaslanıp nefesimi dahi sessizce alarak daha dün gece beni sarıp sarmalayan anıyı Sena'dan dinlemeye devam ettim.

 

**********

 

İçeriden gelen öğürme sesleri sonrasında gözlerim aniden açıldı. Kapının önünde uyuyup kalmıştım. Sızlayan ve uyuşan kemiklerimi umursamayarak olduğum yerden hızlıca kalkıp kapıyı açtım. Açık olan banyo kapısına doğru koştum. Sena klozetin önüne çökmüş midesindeki her şeyi çıkarmaya yemin etmişçesine kusarken arkasına geçtim. Bir elimle saçlarını kavrarken boşta kalan elimle de sırtına daireler çizmeye başladım. Bir kitapta kusmaya başlayan anneyi rahatlatmak için sırtına daireler çizerek yanında hissettirmenin önemli olduğunu okumuştum. Sakinleştikçe öğürme isteğinin yatıştığı yazıyordu.

 

Öğürmesi geçince saçlarından tutmaya devam ederek ayağa kalkmasına yardım ettim. Lavaboya geçip elini yüzünü yıkarken çöken göz altlarına baktım. Simsiyah halka çizmişlerdi. Yüzü çökmüştü. Hamile bir kadından daha çok tamda sürekli yüzüme vurduğu gibi tutsak bir kadına benziyordu. İçim burkuldu. Ona yaşattıklarım kalbime acımasız bir hançer misali saplandı. Yüzüne daha fazla bakmadan odadan çıktım. Kendi odama geçip Çağlar'ın mide bulantısı olursa kullanabilir diye verdiği ilacı çekmeceden aldım. Tam odadan çıkacakken aklıma gelen şeyle duraksadım.

 

Kusmaktan terlemişti. Terden sırılsıklam olan tişörtü ile daha fazla durmasına müsaade edemezdim. Kendi dolabıma doğru ilerleyip elime gelen ilk tişörtü aldıktan sonra odadan çıktım. Sena elinde havluyla perişan bir halde yatağın üzerinde oturuyordu. Bakışlarındaki bitkinlik canımı yakıyordu. Zaten dün olanlar onu çok yormuşken birde kusması iyice güçsüz düşmesine sebep olmuştu.

 

Derin bir nefes alıp yanına doğru yürüdüm. Elimdeki tişörtü yatağın üzerine bıraktım. Sena'nın üzerindeki tişörtün uçlarına uzanınca irkilerek bana baktı. İçim titredi. Benden korkmuş muydu? Benim ona zarar vereceğimi mi düşünmüştü? Boğazımdaki yumrudan kurtulmak istercesine güçlükle yutkundum. Düşüncelerimi ona belli etmemeye çalışarak "Çok terlemişsin. Böyle kalırsan üşütürsün, üzerini değiştirelim olur mu?" diye sordum. Başını salladıktan sonra tişörtünü çıkarabilmem için kollarını yukarı kaldırdı.

 

Uçlarından tuttuğum tişörtü tek hamleden çekip çıkardım. Hala sırılsıklam olan sırtını elimde tuttuğum tişörtle sildikten sonra ayak ucuma doğru bıraktım. Yatağın üzerindeki diğer tişörtü boynundan geçirince Sena'da kollarını geçirdi. Tişörtün içinde kalan saçlarını çıkardım. Üzerindeki tişörte göz ucuyla baktıktan sonra başını kaldırıp gözlerime bakarken "Teşekkür ederim ama kendi tişörtüm vardı." dedi. "Bunu giymeni istedim, bunu getirdim." cevabını verdikten sonra konuyu değiştirmek için yatağın üzerinde duran bulantı ilacını ona doğru uzattım.

 

"Çağlar vermişti. Sabah bulantın olunca kullanman için. Bu sabaha kadar olmayınca bende vermemiştim ama bundan sonrasında ihtiyacın olabilir." dedim. Uzattığım ilacı aldı. Yüzüme bakmadan "İlaç içinde teşekkür ederim. Ayrıca." deyip duraksadı. İşaret parmağı ile alnını kaşıdıktan sonra başını kaldırıp yüzüme baktı. "Biraz önce senden korkmadım. Bir an için öyle anlaşıldı ama dalmışım. Dün yaşananlar, içim dışıma çıkana kadar kusmam, kaybetme korkusu ağır geldi sanırım." deyince sıkıntıyla başımı salladım.

 

Bizim sorunumuz buydu işte. Birbirimizi dinlemeden, niyetinin ne olduğunu anlamadan kesin hüküm vermek. Sena dün yaşananlara dalmışken ben onun benden korktuğunu düşünmüştüm. Benden neden korktuğunu anlamaya çalışmıştım ama Sena'ya iyi misin diye ya da ne oldu diye sormak aklıma bile gelmemişti. Tıpkı onun aklına beni aldattın mı diye sormak gelmediği gibi. Gerçi ben bu konuda ona göre daha masumdum. Ben çoğunlukla sorgulayan taraftım. Ama benim sorunum sorgulama sonrasında kendi istediğime inanmaktı. Karşımdakinin ne dediği umurumda olmuyordu.

 

Cebimde çalan telefonun sesiyle irkilirken Sena'dan bakışlarımı çekip telefonu cebimden çıkardım. Yavuz'un adını görünce depodaki adamla ilgili bir gelişme olduğunu düşünerek cevaplamak için dışarı çıkıyordum ki Sena "Aras." diye seslendi. Olduğum yerde durup ona baktım. Bakışları titredi. "Bunları bebek için yaptığını biliyorum. Aklımda beni affettiğin ile ilgili bir şeyler oluşmadı ve yaptıkların için teşekkür ederim." deyince ruhum bir el tarafından acımasızca sıkıldı. Ben bunları bebek için değil onun için yapmıştım.

 

Artık daha fazla ne bu yanlış anlaşılmaya ne de ona olan hasretime dayanamazdım. Onun üzülmesine izin veremezdim. Öfkesi, planı programı şu anda benim için sona ermişti. Konuşmamız mı gerekiyordu şimdi konuşacaktık, sorunlara çözüm bulup birbirimizi anlamamız mı gerekiyordu şimdi anlayacaktık. Bu siktiğimin hasreti şimdi sona erecekti. "Sena ben.." derken elimde tuttuğum telefon tekrar çaldı. Ekran da Yavuz'un değil Yalçın'ın adı yazınca kaşlarım çatıldı. Birisi arıyorsa sorun var demekti ama ikisi arıyorsa büyük bir sorun var demekti. Sena'ya son kez bakıp odadan çıktım.

 

"Söyle Yalçın."

 

"Abi acil galeriye gelmen lazım. Konuşmamız gereken bir mesele var."

 

Merdivenlerden inerken "Konu?" diye sordum. Dün sorgulanan adam ile ilgisi olsa beni depoya çağırmaları gerekirdi galeriye çağırdıklarına göre konu bambaşka olmalıydı. Telefonda kısa süren sessizlik sonrası Yalçın soluğunu verirken "Avukat abi. Konu Avukat Hanımla ilgili." yanıtını verdi. Sena ile ilgili ne gibi bir şey olmuş olabilirdi? Söyleyecekleri her neyse daha duymadan sinirlerimi tepeme çıkarmıştı. Telefonda anlatılamayacak bir konu olduğunu bildiğim için daha fazla sorgulamadan arabaya binip galeriye geçtim.

 

Galerinin kapısından girip hızla odaya ilerledim. Kapıyı açarken "Evet sorun nedir?" deyince Yavuz ile Yalçın birbirine baktı. İkisi, öğrencilerin öğretmenler odasının önünde yaptığı sen konuş, hayır sen konuş kavgasını gözleriyle yaparken bende koltuğu çekip oturdum. Elimi masanın üzerine uzatarak sert sesimle "Sorun nedir?" diyerek sorumu tekrarladım. Yavuz oturduğu koltuktan doğrulup ceketini çekiştirdikten sonra derin bir sesli bir nefes verdi.

 

"Abi, Savcı suç duyurusunda bulunmuş?" Kaşlarım çatılırken merakla yüzüne bakmaya başladım. Savcı'nın benim hakkımda suç duyurusunda bulunması normaldi ama bunun Sena ile olan bağlantısını hala anlayamamıştım. "Sena'nın senin evinde zorla tutulduğunu, senin onu kaçırdığını söylemiş. Hatta evliliğinizin bile zoraki olduğunu eklemiş iddianamesine." deyince alev alev yanmaya başlayan gözlerimi kapattım. Masanın üzerindeki elimiyse öfkeyle sıktım.

 

Kırılacakmış gibi sert sıktığım dişlerimin arasından "Lan biz bu piç kurusunu daha bir ay önce vurmadık mı? Bu cesareti nereden geliyor?" dedikten sonra daha fazla kendime hakim olamayarak elimi öfkeyle masaya vurdum. Yavuz gömleğinin yakalarını çekiştirip bilmiş bir ifade ile bana baktı. "O gece öldürelim demiştim. Beni dinlemedin al.." derken keskin çıkan sesimle "Yavuz, kes sesini." diye bağırdım. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdıktan sonra arkasına yaslandı.

 

Odaya girdiğim andan beri sessiz olan Yalçın "Abi sözün özü yengenin ifadesini almamız lazım ama bunun öncesinde biz Sena'nın kendi istediği ile adliyeye gitmesinin daha doğru olacağını düşündük." derken Yavuz'a baktı. Benim bakışlarımda Yavuz'a kayarken Yavuz başını sallayarak Yalçın'ın söylediklerini onayladı. Koltuğun kolçağına dirseğimi dayayıp elimi yüzümde düşünceli bir şekilde gezdirmeye başladım.

 

Sena'yı dün olanlardan sonra oraya gönderemezdim. Savcı, şerefsizine zerre güvenmiyordum. Zamanlamaya bakarsak da bunun onun tuzağı olması muhtemeldi. Sena'yı böyle bir bilinmezliğin içine atamazdım. Cezaevine gireceğimi de bilsem onu o evden dışarıya çıkaramazdım. Gerçi orada da tam olarak korumayı becerdiğim söylenemezdi.

 

Düşüncelerimi anlayan Yavuz "Aras, Kadir yanında olacak. İstersen bende giderim. Onun dışında da zırhlı bir araç ile gidip gelmesini sağlayacağız. Bir ordu adamla gidip gelecek, güzergahları ise kontrol altında tutarız. Böylece yolda bir şey olmasına izin vermeyiz." deyince Yalçın lafa atlayarak "Abi adliye ayağı da bende. Yığarım bizim çocukları kapının önüne. Savcı'nın kalkıp da kendi odasından bir şey yapacak hali yok ya. Şu işi sana sıçramadan halledelim. Kulaksıza vermemiz gereken enerjiyi Savcı'ya vermeyelim." dedi.

 

Savcı'nın odasında da zarar gelmeyeceğinin garantisi yoktu. Onunla gitmeliydim. Ama Sena'nın, Savcı şerefsizinin karşısında yerle bir olacak gururunu da düşünmek zorundaydım. Eğer adliyeye kendi ayakları ile gitmezse Savcı'ya kazandığını ispatlamış olacaktım ve ben buna izin veremezdim. Senelerce türlü zorluklardan geçerek elde ettiği itibarını o şerefsizin yıkmasına müsaade gösteremezdim.

 

Tek çare Yalçın ile Yavuz'un dediğini yapıp Sena'nın gitmesine izin vermekti. O kadar koruma varken kılına zarar gelmesi mümkün değildi. Yalçın ve Yavuz ona bir şey olmaması için gereken bütün tedbiri alırdı. Hem Sena'ya hem de Yavuz ile Yalçın'a güvenip inanmaktan başka çarem yoktu.

 

Sena'nın yanında gitmek istesem de gidemezdim. Onun böyle şeylerle tek başına başa çıkmak istediğini biliyordum. Benim varlığım onu rahatlatmak yerine aksine daha da gerilmesini sağlayacaktı. Savcı ile yapacağı konuşmada dik durup akıllıca hareket etmek yerine benim ne zaman Savcı şerefsizinin gırtlağına çökeceğimi düşünmeye kafa yoracaktı. Sena için işleri kolaylaştırıp geri planda durmak en mantıklı olandı. Çünkü benim kadınım tek başına da Savcı'nın hakkından gelirdi.

 

Ciğerlerime çektiğim havayı yanaklarımı şişirerek geri verdim. "Tamam dediğiniz gibi olsun Sena'yı sağ salim götürüp geri getirin bana. Ayrıca da evde benim odadaki çekmece de Sena adına kayıtlı ruhsatlı silah var. Söyleyin onu da yanına alsın. Ha bir de biber gazını da." dedim. O odaya onu tek başına gönderemezdim. Yalçın "Tamam abi. İzninle telefon görüşmelerini halledip geleyim." diyerek önce ayağa kalktı sonra da odadan çıktı. Bakışlarımı Yavuz'a çevirdim. "Ele geçirilen adamlardan bir şey çıktı mı?"

 

Huzursuzca burnunu kırıştırdı. "Hepsinden ezberletilmiş gibi aynı cümleler döküldü. Kulaksızın kod adının Kartal olması dışında bir şey bilmiyoruz. Buda yeni bir bilgi değil zaten. Onları kimin tuttuğunu ya da kimin için çalıştıklarını sorguladığımızda da operasyonun başındaki adam dışında tanıdığımız kimse yok, dediler. Başındaki adamı da biz zaten öldürmüşüz." deyince öfkeyle soludum. Her şey tersine gidiyordu. Nereden tutarsak tutalım elimizde kalıyordu. Kulaksız şerefsizine ulaşmanın yolunu bir türlü bulamıyorduk.

 

Bu işi kökünden halletmem gerekiyordu. Madem ben yeterli bilgiye ulaşamıyordum benden çok daha tecrübeli ve çevresi daha geniş olan birine gidecektim. Sokakların dilini benden daha iyi bilen babaya. Bir ihtimal olsa da Kartal kod adını daha önce duymuş olabilirdi. Büktüğüm parmaklarımı masaya vurup olduğum yerden kalktım. "Ben çıkıyorum Yavuz bir şey olursa ararsın." dedikten sonra odadan çıkıp merdivenlerden hızla inmeye başladım.

 

Arkamdan "Abi" diye bağıran Yavuz'un sesini duyunca durmadan "Sonra Yavuz." cevabını versem de Yavuz "Abi önemli" deyince olduğum yerde durdum. Öfkeyle arkamı dönüp "Bitmedi bugün siktiğimin önemli konuşmalarınız bitmedi. Hayatımı siktiniz ama hala anlatacaklarınız bitmedi." diye söylenirken merdivenlerden inip yönümü çardağa çevirdim. Benim geldiğimi görünce çardağın içi de etrafı da boşaldı.

 

Arkamdan gelen Yavuz çardakta ki sedire oturdu. Oturmam için yüzüme baktı. Oturmadığımı görünce konuşmaya başlayarak "Abi, Çağlar istedi seninle konuşmamı. Dün bir konferans için Londra'ya gitmiş o yüzden de benim sana iletmemi istedi." deyince neden bizzat bana söylemediğini sorgulasamda aklıma dün yaşananlar geldi. Sena'nın yanında olduğum için beni rahatsız etmek istememiş olmalıydı. Bu detaydan sıyrılıp kuru bir sesle "Anlat." dedim.

 

"Çağlar, Sena ile arandaki konuyu biran önce halletmeniz gerektiğini söylüyor. Sena'nın son ultrasonu pek iyi çıkmamış ve Çağlar durumun giderek kötüleşmesinden korkuyor." deyince zaten boğucu olan hava boğucu bir hale geldi. Benim yüzümden bebeğim zarar görüyordu. Benim yüzümden annesi zarar görüyordu. Bu saatten sonra sikerler inadını diye iç geçirdim. Sabah aldığım kararda da ne kadar haklı olduğumu bir kez daha görmüştüm. Sena'nın yanına gidecek ve ondan özür dileyecektim. İki medeni insan gibi konuşup sorunlarımızı halledebilirdik. İkimiz de bunu yapabilecek olgunluktaydık.

 

"Tamam, başka bir şey var mı?" diye sorunca Yavuz ters bir bakış attı. Yüzündeki kaslar kasılınca Sena'nın adliye işi öncesi dikkatini dağıtmamak için açıklama yapmak gözüme makul göründü. "Akşama alırım Sena'nın gönlünü oldu mu?" dedim. Gözleri kocaman açılırken ağzı da şaşkınlıkla aralandı. Sonrasında gözlerini kısıp ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme baktı. "Sen ciddisin. Gerçekten affettin Sena'yı." diyerek tespitini yapınca üst dudağımı dişlerimin arasına alıp başımı salladım.

 

"Gayet ciddiyim Yavuz. İkimizde birbirimize daha fazla zarar vermeden durmamız lazım. O yüzden önce bir işim var onu halledip oradan da Sena'nın yanına gidip evliliğimi yoluna koyacağım. Annesi ve bebeğim için olması gereken neyse bu saatten sonra o olacak." dedim. Dudaklarında büyük bir gülümseme belirirken sevinçle "İşte bu be!" diye bağırdı. Mutlulukla ayağa kalkıp "Abi en doğru kararı vermişsin. Çok uzamıştı bu küslük." dedi.

 

Gözleri kısma sırası bendeydi. Kıstığım gözlerle ona bakıp "Yengeci sahtekar seni." dedim. Yüzündeki gülümseme dişini gösterir bir boyuta geldi. Cebindeki telefon çalınca 32 diş olan sırıtması ile telefonu çıkardı. Telefonu kulağına götürüp dinlerken yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Karşısındaki kişinin ne söylediğini duyamasam da Yavuz cevap olarak "Tamam ben Sena'nın haberi var, gidip alın." dedikten sonra telefonu cebine koydu. Sena'nın güvenliği ile ilgili ayarlamaları yaptığı belliydi.

 

"Korumayı tam sağlayın Yavuz ben şimdi gidiyorum bir şey olursa da haber verin." deyip daha fazla vakit kaybetmemek içim arkamı dönüp çardaktan çıkıyordum ki "Nereye?" diye seslendi. Sakin kalmak için derin bir nefes aldım. Başaramadım. İki yüz verdiğimde kıçı başı ayrı oynayarak bana hesap sorduğu için sakin kalmayı beceremedim. Bütün bahçeyi inleten sesimle "Cehennemi dibine Yavuz gelecek misin?" diye bağırdım.

 

Yüzünde gevrek bir gülümseme oluşurken "Olur abi gelmediğim bir orası kalmıştı ardından oraya da gelirim." deyince sıktığım dişlerimin arasından "Yavuzzz" diye bağırıp hışımla üzerine yürüdüm. Yüzünde artan gülümsemesi ile bir kaç adım geriye atıp ellerini havaya kaldırdı. "Tamam sustum."

 

Cebimdeki telefon çalınca parmağımı ona sallayıp "Senin defterini sonra düreceğim." dedikten sonra telefonu açıp araca geçtim. Arayan kuyumcuydu. Bebek için ve Sena için yaptırmak istediğim özel künyelerin hazır olduğunu haber vermek için aramıştı. Aslında bunları isteyerek değil Hamdi Babanın torunu olacağını duyduktan sonra bana kurduğu baskılar sonucunda yaptırmıştım. Baba tarafından hem anneye hem de bebeğe künye yaptırmak onların adetiydi.

 

Bende bebeğin ismi yazmasa da bebek için bir tane Sena için de ikimizin adı yazan başka bir tane künye yaptırmıştım. Hazır olan künyeleri almak için önce kuyumcuya uğradım. Öncelik işimin Hamdi Baba olmasını istememe rağmen barışma sonrası Sena'ya hem bebeğimiz hem de onun için yaptırdığım hediyeyi vererek mutlu etmek bir anlığına daha cazip gelmişti. Onca mutsuzluğun üzerine böyle bir mutluluk hak ediyordu. Bende babalardan önce kuyumcuya uğradım.

 

İçeri girerken kuyumcunun vitrininde duran gerdanlık seti dikkatimi çekti. Pırlantadan oluşan setin içerisindeki siyah işlemeli zümrütler ağırlığına ağırlık katıyordu. Böyle bir parçanın Sena'nın boynunda ne kadar zarif duracağını hayal ettim. Çok yakışacağı kesindi. Künyeleri alırken gelinliğinin üzerine takması için gerdanlık, küpe setini de aldım.

 

Kuyumcudaki işimi hallettikten sonra Hamdi Babalara sürdüm. Evin önüne gelince arabayı bırakıp eve doğru yürüdüm. Kapı çalmadan açılırken Esma Ana sarılmak için bana uzandı. Kollarını sıkıca boynuma dolarken "Hoş geldin oğlum." deyince bende aynı şekilde sarılıp "Hoş bulduk ana" dedim. Esma Ana bir süre sonra bırakınca içeriye Hamdi Baba'nın yanına geçtim. Koltukta her zamanki gibi bütün heybeti ile oturan Hamdi Babanın elinden öperken oda omzuma vurup "Hoş geldin evlat." dedi.

 

"Hoş bulduk baba."

 

Karşısındaki koltuğa oturunca yüzüme merakla bakarken "Hangi rüzgar attı seni buraya? Dünkü mesele yüzünden mi geldin?" diye sorunca başımı salladım. Aslında buna rüzgar değil kasırga denirdi. Bebeğimi benden almaya kalkan kasırga... Derin bir nefes alarak aylar öncesindeki operasyonlardan başlayıp son yaptığımız operasyonlara kadar hepsi anlattım.

 

Cümlelerimi "Baba, benimle bizzat uğraşabilecek, Kahraman ve Savcı dışında aklına birisi geliyor mu? Yavuz, Savcı tarafından alıkoyulduğu zaman oradaki itlerden sorunlarının bizzat benimle olduğunu duymuş." diyerek bitirdikten sonra derin bir nefes verdim. "Baba bu şerefsiz her kimse bebek, kadın ayrımı yapmadan saldırıyor. Sorununu ben ya da Yavuz ile değil bebeğimle ve Sena ile halletmeyi kafaya koymuş."

 

Beyazlamış sakallarını sıvazlarken düşündü. "Bu adamla ilgili hala elinizde elle tutulur hiç mi bir şey yok mu Aras?" diye sordu. Aklıma aylar önce Devran'ın parmaklarını kopardıktan sonra verdiği isim geldi. Son baskın sonrası diğer adamlar da bu adı vermişti. Ayrıca da bana gönderdiği notta yazan yazı vardı. Tabi buna ne kadar elle tutulur diyebilirsek. "Var baba. İlk olarak gelen notta kaybettiğim bir cana kaybedeceğin bir can demiş, yani biz bu adamın canını yakmışız. İkinci olarak da Kod adı Kartalmış."

 

Hamdi Baba yerinden hızla doğrulurken şaşkınlıkla "Kartal mı?" diye sordu. Neden bu kadar şaşırdığına anlam veremezken "Evet baba Kartal. Yoksa kim olduğunu biliyor musun?" diye sordum. Gözlerini benden kaçırdı ve adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü yutkundu . Daha öncesinde görmediğim kadar tedirginleşerek bakışlarını yerdeki halıya sabitledi ve öylece durdu.

 

Keskin çıkan sesimle "Bir açıklama yap.." derken Hamdi Babaların kapısında bekleyen Kemal içeriye koşarak girdi. Aldığı sık nefeslerinin arasında bana baktı. "Abi yenge. Yenge sinir krizi geçiriyormuş. Yavuz abi seni aramış ulaşamamış. Kapıyı kilitlemiş kimsenin girmesine izin vermiyormuş. Yavuz Abi ile Yeliz Hanım kendisine zarar vermesinden korkuyor."

 

Olduğum yerden hızla kalksam da bacaklarım korkuyla titredi. Ne olmuştu da Sena sinir krizi geçirecek kadar kötü olmuştu? Kim yakmıştı canını? Kim kırmıştı kanadını? Ben yaralarını sarmaya hazırlanırken daha büyüklerini hangi piç kurusu açmıştı? Onu, o evden çıkarmayacaktım, canını yakmalarına izin vermeyecektim diye kendime kızarken bahçeden koşarak çıktım..

 

Yüreğimdeki korku yüzünden kalbim yağmurda kalan kuş edasıyla titriyordu. Sena'nın kendisine bir şey yapması fikri bile damarlarımdaki kanın çekilmesine sebep oluyordu. Ama biliyordum. Sena yapmazdı. Benim Sena'm bu kadar pişmanken bebeğimize zarar verecek bir şey yapmazdı. Arabaya geçince gazı kökledim. "Sena'm ben gelene kadar dayan. Ben her şeyi düzeltene kadar dayan."

 

SENA NE OLDU DA BU HALE GELDİ? NEDEN BÖYLE KÖTÜ OLDU? HEPSİ VE DAHA FAZLASI AZZ SONRAAA..😂😂AHH AHH SULAR BİR TÜRLÜ DURULMUYOR. TAM SENA İLE ARAS DÜZELDİ DİYORUZ SÜRPRİZ YUMURTADAN ÇIKAR GİBİ YENİ BİR SORUN ÇIKIYOR.

 

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ CANLAR? 🥰 ARAS ARTIK KENDİNİ SORGULAMAYA BAŞLAYIP HATALARINI GÖRDÜĞÜNE GÖRE TAM OLARAK DÜZELİR Mİ NE DERSİNİZ?🥳🫣🤭

Bölüm : 07.11.2025 22:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...