
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM CANLARIM :)
Sena'nın Ağzından
Tepemde duyduğum hararetli konuşmanın sesiyle kalkmamaya yemin etmiş olan göz kapaklarımı zorlayarak açtım. Kamaşan gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdıktan sonra sesin geldiği tarafa doğru başımı yavaşça çevirdim.
Hararetli bir şekilde "Kaç saat oldu hala uyanmayacak mı?" diye soran Yavuz'a doktor bıkkın bir sesle "Biraz sakin olun. Anlattıklarınıza göre büyük bir kriz geçirmiş. Hemen uyanmasını beklememeniz gerektiğini size yirminci kez söylüyorum" cevabını verdi.
Neler olduğunu anlayamıyordum. Burada, bu odada ne işimiz vardı? Hem sorularımın cevabını almak hem de uyandığımı göstermek için konuşmak istedim. Konuşamadım. Sanki boğazıma bir şey takılmış gibi kelimelerin ağzımdan çıkmasına engel oluyordu. Boğazımı temizleme isteğiyle derin bir şekilde yutkunduktan sonra bağırmaktan çatallaşmış sesimle "Ne oldu bana? "dedim. Sesimi duyan Yavuz doktorla olan tartışmasını kesip telaşla yanıma geldi. Yüzüme korkuyla bakarak "İyi misin?" diye sordu.
Zonklayan başıma elimi götürerek "Başım." dedim. Baş ucuma gelen doktor "Sena Hanım izninizle küçük bir kontrol yapabilir miyim?" diye sordu.
Cevap vermek için kurumuş dudaklarımı ıslattım ancak konuşmaya mecalim yoktu. Başımı "olur" anlamında hafifçe sallamakla yetindim. Doktor göz bebeklerimi inceledikten "Sena Hanım, bilmem gereken bir rahatsızlığınız var mı? " diye sordu.
Gözlerimi kapatarak başımı "yok" manasında iki tarafa salladım. Doktor bana başka bir soru yöneltemeden Yavuz endişeli bir şekilde "Doktor Bey bir sorun mu var?" dedi. Hayır anlamında başımı salladım.
Doktorun huzursuz bir şekilde nefes verdiğini duyunca içimi korku saldı. Acaba hastalığım hakkında bir şeyden mi şüphelenmişti. Korka korka başımı kaldırıp doktora baktım. Tebessümle bana baktığını görünce içim rahatladı. Gülümsemesine bende karşılık verince başını Yavuz'a çevirip " İçiniz rahat olsun bir sorun yok. Sadece Sena Hanım'ın kalp atışları biraz hızlı. İlaç vereceğim ama var olan bir hastalığı olup olmadığını bilmeden vermek istemedim." cevabını verince dünyalar benim oldu.
Ben minnettar şekilde doktora bakmaya devam ederken Yavuz'un derinden bir nefes verdiğini duydum. Doktorun şüphelerini söylememesine sevinmiştim ancak bir sorun vardı. Ben hala neler olduğunu hatırlayamıyordum. Yavuz Bey burada olduğuna göre kesin adliyede bir şeyler olmuştu. Ama neydi? Zonklayan başım da hatırlama konusunda hiç yardımcı olmuyordu. Düşünmeye çalıştıkça beynime iğneler saplanıyordu.
Yavuz'dan olanları öğrenmek için yattığım yataktan doğrulamak istedim . Kollarımdan destek alarak doğrulmaya çalışırken bileklerimin beni taşıyamaması sonucu kalkmayı başaramadım. Oturmak için çabaladığımı gören Yavuz "Yardım etmemi ister misin? " diye sorunca "Çok iyi olur." dedim. Ben yanıma gelip kollarımdan tutarak beni kaldırmasını beklerken o yatağın köşesinde duran bir tuşa bastı. Yatağın başucu kısmı yükseldi ve oturur pozisyona geldim.
Gözlerimi kısarak "Bu kadar kolay mıydı ya?" diye sordum. Beni rencide etmek istemeyen Yavuz tebessüm ile gülerek başını sallamakla yetindi.
Bende rezilliğim üzerinde daha fazla durmak istemediğim için "Bana ne olduğunu artık söyleyecek misiniz?" diye sordum tekrar.
Yavuz şaşkınlıkla yüzüme bakıp "Olanları gerçekten hatırlamıyor musun?" diye sordu.
Sinirden hafif gülümseyerek "Hatırlasam niye 2 defa ne olduğunu sorayım?" deyince Yavuz'un yüzü değişti. Bakışlarında bir tedirginlik oluştu. Anlaşılan unutmamam gereken bir olayı unutmuştum. Ama bu benim suçum değildi. Girdiğim depresyon döneminden bana kalan hastalıklardan biri de disosiyatif füg'dü. Olayın geçtiği zamanı hatırlıyordum. Ama kişi ve eylemlerini unutuyordum. Diğer insanlardan farklı olarak ben sadece kötü zamanlarımda bu durumu yaşıyordum.
Beni bir süre sessizce inceleyen Yavuz en sonunda gözlerini gözlerime dikip "Önce Adliye binasında avazın çıktığı kadar bağırdın ve Aras'a hakaretler savurdun. Sırtına hakaret etmek senin için yeterli olmadı. Sen de yüzünü dönmesini istedi. O senden tarafa dönüp sende onun yüzünü görünce de bayıldın. Bizde seni apart topar buraya getirdik" açıklamasını yaparken yaşananlar gözümün önünden film şeridi gibi akıp gitmeye başladı. Aras'ın bana ettiği hakaretler. Sabrım taşınca gözleri üzerimize dikili bir koridor dolusu insana aldırmayarak söylediklerim.
Ve bayılmama neden olan o sahne. Yüzünü gördüğüm o adam. O olamazdı değil mi? 12 yıl önce ölen adam karşımda duruyor olamazdı. Mümkün değildi. Kalbim onun Selim olduğunu bağırırken aklım onun öldüğü gerçeğini yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Kendi kendime "Olanlar ağır geldiği için halüsinasyon görmüş olmalıyım. Yanımda var olmasını istediğim, kalbimin sahibi adamın yanımda olduğunu düşünüp kendimi güvende hissetmek istemiş olmalıyım. Bunun başka açıklaması olamaz." diye mırıldandım. O ölmüştü çünkü. Bende beynimin bir kez daha beni kandırmasına izin vermeyecektim.
12 yıl öncesi
Selim'in öldüğünü duyduktan sonrasında yeltendiğim intihar girişimim başarısız olmuştu. Bense bu duruma üzülmek yerine seviniyordum. Nedeniyse Selim'in yanımda oluşuydu.
Her şey ben kliniğe yattıktan 2 gün sonra oldu. Bir gece uykumdan Selim'in sesiyle uyandım. Baş ucuma oturmuş saçlarımı okşarken uyanmam için "Senam" diye sesleniyordu. Sesini duyunca gözlerimi büyük bir sevinçle açıp hemen Selim'in boynuna atladım. Sevinç göz yaşlarımın arasında " Neredeydin? Bana senin öldüğünü söylediler. Beni bırakıp gittin diye çok korktum" deyince beni kendinde uzaklaştırdı.
Öfkeden kaskatı olmuş yüzüyle karşısındaki duvara bakıp "Babanlar beni kaçırdı Sena. Senden ayrılmam için beni dövdüler. Türlü işkencelere maruz bıraktılar. Onların elinde olduğum için sana gelemedim." dedikten sonra başını bana çevirdi. Yüzüme baktığı anda gözlerindeki öfke yerini sevgi dolu bakışlara bıraktı. Eliyle saçımı kulağımın arkasına kıstırırken "Ama ben onlardan kaçtım. Senin yerini buldum ve sana geldim sevgilim. Artık hep birlikte olacağız." dedi.
O geceden sonra Selim sürekli yanımdaydı. Her gece dizine yatıyordum ve oda saçlarımı okşayarak beni uyutuyordu. Gün içinde ise el ele diz dize oturup saatlerce sohbet ediyorduk. Onun sevgiyle bakan ışıl ışıl gözleri içimi ısıtıyordu. O benim karanlık kalbime doğan güneşti. Onun yanındayken bir şey hariç hiçbir şey umurumda değildi.
O bir şey ise klinikti. İlk olarak Selim ile kaldığımız oda çok küçüktü ve içerisinde bir yatak ile bir dolap dışında bir şey yoktu. İkincisi ise biz gençtik haliyle dışarıda dolaşmak istiyorduk. Ama burada günde 3 saat klinik bahçesinde dolaşabiliyorduk. Ben bu durumlar için sinir küpü olsam da Selim bu durumdan hiç rahatsız değildi. Hatta bana defalarca kızarak "Sena doktorlara bu konuyu açma artık. Anlamıyor musun sen buradan çıkarsan bizi ayırırlar." diyordu. Ama ben onu dinlemiyordum. Sırf babamlar bizi ayırmasın diye burada ömrümüzü çürütemezdik. Dışarıda beraber yaşamanın bir yolunu bulabilirdik.
Her gün odasına gittiğim klinik psikiyatrına kimseye söylememesi şartıyla Selim'in ölmediği sırrını vermiştim. En başta söylediğime şaşırsa da Selim ile birlikte sohbet etmek için odasına gidince bana inandı. Psikiyatrım olan Davut Bey'e, Selim'i anlattığım için rahat rahat "Beni buradan çıkarın. Küçücük odada Selim ile tıkılıp kaldık" diye sitem edebiliyordum. Oda her seferinde zorla gülümseyip "Biraz daha burada kalmalısınız. Daha tedavimiz bitmedi." diyordu.
Sözleri her gün canımı daha çok sıkıyordu. Ne için tedavi olduğumu bile bir türlü anlayamamıştım. Selim öldü diye beni buraya yatırmışlardı. Ama Selim şuanda kanlı canlı hayattaydı. Ve onlar beni burada sebepsiz yere tutuyorlardı. Selim sakin olup beklemem gerektiğini söyleyip durmasa çoktan kaçardım buradan.
Bu günde diğer günlerde olduğu gibi Selim ile el ele diz dize sohbet ederken kapı açıldı. Her gün psikiyatrın yanına götüren hemşire yüzünde kocaman gülümseme ile bana bakıp "Sema Hanım Davut Bey sizi bekliyor gidelim mi?" diye sorunca istemeye istemeye Selim'e kısa süreliğine veda etmek zorunda kaldım. İsmim burada Sema'ydı. Babam kendi psikiyatrım dışında herkesin adımı Sema olarak bilmesini sağlamıştı. Ee Sena EROĞLU kliniğe yatamazdı sonuçta. Neme lazım itibarımız falan zedelenirdi.
En ufak bir hayat belirtisi olmayan koridorda gözlerimi ileriye dikmiş, aklımı ve kalbimi de Selim'in yanına bırakmış halde psikiyatristin odasına doğru yürümeye başladım. Lakin bu gün diğer günlerden farklı hissediyordum. Odaya doğru her adım atışımda ayaklarım geri geri gidiyordu. İçimde büyük bir sıkıntı vardı. Ruhumun daraldığını hissettim. Görüşmem bitince Selim'e kavuşacak olmak bile bu sefer içimi rahatlatmıyordu. Ardıma bakmadan kaçmak istiyordum buradan.
Ama ayaklarım beni psikiyatristin odasına götürdü. Kapıyı çalıp odasına girince beni gülümseyerek karşılayan adam bu sefer geldiğimi bile fark etmedi. Eli çenesinin altında öylece duruyordu. Hemşirenin "Hocam geldik" diyen sesini duyunca bizden tarafa baktı. Yüzündeki sıkıntı dolu ifadeyle oturmam için karşısındaki koltuğu işaret etti. Onun bu halini görünce içimdeki sıkıntı katlanarak büyümeye başladı.
Kısa bir sessizlik sonrasında günlük rutin sohbetimizi yapmaya başladık. Normalde her söylediğime tatlı tatlı cevap veren adam bugün öyle yapmıyordu. İçimdeki çiçek bahçelerini solduracak şekilde huzursuz, mutsuz ve en önemlisi karanlık bir ses tonuyla kısa kısa cevaplar veriyordu.
Bu halini umursamayarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. Olmadı. O böyle mutsuzken bende mutlu olamıyordum. Belli ki evde ailesi ile falan sorunları vardı. Belki ona Selim ile olan komik sohbetlerimizden bahsedersem yüzü güler diye düşündüm. Gülümseyerek "Davut Bey biliyor musunuz dün bahçede Selim ile tavşan gördük. Ben sevmek için yanına giderken Selim korkuyla çığlık attı. İnanabiliyor musunuz kocaman adam tavşandan korkuyormuş." derken gülümsemem kahkahalara dönüşmüştü.
Ama Davut Bey gülmüyordu. Ben konuştukça yüzündeki keder daha da artarak bana bakıyordu. Onun bu halini görünce nedensizce susmak geldi içimden. Ve o anda susup ona bakmaya başladım. Gözlerini kapatarak derinden bir kaç nefes aldı. Sonra kapadığı gözlerini açtı. Gözlerime sanki vücudumun her hücresine ulaşmak ister gibi derin derin baktı. Sonrasındaysa yıllardır unutamadığım o acımasız sözleri döküldü dudaklarından "Sena, yanında kimse yok. Selim öldü ve sen aylardır bu klinikte tek başına yatıyorsun." Duyduklarım karşısında kahkaha atmaya başladım. Yalan söylüyordu ve ben tabi ki ona inanmamıştım
Belli ki Davut da babamın adamıydı. Aklımı böyle düşüncelerle karıştırarak Selim'i benden almaya çalışıyordu. Ama buna izin vermeyecektim. Bizi bir kez daha ayırmaya kimsenin gücü yetmeyecekti.
Kahkahalarım arasında yüzüne bakmadan "Davut Bey siz ne dediğinizin farkında mısınız? Selim ölmedi. Odamda beni bekliyor. Bu iğrenç sohbetin bitince bende onun yanına gideceğim. " dedim.
Davut kaçırdığım gözlerim ile gözlerini buluşturmak için çalışmaya başladı. Ama ben ısrarla ona bakmıyordum. Çabası başarısız olunca "Sena bana bakar mısın?" dedi. Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Ona bakmayacaktım çünkü söyleyeceğini her şeyi biliyordum.
"Sena lütfen bana bakar mısın? Seninle konuşmak isteyen birisine bakmama nezaketinde bulunmayacaksın değil mi? Aydınlıktaki insanlar böyle yapmaz." deyince beni can evimden vurdu. Maalesef ki söylediklerinde haklıydı. Selim gibi aydınlık da olanlar benim yaptığım kabalığı yapmazdı. Böyle saygısızlıklar karanlıktakilere göreydi.
Haklı olsa da bana karşı bu kozu kullanmış olmasına sinirlendim. Ama bu detayı ona anlattığım için kendime daha çok sinirlendim. Hışımla başımı ondan tarafa çevirip öfkeyle gözlerine baktım.
Yüzü biraz öncekinden daha ciddiydi. Bana dikkatle bakıp "Sena şimdi beni çok iyi dinlemelisin. Anlatacaklarım çok önemli tamam mı? " diye sorarak dikkatini ona verip vermediğimi anlamaya çalıştı. Bense tepki vermeyerek ona bakmaya devam ediyordum. Bu tavrımı görünce yerinden kalktı. Masanın benden tarafına geçerek karşımdaki sandalyeye oturdu. Elini uzatarak elimi tutmak istedi ama ben izin vermedim. Psikiyatrım da olsa Selim başka bir erkeğin elimi tutmasını kıskanabilirdi. Onun ne kadar kıskanç olduğunu bilmiyordum. Böyle bir riske giremezdim.
Uzattığı elini hışımla ittiğimi görünce sakince geri çekti. Bana acıyan gözlerle bakıp "Sena bunların seni çok üzdüğünü biliyorum. Kaldıramadığının da farkındayım. Abinden sonra birde onu kaybetmek" deyince işaret parmağımı dudağıma götürüp susmasını için "ŞŞŞŞ" dedim.
Davut hafif sesini yükselterek "Hayır Sena. Bu gün susmak yok. Bu gün bu odada kaçtığın bütün gerçekler konuşulacak " dedikten sonra kalbimi dağlayan "Sena, Selim öldü." cümlesi dudaklarından döküldü.
Gözlerim öfkeden yaşlarla dolmaya başlamıştı. Selim'in adını ölüm ile aynı cümlede kullanma hakkını ona kim veriyordu. Davut'u şuan burada öldürmek istiyordum. Ama yapamazdım. Ona bu kozu veremezdim. Benim burada öfkeden delirmemi sağlayıp bunun suçunu Selim'e atacaklardı ve klinikte sorun çıkardığı için Selim'i yanımdan alacaklardı. Buna müsaade edemezdim. Bütün sakinliğimi korumaya çalışarak dişlerimin arasından "O ölmedi anladın mı? Selim ölmedi." dedim.
Kararlılıkla gözlerime bakıp "Öyle mi diyorsun Sena. Sana bunu ispatlamam için bir saniye bekler misin?" deyince yine bir kahkaha aldı beni. Bu adam gerçekten delirmiş olmalıydı. Kanlı canlı adamın öldüğünü söylüyordu. Bir de bunu ispat edecekti. Göz yaşlarım kahkahalarımla karışmıştı. Deli gibi hem ağlayıp hem gülüyordum. Gerçi bu şartlarda böyle olmama şaşırmamalıydı.
Gözümden gelen yaşları silip gülmemek için kendimi zor tutarak "Anlamadım neyi ispat edeceksin? Neyi ispat edeceksin?" diye sordum. Doktor ise sadece kararlılık ile yüzüme bakıyordum. Soruma cevap gelemeyince kendimi toparladım. Gülmeyi kesip ciddileştim. Meydan okur gibi ona bakıp " Biraz önce öpücüklerle beni yanında gönderen adamın öldüğünü mü ispat edeceksin? Hadi et bakalım. "dedim.
Davut yerinden hafif kalkarak masanın üzerine doğru eğilirken "Bunları sana göstermem için baban getirdi" diyerek mor bir dosyayı önüme koydu. Mor benim en sevdiğim renkti ve babam bu dosyayı özenle seçmiş olmalıydı. Bana, duyacağım her şeyin bizzat onun onayıyla söylendiğini anlatmaya çalışıyordu. Ancak dosyaya gerek yoktu. Ben bu yalanları onun söylettiğini biliyordum zaten.
Babamın benim sevdiğim şeyleri pis oyunlarına alet etmesine sinirlensem de dosya sayesinde içim rahatlamıştı. Davut' un da babamın kuklası olduğuna tamamen emin olmuştum artık. "KEŞKE ONA SELİM'İ HİÇ SÖYLEMESEYDİN. APTAL SENA" diyerek kendime kızıyordum. Ama iş işten çoktan geçmişti. Yapılabilecek tek şey şuan onlara inanmadığımı ve inanmayacağımı kanıtlamamdı.
Davut'a tiksinme dolu bir yüz ifadesi ile bakıp buz gibi bir sesle "Bu ne?" diye sordum.
Dosyayı daha da bana doğru itip "Aç bak. Kendin gör ne olduğunu." dedi. Kendinden bu kadar emin olması içimde oluşan anlık rahatlamanın uçup gitmesine neden olmuştu. Korkudan titreyen ellerimi dosyaya doğru götürdüm. Parmaklarımı kapağına bastırıp kendimi hazır hissetmek için beklemeye başladım. Ancak bir türlü açacak cesareti bulamıyordum. Sanki dosya ateşti. Ben ise kuru bir yaprak. Ve ateşe dokunursam yanıp kül olacaktım. Panik içerisinde hızla elimi dosyadan çektim.
Psikiyatrım sessizce ne yaptığımı seyrediyordu. Elimi çekip ona bakınca yüzüne "gördün mü ben haklıyım" ifadesi yerleşti. Bu haline iyice sinirlendim. Onlar yalan söylüyordu. Ben ise doğruyu biliyordum. Onlara haklı olduğumu ispat etmek zorundaydım. Bunun içinde bu aptal dosyayı açmam gerekiyorsa açardım. Hızla dosyayı elime aldım ve içini açtım.
İlk sayfada Selim'in kütükten düştüğünü belli eden resmi bir evrak vardı. Hışımla arka sayfayı çevirdim. Orada da cezaevi tarafından tutulmuş olan ölüğüne dair imzalı mühürlü başka bir resmi evrak daha. Selim'in adını o evraklarda görmek hem canımı yakmış hem de öfkemin katlanarak artmasına neden oluyordu. Saçma sapan yalanlarına inanmam için sevdiğim adamın adını ölüm kağıtlarına yazmaya hiç hakları yoktu. Daha fazlasına bakıp kontrolümü kaybetmek istemiyordum.
Hışımla elimdeki dosyayı Davut'un yüzüne fırlattım. İçindeki kağıtlar yerlere saçıldı. Davut hiç bir tepki vermedi. Oturduğum sandalyeden hafif öne doğru eğildim ve bu sefer ben onun gözlerinin içine bakıp "Amacın ne senin? Söylesene" dedim.
Soruma cevap vermedi. Daha doğrusu veremedi. Çünkü verebileceği bir cevabı yoktu. Sessizliğinden cesaret bulup " Söylesene Davut Bey? Sana verdiğim sırrımı babama anlatıp neden onun köpeği olduğunu anlatsana." deyince yüzü gerildi. Sinirlenmişti. Ama sakin tutmaya çalıştığı sesi ile "Sena ben kimsenin köpeği değilim. Ben sana doğruları söylüyorum. Ama sen.." deyince daha fazla dinlememek için tekrar işaret parmağımı dudağıma götürüp "ŞŞŞŞ" dedim.
Bütün sakinliğimle " Belli ki sen aynı şeyleri saçmalamaya devam edeceksin. Öyleyse şimdi konuşma sırası bende." dedikten sonra durdum. Masanın üzerinde duran çocuk doktor biblosunu elime aldım. Çocuklara bu üniformaları giydirmelerinin nedenini anlayamaz halde elimde onu oynarken " Ben sizin oyununuzu çözdüm. Siz beni önce Selim'in öldüğüne inandıracaksınız sonra da babam onu tekrar kaçıracak. Ve benden uzak duracağına emin olana kadar bir yerde tutacak." dedim.
Aklıma gelen şeyle bibloyu sert bir şekilde masanın üzerine çarptım. "Belki de babam onu gerçekten öldürecek. Ve Selim ile ben asla kavuşamayacağız öyle değil mi?" diye sordum.
Bir süre cevap bekledim. Ancak Davut hala bir cevap vermiyordu. Bu suskunluğu söylediklerimde haklı olduğumu gösteriyordu. Bir an önce gidip Selim'i olacaklara karşı uyarmalıydım.
Hızlıca yerimden kalkıp "Yalanlarınızı dinlediğime ve inanmadığıma göre konuşacak başka bir şeyimiz olmadığını sanıyorum. Şimdi kendinizi daha da küçük düşürmeden beni odama gönderin. " dedikten sonra kapıya doğru adım attım.
Aklıma gelen düşünceyle "Aaa unutmadan" diyerek önüme dönerken üzerine bastığım bir şeyle ayağım kaydı. Hafif yalpalayarak düşmemek için duvara tutundum. Beni tutmak için yanıma gelen Davut'a durması için elimi kaldırdım. Kendimi toparlayıp ayağa kalkınca "Yarın seanslarımda seni görmek istemiyorum. Babama söyle bana yeni birini ayarlasın." deyip ayağımın kaymasına neden olan şeyi görmek için başımı yere eğdim.
Ebat olarak fotoğrafa benzeyen beyaz bir şey vardı. Biraz önce dosyadan savurulan evrakların arasında düşmüş olmalıydı. Dosyada Selim ile ilgili ne tür bir fotoğrafı olabileceğine bir türlü anlam veremiyordum. İçimdeki sıkıntı yine bedenimi ele geçirmeye başlamıştı.
Yavaşça yere eğilip korkudan titreyen ellerimle fotoğrafı aldım. İçimdeki Sena avaz avaz "Yapma bunu. Hayatının hatası bu" diye bağırsa da onu umursayarak ön yüzeyini çevirdim. Ve onu gördüm. Ölünceye kadar gözümün önünden gitmeyecek olan, aklımın en karanlık köşelerine acıyla kazınan o kareyi...
Çenesi bir bez parçasıyla bağlanmış. Bembeyaz yüzünün üzerinde mosmor olmuş göz altlarıyla yaşadığına dair tek bir belirti olmayan Selim'i.
Yüreğime kor düşüren fotoğrafı yere attım. Böylece acımdan kurtulabilirim diye düşündüm. Ama olmadı. Gözlerim yerdeki fotoğraftan bir türlü ayrılmadı. Gördüklerime anlam veremiyordum.
Selim burada ölüyse benim odamda ki kimdi? Bir kişinin aynı anda hem toprağın altında yatması hem de benim odamda sandalye de oturması mümkün olmazdı değil mi?
Fısıltı gibi çıkan sesimle "Ama bu olmaz. Selim odada. Beni bekliyor." dedikten sonra duraksadım. Söylediklerimin doğruluğunu onaylaması için Davut'tan medet umarak yüzüne baktım. Gözlerimden süzülen yaşlarla istediğini elde etmeye çalışan çocuklar gibi başımı yana yatırıp fısıltıyla "Bekliyor değil mi? " dedim.
Davut yüzüme acıyla baktı. Gözleri yaşarmış halde "Üzgünüm Sena." diyerek başını öne eğdi.
Bir anda" Üzgünüm Sena" "Selim öldü." cümleleri zihnimde yankılanmaya başladı. O ölmüş olamazdı. O öldüyse her gece başımı okşayan, sabaha kadar beni göğsünde uyutan kimdi? Peki ya içimi ısıtan gülümsemesi ile her gün sohbet ettiğim adam kimdi? Hepsi benim beynimin bir oyunu olamazdı. Bu mümkün değildi.
"Sena sana anlatmaya çalıştım" diyen Davut'a öfkeyle "Sus artık. O ölmedi." diye bağırdım. Söyleyeceği hiç bir şeyi duymak istemiyordum.
Benim ile göz teması kurmayı başaramayan Davut yanıma yaklaşarak "Sena öldü. Yüzleş artık bu gerçekle. Tam 8 aydır buradasın. Selim 8 ay önce öldü. "dedi.
Hem işaret parmağımı hem de başımı hayır anlamında sağa sola sallamaya başladım. Davut elleriyle başımı kaldırıp yalvarır bir ses tonunda "Cenazesini hatırla." deyince gözümün önüne gelen görüntülerle gerçekler üzerime enkaz gibi yıkıldı.
Morgda onu görmüştüm. Buz gibi bedenini sarılmıştım. Kalkması için ona yalvarmıştım. Üzerine toprak atılırken atmasınlar diye Yeliz'e yalvarmıştım.
Doğru söylüyorlardı. Aylardır yanımda gördüğüm o değildi. Onun hayaliydi. O ölmüştü. Kulaklarımda tiz bir çınlama hissettim. Aklımda kalbimde duyduklarını ret ediyordu. Bilinçsiz bir halde " Yok, yok. Olmaz. O ölemez" demeye başladım.
Sarılmaya çalışıp "Sena yapma ne olursun" diyen Davut'a" Dokunma" diye bağırdım. O ise beni dinlemeyip kollarını sıkıca bana kilitlerken hıçkırıklarım arasında "Bırak beni. Yalan söylüyorsun. Selim ölmedi" diye daha yüksek sesle bağırarak kolunda kurtulmaya çalıştım. Başaramadım. Ayaklarımda da beni taşıyacak derman kalmayınca bana sımsıkı sarılmış Davut ile birlikte olduğumuz yere çöktük. Hıçkırıklarım arasında "N'olur onu geri getir. Hayallerimde de olsa gitmesine müsaade etme" diye yalvarırken kolumda sinek ısırığı gibi bir acı hissettim. Ve gözlerim kapandı.
Uyandığımda kolumda serum takılı yatağıma bağlanmış haldeydim. Bir umut Selim'i görmek için etrafa baktım. Yoktu. Onu göremeyince "Selim" diye seslendim. Cevap gelmedi. Gitmişti. Beni hayallerimde de terk etmişti. O zalimlerin onu gerçek hayatta ellerimden aldıkları yetmezmiş gibi hayallerimde de ellerimden almışlardı. Kalbime hançeri saplamışlardı. O zaman anladım ki bu yaralı ceylan bu derin yarayla çok fazla yaşayamazdı. Yaşamak için en ufak bir çabam yoktu artık. Gözlerimi tavana dikerek ölmeyi beklemeye başladım.
GÜNÜMÜZ
"Sena Hanım iyi misiniz?" diye soran Yavuz'un sesiyle anılardan sıyrıldım. Düşüncelerim nedeniyle bilinçsizce ağlamaya başlamıştım. Gözlerimden aşağıya süzülen damlaları silerken "Evet iyiyim. Sadece" diyerek duraksadım. Yavuz'a verebilecek bir cevabım yoktu. Ne gibi bir bahane uyduracağımı düşünürken iç sesim her zamanki gibi imdadıma yetişti. "Sadece patronunuzun söyledikleri canımı fazla yaktı. Sinirimi atamayınca da göz yaşlarına dönüştü." dedikten sonra omuzlarımı yukarı çekip "Biz kadınlar işte. Kelimeler ağzımızdan dökülmeyince göz yaşı olarak dökülür." dedim.
Çatılmış kaşları normale dönerken "Tamam o zaman. İyi olmanıza da ayrıca sevindim." dedikten sonra mahcubiyet dolu bir sesle "Ve Aras adına sizden özür dilerim. Bazen öfkesini kontrol edemeye biliyor." dedi.
Aras'ın adını duyunca, yüzü tekrar gözlerimin önüne geldi. Selim'in aynısı olan yüzü. Bir an önce Aras'ı tekrar görmeliydim. Gerçekten Selim'e mi benziyor yoksa beynim bana oyun mu oynadı anlamalıydım. Ayrıca nedenini bilmediğim bir biçimde Aras'ı görmek isteyen bir ateşle yanıp tutuşuyordum. Aniden aldığım kararla Yavuz'a "Onu görebilir miyim?" diye sordum.
Sorumu duyan Yavuz kocaman olmuş gözlerle yüzüme bakıp "Kimi? Aras'ı mı?" dedi. Gülümsemeye çalışarak "Evet" dedim. Bir kaşını havaya kaldıran Yavuz neden der gibi bakıyordu.
İçini rahatlatmaya çalışır gibi "Merak etmeyin hakaret falan etmeyeceğim. Ya da" diyerek başımın üstünde olan serum şişesini gösterip "Bunu ona fırlatmayacağım. "diye şaka yaptım.
Ama şakamın onun üzerinde bir etkisi olmadı. Hem tedirgin hem de kararsız bir şekilde yüzüme bakmaya devam edince onu ikna etmeye çalışır şekilde "Hadi ama Yavuz Bey. Patronunuz bana küsmüş olamaz değil mi? Ya da benden korkmuşta olamaz." diyerek göz kırptım.
Söylediklerim karşısında hafif tebessüm ettiğini gördüm. Çabalarım işe yarıyordu. Ama daha fazlasına ihtiyaç vardı. Mesela içimdeki şeytan ve cilveli Sena'ya. Omuz silkip serumun izin verdiği ölçüde kollarımı birbirine bağlamaya çalıştım. "Hem patronunuzun da bana bir özür borcu var. Sürekli çalışacağı Avukatı ile arası iyi olmalı değil mi?"
Ağzımdan çıkanları duyunca küçük çaplı bir şok geçirdim. Kapıma geldiğinde bir daha çalışmayacağız dediğim adama şimdi sürekli avukatınız olacağım demiştim. Kurtulmak istediğim karanlığın kölesi olmaya adım adım kendi rızamla yürüyordum. Her şey bu içimdeki Sena yüzündendi. İpleri bu zilliye vermemem gerektiğini çoktan öğrenmiş olmalıydım. Bir beden de iki kişiydik. Ve bu Sena'nın hedefine ulaşmak için yapmayacağı şey , satmayacağı insan "buna bende dahil" yoktu.
Lakin yapabileceğim bir şey yoktu. Selim'i o kadar özlemiştim ki onun yansımasını Aras gibi bir adamda görmeye dahi razıydım.
Ne söylediğimi idrak edemeyen Yavuz ikinci şokunu yaşayarak "Sürekli birlikte çalışmak mı?" diye sordu. Adam verdiği tepkide haklıydı. Ben bile söylediklerime inanamazken onun bu hale gelmesi çok normaldi.
Rahat bir şekilde "Evet sürekli beraber çalışmak. Aras Bey'e düşündüğü gibi bir kadın olmadığımı göstermek istiyorum. Ben onuru ve şerefi için yaşayan bir kadınım Yavuz Bey. Kimse beni yapmadığım şeylerle itham edemez." deyip duraksadım. Yavuz'un yüzü bu bahanelere inanmadığını gösteriyordu. Yüzümde muzip bir gülümseme ile "Hem belki Aras Bey'de beni yakından tanımak ister. Bana sorarsanız davanın stresi ile birbirimizi tam tanıyamadık ve anlayamadık." deyince yüzüne halinden memnun olduğunu belli eden gülümseme yerleşti.
"Haklı olabilirsiniz Sena Hanım. Bende sizin birbirinizi doğru anladığınızı düşünmüyorum. Hemen gidip Aras'ı çağırayım. Bu güzel haberi onunla da paylaşalım" diyerek kapıya yöneldiği esnada çalan telefonumun sesi odayı doldurdu. Yavuz'a bakıp "Çantamdan telefonumu verebilir misiniz rica etsem?" dedim.
Yavuz masanın üzerinde duran çantama gidip telefonu getirdi. Telefonu elime aldığımda yabancı bir numaranın yine özel hattımı aradığını gördüm. Yavuz Bey de burada olduğuna göre acaba bu saygısız kim olabilirdi? Ayrıca bu numara özel numaraydı. Bir günde nasıl kerhane hattı gibi herkesin eline geçmişti.
Sinirle telefonu açıp "Efendim." dedim. Ahizenin karşısından gelen Fırat'ın "Yanlış bir zamanda aramadım umarım." sorusuyla yerin dibine girdim. Adama sabah numaramı vermiştim. Ve akşam yemeği için beni aramasını söylemiştim. Şimdiyse dövmekten beter edecek şekilde telefona cevap vermiştim. Elimi hafifçe başıma vurdum. Mahcup bir şekilde "Yok estağfurullah ne yanlış zamanı Fırat" derken gözüm istemsizce Yavuz'a kaydı. Yüzü sinirden gerilmişti. Gözlerindeki o karanlık bakış Fırat'ın adını duymasıyla geri gelmişti.
Bu gün bu adamları aynı yere getirmek katliama davetiye çıkarmak demekti. O yüzden Fırat'ın buraya gelme ihtimalini önlemeliydim. Fırat'ın cevap vermesine fırsat vermeyerek "Bende seni arayacaktım. Ev arkadaşım rahatsızlandı. Bu gün onunla ilgilenmem lazım. Yemeğe yarın çıksak olur mu?" diye sorunca Yavuz öfkeden ateş saçan gözleriyle bana baktı.
Daha sonra da hızla kapıyı çarparak odadan çıktı. Yavuz'un tavrı sinirimi bozmuştu. Fırat'a da bu durumu yansıtmak istemediğim için alelacele "Fırat şarjım bitiyor. Yemek işini yarın tekrar konuşuruz." dedikten sonra ondan cevap gelmesini beklemeden telefonu suratına kapattım.
Oda da bir süredir sessizce bizi dinlemek zorunda kalan doktora dönüp "Bu gün çıkabilecek miyim?" diye sordum. Doktor tebessüm ile yüzüme bakıp "Sizi bu gece burada alıkoyalım Sena Hanım. Ne dersiniz?" dedi.
Evde tek başıma kalmaktansa hastanede kalmak daha iyi bir fikirdi. Yüzüme tebessüm ile bakan doktora aynı şekilde karşılık verip "Olur. Benim için bir sorun olmaz." derken Yavuz odaya girdi.
Doktor ile ne konuştuğumuzu anlamak için bir bana bir doktora bakınca Doktor " Sena Hanım'a da söylediğim gibi kendisi bu gece misafirimiz. İzninizle bende odama geçiyorum. Bir şey olursa haber verirsiniz" dedi.
Duyduklarından sonra yüzü iyice rahatlayan Yavuz "Tamam doktor bey. Her şey için teşekkür ederiz." dedikten sonra bana bakıp sahiplenici bir sesle "Biz avukatımızla ilgileniriz" dedi.
Cevabını alan doktor odasına gitmek için kapıya yürüdü. Kapıya elini uzattığı esnada " Doktor Bey" diye seslendim. Doktor yüzüme bakınca hastalığım ile ilgili bir şey sormadığı için minnettarlık dolu bir sesle" Teşekkür ederim." dedim.
Yüzünde sıcak bir tebessüm ile "Rica ederim Sena Hanım." dedikten sonra odadan çıktı. Anlamaz halde bizi inceleyen Yavuz'a bakıp gülerek "Ee nerede hödük patronumuz. "dedim.
Yavuz halinden memnun bir şekilde "Geliyor birazdan." dedikten yaklaşık 2-3 dakika kadar sonra kapı açıldı. Aras içeriye girdi.
Göz göze gelince içimden bir şeyler aktığını hissettim. Karşımdaki kişi sanki Aras Yiğitsoy değil Selimdi. Mermer gibi yüz hatları, okyanus mavisi gözleri , boyu posu her şeyi. Aklımda Selim ile ilgili kalan her şey Aras'ta vücut bulmuştu. Eğer Selim'in cansız bedenine sarılmış olmasaydım onun Selim olduğuna yemin edebilirdim. Selim'den tek farkı bakışlarıydı. Benim okyanus gözlüme bakınca insanın içi ısınırdı. Ama Aras'a bakınca içim üşüyordu.
Gözlerine daha dikkatli bakınca bir şey dikkatimi çekti. Biraz önce Selim ile olan benzerliklerine odaklandığım için fark etmediğim bir şey. Okyanus mavisi gözleri hafif kızarmıştı. Gözlerinin hali, nedenini anlamadığım bir şekilde içimi yaktı geçti . Ağlamış olamazdı değil mi? Hem de benim için ağlamış hiç olmazdı. Kafamın içinde "Saçmalama istersen Sena. Sana üzülecek olsa seni bu hale getirmezdi değil mi? " cümleleri yankılandı. Doğruydu. Halime üzülecek olan adam beni bu hale getirmezdi. Ben onu inceleyip kendimce varsayımlar yaparken sessizliği bozan taraf Aras oldu. "Avukat Hanım iyi misiniz?" diye sordu.
Beni bu hale getirdiği için hem zerre pişmanlık belirtisi göstermiyor hem de yüzsüz gibi nasıl olduğumu mu soruyordu. Üstüne üstlük onun yüzünden bu hale gelmiş olan bana mermer gibi ruhsuz yüzüyle bakıyordu. Bu adam duygularını aldırmış olmalıydı. Yoksa kendi yüzünden bu hale gelmiş birine bu şekilde bakmazdı.
İmalı bir bakış ile gözlerinin tam içine bakıp sert bir ses tonuyla "Size rağmen iyiyim Aras Bey." dedim. Aras'ın yüzünden bir anlığına da olsa üzüntünün geçtiğine yemin edebilirdi. Ama yüzünü hemen topladı. Adliyede gördüğüm o ifade yüzünde yine belirdi. Benden ölesiye nefret ettiğini belirten o ifade. "Kusura bakmayın Avukat Hanım özel hayatınıza karışmamalıydım. İstediğiniz ile istediğiniz zaman.." derken Yavuz cümlesini bitirmesine izin vermedi.
"Sakin mi olsak? Zaten zor geçen günümüzü daha da zorlaştırmasak mı?" diye sordu. "Ben mi zorlaştırıyorum." der gibi Yavuz'un yüzüne baktım. Beni takmayınca kollarımı birbirine bağladım. Şuanda Aras'ın ağzının payını vermek istiyordum ama anlamadığım şekilde içim susma istediğiyle kaplıydı. Aras'ı benden uzaklaştıracak tek kelime dahi etmek istemiyordum.
Orta yolu bulmaya çalışan Yavuz yumuşak bir ses tonuyla " Odaya seni neden çağırdığımızı öğrenmek ister misin abi?" diye sordu.
Aras, Yavuz'a ters ters bakarak "Anlaşılan Avukat Hanım söyleyemediği şeyleri tamamlasın diye." dedikten sonra alayla bana bakıp "Yoksa Savcıyla olan yemek planını iptal ettiği için nasıl üzüldüğünü mü anlatacak " dedi.
Bu adam beni gerçekten ya deli edecekti ya da katil. Ben bu konu yüzünden hastanelik olmuştum o ise hala Savcı diyordu. Sinirli bir şekilde cevap vermek için ağzımı açıyordum ki Yavuz "Yok abi Sena Hanım sunduğu şartlardan birisinden vazgeçti. Bizde sana onu bildirmek istedik. "dedi.
Aras tek kelime etmeyerek odada bulunan koltuğa oturmak için yürüdü. Bacak bacak üstüne attıktan sonra Yavuz'a bakıp "Hani şu Savcı'ya sanki zorla almış gibi lanse ettiği davanın şartları mı?" diye sordu. Başını bana çevirip aşağılayıcı bir ifadeyle yüzüme bakarak "Büyük lütufta bulunmuşsun Avukat." dedi. Adliye de ki Aras Yiğitsoy geri gelmişti. Adam ile iki kelimeden fazla insanca konuşulmuyordu. Ama ben susmaya devam edecektim. Köpeğe kemik atmayacaktım.
"Evet abi o şartlar." diyen Yavuz'un sesinde bir sıkıntı sezdim. Ne kadar neşeli olmaya çalışmada içinde her dakika büyüyen bir korku vardı. Hissediyordum. Nedense bu korkunun nedenin benim onlarla çalışmak istemem olduğunu düşünüyordum. Ama bu çok saçmaydı. İlk onlar beni bulmuştu. Aras buna neden kızacaktı ki?
Yavuz derin bir nefes alıp "Abi, Sena Hanım bizim sürekli avukatımız olmaya karar vermiş. Daha doğrusu davaya devam etmek için tek şartı buymuş" diyerek sözlerine yalan ekledi. O an anladım ki Aras en yakınlarına dahi zarar verebilecek kadar cani biriydi. Ve Yavuz gerçekten de Aras'tan korkuyordu.
"Ben bu durumdan memnun olacağımı söyleyince kendisi bizzat seninle de konuşmak istedi abi." deyip sustu. Belli etmemeye çalışsa da gözlerine korku yerleştiğini gördüm. Bakışlarımı açıklaması biten Yavuz'dan çekip ne tepki vereceğini görmek istediğim Aras'a çevirdim.
Gözleri bu sefer öfkeden kıpkırmızı olan Aras canını alacakmış gibi Yavuz'a bakarken sinirden çenesi kasılmaya başladı. Gözlerini öfkeyle kapatıp açtıktan sonra ayağa kalkıp Yavuz'a doğru yürüdü. Tam önünde durup yüzüne doğru öfkeyle soluyarak "Öyle mi Yavuz? Bana sormadan kabul ettin hem de böyle bir şartı. Doğru mu anladım? " diye sorunca sohbete dahil olma isteği duydum. Sonuçta bu olanların nedeni bendim. Benim yüzümden bir kişinin daha canının yanmasına tahammül edemezdim.
Bütün gücümü toplayıp "Ben öyle olmasını istedim. Ve ben öyle olmasına karar verince insanların pek itiraz hakkı olmaz Aras Bey. Farkında mısınız bilmem ama kozlar benim elimde" dedim. Öldürücü bakışlarını Yavuz'dan çekip bana bakınca fark ettim ki karanlık sularda yüzüyordum. Ama bu sefer bu sularda boğulmak dahi umurumda değildi.
"Doğru ya Sena Hanım ve onun uyulması zorunda olan kararları. Unutmuşum Avukat." dedi. Sanki daha fazlasını söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Bakışlarını bakışlarımdan çekip hızla kapıya yürüdü ve kapıyı çarpıp çıktı.
Kafam allak bullak olmuştu. Hem onun Selim ile olan bu denli benzerliğine bir cevap bulmaya çalışıyordum. Hem de Aras'ın benden neden bu kadar nefret ettiğine. Selim ile ilgili çoğu şeye bakmıştım. Ona tıpa tıp benzeyen bir ikizi falan yoktu. Sadece 1 erkek 1 kız kardeşi vardı. Erkek kardeşi amcasının oğluydu. Amcası ve yengesi ölünce babası onların çocuğunu nüfusuna almıştı.
Ayrıca Aras, Hamdi Yiğitsoy'un yeğeniydi. Yurtdışında yaptığı icraatlar ile ilgili baro olarak bir çok bilgiye sahiptik. Adam orada da aynı burada olduğu gibi suç makinasıydı. Selim gibi uysal bir adamın Aras gibi yürüyen felaket ile bir bağı olamazdı. Yani sonuç olarak Aras ile Selim'in akraba olabilme ihtimalleri yoktu.
Peki ya o zaman Aras'ın bana olan bu kininin sebebi neydi? Benden bu kadar nefret etmesini sağlayacak ona ne yapmış olabilirdim ki? Düşündüm ama Aras ile karşı karşıya gelebileceğimiz bir şey bulamadım. Ama bildiğim tek şey bu saatten sonra ne olursa olsun Aras'la aynı safta olmak zorundaydım. "Selim için bunu yapmak zorundasın Sena" diye mırıldandım.
Sesimi duyan Yavuz düşünceli haliyle "Bir şey mi dediniz Avukat Hanım" diye sordu.
"Aras Bey pek memnun olmadı ha ne dersiniz?" dedim. Yüzüme mahcup olmuş şekil de bakan Yavuz "Takılmayın o herkese karşı böyle serttir. Zamanla alışırsınız." dedi.
Aklımdan geçenleri tutamayarak "Bana karşı ayrı bir nefreti var sanki" diyerek güldüm. Soruma karşılık Yavuz'da sadece gülümseyebildi. İkimizde biliyorduk ki Aras yalnızca bana karşı bu kadar nefret doluydu.
"Sena Hanım, bende size bir şey sorabilir miyim?" diye soran Yavuz'a meraklı gözlerle bakıp "Tabi buyurun Yavuz Bey" dedim.
Yüzüme dikkatle bakan Yavuz "Sena Hanım, bayılırken Aras'a Selim dediniz. Selim kim?" dedi. Soruyu duyunca sanki ağzımdan Selim'in adı şimdi kaçmış gibi dudaklarımı birebirime sımsıkı bastırdım. Bunu yaptığıma inanamıyordum. Aptal gibi onlara Selim'in adını vermiştim. Kendimi büyük bir günah işlemiş gibi hissediyordum. İçimden bir ses "Allah belanı versin Sena" deyince "Amin" diye mırıldandım.
Bıkmadan usanmadan hala yüzüme bakıp cevabımı bekleyen Yavuz " Anlamadım Avukat Hanım." dedi.
Buradan kaçış yoktu. Bir bahane bulup bu olaydan sıyrılmalıydım. "Hiç. Hiç kimse. Yani daha doğrusu bir arkadaş" diye saçmalamaya başlamıştım ki aklıma gelen parlak fikirle bir elimi ağzıma götürüp kusacakmışım gibi öğürmeye başladım.
Yavuz telaşla yanıma gelip " İyi misiniz? Doktor çağırmamı ister misiniz?" diye soruları arka arkaya sıralarken başımı hayır anlamında salladım. İnandırıcı olması için bir kaç kez daha öğürdükten sonra "Sanırım biraz dinlensem yeterli olur" dedim.
Halime telaşlanmış olan Yavuz biraz önce sorduğu soruyu çoktan unutmuştu. "Tabi dinlenin. Sizin için sorun olmayacaksa bende şuradaki koltukta başınızda bekleyeyim. Ne olur ne olmaz" diyerek Aras'ın kalktığı koltuğu gösterdi. Tamam anlamında başımı sallayıp gözlerimi kapattım. Bir an önce uyumak istiyordum.
******************
Uykumdan uyanmama yine tepemdeki sesler sebep olmuştu. Lakin bu sefer sesler farklıydı. Sanki birisi birine bir şeyle vuruyor gibiydi. Telaşla gözlerimi açınca gördüklerim karşısında donup kaldım. Yeliz bir taraftan elindeki çantayı Yavuz'a vurup diğer taraftan da "Arkadaşıma ne yaptınız?" diye bağırıyordu.
Onların bu hali ne kadar komik olsa da zavallı Yavuz'u Yeliz'in ellerinden kurtarmam gerekiyordu. Gülümseyen yüzümü toparlayıp "Yeliz." diye seslenince Yeliz benden tarafa dönüp "1 dakika tatlım" dedi. Uyandığımı anlayamamıştı. Hala Yavuz'u paralamaya devam ediyordu ki aklı başına geldi. Ellerini Yavuz'un üzerinden çekip önce sevinçle "Sena" diye çığırıp sonra gülümseyerek yanıma geldi.
Sımsıkı sarılırken "Sana bir şey oldu diye çok korktum. Doktorun arayınca apar topar geldim. İyisin değil mi? " diye sordu.
Kollarımı ondan çekip geriye yaslandım. Sevinçle "İyiyim ama neler olduğuna inanamayacaksın. Ben onu gördüm." dedim. Yüzüme hayretle bakıp "Kimi?" dedi.
Tam cevap verecekken gözüm odadaki Yavuz'a kaydı. İstemeyerek de olsa sustum. Ben susunca rahatsız olduğumuzu anlamış olacak ki darbeler yüzünden zarar gören başını tutup acıyla buruşan yüzüyle "Sena Hanım, arkadaşınız geldiğine göre ben işlerimin başına gideyim. Bir şey olursa numaram var ararsınız. "dedi.
"Tamam Yavuz Bey her şey için tekrar teşekkür ederim." dedikten utanarak yüzüne bakıp "Ayrıca da özür dilerim. İnsan dostlarını seçerken maalesef kendisi gibi kibarını bulamıyor" dedim. Söylediklerimi duyan Yeliz savunmaya geçeceği esnada Yavuz gülümseyerek "Bilirim o durumu Sena Hanım. Tekrar geçmiş olsun." diyerek odadan çıktı.
Yeliz yapmacık olarak yüzüne takındığı sinirle bana baktı. Merakı sinirinin önüne geçmiş olacak ki konuyu uzatmayarak "Sena kimi gördün? " dedi.
Derin bir nefes alıp yüzümdeki kocaman gülümsemeyle "Selim'i ." dedim.
Uğradığı dehşeti gizleyemezsen "Sena saçmalama." diyebilirdi. Başını giderle iki tarafa salladı. "Sena o olamaz. O.. O öl.." Kelimenin ağzından çıkmasına izin vermeden dudaklarını sıkıca bastırdı. Duyduklarını sindirmesi için süre sessizce bekledim. Elini saçlarının arasına sokup çekiştirerek karıştırdı.
Duyduğu kelimeyi beyni yeni idrak etmiş gibi korkuyla gözlerime baktı. "Yalvarırım bana tekrar halüsinasyon gördüğünü söyleme." derken sesi kısıldı. " Ya da onda Selim'i gördüğünü." diye mırıldandı. Kısılan gözlerimle yüzüne bakarken ne dediğini idrak edemiyordum. Yaşadığım şeyler beynimin durmasına sebep olmuştu. "Sena, kimi gördün bilmiyorum ama gördüğünü sandığın adam Selim değil." derken sözünü kestim. Yüzüne ciddiyetle bakarken "Bu sefer gerçekten gördüm Yeliz." dedim.
Yeliz korkuyla karışık endişe ile yüzüme bakarken söylediklerimi gözden geçirdim. Kız verdiği tepkide haklıydı. Her şeyi yarım yamalak anlatmıştım. Olanları doğru düzgün anlatmalıydım. Yüzüne rahatlamasını isteyen bir şekilde bakıp gülümsedim. " Korkma hemen, delirmedim. Sadece eksik anlattım sana her şeyi. Gördüğüm elbette Selim değil. O öldü biliyorum." deyince Yeliz derince bir oh çekti. Gergin yüzü rahatladı. "Kimdi?" dedi.
" Gördüğüm adam Aras Yiğitsoy." dedim. Yeliz'in yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. Daha önce hiç görmediğim bir ifade. Benim gibi onunda olayın şokunu yaşadığını düşündüğüm için bu halinin üzerinde durmayarak anlatmaya devam ettim. "O adam Selim'in tıpa tıp kopyası Yeliz. Eğer..." Sözcükler boğazıma takıldı. Gözlerimden aşağıya yaşlar çoktan süzülmeye başladı. "Eğer Selim'in o halini görmeseydim. Aras'ın Selim olduğuna yemin edebilirdim." dedim.
Yeliz hiç bir tepki vermeyerek beni dinlerken "Sen Selim'i hiç görmedin değil mi?" diye sordum. Net bir sesle "Hayır" dedi.
Bunca yıldır arkadaştık ve Yeliz'in benim ile ilgili bilmediği tek şey buydu. Hastaneden çıktığım gün bana "Acın hep seninle yaşayacak biliyorum. Ama hafiflemesi için her şeyi yapacağım." diye söz vermişti. Selim ile ilgili söylediği ilk ve son şey "Gasilhaneye seninle girmedim çünkü gencecik bir bedenin ölümünün acısını gözlerimde görmeni istemedim." oldu. Onun dışında senelerdir sözünü tutup Selim ile ilgili asla konuşmadı. Onun fotoğrafına bakmak istemedi. Sanki hayatımda hiç Selim var olmamış gibi davrandı.
Heyecanla "Çantamdan cüzdanımı verebilir misin?" deyince yerinden kalkıp masanın üzerinde duran çantamdan cüzdanımı çıkardı. Yanıma gelerek cüzdanı kucağıma bıraktı. Hızla cüzdanı açtım. Gizli bölmesinde duran seneler önce okuldan zorla aldığım fotoğrafı çıkarıp Yeliz'e uzattım.
Yeliz yüzünde en ufak bir değişim olmadan eline aldığı fotoğrafa baktı. Ben şaşırmasını beklerken onda mimik dahi oynamamıştı. İçimi kemirmeye başlayan merakla "Yeliz sen neden bu duruma şaşırmadın?" diye sordum.
Yeliz ne cevap vereceğini düşünür gibi alt dudağını ısırmaya başladı. Onun bu haline anlam veremiyordum. Ama onun bir şeyler sakladığında alt dudağını ısırdığını iyi biliyordum. Daha sert bir ses tonuyla tekrar " Yeliz sen neden bu duruma şaşırmadın?" diye sordum.
Sıkıntıyla nefes verip "Ben biliyordum Sena." dedi. Sağ elini saçlarına götürdü. Saçlarını hırsla ovuştururken "Aras ile Selim'in benzerliğini biliyordum." dedi.
Dediklerini anlayamaz halde öylece kalakaldım. Kafamın içi karmakarışık olmuş halde "Ama nasıl? Sen Selim'in fotoğrafını görmedin ki? "dedim.
Başını fotoğraftan kaldırıp bana bakarak "Aslında gördüm. Ankara'dan döndüğümüz ilk zamanlarda kendi kazandığın paranı babanın aldığı değil benim aldığım cüzdanda taşı diye sana cüzdan almıştım hatırladın mı? " diye sorunca başımı evet anlamında salladım. "İşte o gün sana sürpriz yapmak için eşyalarını diğer cüzdana ben taşımıştı. O sırada Selim'in fotoğrafını gördüm. Ama sana söz vermiştim. Selim ile ilgili tek kelime dahi konuşmayacaktım. O yüzden sana bir şey demeden fotoğrafı aldığım yere geri bıraktım" dedi.
Gözümden akan yaşlara ve ihanetten kan ağlayan kalbime rağmen ifadesiz bir şekilde yüzüne bakarak "Anladım. Ama sana ilk söylediğim anda delirmişim gibi davranmana gerek yoktu. Ayrıca Aras'ı nerede gördün? Neden bana söylemedin?" diye sordum.
Stresten ayağını sallamaya başlayan Yeliz "6 yıl önceydi. Bizim otele ilk geldiği yaz. Onu ilk gördüğümde bende sen gibi şok geçirdim. Resepsiyondaki çocuklara kimlik bilgisini istedim. Ve önüme gelen bilgiler de isminin Aras Yiğitsoy olduğunu gördüm. İçime bir kurt düştü. Aras Yiğitsoy ile Selim'in aynı kişi olup olmadığını araştırdım. Biliyorum aptalca. Sen onun cansız bedenine gördün, defalarca ailesini araştırdın. Evlerinin önüne gidip belki ölmemiştir babam yalan söylemiştir diye Selim'in gelmesini bekledin." deyince göğsüme ince bir sızı yerleşti. 1 ay boyunca evlerinin önünde Selim'i beklemiştim. Elbette gelmemişti. Ölen birisi nasıl gelebilirdi ki zaten...
Derin bir nefes veren Yeliz'e baktım. "Öldüğüne dair o kadar kanıt olmasına rağmen Aras'ı görünce kafam allak bullak oldu, bildiğim bütün doğruları unuttum. Babanların bir şey karıştırıp karıştırmadığından emin olmalıydım. Neyse araştırmalarımın sonucu acı gerçeklerle tekrar yüzleştim. Selim ölmüştü ve karşımdaki adam doğduğu günden itibaren Aras Yiğitsoy'du." dedi.
Yeliz'in her cümlesiyle kalbime batırdığı ihanet hançeri daha da derinlere saplanıyordu. O benim bu hayatta güvendiğim tek insandı. Benden böyle bir şeyi saklayıp canımı yakacağına keşke canımı alsaydı. Acı çeken ruhumla "Peki bana neden söylemedin?" diye sordum.
Çaresizliği halinden okunur halde "Nasıl söyleyebilirdim Sena. Sen daha Selim'in öldüğünü yeni kabullenmişken sana Aras ile benzerliğini nasıl söyleyebilirdim?" dedi.
Ne kadar kızsam da ona hak veriyordum. Kafamın içi karışmaya çok müsaitti. Anladım anlamında başımı sallarken aklıma gelen " Peki ya neden sürekli fotoğraflarına bakmamı söylüyordun?" sorusunu sordum.
Derinden bir nefes daha verip "Ters psikoloji yaptım. Seni biliyorum. Eğer birinin varlığı sürekli gözüne sokulursa o kişiyle ilgilenmeyi ret edersin. Bende seni korumak için sürekli Aras'tan bahsettim ve fotoğraflarına bakmanı istedim." dedi.
Yeliz'in haklı olduğunu bilmeme rağmen içimi kor gibi yakan ihanet ateşiyle " Peki o zaman bu işi kabul edip bu cehennemde tekrar yanmama neden izin verdin?" diye fısıldadım.
Yeliz'in gözünden de yaşlar sicim gibi akmaya başlamıştı. "Sena ben durumu öğrendiğimde sen davayı çoktan kabul etmiştin. Zaten davanın stresi üzerindeyken birde benden böyle bir şeyi duymanı istemedim." dedikten sonra duraksadı. "Doktorun bana ulaşmadı Sena. Ben ona ulaştım. Sen telefonu kapattıktan sonra ilk iş yanına gelmek için uçak bileti aldım. Sonrasında da emniyetteki arkadaşımdan senin hastaneye yatış yapıp yapmayacağını takip etmesini istedim. Gelmek için hazırlanırken beni aradı ve bu hastaneye yatış yaptığını söyledi. Bende doktorunu aradım." deyince taşlar yerine oturdu.
Acı dolu halde "Doktor o yüzden bana bilmem gereken hastalığınız var mı diye sordu. Yavuz'un durumumu bilip bilmediğini öğrenmek istedi. Ben hayır cevabını verince de konuyu kapattırdı." deyince başını evet anlamında salladı.
Başka bir şey söylemeden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Yeliz bana sımsıkı sarılıp saçımı okşayarak "Söyleyemediğim için özür dilerim." deyince hıçkırıklarım daha da arttı. Bir süre o şekilde hıçkırıklarla ağladım.
Daha sonra Yeliz kendini benden ayırıp "Hadi ama toparla kendini" dedikten sonra aynı babamın tonlamasında "Sen, ünlü uyuşturucu mafyası, Kahraman Eroğlu'nun kızı , Sena Eroğlu'sun" deyince istemsizce gülmeye başladım.
Yüzümdeki gülümsemeyi gören Yeliz de gülümsedi. Ancak aklıma gelen bir şeyle gülümsemem yüzümde dondu. Hem sıkıntı hem de muziplik dolu bir sesle "Yeliz ben sana bir şey söyleyeceğim." dedim.
Ses tonumu fark eden Yeliz kuşkuyla yüzüme bakıp "Bir şey yaptın değil mi? Ben bu bakışı bu ses tonunu biliyorum. Kesin bir şey yaptın" dedi.
Başımı evet anlamında salladım. Derin bir iç çekerek "Ne yaptın?" diye sorunca tek nefeste "Aras Yiğitsoy'a özel avukatı olmayı teklif ettim. Tabi bay Hödük teklifime sebebini anlamadığım bir şekilde karşı çıktı. Ama Yavuz kabul etti. Kısacası ben mafya avukatı oldum." dedim.
Ağzı bir karış açık yüzüme bakan Yeliz söylediklerimi anlayınca hışımla oturduğu yataktan ayağa kalktı. Azarlar bir ses tonunda "Böyle bir şeyi yapmış olamazsın Sena. Kendini böyle aptalca bir ateşin içine atmış olamazsın" dedi.
Başımı öne eğip ayaklarımı kendime doğru çekerek oturur cenin pozisyonuna geçtim. Ağlamalarım yavaş yavaş tekrar hıçkırıklara dönüşürken Yeliz yavaşça kalktığı yere geri oturdu. Kadife gibi bir sesle " Ama neden Sena? Neden böyle bir şey yaptın?" dedi.
Başımı kaldırarak Yeliz'in yüzüne baktım. Omuzlarımı yukarı çekip "Bilmiyorum" dedim. Tam beni azarlamak için ağzını açacağı esnada "Bak bildiğim tek şey ben o adamın gözlerinde acıyı gördüm Yeliz. Bir saniyeliğine de olsa acı çektiğini gördüm." dedikten sonra duraksadım. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Bence Aras iyi birisi. Ama iyiliğini göremiyor. Etrafı karanlık olduğu için onunda kalbi kararmış" dedikten sonra ellerimle yüzümü sıvazladım. Düşüncelerimi toparlamaya çalışarak "Söyleyeceklerim sana aptalca gelecek biliyorum. Ama lütfen sözümü kesmeden beni dinle olur mu?" dedim.
Düşüncelerimi konuşması ile bölmek istemeyen Yeliz "tamam" anlamında başını salladı.
Derin bir kaç nefes sonrası "Selim benim güneşim oldu. Beni aydınlıktan karanlığa çıkardı. O öldükten seneler sonra ise karşıma ona tıpa tıp benzeyen boğazına kadar pisliğe batmış Aras ile karşılaştım. Belki de bunların anlamı benim Aras'ı aydınlığa çıkarma vaktimin geldiğidir." dediğim esnada Yeliz itiraz etmek için konuşmak istese de izin vermedim. "Yeliz ben Aras'a aşık olacağım demedim. Selim' in bana söylediği gibi "KALBİ ATAN HİÇ KİMSE KARANLIKTA KALMAMALI. BİR YOLUNU BULUP AYDINLIĞA ÇIKMALI" sözünü uygulayacağım dedim. Bırak bende Aras'ı aydınlığa çıkarayım. Hem benim vicdanım biraz olsun rahatlasın hem de o aydınlık bir geleceğe sahip olsun." dedikten sonra gözlerinin içine yalvarır gibi bakarak "Lütfen beni anla. Çok acı çekiyorum. Küçücük bir ihtimal bile olsa bu vicdan azabımın hafiflemesini istiyorum." dedim.
Sessizce yüzüme baktı. Aras'ı takıntı haline getirdiğim için mi onunla olmak istiyorum yoksa söylediklerimde samimi miyim anlamaya çalıştığını biliyordum. Rahat rahat düşünebilmesi için başımı dizlerimin arasına gömdüm. Bende bu sırada Selim'e tıpa tıp benzeyen Aras'a oluşması muhtemel hislere nasıl karşı koyacağımı düşünüyordum.
Uzun süren sessizlik sonrası elini elimin üstüne koyup "Tamam. Ama sen o Aras'ın yanından ayrılana kadar ben Antalya'ya gitmiyorum. Ve sen her şeyi bana günlük rapor ediyorsun. Tamam mı? " diye sordu.
Başımı dizlerimin arasından kaldırdım. Mutluluktan akmaya devam eden göz yaşlarım arasında "Tamam" dedim. Yeliz gülümseyerek elimi sıkıp "Kurtaralım bakalım şu Aras Efendiyi" dedi.
Aras'ın adını duyunca sebebini bilmediğim bir şekilde onun bana nefretle bakan gözleri aklıma geldi. Sıkıntıyla iç çekerek "Kurtaralım da nasıl yapacağız bilmiyorum. Adam sebebini bilmediğim halde benden ölesiye nefret ediyor." dedim.
Kaşları havaya kalkan Yeliz "Nasıl yani?" diye sorunca derin bir nefes alıp bu gün Aras ile yaşanan her şeyi anlattım. Koridorda yaptıklarımı duyunca hem ağzı bir karış kaldı hem de dakikalarca kahkaha attı. Gerçekten büyük rezil olmuştum.
"İşte böyle. Kısacası Aras benden nefret ediyor. Ve ben bunun nedenini bilmiyorum." dedim.
Yeliz "Gerçekten bu kadar aptal mısın Sena?" diye sorunca tam karşı çıkacaktım ki " Dur sen cevap verme evet aptalsın." dedi.
Kaşlarımı çatıp " Niye aptal oldum ben şimdi?" dedim.
Bilmiş bir edayla bana bakan Yeliz "Seneler önceki davalarından birinde Hamdi Yiğitsoy'un sağ kolu olan Hurşit Yıldırım'ın içeri atılmasına neden olan avukat kimdi hatırlıyor musun?" diye sorunca her şey netleşti. Yeliz" Peki Hurşit Yıldırım'a sonrasında ne oldu? Orada şişlenerek öldü." dedi.
Sağ elimi sol elimin avuç içine hafifçe vurup "Şimdi anladım. Barodaki arkadaşlar Aras buraya ilk geldiğinde ona Hurşit'in yol gösterdiğini ve onun Yiğitsoy ailesi için çok kıymetli olduğunu bu yüzden de davayı almamam gerektiğini söylemişlerdi. Bende onlara kulak asmayarak davayı aldım. Sonucunda da Hurşit öldü." dedim.
Pişmanlık dolu bir şekilde başımı iki yana sallayıp "Şimdi ne olacak Yeliz. Benden ölesiye nefret eden adamı aydınlığa çıkaramam ki ben" dedim.
Yeliz yataktan kalkıp her zaman ki gibi neşeyle şakıyarak "Bizde Aras'a ulaşmak için Yavuz'u kullanırız. Aras'tan korkmasına rağmen seni Aras'a avukat yapacak kadar cesareti olan adam emin ol senin Aras'la arandaki buzların eritmesine de yardımcı olur" dedi.
İçime düşen umut kırıntısıyla "Emin misin?" diye sordum.
"Eminim Sena. Sen sadece Aras'a kendini kaptırma. Onunla hangi amaç için yan yana geldiğini unutma. Sırf" dediği esnada onu susturup "Sırf Selim'e benziyor diye ona aşık olma." dedim.
Gülerek yüzüme bakıp "Aferin böyle akıllı ol. Ve şimdi uslu bir kız olup uyumaya çalış. Bizi bekleyen zor günler var önümüzde." dedi.
Uyumaya gerçekten ihtiyacım vardı. Yatağımı yatış pozisyonuna getirip gözlerimi kapattım. Selim için Aras gibi bir adamı bile yola getirecek olmanın verdiği korku ve mutlulukla uykuya daldım.
TikTok=GİZEEMİKOO
Instagram=GİZEEMİKOO
❗️❗️ÖNEMLİ❗️❗️ GENEL OLARAK SENA'NIN NASIL OLUPTA ARAS'IN SELIM OLDUĞUNU ANLAYAMADIĞINA TAKILANLAR VAR. SENA BİR KEZ DELİRDİ, SELİM'İN CESEDİNİ GÖRDÜ VE ARAŞTIRMA YAPTIĞINDA YAVUZ İLE İLGİLİ BİLGİ KARŞISINA ÇIKMADI. BU KADAR OLANDAN SONRA SENA ASLA KARŞISINDAKI INSANIN SELIM OLDUĞUNU DÜŞÜNMEDI. PSIKOLOJIK OLARAK DA AĞIR TRAVMALARLAR GENEL OLARAK UNUTULUR. BEYIN KALDIRAMADIĞI TRAVMALARDAKI ACISINI TETIKLEYEN
KÜÇÜK DETAYLARI UNUTMAYI SEÇER TIPKI SENA DA OLDUĞU GIBI ❗️❗️
BU BÖLÜM SENA'NIN GEÇMİŞTE YAŞADIĞI ACILARDAN KÜÇÜK BİR PARÇA GÖRDÜK.
AYRICA VİCDAN AZABI ÇEKEN SENA'NIN, ARAS'I HER GÖRDÜĞÜNDE ACI ÇEKECEK OLMASINA RAĞMEN ONU AYDINLIĞA ÇIKARMAK İSTEDİĞİNİ.
PEKİ SİZ OLSAYDINIZ PİSLİĞE BATMIŞ BİRİSİ İÇİN BUNU YAPAR MIYDINIZ?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |