
YILDIZI PARLATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN..🤩 KEYİFLİ OKUMALAR..❤️❤️
SENA
Başkalarına göre mutluluk ne demek bilmiyorum. Bir insanın mutlu olması için gereken kriterler neler bilmiyorum. Aslına mutlu olmak için belli kriterlere ihtiyaç olup olmadığını da bilmiyorum. Çünkü bana göre mutluluğun kriteri, şartı yok. Benim için mutluluk tek kelime, AİLE.. Eğer ailem her şartta yanımdaysa, beni olduğum gibi koşulsuz seviyorlarsa ve en önemlisi sırtımı korkmadan onlara yaslayabiliyorsam mutluyum. Her güne yan yana sağlıklı bir şekilde başlarsak ben mutluyum. Benim için mutlu olmanın yolu bu kadar basit.
Elbette bazen birbirimizin kalbini kıracak, üzülüp ağlayacaktık. Aynı düşüncelerde olmayıp ters düşecektik. Bazı zamanlar sevgimiz koca bir nefrete dönüşecek ama o haldeyken bile ayağına taş değse yüreğimiz sızlayacaktı. Bunlar insanın fıtratında olan kimi zaman mutsuzluğuna yol açan şeylerdi. Ama yine bu şeyler insanı mutlu etmek için fazlasıyla yeterliydi de. Tıpkı Yin Yang gibi. Nasıl siyahın içinde beyaz, beyazın içinde ise siyah varsa mutluluğun içinde de her zaman bir mutsuzluk, mutsuzluğun içerisinde ise her zaman bir mutluluk vardır. Mühim olan en karanlık zamanlarda dahi o mutluluğu görebilmek.
Aras'ta böyleydi işte. Siyahın içinde ki beyaz nokta. O kadar mutsuzluğun içerisinde, göğümü aydınlatan küçük bir parıltı misali hayatıma doğan ışığım, güneşim, mutluluğum. Hayatımızda olan onca olumsuzluğa rağmen gözlerine bakınca güven ve huzur bulduğum adam. Yanındayken korkularımdan sıyrılıp rahat nefes almamı sağlayan dağ. Bana olan aşkını gözlerime her bakışında ruhum da hissettiğim Poseidonum. Seneler öncesinde de seneler sonrasında da beni hala şaşırtmayı beceren sevdiğim...
Burs vermek için geldiğimiz Ankara evlilik yolunda gerçek anlamda attığımız ilk adıma dönüştü. Aylar önce tanıdığım ve her hareketinden, her sözünden nefret ettiğim adam; seneler önce aşık olduğum, uğruna ölmeyi göze aldığım adama dönüştü. Selim Egeli geri geldi. Başkalarına karşı Aras Yiğitsoy olarak kalacağını bilsem de sevdiklerine karşı o artık Selim'di.
Kim derdi ki ülkeye korku salan, İstanbul'u dize getiren mafya babası Aras Yiğitsoy bir kadının önünde dizlerinin üzerine çökecek ve evlenme teklifi edecek. Şahsen ben demezdim. En başta tanıdığım adama sırf Selim ile benzerliği yüzünden yardım etmeye çalışırken Aras iğrenç bir adamdı. Zehir saçan diline, insanlara karşı olan tavırlarına bakınca ondan ne koca ne de baba olur demezdim. O zaman tanıdığım adam iğrenç, şerefsiz, haysiyetsiz gibi bir sürü kötü sıfatın karşılığı halindeyken şu anda tanıdığı adam; adam kelimesinin karşılığıydı.
O zamanlar bu kadar keskin tarafları olmasını anlayamıyordum. Yaşadıklarının onu bu kadar acımasız biri yapması saçma geliyordu. Bende zor şeyler yaşamıştım ama iyi tarafta kalmayı başarabilmiştim, ne yaşarsa yaşasın oda kalabilir diye düşünsem de gerçekler açığa çıktığında neden öyle bir adama dönüştüğünü anlayabildim. Çünkü aydınlıkken her şeyini kaybeden birisi karanlığa bulaştığı ilk andan itibaren sahip olması mümkün olmayan şeyleri de kazanırsa o kişiye karanlık her zaman doğru gelirdi. Aras için de doğru buydu. Elindekileri kırarak, dökerek ve öldürerek kazanmıştı ve onun için kazanmanın doğrusu artık bunlardı.
Şimdi ise işler değişmişti. Varlığını unuttuğu duygularla yüzleşmiş onları kabul etmişti. Onları göstermekten korkmuyordu. Sevdiklerine karşı daha hassastı. En büyük değişimi ise artık daha anlayışlı ve daha sabırlıydı. Eskiden olduğu gibi kırıp dökerek değil dinleyerek yoluna devam ediyordu. Zihnimden geçen düşüncelerle yüreğimde ince bir sızı hissettim. Yavuz'un evime geldiği ilk anda olmayan ama adliyeye geldiğinde kaşında oluşan patlak ve yediği dayak aklıma geldi.
Sırf Aras'a karşı geldi diye dayak yemişti, kaşının ise neden olduğunu hala bilmiyordum. Tahminime göre yine sebep bendim. Yavuz, Aras'a sormadan bana geldiği ve avukatları olmamı istediği için kaşı o hale gelmişti. En sevdiklerine dahi hiç düşünmeden zarar verebilen cani adamken şimdi herkese karşı sabırlı olmaya çalışıyordu. Aras'ın değişimi hepimize iyi gelecekti. Varlığı nasıl hepimizi korumaya yetiyorsa sevgisi de ruhumuzda ki eksikleri dolduracak bizi bir bütün haline getirecekti.
Düşüncelerimden Aras'ın beklentiyle bakan gözlerini fark edince sıyrıldım. Gözüm gördüklerini görüp beynime iletse de beynim gördüklerinin gerçek olduğuna inanmıyordu. Haliyle bir şeyleri anlamış olmamın da hükmü kalmıyordu. Karşımda gerçek olamayacak kadar mükemmel bir tabla vardı. Kalbimin yerinden her an çıkacakmış gibi delicesine atmasına engel olamadım.
Gözlerinin içi parlayan Aras "Senden önce her şey sadece karanlıktı, hiçlikti, bomboştu. Ne aldığım nefesin, ne yediğim yemeğin ne de içtiğim suyun bir anlamı yoktu. Senden sonra her şey anlam kazandı. Ruhumdaki karanlık aydınlandı. Ben yaşadığımı seninle anladım, seninle nefes aldım, seninle güldüm, seninle ağladım, sen yokken bile seninle yaşadım..."derken duyduğum sözcükler yüzünden göz yaşlarım çoktan firar etmeye başlamıştı bile.
Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Güzel olan her şeyi bana bağlaması kalbimin derinliklerinden başlayıp bütün bedenimi ele geçiren baharın gelişine sebep oldu. Ruhumda açılan yaralar Aras'ın ağzından dökülen her sözcükle sarılmaya başladı. O anda bir kez daha anladım insanın yüreğindeki yaraları sarabilecek tek kişinin yar olduğunu..
Aras şiir misali konuşurken bir anlığına duraksayıp cebimdeki yüzük kutusunu çıkardı. Kapağını açınca kafam kadar taşı olan tektaş ile karşı karşıya kaldım. Yüzüğe şaşkınlık ile bakarken Aras'ın sesi ile kendime geldim. "Biraz geç oldu farkındayım ama neyimiz erken oldu ki" deyince istemsizce ikimizde güldük. Haklıydı. Neyimiz erken olmuştu ki bizim? Kavuşmamız için bile koskoca 13 senenin geçmesi gerekmişti.
Gözlerimin içine ruhumu sarıp sarmalamak istercesine baktı. "Sena'm seni çok seviyorum. Ömrümün geriye kalan her saniyesini seninle geçirmek istiyorum. Zaten evli olsak da her şey senin rıza doğrultusunda senin istediğin şekilde olmasını istiyorum." duraksayıp derin bir nefes aldı. Kalbim duyacağı soru karşısında deli gibi atarken bütün bedenim titriyordu. "Benimle evlenir misin?"
Gözyaşlarım çağlayan bir nehir misali aralıksız akarken başımı salladım. "Evet. Evet evlenirim." Bu kadar severken kabul etmek dışında ne yapabilirdim ki zaten? Onsuz ne yaşamaya ne de ölmeye cesaretim yoktu. Aras yanımdayken başıma gelen ya da gelecek olan her şeye razıydım. Ben onunla var olmuştum. Şimdiyse onunla ve bebeğimizle tam olacaktım.
Aras çöktüğü yerden kalkıp beni kollarının arasına aldı. Saçlarımın arasına öpücük kondururken bende onun kendine has kokusunu ciğerlerime çektim. Bu adam uyuşturucu gibiydi. Bir kez onun yumuşak yüreğini tanıyan ve seven bir daha asla bırakamıyordu. Tabi bu tarafını gören nadir insan vardı. Bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az insan da diyebiliriz.
Ürkek bir kuş misali titreyen bedenim Aras'ın kollarında sakinleşirken Aras kendini biraz geri çekti. Gözlerini gözlerimden bir saniye olsun ayırmadan dudaklarıma uzandı. Yumuşak dudakları dudaklarım ile birleşti. Öpüşmemiz en başta yavaş ilerlerken her dudak darbesinde daha derin ve sert bir hal almaya başladı. Fakültenin bahçesinde olduğumuzun farkında olmama rağmen durmamızı sağlayamıyordum. Ona karşı koyabilecek gücüm yoktu.
Aras ise farklıydı. Bana karşı koymayı haftalarca başardığı gibi şimdi de durmayı başardı. Dudakları muzipçe yukarı kıvrıldı. "Sanırım durmamız gerekiyor yoksa masum yerimiz pek de masum kalmayacak." Nefesim içime sığmazken güçlükle başımı salladım. Kollarının arasındaki yerimi alıp başımı göğsüne dayadım. Nefesim sakinleşene kadar en güvenli limanıma, göğsüne sığınmaya devam ettim.
Bir süre öyle kaldık sonrasında Aras kollarını benden çekip elinde tuttuğu yüzük kutusuna uzandı. Taşı bir kilometre öteden dahi belli olan yüzüğü çıkardı. Gözlerimin içine yumuşak ve aşk dolu bakışlarla bakarken "Parmağını alabilir miyim lütfen?" diye sordu. Derin bir nefes alıp başımı salladım. Yüzük parmağımı hafifçe ayırıp elimi Aras'a doğru uzattım. Sıcacık elleri ellerimi kavradı. Yüzüğü parmağıma zarifçe takarken gözleri yine gözlerimden ayrılmadı.
Elim sağ elinin avuçları arasında kaybolurken sol eliyle yanağımı okşadı. "Ölüm bizi ayırana kadar, her ne olursa olsun yanındayım ve seninim." deyince içimden bir şeyler koptu. Ölüm olmayan ama ölümden daha beter sonuçlara sebep olan bir şey bizi seneler öncesinde ayırmıştı ve ben artık ölürken dahi ayrı olmak istemiyorum. "Allah'ın izniyle ölümde dahil her ne olursa olsun yanındayım ve seninim." duraksayıp derin bir nefes aldım. "Ölüm bile bizi ayırmasın." Aras'ın biz küs olduğumuzda dudaklarından dökülen sözcüklerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim. "Allah sensiz ölmeme izin vermesin."
Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. "Amin güzelim, amin." Kalbimde eksikliğini hissettiğim şeylerden birinin boşluğu bir anda doluverdi. Zorla evlendim diye üzüldüğüm anlar buhar olup uçtu. Çünkü biliyordum ki Aras eksik bıraktığı ne varsa hepsini tamamlayacaktı. Evlilik teklifi bunun başlangıcıydı.
Çenesi başımın üzerindeki yerinde kalırken "Sevgili karım, günüm tamamıyla size ait. İstersen Ankara'da gezelim ve akşam bir yerde yemek yedikten sonra İstanbul'a dönelim; istersen İstanbul'a şimdi dönelim ve orada gezip akşam yemeğimizi yiyerek evimize geçelim." dedi. Öncelikle bu cevaplaması zor bir soruydu. Ankara'da iyi anımız çok olsa da burası bana Selim olmadan geçen zamanlarımı hatırlatıyordu. İstanbul ise düşmanlarımızı....
Karar vermek her ne kadar zor olsa da yapmam gereken tercihi biliyordum. Aras bilerek burada evlenme teklifi etmişti. Kötü olan anıları silip yerine yenilerinin oluşmasını istiyordu. Her kötü anı yerine daha güzel bir anı ekleyerek hayatımızda yeni bir başlangıç yapacaktık. Benim onun yaralarını sardığım gibi oda benim yaralarımı saracak, ruhumdaki izleri sevgisiyle silecekti.
İkinci olarak ise bütün gününü bana ayırmıştı. O kadar işinin arasında bu günü bize ayıracak kadar değişmişti. İlk tanıştığımız zamanlarda Aras'ın pazarları hatta geceleri dahi çalıştığını biliyordum. Şimdi ise aile babası olmuştu. İçimde tarifi imkansız bir mutluluk oluşurken "Ankara'yı uzun zamandır gezmiyorum. Burada gezmek ve kestane yemek harika bir fikir olabilir." deyince gülümsemesi derinleşti. Benden beklediği cesur davranışı görmek hoşuna gitmişti.
"O zaman gidelim ve tabanlarımız şişene kadar sevgili karıma kestane arayalım." deyip kolunu girmem için büktü. Sesli bir şekilde gülerken "Hay hay." cevabını verip koluna girdim. Kampüste yavaş adımlarla ilerleyip yaşadığımız güzel günlerden konuşurken arabaya ulaştık. Aras binmem için arabanın kapısını açtı. Koltuğa geçtiğimde ise kapıyı kapattı. Kendinde tarafa geçmek yerine durup yoldan görünen ve kocaman harflerle yazılı olan HUKUK FAKÜLTESİ tabelasına bir süre sessizce baktı.
Boğazımda bir şey düğümlendi. Acımasız bir yük omuzlarıma tekrar binerken kalbim ağrıdı. Olmak isteyip de olamadığı adam hala canını yakıyordu. Ruhunun derinliklerinde bir yerde hala olamadığı adamın acısını yaşıyordu. Yüreğim acımasız bir mengene tarafından sıkılırken boynumdaki görünmez ilmek de ona eşlik etti. Nefes alamadım. İnip ona sıkıca sarılmak istesem de yapamadım. Babam yüzünden bulaştığım günahın altından kalkamadım.
Elinin tersiyle gözlerini silen Aras'ın omuzları aldığı derin nefesin etkisiyle yukarı aşağı hareket etti. Birkaç saniye sonrasında ise arabaya yöneldi. Kapıyı açıp yerine yerleşirken yüzünde sahte gülümsemesi vardı. Onu tanımasan keyfinin yerinde olduğuna inanacağım sesiyle "Nereye gidelim." diye sordu. Cevap vermeden kaçamak bir bakışla gözlerine baktım. Bir tek gözlerindeki kızarıklık hüznünü ele veriyordu. Bir tek oradan çektiği acının büyüklüğünü anlaşılıyordu.
Arabayı çalıştırmak için eli düğmeye gittiği esnada elimi elinin üzerine koydum. Başını bana çevirdi. Ona bakmaya cesaretim yoktu ama bu konuşmayı da yapmak zorundaydım. Madem birbirimizin yaralarını saracaktık şimdi sıra bendeydi. Aras'ın canı benden daha çok yanarken bencilliği bir kenara bırakıp yaralarını sarmam gerekiyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp başımı ondan tarafa çevirdim. Dolan gözlerimi gizlemek istesem de başaramadım. Aras'ın gözünden benim sebep olduğum lanet geçmiş yüzünden dökülen her damla yüreğime kor olup düştü.
"Aras." derken kesilen nefesimin yerine yenisini aldım. "Ben çok özür dilerim. Benim yüzümden, ailem yüzünden yaşadığın şeyler için, hayallerinden vazgeçtiğin için, adaletin aydınlık tarafında savunucusu olacakken karanlık tarafında cehennemini yaşadığın için ben çok özür dilerim." Dudaklarımdan dökülen her sözcükte Aras'ın gözleri dolsa da kendini hızla toparladı. Söylediklerimin yüreğini yaktığını biliyordum. Sırf ben daha kötü olmayayım diye kendine engel oluyordu.
Ellerini ellerimin üzerine koyup hüzünlü sesiyle "Sena'm" diye konuşmaya başladığında devam etmesine izin vermedim. "Aras ben farkındayım. Senin senelerdir ne kadar acı çektiğinin, kalbindeki acıyı öfkenle örtmeye çalıştığının, avukat olmayı ne kadar çok istediğinin, kaybettiğin masumiyetinin farkındayım." Daha fazla yüzüne bakmaya utandığım için başımı öne eğip titrek bir nefes verdim. "Yaşadığın hayatın sorumlusu benim. Ben hayatına girmemiş olsaydım." derken cümleme daha fazla devam edemedim.
Söyleyeceklerimin ağırlığını kaldıramıyordum. Selim kadar masum birinin benim yüzümden bütün masumiyetini kaybetmiş olmasını, karanlığın ta kendisi olmasını kaldıramıyordum. Kabul ediyordum, benim sevmek dışında bir suçum yoktu. Onu bu cehenneme ben atmamıştım ama bu cehennemde yanmasına ben sebep olmuştum. Ben, babamın gücünü, kararan kalbini ve beni zengin biriyle evlendirme isteğini görmezden gelmeseydim Selim'de bunları yaşamak zorunda kalmayacaktı.
Aras yere eğdiğim başımı çenemden tutarak kaldırdı. Kızaran maviliklerini gözlerimle birleştirip "Güzelim, hiçbir şey ne senin ne de benim suçum. Bizim sevmek dışında bir günahımız yok. Yaşadığımız kötü hayattan ikimizde sorumlu değiliz." derken başımı ona katılmadığımı göstermek için sağa sola salladım. Avuçlarının arasındaki ellerimi yanımda olduğunu gösterircesine daha çok sıktı.
"Biliyorum şu anda kendini suçluyorsun. Eğer sen hayatıma girmeseydin benim bunları yaşamayacağımı, avukat olacağımı falan düşünüyorsun. Yanılıyor muyum?" derken başını hafifçe eğip gözlerini gözlerime dikti. Boğazımda yumru oluşturan tükürükten kurtulmak için yutkunup başımı salladım. "Yanlış düşünüyorsun Sena'm. Nasipten öteye yol yok. Sen hayatımda olmasaydın da ben başka bir sebepten avukat olamayacaktım. Avukat olmak benim kaderimde yokmuş. Senli ya da sensiz bir şey değişmeyecekti."
Duraksayıp derin bir nefes aldı. "Ha dersen ki içinde hiç mi bir şey kalmadı Aras? Kaldı. En büyük hayalimi yaşayamamış olmak içimde bir şeyleri koparıp aldı." derken gözleri kalbindeki hüznün yansımasıydı. "Ama bana daha güzel iki şeyi verdi." deyince ne söyleyeceğini duymak için dikkatle ona baktım. Gözlerindeki hüzün gizlendi yerine sevgi dolu bir bakış belirdi. "Seni ve evladımızı. Evet avukat olamadım, lakin dünyanın en şanslı adamı oldum. Benim için sen ve evladımdan daha önemli bir şey yok Sena'm. Sizin yanımda olmanızdan başka önemli bir şey yok."
Söyledikleri ona inanmam için yeterli gelmiyordu. Kendimi suçlu hissetmemem, kendimden nefret etmemem için bunları söylediğini biliyordum. Yanağımdan aşağıya usulca bir damla yaş süzülürken "O yüzden mi benden senelerce nefret ettin kendini öldü gösterecek kadar beni gözden çıkardın, Aras?" diye sordum. Yüzünde masum bir tebessüm oluşurken beni sarıp sarmalamak istercesine yüzüme baktı. "Sana daha önce de söylediğim gibi benden hayallerimi aldığın için senden nefret etmedim. Benden seni aldığın için senden nefret ettim. Çünkü benim en büyük hayalim sendin."
Birkaç saniye önce buzdan olan kalbim eridi, yok oldu. Karnımda kelebekler uçuşmaya başladı. Kendimi suçlamaya devam etsem de Aras'ın gözlerinden ve sözlerinden gerçekten içinden geçenleri söylediğini hissettim. Oturduğum koltuktan Aras'a doğru eğildim. Kollarımı sıkıca boynuna dolarken ağlamama engel olamıyordum. Ben ne kadar şanslı bir kadındım. Ne tür bir sevap işlemiştim de böyle bir adam karşıma çıkmıştı? Onun sevgisini hakkedecek ne yapmıştım da böyle derinden böyle karşılıksız bir sevgiyle ödüllendirilmiştim?
"Seni seviyorum." diye fısıldadım. Saçlarımın arasına minik bir buse bırakıp "Bende seni seviyorum." dedi. Kollarını benden ayırıp geri çekildi. Ellerini göz pınarlarıma sürerken "Ağlamak sana yakışmıyor Avukat. Biliyorum hepsi karnındaki küçük canavar yüzünden." deyip karnıma doğru eğildi. "Bana bak velet, sana daha önce de söyledim, bana benziyor olman anneni sürekli ağlatabileceğin anlamına gelmiyor. Daha doğmadan bozuşmayalım, annenin hormonlarından uzak dur."
Aras'ın bu haline kahkaha atmadan edemedim. Koskoca mafya babası Aras Yiğitsoy, daha bedeni bile tam olarak oluşmamış bebeğimize kızıyordu. Ve bunu öyle bir tınıda yapıyordu ki acımasız bir katil olduğuna inanmak mümkün değildi. Kahkahamı duyunca başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde derin gülümsemesi belirirken "Sen gülünce kalbimin en karanlık köşelerinde bile güneş doğuyor. Karanlığımdan sıyrıldığımı hissediyorum. Sırf bu yüzden bile sen her zaman gül olur mu Sena'm." dedi. Kalbimdeki huzur bütün hücrelerime yavaş yavaş yayılırken Aras'a doğru eğilip dudaklarına masum bir öpücük bıraktım.
İç sesim "Eminim masum olur" diye söylenmeye başlamıştı ki öpüşmemiz derinleşti. Karşı konulmaz bir boyut almaya başladı. Dudaklarıma değen dudaklarının verdiği keyif o kadar güzeldi ki kendimi dudaklarından güçlükle ayırabildim. Her zaman olduğu gibi şimdi de nefes nefeseydim. Aras'ın yüzünde ise her zaman olduğu gibi yine ki hınzır tebessümü vardı. Dudaklarında çarpık bir gülümseme oluştu. "Karşı koyulmaz olduğumu biliyorum Avukat. Ama kendini akşama saklaman lazım şimdi daha mühim işlerimiz var." deyip göz kırptı.
Ağzım şaşkınlıkla aralandı. Söylediklerini duyan da onun öpüşmemizden zerre etkilenmediğini sanacaktı. Gözlerimi kısıp tatlı bir sinirle ona baktım. Çemkiren sesimle "Sen sanki hiç etkilenmedin Aras Yiğitsoy?" diye sordum. Hafif bir kahkaha attı. "Etkilendim. Ama etkilendiğimi sen kadar belli etmedim." Haklıydı. Aras öfkesi ve nefreti dışındaki bütün duygularını benden daha iyi kontrol ediyordu.
Somurtarak önüme döndüm. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Aras hala alttan alttan gülmeye devam ediyordu. "Sevgili Karım, acaba sizi kestane yemeye götürsem bana gülümsemenizi bahşeder misiniz?" deyince küçük çocuk gibi omuzlarımı yukarı çektim. Aras bugün Selim olarak bana aitti ve ben ona Selim iken yaptığım bütün nazları yapmak istiyordum. "Tamam o zaman bir de Beypazarı yaprak sarma bulsak affedilir miyim?" diye sorunca her şeyi unutup ondan tarafa döndüm.
Ankara'da yemeyi en çok sevdiğim şey sarmaydı. Buranın sarmasının kendisine özgü bir tadı vardı ve Aras bana sarma bulacaksa küs olmaktan hemen vazgeçebilirdim. Aç ciğerci kedisi misali ona bakınca Aras değişen ruh halim karşısında kahkaha atıp "Zayıf taraflarını biliyorum." dedi. Dilimle dudağımın üzerini iştahla yaladım. "Hadi o zaman beni zayıf tarafıma götür." Elimi karnıma götürüp ovuştururken "Oğlumun ve benim midemizi bayram ettir." dedim.
*************
AKŞAM 8 CİVARI
Bütün gün Ankara'da daha önce anımız olan yerleri gezip yerine yenilerini ekledik. Birlikte dolu dolu geçen her saniyemizde neşeli sesimiz ve kahkahalarımız da bize eşlik etti. Mağazaları dolaşıp bebek odaları hakkında fikir aldık. Odayı Aras'ın tanıdığı ünlü bir firmanın ustasına yaptıracaktık. Ne tür bir oda istediğimizi belirlemek için mağazaları gezip fikir sahibi olmuştuk.
Aras baktığımız her bebek odasını detaylıca inceleyip telefonuna küçük notlar almıştı. Mağaza çalışanları ile o kadar ciddi konuşmuştu ki onu dışarıdan gören birisi bebek odasını değil mağazayı alacağını düşünürdü. Beşiğin üretileceği malzemenin nasıl olması gerektiği, tülün avantajlarının neler olduğu, reflüsü olursa ne tür bir yatak seçilmesi gerektiği, hangi beşiklerde rahat nefes alabileceği gibi daha aklıma gelmeyen bir sürü soru sorup hepsinin cevabını özenle not etmişti.
Bebeğimize sevgisini hala tam olarak gösteremese de onun baba olmaya hazır olduğunu kendi gözlerimle bugün ilk kez görmüştüm. Benim dahi daha bilmediğim detayları biliyor, aklına takılan şeylerle ilgili bilgi alıyordu. Bu bilgileri tuttuğu özel ustadan da alabilecekken Aras, bebeğimiz için herkesten farklı fikirler alıp en doğru olanı yapmaya çalışıyordu. Ve ben onu sevmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha görmüştüm.
Mağazaları gezdikten sonra akşam yemeği yemek için kapıdan girerken Yiğitsoy Ailesinin bir aile dostuna ait olduğunu öğrendiğim restorana geldik. Keyifli geçen günümüze aynı keyifle devam edeceğini düşündüğüm akşam yemeğimizle devam ederken aklımdaki soruyu sormaya karşı koyamıyordum. Yavuz masadaki adamı neden öldürmüştü? Yavuz kadar sabırlı bir adamın ne olmuştu da sabrı taşmıştı?
Kadir'den toplantıda olanları öğrenmiştim. Konuşulanları toplantıya dahil olmadığı için bilmese de ya da bilip bu bilgiyi benden saklasa da Yavuz'un birini vurduğunu söylemişti. Belki de neden vurduğunu da biliyordu lakin ben Aras'tan duyayım diye söylememişti. Kadir'i türlü laf cambazlıkları ile kendimden tarafa çekmeyi başarmıştım. Aras'a ve Yavuz'a aşırı düşkün bir adamdı. Onların iyiliği için benimle uzlaşmayı kabul etmiş, başlarının belaya gireceği olayları bana söyleyeceğine söz vermişti.
Önümdeki bardaktan bir yudum su alarak kuruyan boğazımı ıslattım. Zihnimde dolaşıp duran soruya daha fazla karşı koyamayarak "Aras, masada ne oldu?" diye sordum. Tabağından başını kaldırdı. Soğuk bakışları ölüm etkisi yaratarak üzerimde gezinirken derin bir soluk aldım. Rahatlamaya çalışsam da başaramadım. Aras ise cevap vermeden bakışlarını benden çekip önündeki yemeğine çevirdi. Köftesini umursamaz bir tavırla parçalara ayırırken "Bir şey olmadı Sena'm. Her zaman ki klasik toplantı ve her zaman ki klasik gerginlikler." yanıtını verdi.
Beni salak yerine koymaya kalkması sinirlerimi bozsa da belli etmemeye çalıştım. Neler olduğunu zaten biliyordum, tek istediğim Aras'ın detayları benimle paylaşmasını sağlamaktı. Bunu istememin iki sebebi vardı. İlki ve en önemlisi bebeğim ile ilgili bir tehdit varsa bunu bilmeye hakkım olmasıydı. İkincisi ise Yiğitsoy ailesinin avukatı olmamdı. İki sebepte bana göre olanları bilmem için fazlasıyla yeterliydi.
Elimdeki çatal bıçağı sertçe tabağa bırakırken aldığım soluğu verdim. Direklerimi masaya dikip ellerimi birbirine kenetledim. Kinayeli sesimle "Yavuz'un birini alnının çatından vurmasına sebep olacak kadar klasik bir toplantı diyorsun yani?" derken cümlem daha bitmeden Aras'ın soğuk bakışları bakışlarımla buluştu. İfadesi buz kesmiş öfke maskesine dönüşmeden önce şokla kaplandı. Çene kasındaki damar sıkılmanın etkisiyle açığa çıkarken çatalı tutan elindeki parmak boğumları beyazladı.
"Sen" durup derin bir nefes verdi. Öfkesini kontrol altına almaya çalıştığı her halinden belliydi ama pek de başarılı olacakmış gibi durmuyordu. Sıktığı dişlerinin arasından "Sen bunu nereden biliyorsun Güzelim?" diye sordu. Güzelimi öyle bir onlamıştı ki içim buz kesti. Sorusuna verecek cevabım vardı lakin Aras'a verebilecek bir cevabım yoktu. Eğer Kadir'in bana bunları söylediğini anlatırsam biz İstanbul sınırına girmeden Kadir Haliç'in soğuk sularına girmiş olurdu.
Aras'ın hesap soramayacağı tek insanı harcamak en mantıklı olandı. Daha soruyu sormadan harcayacağım kişiyi belirlemiştim. Rahat bir tavır takınmaya kendimi zorladım. "Hamdi Baba ile Esma Anne konuşurken duydum. Şimdi sen soruma cevap ver; Yavuz senin olmadığın masa da, sana sormadan neden birini vurdu?"
Yüzünde tıpkı aylar önce tanıdığım adama ait küstah gülümsemesi belirdi. Sandalyesinde arkaya yaslandı. Başını aşağı yukarı sallarken dudağı aşağı doğru büküldü. "Hamdi Baba ile Esma Ana'dan duydun öyle mi?" diye sorsa da sorunun muhatabının ben olmadığımın farkındaydım. Soğuk, hesapçı bir bakışla beni izlerken "Hamdi Babalar konuşurken neden vurduğunu da duyamadın mı Avukat?" diye sordu. Sesindeki tınıyı biliyordum. Bu; beni salak yerine koyma tınısıydı. Benim olanları Hamdi Babalardan duymadığımı biliyordu. Belki de olanlardan Hamdi Babaların haberi bile yoktu.
"Aptal Sena, başka bahane bulamadın mı? Kızım sen kürtaja gidince bebeğini kurtarmayı başarıp avukatlık fonksiyonlarını mı aldırdın acaba?" diye çemkirmeye başlayan iç sesime "Kes sesini. Ayrıca hatamı da yüzüme bir kez daha vurursan seni ellerimle boğarım. Hem çok biliyorsun madem kürtaja giderken de biraz önceki konuşmada da engin fikirlerini benimle paylaşsaydın da bende hata yapmasaydım!" diye çıkıştım.
Kafamın içindeki konuşmayı uzatmaya devam edeceğim esnada Aras soğuk sesiyle "Avukat, doğru cevabı verecek misin yoksa yeni bir yalan mı bulmaya çalışıyorsun?" diye sordu. O anda yer yarılsa da içine girsem diye düşündüm. Yalan söylediğimi anlamıştı ve bunu yüzüne vurmaktan da asla geri durmuyordu. Yanağımı kaşıma isteğimi güçlükle bastırdım. Yalanımın üzerine bir de suçluluk duygumu gösterip tüy dikmeye gerek yoktu.
Midem yediklerimi çıkarma isteği ile kasıldı. "Ne cevap vereceğimi düşünmüyorum. Sadece yalan söylemekle ne kadar büyük aptallık ettiğimi fark ettim. Senin böyle ucuz numaraları yemeyeceğini bilmem gerekiyordu. Düşüncesiz davrandığım için kendime kızıyorum." derken sesimi olabildiğince olağan çıkarmaya çalıştım. Pişman mıydım, evet. Ama yalan söylediğim için değil bu kadar saçma bir yalan söyleyip yakalandığım için.
Çenesini kaldırıp gözlerini benimkine kilitledi. Bakışlarıyla "Nereden öğrendin" diye soruyordu. Sunduğum bahaneler zerre umurunda değildi. Şimdi mantıklı yeni bir yalan bulmam lazımdı. Kimsenin zarar görmeyeceği düzgün bir yalan... Eğer Aras'a geçerli bir yalan veremezsem Aras faturayı Yavuz'a kesecekti ve bu benim en son isteyeceğim şey bile değildi. Aklıma gelen fikirle dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Kendim dışında kimsenin zarar görmeyeceği yalan söylenmeye hazırdı.
"Yiğitsoy Ailesine ait mülklerin kamera kayıtlarının galerideki bilgisayarla beraber çalışma odandaki bilgisayara da yedeklendiğini biliyorsun" deyince beni onaylar şekilde başını salladı. "Toplantı salonlarındaki kameraların görüntüleri de buraya kaydediliyor." deyince şakağındaki bir kas tehlikeli şekilde atmaya başladı. Söylediğim her kelimede öfkeleniyordu. Boynumdan başlayan küçük ürperti omurgamdan aşağıya kaydı.
Vereceği tepkiden korksam da konuşmaya devam ettim. "Bende oradan gördüm. Toplantı ile ilgili canın sıkkındı ve bu sıkkınlık normal halinden çok farklıydı. Bende neler olduğunu merak ettim. Çalışma odana gidip..." derken elini hafifçe masaya vurdu. Başını hiddetle aşağı yukarı sallarken dudakları her zaman olduğu gibi aşağıya doğru büküldü. Hiddetini saklayamadığı sesiyle "Sende çalışma odama girip neler olduğunu izledin öyle mi Avukat?" diye sordu.
Gözleri gözlerimi delerken söyleyeceklerim boğazımda yumru oldu. Öyle sert bakıyordu ki vereceğim cevabın sonuçlarından korkuyordum. Korkumu yenerek "Evet." cevabını verip dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Onun haberi olmadan kayıtları izlememe kızacaktı ama en azından Kadir yaşamaya devam edecekti. Birinin ölmesindense Aras'ın kısa süreli öfkesini yeğlerdim. "Aferin Avukat aferin! Aynen böyle devam et. Ben seni işlerimden uzak tutmaya çalıştıkça sen burnunu sokmaya devam et." Sesi kısıktı lakin üzerimde bağırdığı zamanlardan daha ağır etki bırakmıştı.
Şimdi önümde iki seçenek vardı. Ya özür dileyecek ve konuyu kapatmaya çalışacaktım ya da üste çıkacaktım. Söz konu bensem hangisini yapacağım belliydi. Omuzlarımı dikleştirip başımı kaldırdım. Gözlerinin içine net tavrımı göstermek istercesine ciddiyetle baktım. "Sanırım unuttun Aras Yiğitsoy, ben senin karın olabilirim ama bu ailenin de AVUKATIYIM. Sen beni bu kirli işlerden dilediğin kadar uzak tutmaya çalışabilirsin ama unuttuğun bir şey var. Sen bu işlerin içerisinde olduğun sürece bende olacağım çünkü seni benden başkasının savunmasına izin vermeyeceğim."
Duraksayıp derin bir nefes aldım. "Ayrıca benim varlığımı görmezden gelmeye çalışıyorsan başın gerçekten belada. Ben Avukatın olarak her zaman burada olmaya devam edeceğim. Doğurduğum gün başın bela da olsa yine geleceğim ve yine seni savunacağım. Sen neredeysen ben oradayım." Gözlerindeki karanlık yavaş yavaş dağılmaya başladı. "Anladın mı beni?" diye sordum.
Gergin omuzları gevşerken kolunu koltuğun kolçağına dayayıp çenesini sıvazladı. Ses çıkarmadan kısa bir süre beni izledi. Gözlerinde hesapçı bir bakış vardı. Kafasındaki karışık düşünceleri sıraya koymaya çalışıyor gibiydi. En sonunda "Anladım Avukat çok iyi anladım. Yani sen bana işleri bırak sadece çocuğunun babası ol, bende beladan uzak dururum mu diyorsun?" diye sordu.
Ne cevap vereceğimi bilemedim. Aras, mafya babası olmayı bırakmayacağını daha en baştan söylemişti. Ben onu yolundan döndürmeye çalıştım diye kaç kez karşı karşıya gelmiştik. Şimdi ise kendisi böyle bir teklifle geliyor olamazdı değil mi? Aras'ım ben Selim olmayacağım diye diretirken mafya babalığını bırakacak olamazdı. Ciddi olup olmadığını anlamak için dikkatle yüzüne baktım. Alaya aldığının en ufak belirtisi yoktu. Söylediği her şeyde ciddiydi. Mafya babalığını bırakıp bırakmama konusunda benden fikir istiyordu.
Farkındalığımla birlikte şaşkınlığım artmaya başlamıştı. Aras'ın sorusu beynimin içeresinde yankılanarak dönüp duruyordu. Peki ben ne cevap verecektim? İstediğim şey gerçekten Aras'ın işleri bırakması mıydı? Sadece çocuğunun babası olması mıydı? İstediğim şey buysa bize getirecekleri ve bizden götürecekleri nelerdi? Aras işleri bırakırsa ailemiz güvence altında olacak mıydı? Yavuz'un gücü hepimizi korumaya yeter miydi? Aras'ın gölgesinden korkan insanlar aynı şekilde Yavuz'dan da korkar mıydı?
Çok fazla soru işareti vardı. Eksileri ile artılarını tam olarak hesap edip öyle cevap vermem gerekiyordu. "Tam olarak öyle demiyorum. Bu soruya ise cevap verme hakkımı sonraya saklamak istiyorum." dedim aceleyle. Aras'ın dudakları yukarı kıvrıldı. Yüzünde halimden keyif aldığını belli eden ifade belirdi. Gergin havayı uzatmaya devam etmiyor oluşu beni de rahatlatmıştı. Sanırım hamile olduğum için beni yıpratacak şeylerden kaçınıyordu.
"Söylemek istediğim şeye gelecek olursak beni oyun dışı bırakma diyorum. Neler olduğunu bana anlat." derken kaşları "Başka derdin var mı?" der gibi havalandı. "Tamam her şeyi anlatma ama en azından bilmem gerekeni anlat." Yüzüne beni anlamasının ve azda olsa hak vermesinin beklentisiyle baktım. "Anlat ki Fırat size yeni bir oyun kurduğunda nasıl hamle yapacağımı bileyim. Vaktimi neler olduğunu anlamaya çalışarak değil hangi hamlenin doğru olacağını düşünerek harcayayım."
Çenesinin altındaki elini çekip alnını kaşıdı. Yanaklarını şişirip nefesini verirken gönülsüzce başını tamam anlamında salladı. "Tamam Avukat. İstediğin gibi bilmen gerekeni anlatacağım sana ama sende anlattıklarımdan daha fazlasının peşine düşmeyeceksin, sorgulamayacaksın kabul mü?" Hiç düşünmeden "Kabul." yanıtını verdim. Kadir'den her şeyi öğrenebilirdim lakin biraz önce olduğu gibi bir şeyleri bildiğimi belli etmek sorunların ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Aras bir şeyleri anlatırsa eksik parçaları kafamda tamamlamış edasıyla sorularımı daha rahat sorardım.
"Anlaştık o zaman." deyip önümdeki tabağı işaret etti. "Yemeğini daha fazla soğutmadan devam et, bu konuları sonra konuşuruz ve merak ettiğin her şeyin cevabını veririm tamam mı?" deyince "Tamam." diyerek yemeğime geri döndüm. Tartışma yüzünden açlığımı unutmuştum, Aras'ın hatırlatması ile de ne kadar aç olduğumu fark etmiştim. Hamileliğim ile beraber kazandığım alışkanlığım hala devam ediyordu. Yaşamak için yemiyor yemek için yaşıyordum.
Kafamın içinde Aras'ın sorduğu soruya vereceğim cevap dönüp dururken masaya gelen garsonla beynimin içerisinde ki sis dağıldı. Garson "Efendim." diyerek Aras'a baktı. Aras başıyla onay verince kulağına doğru eğilip bir şeyler fısıldadı. Aras'ın gülümseyen yüzü kaskatı kesilirken yan taraftaki masaya doğru baktı. Bir sorun vardı. Gecemizi mahvedecek büyük bir sorun. İstemsiz olarak benim başımda o tarafa çevrildi.
Hapishane kaçkını kılıklı gram sempatiklik bulunmayan adam bizden tarafa bakıp otuz iki dişini göstererek keyifle kadehini kaldırdı. Aras ise sert duruşu ile bakmakla yetindi. Bu duruşunu da tıpkı Avukat tonlaması gibi daha öncesinden çok iyi biliyordum. Adliye de karşılaştığımız gün bana hakaret ederken ve hastane odasında onlarla çalışmaya karar verdiğimi söylediğimde de aynı nefret ve öfke dolu bakış vardı gözlerinde.
Bu da demek oluyordu ki Aras'ı rahatsız eden sorun düşündüğümde daha büyük bir sorundu. Karşımızdaki adam her kimse dost olmadığı belliydi. Aras'ın düşmanlarından biri olduğu da kesindi. Peki hangi düşmanı? Derdini sadece erkeklerle halleden, racon bilen düşmanı mı yoksa bizi bebeğimizle tehdit eden düşmanı mı? Aklımdan geçenler boğazımda yutmamı zorlaştıran bir yumru oluşturdu.
Aldığım nefes boğazımda takılı kaldı. Panik atağımın geldiğini belli eden kalp çarpıntım ve titreyen ellerimi kontrol altına almaya çalıştım. Şu anda Aras'a en yardımcı olmayacak şey benim burada kötüleşmemdi. Esma Anne gibi dışarıya karşı güçlü olmak zorundaydım. Evde sevdiklerimle baş başa kalınca yıkılabilirdim ama insanların içinde dimdik ayakta durmalıydım. Büyük güçler büyük sorumluluklar gerektiriyordu.
Garson masadan uzaklaşırken Aras öldürücü bakışlarını adamın üzerinden çekip bana döndü. Adam ise hala bizden tarafa bakmaya devam ediyordu. Gözleri gözlerimle buluşan Aras'ın bakışları azda olsa yumuşarken gergin havayı dağıtmak için hafif gülümsedi. "Aldığım notlara göre bebek odasının siparişini verelim mi ustaya Güzelim? Usta eve gelince sende ekletmek istediğin şeyleri iletirsin. Ev düzeni için de bir iç mimar buluruz istersen, değiştirmek istediğin yerleri halledersin."
"Karşımızda büyük bir tehdit varken derdimiz gerçekten bebek odası mı?" diye düşünsem de Aras'ın ne yapmaya çalıştığının farkındaydım. Beni strese sokmadan olayı kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Başarılı oluyor muydu? Hayır. Aras havayı yumuşatmaya çalışsa da gergin ortam omuzlarıma yük misali oturmuştu. Biraz önce keyif aldığım atmosfer ağır bir havaya bürünmüş buraya ait olmadığımızı ve bir an önce çıkmamız gerektiğini hissetmeme sebep olmuştu.
Biz buraya ait değildik. Biz korumalar olmadan hiçbir hayata ait değildik. Diğer insanların özgürce yaptığı hiçbir şeyi biz yapamazdık. Biz her zaman ölümle burun burunaydık. Birileri canımızı almak için bir köşede sinsice yalnız kalmamızı bekliyordu. Ve biz bugün onlara bu fırsatı vermiştik. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi artarken Aras'a belli etmeden derin bir nefes aldım.
İç sesim beni sakinleştirmek adına "Sizi öldürmek isteseler çoktan öldürürlerdi Sena. Bugün çok fazla imkanları vardı. Bu adam her kimse boy gösteriyor. Sakinleş." demeye başladı. Haklıydı. O kadar boş anımız olmuştu ki isteseler bizi çoktan öldürmüş olurlardı. Öldürmediklerine göre dertleri başka bir şey olmalıydı. Onu dinleyip bir nefes daha aldım. Aras'ın olayları kontrol altında tutabilmesi için benim iyi olmam şarttı.
Gülümsemeye çalışarak "Babası olarak bebek odasını en ince ayrıntısına kadar düşündün, birkaç ufak dokunuş dışında eklemek istediğim bir şey yok. Eve gelecek olursak; aklımda bir kaç detay var ama şimdilik iç mimara gerek yok. Kafamdaki şeyleri netleştirmem lazım." dedim. Benim rahatladığımı gören Aras'ın gülümsemesi daha da artarken "Peki bebek odası için beyaz, krem ve antrasit renklerinde kararlı mısın? Araya mavi bir şeyler eklemeyi hala düşünmüyor musun?" diye sorunca gülümsemem gerçeğe döndü.
Bebek odası baktığımız süre zarfında Aras mavi renkte gördüğü her şeye sahip çıkarken ben renklerin cinsiyeti olmadığını savunmuştum. Elbette Aras'ın renklere takıntısı olmadığını sırf beni gıcık etmek için böyle davrandığını biliyordum. Onda en sevdiğim şeylerden birisi de buydu; asla cinsiyetçi yaklaşımları yoktu. "Kararım hala değişmedi Aras Yiğitsoy. Oğluma mavi renk dayatması yapmayacağım."
Ellerini hafifçe iki yana açtı. "O zaman benimde diyecek bir şeyim yok. Evin patronu sensin. Sen ne dersen o." Tavrı, söyledikleri, bakışları kalbimden mideme doğru ılık bir şeyler akmasına sebep oldu. Yüreğim tatlı bir heyecanla atarken kendini beğenmiş bir edayla "Aras Yiğitsoy'un da hesap verdiği ve emir aldığı birisi var artık, desene." deyince kaşları çatıldı. "Emir almak demeyelim de karısının her istediğini yapmaya çalışmak diyelim."
Kaşlarım havalanırken ikna olmadığımı belli ederek ona baktım. Bakışlarım elinde tabakla masaya yaklaşan garsona takılınca yüzümdeki gülümseme soldu. Garson çekingen tavrıyla masaya yaklaşıp ürkek bakışlarıyla tabağı göstererek Aras'a baktı. "Abi yan masadan." Aras sesli bir soluk alırken gözlerini kapattı. Her saniye katlanarak artan öfkesini artık dizginleyemediği her halinden belli oluyordu.
Dili alt dudağında gezindi. Soğuk, katı ve bir o kadar da ürkütücü bakışlarını yan masaya çevirdi. Bize sırıtarak bakan adama bakarken garsona "Ne göndermiş?" diye sordu. Garsonun elindeki tabak titrerken aramızda olan beş adımlık mesafeye rağmen benim dahi duyabileceğim kadar yüksek sesle yutkundu. "Hel... Helva abi."
Gözlerim adamın elindeki tabağa kilitlendi. Nefes alışım yavaşladı. Helvanın gönderilme sebebi belliydi. Ne benim için ne de Aras için gönderilmediğini ikimizde biliyorduk. Bu helva bebeğimiz içindi. Onu öldürmekle tehdit ediyorlardı. Ellerim istemsizce karnımı sararken gözümden akmaya hazır olan yaşı geri ittim. Beni ve ailemi tehdit eden itin karşısında asla güçsüz görünemezdim. Aras'ın güçsüz görünmesine ise müsaade edemezdim.
Aras'ı düşünmemle beynimde şimşekler çaktı. Benim aldığım mesajı Aras çok daha öncesinde almış olmalıydı. Hala yerinde olup olmadığını kontrol etmek için korka korka başımı ondan tarafa çevirdim. Çenesi kaskatı kesilirken bakışlarında avını parçalamaya hazır aslanın yırtıcılığını görmemek mümkün değildi. Olaylar kontrolden çıkmak üzereydi ve benim bir an önce duruma el koymam gerekiyordu.
Elimi Aras'ın elinin üzerine uzattım. Elim eline değince varlığımı yeni fark etmişçesine irkildi. Duygusuz bakışlarıyla benden tarafa baktı. Yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsememle iyiyiz der gibi ona baktım. İfadesinde bir değişim olmadı. Başımızda bekleyen garsona kafasıyla gitmesini işaret etti. Elime değen eli buz gibi kesilmişti. Günlerdir elini tuttuğum adamla şimdiki adam aynı olamazdı. Karşımda soğuk, ruhsuz, gözünü öfke ve nefret bürümüş bir adam vardı. Ne yazık ki tepkilerinde de yapacaklarında da haklıydı. Lakin haklı olması onu kanun önünde aklamama yeterli olmayacaktı.
Kalabalık restorana bakındım. En az otuz kişi vardı. Aras burada bir olay çıkarırsa arkamızda bir süre şahit bırakacaktık. Bir an önce restorandan çıkmaktan başka çaremiz yoktu. En azından bana göre başka çare yoktu. "Kalkalım mı?" diye sorunca sert bakışlarından bende payı mı aldım. Muhtemelen korktuğum için böyle konuştuğumu düşünüyordu. Haklıydı. Korkuyordum. Ama kendim için değil; Aras öfkesine yenilir de adama bir şey yapar diye korkuyordum.
Sorumu duymamış gibi davranarak başıyla garsonu çağırdı. Yanına gelen garsona bir şeyler fısıldadıktan sonra garson "Emrin olur abi." diyerek yanımızdan ayrıldı. Aras ise gerçek anlamda gülümseyen yüzü ile bana bakıp "Tatlımızı yiyelim sonra kalkarız olur mu?" dedi. Ağzım şaşkınlıktan açılırken ne cevap vereceğimi bilemedim. Tehdit edilmiştik, biraz önce ete kemiğe değil düpedüz öfkeye bürünmüştü ve şimdi de umursamazca tatlı yiyelim mi diyordu? Bu hiç Aras'a göre bir davranış değildi.
Çaresizlik içinde kıvranırken "Aras lütfen insan içinde başını belaya sokacak bir şey yapacağını" derken arka masadaki müşteriler kalkarak yanımızdan geçince ses tonumu düşürdüm. "Ve bu halinin fırtına öncesi sessizlik olduğunu söyleme bana." dedim. Benim aksime Aras fazlasıyla sakindi. Söylediklerime keyifli bir kahkaha attı. Dudaklarında ki çarpık gülümseme kalırken "Neden Avukat? Yoksa bana benzeyen bir adam daha bulup koluna senin için yaptırdığım dövmeyi mi yaptırmanız gerekir?" deyince şaşkınlık içerisinde kalakaldım.
Biliyordu. Yavuz ile yaptırdığımız dövme olayını biliyordu. Peki ama ne zamandır? Yavuz da bende yaşadığımıza ayrıca Yavuz dayak yemediğine göre benimle ilgili gerçekleri öğrendikten sonra öğrenmiş olmalıydı. Zihnimin köşesinden bir ses "Ya öncesinde öğrenip sustuysa?" diye fısıldadı. Boğazımı tıkayan tükürüğümden kurtulmak için yutkundum. "Ama sen bunu nereden?" duraksayıp derin bir nefes alırken ellerimi yumruk yapıp açtım. "Ne zamandır biliyorsun?"
Önündeki kadehten bir yudum şarap içip sağa doğru dudaklarını kaydırdı. "En başından beri biliyorum. Yaptığınız her şeyden en başından beri haberim var sadece bilmiyormuş gibi davranıyordum." Aralanan ağzımla beraber gözlerimin kocaman açılmasını engelleyemedim. En başından beri biliyordu ve benden nefret etmesine rağmen öldürmemişti öyle mi?
Oturduğu sandalyede arkasına yaslandı. Yüzüne yerleşen küstah bakışıyla bana bakıp "Yavuz yediği dayağı sadece seni Avukatımız olarak kabul ettiği için mi yedi sanıyorsun?" diye sorunca şaşkınlığım bir kat daha arttı. Bir dövmeden dolayı bu kadarını yapmak fazlaydı. Ama unuttuğum da bir şey vardı; söz konusu Aras Yiğitsoy ise her şey mümkündü. "Dövmeyi bana sormadan yaptırmaya onay vermesi yediği dayakta ufak bir etkendi. Sen gözümde yok hükmünde olduğun için sana bir şey yapmaya gerek duymadım, zaten yanımda yaşayacağın cehennem ile cezanı çekecektin."
Şaşkınlığımın her zerresini gösteren sesimle "Bunu neden söylemedin?" diye sordum. Umursamazca omuz silkti. "O zamanlar dövme için bunu yaptığımı bende bilmiyordum ki. Dövmenin önemini bildiği halde Yavuz'un buna onay vermiş olmasına sinirlendiğimin farkında bile değildim. Öfkemin tek sebebinin senin hayatımıza dahil olman ve Yavuz'un bana itaat etmeyerek arkamdan iş çevirmesi olduğunu sanıyordum. Son davanın görüldüğü gün savunmanı düşününce dövme konusuna ne kadar öfkelendiğimi fark ettim." Duyduklarıma inanamazken sadece "Anladım." diyebildim.
Zaten böyle bir duruma verilebilecek başka cevapta yoktu. Lakin sorulabilecek başka soru vardı. "Kimden öğrendin?" Sorumu duyunca dudakları kendini beğenen bir ifadeyle sola doğru gülümseyerek kıvrıldı. "Unuttun mu Avukat bana ait olan her şey benim kontrolüm altındadır. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın benden bir şey saklayamazsınız." deyince çattığım kaşlarımla yüzüne baktım.
Söyledikleri sinirlerimi bozuyordu. Çevresindeki insanlardan ona ait malmış gibi bahsetmesine katlanamıyordum. Ensemdeki sinir uçları karıncalandı. "Ben senin malın mıyım ki senin haberin olmadan bir şey yapamayayım Aras?" Sesimi kontrol altında tutmaya çalışsam da başaramadım çünkü gerçekten sinirlenmiştim. Önceden bu halleri sinirimi bu kadar bozmuyordu ama şimdi karısıydım ve beni bu konuma düşüremezdi. Sadece beni değil onu sevip yanında duran kimseyi düşürmezdi. Böyle bir hakkı yoktu.
Sonsuz mavilikler parladı. "Hayır malım değilsin karımsın. Bu yüzden de ölene kadar sen bana aitsin bende sana. Sen benden sorumlusun bende senden." Bakışlarındaki aşk ruhumu okşarken "Sen benimle ilgili her şeyi bilmek zorundasın bende seninle ilgili." deyince bütün sinirim buhar olup uçtu. Bu adam gönlümü nasıl alacağını çok iyi biliyordu. "Sevdiklerim benim malım değil. Yaptıklarını biliyorum çünkü yapacakları yanlışlardan en az zarar almalarını ya da başlarına gelecek beladan kurtulmalarını sağlamak zorundayım."
Yaptığı açıklama ile hayran gözlerle ona bakarken "Tatlının geleceği yok kalkalım istersen." deyince bakışlarımı ondan çekip hiç itiraz etmeden olduğum sandalyeden kalktım. Elini uzatan Aras'ın elini sıkıca tuttum. Birlikte çıkışa doğru yürümeye başladık. Her adım atışımızda üzerimdeki yük azalıyordu. Boğucu havanın etkisinden kurtuluyordum. Başımıza bir bela gelmeden mekandan ayrılıyor olmamız hiç Aras' göre bir şey değildi. Sebebinin bebeğimiz için hesap sormayı sonraya bırakmak olduğunu düşünüyordum.
Resepsiyondan kabanlarımızı alırken Aras üzerindeki takımın ceplerini yokladı. Yüzü memnuniyetsizlikle buruşurken "Güzelim arabanın anahtarını unutmuşum, hemen alıp geliyorum sen burada beni bekle olur mu?" deyince tamam anlamında başımı salladım. Aras tekrar yemek bölümüne giderken bende kabanımın düğmelerini iliklemeye başladım. Son düğmeyi ilikleyeceğim esnada fark ettiğim şeyle aldığım nefes ciğerlerimde asılı kaldı. Tükürüğüm boğazıma kaçınca refleksle öksürmeye başladım.
Resepsiyon görevlisi "İyi misiniz?" diye sorunca öksürüğümü güçlükle bastırdım. Görevliye cevap vermeden bir taraftan koşar adımlarla salona giderken diğer taraftan da "Aptal Sena." diyerek kendime kızıyordum. Tabi ki de hesap sormaktan vazgeçmemişti, sadece bunu benim yanımda yapmayacaktı. Salona adımımı attığım anda önce bir silah sesi duydum sonrasında da duvara sıçrayan kan lekelerini gördüm. Aras elindeki silahı beline yerleştirip benden tarafa dönene kadar neler olduğunu idrak dahi edemedim.
Beni görünce yüzü bembeyaz kesilen Aras hızla yanıma geldi. Kızgın ses tonuyla "Sana beni beklemeni söyledim." diye söyleniyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım. Gördüklerimin hayal olmasını diliyordum. Aras'ın insan içinde bu adamı öldürmüş olmamasını diliyordum. Kapalı gözlerim akmaya hazır yaşlar yüzünden alev alev yanarken titreyen sesimle "Aras ben seni nasıl kurtaracağım?" diyebildim.
Mutluluğum buraya kadardı işte. Bu kadar kısa sürmüştü. Aras artık yanımda olmayacaktı. Güvendiğim, sırtımı dayadığım dağ; kollarında huzur bulduğum adam yanımızda olmayacaktı. Bu kadar şahit varken onu kurtaramayacaktım. Onu demir parmaklıklar olmadan göremeyecek, istediğim zaman dokunamayacaktım. Benim mutluluğumda buraya kadardı. Mutluluğumu kaybetmiştim.
EVET BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. İÇİNİZİ KIPIR KIPIR EDEN BİR BÖLÜMLE GELDİM SİZLERE. 🤩🤩
SİZDE MASADAN ÖYLECE KALKIP GİTMEYİ ARAS'A YAKIŞTIRAMADINIZ DEĞİL Mİ? 😎😎
ACABA ADAM NE SÖYLEDİ DE ARAS BÖYLE DELİRDİ?🤔🤔🫣
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?🤩
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |