28. Bölüm

KARANLIK

Gizem Gültekin
gizeemikoo

SENA

 

Aras'ın beni neden apar topar eve gönderdiğine bir türlü anlam veremiyordum. Kafamın içinde dönüp duran düşünceler yetmezmiş gibi bir de içimi yiyip bitiren kurda dur diyemezken öfkeyle soludum. "Bir insan hiçbir sebep yokken neden sevgilisini evde istemezdi ki? Neden apar topar onu kendi evine gönderirdi." diyen sorgulayıcı düşünceler zihnimi ele geçirmiş haldeydi.

 

Bütün bu soruların yanıtı belliydi. Kabullenmek istemesem de cevabı basitti. Beni aldatıyordu. Bizim yatağımızda beni aldatıyordu. Ben görmeyeyim diye de beni evde göndermişti. Zihnimden geçenleri daha fazla tutamayarak "Acaba gerçekten eve kız atacak olabilir mi? Beni o yüzden evden göndermiş olabilir mi?" diye mırıldanırken lavabo tezgahının önünde duran Yeliz söylediklerimi duyunca homurdandı. Başımı iki elimin arasından çıkarıp ona bakarken kendimi savunucu bir tonlamada "Ne var? Sen demedin mi adam seks makinesi diye?" dedikten sonra omuz silktim.

 

Makinanın içerisinden çıkardığı bardakları dolaba yerleştirmek için elinde tutarken bıkkınlıkla yüzüme baktı. "Sena, senden önce ki Aras Yiğitsoy tamda bahsettiğin gibiydi ama şuan da evinde kaldığın adam aşk ve seks konusunda Aras gibi değil de daha çok Selim gibi hareket ediyor farkında mısın?" Bardakları tezgahın üzerine bırakıp iki eliyle tırnak işareti yaparken "Artık tek eşli kendisi." dedi.

 

Dudaklarım büzülürken hafif yana kıvrıldı." Öyle mi diyorsun?"

 

"Evet" derken aldığı bıkkınlık dolu nefesi de verdi. İkna etme çabasıyla yüzüme bakıp "Bu adam sana aşık hem de kör kütük. Seni bu kadar severken iki dakikalık zevk için seni kaybetmeyi göze alamaz. Ben başka bir şey olduğunu düşünüyorum." dedi.

 

Haklı olabilir miydi? Gözlerimi sıkıca kapatıp ciğerlerimi zorlayacak kadar derin birkaç nefes aldım. Mantıklı düşünmeye çalıştım. "Sena yapma şunu kendine. İsmi, yaşayış tarzı, işi farklı olsa da seni hala ilk günkü gibi seviyor." diyen Yeliz'in sesiyle gözlerimi açtım.

 

Söylediklerinde haklıydı. Beni bu kadar severken aldatmazdı, daha yeni kavuşmuşken bizi ayırmazdı. Başka bir şey olmalıydı. Elimi yüzüme bastırıp hoyratça sıvazladım. Çökük olan omuzlarımı dikleştirip vücuduma yayılan öz güven dalgasıyla Yeliz'e baktım. "Off... Haklısın. Saçmaladım. Onca sene beni bekleyen adam benimle yattığı yatağa başkasını atacak değil ya? İşle ilgili bir sorun olmalı."

 

Arkası dönük bir şekilde elinde olan bardakları dolaba yerleştirirken "Sonunda mantıklı düşünmeye başladın." dedi. Ortam derin bir sessizliğe boğulurken hipnoz olmuş gibi yıkanan bulaşıkları yerleştiren Yeliz'i izlemeye başladım. Hali tavrı normal görünse de bir gariplik vardı. Bulaşık yerleştirirken şarkı söyleyen kız şimdi sessizce işine odaklanmıştı. Yemek yerken de uzaklara dalıp gitmişti.

 

Olanları anlamak için sessizce onu seyretmeye devam ettim. Dikkatli bir şekilde inceleyince Yeliz'in düşük omuzları ve ara ara verdiği derin nefesleri fark ettim. Ne kadar aptal bir insandım ben? En yakın arkadaşımın derdini kapıdan girdiğim ilk anda fark edeceğime son saniyeye kadar anlamamıştım. Biran önce kendi sorunumu bir kenara bırakıp onunla ilgilenmem gerekiyordu. Elimi çenemin altına yerleştirip "Bana bir baksana sen." dedim.

 

Sesimi duyunca makinaya eğilmekten vazgeçip bana döndü. Yüzündeki asık çizgilere baktım. Sessiz kalınca sabırsız bir halde "Ne var Sena, niye bakıyorum sana." dedi. Kaşları çatıktı. Ne zaman strese girse yaptığı gibi sağ eliyle sol omzunu parçalamak istercesine kaşıyordu. Bir sorun olduğu kesinleşmişti artık. "Senin neyin var? Ne bu haller?"

 

Olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Bir cevap vermeden makinada ki bardaklara eğilip eline aldı. Büyük bir acı ya da travma yaşamıştı ve bundan kaçmaya çalışıyordu. Sorunu öğrenmezsem Yeliz bu karanlıkta boğulurdu, biliyordum. Bulaşık yerleştirmeye devam edip soruma cevap vermeyince sorgulayıcı gözlerimi üzerine dikip uyarıcı bir tonlamada "Yeliz." dedim.

 

Bana döndü ve yüzüme bakıp derin bir of çekti. Açıklamadan kaçamayacağını anlayınca elinde tuttuğu bardaklarla bezgin adımlar atarak yanıma gelip bardakları masanın üzerine bıraktı. Sandalyeye kendini attıktan sonra başını kaldırıp gözlerini tavana dikti. Dizi masayı sarsacak şiddette sallanmaya başlayınca tekrar "Yeliz" dedim.

 

Başını bana çevirip dudağını ısırdı. Bakışlarını kaçırdı. Ben sakince konuya girmesini beklerken o pat diye "Yavuz'a onu sevdiğimi söyledim." dedi.

 

Gözlerim hayretle büyürken yükselen sesimle "Ne söyledin? Ne söyledin?" dedim. Masanın üzerine uzattığı ellerine kaydı bakışlarım. Tırnağı ile sıkıntıyla oynadığı elinin baş parmağının derisini soymaya başladığını fark ettim. Ondan tarafa uzanıp eline vurdum. "Yapma şunu!"

 

Yüzünü buruşturup "Tamam anne." cevabını verdi. Ellerini önüne çekti. Bakışlarını benden kaçırıp başını önüne eğerek sustu. Bir günah işlemişçesine pişman, büyük bir ayıp etmişçesine utangaçtı.

 

Önüne çektiği ellerine doğru uzandım. Elinin üzerine elimi yerleştirip dostane bir şekilde sıktım. Utanç dolu bakışlarını masadan kaldırdı. Al al olmuş yanakları ile "Yavuz'a onu sevdiğimi söyledim. Onu görünce içimin kıpır kıpır olduğunu, midem de kelebekler uçtuğunu ve tam 3 yıldır onu gizliden gizliye takip ettiğimi söyledim." deyince ağzım biraz öncekinden daha büyük bir hayretle açıldı.

 

"Kızım sen takıntılı manyak falan mısın? Niye tanımadığın adamı takip ediyorsun? Hadi takip ettirdin diyelim niye bunu onun yüzüne söylüyorsun?"

 

Mahsun ifadesi hızla silinirken yumruğunu masaya vurup "Seviyorum kardeşim suç mu?" diye bağırdı. Aniden değişen ruh haline kahkaha atmaya başladım. Tavrını fark eden Yeliz'de kahkahalarıma eşlik etmeye başladı.

 

Onu hiç böyle görmemiştim. Dengesiz tavırları, bir anda değişen ruh hali, masaya yumruğunu vurması... Kırk yıllık alkolikler gibiydi. Bir farkla onlar alkolden sarhoş olurken Yeliz aşk sarhoşu olmuştu. Görünen oydu ki Yeliz gerçekten de abayı yakmıştı Yavuz'a ama başka bir görünene göre de Yavuz aynı hislerle yaklaşmamıştı Yeliz'e.

 

Kahkahalarımı bastırmaya çalışarak derin nefesler aldım. Huhlar gibi verdiğim nefeslerimin arasında "Peki ya Yavuz ne dedi?" diye sordum.

 

Dudaklarında ki tebessüm silinirken oturduğu sandalye de dikleşti. Üzerinde gömlek varmış gibi yaka kısmını yukarı çekti. Ellerini masanın üzerine uzatıp ikisini birbirine bağladıktan sonra ciddi bir tavırla yüzüme baktı. "Yeliz Hanım, hisleriniz beni mutlu etti desem yalan söylemiş olurum. Ben aşkta istemiyorum, hayatıma girecek bir kadını da. Benim karanlığım ve bataklığımda hiç bir ışığa yer yok. Bu yüzden bir süre görüşmesek ikimiz için de en doğrusu olur." deyip açıklama yapmama dahi izin vermeden öylece kalktı gitti."

 

"Seni sevmediğini falan söylemedi, başka bir açıklama yapmadı öylece çekip gitti yani." deyince üzüntüyle başını salladı.

 

"Yavuz'un neden böyle bir şey yaptığını anlayamıyorum. Onun gibi sevgi dolu bir adam birinin kendisine aşık olduğunu duyduğunda böyle kestirip atacak birisi değil. Bu tavır, bu konuşma Yavuz'un üslubuna göre bir şey hiç değil. Bu davranışlar tam da eski Aras'ın yapacağı şeyler" diye sesli bir şekilde düşünürken beynimde şimşekler çaktı. Aras o zamanlar benden kaçmak için böyle davranıyordu. O zaman Yavuz'da kaçmak için yapmıştı. Yeliz'e karşı boş değildi ve ona olan hislerinden kaçmak için yapmıştı.

 

Yüzüme büyük bir sırıtış yayılırken muzip bir sesle "Yeliz." dedim. Akmaya başlayan yaşlarını silen Yeliz burnunu çekip çaresizlik içinde "Efendim." deyince mırıldandıklarımı duymadığını anladım. Yoksa yer çekimini bulmuş Newton gibi sırıtışımı ve vücuduma yayılan sevinç dalgasını görmemesi imkansızdı.

 

Kıkırdayan sesimle. "Bence Yavuz da sana karşı bir şeyler hissediyor." dedim. Önce kaşları çatılıp afalladı. Benim bir şey bildiğimi anlayınca gözlerinin içi parlayan Yeliz yüzüme ümitle bakarken "Nereden biliyorsun? O mu söyledi?" diye sordu.

 

Oturduğum koltukta kıpırdandım. "Hayır o bir şey söylemedi. Ama tavırlarını bir yerden tanıyorum. Aras benden kaçmaya çalışırken tıpkı Yavuz gibi davranıyordu. Yani bana sorarsan Yavuz'da sana karşı bir şeyler hissediyor ama içinde bulunduğu dünyadan ya da kafasının içerisinde kurduğu karanlıktan dolayı senden kaçıyor." diyerek tek solukta açıklama yaptım.

 

Dudağını ısırırken ikna olmamış halde yüzüme baktı. "Yeliz, kendisi de benim karanlığım da ve bataklığımda yer yok demedi mi sana? Bu da demek oluyor ki seni seviyorum ama bu karanlığa seni mahkum etmek istemiyorum demek oluyor."

 

Parmak uçları çenesinde gezerken gözleri karşıda ki duvara daldı. "Yavuz küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş. Senin söylediğin gibi acaba beni kaybetmekten korkuyor olabilir mi?" derken soruyu benden çok kendisine soruyordu. Hışımla bana döndü. Kısılan gözleri hala bir şeyler düşündüğünü belli ederken heyecanını gizleyemediği ses tınısıyla "Sena, Yavuz benim ölmemden korkuyor olabilir mi? Onun yüzünden bana bir şey olmasından korktuğu için beni reddetmiş olabilir mi?" diye sordu.

 

Başımı evet anlamında sallarken "Ben kaç saattir ne diyorum sana? Adam sana aşık ama korkakta. Sana bir şey olmasındansa senden uzak yaşamayı göze aldığı için yaptı bunu." dedim. Kelimeler ağzımdan dökülürken içimde bir burukluk oluştu. Aras'ın benim için bu ihtimalleri düşünmemiş olma ihtimali içime yumru gibi oturdu. Gitmemi isteseydi onu bırakıp gitmezdim zaten ama başıma gelen o kadar şeyden sonra en azından içinde bulunduğu karanlıktan azda olsa sıyrılmasını beklerdim.

 

Avuç içini yavaşça omzuma vuran Yeliz ile kendime gelirken ruh halimden sıyrılmaya çalıştım. Dudaklarını büzüp alaylı bir ifade ile baktı. "Ay nasılda üzüldü. Kıyamam sana. Çen Aras çeni düşünmedi diye üzüldün mü?" deyince hırsla omuz silktim.

 

"Ne alakası var Yeliz. Aklımdan bile geçmedi öyle bir şey."

 

Alt dudağı yukarı doğru çekilirken başını sallayıp "Tabi tabi." dedi. Göz devirip başımı başka tarafa çevirdim. Kaçtığım gerçekleri duymayı sevmiyordum. Benim görmezden geldiğim şeyleri de kimsenin bana sunmaya hakkı yoktu.

 

Yeliz hınzır bir edayla "Bende sana Aras ile ilgili bir şey anlatacaktım da neyseee." derken ağzından çıkan cümle daha bitmeden ondan tarafa döndüm. Saçını geriye doğru savurup yüzüme zafer ifadesiyle baktı.

 

Sabırsız bir sesle "Anlatsana o zaman." dedim. Şuh kahkahası salonla bitişik olan mutfakta yankılanırken "Umurunda değil sanıyordum." dedi. Omuzumu çekip başımı başka tarafa çevirdim. "Aras umurumda değil diye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Ayrıca sana yalvaracak da değilim. Anlatmak istemiyorsan anlatma."

 

Elini omzuma koyup "Sakin ol Avukat Hanım bir şey demedim." deyince istemsiz bir gülümseme ile kıvrıldı dudaklarım. Olduğu yerde başını dans ettirircesine oynatıp "Hoşuna gidecek detayları anlatmaya başlıyorum." deyince ellerimi sevinçle çırpıp diniliyorum dercesine baktım. Derin bir nefes aldı. Yüzü ciddileşirken sesli bir şeklide yutkundu. "Aras en başından beri seni hayatında istememiş. Senin Avukatı olacağını öğrendiği gün Yavuz'un kaşını patlatmış." derken dudakları memnuniyetsizlikle büküldü.

 

Ağzım hayretle açıldı. "Sen.. Sen ciddi misin Yeliz? O gün adliyede kaşında oluşan dikişin sebebi Aras mı?" derken başını salladı.

 

"Aras, senden önce asla Yavuz'a dokunmazken senden sonra zarar vermiş. İlk zararı böyle ikincisini zaten hepimiz biliyoruz." derken ellerini yana doğru açtı. Derin bir nefes daha aldıktan sonra "Arabanın patladığı gün, eve kutu geldiği gün kısacası sen galeriye girdikten sonra artık senden kurtulmak için değil senin zarar görmemen için hayatından çıkmanı sağlamaya çalışmış. İçinde bulunduğu alemden çıkmaya kalkarsa sana ya da Yavuz'a zarar gelir diye düşündüğü için de asla içerisinde ki aydınlığın gün yüzüne çıkmasına izin vermemiş." dedi.

 

Duyduklarıma inanamıyordum. Aras'ın her şeyi bu kadar ince düşündüğünü asla tahmin edemezdim. Yeliz'in söyledikleri demek oluyordu ki Aras'ı karanlığından çıkarmam o kadar kolay olmayacaktı. Hem bu bataklığı severken hem de sevdiklerini korumaya çalışırken hedefime kısa sürede ulaşamazdım. Adım adım ilerleyeceğim detaylı bir plana ihtiyacım vardı.

 

Aklıma gelen şeyle düşüncelerden sıyrılıp "Bir dakika! Aras duygularını itiraf mı etmiş Yavuz'a." diye sordum. Aras'ın hislerini açık etmesi mümkün olmayan bir şeydi. . Eğer böyle bir şey yaptıysa bu onda bir gelişme olduğunu gösterirdi. Hislerini kelimelere dökmesi demek kendisiyle yüzleşmeye başladığı anlamına geliyordu.

 

Yeliz'den evet cevabını beklerken başını olumsuz manada iki yana salladı. "Tabi ki de senin sevgilin bir şey anlatmamış, Yavuz onu çok iyi tanıdığı için sana bir şey olacak diye olan korkusunu görmüş." Elini masanın üzerinde duran elimin üzerine koyup hafifçe sıktıktan sonra "Sena, Aras ile Yavuz arasında ki en büyük fark bu." dedi.

 

Meraklı bakışlarım onu bulurken "Aras, seni canı pahasına korurken, sana bir şey olmayacağına eminken Yavuz korkularının arkasına sığınıyor. Korkuları yüzünden hayatını yaşamaya cesaret edemiyor." dedi.

 

Doğru söylüyordu. Aras korkularına göğüs geren onlarla yaşamasını bilen bir adamdı. Bela Aras'ın üzerine değil Aras belanın üzerine gidiyordu. Hayatı uçlarda yaşamaktan zevk alan bir adamdı. Lakin Yavuz, Aras'ın tam tersiydi. Yavuz, mantığına yatmayan hiçbir şeyi hayatına uyarlamıyordu. Sevdiklerini kaybetmekten korkuyordu. Özellikle de Yeliz gibi savunmasız ve bu dünyaya yabancı olan birini hem kaybetmekten korkuyordu hem de koruyamamaktan...

 

Bir tek söz konusu Aras olduğunda içindeki karanlığı uyandırıp herkese karşı gelirken Aras dışında bir şey olduğunda korkularına boyun eğiyordu. Buradan çıkan sonuca göre Yavuz'un kaybetmekten korktuğu tek kişi Aras'tı ve başkasını da dahil etmek istemiyordu. Belki de içinde uyuyan karanlığı uyandırmak istemiyordu. Yeliz ile olması demek bu alemde daha acımasız olması anlamına geldiği için belki de bu gerçekten kaçıyordu.

 

Masanın üzerinde çalan telefonla ellerimiz birbirinden ayrılırken telefonu aldım. Ekranda yazan Aras'ın adını görünce kaşlarım havalandı. Beyefendinin sonunda aklına gelebilmiştim. Ama telefonu hemen açmayacaktım. O beni nasıl habersiz bıraktıysa bende onu habersiz bırakacaktım. Biraz merak etmesi gerekiyordu. Telefon son çalışlarına doğru giderken daha fazla dayanamadım.

 

Telefonu kulağıma götürüp "Aras." dedim. Bir cevap gelmesini bekledim lakin arabanın uğultusu dışında bir ses gelmedi. Kısa bir süre daha bekledikten sonra hala cevap gelmeyince içime bir huzursuzluk çöktü. Endişeli çıkan sesimle "Aras orda mısın?" diye sordum

 

"Buradayım Senam." dedi. Sesini iyi çıkarmaya çalışsa da tınısında bir gariplik vardı farkındaydım. Aras ne zaman bir şey saklasa ya da endişesini gizlemeye çalışsa bu tınıda konuşurdu. Selimken de aynıydı.

 

Olanları anlamaya çalışırken tedirginleşen sesimle "İyi misin?" diye sordum.

 

"Değilim ama olacağım. Bir iyi haber daha aldıktan sonra olacağım." cevabını verdi. "O ne.." diyen sorgulayıcı cümlelerimi sıralayacağı esnada benden önce davranarak "Sen neden evde değildin?" diye sordu.

 

Nasıl yani Aras'ın benim evde olmadığımdan haberi yok muydu? Beni gönderen o değil miydi? İşler iyiden iyiye garipleşiyordu. Zihnimde düşünceler uçuşurken dalgın sesimle "Adem, senin kendi evime gitmemi istediğini söyledi. Aniden böyle bir şeyle gelince bende seni arayıp neler olduğunu sormak istedim tabi. Tepkimi görünce "Yenge abim toplantıda, telefonu da yukarıdadır, arasan da ulaşamazsın." dedim. Telefonla ilgili prosedürü bildiğim için pek üzerinde durmadım. Kadir ile kendi evime geçtim." açıklamasını yaparak duraksadım. Endişem daha da artarken "Aras bir sorun mu var?" diye sordum.

 

Sorularımı duymazdan gelip "Sonra Avukat. Sonra hepsini konuşacağız." diyerek tak diye telefonu yüzüme kapattı. Kulağımdan çektiğim telefonla bakışırken olanları anlamaya çalışıyordum. Aras'ın benim evde olmadığımdan haberi yoktu. Sesimi duyduğu halde sakinleşmesi gerekirken o, hala endişeliydi ve açıklama yapmadan telefonu yüzüme kapatmıştı. Bir soru vardı hem de büyük bir sorun.

 

Meraklı sesiyle Yeliz "Sorun ne Sena." diye sorunca başımı iki yana salladım. Dudaklarımı içe çekip baskı uygulayarak bir süre durduktan sonra "Bilmiyorum Yeliz ama büyük bir sorun var, hem de çok büyük bir sorun." dedim.

 

Masanın üzerinde duran telefonu alıp Yavuz'u aradım. Telefon uzun uzun çaldı ancak açan kimse olmadı. Huzursuz soluğumu verirken kulağımdan çektiğim telefondan Kadir'in isminin üzerine bastım. "Efendim yenge." diyen Kadir'in sesini duyunca vakit kaybetmeden "Bir sorun mu var Kadir?" diye sordum.

 

"Yok yenge. Yani benim bildiğim kadarıyla yok?" duraksadı. "Bilmediğim bir şey mi var yenge?" derken sakin çıkan sesi tedirginleşti. Olan biteni anlamadan ortalığı ayağa kaldırmak istemiyordum. Geçiştirmek için "Yok. Meslek alışkanlığı işte bir sorun var mı diye kontrol etmek istedim." dedi.

 

"Anladım yenge."

 

"Tamam o zaman ben seni daha fazla tutmayayım. İyi geceler." diyerek telefonu kapatıp kötü haberin gelmemesini umarak kabuğuma çekildim.

 

***************

 

Yaklaşık 45 dakikadır ne Yeliz'in nede benim ağzımdan tek kelime laf çıkmamıştı. Salondaki koltuğa kendimi atıp kolumun altına kırlent sıkıştırmıştım. Kırlentin üzerine dayadığım kolumla çenemi oynarken neler olduğunu düşünüyordum. Aklıma gelen olumsuz düşüncelerle ruhumun karanlığı gitgide artıyordu. Huzursuzluk ayak parmaklarımdan kulaklarıma kadar bütün bedenimi etkisi altına almıştı. Ama biliyordum ki Yavuz'un da Aras'ın da canının sağ olmasını dilemekten başka çarem yoktu şuanda. İkisinin de sağ salim bize gelmesini dilemekten başka hiçbir çarem yoktu.

 

Masanın üzerindeki telefon acı acı çalmaya başlarken yerimden hızla doğrulup orta sehpaya eğildim. Ekranda Aras'ın adını görmeyi umarken Hamdi Yiğitsoy'un adını görünce içimde bir şeyler koptu. Korktuğum şey olmuştu. Aras'ın ya da Yavuz'un başı belaya girmişti. Beni arayamayacak kadar ağır bir belaya. Belki de ölmüşlerdi. Korkularla boğuşurken telefonu kulağıma götürüp kaybolan sesimi bularak "Efendim Hamdi Bey." dedim.

 

"Sena kızım , Yavuz'u almışlar. Şimdi emniyette olması lazım. Aile avukatı olarak gidip ilgilenir misin?" deyince duyduklarım karşısında afalladım. Kim neden almıştı Yavuz'u? Neler olmuştu da almıştı? Ve bunca şey olurken Aras beni neden aramamıştı?

 

Sorularımı kenara bırakıp vakit kaybetmemek için yerimden hızlıca kalktım. Seri adımlarla merdivenlere yöneldim. "Tabi giderim ama tam olarak neden alınmış Yavuz?"

 

"Fırat Akıncı." deyip soluklandı. "Şerefsiz herif, Yavuz'un evine tetikçi göndermiş. Tetikçi, Yavuz'u öldürmeden Aras gelen iti öldürmüş. Sonrasında bahçeye Savcı ile adamları doluşmuş ve Aras'ı tutuklamak istemiş. Yavuz'da suçu üstlenince Aras'ı bırakıp onu almışlar." diye olayı açıklarken her duyduğum kelimede şaşkınlığım daha çok artıyordu. Fırat'ın bu kadar ileriye gidebileceğini asla düşünememiştim. Resmen Aras ile Yavuz'a kumpas kurmuştu.

 

Elbise dolabının kapılarını açtım. Elime gelen ilk gömleği yatağın üzerine fırlattım. "Merak etmeyin efendim 10 dakika içerisinde evden çıkmış olurum gelişmeleri de size bildiririm." dedim.

 

"Tamam kızım senden haber bekliyoruz." diyen Hamdi Yiğitsoy telefonu kapatacağı esnada hızla "Hamdi Bey." dedim.

 

"Buyur kızım."

 

"Aras nerede bilginiz var mı?"

 

Keyifsiz bir nefes verdi. "Karanlığında boğulmaya gitmiştir."

 

Dudaklarım tek çizgi halini alırken yutkunamadım. İşleri bana bırakmak yerine kendi halletmeyi tercih etmişti. Ben onun sadece sevdiği kadın değil Avukatıydım da ama o bu durumu bana anlatmak yerine kendisi halletmek istemişti. Benim var olamam onun karanlığında en ufak bir değişime bile sebep olmamıştı.

 

Telefonun ucundan bekleyen Hamdi Bey'i daha fazla bekletmemek adına durgun bir sesle "Anladım. Ben şimdi çıkıyorum merak etmeyin." deyip telefonu kapattım. Hızla hazırlanıp evden çıkarken Yeliz'in de çoktan hazırlanıp kapının önünde durduğunu gördüm.

 

"Benimle mi geliyorsun?"

 

Ağlamaktan kızaran gözlerini saklamaya çalışırken "Hayır Esma Annelere gidiyorum. Yavuz ile ilgili gelecek haberi orada bekleyeceğim." dedi. "Tamam" cevabını verip Yeliz'e sımsıkı sarıldıktan sonra evden çıkıp emniyete sürdüm. Yavuz'u oradan bu gece çıkaramazdım ama en azından olayları anlar, onun iyi olduğunu görürdüm.

 

Lakin yolda içime bir kuşku düştü. Yavuz'un emniyette olmadığını hissettiren bir kuşku. Tablet ekrana tıklayarak Yavuz'un işe başladığım ilk zamanlarda her hangi bir sorun olursa aramam için verdiği Yalçın amirin adına tıkladım. Uzun uzun çalan telefon sonrasında nefes nefese bir şekilde "Alo." sesi duyuldu.

 

Tedirgin bir sesle "Yalçın Amir?" diye sorgulayınca "Buyurun benim." dedi.

 

"Ben Avukat Sena Eroğlu." diyerek kendimi tanıttım.

 

Gergin bir nefes verip "Neden aradığınızı tahmin edebiliyorum Avukat Hanım. Yavuz'u ne yazık ki emniyete getirmediler ve nerede olduğu hakkında en ufak bir bilgimiz yok. Bizde şimdi Yavuz'u alan adamların peşindeyiz." diyerek açıklama yapınca cümlelerinin arasından cımbızla çektiğim biz kelimesinden kimi kast ettiğini anladım.

 

Aras'ı umursamamaya çalışarak "Bir sonuç var mı peki?" diye sordum.

 

"Ne yazık ki yok Avukat Hanım." derken arkadan Aras'ın "Konuşsana lan." diye kükreyen sesine eşlik eden acı bağırmalar duyuldu. Sonrasında da Yalçın apar topar telefonu kapattı. Hamdi Beyin dediği olmuştu. Aras karanlığında boğulmaya gitmişti ve ben onu kurtarmak için bir şey yapamıyordum. Gözlerim öfke ve çaresizlik karışımı olmuş hislerle dolarken rotamı adliyeye çevirdim. Fırat'ın orada olduğuna ve beni beklediğine emindim.

 

Yol boyunca olacak bütün ihtimalleri düşünüp neler yapabileceğim konusunda fikirler sunuyordum kendime. Atladığım tek bir seçenek olsun istemiyordum. Çünkü söz konusu Fırat ise en akla gelmeyeni düşünmek zorundaydım.

 

Otoparka arabayı bırakıp araçtan indim. Topuklu ayakkabılarım gecenin sessizliğini delerken kendimden emin adımlarla yürümeye başladım. Adliye kapısından içeri girip büyük bir öfkeyle Fırat'ın odasına yöneldim. Kapı kolunu hırsla bastırıp içeri girdiğim anda Fırat'ın keyifli gülümsemesi ile karşı karşıya kaldım. Sıktığım dişlerimin arasından "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordum.

 

Koltuğunun kolçağına dayadığı dirseği yayılarak oturuşu ve küstah gülüşü ile yüzüme bakarken suratının ortasına bir tane çarpma isteğime güçlükle karşı koyabiliyordum. Elinde tuttuğu kalemi dudaklarında gezdirirken pişkin bir edayla "Ne yapmışım?" dedi.

 

Kulpunu tuttuğum kapıyı hırsla çarptım. Kapının sesi koridoru inletirken "Neden bahsettiğimi ikimizde biliyoruz Fırat. Yavuz nerede?" diye bağırdım. Kaşları havaya kalkarken alaylı çıkan sesiyle "Bilmem nerede Avukat Hanım, müvekkilinizi bana mı soruyorsunuz?" diye sordu.

 

Burnumdan derin bir nefes verdim. "Fırat benimle oynama nerede Yavuz?"

 

Yayıldığı koltukta dikleşip elindeki kalemi masanın üzerine çarpar gibi bıraktı. Ciddileşen ifadesine sertleşen bakışları eşlik etti. "Öncelikle Avukat Hanım, odama böyle girme cesaretini size veren nedir acaba? İkidir aynı adamlar için odama bu şekilde giriyorsun. İstediğin şey Savcıya mukavemetten içeri atılmaksa yaparım."

 

Duraksayıp beni baştan aşağıya süzerken yüzü buruştu. "İkinci olarak sanırım buna gerek yok. Çünkü acınası haldesin Sena. Bir mafya babası için ikinci kez odamı basacak kadar acınası haldesin." İğrenen bakışlarını gözüme sabitledi. "Nerede idealleri için savaşan Avukat Sena Eroğlu nerede Şeytanın Avukatlığını yapan Sena Eroğlu." derken başını vahlanır gibi salladı.

 

Sinirim iyice artıyordu. Onunla olmayı kabul etmedim diye beni aşağılamaktan asla vazgeçmiyordu. Kendisi daha pislik bir adamken Aras'ın çamuruna laf atıyordu. Ama bu lafları ona yutturacaktım. Küçümseyici bir bakış atıp "Seninle mi olmam gerekiyordu Fırat. Silah kaçakçısı yerine toz kaçakçısıyla. Gençleri zehirleyen şerefsizlere çanak tutan şeref yoksunu seninle mi olmalıydım?" dedim.

 

Çenesi öfkeden kasıldı. Lakin tek kelime edemedi. İçinde büyüyen öfkeye rağmen haklı olduğum için verebileceği bir cevabı yoktu. "Şimdi söyle bakalım, Yavuz nerede?"

 

Tek kaşı havaya kalkarken yüzünde küstah bir ifade belirdi. "Yavuz'u neden burada arıyorsun Sena. Burası kayıp bürosu değil bir Cumhuriyet Savcısının odası." Eliyle kapıyı gösterdi "Bir kaybın varsa eğer emniyete gidip bildir."

 

Öfkeyle istediğimi alamayacaktım. O zaman taktik değiştirme zamanı gelmişti. "Fırat, Yavuz'u senin aldığını biliyorum. Onu nereye götürdün Yavuz nerede?" derken sesimi daha kontrollü çıkarmaya çalışıyordum. Karşısındaki koltuğa oturdum. Elim hırsla boynumu kaşırken sakinleşmeye çalıştım. Eğer damarına basmaya devam edersem Yavuz'un yerini öğrenemeyeceğimi biliyordum.

 

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp sakinlikle yüzüne baktım. Kadife gibi çıkarmaya çalıştığım sesimle "Fırat sen bu değilsin. Sen böyle bir adam değilsin. Sen bir karıncanın dahi canını yakmazsın. Yakamazsın. Benim tanıdığım, değer verdiğim adam bu kadar acımasız değil. Lütfen söyle Yavuz nerede?" diye sordum.

 

Sertleşen omuzları gevşedi. İmalı bakışlarla beni süzdü. "Yavuz'a gerçekten değer veriyorsun?" diye sorarken Yavuz'a Aras yüzünden mi değer veriyorum yoksa Yavuz'u gerçekten sevdiğim için mi böyle davranıyorum anlamaya çalışıyordu. Birlikte büyümek bana çok şey kazandırmıştı. Ciğerini biliyordum onun. Fırat, şerefsizin önde gideni olabilirdi lakin zayıf bir tarafı vardı. BEN... Söz konusu ben olunca tavırları değişiyordu.

 

Gözlerime timsah gözyaşlarını indirirken başımı da öne eğdim. Dudaklarımı içe doğru çekip baskı uyguladıktan sonra içli bir nefes aldım. "Ben Yavuz'u abimin yerine koydum Fırat. Onun gibi sevdim Yavuz'u da ." Başımı kaldırıp yüzüne bakarken gözyaşlarımda yanaklarımdan süzülüyordu.

 

Yüzüme dikkatle bakarken gözyaşlarımı fark edince yerinden kalktı. Masanın üzerinde duran peçetelerden birini alıp elime tutuştururken önüme diz çöktü. Gözlerinden geçen hüzün dalgasıyla yüzüme baktığını görünce ağlamamı arttırıp omuzlarımı daha da indirdim. "Ben abimi kaybettiğimde ne hale geldim en iyi sen biliyorsun." derken söylediğim şeye kendim bile inanmıyordum. Bu itin ne halde olduğumdan haberi asla olmamıştı. Ama ne yaparsın şu anda suyuna gitmem gerekiyordu.

 

Başını üzüntü içerisinde salladı. Durgun çıkan sesiyle "Biliyorum Sena." dedi. Benim gözümden yaşlar süzüldükçe bakışlarında pişmanlık gördüm. Ağlamamı daha da arttırıp "Aynı şeyi Yavuz'da da yaşamak istemiyorum ben Fırat. Abim, kardeşim yerine koyduğum bir kişi daha ölsün istemiyorum. Yavuz nerede söyle bana." dedim.

 

Bakışlarından bir şey geçti. Olduğu yerden hızla kalkıp camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Sessizce vereceği cevabı beklerken içimden de küfürler ediyordum. Çenesiyle elini sıvazlayarak bana döndü. "Sana Yavuz'u veririm Sena ama iki şartla, şartlarımı kabul edersen Yavuz'u alabilirsin."

 

"Neymiş" dediğim esnada telefonu çaldı. Yavaş adımlarla masasına doğru yürüdü. Sinsi bir gülümseme ile ekrana bakıp bakışlarını bana çevirdi. Telefonu kaldırırken görüntülü arama olduğunu belli edercesine salladıktan sonra "Şartlarımı duymadan önce burada kimler varmış bakmak ister misin Sena? Doğru karar almanda yardımcı olur." dedi.

 

Yutkunamadım. Hatta nefes bile alamadım. Biliyordum gelen aramanın arkasında Yavuz vardı ve kim bilir ne haldeydi. Göreceklerime hazır değildim. Ama başka çaremde yoktu. Yerimden kalkıp Fırat'ın koltuğunun arka kısmında durdum. Hiçliğin içinde yok olurken başımı salladım.

 

Fırat'ın parmağı cevaplama tuşuna kaydı. İğrenç gülümsemesi daha da artarken kamera kadrajına ağzı siyah bantla bantlı, boynuna ip geçirilmiş ve dudağının kenarıyla kaşının üzerinde patlak olan Yavuz girdi. Kaşından akan kan usulca çenesine yol almıştı. Dudaklarımdan acı bir inleme kaçarken Yavuz'un o kadar olana rağmen dik tutmaya çalıştığı omuzlarına baktım.

 

Başını bana çeviren Fırat gözlerimin içerisine bakarken "Ben sizi arayana kadar kılına dahi dokunmayın." deyip karşı taraftan gelen "Tamam patron" cümlesinden sonra telefonu kapattı. Ellerini masaya vurup "Şimdi anlaşmamıza dönelim mi Sena." derken 32 dişini de rahatlıkla görebiliyordum.

 

Fırat'ın arkasından çıkıp biraz önce kalktığım koltuğa oturdum. Gardımı düşürmeden keskin tutmaya çalıştığım sesimle "Seni dinliyorum Fırat." dedim. Koltuğunda geriye yaslandı. Başını yana yatırıp bu gün defalarca yaptığı gibi beni tekrar baştan aşağıya süzdü.

 

"Yavuz'un kılına zarar vermeden yarın akşam galeriye bıraktırırım lakin senin de bildiğin üzere şartım var." derken bakışlarıyla anlaşmaya açık olup olmadığımı yokladı. Elimi devam et der gibi salladım. İlk şartını söylerken kaşlarım o kadar sert çatıldı ki başıma ağrı girdi. Benden Aras'a böyle bir ihanette bulunmamı nasıl beklerdi? Sevdiğim adamı can evinden vurmayacaktım. Ona bunu düşündüren her neyse biran önce vazgeçmesi gerekiyordu.

 

Öne doğru eğildi. "İkincisi ise Aras'tan ayrılacaksın Sena."

 

Duyduğum şeyle içten bir kahkaha attım. Aras'tan ayrılacaktım öyle mi? Böyle bir şeyi kabul etmeyeceğimi bildiği halde bu şartla mı gelmişti? Şaka yapıyor olmalıydı. Başımı iki yana sallarken gülmemi bastırmaya çalıştım. "Aras'tan ayrılacağım öyle mi?"

 

Tepkime fazlasıyla bozulduğunu belli eden kaşları çatıldı. "Evet aynen öyle yapacaksın Sena."

 

Gülmemi kestim. Katılaşan yüzümle birlikte meydan okuyan bakışlarımı ona dikip "Böyle bir şey olmayacak Fırat. Sunduğun aptalca iki şartı da kabul etmiyorum." dedim. Yerimden hızla kalkıp masanın üzerinde duran çantamı aldıktan sonra kapıya yöneldim. Kapıyı açıp koridora adımımı atacakken bütün acımasızlığıyla "Sen bilirsin Sena. Ama unutma ki Yavuz'un ipleri benim elimde ve sen benim şartımı kabul etmezsen abin gibi oda ölecek." dedi.

 

Çaresizlik içerisinde kapıdan çıkıp adliye koridorlarında ilerlemeye başladım. Ya Aras'ı bir kez daha karanlığına atacaktım ya da Yavuz'u düştüğü cehennemden çıkaracaktım. Muavin koltuğuna çantamı fırlatıp şoför koltuğuna oturdum.

 

"Aras ona ihanet ettiğimi, ona sormadan Savcı ile anlaştığımı öğrenirse zaten ikinci şart otomatikman gerçekleşmiş olacak. Peki ben ilkini yerine getirecek miyim?" diye mırıldanırken acıyla inledim. İşler içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Aras'ı karanlıktan çekmeye çalışırken karanlığın tam ortasına dalmıştım ve kurtulamıyordum.

 

Ağlamak üzereydim. Aras'ın kollarına sığınıp saatlerce ağlamak istiyordum. Lakin buda pek mümkün değildi çünkü kendisi kayıptı. İleriye uzanarak içerisinde lüzumsuz bir çok şey olan çantamı öfkeyle karıştırıp telefonumu buldum. K.G.İ diye kayıtlı Aras'ın isminin üzerine tıklayıp bekledim. Bir süredir cevaplanma nezaketi gösterilmeyen telefon şimdide "Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor" demişti.

 

Gözlerimi kapayıp bütün öfkemi kusmak istercesine yumruklarımı sıktım. Oturduğum koltukta tepinerek bastım çığlığı. Bu kadar kötü hissin bir yerden çıkması gerekiyordu. Ve en iyi stres atma yolu çığlık atmaktı.

 

Gözlerimi açıp derin bir kaç nefes aldıktan sonra "Bu telefonu bir tarafına hediye etmezsem bende Sena değilim Aras!" dedim. Ekranda Kadir'i bulup adının üzerine tıkladım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra "Efendim Yenge." diyerek cevapladı.

 

"Kadir sana bir şey soracağım ama tek sefer de bana doğruyu söyle, neredesiniz?" dedim. Telefonda büyük bir sessizlik oluşurken sabırsız çıkan sesime eklenen sinirle "Kadir sana diyorum!!" deyince sesli bir yutkunma duydum.

 

Yalvaran sesiyle "Yenge yapma abim öldürür beni." deyince "Söylemezsen de ilk gördüğüm yerde ben öldüreceğim Kadir seni." dedim. Eğer istedikleri psikopatlıksa bende psikopat olurdum. Madem onları yola getirmenin tek yolu buydu bende oyunu kuralına göre oynardım. "Yemin ederim yaparım bunu ve zerre de içim acımaz."

 

"Yenge sen sadece vurursun ama abim.." deyip duraksadı. Haklıydı. Ben sadece vururdum ama Aras vurmaktan beter ederdi. Aras'ın manyaklık seviyesine ulaşamayacağımın farkındaydım. Ve ne dersem diyeyim Kadir ondan korktuğu kadar benden korkmayacaktı.

 

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır metodundan başka çarem yoktu. "Bana yerinizi söylemezsen size yardım edemem." Cevap gelmedi. "Kadir, eğer ben oraya gelip abini durdurmazsam ve o korktuğun abin benimle birlikte hareket etmezse Yavuz'u öldürecekler."

 

Sessizlik oldu. Tam umudumu kaybediyordum ki "Konumu atıyorum yenge. Ama yalvarırım abime benden duyduğunu söyleme." dedi.

 

"Gönder konumu ve merak etme olanlar aramızda sır." dedim. Telefonu kapatıp Kadir'in mesajını beklerken bir kaç saniye içinde bildirim sesi arabaya doldu. Gelen mesajı açıp nerede olduklarını incelerken başımı yana yatırıp şaşkınlıkla ekrana bakakaldım. Konum marinaları gösteriyordu. "İyi de bu adamın marina da işi ne?" diye söylenirken arabayı konuma sürmeye başlamıştım bile.

 

Sıkışık trafik yüzünden ortalama 2 saatin sonunda marinanın önüne gelmiştim. Arabayı bir kenara park ettikten sonra yürüyerek hangi teknede olduklarını anlamak için iskeleye ilerledim. Konumun götürdüğü güzergahta yürürken "Hedefe ulaşıldı." uyarısıyla durdum.

 

Karşımda kişiye özel bir tekne beklerken yük gemisini görünce afalladım. Yanlış mı geldim acaba diye şüphe içerisinde kalırken etrafta ki diğer teknelere ve yatlara bakınmaya başladım. Koca geminin yanında beyaz bir yat vardı. Büyük harflerle yazılmış "ANKA KUŞU" yazısı ilk gözüme çarpan şey oldu. "İnsan bu kadar güzel bir tekneye neden böyle bir isim tercih eder ki?" diye düşürürken düşüncelerimden hızla sıyrıldım. Şuan konumuz bu değildi.

 

Etraftaki diğer gemi ya da yatları incelerken önünde durduğum yük gemisinden acı bir bağırış kulaklarıma doldu. Ne kadar ihtimal vermesem de aradığım gemi belli ki buydu. Gemiye adımımı atıp yavaş ve temkinli adımlarla içeriye doğru yürüdüm. Güverteye doğru adımlarım yönelirken acıdan bağıran birkaç kişinin sesi daha kulaklarıma doluyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce bu olanlara son vermeliydim.

 

Görüşüme insanlar girmeye başladı. En sonunda da Aras'ı gördüm. Kollarını katladığı gömleğinin yakası kış günü olmasına rağmen yarıya kadar açılmış, üzerine kan sıçramış haldeydi. Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Alnının ortasında bulunan damar sinirden açığa çıkmış haldeyken yüzü ise öfke dışında tek bir duygu barındırmıyordu. Katı, merhametsiz ve bir o kadar da cani bakışları ile yerde ki adamı süzdükten sonra yere eğildi. Elinde tuttuğu kerpeteni adamın tırnağına doğrulttu. Daha ben ne olduğunu anlayamadan adamın tırnağı kerpetenin ucunda kaldı.

 

Gözlerim kocaman açılırken ağzımdan belli belirsiz bir çığlık kaçtı. Yerdeki adamdan kafasını kaldırıp bana bakan Aras'ın karanlık gözlerini gördüm. İçerisinde zerre merhamet barındırmayan, içimi üşüten gözlerini. Bunca zamandır tanıdığım adam gitmiş yerine bambaşka bir adam gelmişti sanki. Çöktüğü yerden kalkarken başıyla yanı başında duran Kadir'e işaret verdi. Daha sonra da ben orada yokmuşum gibi yerde bulduğu beze kanlı kerpeten ucunu büyük bir soğukkanlılıkla sildi.

 

Yanıma gelen Kadir kolumdan tutup "Yenge hadi." deyince elimle durmasını işaret ettim. Olanları görmek istiyordum. Savaştığım canavarı bilmek istiyordum. Gözüme çarpan ilk şey 2 metre uzunluğunda olan cam fanusun içerisinde yüzen cansız beden oldu. Elimi göğsümün üzerine bastırdım. Ayaklarım titrerken ciğerlerim de aldığı nefesi reddediyordu.

 

Yılmadan bakışlarımı başka yöne çevirdim. Masadan akan kanlarla kan gölüne dönen yere baktım. Bu kadar kanın sebebini anlamak için korka korka bakışlarımı masanın üzerine çevirdim. Çevirmez olsaydım. Midem gördüğü manzara karşısında kalkarken olması gereken yerden canice koparılmış parmaklar, diller ve yerinden çıkarılışmış gözler görüş açıma girdi.

 

Elimi ağzıma bastırıp kusma refleksimi güçlükle bastırırken koluma dokunan Kadir "Yenge, hadi." dedi. Başımı tamam anlamında sallarken son bir kez Aras'a baktım. Bedeni bana yan bir şekilde dururken bu kadar katliamı yapan o değilmiş gibi umursamazca denizi seyretmeye başlamıştı.

 

Aras'ı baştan aşağıya süzerken düştüğü karanlıktaki halini ilk kez bu kadar yakından ve kanlı canlı görüyordum. Üzerindeki gömlek kan lekeleri ile doluyken gözlerim parmak boğumlarına ilişti. Sağlam tek bir yeri kalmamış, birilerine vurmaktan zedelenmişti. Dağılan saçlarını hırsla karıştırdı. Öfkesi Yavuz'u bulamayışına mı yoksa benim bu manzaraya şahit olmama mı anlamamıştım ama bildiğim bir şey varsa daha fazla bu manzaraya katlanamayacağımdı.

 

Aras karanlığından bir nebze olsun şikayetçidir, düzelmek için çaba harcıyordur diye düşünürken yanıldığımı görmek ruhuma ağır gelmişti. Onu bu karanlıktan çıkarabilmenin imkanı yoktu. Değil benim varlığım ileride doğacak çocuğumuz bile Aras'ın içerisinde yüzdüğü bok çukurundan çıkması için yeterli bir gerekçe olmayacaktı.

 

Kadir'in yardımıyla arabaya geçtikten sonra yüzüne dikkatle baktım. "Kadir, telefonundaki mesajı sil. Benim buraya nasıl geldiğimi anlamak için telefonuna bakabilir. Arama kaydını da sil." dedim. Başını minnetle sallarken yanımdan hızla uzaklaştı. Onun hali de tıpkı Aras gibiydi. Dağılmış üst baş, kana bulanmış eller ve karanlığa teslim olmuş bakışlar.

 

Gözlerimden akan yaşları silerken derin bir nefes aldım. "Sensiz kalsam bile karanlığında boğulmana izin vermeyeceğim Aras. Seni bu karanlıktan alıkoyamazken Yavuz olmadan sana ulaşmayı dahi başaramam." durup derin bir nefes verdim. "Ayrıca sevdiğim bir insanı daha toprağa verecek gücüm yok."

 

Telefona uzanıp istemeyerek Fırat'ın adının üzerinde durdum. Derin bir nefes alıp verdikten sonra arama tuşuna bastım. İlk çalışından cevaplanan telefonda Fırat'ın şen sesi duyuldu. "Bu kadar hızlı aramanı beklemiyordum Sena."

 

Kararlı çıkan sesimle "Şartlarından birini kabul ediyorum diğerini ise etmiyorum Fırat." dedim.

 

"İhanet şartını kabul ediyorsun ama ayrılmayı kabul etmiyorsun." duraksayıp alaylı bir kahkaha attı. "Yanılıyor muyum Sena?"

 

Boğazımda ki yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. "Yanılmıyorsun. Ama benimde şartım var. Yavuz en geç bu akşam Hamdi Yiğitsoyların evinde olacak." duraksadım. Ağzımdan çıkması gereken sözcükler bir türlü çıkmıyordu. Bütün bedenim bu ihanete karşı çıkıyordu lakin mecburdum. Hem Aras için hem de Yavuz için mecburdum. "Bende sana istediğin Hattanenin (silah kalıplarının döküldüğü yer) bilgisini vereceğim."

 

Rahat bir tavırla "Kabul Sena." durdu. "Hatta sana şöyle bir iyilik yapacağım. İlk ben Yavuz'u bırakırım sonrasında da sen Hattaneyi söylersin, nasıl olsa yetkilerimi kullanarak Yavuz'u istediğim zaman alabilirim." diyerek utanmadan gövde gösterisini yaptı. Mesleğini kötüye kullanıp Fırat gibi yüzsüz kaç adam var diye düşünmeden edemedim.

 

"Tamam." derken aklıma gelen düşünceyle tüylerim ürperdi. Geç kalan her saniye Aras'ın alacağı bir can, dökeceği başka bir kan demekti. "Akşam en geç olur Fırat. En fazla iki saat içerisinde bıraktırman lazım." dedim. Aras'ın sebep olacağı daha fazla yıkım görmek ya da bilmek istemiyordum.

 

Bıkkınlıkla bir nefes verdi. "Ona da tamam Sena. En fazla iki saat içerisinde evde olur." deyince "Güzel" deyip vereceği cevabı beklemeden telefonu kapattım. Koltukta geriye yaslanıp gelmeye hazır olan panik atağımı bastırabilmek için derin birkaç nefes aldım.

 

Kaybetmiştim. Fırat'ın şartlarını kabul ederek Aras'ı kaybetmiştim. Fırat bile olacakların o kadar farkındaydı ki ikinci şartı diretmemişti. Aras'ın bu yaptığım anlaşmayı duyduğunda beni terk edeceğini oda biliyordu.

 

Fırat'ın istediği hattane Yiğitsoyların en büyük hattanesiydi. Oraya yapılacak bir baskın ya da zarar verici bir girişim Yiğitsoy ailesine hem maddi hem de itibar açısından büyük kayıplar yaşatırdı. Ama başka seçeneğim yoktu.

 

Gözlerimden yaşlar usulca akarken vapura bakıp "Yine olsa yine yapardım. Seni o halde gördükten sonra yapabileceklerine razı olamazdım. Yavuz'un ölmesine razı olmazdım. Ölene kadar yüzüme bakmayacağını bilsem yine yaparım." dedim.

 

SENA BÜYÜK BİR KUMAR OYNADI. YAVUZ'UN CANINA KARŞILIK ARAS'IN İTİBARI...

 

FIRAT, OLANLARI ARAS'A SÖYLER Mİ NE DERSİNİZ? YOKSA SENA'YI AVCUNUN İÇERİSİNDE TUTMAK İÇİN KOZ OLARAK MI KULLANIR?

Bölüm : 13.09.2025 13:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...