31. Bölüm

KEŞKE ÖLSEYDİM

Gizem Gültekin
gizeemikoo

ARAS

 

Tam bir haftadır şüphenin cehenneminde yanıyordum. Beynimin içinde dönen düşüncelere karşı koymayı beceremezken kalbimde yanan şüphe ateşine de karşı gelemiyordum. Sena'ya sen mi yaptın diye soramamak, ondan gerçekleri duyamamak kalbimi cehennem yerine çeviriyordu. Eksik kalan bilinmezlikler adeta damarlarımı kemiriyordu.

 

Şüphe ruhumu kurumuş bir yaprak gibi oradan oraya savururken 1 haftadır ondan uzak duruyordum. En zor olan kısmı da buydu. Onun kokusunu içime çekememek. Kendimi biliyordum. Eğer bana yaklaşırsa belirsizliğin öfkesinde yakardım onu. Cehennemimde onu yakıp küle çevirmemek için ondan ayrı kalmaya razı olmaktan başka seçeneğim yoktu. Onun gözlerinin içine bakıp sorgulayamamaktansa sokaklarda kan döküp karanlığıma bulanmak en doğru çıkıştı benim için.

 

Ancak hiç bir şey düşündüğüm gibi olmadı. Ayrılık karanlığıma karanlık katmak dışında bir işe yaramadı. Ne hainin kim olduğu konusunda bir parça yol alabildim ne de Sena'nın suçlu ya da suçsuz olduğu ile ilgili bir sonuca ulaşabildim. Bu kadar bilinmezlik içinde çıldırmak üzereydim.

 

 

Masanın üzerinde duran William Shakespeare Othello kitabı elime aldım. Her canım sıkıldığında yaptığım gibi sayfalarını hızlıca karıştırıp rastgele bir sayfa da durdum. Sayfaya göz gezdirirken seneler önce altını çizdiğim cümle dikkatimi çekti. "Bir kez şüpheye düştün mü karar vermişsin demektir." Peki ben bir karar verebilmiş miydim? Şüphenin cehenneminde yanarken avaz avaz onun masum olduğunu bağıran kalbimi mi dinleyecektim yoksa onun hain olduğunu söyleyen beynimi mi?

 

Odanın kapısı usulca açılırken "Abi gelebilir miyim?" diyen Yavuz'un sesiyle düşünce denizinden çıktım. Elimdeki kitabı masanın üzerine bırakırken "Gel Yavuz." dedim. İçeri ilerleyerek kapıyı arkasından kapattı. Sırtı bana dönük şekilde Sena'nın odasına bir kaç saniye baktıktan sonra bana döndü.

 

Davranışı dikkatimi çekti. Koltukta geriye yaslanıp dikkatle yüzüne baktım. Bu işin içerisinde oda olabilir miydi? Sena'ya yardımcı olmuş olabilir miydi? İçimden bir ses "Saçmalama Aras. Yavuz sana her daim sadıktır. Dayak yiyeceğini hatta onu öldüreceğini de bilse senden bir şey saklamaz." deyince ona hak verdim. Hızla konudan sıyrıldım.

 

Elimle çenemi sıvazlarken "Hayırdır? Baba seni sevkiyatların başında istiyordu. Burada ne işin var?" diye sorunca yüzü değişti, omuzları bir anlığına da olsa gerildi. Bakışlarını hızla benden kaçırırken gergin omuzları gevşedi, yüzü normale döndü. Sonrasında dudakları tebessümle kıvrıldı. "Başımda sürekli bağıran birisi olmayınca depo işi sarmadı abi. Bünye senelerdir alışmış tabi senin sesine." derken gülümsemesi büyüdü.

 

Söylediklerine dişlerim görünecek şekilde güldüm. Yavuz'u görmek iyi gelmişti. Onun varlığı her zaman gücüme güç katıyordu. Günlerdir ilk kez yüzüm gülüyordu. "Ha sen Aras'ı sinirlendiren bu kadar şey az geldi, gideyim bir de ben sinirlendireyim dedin öyle mi?" diye sordum.

 

Koltuğa oturup üzerindeki blazer ceketi yakalarından çekiştirdikten sonra bir bacağını diğer bacağının üzerine attı. Muzip bir bakış atıp "Estağfurullah abi olur mu öyle şey? Rutin sohbetimizi yapmaya geldim diyelim." dedi.

 

"Hadi öyle olsun bakalım." Masaya eğilip elimde ki kalemi çevirirken "Hattane yangınının maddi hasarını hallettim. Rus dostlarımız bir defaya mahsus silah fiyatlarında ki artışı kabul etti." deyince Yavuz araya girdi. Gülümsemesine eşlik eden kalkan tek kaşıyla "Ettirdim desene sen şuna. Adamları sevkiyatları durdurmakla tehdit ettin değil mi?" dedi.

 

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken yüzümde oluşan zafer gülümsemesi ile başımı salladım. "Ben izin vermedikçe onlara bir mermi dahi gitmeyeceğini onlarda biliyor. Limanların tamamının kontrolü bende."

 

"Her zaman onların istediği gibi olacak değil ya bir kez de bizim istediğimiz gibi olsun." deyip duraksadı. "Gerçi hep bizim istediğimiz gibi oluyor da neyse." derken gücün verdiği zevkle dudakları yana kıvrıldı.

 

"Güçlü olmanın güzel yanları."

 

Gözleri masanın üzerinde duran bibloya yoğunlaşırken "Doğru diyorsun abi. Bu meselede böylece kapandı desene." dedi. Bende Yavuz gibi meseleyi kapatmak isterdim ancak yapamazdım. İçimde ki köstebeği bulmadan bunu yapamazdım. Elimdeki kalemi masanın üzerine bırakıp arkama yaslandım. Başımı iki yana sallayıp "Haini bulmadan konunun kapanmayacağını sende iyi biliyorsun Yavuz." derken içimde kuşku tekrar uyandı.

 

Yavuz sadece bir kişi için bu konuyu kapattırırdı, Sena... Söz konusu Sena ise yapacağı ilk şeyin beni geçiştirmeye çalışmak olacağına adım kadar emindim. Pür dikkat onu incelerken "Yoksa sen hainin kim olduğunu biliyor musun? O yüzden mi bu kadar üzerinde durmak istemiyorsun konunun?" diye sordum.

 

Olduğu yerde doğrulup belini dikleştirdikten sonra tekrar arkasına yaslandı. Parmaklarını birbiri üzerine bindirip sıkıştırırken sıkıntılı bir nefes verdi. Ben konuşmasını beklerken o her zaman ki gibi susmayı tercih etmişti. Düşüncelerimin doğru olduğunu hissetmek damarlarıma aynı anda küçük iğneler batırarak işkence etmeye başlayınca daha fazla dayanamadım. Sesim odanın içini dolduracak kadar yükselirken "Cevap versene Yavuz! Hainin kim olduğunu biliyor musun bilmiyor musun?" dedim.

 

 

"Abi ben." derken odanın kapısı usulca tıklatıldı. Başımı Yavuz'dan çekip geleni anlamak için kapıya baktım. Sena geldiğini fark ettiğimi görünce kapıyı açıp "Konuşabilir miyiz?" diye sordu. Tedirgin ve ürkek bakışları bakışlarımla buluşurken "Tabi Avukat. Sorun ne?" dedim.

 

Emin olmayan adımlarla içeriye giren Sena, Yavuz'a kaçamak bir bakış atıp karşısındaki koltuğa oturdu. Benim bakışlarımda nedensizce Yavuz'a kaydı. İşte canımı yakacak olan gerçekler silsilesinin başladığını tam da bu anda hissettim. Diğer günlerde kapı tıklatıldığı anda kimin geldiğine bakan Yavuz bu sefer bakmamış hatta oturuşunu daha da dikleştirmişti. Yerine oturan Sena'ya baktım. Yüzünde ciddi bir ifade varken bakışları da fazlasıyla ruhsuzdu.

 

"İkinizin karın ağrısı aynı anlaşılan. Neler oluyor?"

 

Sena bakışlarını benden kaçırıp yardım istercesine Yavuz'a bakarken aradığı yardım çağrısı cevap bulmuş olacak ki Yavuz söze girdi. "Bir karın ağrısı yok abi. Sadece bir yanlış anlaşılma var. Sena onu düzeltmek için geldi."

 

İçimden "Yalvarırım bu yanlış anlaşılma Savcı ile ilgili olmasın. 1 haftadır böyle bir gerçeği benden saklamış olma. Hain ol ama bana yalan söylemiş olma Avukat. Eğer öyleyse beni kendi ellerinle öldürürsün" derken bakışlarımı Yavuz'dan çekip Sena'ya sabitledim. Endişemi bastırıp otoriter çıkan sesimle "Düzelt bakalım Avukat. Seni dinliyorum." dedim.

 

Kuruyan dudaklarını ıslatıp gözlerini benden kaçırdı. Bakışlarını benden kaçırırken söze nasıl başlayacağını düşünür gibi bir hali vardı. Üzerinde hissettiği baskıyı arttırmamak adına bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Bunu hem onu için hem de kendim için yapıyordum.

 

Onu çok iyi tanıyordum. Halini tavrını ezbere biliyordum. Ve ben o tek kelime söylemeden onun gözlerinde yalan görürsem dudaklarından çıkacak tek kelimeyi dahi dinlemezdim. Kalemini kırar cezasını keserdim. Eğer ihanetini dudaklarından dökülen sözcüklerde duyup pişmanlığını gözlerinde görürsem işte o zaman onu affederdim. Başkalarını yakıp yıkar ona sığınacak liman olurdum.

 

Odada ki sessizlik üzerimde saatli bomba etkisi yaratırken gözüm dışarıda ki hareketliliğe takıldı. Oturduğum koltuktan kalkıp pencerenin önüne yürüdüm. Neler olduğunu anlamak için pencereden dışarıya bakarken galerinin girişinde ki bariyerlerde bekleyen Savcı'nın arabasını gördüm. Arabadan inen Savcı yüzüne yayılan iğrenç sırıtma ile odamdan tarafa bakıp el salladı.

 

"Orospu çocuğu..." diye mırıldanırken çıkmak için kapıya yöneldiğim esnada aklıma gelen düşünce ile Sena'ya döndüm. Emreder tonlamada çıkan sesimle "Avukat, burada kalıyorsun. Ne olursa olsun dışarıya çıkmayacaksın." dedim. Kaşları hızla çatılırken neler olduğunu anlamayarak yüzüme baktı. Sinirli bir nefes verip hırlar gibi çıkan sesimle "Avukat duydun mu beni?" diye sordum. Hızla başını salladı.

 

Odadan hızla çıktım. "Bu sefer siktim belanı Savcı." diye söylenerek merdiven basamaklarını indim. Rahat bir tavırla kabanının omuz bölümünde duran tozları silkeleyen Savcı benim geldiğimi görünce daha da sırıttı.

 

Bana doğru gelirken bende ona doğru ilerliyordum. Yüzüne dikkatle baktığımda o sinsi sırıtışını gördüm. Bir şeyleri başardığını belli eden o sırıtış. Adımlarımız kesişince "Mekanıma hoş geldin Savcı. Geleceğini önceden haber verseydin bir karşılama yapardık." dedim.

 

Sırtımasın artarken arkasındaki korumalara döndü. Başıyla gitmelerini işaret ettikten sonra tekrar aynı sinsilikle yüzüme baktı. "Duyacaklarından sonra hoş mu geldim yoksa hiç gelmemeli miydim sen karar verirsin Aras Yiğitsoy." Bakışlarında sinsi bir parıltıyla beni baştan aşağıya süzerken "Fazla iyi gördüm seni. İhaneti bu kadar çabuk hazmetmeni beklemiyordum." dedi.

 

Haini bana söylemeye mi gelmişti? Peki bundan onun kazancı neydi? Gözlerim kısılırken söyleyeceklerini merak eder halde yüzüne baktım. Halimi fark edince yüzüne iyiden iyiye eğlenen bir tavır yerleşti.

 

İçimi kemiren kuşkunun doğru çıkma ihtimali kalbimi de beynimi de bombardımana tutarken söylediklerini umursamıyormuş gibi davranarak güldüm. "Eceli gelen köpek cami duvarına pislermiş. Anlaşılan senin de ecelin geldi. Bu boş lakırdılarını da ölümün yol açtığı buhrana sayıyorum." dedim.

 

"Emin misin? Sonra canın sıkılmasın?"

 

Sinirlenmeye başlamıştım. Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya çalışması canımı sıkmıştı. "Senden duyacağım hiç bir şey seni görünce kaçan keyfim kadar sıkmaz canımı. Söyle bakalım ne söyleyeceksen."

 

Ellerini takımının cebine sokup olduğu yerde parmak ucunda sallandı. "Sen gelirsin diyordum aslında. Bekledim, bekledim gelmedin. Bende hiçbir şeyden haberin olmadığını en yakınlarının sana yalan söylediğini düşünüp bilmen gerekenleri anlatmaya geldim." dedi.

 

"Uzatma Savcı."

 

Dudakları munzur bir çocuk edası ile büzüldü. Eğlencesi her saniye artarken "Yoksa Sena sana hattanenin yerini bana söyleyenin kendisi olduğunu söylemedi mi?" dedi.

 

Kelimelerin Savcının ağzından çıkmasıyla başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Yüreğimin tam orta yerine kızgın bir demir saplayıp acımasızca çevirmeye başladılar. Sena.. Benim Sena'm bana, bize ihanet etmişti. Hiç suçu olmayan bir ihanetin bedelini 13 yıl ayrı kalarak ödediğimizi bildiği halde bana bile isteye bana ihanet etmişti. Ve en kötüsü de ben bunu ondan değil Savcıdan duymuştum.

 

Öfkemi bakışlarıma yansıtıp öldürücü bir ok misali Sena'ya saplamak istercesine camların olduğu bölmeye döndürdüm. Orada olduğuna emindim. Bakışlarımın bitti demek olduğunu bildiğine emindim. Çünkü benim hayatımda ihanete de yalana da yer yoktu. Artık onun üzerine gölgem bile düşmeyecekti. Benim için yardan çok yara olan o kadının artık hayatımda yeri yoktu.

 

Yanımıza hızla gelen Yavuz'u durdurmak için elimi kaldırdım. İşaretimi görünce olduğu yerde durdu. Bütün vücudumda yayılan öfke, hayal kırıklığı, nefret gibi karma karışık duygularımın yol açtığı yıkımı görmezden gelerek dikleştirdiğim omuzlarımla Savcıya döndüm. Yüzüme yerleştirdiğim pis sırıtma ile dudaklarım kıvrılırken onun yaptığını yapıp omzundaki tozları silkeler gibi elimin tersini sürdüm. "Savcı.. Savcı... Savcı... Sena'nın benden böyle bir şey saklayacağını nasıl düşünebilirsin? Öleceğini hatta beni kaybedeceğini de bilse benden asla bir şey saklamıyor. Şerefsiz babasının soyadını taşıyor olsa da tam bir Yiğitsoy gibi davranıyor." dedim.

 

Her şeyin tam da dudaklarımdan döküldüğü şekilde olması için nelerimi vermezdim. Ancak böyle olmamıştı. Sena gözümün içine baka baka itibarımı beş paralık etmiş sonrada bunu benden saklamıştı. Ben, ona bana ihanet eden sen misin sorusunu sormayı yediremezken o hiç düşünmeden bana ihanet etmişti. Lakin şimdi bunları düşünmenin sırası değildi önce Savcının defterini dürecektim.

 

Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni süzerken yüzümdeki ciddiyeti gördü. Sena'nın bana gerçekleri anlattığına ikna olunca sırıtması silindi. Renkten renge giren yüzü kaskatı kesildi. Kaşları hayretle yukarı kalkarken "Sena'nın sana böyle bir şey söyleyeceğini düşünmüyordum. Sena böyle bir şey söylese bile senin onu yanında tutmaya devam edeceğini hiç düşünmüyorum. Şaşırttın beni Yiğitsoy." dedi.

 

Yüreğim kor ateşlerde kavrulup kırılan güvenimin sivri cam parçaları her hücreme acımasızca batıyordu. Her zaman olduğu gibi şimdi de içim yangın yeriyken dışımda en ufak bir hüzün belirtisine izin vermiyordum. "Senin anlamadığın şeyde tam olarak bu ya Savcı. Sena ile benim aramda ki bağı yıkmaya değil senin gücün iki cihanın gücü yetmez."

 

Kısa bir afallamanın ardından yüzünde ki iğrenç sırıtma geri geldi. Aşağılar bir bakış atarken "Gerçi şaşırmamak lazım." dedi. Kuracağı cümlenin devamını duymak için sağ kaşım havaya kalkarken canımı sıkacak bir şey söyleyeceğine emindim. Dudakları şeytani bir tavırla sağa doğru kaydı. "O yumuşak dudakların yalan söylemeye razı gelmeyeceğini onu öptüğüm gün anlamalıydım."

 

Kelimeler beynimin içinde yankılandı. Zihnim bir kaç saniyeliğine bulandı. Sonrası karanlık. Gözüme inen perde ile Savcının yüzüne yumruğumu geçirmem bir oldu. Tam o anda aldığım karardan vazgeçmiştim. Onu burada öldürecektim. Bu gün burada bu iş bitecekti. Benim olanı öpmenin bedelini ona ödetmek için fırsat kolluyordum. Daha çok canını yakmak için uygun zamanı bekliyordum ancak şimdi işler değişmişti. Sena'nın adını ağzına alan dudaklarını birbirine dikip büyük bir zevkle işkence çektirecektim. Tırnaklarını etinden sökerken onun atamadığı çığlıkların zevkini yaşayacaktım.

 

Savrulan Savcının gırtlağına yapışmak için üzerine yürürken "Seni öldürürüm Savcı." diye kükredim. Yavuz araya girip beni sıkıca belimden kavradı. "Aras dur. Derdi bu zaten. İstediğini verme şu puşta." diyerek beni ikna etmeye çalışırken Savcıda savrulduğu yerden doğrulmuştu. Elmacık kemiğini ovuştururken güldü. "Öldürsene Aras. Sevdiğin kadının dudaklarını öptüm. O kırmızılıkların tadına baktım. Hangi adam buna razı olur?"

 

İleriye gitmek için Yavuz'u itemeye çalıştım olmadı. Ben onu itmeye çalıştıkça daha sıkı kavradı. Sadece ikimizin duyabileceği bir yükseklikte "Abi yapma. Sena'dan uzaktayken bile onu korumaya devam etmek istiyorsan, çakalların arasında yem olmasını istemiyorsan yapma." diyen Yavuz'un sesiyle içine düştüğüm karanlıktan sıyrılmaya başladım.

 

Beynim çalışmaya başladı. Savcının derdi tam da buydu. Benden kurtulup Sena'yı ele geçirmek. Belki de... Belki de ona zarar vermek. En başta beni en büyük zaafımla, hainlikle kızdırmayı denedi. Başaramadı. Sonrasında ise ikinci zaafıma geçti. KISKANÇLIK... Ve az kalsın başaracaktı. Az kalsın öfkemi kontrol edemeyip ona istediğini verecektim. Aklımı kullanmak yerine öfkeme yenilecektim. Yavuz'u hızla kendimden ittim.

 

Öfkemi ucu sivri mızrak misali Savcıya yönlendirirken parmağımı ona doğru salladım. "Seninle hesabımız yeni başlıyor Savcı. Bu saatten sonra sende ne huzur bırakırım ne de uyku. Gölgeni dahi sana bela ederim."

 

Daha fazla burada kalırsan kararımdan döneceğimi biliyordum. Sena'yı yakmamak için Savcının canını burada alacağımı biliyordum. Ama herkes yaptığının bedelini ödemek zorundaydı. Herkesin ödeyeceği bedel farklı olsa da hata yapanın canı yanmalıydı. Sıradaki bedeli ödeyecek kişinin yanına gitmek için galeriye doğru yürümeye başladım.

 

Gözlerim kum kaçmış gibi yanıyordu. Yüreğimdeki yangın gözlerimden akıp gitmek istiyordu. Nefesim ise boğazımda bir düğüm misaliydi. Ne yutkunabiliyordum ne de dışarıya verebiliyordum. Göğsümün üzerinde hissettiğim bitmek tükenmek bilmeyen ağırlığın altında her saniye daha da eziliyordum. Ömrümde ikinci kez hissediyordum bu duyguları. Her ikisini de aynı kadın yüzünden hissediyordum.

 

"Eğer aşk denilen şey buysa sikeyim böyle aşkın ızdırabını." derken olduğum yerde durdum. Duvara dayadığım elimden güç alarak derin bir nefes aldım. Bakışlarımı galerinin dışına çevirdiğimde Savcının arabasının gittiğini gördüm. İşte o anda deminden beri yüreğimin üzerinde baskı yapan ağrı kaybolurken yerini öfkeye bıraktı.

 

Herkes gibi oda bana ihanet etmenin bedelini ödeyecekti. Herkes gibi oda cezasını çekecekti. Galeriyi inletecek şekilde "AVUKAT" diye bağırarak odama doğru yürüdüm. Hızla açtığım kapıyı sinirle çarpınca kapıdan büyük bir şıngırtı koptu. Sonrasındaysa parçalar halinde yere döküldü. Tıpkı benim Sena'ya olan güvenim misali kapıda saniyeler içerisinde tuzla buz oldu.

 

Yanına doğru yaklaşmak istedim ama yapamadım. En son öfkeyle kolunu morartmışken şimdi daha da öfkeli halde yanına yaklaşmak yapacağım en büyük hata olacağı için uzakta durdum. Şu anda en son isteyeceğim şey ona bedenen zarar vermekti. Beni vurduğu yerden vuracaktım onu. Kalbinden... Başka da en ufak bir zarar vermeyecektim.

 

Belli bir mesafede dururken gözlerinin içine baktım. Hayal kırıklığının zerresini barındırmak istemediğim bakışlarımı sertleştirip keskin çıkan sesimle "Bana nasıl ihanet edersin Avukat? En önemlisi de bana nasıl yalan söylersin?" dedim.

 

Cevap vermedi. Sanki odada yokmuş. Bütün olanları bir filmmiş oda bunları beyaz ekranda seyrediyormuş gibi boş gözlerle yüzüme baktı. Vücudunda ki tek hareketlilik titreyen bacaklarıydı. "Avukat!!! Sana diyorum!!" diye bağırdım. Korkuyla bedeni sarsıldı. Hızla kendini toparlayıp gözlerimin içine kararlılıkla baktı. "Aras, ben sana ihanet etmedim."

 

İki kaşım hayretle havaya kalktı. Çalışma masasına doğru yürürken başımı tempolu bir şekilde sallayıp "İhanet etmedin öyle mi?" diye sordum. Net çıkan sesiyle "Evet" cevabını verdi. Suçlu olduğu halde fazla cesur olması canımı sıkmaya başlamıştı. Haksız olduğunu bilip özür dilemek yerine hala kendisini haklı çıkarmaya çalışıyordu.

 

Yanına yaklaştığım masayı sağ elimle kavradığım gibi kaldırdım. Masa üzerindeki her şeyle beraber yere devrilirken bir kaç cam kırılma sesi havaya karıştı. Devrilen masayla beraber Sena'nın kendisine olan güveni de yerle bir olmuştu. Bakışları titremeye başladı. "Doğru sen bana ihanet etmedin! Sen beni paramparça ettin! O piç kurusuna rezil ettin ama ihanet etmedin Avukat." diye bağırdım. Sesim koridorda yankılanırken Yavuz hızla içeriye girdi.

 

Odanın haline göz ucuyla baktıktan sonra yanıma doğru gelmeye başladı. Sena ise çoktan ağlamaya başlamıştı. Onun bu haline neredeyse yumuşuyordum. Gözünden akan yaşları silmek için yanına gitmeye karşı koymam lazımdı. Hızla arkamı dönüp derin bir nefes aldım. Öfke ateşinin içimde minicik bir alev olarak yanan aşk ateşini bastırmasına izin verdim. Çünkü onu affetmeye niyetim yoktu. Onu affetmek istemiyordum.

 

Arkamdan gelen Yavuz omzuma dokundu. "Aras, bilmediğin şeyler var. Beni bir dinle." deyince odaya ilk geldiğinde kıvranan halleri gözümün önüne geldi. Şüphelerimde haklı çıkmıştım oda biliyordu ve bende saklamıştı. Benim salak yerine koyulmama göz yummuştu. İkinci kez oda bana ihanet etmişti.

 

Önüme hızla dönerken kaldırdığım yumruğumu yüzüne yerleştirdim. Yavuz'un geriye doğru savrulduğu esnada Sena'da korkudan çığlık attı. Kendisini hemen toparlayıp Yavuz'un yanına yaklaştı. Omzuna doğru dokunup "İyi misin?" diye sordu. Çenesini ovan Yavuz ayağa kalkarak "İyiyim" deyince Sena bana döndü. Gözleri öfkeyle gözlerimi delerken " Aras ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdı.

 

Bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Acımasızlığın her zerresini barındıran sesimle "Kes sesini Avukat. Bunların sebebi senken ne bana hesap sormaya ne de konuşmaya hakkın yok." dedim. Bakışlarımı Sena'dan çekip Yavuz'a diktim. "Bu olanlardan haberin vardı ve bana söylemedin. Benim salak yerine koyulmama göz yumdun Yavuz!" diye bağırıp hesap sormak için üzerine yürüdüğüm anda Sena araya girdi.

 

Durmam için elini bana doğru kaldırırken tek nefeste "Bilmiyordu." dedi. Olduğum yerde durdum. Devam etmesi için yüzüne baktım. Derin bir nefes aldı." Bu sabaha kadar bilmiyordu. Sabah işe gelmeden önce arayıp ondan yardım istedim. Yavuz, daha duyduğu ilk anda seni arayıp haber vermek istedi ancak hatayı yapan ben olduğum için benden duymanın daha doğru olacağını onda hatırım varsa sana söylemek için bana zaman vermesi gerektiğini söyledim. Onun bir suçu yok." dedi.

 

Ellerimi sitemli bir şekilde havaya kaldırdım. "Ne güzel ya kardeşim bana ihanet etmemiş ama karım olmasını istediğim soyadımı alacağı gün için yanıp tutuştuğum kadın beni salak yerine koymuş" deyip gözlerine imayla baktım. "Ne mutlu bana Avukat."

 

Sözlerim karşısında bakışları titredi. Vicdan azabının sıkıp tuzla buza çevirdiği kalbinin kırılma sesini aramızdaki mesafeye rağmen duydum. Bir şey söylemek için dudakları aralandı lakin sonra hızla kapandı. Sesini bulamıyor, cümleleri zihninde toparlayamıyor gibiydi.

 

"Abi haksızlık ediyorsun. Sena'nın kötü bir niyeti yoktu." diyen Yavuz'un sesiyle ondan tarafa döndüm. Parmağımı ona doğrulturken emir veren sesimle "Sende kimin yanında olacağınla ilgili seçimini yap. Bana ettiğin ihanet iki etti. Üçüncü de seni kendi ellerimle öldürürüm Yavuz. Eğer beni kardeş katili yapmak istemiyorsan ya bana tam sadakatini göster ya da Avukatınla birlikte siktir ol git." dedim.

 

Yavuz yüzüme sitemle bakarken "Abi, sana olan sadakatimin tam olduğunu sende biliyorsun. Canımı veririm sana ihanet etmem. Ama şuan Sena'ya haksızlık ediyorsun. Öfkenin gözünü kör etmesine izin veriyorsun. Tıpkı seneler.." derken susması için elimi kaldırdım. Nutuk dinleyecek değildim. Bir şey yapan bedelini öderdi. Kim olursa olsun, canımdan öte canda olsa öderdi. Hem doğanın hem de Aras Yiğitsoy'un kanunu buydu.

 

Gözlerimi gözlerine diktim. Sert ve bir o kadar da tehditkâr çıkan sesimle "Düşmanlarıma karşı yanımdasın ama söz konusu Avukat olunca beni harcaman basit oluyor Yavuz. Eğer bir kez daha benim yerime Avukatı seçersen ya onun için çalışan bir adam olursun ya da ölü bir adam sen seç." duraksadım. Burnumdan bir nefes verip "Ayrıca tek kelime daha edersen seni de bu yalanın içinde sayarım. Seni bu yalanın içinde sayarsam..." dedikten sonra susup anladın mı der gibi yüzüne baktım.

 

"Anladım abi. Çok iyi anladım ama sende anlamalısın ki." diye söz başlayan Yavuz'un pes etmeye niyeti yoktu. Gırtlağına yapışıp canını almamak için kendimi zor tutuyordum. Ellerim yumruk şeklini alırken omuzlarım da gerilmişti. Dudaklarından dökülecek kelimelerin hayatına mal olmasına saniyeler vardı.

 

Ancak umduğum gibi olmadı. Sena araya girdi. Titreyen sesiyle "Sen karışma Yavuz. Aras, belli ki sevdiği kadını hayatından çıkaracak bari kardeşi kalsın. Bozuk para harcar gibi hayatından daha fazla kişi harcamasın." dedi.

 

Güldüm. Ağlanacak halime güldüm. Dişlerimi dilimin üzerinde gezdirirken alayla yüzüne baktım. "Harcanacak hata yapmasaydın harcanmazdın. Bana ihanet etmeseydin hayatımdan siktir olup gitmek zorunda kalmazdın. Bu siktiğimin memleketinde bana ihanet edip de sağ kalan nadir insanlardan birisin Avukat." Tiksinti dolu gözlerimle yüzüme baktım. "Ama sen bunun değerini de bilemedin. Tıpkı sana olan sevdamın değerini bilemediğin gibi."

 

"Ben sana ihanet etmedim." diye bağırdı. Göğsü hızla inip kalkarken ellerini saçlarının arasına daldırdı. Saçlarına asılırken "Senin için yaptım. Yavuz için yaptım. Niye anlamıyorsun bunu? Daha fazla karanlığına gömülmemen için yaptım." Durup derin bir nefes aldı. "Seni kaybetmek istemediğim için yaptım Aras. Daha fazla insan öldürme, diye yaptım. Bir Savcının katili olup içeride çürümeni istemedim, Fırat'ı öldürmeni istemedim."

 

"İstemedin öyle mi? İstemedin?" Duyduğum cevapla öfkem katlanarak artıyordu. Fırat için yapmıştı. Onun canını korumak için yapmıştı. Asıl sebebi ben ve Yavuz olsak da o piçin canını korumak da sebepleri arasındaydı. Bir kaç defa başımı salladım. Öfkemin bütün bedenimi ele geçirip beni karanlığa sürüklemesine izin vermemek için burnumdan derin bir nefes aldım. Etkisi olmadı. Hırsımı, öfkemi bir şeyden çıkarmak zorundaydım. Sena ve Yavuz dışında herhangi bir şeyden.

 

"Savcı zarar görür diye istemedin öyle mi? Ona değer verdiğin için istemedin." diye söylenirken yanında durduğum konsolun üzerindekiler gözüme ilişti. İçerisinde dosyaların bulunduğu konsolun üzerindeki vazoyu duvara fırlattım. Öfkem dinmedi. Birine zarar vermedikçe de dinmeyecekti. Canıma zarar vermek mi yoksa kendime zarar vermek mi? Cevap basitti.

 

Konsolun üzerinde duran cam mumluğu elime öfkeyle sıktım. Kırılan mumluğun çıtırtıları duyulurken elimde hafif bir acı sonrası ılıklık hissettim. Camın kestiği yerlerden akan kanların zemine damlama sesi kulaklarıma ulaşırken Sena telaşla "Aras." deyip yanıma geldi. Elime dokunmak için hamle yaptığında "Dokunma!!" diye bağırıp bir kaç adım geriye çıktım.

 

Yalvaran gözlerle gözlerime bakarken bakışları yüreğimden içeriye sızmadı bile. "Onunla aranda nasıl bir ilişki var ki o seni, senin iznin olmadan öptüğü halde o piçe kıyamıyorsun Avukat?" Duraksayıp gözlerinin içine acımasızca baktım. "Aranızda ne var?" Acımasız sözler ağzımdan dökülene kadar ne dediğimin onun canını nasıl yaktığımın farkında değildim. Yapabileceğim bir şeyse yoktu. Kelimeler bir kez ağzımdan çıkmıştı.

 

Sena'nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Aras.." diye araya girmeyen Yavuz'a bakmadan "Çık dışarı." emrini verdim. Olduğu yerden hareketlenmedi. Göz ucuyla baktım. Sena'ya bakan Yavuz onun başını salladığını görünce sessizce dışarı çıktı. Aralarındaki bağ canımı sıksa da bu şimdinin konusu değildi. "Aranızda ne var Avukat?" derken her kelimenin üzerine ayrı ayrı bastırdım.

 

Sena yüzüme hayal kırıklığı ile baktı. Benim ona baktığım gibi. Benim uğradığım hayal kırıklığı gibi. "Aras saçmalıyorsun. Öfkenden ne dediğini bilmiyorsun. Ben senin canını yaktım diye canımı yakmaya çalışıyorsun. Ve çabanda başarılı oldun tebrik ederim, canım çok yanıyor."

 

Yaşlar gözlerinden süzülürken gözlerini sıkıca kapatıp açtı. "Fırat ile aramdaki ilişkiye gelecek olursak da senin için yaptım. 13 yıl daha sensiz kalmamak için aldım bu kararı. Seni içindeki karanlıktan korumak için aldım."

 

"Sen kim oluyorsun da benim adıma karar veriyorsun Avukat? Sana bu hakkı kim verdi? Ayrıca sen kimsin de beni koruyorsun. Ben senden beni korumanı istedim mi?" diyen sesim koridoru inletirken Sena pişmanlıkla gözlerimin içine baktı. Bakışlarını görünce kalbim tekledi. Pişmanlığı ruhuma daha fazla işlemesin diye hızla bakışlarımı ondan çekip arkamı döndüm.

 

Ağrıyan kalbim öfkemin önüne geçmeye başlamıştı. Boğazımdaki yumru büyüyordu. Yaşarmaya başlayan gözlerime ellerimi bastırdım. Burada olmazdı. Burada yıkılamazdım. Enkazımı görmeyi dahi hak etmeyen bir kadının önünde gardımı düşüremezdim. Derin bir nefes aldım. İçim yıkılmak üzereyken dışıma çekidüzen verip ondan tarafa döndüm.

 

"Ben sensiz kalmamak için ölmeyi göze aldım be. Sen olmazsan yaşamanın anlamı yok deyip kafama sıkacaktım. Ama sen... Sen beni bile isteye öldürdün." Parmaklarımı alnıma götürdüm. "Buraya sıkmadın ama" Alnıma bastırdığım parmakları kalbime götürüp "Tam buradan vurdun. Tebrik ederim Sena Eroğlu düşmanlarımın bunca yıldır birleşerek beceremediğini sen tek başına becerdin. Aras Yiğitsoy'u paramparça ettin." dedim.

 

"Ben acı çekmedim mi sanıyorsun? 1 haftadır bende aynı cehennemde yanmadım mı sanıyorsun? Sana ihanet ettim diye günlerdir ölü gibiyim ben. Ama söyleyemedim işte. Allah belamı versin ki söyleyemedim. Gidersin, beni bırakırsın diye söyleyemedim." derken acı dolu sesi galeriyi inletti.

 

Alaylı ama bir o kadar da hüzünlü tavırla "Korktuğun şey başına gelmedi mi şimdi Avukat?" diye sordum.

 

Ağlamaktan kızaran gözleriyle yüzüme baktı. Kendini açıklamak için "Aras" diye söze girince elimi kaldırdım. Dudaklarından dökülecek olan tek kelimeyi dahi duymak istemiyordum. Onu ne kadar seversem seveyim söyleyeceği hiçbir şeye tahammülümün olmadığını anladım. Bir kere yalan söyleyen hep söylerdi. Bir kere güvenimi sarsan hep sarsardı. Hayal kırıklığı ile gözlerine bakarken "İhanetinin yokluğundan daha çok canımı yakacağını bilseydim, senden asla af dilemezdim Avukat."

 

Göz yaşları daha da artarken yanıma doğru bir adım attı. İndirdiğim elimi tekrar kaldırdım. Durdu. Titreyen sesiyle "Özür dilerim." deyip nefes almak için duraksadı. "Ben seni kaybetmek istemiyorum Aras." dedi. Acıyla karışık buruk bir gülümseme oluştu dudaklarımda. "Sen beni çoktan kaybettin Avukat. Şimdi odana git ve bütün eşyalarını topla evdeki eşyalarını da en kısa sürede git al. Bu saatten sonra Yiğitsoy Galeriyle de benimle işin bitti. Ne ölün ölüme ne dirin dirime." dedim.

 

Hıçkırık sesleri odayı doldururken odadan çıkmak için ilerlemeye başladım. Kapının önüne gelip son kez arkama baktım. Canımın yandığı kadar canını yakmak istedim. İfadesizce "KEŞKE O GÜN KAFAMA SIKSAYDIM DA BU İHANETİNİ GÖRMEYEYDİM AVUKAT." cümlesi döküldü ağzımdan. Sena dizlerinin üzerine çökerken bende acımı yaşayabilmek için odadan çıktım. Kendimi nereye atacağımı bilmez bir halde merdivenlerden inerken Yavuz "Abi." diye seslendi.

 

Elimi havaya kaldırıp "Sonra Yavuz, sonra." dedim. Arabaya doğru ilerlerken koşturarak yanıma geldi. Kapıyı açıp içeri geçeceğim esnada "Abi, konu başka." deyince durdum. Elimi kapı kolundan çekmeden soğuk bir sesle "Söyle" dedim.

 

"Eline pansuman yapayım sonra söylerim."

 

"Yavuz ne söyleyeceksen söyle!! Pansuman falan istemiyorum." deyince sözlerimi duymazdan gelerek "Arabaya geç ilk yardım çantasını alıp geliyorum." dedi. Vereceğim cevabı beklemeden galeriye doğru yürürken "Neme lazım tendonlarını falan kesersin kimseye sıkamazsın, felaketimiz olur." deyince istemsizce güldüm. Çabasını boşa çıkarmamak en önemlisi de onu merakta bırakmamak için arabaya geçtim.

 

Kapıyı kapatmadan önce hala elimde tuttuğum mumluğun parçalarını hatırladım. Avcumun içini açarak düşmelerine izin verdim. Düşen parçalarla beraber gözümden de bir damla yaş süzüldü. Elimin tersiyle hızlıca sildim. Kapıyı kapatıp torpidoya uzandım. Bir yığın peçete çıkardıktan sonra kanların arabayı kirletmesine engel olmak için elime bastırdım. Kafamı koltuğa yaslayıp Yavuz'u gelmesini beklemeye başladım.

 

Birkaç dakika içerisinde yanıma gelen Yavuz arabanın kapısını kapatarak oturdu. "Elini alayım." Ondan tarafa dönüp elimi uzattım. Peçeteleri kaldırdı. Kesiğin boyutunu ve kalan cam parçalarını görmek için telefonun fenerini yakıp bana uzattı. İstediğini yaparak ışığı elimin üzerine tuttum. Cam olup olmadığına bakarken "Kalan parça yok. Çok nizami bir parçalama olmuş abi." dedi. Söylediklerini duymazdan geldim.

 

Elimdeki kanları temizlerken "İyi bari bu sefer sağ elini kesmemişsin. Bir kez daha o eline zarar verseydin kendisiyle şahsi bir husumetin olduğunu düşünecektim." dedi. Hafif tebessüm edip başımı iki yana salladım.

 

Bu halleri için ona kızamıyordum çünkü neden böyle davrandığını biliyordum. Yavuz'un hayatta kalan tek ailesiydim. Ben nasıl onun mutlu olmasını istiyorsam onun için her şeyin en iyisini yapmaya çalışıyorsam oda benim için aynı şeyleri istiyordu ve çalışıyordu. Kalın bir tabaka haline gelmiş olan karanlığımı kırmayacağını bilse de içeriye ışığın sızabilmesi için küçük bir çatlak oluşturmaya çalışıyordu. Çabaları yüzde yüz sonuç vermese de anlık olarak nefretimin ve öfkemin dağılmasını sağlıyordu.

 

Elimi silmeye devam ederken kayıtsız bir sesle "Abi yarın dava var." deyip duraksadı. Benden herhangi bir cevap gelmeyince kısacık bir an dişlerini dudaklarına bastırdı. "Sena'nın avukatın olduğu dava." deyince ifadesiz bir sesle "İyi sen gidersin işte." dedim. Elindeki gazlı bezi elime sertçe bastırdı. Sinirle gözlerimi kapatıp derin ve sesli bir nefes verirken açtım. "Ne istiyorsun Yavuz?"

 

"Davaya senin gelmen lazım." dedi. İtiraz etmek için konuşacağım anda fırsat vermeyerek "Aras, sen gelmezsen Savcı bir sorun olduğunu anlar ve Sena'nın üzerine gitmeye başlar. Sena ise aklı sendeyken ve yanında ki koltuk boşken seni savunamaz." dedi. İkna olmayan bakışlarımı üzerinde gezdirince "Abi" deyip duraksadı.

 

Elimi biraz yukarıya kaldırıp dikkatle baktı. "Bir yer dışında diğerlerinin dikişe ihtiyacı yok. Küçük kesikler." Parmaklarını yaranın üzerinde gezdirirken "Buda küçük ama derin bir kesik. Bir kaç dikiş gerekir." deyince başımı salladım. Yarım bıraktığı konuşmasına devam ederken "Savcı, Kulaksızın adamı. Dava öncesi böyle bir hamle yapmasının nedeni seni içeri attırmaktan başka bir şey olamaz." dedi

 

Bunların hepsinin bende farkındaydım. En başından beri her şeyi öfkemin beni kör etmesi için yapmışlardı. Ama Sena ile aynı havayı solumak kaldırabileceğim bir şey değildi. Onunla aynı yeri paylaşmaya dayanamazdım. Aklıma gelen parlak fikirle sırıttım. İlk yardım çantasına uzanıp iğne iplik alan Yavuz'a baktım. "Bak aklıma ne geldi Yavuz." deyince merakla yüzüme baktı.

 

"Ben yarın Savcının daha doğrusu Kulaksızın mekanlarına baskın yaparım sende benim yerime davaya girersin. Dava sırasında mekan baskınları ile ilgili haberin Savcıya ulaşmasını sağlarım. Böylelikle Savcı ondan alacağım intikama başladığımı düşünür ve Sena ile ilgili düşüncelerinden vazgeçer." dedim.

 

Ses çıkarmadı. Söylediklerimi kafasında tartıyordu. Büyük bir sessizlik içerisinde dikiş işlemini bitirip pansuman yaptıktan sonra gazlı beze uzandı. Gazlı beli elime sararken söylediklerim kafasına yatmış gibi başını salladı. "O piç yapacaklarını sonuna kadar hak etti. Ama..." deyip duraksadı.

 

Dişlerinin arasında bandı ezip kopardıktan sonra gazlı bezin üzerine yapıştırdı. Sonrasında bir bant daha koparıp yapıştırdıktan sonra sorgulayıcı bakışlarını üzerime dikip "Ama Sena ne olacak? Onun davaya kendisini vermesini nasıl sağlayacaksın? Sensizken nasıl kafasını toparlayacak? " diye sordu.

 

Başımı havaya kaldırıp derin bir nefes alırken hafifçe gerindim. "Avukatlığımı yapıp başımı beladan kurtarmaya çok meraklıydı. İstediği imkanı ona son kez veriyorum. Ve onun için yapabileceğim başka bir şeyde yok Yavuz. Herkes kendi cehenneminin günahkarı bu hayatta."

 

Huzursuz bakışları üzerimde gezinirken "Yarın Savcının depolarına falan gitmeyeceksin değil mi? Beni başından atmaya çalışıyorsun?" deyince kaşlarımı havaya kaldırıp başımı salladım.

 

Yavuz'un beni bu kadar iyi tanımasından nefret ediyordum. Bende onun ciğerini biliyordum. Mesela daha ilk günden itibaren hattane işini bildiğini biliyor olmam gibi ama ben bildiklerimi onun yüzüne vurmuyordum. Tamam arada vuruyor olabilirdim ancak konu şu anda bende değildim.

 

"Mekanlara baskın olacak ama ben değil Kadir yapacak. Bu baskınlar mekanıma gelip racon kesmeye başlamanın bedeli, Sena'nın bedelini ise bizzat kendisi ödeyecek." deyince kuru bir sesle "Anladım. Yani yarın davaya gelmiyorsun." dedi. Onaylar anlamda başımı salladım.

 

Elimdeki sargıyı boş gözlerle incelerken kısa bir süre sessizlik oldu. "Abi" diyen sesiyle dikkatimi ona verdim. Hüzünlü yüzüyle bana baktı. "Dün akşam aşıktın şimdi mafya babasısın. Sen ne zaman insan olacaksın? Ne zaman insanların hata yapabildiğini onları affetmek gerektiğini hatırlayacaksın? Ne zaman hem kendine hem de başkalarına hata payı vereceksin Aras?"

 

Yavuz'un sorgulamasıyla huzursuz bir his içimi alev alev yakmaya başladı. Beni korumak için hata yapan birini affetmem gerektiğini bende biliyordum. Onun böyle davranmasına sebep olan kişinin ben olduğumun farkındaydım. Ama insanların anlamadığı da buydu ya. Ben onun bana ihanet etmiş olmasına kızmamıştım. Haklı gerekçeleri onu affetmem için yeterliydi. Ben olanları ondan değil de Savcıdan duyduğum için öfkeliydim. Yaptığı işlerin bedelini ödemekten korktuğu için öfkeliydim. Beni sevmeden önce tanıdığım şımarık, bencil kız gibi davrandığı için öfkeliydim. Ancak bunları kimseye anlatacak gücümde yoktu takatim de.

 

"Hiçbir zaman Yavuz. Hiç bir zaman hatırlamayacağım, hata payı da vermeyeceğim. Benim cehennemimde günahkar olarak yanma sebebim tam da bu işte. Affedememek..." dedim konuşmaya noktayı koyduğumu belli eden imalı sesimle.

 

"Ne diyeyim abi? Öyle olsun demekten başka bir seçenek bırakmıyorsun bana." dedi. İlk yardım çantasını kapatırken "Hadi gidelim." dedi. Bıkkınlık dolu bir nefes verdim. "Hiç nefes falan verme. Benimde derlerim var bende içmek istiyorum. Bende kadehlerin arasında kendimi kaybetmek istiyorum." diyerek savunmaya geçen Yavuz'a kinayeli bir sesle "Avukatın içeride yalnız kaldı." dedim. Yavuz'a kinayeli bir tonlamada desem de Sena'nın ne halde olduğunu merak ediyordum.

 

Çantayı arkaya bırakıp emniyet kemerini çekiştirirken kayıtsız bir sesle "Yalnız değil ki" dedi. Gözlerim şaşkınlıkla kısılırken "Ne demek lan o?" diye sordum. Hala kemeri ile uğraşan Yavuz kemeri taktıktan sonra derin bir nefes verip bana döndü. "Sabah Sena beni aradığından işlerin bu kadar olmasa da büyüyeceğinin farkındaydım. Ben de Sena'ya sahip çıkması için Yeliz'i aradım. Sen odadan çıktın Yeliz odaya girdi. Sena yalnız değil yani."

 

Sena'yı birine emanet etmek içimi rahatlatmıştı. Hayret dolu bakışlarımı kısa bir süre Yavuz'un üzerinde tuttuktan sonra çektim. Arabayı çalıştırıp limana sürdüm. Sena'nın kokusunun bulaştığı her köşede eşyasının olduğu eve gitmek şu an yapmak istediğim en son şey bile değildi. Uzun sürmesi gereken yol boğulduğum düşünceler yüzünden kısa sürede biterken arabayı park edip tekneye doğru yürüdüm.

 

1 hafta önce işkence seslerine ev sahipliği yapan yük gemisinin yanından geçip Anka Kuşunun önünde durdum. Bu işlere ilk başladığım zamanlarda almıştım bu tekneyi. Ne zaman Sena'nın hasretine dayanamasam, ne zaman canım yansa, ne zaman insanlardan sıyrılmak istesem buraya gelirdim. Çünkü evimde bir türlü rahat vermezlerdi. Bende tekneye binip açıldıktan sonra telefonu kapatır kafayı dinlerdim. Acılarımın üstesinden gelip küllerimden doğduğumdaysa tekrardan limana yanaşır yeni acılarımın üzerine yürürdüm. Bu yüzden adı Anka Kuşuydu. Tıpkı o kuş gibi her öldüğüm de bende küllerimden doğup daha güçlü doğduğum için.

 

Tekneden içeriye girip alkollerin olduğu dolaba yöneldim. Dolabın kapağını açıp iki tane viski çıkardıktan sonra kadehe gerek duymadan ilerledim. Masanın üzerine şişeleri bırakırken "Tek kelime edersen siktir olup gidersin. Sessizliğimde boğulmaya geldim ben buraya." dedim. Başını sallayıp şişeyi eline aldıktan sonra kafasına dikti.

 

Sessizlik içerisinde yavaş bir şekilde şişesini bitiren Yavuz benim azda olsa gevşediğimi görünce ayağa kalktı. "Ben gidiyorum abi. Yarın dava var, kafamın yerinde olması lazım." deyip uyarıcı bir tonlamada "Sende açılmaya falan kalkma. Burada olduğunu kimseye söylemem." dedi. Başımı salladım.

 

Yavuz omzumu sıkıp yüzüme "Ben yanındayım" der gibi baktı sonrasında da gitti. Yalnızlığımla baş başa kalmıştım artık. İçimdeki öfke azaldıkça yerini koca bir boşluğa bırakıyordu. Sena'yı ne kadar özlediğimi hissettiren koca bir boşluk. Ama bu saatten sonra bu işin dönüşü yoktu. Onu bir daha ne görmek ne de sesini duymak istiyordum. Sena defteri bu gün benim için tamamen kapanmıştı. Özlemimden, aşkımdan ölsem de onun adının olduğu cümlede dahi adımın geçmesine izin vermeyecektim.

 

Ceketimin cebinde duran yüzü kutusuna uzandım. Eğer işler bu noktaya gelmeseydi Sena'ya geçen hafta evlenme teklifi edecektim. Belki de işler bu noktaya gelmeseydi şu anda ayrı ayrı yanmak yerine aynı evin içinde karı koca olacaktık. Yüzüğü kutusundan çıkarıp tektaşı elime aldım. Aldığım gün içimde oluşan o histen zerre kalmamıştı artık. Etim kemiğimden sıyrılırcasına canım yanıyordu. Ve canımın yanmasını geçirecek hiçbir ilaç yoktu. Alkol alıp uyuşmak dışında.....

 

Arka arkaya aralıksız içtiğim şişeler ve düşünceler içerisinde sızıp kalmıştım. Sabah yastığımın altında titreyen telefonun sesiyle gözlerimi açtım. Kafam kazan gibiydi. Yatağa ne zaman geçtiğimi dahi hatırlamıyordum. Her zaman içen birisiydim ancak bu sefer çok daha fazla içmiştim. Alkol komasına girmediğime şükretmem gerekiyordu.

 

Birinci çalma işlemi biten telefon ikinci kez titremeye başlayınca yerimden doğruldum. Telefona uzandım. Arayanın Yavuz olmasını beklerken Yalçın'ın adını görünce kaşlarım çatıldı. Bu güne kadar benim haber beklediğim zamanlar dışımda bir kez bile güzel haber vermek için aramamıştı beni. Felaket tellalı herifin tekiydi.

 

Adliye de bir sorun mu olmuştu? Tereddüt dolu sesimle telefonu cevaplayıp "Efendim Yalçın." dedim. Telaşlı bir halde "Abi üst üste aradığım için kusura bakma. Rahatsız etmek istemezdim. Uyandırma..." diyerek kendini açıklamaya çalışırken "Kes tatavayı da ne olduğunu söyle." diye çıkıştım.

 

"Abi, Savcının yanında ki sekreter kız. Neydi adı?" diyerek kendisine soru yöneltti. Buket Hanım sana ulaşmaya çalışıyormuş. Herkese seni soruyormuş. Bu gün bana da sordu. Bende senin ondan bilgi almak istediğini hatırlayınca seni arayıp sorayım dedim. Ne diyorsun abi yerini söyleyeyim mi?"

 

Ne cevap vereceğimi bilemez halde duraksadım. Sena bunu duyarsa diye iç geçirirken zihnimin karanlıklarından bir ses "Sena yok artık Aras. Asla da olmayacak." dedi. Onu onaylayarak başımı sallarken "Tekneye gönder." dedim.

 

Eğer Buket gelirse birgün ben Sena'yı affetsem bile Sema beni affetmeyecekti. Benim öfkem bitse bile onun öfkesi bitmeyecekti. Bizden olmayacağı 13 yıl öncesinden belliydi. Daha fazla birbirimizi kanatmaya hakkımız yoktu. Belki saçmalıyordum bilmiyorum. Ne doğru ne yanlış düşünecek halim yoktu. Yorgundum. Duygularımın beni kontrol etmesine izin verecek kadar yorgundum.

 

Verdiğim cevaba afallayan Yalçın "Abi orası senin gizli mabedin gibi değil mi? Sen oraya Hamdi Baba ile Yavuz dışında kimseyi almazsın ki?" deyince "Sana ne lan! Alasım geldi bu gün." diye bağırdım. "Tamam abi" diyen Yalçın telefonu kapatınca elimdeki telefonun bildirimlerine baktım.

 

Sena dan gelen sayısız özür mesajı ve çağrı dışında Yavuz'un "Abi davaya giriyoruz" mesajını gördüm. Telefonu köşeye bırakıp oturduğum yataktan kalktım. Tekneden dışarıya çıkıp denizin kokusunu içime çektim. Koku ciğerlerimi yaktı.

 

Aldığım kararın doğru olduğunu kanıtlamak istercesine "Bu saatten sonra Sena yok. Ona sadık olması gereken bir adam da yok. Seneler önce onsuzluğun acısını nasıl başka kadınlarla doldurduysam şimdi de aynısını yapacağım." diye mırıldandım. İçimde bir şeyler kıpırdandı.

 

Varlığını unuttuğum bir ses "Emin misin Aras? Sana her şeyiyle ait değilken bile onun yerini güçlükle doldurmayı başarmıştın. Şimdiyse tenini teninde, nefesini nefesinde hissettin. En önemlisi de senin olduğunu, sana ait olduğunu hissettin. Onsuzlukla başa çıkmanın düşündüğün kadar basit olacağına, dokunduğun her kadında onu görmeyeceğine emin misin? diyerek zihnim de yankılandı.

 

Ellerimi hırsla saçıma geçirip çekiştirdim. "Değilim. Lanet olsun ki değilim." diye bağırdım. "Ama yapmak zorundayım, damarlarımda akan, her hücremi ele geçiren bu zehirden kurtulmak zorundayım." derken sesim gitgide kısılmıştı. Acı çekiyordum. Öfke bedenimi terk ettikçe eksik bıraktığı yerleri acı, özlem, hayal kırıklığı kısacası işkence çekmemi sağlayan duygular dolduruyordu.

 

Saçımdan çektiğim ellerimi teknenin demir parmaklarına koyup sıkıca kavradım. Derin nefesler alıp verdikten aldığım kararı uygulamak için banyoya yürüdüm. Üzerimdekilerden hızlıca kurtuldum. Sıcak suyun beni rahatlatmasına izin verirken eski Aras'a dönüşmenin ilk adımının atmak için kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Sena artık yoktu. Onun izlerini öyle ya da böyle bedenimden silecektim.

 

Duş işlemi bittikten sonra yatak odasına geçip dolaptaki yedek takımlardan birini yatağın üzerine bıraktım. Pantolonu giyme işlemi sonrasında üzerime giydiğim beyaz gömleğin kollarını katlayarak merdivenlerden yukarıya çıkıyordum ki teknenin kapısı tıklatıldı. Adımlarımı hızlandırdım. Son basamağa geldiğimde geleni görmek için kapıya baktım. Buket'in ateşli bakışları ile karşı karşıya kalınca içimde bir his oluştu. Daha önce tatmadığım garip bir his.

 

Oluşan hissi görmezden gelerek "İşte başlıyoruz." diye mırıldandım. Kapının koluna uzanıp yüzüme yaydığım gülümseme ile "Hoş geldin." dedim. Kırmızı derin yırtmaçlı ve göğüslerinin yarısını açıkta bırakan dekolteli elbisesi ile bakan Buket gülümseyerek yüzüme uzandı. Yanağıma belli belirsiz bir öpücük bırakırken "Hoş buldum." cevabını verdi.

 

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. "HAY SENIN YAPACAĞIN IŞE YAZAR" diyen sistemlerinizi duyar gibiyim😂😂

 

ARAS, SENA'NIN AŞKINDAN KURTULMAK IÇIN BÜTÜN GEMILERI YAKTI. KİMSEYİ IÇINE ALMADIĞI EN GIZLI KAPILARINI AÇTI. 🙈🙈

 

BUNDAN SONRASI NE OLUR ? NE DERSİNİZ, SENA'DAN BEBEK HABERİ BEKLERKEN BUKET HAMILE KALIR MI?🤓🤓

Bölüm : 13.09.2025 13:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...