
SENA'NIN AĞZINDAN
VURULMANIN OLDUĞU GÜN AKŞAM ÜZERİ
Selim ile tanışma yıl dönümümüze tam bir hafta vardı. Ve her yıl yaptığım gibi bu yıl da mezarına gidip üzerini masmavi çiçeklerle kaplayacaktım. Okyanus gözlümün en sevdiği renkti mavi. Artık mavi gömlek giyemiyordu belki ama ben onu her yıl olduğu gibi bu yılda mavisiz bırakmayacaktım. Bu yılda gidip ondan özrümü dileyecek toprağına sımsıkı sarılacaktım. Her yıl yaptığım gibi 1 saat onun koynunda uyuyacaktım.
Biliyordum. O beni görüyordu. Benim orada ki varlığımı hissediyordu. Ben onun tenini kokusunu hissedemiyordum ama o benim tenimi, kokumu hissediyor, sesimi duyuyordu. Belki de onun için bunca zamandır döktüğüm göz yaşlarına kızıyordu. Çünkü ona defalarca anlattığım gibi ben onu bırakmamıştım, bırakmak zorunda kalmıştım. Ondan asla vazgeçmemiştim ve vazgeçmeyecektim. Hayatıma bunca zaman kimseyi almamamın sebebi de buydu. Selim benim dünyamdı. Onsuz nasıl yaşanır bilmiyordum. Açıkçası bilmekte istemiyordum.
Lakin bu sefer içimde bir burukluk vardı. Ben senelerce Selim'in yanına yüreğimde sadece onun sevdasıyla gitmiştim. Ama bu sefer kalbimin içinde ondan başkasına da yer vardı. Aras Yiğitsoy'a. Aras ile olma ihtimalimiz hiçbir zaman olmayacaktı ancak onun içimdeki varlığını da inkar edemezdim.
Acaba Selim'e, Aras'ı söylesem bana kızar mıydı? Onun hayatı gençliğinin baharında ellerinden alınmışken benim kalbimde baharlar açtıran bu aşka kızar mıydı? Ya da onu unuttuğumu düşünüp üzülür müydü?
Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Bir tarafımda ruhu siyahtan daha siyah olan Aras diğer tarafımda ise masumiyeti bütün kainatı aydınlatmaya yetecek olan beyazdan daha beyaz Selim. Ve bir ölü ruha sahip ben.
Daha fazla düşünmemek için bakışlarımı Aras çevirdim. Cam olan oda kapımdan onu net bir şekilde görebiliyordum. Yine dalgındı. Eli çenesinde bir şeyler düşünüyordu. Son bir haftadır hep böyleydi.
Arabada kaldığımız günün sabahında yanımdan kaçarak gitmişti. Eve geçince onu aradığımda ise telefonunu meşgule atmıştı. Ancak kendisinde hiç beklenilmeyecek şekilde "Avukat, sabah işim çıktı, sen uyanmadan gitmem gerekti. Muhtemelen neler olduğunu öğrenmek ve nasıl olduğumu sormak için aradın. İyiyim." yazan bir mesaj atmıştı.
Bu hareketine saatlerce şaşırsam da asıl büyük şaşkınlığı galeriye gelince yaşadım. Aras, bana eskisi kadar düşmanca bakmıyor, sürekli laf sokmaya fırsat kollamıyordu. Hatta onu bazı zamanlar arkasına yaslanmış bir dirseğini koltuğa dayamış diğer eliyle de kalem oynar halde bana bakarken yakalıyordum. Bunun göz yanılmasını olduğunu düşünsem de bu durumun sıklaşmış olması tezimi çürütüyordu.
Bu davranışları yüzünden her gün "Acaba o gece söylediklerimi mi duydu?" diyerek kendimi yesem de duyduğuna dair de en ufak bir belirti görememiştim. Hala mesafeliydik ama değildik de. Garip bir durumdu.
Başımı kaldırınca her zaman olduğu gibi şimdi de Aras ile göz göze gelmiştim. Bakışlarını hızla kaçırdı. Son zamanlarda sürekli olduğu gibi bana bakarken beni çözmeye çalışıyordu. Bu sefer bana neden böyle baktığını sormak için odasına gitmeye karar verdim. Yerimden kalkmaya niyetlendiğim esnada telefonum çaldı.
Arayanın Esma Anne olduğunu görünce içimi kaplayan huzurla "Efendim Esma Anne" diyerek telefonu açtım. "Kızım Yavuz hastaneden çıktığı için akşama ailecek bir yemek yiyelim, bu güzel olayı hep beraber kutlayalım istiyorum. Yeliz kızımı da al akşam bize gel" deyince "Tamam Esma Anne" dedim. "Tamam kızım" dedikten sonra konuşmama müsaade etmeden telefonu yüzüme kapattı.
"Bunlar ailecek böyle anlaşılan. Kendi söyleyecekleri bitince telefonu şak diye kapatıyorlar." diye mırıldanırken gözüm masanın üzerindeki saate takıldı. 16: 00 olduğunu görünce eve geçip hazırlanmaya karar verdim. Çantamı toparlayarak eve geçmek için odamdan çıktım. Çalışma masasındaki Aras bir eli çenesinin altında diğer elindeki kalemi döndürerek pencereden dışarıyı seyrediyordu. Yüzü her zamanki gibi katıydı. Bir insan dışarıda akan hayatı izlerken bile nasıl bu kadar ifadesiz olabiliyordu, anlamıyordum.
Odasının önüne gelip kapısını tıklatınca dalgın bakışları beni buldu. Kapıyı açıp "İznin ile ben çıkıyorum. Burada yapacak bir işim yok. En azından biraz erken gidip Esma Anneye yardım etmek istiyorum." deyince "Tamam Avukat." diyerek bakışlarını dışarıya çevirdi.
Son bir haftadır olduğu gibi yine benimle uğraşmamıştı, bana laf sokmamıştı, iğneleyici ne bir bakış ne de bir cümle ile karşılık vermemişti. Tek yaptığı ya beni izlemek ya da sürekli Karadeniz'de gemileri batmış gibi bir şeyler düşünmekti. Ha bide bitmek tükenmek bilmeyen telefon görüşmeleri vardı. Konuştuğu kişilerin kim olduğunu ölesiye merak ediyordum.
Ayrıca bu hali de fazlasıyla canımı sıkıyordu. Bu tavır, bu bakış, bu konuşma hiç biri benim tanıdığım Aras'a ait değildi. Bu halini tek kelime ile anlatmak gerekirse; garipti. Acaba 3 ay ömrünün kaldığının haberini falan mı almıştı? İçimdeki ses "Allah korusun" derken "Amin" diye mırıldandım. Ancak bu durumun başka bir açıklaması olamazdı. Bu adamın başka bir nedenden değişmesi mümkün değildi. Tedirginlik dolu sesimle "İyi misin? Kötüysen yanında kalabilirim? Tabi sende istersen." diye sordum.
Bana bakmadan "İyiyim Avukat. Çık sen." diyerek kestirip attı. Neyi olduğunu merak etsem de daha fazla üzerine gitmemek için çaresizlik içinde "Peki o zaman, dediğin gibi olsun." dedikten sonra kapıyı kapatıp galerinin çıkışına yürüdüm.
Kapıda hazır bekleyen Kadir'in açtığı arabanın kapısından bindim. Yol boyunca ne kadar düşünmek istemesem de aklım Aras'ın dalgın halinde kaldı. Zaten aklımdan bir türlü çıkmayan adam şimdi beynimin tamamını ele geçirmişti.
Eve girince hızla üzerimi değiştirip saçımı at kuyruğu yaparak mutfağa indim. Akşama elim boş gitmemek için pasta yapmaya karar vermiştim. Üniversite dönemlerimde kafa dağıtmak amacıyla Yeliz'in ısrarı ile pastacılık kursuna katılmıştım. Sonrasında pasta yapmak aşırı hoşuma gitmiş hatta okulu bırakıp pastacı olmayı bile düşünmüştüm. Tabii Yeliz buna kati suretle karşı çıkmış ve beni kararımdan döndürmüştü. Bende artık hobi olarak pasta yapıyordum.
Gerekli olan bütün malzemeleri çıkarıp tezgahın üzerine koydum. Ancak hala pastayı neyli yapmam gerektiğine karar verememiştim. "Acaba Aras neyli pasta sever?" diye mırıldanırken aklıma Yavuz'u arama fikri geldi.
Elime aldığım telefondan Yavuz'un adını tuşladım. İkinci dıt sesi sonrasında Yavuz'un "Efendim Sena Hanım" diyen sesini duyunca içimi bir huzur kapladı. Vurulduğu günden bu yana ne zaman Yavuz ile konuşsam bu his hep içimdeydi. Yaşadığını bilmek içimi tarifsiz bir mutluluk ve huzurla kaplıyordu.
Gülümseyen sesimle "Aramız çok yakın olduğu için hanım ile beyi kaldırdık diye hatırlıyorum. Aras'a öyle söylemiştiniz sanki." dedim.
Gülümsememe aynı şekilde karşılık vererek "Ah affedersin Sena. Evet seni dinliyorum." deyince "Ya ben pasta yapacağım da." durdum. Yanaklarımı şişirerek oflar gibi nefes verdim. Bir cesaret adamı aramıştım ama şimdi liseli ergenler gibi Aras nasıl pasta sever ona göre yapayım nasıl diyecektim. Aklıma gelen ilk fikri sunarak "Esma Anne nasıl sever bilemedim. "dedim.
Telefonun ucundaki Yavuz'un gülmesi artarken kinaye dolu sesiyle "Esma Anne nasıl sever bilemediniz öyle mi? "dedi.
Her zaman olduğu gibi yine yeniden Yavuz'a rezil olmuştum. Bu adama rezil olmadığım hafta var mıydı acaba? Galiba yoktu. Sesimi tek düze tutmaya çalışarak "Evet, aynen öyle." diyebildim.
Gülmesini bastırmaya çalışken "Aras yani Esma Anne, meyveli sever." deyince "O ruhsuz dünyasında nasıl da meyvelerin dans ettiği rengarenk bir şeyi sevebiliyor. Desenize Aras'ın da renkli bir tarafı varmış." cümleleri dudaklarımdan dökülüverdi. Ne söylediğimi anlamamla kocaman olmuş ağzımı elimle kapatmam bir oldu. Ancak her şey için çok geçti. Söz her zaman ki gibi ağzımdan çıkmıştı bir kere.
Gözlerimi utanç içinde kapatırken Yavuz'un "Bu konuyu konuşmanız gereken kişi ben değilim sanki. Bunu akşam Esma Anne ile konuşursunuz." diyen kinaye dolu sesi kulaklarıma doldu. Esma Anneyi ayrı bir tonlamada söylemişti. Yavuz'un bu tepkilerine bakınca bazen bu adamın hislerimi bildiği halde benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını düşünmüyor da değildim. Sanki bu hallerimden zevk alıyordu.
Kaybolan sesimi güçlükle bulup "Ben teşekkür ederim. Şimdi kapatsam iyi olacak." diyerek Yavuz'un vereceği cevabı beklemeden yüzüne kapattım. Rezilliğime daha fazla rezillik eklemiş olsamda Yavuz ile konuşup daha da pot kırmanın anlamı yoktu.
Yaptığım rezilliği unutmaya çalışarak dolaptan meyveleri çıkarıp pastayı yapmaya koyuldum. Aras'ın karanlık dünyasına renk getirecek ilk şey sanırım bu yapacağım pasta olacaktı.
Pandispanyayı pişirip gerekli olan meyveleri de güzelce doğradım. Pastanın katmanlarını yapmak için yanıma aldığım kremayı ve meyveleri pandispanya üzerine yayarken masanın üzerinde duran telefonum çalmaya başladı. Bu güzel atmosferi herhangi bir şeyin bozmasını istemediğim için pastayı yapmaya devam ettim. İlk çalması biten telefon ikinci kez, sonra üçüncü kez çalınca bir şeylerin ters gittiğini düşünerek elimdekileri tezgahın üzerine bırakıp ellerimi hızlıca suya tuttum.
Ellerimi havluyla kurularken tekrar çalan telefon ekranına baktım. Arayan Fırat'tı. Yine lüzumsuz bir şey söyleyecek ve bütün keyfimin içine edecekti. Açmaya niyetim yoktu. Telefon bir süre daha çalıp kapandı. Tam arkamı dönüp tezgaha gideceğim esnada arka arkaya gelen mesaj bildirimlerini duydum.
"Gerçekten hiç vazgeçmeyecek misin Fırat" diye bağırıp hışımla telefona uzandım. Bu kadar ısrarcı olduğuna göre kesin Aras ile ilgili bir şeyler söyleyecekti.
"BU SES KAYDINI DİNLEMEN GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNDÜM. DAHA FAZLA KANDIRILMANA İÇİM EL VERMEDİ." yazan bir mesaj ve altında 2 tane ses kaydı vardı. İlki 8 saniye uzunluğunda ikincisi ise 20 saniye uzunluğundaydı. Ne dinleyeceğimi bilmesem de içimi huzursuzluk kaplamıştı. Panik atağım ben buradayım diye sinyal verince tezgahın üzerindeki sürahiden bardağa su doldurarak kendimi yatıştırmak için bir kaç yudum su içtim.
Derin bir nefes alıp kendimi duyacaklarıma hazırladıktan sonra titreyen ellerimle oynat tuşuna bastım. "Sıradaki canını alacağım kişi oğlun olur Kahraman. Beni sakın hafife alma." diyen birinin sesi duyuldu. Bu Hamdi Yiğitsoy'du.
Duyduğum sesi daha sindirememişken ikinci ses kaydı başladı. "Oğluma nasıl kıydın? Derdin benimleydi ondan ne istedin? " diyen babama "Seni uyarmıştım Kahraman. Su testisinin su yolunda gideceği konusunda seni uyarmıştım." cevabını veren Hamdi Yiğitsoy'un sesini işitince elimdeki bardak büyük bir gürültüyle yere düştü. Bardakta kalan su etrafa saçılırken bardakta paramparça olmuştu. Tıpkı Yiğitsoy ailesine olan güvenim gibi...
Duyduklarımdan sonra olduğum yere çökerek başımı dizlerimin arasına aldım. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. İçim yangın yerine döndü. Hem hayal kırıklığı hem de abimin ölümünün gerçeği kalbime ok gibi saplandı.
O benim sadece abim değildi. O benim; abim, babam, annem, dostum, sırdaşım.... Bir insanın sahip olabileceği her şeydi. Ve ben onu babam yüzünden kaybetmiştim. Onu benden alansa uzağımda değildi. Evine gittiğim, sofrasına oturduğum adam, abimi öldürmüştü. Canımdan canı hiç acımadan koparmıştı. Bir de utanmadan gözümün içine bakabilmişti.
Nedensizce bir anda Fırat'ın söyledikleri zihnime dolmaya başladı. "Aras sana aslında kim olduğunu söyledi mi?" diye sormuştu. Aras ise Fırat'ın konuşmasına izin vermeyerek onu susturmuştu. Şimdi anlıyordum Aras'ın kim olduğunu. O; abimin katilinin yeğeniydi. Belki de abimin infazını bizzat yapan kişiydi.
Peki ya bana ne demeliydi? Daha tanıyalı 3 aydan kısa süre olan Aras'ın söylediklerine koşulsuz şartsız inanmıştım. Yaptığı açıklamaların hepsini mantığıma yatırıp ona güvenmiştim. Ellerimi başıma vururken "Aptal Sena, aptal." diye bağırdım. Nasıl inanmıştım ben ona. Onun gibi bir adam baba dediği adamı satar mıydı? Katil o der miydi hiç? İçimdeki ses "Haberinin olduğunu nereden biliyorsun Sena? O tarihlerde Aras, Türkiye'de bile değildi." deyince içimde küçük bir umut kırıntısı belirdi. İç sesim haklı olabilirdi, Aras bilmiyor olabilirdi.
Göz yaşlarımı elimle silerek ayağa kalktım. Ağlamayacaktım. Seneler önce kendime verdiğim sözü tutup abimin canını alanların canını almak için ağlamayacak, güçlü duracaktım. Bu akşam her şeye son verecektim. Her şey benim istediğim gibi son bulacaktı.
Yerdeki cam kırıklarına basmadan , biraz önce yarım bıraktığım pastanın yanına yürüdüm. Bu akşam abimin katilini öldürmemin şerefineydi bu pasta. Hamdi Yiğitsoy'u öldürdükten sonra büyük bir zevkle yiyecektim. Pastaya kestiğim meyveleri yerleştirerek son dokunuşlarını yaptım. Ellerimi yıkadıktan sonra üzerimi giyinmek için odaya çıktım.
Göz yaşlarım akmak için fırsat kollarken bende hislerimi kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Yatağın üzerine oturup başımın ellerimin arasına alıp yerdeki halı desenini izlemeye başladım. Acım katlanarak devam ederken başımı kaldırıp baş ucumda duran abimin fotoğrafını elime aldım.
Tutmaya çalıştığım yaşlara daha fazla engel olamamıştım. Yaşlarım gözlerimden damlalar halinde süzülürken "Sana yemin ederim abi, ölümünün suçlusu Aras bile olsa gözümü kırpmadan öldüreceğim." diye mırıldandım. Bir kaç dakika daha ağladıktan sonra bu gün kendime ağlamayı yasakladım. Bu gün ağlama günü değil ağlatma günüydü. Bunu bize yapanlardan hesap sorma günüydü.
Hızlı bir duş sonrası dolaptan çıkardığım beyaz gömleğimi giyip altına siyah pantolonumu geçirdim. Saçımı at kuyruğu yapıp yüzüme hafif bir makyaj yaptım. En son elime aldığım kırmızı ruju dudaklarımda gezdirdim. Aynada kendime baktım. Hazırdım. Dışım da panayır kurulurken içim kan ağlasa da ben bu gece olacak her şeye hazırdım.
Ayağıma topuklularımı da geçirerek kendimden emin adımlarla merdivenlerden aşağıya indim. Biraz önce tamamladığım pastayı paketine koymak için mutfağa yöneldim.
Mutfağa girdiğim esnada pastanın yanında duran Yeliz ile göz göze gelince tereddütlü çıkan sesi ile "İyi misin?" diye sordu. Ona bir şey fark ettirmemek için gözlerimi Yeliz'den kaçırarak zoraki olarak gülümsedim. "Evet. İyiyim. Yavuz'un iyileşmesini böyle güzel bir pasta ile kutlamak gerekir diye düşündüm. Ve pasta yaptım. " derken çoktan masadaki pastanın önüne gelmiştim.
" İyi olduğuna emin misin?" Gözleri yerdeki cam kırıklarına kayınca neden böyle bir şey sorduğunu anladım. Aklıma gelen en mantıklı yalan sakarlığımı kullanmaktı. "İşimi bitirdikten sonra su içeyim dedim ama ellerim kremalı olduğu için bardak elimden kaydı. Bende kirli ellerimle daha fazla yeri mahvetmek istemediğim için gitmeden önce temizlerim diye düşündüm." dedim. Mesleğim nedeniyle olsa gerek yalan söyleme konusunda zorlanmıyordum.
"Tamam, o zaman." diyen Yeliz'in huzursuz bakışlarını hala üzerimde hissediyordum. Yalanımı yakalamaması için hiçbir tepki vermemeyi tercih ettim. Ben pastayı kutusuna koyarken "Ee.. Sen hazırsın. Birlikte gitmeyecek miydik?" diye sordu. "Evet aslında öyleydi. Ama Hamdi Bey aradı. Aras'ın ilk aldığım davasının duruşması yakın biliyorsun. Oda onunla ilgili bir şeyler görüşmek istedi. O yüzden ben biraz erken gideceğim. Sende, seni almaya gelen çocuklarla arkadan geleceksin." dedim.
Yüzü düşen Yeliz çocuk gibi mızmızlanarak "Of ama ya! İlla bu günü mü bulmuş konuşacak." deyince "Adam da haklı Yeliz. Olaysız geçen günümüz mü var sanki? Oda fırsat bulduğu ilk anda aklına takılanları konuşmak istiyor işte." dedim.
Gönülsüz çıkan sesiyle "Haklısın." dedi. Pastayı pastaneden aldığım kutuya yerleştirip zarar görmeyecek şekilde paketleme işlemini de bitirince elime aldım. Dikleştirdiğim omuzlarıma eşlik eden topuklu ayakkabı seslerim ile Yeliz'e " görüşürüz" deyip evden çıkmak için kapıya doğru yürüdüm.
Kapıdan çıkmadan hemen önce çekmeceden silahı alıp çantama attığım sırada Yeliz'in "Sena, silahı neden aldın?" diye sorgulayan sesi kulaklarıma doldu. Kendimden emin bir şekilde ona bakıp "Daha geçen gün evimiz kurşunlandı Yeliz. Ve ben şimdi Hamdi Beylere taksi ile gideceğim. Gelen kişinin arsız mı hırsız mı olduğunu nereden bileyim. O yüzden aldım." dedim.
Yeliz'in inanmayan gözleri hala üzerimde olunca konuyu daha fazla uzatmamak için hızla evden çıktım. Çağırdığım taksi çoktan kapının önüne gelmişti. Gözlerimi kapatıp temiz havayı ciğerlerime çektim. Özgür olarak nefes aldığım son saatlerdi. Kinimi canlı tutmayı başararak büyük bir özgüvenle taksiye bindim.
Yol boyunca kinim taze kalsa da göz yaşlarım istikrarını koruyamıyordu. Sürekli dolmaya başlayan gözlerime engel olmaya çalıştım. Ancak duyduklarıma düşüncelerim de eklenince işim hiç kolay olmuyordu.
Hamdi Yiğitsoy'un katil çıkmasından daha çok Aras'ın bu işin içinde olması içimi yakıyordu. Ben ona gerçekten güvenmiştim. Yanında kendimi güvende hissedecek, kollarında uyumaya razı olacak kadar güvenmiştim. Selim'den sonra ilk kez birinin kokusunu içime çekmiştim. Selim'den sonra ilk kez birine seni seviyorum demiştim. Ama o adam beni sırtımdan vurmuştu.
Karma buydu sanırım. Ben Selim'in bedeninden önce ruhunun ölümüne sebep olmuştum. Aras ise benim ölümüme. Selim, benim ve ailemin yüzümden cezaevine girmişti, bende Yiğitsoy ailesi yüzünden girecektim. Bu hayatta yaşatılan her şeyin bir bedeli vardı. Benimde o bedeli ödeme günüm gelmişti.
"Geldik abla" diyen taksicinin sesiyle kendime geldim. Cüzdandan çıkardığım parayı uzatarak üstünü almadan arabadan indim. Kapıdaki korumalar "Hoş geldiniz Avukat Hanım" diyerek kapıyı açınca onlara kafa sallamakla yetindim.
Evin önüne geldiğimde Esma Anne çoktan kapıya çıkmıştı. Elimdeki pastayı yanında bekleyen kıza uzatıp Esma Anneye gülümsemeye çalışarak "Akşama yeriz diye pasta yaptım." dedim. Bana sıkıca sarılan Esma Anne sırtımı sıvazlarken "Ne zahmet ettin kızım. O güzel ellerini hiç yormasaydın." dedi.
Kendimi onda ayırarak "Zahmet olur mu hiç." diye cevap verdim. Canım yanmaya başlamıştı. Bana şefkat ve sevgiyle bakan kadına ben şüphe ve nefretle bakıyordum. Bir türlü abimin ölümünden eşinin sorumlu olup olmadığını sorgulayan beynime karşı koyamıyordum. Ancak doğrusunu bilmesemde Esma Anneden emindim. O bir anneydi ve başka bir annenin yüreğinin yanmasına izin vermezdi. Abimi ölümünü biliyor olamazdı.
Oturma odasına doğru yürürken sağ elimdeki çantamın sapını iyice sıkmaya başlamıştım. Hamdi Yiğitsoy ile karşı karşıya gelince onun yüzüne nasıl bakacaktım? Aras gelene kadar ondan hesap sormamak için kendimi nasıl tutacaktım?
Salona girince bütün heybeti ile karşımda duran Hamdi Yiğitsoy görüş alanıma girdi. Yüzüme bakarken gülümseyerek "Hoş geldin kızım." deyince dişlerimi sıkarak gülümsedim. Sesimi normal tutmaya çalıp "Hoş bulduk efendim." cevabını verdim. Ona bir şey yapmamak için zor duruyordum. Daha fazla bu ortamda kalmamak adına Esma Anneye "Yavuz nerede?" diye sordum.
"Odasında kızım. Merdivenlerden yukarı çıkınca sağda ki üçüncü oda." deyince başımı tamam anlamında sallayarak koşar adım oradan kaçtım. Esma Annenin söylediği odanın önüne gelince içeri girmek için kapıyı tıklatacağım esnada Yavuz'un "Aras ile konuştum Yeliz Hanım. Birazdan burada olacak. Silahtan da haberi var." diyen sesini duydum.
Bir an beynimden vurulmuşa döndüm. Yeliz silahtan şüphelenmiş birde yetmezmiş gibi Yavuz'a haber vermişti. Aras gelmeden bu işi halletmem gerekiyordu anlaşılan. Aşağıya gitmek için arkamı döndüğüm anda Esma Anne ile burun buruna geldik. İçimden bildiğim bütün küfürleri ediyordum. Böyle saçma tesadüfler ancak saçma Türk dizilerinde olur derken bizzat bu gün aynılarını yaşıyordum.
Beni göz hapsine alırken "Yavuz'un odasını bulabildin mi diye bakmaya geldim kızım." deyince "Ee- evet buldum." dedim. Arkamda ki odanın kapısı yavaşça açılırken Yavuz şüpheli çıkan sesiyle "Sena?" dedi. Gözlerimi kapatıp büyükçe yutkunarak ondan tarafa döndüm. Gözlerini üzerimizde gezdirip "Siz ne zamandır buradasınız?" diye sordu. Ne zamandır burada olduğumu biliyor olabilirdi. Sırf beni engelleyip vakit kazanmak için böyle bir soru sormuş olabilirdi. Daha fazla beklemenin anlamı yoktu. Ne olacaksa şu an olup bitmeliydi.
Omuzlarımı dikleştirerek "Yeliz ile konuştuklarınızı duyacak kadar." dedim. Bedenimi geldiğim yöne çevirerek hızlı adımlarla aşağıya yöneldiğim esnada Yavuz'un "Sena dur." diyen sesi kulaklarıma doldu. Neredeyse koşar adımlarla merdivenlerden inip salona yöneldim. Elimdeki çantadan çıkardığım silahı büyük bir hışımla doğrulturken bana arkası dönük olan adama "Hamdi Yiğitsoy." diye bağırdım.
Sanki bu anı bekliyormuş gibi yavaş adımlarla benden tarafa döndü. Yüzünde gördüğüm ifadesiz bakışlar ile gözlerimin içine bakarken doğrulttuğum silah karşısında tek kelime dahi etmiyordu. Göz yaşlarım firar edip özgürlüğünü ilan ederken fısıltı gibi çıkan sesimle "Niye?" diye sordum.
Ben sorumu bitirirken peşimden gelen Yavuz'da salona girmişti. Göz ucuyla ona baktığımda dikiş yerlerini acıyla tutuğunu gördüm. İniltili bir nefes verdikten sonra "Sena dur." dedi. Sıktığım dişlerimin arasında "Sen karışma Yavuz. Sana zarar vermek istemiyorum." dedim.
Yavuz bir kez daha "Sena." dediği anda Hamdi Yiğitsoy tok çıkan sesiyle "Sen karışma Yavuz." diyerek onu uyardı. Sesimi daha da yükselttim. "Cevap versene niye abimi öldürdün?". Bütün kararlılığı ile yüzüme baktı. "Abini ben öldürmedim."
Başımı iki yanda olumsuz anlamda salladım. "Yalan söylüyorsun. Abimi öldürdüğünü kabul ettiğin sesi kulaklarımla duydum."
"Ne duydun bilmiyorum. Ama abini öldürmüş olsaydım, öldürdüm derdim. Ölümden korkmayı bırakalı seneler oldu." Yüzünde zerre korku belirtisi yoktu.
Hem tavrı hem cevabı yüzünden kafam karmakarışık olmuştu. Doğru söylüyor olabilir miydi? Duyduklarımın başka bir anlamı olabilir miydi? Ben bunları düşünürken gözlerimi gözlerine diken Aras görüş alanıma girdi. Gelmişti. Güvenimin asıl katili olan adam gelmişti.
Sakin tutmaya çalıştığı sesiyle "Avukat ne öğrendin?" diye sordu.
Burnunu çekip akan göz yaşlarım arasında "Abimi o öldürmüş Aras. Abime o kıymış." dedim. Cevabını duymaktan en çok korktuğum şeyi sormak için ona baktım. "Sen biliyor muydun?" Hayır cevabını vermesi için yalvarır gözlerle bakıyordum. Çünkü evet derse bu gece bende ölürdüm.
İlk kez gözlerime acıyla baktı. Sanki yüreğimdeki acıyı benimle paylaşıyordu. Ne hissettiğimi anlıyordu. "Bilmiyordum Avukat."
Eliyle sakin ol işareti yaparken "Tamam senin dediğine göre abini Hamdi Baba vurmuş. Ama bunu doğruluğu ispatlı değil Avukat. Şimdi indir silahını ve bana neler olduğunu anlat. Sana yemin ederim eğer bu doğruysa babamda olsa cezasını kendi ellerimle keseceğim." dedi.
Ona güvenemezdim. Abimi onun öldürmemiş olması ona güvenebileceğim anlamına gelmiyordu. Bu konuda masum olabilirdi ancak bu babasına gereken cezayı keseceği anlamına da gelmiyordu. Başımı yana yatırıp kalbime ağır gelen acıyla kıvranarak "İspatlı Aras. Abimi o öldürmüş." Bir anda içim öfkeyle dolmuştu. "Bende onu öldüreceğim."
Sert çıkan sesiyle "Avukat saçmalama indir şu silahı." deyince başımı olumsuz anlamda sallayarak silahın emniyetini açtım.
Hareketimi görünce "Avukat indir şu silahı." diye bağırdı. Başımı iki yana olumsuz anlamda yine salladım. "Abim öldüyse oda ölecek." diye içimdeki acıdan kurtulmak istercesine bütün gücümle bağırdım.
Cevabımı duyan Aras, üzerime doğru gelmeye başlamıştı. Bir taraftan da "Beni dinle. Avukat indir şu silahı." diyerek cümlesini tekrarlıyordu. Yanıma gelirse Hamdi Yiğitsoy'u vurmama engel olurdu. Titreyen ellerimle hedefe Hamdi Yiğitsoy'u almaya çalışırken "Aras, sen bu işe karışma. Silahın önünden de çekil" dedim.
Çekilmedi. Namlunun tam önüne gelip "Silahı indir." deyince bir kaç adım geriye attım. Hamdi Yiğitsoy'u hedefime alınca tetiğe dokunduğum esnada Aras eliyle silahın altından vurdu. Namlunun ucu biraz yukarıya doğru kalkarken büyük bir gürültüyle patladı.
Etrafa barut kokusu yayılırken elimdeki silah da hızla yere düştü. Kimi vurduğumu anlamak için önce Hamdi Yiğitsoy'a baktım. Her hangi bir kanaması yoktu. Korku dolu bakışlarım Aras'a çevrildi.
Onu vurmuştum. Aras Yiğitsoy'u vurmuştum. Gözüm, kanlar akmaya başlayan omzuna takılırken fısıltı gibi çıkan sesimle "Aras." dedim. Dudaklarımdan isminin çıkmasıyla bedenim de bana itaat etmeyi bıraktı. Kaskatı kesilmiştim. Gözümden bir damla yaş dahi akmıyordu.
Etrafımızda hareketlilik olurken Aras'ın "Hepiniz olduğunuz yerde kalın." diyen sesi kulaklarıma doldu. Yanıma yaklaşarak omzuma dokunup kadife gibi çıkan sesiyle "Avukat." dedi. Sesini duymamla vücudum titremeye başlasa da başka bir tepki veremiyordum.
Hafif sarsarak tekrar "Avukat" dedi. Benden bir tepki gelmeyince "Avukat kendine gel. Ben iyiyim." diyerek beni kendime getirmeye çalıştı ama başarılı olamadı. Titremem artarken bakışlarım da belli bir noktaya sabitlenmişti. Bu halimi biliyordum. Atak geçirecektim. Hem de büyük bir atak. Beynim duygularımı yaşamama izin vermediği için önce kaskatı kesilecektim. Sonra titreme başlayacaktı. En sonra şuurum kapanacaktı. Ve kısır döngü tekrarlanacak yine bir hastane odasında uyanacaktım.
Aras kulağıma doğru eğildi. Tenime ılık nefesini verirken "Sena, ben iyiyim." deyince bedenim de sanki bu anı bekliyormuşçasına çözüldü. Yavaş yavaş aklım başıma gelirken başımı yavaşça ondan tarafa çevirdim. Bembeyaz kolu kana bulanan gömleğe baktım. Bakışlarımı aşağıya doğru kaydırdım. Kolundan damlalar halinde akan kanlar yerde birikmeye başlamıştı bile.
Gözlerimden yaşlar dökülürken ellerimi ağzıma götürdüm. Hıçkırıklarımın etkisiyle bedenim sarsılmaya başlamıştı. Sağlam olan koluyla beni kendine çektikten sonra başımı göğsüne yasladı. Kolunun içinde çaresizce ağlarken "Aras ben. Ben çok özür dilerim. Seni vurmak istememiştim." dedim.
Sakinleştirmeye çalışan sesiyle "Biliyorum Avukat." dedi.
Kendimi anlatmak için başımı yukarıya doğru kaldırıp "Aras gerçekten" derken kanlı gömleğine tekrar gözüm takıldı. O orada kan kaybederken ben aptal gibi özür dileme derdine düşmüştüm. Hızla kolunun altından çıktım. Elimin tersiyle göz yaşlarımı silerken "Hemen hastaneye gitmeliyiz. Koluna bakmaları lazım." dedim.
Sanki vurulan o değilmiş ve hiç acısı yokmuş gibi tebessümle yüzüme baktı. "Doktorun bizim evde olduğunu unuttun sanırım, Avukat." Başıyla arkamı işaret etti. Arkama dönünce elinde ilk yardım çantasıyla hazır bekleyen Yavuz'u gördüm. Başını iki yana ayıplar halde salladıktan sonra "Her zaman ki gibi sağdaki odaya geçelim." dedi.
Aras'ın sağlam olan koluna girip odaya kadar yürümesine yardım etmek isteyince alaya alan sesiyle "Avukat, bundan daha kötü günlerim oldu." deyince Yavuz araya girip şakayla karışık çıkan sesiyle "Aa! Lütfen ama abi. Bundan daha kötü günümüz olmamıştır. Bu gün tarihe geçecek bir gün. İlk kez bir kadın tarafından vuruldun." dedi.
Odaya yürüyen Aras önce kahkaha atıp "Bak bunda haklısın işte." deyince ağzım bir karış açık kalakaldım. Ben burada Aras için endişelenirken onlar fütursuzca şakalaşabiliyordu. Gerçekten ben bu aileyi anlayamıyordum.
Esma Anne ile Hamdi Bey'de ise zerre hareketlilik yoktu. Gerçi böyle olması daha iyiydi. Şuan ne Hamdi Yiğitsoy ile ne de Esma Anne ile karşı karşıya gelecek cesaretim yoktu. Başımı öne eğerek arkalarından odaya doğru yürüdüm.
Aras odadaki yatağa uzanınca Yavuz'da yanına oturdu. "Abi, bu sefer oturmak zorundasın. Dikiş yerleri yüzünden pek rahat hareket edemiyorum." dedikten sonra bana bakıp "Ben yarayı güzelce temizler dikişi atarım. Sena da sargını yapar." deyince başımı tamam anlamında salladım. Karamsar çıkan sesiyle "Umarım kurşun sakat bir yerde değildir. İşte o zaman hep beraber ayvayı yedik." dedi.
Hızlıca eline eldivenini takıp önüne gerekli olan malzemeleri çıkarırken içeriye elinde steril tabakla bir kız girdi. Dumanı üzerinde tüten suyu yatağın yanında ki komodine bırakıp çıktığı esnada Yavuz'da Aras'ın gömleğinin kolunu makas yardımıyla kesti.
Yarayı büyük bir dikkatle inceleyip "Allah'tan kör nişancısın Sena, kurşun sıyırmış." deyince derin bir nefes verdim.
Yara yerini hızlıca sildikten sonra eline aldığı ampulden şırıngaya bir ilaç çekti. Elindeki şırınga ile Aras'ın omzuna eğildiği sırada Aras elini tutunca bıkkın bir nefes verip "Uyuşturmuyorum merak etme. Bütün dikişi iliklerine kadar hissedeceksin. Kanamanı azaltmak için bunu yapmam gerekiyor." deyince Aras elini indirdi. İğneyi farklı farklı bir kaç noktaya yaptıktan sonra elindeki şırıngayı masanın üzerine bıraktı.
Dikiş iğnesini eline alıp Aras'ın vücuduna yavaş yavaş batırırken neşeli çıkan sesiyle "Seni vurmayı düşmanlarımız beceremedi ama sana adınla hitap eden avukatımız becerdi. Yakında Esma Annede hepimizi taramaya kalkarsa hiç şaşırmam." dedi.
Ben başımı utançla yere eğerken Aras "Yavuz, çenen düştü yine senin" diyerek onu uyarsa da Yavuz'un yüzü susmaya niyeti olmadığını fazlasıyla belli ediyordu. İpi kesmek için eğildiği sırada acıyla inleyip tekrar doğruldu.
Biraz önce ki acısı yokmuşçasına muzipçe üst dudağını kıvırıp "Ee neymiş? Bu işler davetlerde kadın paralamaya benzemiyormuş. Sena, iyileşince hatırlat da atış talimi yapalım. Tabi biraz da bileğini güçlendirelim. Birisi alttan falan vurunca hedefin şaşmasın. " deyince gerçekten yerin dibine geçmek istedim.
"Yavuzzz" diyen Aras'ın sesi daha sert çıkarken Yavuz'da sağ elini yukarı doğru teslim olur gibi kaldırıp "Tamam, tamam sustum." dedi. Sohbet ederken iç dikişi atan Yavuz sessizce geçen kısa bir süre sonunda da dış dikişini attı. İnlemeleri artarken olduğu yerden kalkıp "Gerisi sizde Avukat Hanım." dedi. Başımı sallayıp hızlıca Yavuz'un kalkığı yere oturdum. Elime eldivenleri geçirdikten sonra yarayı güzelce sarmaya başladım.
Gözüme omzunun hemen alt kısmına yapılmış olan geyik dövmesi ilişti. Dikkatle bakınca iki boynuzunun arasının jiletlediğini gördüm. İçime bir öküz otururken kalbimin sıkıştığını hissettim. Kadir'in "Bana sorarsanız bir insan ancak çok kırılırsa bu hale dönüşür." diyen sesi zihnime doldu. Burada yazan isim sevdiği kadının ismi olmalıydı. Demek ki Aras bu kadın yüzünden insanlara küsmüştü. Canını bu kadar yakan, onu insanlardan uzaklaştıran bu kadındı. Ruhum kıskançlığa teslim oluyordu.
Sargı işlemi bitince bandajın üzerine bantları yapıştırdım. Elimi omzundan çekmem gerekirken parmak uçlarım dövmeye doğru kaydı. Dövmenin üzerinde yavaşça parmaklarımı gezdirerek jilet izinin üzerinde durdum. Güçlükle çıkan sesimle "Anlamı ne?" diye sordum. Asıl merak ettiğim sorunu cevabını duymaya hazır değildim. Onun başkasına aşık olduğunu, başkası için kor ateşlerde yandığını bilmeye hazır değildim.
Başını önce dövmeye sonra bana çevirdi. Derin bir nefes verip aynı derinlikle gözlerimin içine baktı. Sakinlik ve huzursuzluk arasında kalmış sesiyle "Çok fazla anlamı var. Öncelikle saflığın simgesi. Onun dışında da şans ve tutku anlamına geliyor. Ama sen hangi anlamı için yaptırdın diye soruyorsan bağlılık ve masumiyet." dedi.
"Anladım." Üst dudağımı dişimle ısırıp gözlerimi kapattım. Soracağım sorunun cevabını düşündüğüm gibi almaktan korkuyordum. Dudağımı dişlerimi arasından çıkardım. Gözlerimi açmadan "Ona bağlılığının ve aşkınızın masumiyetini göstermek için mi yaptırdın?" diye sordum.
Gözlerim kapalı bir süre beklesem de cevap gelmedi. Neden cevap vermediğini anlamak için gözlerimi açınca keskin mavilikleri bana diktiğini gördüm. Acı çekiyor gibiydi. Sevdiği kadını hatırlatmam ona acı çektirmişti. Kalbim öyle bir sıkıştı ki nefes alamadım. Güçlü bir şekilde yutkunurken bakışlarımı onda kaçırdım.
Burnundan derin bir nefes verdi. "Hem doğru hem de yanlış cevap verdin Avukat." deyince meraklı bakışlarım onu buldu. "Bağlılık ile ilgili söylediğin kısım doğru. Ama masumiyet ile ilgili söylediğin kısımda yanlışın var. Aşkımızın masumiyeti için değil, benim ona olan karşılıksız aşkımın masumiyeti için yaptırdım. Dövmeyi yaptırdığım süreden itibaren yani tam 1 yıl 2 ay boyunca onun bu dövmeden asla haberi olmadı. Haberinin olacağı günde." deyip susarak başını önüne eğdi.
Merakım iyice arttı. "Ne oldu o günde?" diyerek yarım bıraktığı açıklamasını tamamlaması talep ettim. Bakışları kısacık bir an beni bulduğun da yine öfke ile acı karışımı ile dolduğunu gördüm. Derin bir iç çekti. Efkarlı yüzüyle bana bakıp "Öldü Avukat. Öldü." dedi.
"Başın sağ olsun. Ben böyle diyeceğini bilseydim sormazdım. Çok özür dilerim." Dudaklarımdan bu cümleler dökülmüş olsa da için için duyduğum cevaba seviniyordum. Bu canice bir şeydi kabul ediyorum. Lakin Aras'ın koluna dahi adı kazınmış olan kadının yaşamıyor oluşunun içimde oluşturduğu mutluluğa da engel olamıyordum.
Ama bilmem gereken bir şey daha vardı. Hala o kadını sevip sevmediği. Onun adını sadece kolundan mı kazımış yoksa koluyla beraber yüreğinden de mi kazımış bilmeliydim. İşaret parmağım ile alnımı kaşırken "İsminin yazdığı yeri jiletle kazımışsın. Ölmeden önce çok acı çekmiş olmalısın." dedim.
Sıkıntılı bir nefes verdi. "Bazı insanlar ölünce üzerine toprak atılır bazılarına ise benim yaptığım gibi yaşarken jilet atılır Avukat." durdu. "Merak ettiğin şeyin cevabına gelecek olursak; evet gerçek hayatta yaşıyor. Ama benim için ise öldü." deyince içimde biraz önce oluşan mutluluk bedenimi terk etti. O kadının yaşıyor olmasına üzülüyordum. Aras'ı bu denli perişan eden insanın hala nefes alıyor olmasına üzülüyordum. Bu adamı bu hale getiren biri nefes almamalıydı. Ona dünya üzerinde aldığı hava, kokladığı çiçek, içtiği su haramdı.
Tabi bir de hayatımıza tekrar dahil olması ihtimali vardı. Tamam Aras ile benden olmazdı ama ya onlardan olursa? Ya bir gün çıkıp gelip Aras'ın hayatına girmek isterse? Ben o zaman ne yapardım? Ne Aras'ın yanında kalıp onların mutlu hallerini seyredebilirdim, ne de ondan uzakta nefes alabilirdim. Hiç fark etmeden usul usul kapılmıştım ben Aras'a. Bu aşkın içine tamamen çekildiğimi de yüreğim yangın yerine dönünce fark etmiştim.
Pat diye "İsmi ne?" dedim. Mavilikler soruma anlam veremez halde bana dikilince "Her şeyi söyleyince bunu da merak ettim." diye açıkladım. İsmini bilirsem etrafımıza giren kadınlara karşı temkinli olabilirdim.
Aras'tan bir cevap beklerken arkamızda sessizce bekleyen Yavuz "Aras'ı sorgu işleminiz bittiyse Avukat Hanım biz sizi sorgulayalım." dedi. Ellerimi dizime vurarak ayağa kalktım. "Bende bu anın ne zaman geleceğini bekliyordum. İçeriye mi geçelim yoksa burada mı sorgulamak istersiniz?"
Yerinden doğrulan Aras "İçeriye geçelim. Niye böyle bir şeye kalkıştığını Esma Ana ile Hamdi Baba da duysun." deyince "Tamam öyle yapalım." cevabını verdim.
Ben ayağa kalkmasına yardım ederken Yavuz'da dolaptan çıkardığı gömleği giymesi için Aras'a uzattı. O an Aras'ın çıplak olduğunu fark ettim. Ben var mıyım yok muyum önemsemeden gömleğini çıkarmıştı. Vebaklavaları davetkar bir şekilde bana göz kırpmaya başlamıştı. Güçlükle bakışlarımı başka tarafa çevirsem de tenim alev alev yanmaya başlamıştı bile.
"Gözlerinle yedin Avukat." diyen Aras'a kocaman gözlerle döndüm. Başka bir açıklama yapmadan muzipçe gülümseyerek odadan çıkmak için ilerledi. Oflayarak bende peşine takılmıştım ki Yavuz'un "Sena" diyen sesini duydum. Olduğum yerde durup ona döndüm. "Her ne duydun ya da gördün bilmiyorum ama abinin katili baba değil. Aras bana baban ile olanları söylediği günden bu yana her gün saatlerce bir şeylere ulaşmaya çalıştım. Ve araştırmalarımın sonucu abinin katilinin Hamdi baba olmadığını gösterdi. Belki inanmayacaksınız ama Hamdi Baba abini o çukurdan çıkarmaya çalışmış." deyince dehşetle ona baktım.
Yüzüme iyice sokulup net çıkan sesiyle "Sena, sen Aras değilsin. Onun karanlığına kapılıp kendi karanlığını körükleme." dedikten sonra omzuma dokundu. "Sen göstereceklerini göster, bende babanın suçsuz olduğuna dair elimdekileri gösteririm." Bir cevap vermemi beklemeden yanımdan geçip gitti.
Olduğum yerde duyduklarımı hazmetmeye çalıştım. Korkunun yarattığı bir ürperme ile tüylerim diken diken oldu. Hiç suçu olmayan birini eğer Aras engel olmasaydı bu gece az kalsın öldürecek miydim yani? İkinci defa aynı şeyi yapıyordum. Asıl görünene değil bana gösterilene inanıyordum. İflah olmaz bir aptaldım ben.
Masadakileri daha fazla bekletmemek için salona yürüdüm. Hamdi Bey masanın başında otururken Esma Anne de yanı başında duruyordu. Ben ikisinin gözlerinde de bana karşı nefret beklerken Esma Anne tebessüm ile bana bakıp "Gel yanıma otur kızım." dedi. Bu dediğine şaşırmış olsam da bu ailenin böyle tepkililerine alışmıştım artık. Yerdeki çantamı aldıktan sonra ona karşı çıkmadan söylediğini yapıp yanında ki sandalyeye oturdum.
Tam karşımda oturan Aras "Elindeki delil ne söyle bakalım Avukat?" dedi. Elimi çantaya atıp içinden telefonu çıkardım. Telefonun sesini sonuna kadar açtıktan sonra Fırat'ın attığı ses kaydını oynattım. İlki bitince ikincisi devreye girdi.
Ses kayıtları bitince Yavuz elini hafifçe masaya vurup "Biliyordum. Bunları kullanacaklarını biliyordum." dedi. Aras ile ben ne demek istediğini anlamayarak ona bakınca cebindeki telefonu çıkardı. Telefonda bir şeyler ararken "O zamanlar tabi böyle telefondan ses kaydı imkanı yok. Baba da sağ olsun Kahraman Eroğlu ve bir kaç kişiyle yaptığı görüşmeleri bir yolunu bulup kayda almış. Bu zamana kadar bu yaptığını hep anlamsız bulsam da sebebini şimdi anladım." dedi.
"Hah." diyerek aradığını bulduğunu belli ettikten sonra elindeki telefonu masanın üzerine bıraktı. İlk olarak "Bir daha evimi taramaya, karımı tehdit etmeye kalkarsan seni öldürürüm. Eğer oğlun işleri devam ettirmeye kalkarsa sıradaki alacağım can oğlun olur Kahraman. Beni sakın hafife alma." diyen Hamdi Yiğitsoy'un sesi duyuldu.
Beynimden aşağıya kaynar sular döküldü. Bende ki ses kesilmişti. Babamın yaptığı şerefsizliği anlatan kısım yoktu.
Telefonu eline alan Yavuz ikinci bir kayıt açtığını belli eder şekilde telefonu tekrar masanın üzerine koydu. "Oğluma nasıl kıydın? Derdin benimleydi ondan ne istedin? " diyen babama Hamdi Yiğitsoy ise "Oğluna ben dokunmadım. Senin sebep olduğun şerefsizlikler yüzünden onun kılına dahi zarar vermem. Soy adını bilmesem o çocuğun senin olduğuna da zerre itimat etmem. Şerefli mert bir delikanlı. Lakin defalarca onu bu işlerden uzak tutman konusunda seni uyarmıştım Kahraman. Su testisinin su yolunda gideceği konusunda seni uyarmıştım." cevabını vermişti.
Keşke şuan yer yarılsaydı da dibine geçseydim. Bu gün sürekli olduğu gibi gözümden yaşlar akarken "Ben hepinizden özür dilerim. Sizi dinlemeden hüküm verdim, buraya geldim, size silah çektim." dedim. Yanımda oturan Esma Anne kucağımdaki elimi sıkınca eğdiğim başımı kaldırıp bakışlarımı ona çevirdim. "Canı yanan can yakar Sena. Sende can yakmak istedin." Tebessümle bana bakıp "Yalnız bundan sonra Aras gibi peşin hükümlü davranma, illa birisi gibi olacaksan Yavuz gibi ol. Önce araştır, nedir ne değildir öğren sonra hükmünü ver." dedi.
Tamam anlamında başımı salladıktan sonra tekrar başımı öne eğdim. "Efendim sizde affedin beni. Size karşı büyük saygısızlık yaptım."
"Evlatlar hata yapar , babalar affeder Sena. Bu söylediklerini duymamış olayım." deyince elini öpmek için ayağa kalktım. Elini öpüp başıma koyduktan sonra Hamdi Bey bana sarıldı. Sanki biraz önce onu vurmaya kalkan ben değilmişim gibi bana içten bir şekilde sarıldı. Ömrümde yaşamadığım bir histi. Bir baba tarafından affedilmek, bir baba tarafından sevilmek... Çevresindeki insanların ona neden baba dediğini şimdi anlamıştım.
Sarılma sonrası daha yerime geçmeden Aras sabırsızca sesli bir nefes verdi. "Aile kucaklaşmanız bittiyse eğer asıl konuya gelelim." Keskin mavilikleri bana dikip "Sana bu kaydı kim gönderdi?" diye sordu.
Üzerime diktiği bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak "Söyleyeceğim. Ama önce benim Hamdi Beyden almam gereken cevaplar var. İzninle ben aydınlanayım sonra seni aydınlatırım." dedim. Aslında niyetim birazda vakit kazanmaktı. Aras, sakinleşmeden Fırat'ın adını duyarsa ortalığı birbirine katabilirdi.
Aras'ın öfkeli gözleri üzerimde gezinirken "Hamdi Bey bu kayıtlar sizin elinizde var çünkü siz kayda aldınız. Peki babamın elinde neden var?" diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Derin bir nefes veren Hamdi Bey'in kederi verdiği nefese vurmuştu. "Seneler önce yanıma aldığım sağ kolum. Canımı, malımı emanet ettiğim adam Hurşit." duraksadı. "O bana, daha doğrusu Aras'a ihanet etti. Bize ait olan güzergah bilgilerinin, ses ve video kayıtlarının bir kopyasını babanlara iletti. Babanın eline de o zaman geçmiş olmalı bunlar."
Bu gün şok üzerine şok yaşarken artık bünyem duyduklarımı kaldıramayacak hale geliyordu. Ben neler olacağını düşünmüştüm ve başıma neler gelmişti. Fırat kayıtları babamdan almıştı, peki Hurşit'i kim öldürmüştü? Beynimin içi iyiden iyiye çorbaya dönmeye başlamıştı. Şaşkınlıktan çatılan kaşlarım ile "Nasıl yani? Hurşit Bey, sizi korumak için adam öldürüp cezaevine girmedi mi?" diye sordum.
Aras bütün soğukkanlılığı ile "Hayır Avukat. İhaneti açığa çıkınca ben onu öldürmeyeyim diye cezaevine girdi. Aklınca Kahraman Eroğlu'nun adamlarının koğuşuna kapağı atıp can güvenliğini sağlayacak bir süre sonrada cezaevinde kaçarak yurt dışına çıkacaktı. Ama düşündüğü gibi olmadı elbet. Koğuşun tuvaletinde şişlenerek öldürüldü." cevabını verdi.
Kaşlarım şaşkınlıkla daha da çatılırken "Onu sen mi öldürttün?" diye sordum.
Oturduğu koltuğa iyice yayılırken sağ kolunu yanındaki tekli koltuğun başlığına attı. "Evet Avukat. Neden bu kadar şaşırdın anlamadım? Hurşit ilk öldürdüğüm adam değildi. Sonda olmadı."
Aras'a "Anladım." desem de anlayamıyordum. Ben Aras'ın bana Hurşit'i içeri tıktırdığım ve adam orada öldürüldüğü için düşman olduğunu sanırken aslında o adamın ölüm fermanını imzalayanın Aras oluşunu anlayamıyordum. Bu adam 1 hafta öncesine kadar niye bana düşmandı o zaman? Niye beni gördüğü her yerde nefretle yüzüme bakıyordu?
Geriye tek seçenek kalıyordu, benimle ondan önce Fırat'ın yatmış olması ihtimali. "İyi da Sena sen bu adama seninle yatması için fırsat verdin. Peki o ne yaptı? Seni elinin tersiyle itti. Arabada baş başa kaldınız. Küçücük bir ten yakınlaşması da göstermedi. Bu işin içinde başka bir iş var" diyen iç sesim bu sefer fazlasıyla haklıydı. Bu işin içinde bambaşka bir iş vardı.
Ben aklımdaki sorulara cevap ararken Aras'ın "Avukat, sorularının cevabını aldıysan sorumun cevabını ver." diyen sabırsız sesi tekrar odanın içine doldu. Birkaç kez derin nefes aldım. Kimin adını verecektim? Babam mı deseydim acaba? Ama öyle dersem ve yalanımı yakalarsa bir daha yüzüme bakmayacağına emindim. Fırat'ın adını verirsem de onu öldürürdü ve ben yine Aras'ı göremezdim. "Allah'ım nasıl bir çıkmaz bu?" diye söylendim içimden.
Belki yardımı olur diye bakışlarımı Hamdi Bey'e çevirdim. Yüzünde söyleyeceğim şeyi belli eden ifade olsa da Aras'a müdahale edecek tek kelime söylemedi. Anlaşılan kaçarım yoktu. Gözlerimi kapattım. Buruşan yüzümle "Fırat." dedim.
Ağzımdan ismin çıkmasıyla Aras'ın yumruğunun masaya inmesi bir oldu. Hissettiğim korkuyla yerimden sıçrasam da halimi belli etmemeye çalıştım. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Sinirle başını sallarken dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. "Savcı ha Savcı." Öldürücü bakışları beni buldu. "Sana bunları Savcı yolladı. Sende doğruluğunu araştırmadan gelip babaya sıkmaya mı karar verdin Avukat?"
Haklıydı. Sorduğu soruda da söyleyeceği şeylerde de haklıydı. Fırat'ın onlara ne kadar düşman olduğunu bildiğim halde düşüncesizce davranmıştım. "Be.. Ben düşünemedim Aras."
Bir şey söyleyecek gibi işaret parmağını yüzüme salladı. Sonra vazgeçip olduğu yerden ayağa kalktı. Bana bakmaya tenezzül etmeden "Bir süre galeri de çalışmanı istemiyorum Avukat. Bu süreç de düşüncesiz davranmamayı öğrenirsin." diyerek çıkışa yöneldi.
Söyledikleri içimi burksa da çıkışa yöneldiğini görünce hızla yerimden kalktım. Ona gidiyordu. Fırat'ı öldürmeye gidiyordu. Dışarıya açılan hole çıktığımda Aras'ın da elinin kapının kulpunda olduğunu gördüm. Endişemi gizlemeyerek "Aras" diye bağırdım. Olduğu yerde durdu ama bana dönmedi.
Neredeyse yalvarır gibi çıkan sesimle "Gitme. Onun istediği de bu gitme." deyip duraksadım. "Hem yaralısın, bu halde onun karşısına çıkma."
Alayla güldüğünü belli eden kısık gülme sesini duydum. "Bende senden gitmemeni istemiştim Avukat. Ancak o gün sen beni dinlemedin. Bu gece de ben seni dinlemeyeceğim." diye cevap verirken Yavuzlarda çoktan yanımıza gelmişti.
Ben "Onlar da bu halde Aras'ın gitmesine izin vermezler. Onu durdururlar." diye içimden umut etsem de işler hiçte beklediğim gibi olmadı. Aras'ı durdurmak için tek kelime söylemediler. En ufak bir harekette dahi bulunmadılar.
Ancak Yavuz, Aras'a doğru yürüdü. Onu durdurmak için yanına gidiyor olacağını düşünürken kapının yanında duran siyah portmantonun kapısını açtı. Eline aldığı siyah takım ceketini Aras'ın omzuna örttü. Eline aldığı diğer ceketi de yavaşça kendisi giydi. Gitmemesini söylemek yerine gitmesi için resmen Aras'ı hazırlamıştı.
Düştüğüm şaşkınlık cehenneminden daha çıkamamışken Aras kapıyı hışımla açıp dışarıya adım attı. Çatallaşan sesimle "Aras gitme." diye bağırdım. Bu sefer durmadı. Beni duymamış gibi ölüme ya da öldürmeye öylece çıkıp gitti.
Onu durdurmak zorundaydım. Böyle gitmesine , böyle bitmemize izin veremezdim. Arkasından koşacağım anda bileğimi birisi kavradı. Hızla bileğimi tutan elin sahibine döndüm. "Ne kadar uğraşırsan uğraş bazı sonlar kaçınılmazdır Sena. Aras ile Savcı'nın sonu da bu kaçınılmaz sonlardan. Yavuz yanlarında birbirlerini öldürmelerini engeller. Sende engel olma, bırak zehirleri daha da büyümeden birbirlerine akıtsınlar." diyen Hamdi Beye dolan gözlerimle baktım.
Hamdi Bey bileğimi yavaşça bırakınca göz yaşlarımda firar etme hakkını kendinde bulmuştu. Bütün organlarım pişmanlık ve acı içinde kıvranırken Esma Annenin sarılmak için açtığı kollarına attım kendimi.
Ağlamaya hakkımın olmadığını biliyordum. Kaçınılmaz sonu Aras'ın önüne kendi ellerimle sunmuştum. Bu sonu ben hazırlamıştım. Ona yararımdan çok zararım oluyordu. Karanlıktan çıkarmak için çıktığım bu yolda onu daha da karanlığa itmiştim. Benim onun yanında olmamam gerekiyordu. Onu unutabilmek hayatımdan çıkarabilmek içinde en güvenli limanıma dönmem gerekiyordu. Ankara'ya... Selim'in yanına....
ARAS YİĞİTSOY, SAVCI'NIN YANINA GİDİYOR. SENA İSE SELİM'İN YANINA DÖNÜYOR...
BU KAÇIŞ İKİSİNİ DE AYIRIR MI? YOKSA HER SON BİR BAŞLANGIÇ MIDIR?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |