
YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYIN😍😍
ARAS
ÇATIŞMADAN ÖNCE Kİ AKŞAM
Çaresizlik neydi? Senelerdir nasıl olduğunu bilmediğim çaresizlik böyle bir şey miydi? İnsanın nefes almasını engelleyen, hayatını sorgulatan, yediği yemeği uyuduğu uykuyu haram eden şey miydi? Nasıl bir azaptı ki bu; ne uyurken ne de uyanıkken insanın yakasını bırakıyordu? Yaşamak ile ölmek arasında ince bir çizgideydim. Arafta sıkışıp kalmıştım sanki. Ve en kötüsü de çaresizliğimi belli etmemek için sevdiğim kadının canını yakmıştım.
Yumruklarımı öfkeyle duvara vurdum. İçim acıyordu. Sena'ya bu kelimeleri söylediğim için kendimden nefret ediyordum. Onun canını yaktığım için canımı bedenimden çekip çıkarmak istiyordum. Bebeğim annesini, canımın canını aptal bir kitap yüzünden kırmıştım. Elinde bir kitap var diye ona söylememem gereken o kadar şeyi söylemiştim ki artık benden nefret bile etmeyecek hale gelmişti.
Sağ elimi saçlarımın arasına geçirip hırsla çekiştirdim. Sakinleşmek için derin nefes aldım. Sakinleşemedim. Ruhumu ele geçiren nefret bedenimi her dakika daha da karanlığa sürüklüyordu. Ne kendime olan öfkem ne de nefretimden bir türlü kurtulamıyordum. Sena'nın nefret dolu ama bir o kadar da kırgın sesleri kulağımda yankılandı. "Senin gibi bir adama aşık olduğum için, senin gibi bir adamdan hamile kaldığım için kendimden iğreniyorum. Haklısın sen karanlıkta kalmamışsın, sen karanlığın ta kendisisin Aras Yiğitsoy. Ve senin adına üzülerek söylüyorum ki hayatımda gördüğüm en zavallı insan değilsen bile ilk üçe girersin."
Benden nefret ediyordu. Bize ait bebeği taşıdığı için kendisinden nefret ediyordu. Soğuk ve öfke dolu gözlerle bana bakınca yüreğimin ürpermesini engelleyememiştim. Göğsümü yakıp kavuran ateşin gözlerime vurmasını engelleyememiştim. En az Sena kadar canım yanıyordu. En az onun kadar kendimden nefret ediyordum. Ama yapmak zorundaydım. Sena'yı korumak için gerekirse benden nefret etmesine razı olmak zorundaydım. Çünkü lanet olsun ki başka çarem yoktu.
Elindeki kitabı görünce ruhum çekilmişti. Damarlarım kan yerine asit pompalamaya başlamıştı. Benim ya da Yavuz'un haberi olmayan kitap evimin içine kadar girmişti. Kapıdaki piç kuruları ise bir boka yaramamıştı. Onlara Yeliz'de gelse çantasını aramalarını söylediğim halde yapmamışlardı. Hepsine sıkmamak için kendimi zor tutuyordum. Sırf Sena daha fazla üzülmesin, daha fazla yıpranmasın diye sakin kalmaya çalışıyordum ama bu sakinlik evden çıkana kadar sürecekti. Evden çıktığım andan itibaren hak eden herkese hak ettiğini verecektim.
Yatağa geçip oturdum. Dirseklerimi dizlerimin üzerine dayadım. Ellerimle setçe yüzümü ovuşturdum. Kötü bir kabusun içinde gibiydim. Normal kabuslardan tek farkı asla bitmiyor oluşuydu. Galeriye gelen kutu sonrasında evdeki koruma sayısını arttırmış ve sıkı yönetim denilebilecek kadar katı kurallar getirmiştim. Benden habersiz artık eve ekmek dahi girmeyecekti ama girmişti. Benden habersiz evime 3 tane kitap girmişti.
Öfkem gelen kitaplara değildi, gelen şeyin kitap olmama ihtimalineydi. Gelen Sena'nın canını yakacak bir paket olabilirdi. 6 ayını korkuyla geçirmesine, hamilelikte stres yapmasına sebep olacak lanet bir paket... Düşündükçe kan beynime sıçrıyordu. Sena'nın düşmanlarım yüzünden göz yaşı dökme ihtimali, onların neden olduğu stres yüzünden bebeğimden olma ihtimali... Hepsi ama hepsi düşündükçe delirmeme sebep oluyordu.
Nefesimi tutup gözlerimi yumdum. Dişlerimi sıkıp "Onlara bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Onlara-bir-şey-olmasına-izin-vermeyeceğim-" diye 1 aydır sürekli tekrarladığım gibi yine tekrarladım. İzin vermeyecektim. Gerekirse canımdan vazgeçecektim ama onlardan vazgeçmeyecektim. Onların kılına zarar gelmesine izin vermeyecektim. Gerekirse geçen hafta olduğu gibi ölümle burun buruna gelecektim, hatta canımı verecektim ama onlara bir şey olmasına, canlarının yanmasına izin vermeyecektim.
Anlaşılan bu gecede uyku yoktu bana. Eve üzerimi değiştirip birkaç saat uyumak için gelmiştim. Bu sırada da Sena'ya sütünü götürüp konuşmasak da yüzünü görmek iyi olup olmadığını anlamak istemiştim ama her şey kötüye gitmişti. Daha öncesinde iyiyse de artık iyi olmadığı kesindi. "Aptal gibi bebeği ondan alacağımı hatırlatmasaydım her şey daha farklı olabilirdi." diye bir anlığına düşünsemde başka türlü o kitabı nasıl alırsam alayım Sena'nın bir şeylerden şüphelenmesinin önüne geçemeyeceğimi biliyordum. Ancak böyle yaparsam bana olan nefreti aklının önüne geçerdi.
Ayağa kalkıp kıyafetlerimin bulunduğu gardıroba yöneldim. Elime gelen ilk deri ceketi ve yedek boyunlu kazağı aldıktan sonra odadan çıktım. Merdivenlere giden koridorda ilerlerken Sena'nın odasının önünde durdum. Kapıya kulağımı usulca dayayarak nefesimi tutup ağlayıp ağlamadığını kontrol ettim. En ufak bir ses gelmiyordu. Çok şükür ki ağlamıyordu.
Çoktan uyumuş olmalıydı ya da kafasında beni nasıl öldürmek istediğini de planlıyor olabilirdi. Tabi bir de bebeği benden nasıl kaçıracağının detaylarını düşünmesi vardı. Ama hepimiz biliyorduk ki ne bebeği benden kaçırabilecek ne de beni öldürebilecekti. Bebeğimi benden almasına, onu bilmediğim yerlere götürmesine ben izin vermezdim; benim ölmememe de onun kalbiyle vicdanı...
Kapıya ellerimi dayadım. Kokusunu içime çekebilecekmişim gibi ciğerlerime derin bir nefes aldım. Kuru tahta kokusundan başka bir şey gelmedi. Onu çok özlemiştim. Kokusunu, nefesini, gülüşünü çok özlemiştim. Kalbim onun özlemiyle yanıp tutuşurken ondan ayrı geçen her saniye kalbime hançer gibi saplanıyordu. Ama yapamazdım. Başımızda ki bu lanet beladan kurtulmadan gidip ona sarılamazdım, saçlarını okşayamaz gözlerine bakamazdım.
Gelen paketten sonra aklımdaki her şey uçup gitmişti. Ne intikam, ne öfke, ne de ceza.. Hiçbiri ama hiçbirinin önemi kalmamıştı. Sadece Sena ve bebeğime bir şey olacak korkusu vardı yüreğimde. Her nefes alışverişimde ciğerimi yakıyor, her yutkunmamda boğazımda düğüm oluyordu. Ben bu kadar korkarken, Sena'nın bir şeyler bilmesine, daha çok korkmasına izin vermezdim. Ama ona yakın olursam bir tuhaflık olduğunu anlaması uzun sürmezdi. Beni, benden iyi tanıyordu. Tıpkı benim onu, ondan daha iyi tanıdığım gibi.
Karar vermiştim başımızda ki bu beladan kurtulduktan sonra her şey düzelecekti. Sena'ya gidip sıkıca sarılacak ve eskisi gibi canıma can olmamıza izin verecektim. Onun ateş benimse buz olmama, kor gibi yakan gözleriyle beni eritmesine izin verecektim. Ama şimdi değildi. Onları güvene almadan değildi. Onları koruyacağıma adı kadar eminken bir konuda daha onu hayal kırıklığına uğratmayacaktım.
Kapıdan hızla uzaklaşıp merdivenlerden aşağıya yöneldim. Basamakları inerken bir taraftan da cebimdeki telefonu çıkardım. Ayakkabıları ayağıma geçirip paltomu da üzerime geçirmek için telefonu hoparlöre alıp vestiyerin üzerine bıraktım. Vestiyerin üzerine bıraktığım yedek kıyafetleri elime alırken telefonu cevaplayan Yavuz'a lafı uzatmadan emir veren tonlamada "Kapıdaki piçlerin hepsini çek, yerlerine yenisini koy. Bu köpeklerinde tek nefes daha izin almasına izin verme." dedim.
Yavuz tereddütlü bir sesle "Abi sorun mu var?" diye sorunca "Var" diye kükredim. Evin kapısını açıp dışarı çıktım. Ayakkabılarımın yere her basışında havayı gırç sesi doldururken "Bu siktiğimin salakları eve girip çıkanı takip etmek yerine kadınlar gibi oturmuş dedikodu yapıyorlar. Eve 3 tane kitap girmiş Yavuz! Ve ben, bu kitapları Sena'nın elinde görmeseydim asla haberim olmayacaktı. Biz bu piç kurularını buraya neden bıraktık? Bir kitaba sahip olamayan eve nasıl olacak?" dedim.
Yavuz öfkeyle soludu. Kitap yerine neyin gelebileceğini oda biliyordu. Sena'nın yaşayacağı travmanın oda farkındaydı. "Abi yarım saat içersin de evdekileri depoya çekip yerine Kadir'in ekibi yerleştiriyorum. Baskınlarda biraz zorlanacağız acemi ekiple olduğumuz için ama önceliğimiz ev. Biz bir şekilde başımızın çaresine bakarız."
"Bende tam sana Kadir'i kapıya yerleştir diyecektim. Ayrıca Aysel Hanım ile Kadir'e söyle Sena'nın telefon ihtiyacı olduğunda kendi telefonlarını versinler. " duraksayıp derin bir nefes verdim. "Ben Sena'nın telefonunu kırdım." deyince Yavuz tam "Ab..." diyerek lafa giriyordu ki sert bir sesle "Lafımı kesmede beni dinle Yavuz." dedim. Sesli verdiği nefes dışında bir şey duyulmazken "Şimdi galeriye geliyorum. Neler olduğunu orada konuşuruz. Ben gelene kadar sende işleri hallet." dedim.
Halinden hiç memnun olmadığını belli eden bir sesle "Emrin olur Abi." diyerek telefonu kapattı. Telefonu cebime koyup ellerimi de paltonun cebine yerleştirdim. Kapıdaki itlere bakmadan bahçeden çıktım. Arabanın yanına gelince durdum. Başımı kaldırıp kırmızıya çalan gök yüzüne baktım. Kar taneleri usulca aşağıya doğru süzülürken yüzüme değmesine izin verip gözlerimi kapattım. Ciğerlerime soğuk ve keskin havayı çektikten sonra aklıma gelen anılarla beraber dudağımda buruk bir gülümseme oluştu.
13 YIL ÖNCE
Soğuk hava yüzünden yanıma iyice sokulan Sena gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. "Nasıl yani senin sevdiğin bir mevsim yok mu?" diye sorunca başımı hayır anlamında iki yana salladım. Kolumdan çıkıp önümde durdu. Gözlerindeki şaşkın bakışlar yüzüne yansırken sitem dolu sesiyle "Selim nasıl sevdiğin bir mevsim olmaz? Her mevsimin kendine ait ruhu varken ve insanlar o ruhlara farklı anlamlar yüklerken senin için nasıl olmaz?" dedi.
Kaşlarım havalanırken omuzlarımı yukarı çektim. Benim için mevsimlerin bir anlamı yoktu. Mevsimlere anlam yüklemek saçma bir şeydi. Mevsim mevsimdi işte. Kışın mont ve bot giydiğimiz, sıcak içecekler içtiğimiz; yazın ise tişört ve kapriye geçtiğimiz ve dondurma yiyip soğuk içecekler içtiğimiz şey değil miydi mevsim? Zaten başka ne tür bir anlamı olur bilmiyordum. Bu konularda Sena kadar derin düşünceli değildim.
Yüzünde gülümseme yayılırken keyifli bir iç çekti. Ellerini havaya kaldırıp yağan karın parmaklarına değmesine izin verdi. "Kış demek büyü demek benim için." deyince ne demek istediğini anlamaya çalışarak gözlerimi kıstım. Ellerini birbirine kenetledikten sonra göğsünde birleştirdi. Mutluluktan neredeyse havalanıp uçacak gibi bir hali vardı. "Kış demek, kar demek, sıcak çikolata demek ayrıca da sevdiğine sürekli sarılmak demek ve en önemlisi de kestane demek."
Yüzündeki gülümsemelere ek olarak iştahlı bir gülümseme belirdi. "Selim sıcacık kestanelerin verdiği keyfi başka bir şey veremez. Sıcacık kestanelere ulaşmak için parmaklarının yanmasına izin veriyorsun ama bu bile insanın kestaneden vazgeçmesine sebep olmuyor. Aksine daha da keyiflenip daha çok yemek istiyorsun." dedi. O kadar içten anlatıyordu ki bir an kestaneyi kıskandım. Onu benden daha çok sevme ihtimalini kıskandım.
Kıskançlığımı bastırmak için konuyu değiştirerek kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Tıpkı hayat gibi desene. Hayatta da güzel şeyleri elde edebilmek için önce yanmamız gerekiyor." dedim. Yüzünden bilmiş bir gülümseme belirdi. "Bakıyorum da ağır abiler gibi hemen edebiyat yapıyoruz Selim Bey. Hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun. Acaba Avukat yerine yazar falan mı olsan sen?" Başını yana doğru yatırdı. "Ya da yan meslek olarak yazarlık yapabilirsin aldığın davaları falan anlatırsın."
"Olabilir."
Başını mantıklı der gibi salladıktan sonra tekrar yüzü aydınlandı. Aklına gelen şeyle keyifli bir halde dudakları kıvrıldı "Ha bir de Noel Baba detayı var tabi." deyince kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken neşesinin sebep olduğu yüzümde beliren gülümseme daha da arttı. 18 yaşında ki kadın Noel Babanın varlığına mı inanıyordu ben mi yanlış anlamıştım? Bu.. Bu çok güzel bir şeydi. Onun bu kadar masum olması, çocuk ruhlu olması çok güzel bir şeydi. Kimseye göstermediği bir yanıydı. Sert kabuğunun, havalı ve vurdum duymaz kimliğinin altında sakladığı bir yanı..
Kenetlediği ellerini çözdü. Ellerini aşağıya doğru salıp ellerime doladı. "Tamam kitap ya da filmlerde ki gibi bir Noel Baba yok biliyorum ama ren geyikleri gerçek. Onlar gerçekten var ve çok güzeller Selim. Onları canlı bir şekilde görsen eminim sende kışın bir büyüsü olduğuna inanırdın." dedi. Çocuk gibi beni bir şeye ikna etmeye çalışıyordu. Ve içi içine sığmadan sevinçle anlattığı şey ren geyikleriydi.
Onu göğsümün içine sokup ölene kadar hapsetmek istiyordum. Başımı iki yana sallayarak keyifle güldüm. Çocuksu bir edayla kaşlarını çattı. "Neden gülüyorsun? Yoksa sende ailem gibi küçük bir kız çocuğu olduğumu mu düşünüyorsun?" diye sordu. Ellerini benden çekip göğsünde birleştirdikten sonra başını başka tarafa çevirdi. Tavırlarına içim gidiyordu. Onun bu masum halleri her an daha da aşık olmama sebep oluyordu. Sözlerinden anladığımsa bu halini en yakınlarına bile gösterdiğinde ters tepki aldığıydı. Kalbimde bir şey kırıldı. Keskin parçaları her tarafıma battı.
Ben onlardan değildim. Sena'nın çocuksu haline kızmıyor aksine mutlu oluyordum. Omuzlarından tutup bedenini kendimden tarafa çevirdim. Başı ise hala yan tarafa dönüktü. Elimi kaldırıp nazikçe çenesini kavradım. Direnmeden çevirdi. Kırılmış bakan gözlerinin içine hayranlıkla baktım. "Sena, Sena'mm. Senin bu hallerin bana hiç çocukça gelebilir mi? Sence böyle bir şey mümkün mü? Ben sadece ne diyeceğimi şaşırdım. Senin masumluğuna o kadar çok kapıldım ki dudaklarımdan kelimelerin dökülmesini bir türlü sağlayamadım."
Bakışları daha da derinleşse de bağlı olan kollarını çözmeden hıh yaparak başını tekrar çevirdi. Benimse dudaklarımda ki gülümseme tekrardan belirdi. Her kadın gibi sevdiğine nazlanmak istiyordu ve yine her kadın gibi sevdiği tarafından gönlünün alınmasını bekliyordu. Gönlünü nasıl alacağım konusunda bir fikrim vardı.
Tekrar başını kendime çevirmek için uğraşmadım. "Bak ne diyeceğim sana?" dedim. Başını benden tarafa çevirmeden omuzlarını yukarıya doğru çekti. "Peki sen bilirsin. Bende sana madem bu kadar kestane seviyorsun gel bütün Ankara'yı alt üst edelim ve sana kestane bulalım diyecektim." dedikten sonra kayıtsız bir sesle "Neyse sen bilirsin istemiyorsan ne diyebilirim ki?" dedim.
Heyecanla benden tarafa döndü. "Bulabilir miyiz gerçekten? Kasım ayının ilk haftasında var mıdır? Hem bulsak nerede yapacağız ki sobamız mı var? Ayyy çok heyecanlandım." deyince yüzündeki gülümsemeye hayranlıkla baktım. Daha fazla dayanamayıp onu kendime çekip sıkıca sarıldım. "Buluruz Sena'm. Arayan bulur bizde arar buluruz. Kestaneleri de fırında yaparız. Sen yeter ki yemek iste." dedim.
GÜNÜMÜZ
Galeriye geçerken internetten açık olana manava baktım. Yolumun üzerinde bile olmayan manavı navigasyondan açtım.40 dakika kadar yolda geçen zaman sonrasında manavın önünde durdum. Arabanın kapısını açıp indikten sonra ellerim cebimde manava doğru yürüdüm. Manavda bekleyen 60'lı yaşlarda olduğunu düşündüğüm adam koşarak yanıma geldi. "Buyurun, ne istemiştiniz?" diye sorunca manavın içerisine göz atıp "Kestane var mı?" diye sordum.
Başını sallayarak kestanelerin olduğu yeri işaret etti. "3 çeşit kestanem var. Fiyatları.." derken sözünü keserek "En iyisinden 2 kilo ver sen." dedim. Adam önce yüzüme garip bir ifade ile baktıktan sonra dudaklarında gülümseme belirdi. "Anlaşılan karınız hamile ve aşerdi. Sizde onun için en iyisini alıyorsunuz." Çatılan kaşlarımla yüzüne baktım. Bunu bilmesini beklemiyordum. Aklıma hayattan alacağını almış bir adam olma ihtimali yerine Kulaksız ile bağlantısı olma fikri gelince elimi belime doğru uzattım.
Elindeki torbaya kestaneleri dolduran adam gülümseyerek gözlerime baktı. "Yıllardır bu manavı işletirim. Yıllardır bu saatlerde karısı hamile olanlar dükkanıma gelir. Karısı aşerdiği için gelenlerin çoğu da aldıklarının fiyatıyla değil bulabilmiş olmanın sevinci ve rahatlamasıyla ilgilenirler. Fiyat onlar için önemli olmaz. Ayrıca da kestaneyi söylerken bile yüzünüzde mutlu olmanıza sebep olacak bir ifade var. Bu ifadeyi de genel olarak baba adaylarında görürüm."
Başımı sallarken "Doğru tahmin etmişsiniz. Karım.." duraksayarak derin bir nefes aldım. Karım... Karımm.. Ne kadar da güzel bir kelimeydi. Sena ile evleneli bir ay olmuştu ama ben bu kelimenin dudaklarımdan dökülmesine şimdi izin verebilmiştim. Boğazımdaki yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. "Karım daha aşermedi ama kestaneyi çok sever. Bende onu mutlu etmek için kestane almak istedim."
"Ne güzel düşünmüşsünüz."
Sohbet bir anda kesilince olanları yeni yeni farkına varmaya başlamıştım. Tanımadığım bir adama açıklama yapıyordum. Tanımadığım bir adamın hislerimi açığa çıkarmasına izin veriyordum. Bu tavırlar bu sözler hiç ama hiç benlik olan şeyler değildi. Ben böyle bir adam değildim. Yavuz ve Hamdi Baba dışında kimseyle emir vermek haricinde konuşmazdım. Yavuz ile Hamdi Baba'ya bile mutluluğumu, sevincimi ya da adı her neyse bir hissimi anlatmazdım. Neler oluyordu bana böyle?
Elimdeki kestane paketi ile manavdan çıktıktan sonra yol boyu düşünmemeye çalıştım. Başaramadım. Dönüşmemeye çaba harcadığım adama dönüşmek sinirlerimi bozuyordu. Ben Selim olmak istemiyordum. Ben Selim'e benzemek istemiyordum. Ben Aras Yiğitsoy'dum. Burnu yere düşse eğilip almayacak, kimseyle yakınlık kurmayacak adamdım. Şimdi ise manavda gördüğüm adamla bile normal insanlar gibi sohbet ediyordum. Ya baba olmak bana yaramamıştı ya da... Öfkeyle karışık derin bir nefes verdim.
Direksiyonu bütün gücümle sıktıktan sonra "Ya da aşık olmak yaramadı Aras." diye soludum. Daha fazla düşünmeme izin vermeyerek kendimi yola odakladım. Galerinin önüne gelip arabadan indim. Aklımda dönen bütün soru işaretlerini, karışık düşünceleri ve Sena'ya olan hislerimi arkamda bırakarak galeriye doğru ilerledim. Şu anda kendi iç hesaplaşmamdan daha büyük sorunlarım vardı; bebeğimle derdi olan düşmanlarımı bulup öldürmek gibi. Kimin beni tehdit etmeye cüret ettiğini öğrenek zorundaydım. Kimin canımı yakmaya kalktığını bulmak zorundaydım.
Merdivenleri hızla çıkıp içeriye girdim. Cam kapıdan bakınca dışarıyı seyreden Yavuz'u gördüm. Kapıyı açıp içeri girerken "Hayırdır nerelere daldın?" diye sordum. Benden tarafa bakmadan "Bir adres buldum. Kulaksız muhtemelen burada." dedi. Hala bana soğuktu ve kızgındı. Bir haftadır aramıza görünmez bir duvar örmüş ve zorunda kalmadığı sürece benimle konuşmuyordu. Haklı olsa da bu halleri sinirlerimi bozmaya başlamıştı artık. Ben onun abiydim, bana böyle davranamazdı.
Sinirden sıktığım dişlerimi az da olsa gevşeterek masama doğru yürüdüm. Siyah koltuğa oturup kendimi masaya doğru çekiştirdim. Kalemlikten duran kalemlerden birini elime alıp çevirirken kayıtsız bir sesle "Adresi kapıdaki çocuklara ver." dedim. Umursamaz bir sesle "Akşam veririm." deyince kısık ama bir o kadar da baskın bir sesle "Şimdi Yavuz!" emrini verdim.
Hışımla benden tarafa döndü. Çatılan kaşları ve öfkesi yüzünden neredeyse kırmızıya döndüğüne ikna olduğum gözleri ile yüzüme baktı. "Şimdi derken?" Elimde çevirmeye devam ettiğim kalemi çarparcasına masanın üzerine bıraktım. "Akşam sen gelmiyorsun. Adresi kapıdakilere ver ve ne zaman istersen o zaman eve siktir ol git Yavuz."
Yumruklarını damarlarını belli edecek kadar sert sıktı. "Sen gelmiyorsun derken?" Gözlerinin içine diktiğim gözlerimi bir kez bile kırpmadan "Doğru duydun Yavuz sen gelmiyorsun. Benim, bana küsecek adama değil benimle çatışacak adama ihtiyacım var. Sen de haftadır küsmek dışında bir halt yapmadığına göre operasyona sen gelmiyorsun." dedim.
"Küsmek dışında neler yaptığımı çok iyi biliyorsun Aras! Ayrıca onunla bu bir değil Aras!"
Başımı yana yatırıp sağ kaşımı havaya kaldırdım. "Benim için bir Yavuz." Parmağımı ona doğru doğrultup "Ve kararım da kesin akşama sen gelmiyorsun." dedim. Sinirle karşımdaki koltuğa oturdu. Bacakları ritmik bir şekilde stresten sallanırken öfkeyle homurdandı. Birden benden tarafa döndü. "Peki o zaman adresi de vermiyorum." Kollarını açarak arkasına yaslandı. Kendinde fazlasıyla emin bir sesle "Hadi git operasyona da göreyim." dedi.
Kuruyan duraklarımı ıslattım. Tebessüm etmek için gerilen dudaklarıma güçlükle mani olurken net çıkarmaya çalıştığım sesimle "Benimle oynama Yavuz. O adresi istersem sen olmadan da bulurum." dedim. Yüzündeki rahatlık bir anda kayboldu. Omuzları tekrar gerildi. "Doğru bulursun. Sen alışıksın yanındakilerden yardım almadan bir şeyler yapmaya, canını ortaya koymaya, ölüme yürümeye.. Bir adres buldun diye kızmamak lazım sana."
İşte tam da istediğim şey olmuştu. Yavuz nihayet içindeki zehri boşaltmaya başlamıştı. Tartıştığımız gece de bir şeyler söylemişti ama onlar aklı başında söylenen şeyler değildi. Öfkesi yüzünden diline vuran sözcüklerdi. Şimdiyse içinde biriktirdiklerini kusuyordu. Deminden beri asıl amacımda ona bunları söyletmekti. O yüzden operasyona gelemeyeceğini söylemiştim.
"Yavuz, çocuk gibi küsmek yerine gelip derdini anlatsaydın bunlar olmazdı."
Olduğu koltuktan daha da doğrulup benden tarafa döndü. "Derdimi anlatsaydım öyle mi? Derdimi anlatsaydım." Onaylarcasına gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Yavuz ise öfkesini bastırmak için derin birkaç nefes alıp verdi. "Abi ben sana gelip anlatsaydım ne değişecekti? Sen benim söylediklerimi önemseyecek miydin? Canını ortaya koymaktan vazgeçecek miydin?" Göz bebekleri titredi. "Bize önem vermeyi aklına getirecek, arkanda bizi bıraktığını görecek miydin Aras?"
Bana kızgın değil kırgındı. Onları bırakıp gitmeye kalktığım için kırgındı. Ama ben bunu bilerek yapmamıştım ki. Şartlar o anda bunu gerektirmişti ve bende şartlara uygun hareket etmiştim. Ya o adama yalvaracaktım ya da ölmeye razı olacaktım. Seçenekler göz önüne alındığında yalvarmam ihtimal bile değildi. Ben Aras Yiğitsoy'dum. Ben hiç kimseye yalvarmaz başkalarının bana yalvarmasını sağlardım. İstanbul'un en genç ve en acımasız mafya babası unvanını boşuna almamıştım.
Bir şey demek için ağzım aralanıyordu ki Yavuz "İki seçenek dışında var olan seçeneği göremeyecek kadar kör müsün Aras?" diye sordu. Bir cevap vermedim. Benim için iki seçenek dışında üçüncü bir seçenek olmamıştı ki. Üçüncü bir seçenek olduğundan bile şimdi haberim oluyordu. "Mücadele edebilirdin. Ölmeye razı olmak yerine savaşabilirdin. İki adamın elinden de kurtulabilirdin. Onlardan daha güçlü ve daha çeviksin. Neden onların seni öldürmeye kalkmasına izin verdin Aras?" diye sordu.
Sorusuyla kendime geldim. Neden izin vermiştim? Neden bile bile ölüme teslim olmuştum? Ben üçüncü seçeneği düşünemeyecek kadar aptal bir adam değilken neden savaşmak yerine ölümü seçmiştim? Neden böyle davrandığım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Sadece direnmek istememiştim. Kendi kafamda iki ihtimal kurmuştum ve daha fazlasını da düşünmek istememiştim.
"Çünkü kaçmak daha kolayına geldi." diyen Yavuz'un sesiyle kendime geldim. Haklıydı belki de yorulmuştum artık, yaşadıklarım ağır gelmişti. Başımı kaldırıp Yavuz'a baktım. "Sena'dan, ona olan aşkından, kalbinin aydınlanmaya başlamasından kaçmak kolayına geldi. Ölmeyi kurtuluş olarak gördün. Ama unuttuğun bir şey var Aras. Sen ölürsen bebeğin babasız büyür. Hatta sen ölürsen ben senin intikamını alma peşine düşeceğim için bebeğin ve acı çektirmekten zevk aldığın karın da senin arkandan ölür." deyince kalbime kazık saplanmış gibi oldu.
Gözlerim kum kaçmışçasına yanarken Yavuz'a baktım. Meydan okuyan gözlerini gözlerime dikti. "Bakma bana öyle abi. Ben sen değilim. Hem senin yokluğunun acısının içinde boğulup intikam almaya çalışırken hem de sevdiklerimi koruyamam. Senin kadar mantıklı hareket edemem." dedi. Yutkunamadım. Boğazımda bir şey düğümlendi. Nefes dahi alamadım. Yavuz'u haklılık payının kırıntısı bile canımı yakıyordu. Onun ben kadar güçlü olmadığını hatırlamak kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu.
"Yavuz ben.." deyip duraksadım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Lanet olsun ki haklıydı ve ben nasıl bir cevap vereceğimi bilmiyordum. Derin bir nefes verip konsantre olmaya çalıştım. Neyse ki Yavuz beni daha fazla zorlamayarak "Abi, ben senden bir açıklama beklemiyorum. Haklılığımı ispat etme gibi bir derdim de yok. Tek istediğim senin kendine çeki düzen verip hayatını önemsemen. Yoksa geride bir ailen kalmayacak." dedi.
Dişlerimi alt dudağıma geçirip ısırdım. Yavuz'un tek istediği benim yaşamamdı benimse tek istediğim onların yaşaması. Ben nasıl onları korumak için her şeyi yapıyorsam Yavuz'da aynı şeyi benim için yapmaya çalışıyordu. Göğsümde biriken soluğumu verdim. "Tamam istediğin gibi olsun. Bundan sonrasında daha dikkatli olacağım. Teslim olmak yerine direneceğim."
Yüzünden bir aydınlanma geçti. Dudaklarında tebessüm belirirken "Ee evde durumlar nasıl? Telefonu neden kırdın?" diye sordu. İkimizde can sıkıcı konuları konuşmaya devam etmek istemiyorduk. Yavuz almak istediği cevabı almıştı. Bende fark etmem gereken hatamı fark etmiştim. Konuyu daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu.
Sıkkın bir nefes verdim. Olanları Yavuz'a anlattığımda yaptıklarımı tasdiklemediğini belli eden bir bakışla bakmaya başladı. "Abi, bir yüzünden bu ceza fazla değil mi? Zaten verdiğimiz telefon bir şeye yaramıyordu neden tamamen aldın ki elinden? Hem sen artık Sena'yı üzmeyeceğine söz vermemiş miydin? Bebeği elinden alacağını niye hatırlatıp üzüyorsun?"
"Eğer o sözleri söylemeseydim Sena bir tuhaflık olduğunu anlardı Yavuz. Şimdi ise klasik Aras olarak düşünüp öfkeleniyor, neler olduğunu sorgulamıyor. Telefonu ise kırmak zorundaydım Yavuz." deyince bir şey demek istese de elimi kaldırıp susturdum. "Onu korumak için yapmak zorundaydım. Evden kime güvenebileceğimizi bilmiyoruz. Adem bile hain çıktıktan sonra sen ve Hamdi Babalar dışında kimseye güvenemem. Sena'nın numarasını bir şekilde bulup ona ulaşmayacaklarına emin olamam." dedim.
Düşünceli halde başını önüne eğdi. Soluğumu sesli bir şekilde koyuverip "Sena'yı her zamankinden daha çok kontrol altında tutmak zorundayız. Bir şeylere ulaşmasını engellemek zorundayız. Sena dışarıya ne kadar ulaşırsa dışarıdakilerde ona o kadar ulaşır. Zaten kolay bir hamilelik geçirmiyor bir de alacağı tehditlerle hamileliğini daha da kötüleştirmenin anlamı yok Yavuz." Son cümlenin ağzımdan döküldüğüne inanamıyordum. Sena ile ilgili olumlu düşüncelerimi belli etmemeye çalışırken dudaklarımdan onu üzdüğümün farkında olmamın ve bundan pişman olmamın dökülmesi hiç istemediğim bir şeydi.
Ama Yavuz bu detayı fark etmemişti ya da fark etmemiş gibi davranıyordu. Sağ elini çenesine götürüp işaret parmağı ile sakallarını kaşırken durgun bir sesle "Haklısın Aras. Ne yazık ki haklısın. İlk kez Sena'ya yaptığın bir şeyden dolayı sana kızamıyorum çünkü senin yerinde ben olsaydım çok daha fazlasını yapardım. Sevdiğimin canını ben dozunda yakmayı becerirdim ama dışarıdakiler acımadan onu paramparça ederdi." dedi.
Başımı sallayıp "Ne yazık ki öyle." dedim. Aklıma gelen şeyle oturduğum koltukta doğruldum. "Bu gece yapacağımız depo baskınını askıya al, benim daha iyi bir fikrim var?" Yavuz ceketini çekiştirerek oturduğu yerde dikleşti. "Planın ne abi?" diye sordu. Açıklama yapmak için derin bir nefes aldım. "Planım şu ki biz onların peşine düşmeyeceğiz Yavuz onlar bizim peşimize düşecek. Daha doğrusu senin peşine." deyince anlamaz gözlerle yüzüme baktı.
İşaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Ben kolay kolay yıkılacak adam değilim. Bir kolumu kesseler yerine yenisi çıkar ama seni benden alırlarsa kolumu almazlar direkt kalbimi sökerler ve beni o anda bitirirler. Beni alt etmenin yolu senden geçiyor. Sen yoksan bir tarafım eksilir ve her şeyi kontrol altında tutamam. Sen yoksan tahtım sallanır. Beni bitirmenin yolunun senden geçtiğini çok iyi biliyorlar."
"Bunları senden duymak hoşuma gitse de hala ne yapacağını tam olarak anlamadım abi."
Elimi masaya vurdum. "Sen, yarın öğlen yanında korumalar olmadan eve geçeceksin. Buradan çıkarken galerinin önünde biraz oyalan, oyalan ki senin tek çıktığının haberini uçurabilsin kuşlar. Her zaman ki kullandığın güzergahı kullanacaksın. Evin yolundaki en uzun yanan ışıklarda var ya orada bir sebeple oyalan. Zaten sen oyalanmasan da tahminime göre seni orada pusuya düşürecekler. Daha doğrusu düşürdüklerini sanacaklar."
"Sizde benden önce orada olup gerekli şartları sağlayarak yaşayan bir kişide olsa ele geçmesini sağlayacaksınız. Çünkü beni öldürmek için en kıdemli adamlarını gönderecekler böylelikle bizde bir aydır olduğu gibi boş depo değil dolu depo basacağız." deyince "Aynen öyle." dedim. Yavuz'u benden almak için bir kez hamle yapmışlardı. Benim yaptığım karşı hamle ile planları suya düşmüş ve Yavuz'u benden koparmayı başaramamışlardı. Ama bu sefer işlerini sağlama alacaklardı. Yavuz'u tutuklamakla uğraşmayacaklar onu öldüreceklerdi. Herkes bilirdi ki şahı devirmenin yolu veziri almaktan geçerdi.
Tedirgin bir sesle "Abi gündüz vakti yapmak mantıklı mı sence? Polislerin radarına takılmaz mıyız?" diye sorunca arkama yaslandım. Dirseğimi koltuğun başlığına dayayıp "Sence sirenden ya da polisten korkan bir halim mi var Yavuz? Ne olacaksa gündüz olsun." dedim. Burnumu çektim. "Hem ne demiş atalarımız gündüzün şerri gecenin hayrından iyidir."
Başını, beni onaylamayarak iki yana salladı. "Aras seni görende her işimizin gündüz olduğunu söyleyecek. Biz ne zaman operasyonlarımızı gündüz yaptık ya da şöyle sorayım biz ne zaman gündüz operasyon planlamaya başladık?" Sorgulamasından sıkıldığımı belli edecek şekilde soludum. "Her şeyin bir ilki vardır Yavuz, bunun ilki de bu. Sende uzatma artık."
"Peki abi."
Operasyon gündüz olmak zorundaydı. Yavuz'u tam anlamıyla koruyabilmek için buna mecburdum. Benim planlamadığım bir yerde, benim planlamadığım bir şekilde olmasındansa her şeyi ayarladığım bir yerde olmalıydı. Yavuz'un canı her şeyden üstündü benim için. Ne peşime takılacak olan polisler ne de başımın belaya girecek olması zerre umurumda değildi. Yalçın'ın aldığı istihbarata göre hedef Yavuz'du. Benim de bu plana engel olmam gerekiyordu. Sırf yorgun olmamak için Kulaksızı bulma ihtimalimiz olan depoyu basmaktan bile vazgçemiştim.
Ağzı şaşkınlıkla aralanan Yavuz kıstığı gözlerini bana dikti. "Benim üzerimden plan yaptın ve sana küsüm diye beni yaptığın plana dahil etmeyecektin? Doğru mu anladım?" diye sorunca jetonunun yeni düşmüş olmasına gülmek istesem de dudaklarımın aşağıya doğru hareket etmesini sağlayıp "Küstüğünü kabul ediyorsun yani ayrıca da doğru anladın" dedim. Ellerini hırsla saçlarına geçirip "Yemin ederim şaka gibisin Aras. Beni ölüme gönderecektin ama bana ölüme gittiğimi söylemeyecektin." deyip ellerini yukarı kaldırdı. "Yeminle pes."
Elbette Yavuz'u, canım kanım dediğim insanı haberi olmadan böyle bir ateşe atmayacaktım. Lakin onun bana öfkesini kusabilmesi için bu blöfü yapmaktan başka da seçeneğim ne yazık ki yoktu. Yavuz gibi ketum adamlar damarlarına basılmadıkça öfkesini kusmazdı. Her şeyi içinde yaşar hükmü de içinde verirdi. Kısacası benim tam aksimdi.
Bu haline kahkaha atarken "Bundan sonra abiye tavır yapmamayı öğrenirsin umarım." dedim. Kahkahama kayıtsız kalamayan Yavuz'un dudaklarında da gülümseme oluşurken "Aklımda bulundururum." cevabını verdi. Bir haftadır çektiğim asık surattan sonra bu hali iyi gelmişti. Geçen son yılların aksine son zamanlarda Yavuz'un neler hissettiğini önemsiyordum. Onun kendisini iyi hissetmesini istiyordum. Tabi buda Aras'ın değil Selim'in eseriydi. Ve ben nedense bu halimi seviyordum.
Oturduğum koltuktan kalktım. "Hadi kalk depoya inelim. Sabaha kadar bir işimiz yok zaten en azından orada birkaç saatte olsa uyur dinleniriz." deyince Yavuz ayağa kalktı. Birlikte alt kattaki koltukların olduğu, genel olarak kendi aramızdaki toplantılar için kullandığımız kısma indik. Yavuz dolaptan çıkardığı battaniyelerden birini bana uzatıp diğerini de kendisine aldı. Koltuğa geçip kolumu başımın altına yerleştirerek boş tavanı izlemeye başladım.
Gözlerim tavanda sabitken Yavuz "Aras." diye seslendi. Sesinin tınısında bir şey vardı. Ne zaman benden gizli bir şey yapsa takındığı tınıydı sanki. Başımı ona çevirmeden "Efendim." dedim. Derin bir nefes alıp "Battaniye görünce aklıma geldi arabada kaldığınız geceyi planlayan bendim. Siz içerideyken araba da park yerindeyken bizim çocuklara ufak bir ayar yaptırdım." deyince tekdüze bir sesle "Biliyorum Sahtekar. Sana da söyledim senden şüphelendiğimi." yanıtını verdim.
Kayıtsız bir şekilde "Doğru söyledin." dedi. Bir cevap vermedim. Oda büyük bir sessizliğe bürünürken birkaç saatte olsa uyuyabilmek için gözlerimi kapattım. Ne zaman uyusam sevdiklerimin ölümünü görüp kan ter içerisinde uyandığım kabuslardan birini görmemek umuduyla kendimi uykunun kollarına bıraktım.
*************
ÖĞLEN 1 SULARI
Karşımda oturan Yavuz'a endişeli gözlerle bakarken "Her şey hazır mı?" diye sordum. Korkumu ne kadar belli etmemeye çalışsam da başarılı olamıyordum. Yapacağımız küçücük bir hata Yavuz'un ölümü demekti ve ben onun ölümünü bir kez yaşamıştım. Kabusumda da olsa onun ellerimden kayıp gitmesine bir kez izin vermiştim. İkincisi olmayacaktı buna müsaade etmeyecektim.
Benim aksime rahat görünen Yavuz başını salladı. "Evet abi her şey hazır. Sen söylediğinde planı devreye sokacağız." yanıtını verince kolumu kaldırıp saate baktım. "O zaman harekete geçelim Yavuz. Akşam karanlığında seni tek başına yollamam. Gündüz vakti ne olacaksa olsun, hangi it ölecekse ölsün, bu mesele de bir an önce kapansın." Yavuz'u bir an önce yanımda sağ salim görmekten başka istediğim bir şey yoktu. Onun canını korumak için onu ateşe atmak yapabileceğim en büyük hataydı ama başka çaremde yoktu.
Ayağa kalkan Yavuz "Ben çocukların yanına geçiyorum abi o zaman. Operasyon için ayarladığın adamlar sokağın başında seni bekliyor olacaklar. Hepsini Hamdi Baba ayarladı. İçlerinde hain olmasıyla ilgili şüphen olmasın. Sen çık bende 10 dakikaya arkandan çıkarım." deyince soluğumu vererek başımı salladım.
Yavuz, kendi odasına geçmek için odadan çıkarken koltuğumdan kalkıp "Yavuz." diye sesledim. Olduğu yerde durup bana dönerek "Efendim Aras." dedi. Yanına yaklaşıp yüzüne endişe ile baktıktan sonra Yavuz'u kendime çekip sıkıca sarıldım. "Bana sağlam gel. Amcalığına ve kardeşliğine ihtiyacım var." Sarılmama aynı şekilde karşılık veren Yavuz güven veren bir sesle "Hiç şüphen olmasın abi." dedi.
Sırtına birkaç kez vurup ondan ayrıldım. Yüzüme tebessümle bakıp odadan çıktı. Hemen arkasından hızlı adımlarla odadan çıkarak merdivenlerden indim. Galerinin önünde bekleyen arabama geçtim. Araba ile arka sokakta bekleyen adamların yanına gelince arabayı görünmeyecek bir yere park ettim. Arka koltuğa bıraktığım paketi alıp beni bekleyen diğer araca geçtim. Telefon görüşmesi yapacağım için operasyona tek gideceğimi diğerlerinin arkamdan gelmesini söylemiştim.
Tablette tıklayarak Yalçın'ın adının üzerine geldim. Bir kaç çalış sonrasında açılan telefondan "Buyur abi." diyen Yalçın'ın sesi arabaya doldu. "Yalçın belirlediğim yerlere keskin nişancıları yerleştirip polisleri olay yerinden çektin mi?" diye sordum. Bu sefer detayları Yavuz'a değil Yalçın'a vermiştim. Zaten onu ölüme göndermek canımı fazlasıyla sıkarken bir de teferruatlarla uğraşmasını istememiştim.
"Her şey hazır abi. Yavuz'a zarar gelmesine sebep olacak küçücük bir ihtimal dahi bırakmadık ortada." yanıtını verdi. Rahatlamış bir nefes verdim. En azından küçük bir kısmını da olsa sorunsuz atlatmıştık. "Tamam Yalçın." diyerek telefonu kapattım. Yavuz'dan önce orada olmalı ve kalan son ayarlamaları da yapmalıydım.
Telefonda geçen süre zarfında çoktan Yavuz'a bahsettiğim ışıklara gelmiştik. Arabaların bir kısmını karşı şeritlere dikkat çekmeyecek şekilde park edilirken bir kısmı da Yavuz'un peşindeydi. Burada bekleyen adamlar simitçi, köşedeki manav ve bakkal, araba camı temizleyici vs olarak çoktan kamufle olmuşlardı. Benimle birlikte gelenler ise dikkat çekmeden arabalarından inip müşteri gibi oralara dağılmıştı.
Her aracın plakası daha bir saat önce takılmıştı. Karşı tarafın adamları sorgulasa bile tanımadıkları insanlara ait çıkacaktı. Deri ceketimin kapüşonunu kafama geçirip arabadan indim. Sakin bir tavırla karşıdan karşıya geçerek trafik ışıklarının yanındaki parkta bulunan banklara geçtim.
Yavuz arabayı planladığımız şekilde durdurursa olaya müdahale etmek için 10 saniyelik bir koşma mesafem vardı. Işıklara yakın usulsüz park edilen arabayı da kendime siper etmek için ayarlamıştım. Yüzümü yoldan tarafa dönerek arka cebimden çıkardığım gazeteyi alıp banklara oturdum. Büyük harflerle yazan boğazda yangın yazısını görmezden gelerek diğer haberlere geçtim. Gazetenin görünmeyecek bir kısmında yazılı olan dahi çocuğun haberini okurken cebimdeki telefon titremeye başladı. Deri ceketin iç cebinden çıkarıp kimin aradığına göz ucuyla baktım.
Arayan Aysel Ablaydı. Muhtemelen Sena, sabah Yavuz'un bıraktırdığı gazetelerden yangın haberini görmüş ve bana hesap sormak için aramıştı. Evde bir sorun olsaydı arayan Sena değil Kadir olurdu. Sessize aldığım telefonu cebime attım. Telefon ısrarla çalmaya devam edince yine aynısını yaptım. Tam dört kez aynı işlemi tekrarladıktan sonra cinlerim tepeme çıktı. Soluğumu öfkeyle verip "Söyle." diyerek beşinci kez çalan telefonu açtım.
Açılan telefondan en başta bir ses gelmese de hemen arkasından Sena'nın hıçkırıklarını duydum. Ciğerini parçalarcasına çıkan hıçkırıkları arasında "Aras hemen eve gelmen lazım." dedi. Aldığım nefes ciğerimde bir yerde düğümlendi. Yutkunamadım. Soluğumun kesildiğini hissettim. Bu hıçkırıkların tek anlamı vardı; korktuğum şey olmuştu. Sena'ya ulaşmışlardı. Onun canını yakmışlardı. Endişemi saklamaya çalışsam da başaramadım. "Sena ne oldu?" diye sordum.
Cevap vermedi. Hıçkırıkları dışında en ufak bir cevap gelmedi. Gözünden akan her yaş, dudaklarından dökülen her hıçkırık kalbimi paramparça ediyor içeriye sızan gün ışıklarını yok ediyordu. Üzülmesinin sebebi bendim, yaşadığım hayatımdı. Sena'yı bu hayattan uzaklaştırmam gerekirken bu pisliğin içerisine bir masumun daha gelmesine izin vermiştim. Ve şimdi ne o masumu ne de Sena'yı koruyamıyordum.
Göğsüm ciğerlerime yeterince hava alamıyormuş gibi inip kaldı. Daha fazla sakinleşmesini beklemeden onu kendine getirmeye yarayacak kadar sert bir sesle "Sena ne oldu?" diyerek sorumu tekrarladım. Cevap vermek için derin birkaç nefes alsa da bir türlü konuşmaya başlamıyordu ve benim sabrım dolmak üzereydi. Parkta yankılanmasına sebep olacak kükrememle "Ya ne olduğunu açıkla ya da şu siktiğimin telefonunu açıklayacak birine ver." dedim.
Burnunu çektikten sonra "Eve bir paket geldi. Daha doğrusu gelmiş. Gelen kurye Yeliz'in hediye yolladığını söylemiş. Muhtemelen kapıdaki korumalara da fiş fatura falan göstermiş olmalı. Çocuklarda bomba olup olmadığı ile ilgili kontrolü yaptıktan sonra Aysel Ablaya vermişler." duraksayarak derin bir nefes aldı. "Kahvaltıda Aysel Abla kutuyu verdi. Hemen kutuyu açtım. Patikleri elime almamla.." deyip hıçkırıklara boğuldu.
Gelen şey belliydi; bebeğinle vedalaşmasını söyleyen patikler. Ama garip bir şey vardı. Bana gelen kutuda sadece patikler ve not varken Sena'ya gelende çok daha fazlası olmalıydı. Öfkeyle soluyup "Eline almanla ne oldu?" diye sordum. Kısa bir sessizliğin ardından "Patiklerin altındaki kanı gördüm Aras. Bembeyaz patiklerin altı kana bulanmıştı." deyip duraksadı. "Birde "Bebeğinle vedalaşmaya hazır ol. İçinde yaşattığın kalbi acımadan söküp alacağım" yazılı not çıktı."
Bunun olacağını biliyordum. Dışarıdaki bağlantısını kesmediğim sürece bunun olacağını biliyordum. Kapıdaki piçleri de bu yüzden değiştirmiştim ama çabalarım bir işe yaramamıştı. Sena'ya ulaşmanın, onun canını yakmanın bir yolu bulmuşlardı. Bu bardağı taşıran son damlaydı artık. Gerekirse uyuduğum birkaç saatlik uykuyu uyumayacak, içtiğim bir tas çorbayı içmeyecek varımı yoğumu bu şerefsizleri bulmaya adayacaktım.
Telefonun ucundan önce bir hıçkırık yükseldi sonra da beni paramparça eden "Aras, bebeğimiz... Bebeğimize bir şey olmayacak değil mi?" diyen Sena'nın sorusu. Daha onları kendi evimde korumaya gücüm yetmezken, onların ağlamasına engel olamazken canlarını nasıl koruyacaktım? İçimdeki hainlerden nasıl kurtulacaktım? Ömrümde yaşadığın en çaresiz, kendini en aciz hissettiğin an ne zaman deseler; tam da şu anı söylerdim.
Derin bir nefes verip sesli bir şekilde yutkundum. Korkularımı, endişelerimi Sena'ya belli edemezdim. "Korkma Sena. Ben hayatta oldukça ne sana ne de bebeğimize bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Senden istediğim ben oraya gelene kadar evden dışarıya çıkma. Odanda ya da salonda dur. Ayrıca da ben gelene kadar panik yapma. Evin etrafında seni ve bebeğimizi korumak için bir ordu koruma var." dedim.
Boğuk sesle "Tamam." yanıtını verince ses tonundan korkusunun azda olsa bastırıldığını anladım. Daha da rahatlamasını sağlamak için sesimi olabildiğince yumuşak çıkararak "Şimdi ben Hamdi Babaları arıyorum. Yarım saat içerisinde onlar yanında olur. Onlarla beraber de evin etrafındaki koruma sayısını artıyorum. Evin 1 kilometre yakınında dahi sizi korumak için adamlar olacak. Sen sadece sakin ol ve bebeğimize dikkat et." dedim.
"Tamam, ederim."
Telefonu kulağımdan çekip arkadan gelen bildirime baktım. Yavuz 2 dakika içerisinde burada olacağını yazmıştı. Sena'ya son sözlerimi söyleyip telefonu bir önce kapatmam gerekiyordu. "Bebeğimize bir şey olmayacak Sena. Bana güven. Tamam mı?" diye sordum. Bana güvendiğini duymaya ihtiyacım vardı. Onun iyi olduğunu bilmekten ziyade kendime olan güvenimi kazanmak için bunu ondan duymaya ihtiyacım vardı.
"Tamam ama sen ne zaman geleceksin?" diye sorup duraksadı. "Aras benim şu anda sadece sana ihtiyacım var. Ne olur ne yapıyorsan bırak eve gel. Sonra tekrar gidersin." deyince kalbim kan pompalamayı bıraktı. Bana ihtiyacı vardı. Hamileydi ve en çok bana ihtiyacı vardı. Ama yanına gidemezdim, şimdi olmazdı. Onu ve bebeğimizi güvence altına almadan yapamazdım. İşlerin bu kadar içindeyken olaylara hakim olamazken kendimi baba olmaya kaptırınca hiç olamazdım.
Yavuz'un arabası yolda görününce olduğum yerden hızla kalktım. Kendini kırmızı ışığa denk getiren Yavuz'un hemen arkasından gelen iki aracı da görünce koşar adım yola doğru ilerlerken sıkıntılı bir nefes verdim. Bir an önce telefonu kapatmam ve Sena'ya olanları hissettirmemem lazımdı. Son cümlelerimi etmeye niyet çekerek "İşimi halleder halletmez geleceğim Sena. Sen sadece.." derken bir anda Yavuz'un arabasının önünü kesip aracı taramaya başladılar.
Ben çoktan ayarladığım arabanın arkasında yerimi almıştım. Kulağımdan düşen telefonu umursamadan diğer arabanın üstünden Yavuz'un aracını makinalı tüfek ile tarayan adama sıkmak için arabanın ön tarafına geçtim. Elimdeki silahı adama doğrultup tetiğe dokundum. Birkaç saniye içerisinde adam kanlar içerisinde arabanın içerisine düştü. İyi olup olmadığını görmek için hızla Yavuz'a baktım.
Arabası taranan Yavuz kendini muavin koltuğundan dışarıya atarak karşı tarafa sıkmaya başlamıştı. İyi olmasına derin bir nefes verdikten sonra karşı taraftan hareket eden uçan kuşa dahi ateş etmeye başladım. İt sürüsü gibiydiler öldürülenlerin yerine yenisi geliyordu. Muhtemelen onlarda bizden gelecek karşı saldırıyı düşünerek planlarını yapmıştı. Arabayla gelen korumalara bakınca hepsinin bir tarafa dağıldığını gördüm. Ortalık mahşer yerine dönmüştü.
Yumurtadan çıkarcasına çoğalan adamları saymazsak her şey planladığım gibi gidiyordu. Tepede bekleyen keskin nişancılar aşağıdaki kalabalığı sorun olmaktan çıkarıyordu. Yavuz'un arabasının çaprazında duran adamın Yavuz'un arkasından sinsice yaklaştığını fark edince olduğum yerden çıkıp adamın başına nişan alarak tetiğe dokundum. Mermi tamda olması gereken yere ulaşınca adam kanlar içerisinde yere yığıldı.
Arabanın arkasına doğru tekrar geçtim. Park tarafından gelenleri de indirmemiz gerekiyordu. Yere düşen telefon gözüme takılınca aldığım sık nefeslerin arasında ona doğru eğildim. Eğer telefon kapanmamışsa Sena meraktan delirmiş olmalıydı. Son olayın üzerine birde bu düşük yapmasına bile sebep olabilirdi. Ona iyi olduğumu söyleyip telefonu kapatmalıydım. Ve bir kez daha haklı olduğumu o anda anladım. Sevdiklerini bizim aleme çekersen zaafın haline gelirdi. Her zaaf ise ölüm getirirdi.
Yere doğru çöküp telefona uzandım. Enseme dayanan soğuk metal sonrasında arkamda hissettiğim nefesle "Hay sikeyim böyle işi" diyerek elimi telefondan çektim. Aynı sahne üçüncü kez yaşanıyordu. Üçüncü kez silahın soğuk namlusu enseme dayanıyordu ve ben üçüncü kez hata yapmıştım. Ya paslanıyordum ya da biraz önceki düşüncelerimde haklıydım. Sena ve bebeğe olan zaafım iç güdülerimin önüne geçiyordu.
Ellimdeki silahı yere bırakıp ileriye doğru ittim. Ellerimi teslim olduğumu belli eder vaziyette yukarı kaldırırken göz ucuyla yardım alabileceğim birine baktım lakin yoktu. Herkes birilerine sıkma peşindeydi. İş başa düşmüştü. Yavuz'a verdiğim sözü tutma vaktiydi. Ayağa kalkmadan halletmem gerekiyordu. Huhlayarak bir nefes verdim. Ahizeden Sena'nın "Aras" diye seslenen sesini duydum. Bu işi olabildiğinde hızlı halletmem lazımdı.
Arkamı hızla dönüp adamın elindeki silahı kavrayıp ondan tarafa çevirmemle silahın tetiğini ateşlemem bir oldu. Gözleri pörtleyerek bakan adamın kalbinden kanlar akmaya başladı. Kalbine doğru patlayan silah yüzünden arkasına düşmesini beklediğim adam üzerime gelince afalladım. Arkamdan "Aras." diye korku içerisinde bağıran Yavuz'a cevap dahi veremeden dizlerim üzerinde çökmüş şekilde duruyor olmanın verdiği bir anlık denge kaybı yüzünden adam üzerime düştü.
Vurulan yerinden akan kanlar yola süzülürken "Aras" diye bağırarak yanıma gelmeye çalışan Yavuz ablukaya alındığı için arabanın arkasından bir türlü çıkamıyordu. Sıkmayı bırakmıştı artık tek derdi yanıma ulaşmaktı. Bu arada da iyi olup olmadığımı anlamak için bilinçsizce adımı seslenmeye devam ediyordu. Düşüncesizce olduğu yerden çıkarsa ölebilirdi. Üzerimdeki adamı itip derin bir nefes aldıktan sonra iyi olduğumu anlatmak için başımı salladım.
Yüzü gevşerken göğsünün inip kalktığını rahatça görebileceğim kadar derin bir nefes verdi. Biraz öncekinden daha hırslı ve hayatını daha hiçe sayan bir tavırda ablukaya alanlara sıkmaya başladı. Bunu yaparken arabayı kendisine siper etmeyi çoktan bırakmıştı. Şu cehennem çukurundan bir çıkalım yaptığının hesabını soracaktım. Bana yaşamla ilgili martaval okurken aynı haltı kendisinin yemesinin hesabını verecekti.
Silahımı almak için uzanırken "Aras" diye bağıran Sena'nın bağırışını duyunca kanım çekildi. Silahı bırakıp telefonu hızla alarak kulağıma götürdüğümde acı içinde kıvranan sesiyle hıçkırıkları arasında "Aras n'olur beni bırakma. N'olur ölmüş olma." dediğini duyunca ölmek istedim. O silahtan çıkacak olan kurşunla şuracıkta geberip gitmek istedim. Ona yaşattığım onca şeye rağmen hala beni bu kadar seviyor olmasının ağırlığında ezildim.
Gözlerimin içi yanıyordu. Onu sakinleştirmek için, ben buradayım demek için yanıp tutuşuyordum ama sesimi bir türlü bulamıyordum. Boğazımda oluşan yumru konuşmamı engelliyordu. Ciğerlerime aldığım zar zor nefese bir yenisini daha ekledim. Havadaki kurşun sesleri kesilirken güçlükle "Sena." diyebildim. Bir cevap gelmedi. Daha yüksek sesle "Sena" dedim. Hala cevap gelmiyordu. Belli ki bu şekilde ona sesimi duyuramayacaktım. Çağrıyı sonlandırıp tekrar aradım.
Kötü bir şey olmasından korkuyordum. Bir kez beni öldü sanıp delirmişti yine aynı şeyin olmasından hayvan gibi korkuyordum. Yanıma gelen Yavuz neler olduğunu anlamaya çalışan bakışları ile beni süzerken telefon da ikinci çalışında açıldı. Titrek bir nefes veren Sena azap çeken sesiyle "Aras." deyince ohlayarak verdiğim soluğumun arasında "Buradayım Sena." dedim.
Benim olduğuma inanamıyormuşçasına "Aras sensin değil mi? Sensin iyisin değil mi?" diye sorunca "Benim ve iyiyim." deyip duraksadım. Yanımda duran Yavuz'a bakıp "Hepimiz iyiyiz." cevabını verdim. Çöktüğüm yerden kalkarken ahizeden büyük bir ohlama duyuldu. Hala ağlamaya devam eden Sena "Yalvarırım eve gel. Sen gelmiyorsan da ben geleyim. Seni görmem lazım." dedi.
Onun evden çıkmasına asla izin veremezdim. Savaş daha yeni başlamıştı ve sıradaki hedef oydu. "Bekle beni. Eve geliyorum. Yarım saate evde olurum." deyince "Tamam." dedi. Telefonu kapatıp cebime attım. Yanımda duran Yavuz'un kanlı eline baktım. Vurulmuş muydu? Gözlerim vücudunu tararken "Yaralanmışsın." dedim. Elini havaya kaldırdı. Kanayan yeri incelerken "Cam kesiği mühim bir şey değil. Dikiş bile gerekmeyecek kadar önemsiz bir yara." deyip duraksadı. Endişeli bir halde "Sena iyi mi?" diye sordu.
"İyi. Çatışmayı duymasını ve beni öldü sanmasını saymazsak iyi." Bilmem kaçıncı kez aldığım rahatlamamı sağlayan derin nefeslerden birini aldım. Omzuna dokunup "Hadi gidelim o zaman." dedim. Okan'ın canlı ele geçirdiği adamlardan birini çenesi ile işaret eden Yavuz "Depoya mı götürsünler?" diye sordu.
Başımı iki yana salladım. "Onlar depoya götürsünler biz sonra geçeriz." Sena bu haldeyken gözüm ne sorgu görürdü ne de intikam. Tek düşündüğüm onu görmek ve sakinleşmesini sağlamaktı. Yanımda yürüyen Yavuz başıyla Okan'a götürün talimatını verdikten sonra "Nereye gidiyoruz? Sena'yı görmeye mi?" diye sordu.
Aklıma gelen şeyle dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Benim sağ ve iyi olduğumu gördükten sonra onu en çok mutlu edecek azda olsa kafasını dağıtacak şeyi biliyordum. Eğer tahminimde haklı çıkarsam Sena'yı eskilere götürür yüzünde eksik olan gülümsemeyi görebilirdim. "Eve kestane yemeye." dedim.
EVET BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. ♥️ARAS KENDİNDE OLAN DEĞİŞİMİN FARKINDA ARTIK. BU OLAY SONRASINDA SENA İLE BARIŞIR MI NE DERSİNİZ?🤭
VEEEE EVET ARAS'I VURMADIM 😂😂
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?🦋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |