
Aras'ın ağzından
Pazar Sabahı 6 suları
Depoya götürdüğümüz adamı çocuklar kollarını arkasında bağlayarak koltuk altlarından geçirdiğimiz halat yardımıyla tavandan aşağıya sallandırmıştı. Ağzı yüzü kan kaplı olan adam elimdeki zincirle vücuduna her vuruşumda acıyla inlerken Yavuz'da elini çenesinin altına koymuş bizi seyrediyordu.
Elimdeki zinciri bir kez daha sert bir şekilde göğüs kafesine geçirince ağzından kan gelerek bayıldı. Burnumdan verdiği nefes sonrası ağzıma dolan kan tadından kurtulmak için yere tükürüp "Aradığımız adam bu da değil Yavuz. Bu kadar işkenceye babasını bile satardı bu it." dedim.
Çenesinin altındaki elini masanın üzerine indiren Yavuz "Abi, bunu zaten vurmaya başladığın ilk anda anladık. Adam Kahraman Eroğlu için çalıştığını söyledi. Adamın kızını öldürmek için tetikçi tutacak hali yoktu." deyince "Ukalalık etme lan. Aradığımız adam kimse onu bul o zaman bana." diye kükredim.
"Abi biraz ara mı versen? 2 gündür İstanbul'da basmadığımız mekan, şüpheli olarak görüp öldürmediğimiz adam kalmadı." diye isyan eden Yavuz' a ters ters baktım. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldıran Yavuz "Tamam bir şey demedim. Akşama gider kimi istiyorsan depoya getirir işkencemizi ederiz abi. Yalnız şimdi eve geçip üzerini değiştirmen gerekiyor" dedi.
Tek kaşımı havaya kaldırıp "O niye?" diye sordum. "Hamdi Baba aradı akşam. Yarın sabah kahvaltıya gelin, sakın geç kalmayın dedi" deyince adama vurmaktan ağrıyan elimi açıp kapatarak "Ben gelmiyorum. Sen benim yerime de gidersin. Sağ kolum , vekilim değil misin? Kahvaltıya da sen git." dedim.
Elimdeki sıkıntıyı fark eden Yavuz yanıma gelerek elime bakmaya başladı. Adamlara vurmaktan ezilmiş parmak boğumlarıma dikkatli baktıktan sonra kayıtsız bir sesle "Sıkıntı görünmüyor. Ama biraz daha zincirle vurmaya devam edersen sağ elini kullanamamandan korkuyorum. Daha yeni yeni iyileşti." dedikten sonra tekrar yerine oturup elini çenesinin altına koydu.
"Üzgünüm abi ama baba bizzat seni de kahvaltıya istiyor. Ayrıca Aras, Esma Annenin şekerini düşüremiyorum. Kadın sabah akşam arayıp seni soruyor. İyi olduğunu görsün de içi rahat etsin." deyince başımı çaresizce tamam anlamında salladım.
Hamdi Babaya bir şekilde karşı gelirdim ama Esma Anneye asla. Ölen oğlu Aslan'ın yerine koymuştu beni. Kendi annemden çok analık yapmıştı bana. Onun benim yüzümden kötü olması bu hayatta isteyeceğim son şeydi.
Elimdeki zinciri masanın üzerine bırakıp "İyi o zaman ben çıkıyorum. 09:00 gibi geleceğimi söylersin babaya." diyerek eve gitmek için depodan çıktım. Kapının önünde bekleyen Kadir hızla yanıma gelerek arabanın kapısını açtı. Koltuğa oturduktan sonra kendisi de şoför koltuğuna geçti. Aynadan bana bakıp "Nereye gidiyoruz abi?" diye sorunca "Eve" dedim.
2 gecedir toplam 5 saat uyumuştum. Onun dışında gözüme gram uyku girmemişti. Ne zaman gözlerimi kapatacak olsam Sena'nın arabanın içinde olduğu ve patlayıp öldüğü bir kabusu görerek uyanıyordum. Canımdan öne geçirdiğim kadın bana ait galeride , bana ait arabada , benim himayemdeyken az kalsın ölüyordu.
Bütün İstanbul'u dize getiren Aras Yiğitsoy ise bir bok becerememişti. 2 gündür bu işin arkasında kim olduğunu bile bulamamıştım. Sanki o kadın her şeyin başı ve sonuydu. Daha gerisi ya da ilerisi yoktu. Peki ben ne yapmıştım? Öfkeme yenik düşüp o kadını kendi ellerimle öldürmüştüm. Güç gösterisi yapabilmek için elimde bulunan tek tanığı da kendi ellerimle yok etmiştim.
Elimi sinirle arabanın kol dayama yerine vurdum. Araba aynasından bana bakan Kadir endişe dolu sesiyle "Abi iyi misin?" diye sordu.
Öfkeden içime sığmayan nefesimi verirken "Değilim Kadir hem de hiç değilim. Bu orospu çocuğunun kim olduğunu bulmadan da iyi olmayacağım." dedim.
Çekine çekine "Abi bir şey diyeceğim ama kızarsın diye korkuyorum." diyen Kadir'e "Kızacağım bir şeyse deme lan o zaman." diye bağırdım. Korkudan sesli bir şekilde yutkunarak "Emredersin Abi." dedi.
Derin bir nefes alıp "Söyle ne söyleyeceksen." deyince aynadan korkmuş gözlerle beni süzdükten sonra "Abi tam 8 yıldır yanında çalışıyorum. Ama seni 1 kez olsun bu halde görmedim. 2 günde seni aslında hiç tanımadığımı anladım." dedi.
Burnumdan hıhlar gibi ses çıkarırken yüzüme yayılan çarpık gülümseme ile "Beni tanıyamazsın Kadir. Beni kimse tanıyamaz. Özellikle benim için çalışan insanlara zarar geldiğinde kimse tanıyamaz." dedim.
"Anladım abi." diyen Kadir'den sonra arabada derin bir sessizlik oluştu. Daha fazla uykusuzluğa direnemeyen gözlerim yavaşça kapandı.
Galerinin bahçesindeydim. Etraf göz gözü göremeyecek derecede sislerle kaplıydı. Uzaktan bana doğru yaklaşan kişiyi görmek için gözlerimi kıstım. Bembeyaz elbise içinde bana yaklaşan Sena'yı fark edince yüzüme gülümseme yayıldı. Onun bana attığı adımları heyecanla seyrederken bir anda yüzünden vücudunun değişik bölgelerinden kanlar gelmeye başladı. Bembeyaz elbisesi kana bulanmaya başlamıştı. Adımları ağırlaşan Sena bir kaç adım sonrası düştü. Olduğum yerden koştum. Yanına ulaşınca yere çöktüm. Sena'nın toprağa düşmüş başını kollarımın arasına aldım. Saçını okşarken ağzından kanlar gelmeye başlayan Sena "Niye bana yalan söyledin Selim? Niye bana yaşadığını söylemedin? Seni karanlığa çıkarmak için girdiğim bu yolda senin için ölüyorum. Bunca yaşadığımıza değdi mi?" derken kanlar iyice arttı.
Ben onun saçlarını okşayıp "Özür dilerim Sena. Değmedi. Özür dilerim" derken yüzüme bakan mavi gözleri gözlerimde asılı kaldı. Göğsüne doğru yaslı olan eli yavaşça yere kaydı. Nabzı durdu. Yüzünü okşayıp "Sena n'olur uyan. Sena. Sena böyle gidemezsin" derken uzaklardan gelen bir ses duymaya başladım.
Sesin şiddeti yavaşça artarken vücudumda bir temas hissettim. "Abi uyan" diyen Kadir'in sesiyle gözlerimi korkuyla açtım. Soluk soluğa kalmış nefesimi bastırmaya çalışırken Kadir korkmuş gözlerle bana bakıyordu.
Hiçbir şey yapmadan arabanın koltuğuna başımı yasladım. "Allah'ım bu nasıl bir kabus. Sen beni onun acısıyla sınama Ya Rabbim." diye içimden dualar ederken arabanın ön tarafından su getiren Kadir elindeki suyu uzatıp "Abi al, iç istersen." dedi.
Elindeki su şişesini alıp dar gelmeye başlayan arabadan aşağıya indim. Su şişesinin kapağını açıp birkaç yudum içerken eve doğru yürüdüm. Evin kapısındaki Adem kapıyı açınca içeriye girdim. Direkt odama çıkıp kendimi duşa attım. Başlıktan akan suyun altında düşündüğüm tek şey gördüğüm kabustu. Kollarımın arasında öylece yatan, her yerinden oluk oluk kan akan Sena. Bunu yapan şerefsizi bulmazsam Sena için olacak kaçınılmaz son buydu.
Duygularımla hareket ettiğim için atladığım bir yer olmalıydı. Gözden kaçırdığım bir nokta. Hamdi Babaya konuyu açıp ondan yardım almak en doğru olandı. Benim görmediğim ince detayı o görürdü. Benim atladığım her ne varsa o bana buldururdu. Altında durduğum sıcak suyun altından bir an önce çıkıp babanın yanına gitmeliydim.
*************
Hızla aldığım bir duş sonrası giydiğim siyah gömleğin kollarını kıvırırken merdivenlerden aşağıya indim. Kapıdan çıkıp arabaya doğru ilerlerken bahçede diğer korumalarla birlikte Adem geldiğimi görüp ayağa kalktı.
Kadir'i yanlarında göremeyince "Kadir nerede?" diye sordum. "Abi, Yavuz Abi aradı onu. Bir emaneti alması için gönderdi. Seni de babalara benim götürmemi emretti." dedi. Başımı tamam anlamında sallayıp bahçe kapısına yöneldim.
Önümden koşturarak geçen Adem önce bahçe kapısını sonra da arabanın kapısını açtı. Kapıyı kapattıktan sonra ön tarafa geçip şoför koltuğuna oturdu. İki saniye içinde çalışan motor sesi ile araç harekete geçti. Yol boyunca gördüğüm kabusun etkisinden sıyrılmaya çalıştım. Babayla konuşurken dinç kafayla olmak zorundaydım. Bana verebileceği en ufak fikir bile bu işin arkasında olanların ensesine çökmeme yetebilirdi.
Aklımı kurcalayan bir diğer şeyle düşünceli halde çenemi sıvazladım. Yavuz, bana sormadan Kadir'i bir emaneti almaya göndermişti. Bu it ne zaman bana sormadan bir şey yapsa sonunda kemiklerini kırıyordum. "İnşallah bu seferde kemiklerini kırmamı gerektirecek işler yapmıyordur. "diye mırıldanınca Adem "Bana mı dedin abi?" dedi.
"Sana demedim önüne bak sen?" deyince "Tamam abi" diyerek gözlerini dikiz aynasından çekti. Yarım saat kadar süren yolculuk sonrasında babaların evine geldik. Arabadan inip hızla içeriye doğru yürüdüm. Esma Anneye kendimi gösterdikten sonra kahvaltı öncesi babayla bu meseleyi konuşmalıydım.
Bahçe kapısından girince kapıdaki koruma "Bahçe tarafındaki balkonda sizi bekliyorlar abi" dedi. Cevap vermeden yanından geçip bahçeden tarafa doğru yürümeye başladım. Evin köşesini dönerken rüzgar esintisiyle kulağıma Sena'nın sesi çalındı. Yerimde durup sağa sola bakındım. Kimse yoktu. Zaten Sena'nın da burada ne işi vardı. Galiba deliriyordum.
Balkonun basamaklarını çıkarken ses netleşti. Sena balkon kapısının karşısındaki tekli koltukta oturuyordu. Gördüklerimin hayal olmasını umarak sıktığım çenemle beraber gözlerimi kapattım. Açtığımda Sena hala oradaydı. Biraz öne eğilmiş halde Esma Anneye "Demek Aras Bey iki gündür uyumadan bu işin peşinde öyle mi? Bana bu kadar değer veriyor olmasına şaşırdım doğrusu?" dedi.
Sıktığım çenemi serbest bırakarak buz gibi çıkan sesimle "Senin için yapmadım Avukat." dedim. Sesimin duyulmasıyla balkondaki bütün gözler üzerime döndü. Hepsinin canını orada almak istiyordum. Bana yine oyun oynamışlardı. Esma Anneyi bahane edip beni oraya getirmişler, yine Sena'ya karşı kullanmışlardı. Gözlerimi gözlerine öfkeyle diktiğim Hamdi Baba oturduğu koltukta iyice arkasına yaslandı. Gözlerimi onunkinden çekip Yavuz'a çevirdim. Yavuz gözlerime çaresizlikle bakıp "Babanın işi" der gibi kaşlarını oynattı.
Balkona geldiğim andan itibaren bakışlarını üzerimden çekmeyen Sena'ya baktım. Oturduğu yerde başını hafif yan çevirerek küçümseyici bakışlar eşliğinde "Kimin için yaptınız Aras Bey? Arabayla patlatılmak istenen ben olduğuma göre Yavuz Bey için yapacak haliniz yok değil mi? "diye sordu. Öfkeden seğirmeye başlayan çenemi görmezden gelip "Kendim için yaptım Avukat. Benim mekanımda patlatılan arabanın hesabını sormak için yaptım." dedim. Yüzümde oluşan iğneleyici gülümseme ile "Yani kendini bu kadar önemsemene gerek yok." diyerek nefretle gözlerine baktım.
Öfkeden kızarmaya başlayan yüzü hoşuma gitmişti. Babanın yanında ters bir şey diyerek kendini küçük düşürmek istemiyordu. En azından kendinden yaşça büyüklere gösterdiği bir saygı var diye düşünürken zihnimin karanlık köşesinden bir ses "Gücündendir o Aras. Hamdi Babanın gücünü elinde tutmak istediği içindir." dedi. Ona hak verdiğimi göstermek için gözümü kısarak hafif başımı salladım.
Her hangi bir cevap vermeyeceğini düşündüğüm Sena verdiği derin bir nefes sonrası "Bu detayı unutmuşum kusura bakmayın. Siz en yakınlarınızı dahi öldürecek kadar dövüp cezasını kesen adamdınız. O nazik egonuzu tatmin etmeden gözünüze uyku girmemesi çok normal." dedi.
Sanki ben bu cezayı Yavuz'a keyfime kesmiştim. Sanki ona zarar vermek benim hoşuma giden bir şeydi. Hiç bir bok bilmeden anca konuşuyordu. Ona göre konuşması kolaydı tabi. O ne benim ne yaşadığım hayatı yaşamış, ne çektiğim eziyetleri çekmiş ne de kalbinin benim kadar kararmasına sebep olacak şeyleri yapmıştı. Cevap vereceğim esnada Esma Anne uyarıcı bir tonda "Aras, oğlum" dedi.
Anlaşılan benim burada işim bitmişti. Onlar mükemmel bir aile tablosu olmuştu zaten. Beni bu karanlığa hapseden kadını onlar bağırlarına basmıştı. Benimde kendileri gibi yapacağımı düşünüyorlarsa eğer yanılıyorlardı. Onun için gerekirse canımı verirdim. Ama bir kez daha canıma can demezdim.
Başımı tamam anlamında hırsla sallayıp evden çıkmak için arkamı dönüp çıkışa yönelmişti ki Hamdi Babanın "Aras, benim ile içeri gel. " diyen sesiyle olduğum yerde kaldım. Ona saygıda kusur etmek istemesem de şartları zorluyorlardı. Ellerimi öfkeden bükülüp yumruk şeklini alırken onlara dönmeden dişlerimin arasından "Baba" dedim. Tek istediğim buradan siktir olup gitmeme izin vermesiydi. Ama o benim için bunu bile yapmadı. Cevap vermeye tenezzül bile etmeyerek içeriye doğru yürüdüğünü belli eden ayak sesleri kulaklarıma doldu. Öfkemi kontrol edebilmek için içimde olan öfke yangınını burnumdan soluyarak dışarı atmak istedim. Olmadı. Sıktığım yumruğumla babanın arkasından eve girdim.
Salonun balkona uzak köşesinde durmuş beni bekleyen Hamdi Babanın yanına öfkeyle yürüdüm. Yanına yaklaştığım gibi "Baba saygısızlık yapmak istemiyorum." elimle çıkış kapısını göstererek "Ama şu evden siktir olup gitmeme müsaade et." dedim.
Keskin çıkan sesiyle "Aras, soyadına yakışır davran. O kız bizim soyadımızı taşıyan bir galeride öldürülüyordu. Bizim adımıza kayıtlı olan bir araca koyulan bomba ile öldürülüyordu. Annesi babası ile küs olan bir kıza bizim yüzümüzden kaybettiği güveni vermek zorundayız." dedi.
"Tamam baba sen ver. Esma Annem versin." dedikten sonra gömleğimin yakasını hafif çekip "Ama Allah aşkına benim yakamdan düşün. Bana gerek olmadan da siz o güven duygusunu veririsiniz." dedim.
Vücudunu biraz önceye göre dahada dikleştirerek hiddetli bir şekilde "Aras." diye bağırdı. Kızarmaya başlayan gözlerimle yüzüne bakıp yalvarır gibi çıkan sesimle "Baba niye anlamıyorsunuz beni" dedikten sonra elimi kalbime götürüp vurarak "Acıyor. Onu gördüğümde çok acıyor." dedim.
Hamdi Baba kollarının arasına çekerek sımsıkı sarıldı. Sırtıma yavaşça vuran eli ben buradayım der gibiydi. Gücümü toplayıp kollarından ayrıldım. Yüzüne baktım. Biraz önceki sert yüzü gitmiş, pişmanlık dolu halde bana bakıyordu. "Aras, sana söz oğlum bir daha sizi aynı yere denk getirmek için uğraşmayacağım. Bir daha Sena ile ilgili bir şeye karışmayacağım. Ama şimdi kahvaltıya otur. Hem anan senin iyi olduğunu görsün. Hem de Sena senin ona olan öfkeni iyiden iyiye sezmesin." dedi.
İçine düştüğüm çaresizlik hapishanesinden kurtuluşun bir yolu yoktu. İstemeye istemeye başımı tamam anlamında salladım. Esma Annenin gönlünü bir şekilde alırdım da Sena ona olan saf nefretimi fark ederse ,ona olan nefretimin nereden geldiğini araştırmaya başlardı. Bu sefer işler içinden iyice çıkılmaz bir hale gelirdi.
Sinirlerime hakim olmaya çalışarak balkona doğru yürüdüm. Tam dışarı çıkacağım esnada kahvaltı masasında Sena'nın karşısına gelen sandalyenin boş olduğunu görünce yatıştırmaya çalıştığım sinirim tekrar tavan yaptı. Ben bu gün sınanıyordum. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Hırsla çektiğim sandalyeye oturdum. Kafamı masanın üzerindeki kahvaltılıklara ve tabağıma gömdüm. Kimseyle pazar goygoyu yapacak halim yoktu. Hamdi Baba ile Esma annenin de susmama bir şey deme hakları yoktu. Burada oturduğuma şükretmeleri lazımdı.
Tabağıma aldığım kahvaltılıkları yerken Esma Anne, Sena'ya "Kızım pişiyi bu kadar seviyorsan ben sana sürekli yapıp göndereyim." dedi.
Esma Annenin söyledikleriyle aklıma üniversite anıları üşüştü. Sena'nın pişiyi ne kadar sevdiği. Kahvaltıya gidecekleri yerde pişi yapılıp yapılmadığına bakar ona göre karar verirdi. Kahvaltı masasında da karnını sadece pişiyle doyururdu. Sena ile bir kez bile kahvaltıya çıkmamıştık. Ama onun hakkındaki her şeyi biliyordum. Bir zamanlar Sena benim için uçsuz bucaksız bir okyanustu. O, beni fark edene kadar bu uçsuz bucaksız okyanusu uzaktan uzağa keşfedip öğrendiğim her detayı beynime kaydetmiştim. Neyi sever, neyi sevmez, en çok neye ağlar, en çok ne hoşuna gider, en sevdiği renk ne....... Daha bir sürü şey. Lanet olsun ki hepsini hala ezbere biliyordum.
Esma Anne ile Sena'nın arasında geçen konuşmada "bal" kelimesini duyunca daldığım geçmişten sıyrıldım. Ağzımdan bir anda "Bala alerjisi var, yiyemez." cümlesi döküldü. Ne yaptığımı fark edince içimden koca bir "Siktir" çektim ama her şey için çok geçti. Söz ağzımdan çıkmıştı bir kere.
Masada derin bir sessizlik oluştu. Herkes benim yapacağım açıklamayı beklerken bende kayıtsız görünmeye çalışarak tabağımdaki peyniri bölmeyle uğraşıyordum. Yavuz'un "Evet anne Avukat Hanımın bala alerjisi var." dedikten sonra "Bayıldığınız gün hasta öz geçmişinize bakan doktor söyledi. Her hangi bir ilaca karşı alerjiniz var mı diye bakmıştı. Bilgileriniz kısmına not etmişsiniz siz de. Oradan haberimiz var." diyen sesiyle içimden derin bir oh çektim.
Hamdi Baba her zamanki gibi haklı çıkmıştı. Bana adımı ve soyadımı veren Hamdi Babaydı ama beni Aras Yiğitsoy yapan Yavuz'du. Masanın altındaki elimi teşekkür eder gibi dizine vurdum. Başını hafifçe salladı. Yavuz'un açıklaması ile masadaki huzursuz ortam kaybolmuş herkes koyu bir sohbete kaptırmıştı kendini.
Bense biran önce bu kahvaltı safsatasından kurtulmak için tabağımdakileri yemekle meşguldüm. Bir an önce bitirirsem bir an önce buradan kurtulabilirdim. Tabağımdakilere tuz ekmek için başımı kaldırmadan Sena'dan tarafta olan tuzluğa uzandım. Parmaklarımın tuzluğa değmesi gerekirken yumuşak, sıcak el tarafından kavrandı. Ne olduğunu anlamak için başımı kaldırıp Sena'ya baktım. Elim avuçlarının içindeydi. Sıcacık elleri sanki elimi değil de kalbimi kavramış gibiydi. Bütün vücudum alev aldı. Hışımla ellerimi avcumun içinden çektim.
Sinirden derin nefesler almaya başladı. Kontrol etmeye çalıştığı sesiyle "Elleriniz çok kötü olmuş. Bir doktora gitseydiniz." deyince gerçekten beni önemseyip önemsemediğini anlamak için yüzünü incelemeye başladım. Gözlerinde acıyla karışık merakı gördüm. İçim yandı. Avuçlarında tuttuğu elim kor oldu.
Yaptığım harekete pişman olmuş halde "Gerek yok doktora. Yavuz baktı zaten." dedim. Anlamaz halde yüzüme bakınca "Yavuz doktordur, Avukat." diye açıkladım. Şaşkınlık dolu gözleri Yavuz'a çevrildi. İçimdeki yanmaya başlayan alevi söndürmek için bende başımı tekrar tabağıma eğdim. Onu görmezsem bu yangını söndürmek daha kolaya olacaktı.
Masanın diğer ucundaki Esma Anne üzüldüğünü belli eden bir ses tonuyla "Aras patlamanın olduğu günden bu yana kendini kaybetti kızım." deyince içimden sabır çekmeye başladım. Masada Yavuz dışında neden hiç kimse günümü kolaylaştırmıyordu ki? Kalbimin içinde başlayan cehennemde yanmam hoşlarına mı gidiyordu? Göz ucuyla konuyu kapatmasını ister gibi Esma Anneye baktım.
Hamdi Babanın gülerek "Hiç bakma anana öyle. Öldürdüğü kadının kanını bardağa doldurup duvara mesaj bırakan sen değil misin? " demesiyle Yeliz'in yuttuğu lokma boğazında kaldı. Kız masada öksürmekle uğraşırken Sena onu umursamayıp gözlerini sorgular halde bana dikmişti.
Sabahtan beri sürekli yaptığı şeyi yaparak öfkesini kontrol etmeye çalışır bir sesle "Aras Bey bu kadarını yapmış olamazsınız değil mi? Hele de sevmediğiniz avukatınızı öldürmeye çalışan birine?" diye sordu.
Selim ile Aras arasında kalmaya başlamıştım yine. Selim haykırarak "Ben miyim seni sevmeyen kızım? Ben senin için öldüm be." demek isterken Aras her zamanki gibi yaşadığım acı gerçekleri önüme seriyordu.
Sena'nın bunları onun için yaptığımı düşünüp egosunu tatmin etmesini istemiyordum. Aras Yiğitsoy onun kapısına köle ettiği aşıklarından birisi olmayacaktı. En umursamaz sesimi takınarak "Neden yapmış olmayayım Avukat? Senin de daha önce söylediğin gibi ben merhametsiz oluşu ile bilinen bir adamım. Böyle şeyleri her zaman yaparım. Yani sana özel bir durum değil." dedim. Son cümlemin üzerine basa basa söylemiştim. Bu sözümü Sena'ya değildi. Bu sözüm Hamdi Baba'ya, Esma Anneye ve Yavuz'aydı.
Yavuz "Öncelikle kusura bakmayın Avukat Hanım ama onlar yapılan her şeyi hak etti." dedikten sonra "Baba böyle bir mesaj vermek zorundaydık. Ve abimin de tarzı bu" deyince Hamdi Baba başını sallayarak gülerken "Sende haklısın Yavuz. Bu daha yavaş halleri." dedi. Masadaki sohbetin sürekli kuyruğunun kulağının sürekli bana değmesi canımı iyiden iyiye sıkıyordu. Madem Sena'yı çağırmışlardı masamıza, soframıza baş düşmanımız olan babasını konuşsalardı. Nasıl olsa Sena'da babasına düşmandı. Birlikte ortak düşmanlıklarını konuşurlardı.
Ben kendi kendimi yerken masanın üzerinde duran telefonlardan biri titremeye başladı. Göz ucuyla hareketlenen Yeliz'e baktım. Çantadan çıkan telefonun ekranındaki yazıyı görünce beti benzi attı. Elinde telefonu hırsla çeken Sena'ya çevirdim bakışlarımı. Onun yüzü de aynı olmuştu. Demek ki arayan Savcıydı. İçimde bir şeyler hareketlendi. İçimdeki yangın yeri kaosa dönüşmüştü. Savcının ölümünü isteyen bir kalabalık sanki içimde tezahürat yapmaya başlamıştı.
Telefonu açmak için "İzninizle" diyerek yerinden kalkmaya hazırlanan Sena'ya içimdeki kargaşaya karşı koyamayarak "Ne o Avukat düşmanımız olan Savcı ile arkamızdan iş mi çeviriyorsun?" diye sordum. Durdu. "Ben kimsenin arkasından iş çevirmem Aras Bey. Ne diyeceğini buyurun birlikte dinleyelim" diyerek kalktığı sandalyeye hırsla geri oturdu.
Hamdi Babaya bakıp "İzninizle efendim." deyince "İzin ne demek kızım buyur aç." dedi. Öfkeyle açtığı telefonu hoparlöre alıp sert sesiyle "Efendim Fırat" dedi.
"Uygunsuz bir zamanda aramadım umarım." diyen Savcının sesiyle öfke bütün vücuduma yayılmaya başladı. Onun, Sena'yı aradığı her an uygunsuzdu. Sena'nın sesini duyduğu her an eceline yaklaştırıyordu da haberi yoktu. Kanımı kaynadığını hissedebiliyordum. İçimde daha önce hissetmediğim bir şey vardı. Anlamlandıramadığım hissin neden bu kadar sinirlenmeme sebep olduğunu anlayamıyordum. Sena'nın yumuşak bir sesle "Yok yanlış bir zamanda aramadın. Ben biraz gergindim sadece. İstemeden sana yansıttım." diyen sesini duyunca kendimi masada zor tutmaya başlamıştım..
Bana göstermediği yumuşak sesini ona gösteriyordu. Benden sakladığı gülüşünü ona bahşediyordu. Benden sakındığı ne varsa hepsini ona veriyordu. Tamam yanımda olduğu süre zarfında ona cennet sunduğum söylenemezdi lakin yaşayacağı cehennemi bilerek gelen de kendisiydi. Şimdi benden sakındığı şeyleri bu piç kurusuna veremezdi.
Telefonun karşısında rahatsız edici bir şekilde gülen Fırat'ın "Aras Yiğitsoy ile çalışırsan daha sinirlerine hakim olamayacağın çok zaman olacak." dediğini duyunca "Ahtım olsun Savcı. Senin kahkaha atan boğazına çöküp adım ve soyadımdan oluşan her harfi gırtlağını parçalaya parçalaya midene sokmazsam bende Aras YİĞİTSOY değilim." diye içimden geçirdim. O ara konuşan Savcı ile Sena'yı duymamıştım. Ama o piçin pişkin pişkin "Akşam işin yoksa bana verdiğin yemek sözünü tutmak ister misin?" demesini kulaklarımla beraber bütün hücrelerimde duydu.
Kanımın bedenimden çekildiğini hissettim. Kulaklarımdan ayak parmaklarıma kadar lanet bir ısı yayıldı. Bu düşündüğüm şey olamazdı. Onu kıskanıyor olamazdım. Bana yaşattıklarından sonra ona karşı böyle bir his besliyor olamazdım. Elimde tuttuğum bıçağı Savcı karşımda da her an saplayabilirmişim gibi dik bir konuma getirip ucunu sert bir şekilde masaya vurdum. Bu siktiğimin konuşması artık fazla uzamıştı. O piç kurusu Sena ile yemeğe çıkmayı bırak aynı havayı teneffüs bile edemezdi. O havayı içine çeken ciğerlerini yerinden sökerdim onun. Ve onu kıskanmıyordum.
İçimdeki bu şey kesinlikle kıskançlık değildi. Sena, avukatımız olmadan önce bu kılıksızla konuşmama şartını kabul etmişti. Bu it ise şimdi onu aramış ve akşam için yemeğe davet etmişti. Ona bu işin yolunu açan Sena'ydı. Her zamanki gibi şimdide ikili oynamıştı. Bize gelip sizin avukatınızım derken Savcı ile de görüşmeye devam ediyordu. Ona olan öfkemin nedeni bunlarsa peki boğazımdan aşağıya yavaş yavaş inen. Geçtiği her yerde dayanılmaz bir acı bırakan şey neydi?
Sena'nın babaya olanlarla ilgili bir şeyler anlatan sözleri kulaklarıma doluyordu. Ama ne dediğini anlayamıyordum. Zihnime karanlık bir perde inmiş gibiydi ta ki Hamdi Babanın "Kızım kaç yaşında kadınsın bana açıklama yapmana hacet yok. Sen neyi nasıl yapacağını bilirsin. Görüşmen gereken kişileri de bizi rapor edecek değilsin ya." diyen sesini duyana kadar. Baba, Fırat ile yemeğe gitmesine mi izin vermişti? Sena'yı hayatıma alması yetmezmiş gibi birde en büyük düşmanımızla kırıştırmasına izin mi vermişti? Bu kadarı fazlaydı.
Masada bir anda bir çıtırtı sesi duyuldu. Sonrada elime ılık ılık akan bir şeyleri hissettim. Elimdeki bıçağı bırakıp ne zaman bardağı tuttuğumu bilmiyordum. Zaten şuan umurumda olan da bu değildi. Umurumda olan tek şey Hamdi Babanın benim kurallarımı çiğneyip Sena'ya, Savcı ile görüşebilme konusunda izin vermiş olmasıydı. Benim lafımın üzerine beni çiğneyip laf söylemişti. Nefret dolu gözlerim sinirden sımsıkı sıktığım çenemle Hamdi Babaya baktım.
Esma Anne masanın ucundan telaşla gelip cam kırıklarının dolduğu avcumu açmaya çalışırken Yavuz ile Yeliz'de Esma Anneyi yatıştırmak için uğraşıyordu. Başımı birkaç kez öyle olsun dercesine aşağı yukarı salladım. Onunla olan konuşmam burada bitmişti. Baba tercihini yapmıştı. Bakışlarımı Hamdi Babadan çekip Sena'ya dikmiştim.
Tepemdeki gürültü devam ederken Esma Anne ağlamaya başladı. Keskin bir sesle "Aras" diyen Hamdi Babanın sesiyle alev alev yanan gözlerimi öfkeyle kapatıp açtım. Ona söyleyecek tek kelimem yoktu. Daha biraz önce bana söz vermişti. Sena ile ilgili hiçbir şeye karışmayacağım demişti. Ve namına yakışmayan bir şekilde sözünü çiğnemişti. Tepki vermediğimi gören Hamdi Baba bu sefer daha gür bir ses tonuyla "Aras" diye seslenince öfke dolu bakışlarımı ondan tarafa çevirdim.
Ağzımızdan tek kelime dökülmüyordu ama biz birbirimizi anlıyorduk. Onun gözlerinde böyle bir anlaşma olduğundan haberi olmadığını söyleyen bakışları okuyabiliyordum. Ananı daha fazla üzme diyen halini anlayabiliyordum. Peki bu hikayede ben neredeydim? Benim çektiğim acı neredeydi? Benim bir bakışımdan neler hissettiğimi bildiğini söyleyen Hamdi Baba, Sena'yı karşımda gördüğüm her dakika kahrolduğumu göremeyip onun başkasıyla yemeğe çıkmasına nasıl izin verebilirdi? Neden hep ben yanıyordum? Acımasız davranışlarım canımın acımadığı anlamına gelmezdi.
Esma Anneyi daha fazla üzmemek için hışımla yerimden kalkıp içeriye yürüdüm. Kapının karşısında duran yemek masasına oturup elimi masanın üzerine uzatarak Yavuz'un gelmesini beklemeye başladım. Salona giren Yavuz ilk yardım çantasının bulunduğu hole doğru ilerledi. Bende bu gün sürekli yaptığım gibi bakışlarımı masanın üzerine diktim.
Odaya geldiğini belli eden Sena'nın cılız sesini duydum. Ama ne aklım ne de kalbim Yavuz ile aralarında geçen ya da geçecek olan konuşmayı merak ediyordu. Yürek çıkmazına düşmüştüm. Yüreğimin tam orta yerinde yanan yangın bütün bedenimi ele geçiriyor. Ruhumu acı içinde kıvrandırıyordu. İçimde uzun zamandır ilk kez bu kadar net hissettiğim acıyı anlamaya çalışarak titrek bir nefes verdim. Sanki biri kalbimi ve ruhumu parça parça söküyor ve ayaklarının altında eziyordu.
Sena'nın öldüğünü gördüğüm kabusun içinde gibiydim. Farklı bir kabus, benzer bir acı. Orada ölüm alıyordu onu elimden burada Savcı iti. Buna izin veremezdim. Gözümün içine baka baka Savcıya gidemezdi. Ya benim hayatımdan gidecekti ya da Savcı onun hayatında gidecekti. Yavuz ile aralarında geçen konuşma sonrası Yavuz başınız sağ olsun deyince bilinçsiz bir halde yüzüne bakıp "Başın sağ olsun Avukat" diyerek başımı önüme çevirdim.
Yavuz bir şeyler söyleyip Sena'da onu merakla dinlerken bende bu yemeği nasıl iptal ettirebileceğimle ilgili kafamda türlü türlü planlar kuruyordum. Ama hepsinde de Sena beni dinlemeyip o yemeğe gidiyordu. Dinlemesi için bir sebep yoktu da zaten. Acaba Yavuz'a söylesem o Sena'ya gitmemesini söyler miydi? "Sorun Sena'ya bunu söylemek değil, gitmemeye ikna etmek Aras. Yavuz onun gitmesini engelleyemez." diyen iç sesime hak verirken derinlerden bir ses daha duydum. Bu sesten farklı bir ses.
"Savcı ile aralarında olmayan aşk kıvılcımları bu yemekte başlarsa ne olacak?" diyen Selim'di. Uzun zamandır olan sessizliğini bozmuştu. Allah kahretsin ki doğru söylüyordu. Savcı, Sena'yı etkilemek için her şeyi yapacaktı ve bu yemekte eline geçen en büyük fırsattı. Nasıl bir kabusun içerisindeydim ben böyle? Hala varlığını hissettiğim Selim'e "Hay sikeyim senin aşkının ızdırabını" diye söylendim. Arabayı patlatan orospu çocuğunu bulamamış olmak yetmiyormuş gibi bir de Savcı piçi çıkmıştı başıma. Sena'yı tanıdım tanıyalı burnum kalp denilen bokun çukurundan bir gün olsun çıkmıyordu.
Salona nefes nefese giren Yeliz'in "Yavuz Bey, Esma Anne. Esma Anne bayıldı." dediğini duyunca aklım başıma geldi. Esma Annenin şekeri yükselmiş olmalıydı. Beni ayakta, iyi görmesi gerekirdi. Yanına gitmek için yerimden kalkmaya niyetlenince "Abi sen dur. Ben bakarım. Elini daha fazla böyle görmesin." diyen Yavuz'un sesiyle başımı tamam anlamında salladım. Ana elimi bu şekilde görürse daha kötü olurdu.
Yavuz'un "Sena Hanım dikiş deyimim var demiştiniz. Üç dört dikiş atımı sonrası eline sargı bezi yapılacak halledebilir misiniz?" diye soran sesiyle afalladım. Biraz önce hızla elimi çektiğim kadına şimdi dikiş atması için izin verecektim. Hem de burun buruna. 500 adamla tek başıma çatışmaya girsem bundan daha iyiydi. Öfke dolu öfke oklarını Yavuz'a çevirsem de umursamadı. Başını yana yatırıp kaşları "Başka çarem yok." dercesine havalandı.
Yavuz'un kalktığı koltuğa oturan Sena elime dokununca ürperdim. Yüzünün her detayını hafızama kazıma isteğimi güçlükle bastırdım. Neler oluyordu bana böyle? Nefret dışında bir şey hissetmediğim kadına karşı böyle olmam saçmalıktı. Ayarlarımla oynuyor, dengemi altüst ediyordu. Tıpkı seneler önce hayatımı altüst ettiği gibi. Kendime gelebilme umuduyla başımı iki yana sallayıp omuzlarımı dikleştirdim.
Eline iğneyi alan Sena masanın üzerinde duran elimi narince dikmeye başladı. Sanki canımı yakmaktan korkuyor gibiydi. İğneyi derime batırmadan önce derin nefesler alıyor özenle derime geçirdiği iğneyi aynı özenle geri çıkarıyor, sakince dikişi sabitliyordu. Canımın yanıp yanmadığını anlamak için başını kaldırdığında gün doğumu gibi ışıl ışıl parlayan gözleriyle karşı karşıya geldim.
Nefesim kesildi. İçimde ılık ılık bir şeyler akmaya başladı. Sanki kalbimin ortasına güneş doğmaya başlamıştı. Uzun zamandır süren kış yerini bahara bırakıyordu. Büyük bir dikkatle elimi kaldırarak "Sargı bezini sarmam için bu şekilde tutabilir misiniz?" diye sorunca başımı tamam anlamında salladım.
Bezi yavaş yavaş elimin etrafında dolaştırırken gözlerimi bir an olsun o narin vücudundan çekmemiştim. Çekememiştim. O ise ilk defa gözlerini benden kaçırıyordu. Sanki ben avcıydım. O ise av. Ben aslandım o ise ceylan. Öyle bir kaçma kovalamaca başlamıştı sanki aramızda.
Bezin üzerine bir kaç tane bant yapıştırdıktan sonra titrek bir nefes vererek "Tamamdır. Sargı işleminiz bitti. Geçmiş olsun Aras Bey." dedi. Bir şey söylemedim. Bakışlarım sözlerin döküldüğü dudaklarına kaydı. Saniyesinde yaptığımın yanlış olduğunu anladım. Yutkunarak bakışlarımı yüzüne geri çevirdim. Kendime hakim olmak zorundaydım. Bu ateşte yanmaktan kaçmak zorundaydım. Ama olmuyordu. Bu sefer Sena'nın çekimine karşı koyamıyordum
Sena yerinden telaşla kalkıp "Ben bir Esma Anneye bakayım" diyerek bahçeden tarafa yöneldiğinde sağlam olan elim istemsizce bileğini kavradı.
Sena'nın kocaman açtığı gözleri bileği ile benim aramda mekik dokurken dudaklarımdan "Gitme" çıktı. Önünü sonunu düşünemiyordum artık. Kalbim bütün hücrelerimi ele geçirmişti. Beynim bana itaat etmiyordu.
Kalbim ciğerimi tıkayan bir düğüm haline geldi. Vereceği cevaptan ölesiye korkuyordum. Savcıyla yemeğe çıkacağını söylemesinden it gibi korkuyordum. Evet, ben onu asla affetmeyecektim. Asla biz diye bir şey olmasına izin vermeyecektim. Gözleri hiçbir zaman bana aşkla bakmayacaktı. Ama başkasıyla bu duyguları yaşamasına da izin vermeyecektim. Yüzünde neler olduğunu anlamayan bir ifadeyle bakan Sena "Anlamadım." dedi.
Gözlerimi gözlerinden çekmeden ayağa kalktım. Bileğini daha sıkı kavrayarak kendime doğru çektim. Ben ben değildim. Senelerdir geriye zerresi kalmasın diye her türlü pisliğe bulaştığım Selim'di bu. Kontrol onun elindeydi. Gözlerinden kalbine ulaşmaya çalışır bir halde dudaklarına ılık nefesimi vererek "Savcıyla yemeğe gitme" dedim.
Kaşları şaşkınlıkla çatılırken ağzı bir parça aralandı. O dudaklara kapanıp kana kana öpme isteğime güçlükle karşı koyuyordum. Vücudu hafif titredi. Bir şey demeden çaresizlikle gözlerime bakıyordu. Ne yapacağını bilemiyordu. O da tıpkı benim gibi lanet bir arafta sıkışıp kalmıştı. Bir yanı benden kaçmak isterken diğer yanının ölesiye beni istediğine yemin edebilirdim.
"Sena, Esma Anne iyi" diyen Yeliz'in sesiyle kendime geldim. Kavradığım bileğini yavaşça bırakarak kendimi bir kaç adım geri çektim. Gözlerimiz hala birbirinden kopmayınca arkamı dönüp hole doğru yürüdüm.
Bunlar olmamalıydı. Bunların hiçbiri olmamalıydı. Ona karşı duygusal olarak savunmasız kalmamalıydım. Aynı cehennemde bir kez daha yanarsam ne Selim ne Aras ne de küllerinden yeniden doğmaya gücü olan bir ben kalırdım. Bu ilk ve son olmalıydı. Gerekirse galeriye gitmez, Sena'nın yüzünü görmezdim. İçimdeki Selim'in ölmesi için bütün İstanbul'u öldürmem gerekse bile bunu yapacaktım.
Sena'dan uzak durmam lazımdı. Atların olduğu tarafa gitmek için evden çıktım. Çitlerin önüne gelip onların etrafta koşuşturmasını izlerken ne kadar zaman geçti bilmiyorum omzuma dokunan bir elle kendime geldim. Hamdi Baba ile Yavuz yanıma gelmişti. Hamdi Baba omzumdaki elini sıkarak "Çok mu acıyor evlat." deyince boğazımda bir düğüm oluştu. Ne yutkunabildim ne tükürebildim. Sadece başımı evet anlamında sallayabildim.
Diri diri derimi yüzseler canım ancak bu kadar yanabilirdi. Ona her baktığımda kalbîm acımasız bir el tarafından parçalanıyor sonra birleştiriliyor sonra tekrar parçalanıyordu. Varlığı yokluğundan daha çok canımı yakıyordu. Dayanamıyordum.
"Geçecek evlat. Geçmesi için her şeyi yapacağız" deyince atlardan tarafa olan yönümü ona çevirdim. Daha fazla Sena hakkında ne cesaret verilmesine ihtiyacım vardı. Ne de onun adının geçmesine. Şuan ihtiyacım olan tek şey kalbimi , beynimi ele geçirmeye çalışan Selim'den kurtulmaktı.
Yavuz tedirgin bir sesle "Abi" deyince başımı ona çevirdim. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp bıraktıktan sonra sıkkın bir nefes verdi. "Abi izin ver Sena'nın geçmişini araştırayım. İzin ver babasının dediği gibi biri mi öğreneyim."
O kadar çok istiyordum ki bunu yapmayı. Sena'yı gözümde de gönlümde de ekleyecek küçücük bir delil bulmayı.. Ama yapamazdım. Ne bulacağımdan eminken yapamazdım. Ben Sena'nın başka erkeklerle neler yaptığını Selimken görmüştüm, bana ait olmadığı için acısına katlanabilmiştim. Şimdi ise durum farklıydı. Sena benim olmuştu. Kokusunu ciğerlerime çekmiştim. Evet fiziksel olarak ona sahip olamamış olsamda kısa bir süre bile olsa ruhunun da kalbininde bana ait olduğuna inanmıştım.
Babasının gönderdiği fotoğraflar sayesinde Sena'nın, Selim'i önemsemeden yoluna devam ettiğini biliyordum. Her gelen fotoğrafta başka bir adamın elini tutmuştu. Her gelen fotoğrafta başka adama bakmış başka adama gülmüştü.Kaç adamla düşüp kalktığını öğrenmek ise karanlığına karanlık katmaktan başka bir işe yaramazdı.
Yüklerimden kurtulmak istercesine derin bir nefes verdim. "Olmaz Yavuz." İtiraz etmek için dudakları aralandı. Çenemi sertçe sıktım. İnsan gibi cevap verdiğimde anlamıyordu. Yüzümde katı bir ifade oluşurken tehditkâr bir tavırla parmağımı yüzüne salladım. "Bu işe karışırsan Allah şahidimdir ki öldürürüm Yavuz seni! Beni karanlıktan çıkarmaya çalışırken daha beterine sokmak istemiyorsan bu işe karışma!"
Başını aşağı yukarı salladı. "Tamam abi. Karışma diyorsan karışmıyorum." Bakışlarımı ondan çekip Hamdi Babaya baktım. Yavuz karışmasa da Hamdi Babanın rahat durmayacağını biliyordum. "Sen nasıl istersen öyle olacak evlat. Kahvaltıda sana söz verdiğim gibi neyi nasıl istersen öyle yapacağım."
Aldığım sözle içim bir nebzede olsa rahatlamıştı. İç boğucu hava açılan konularla daha da çekilmez bir haldeydi. Açık havada olmamıza rağmen nefes alamıyordum. Konuyu değiştirmek en makul olandı.
"Baba, 2 gündür adamları bulamıyoruz. Kadının ölümünden sonra yok oldular. Arkalarında en ufak bir iz dahi bırakmamışlar. Ne bir kamera kaydı, ne telefon görüşmesi." dedim. Elini omzumdan çekip çitlere dayandı. Elini çenesine götürüp sakallarını sıvazlarken uzaklara daldı.
Yanıma dikelen Yavuzla beraber bizde uzaklara dalmışken "Bu bilgiler Yalçın'dan gelme anlaşılan." dedi. Başımı evet anlamında sallayınca "Aras, Yavuz bahsetti. Savcının yanında sekreter kız varmış. Onunla konuş." dedi.
"Savcıdan mı şüpheleniyorsun baba? Ama o Sena Hanım'ın arkadaşı. Neden onu öldürmek istesin ki?" diye soran Yavuz düşüncelerimin tercümanı olmuştu. Savcı aşağılık bir adam olabilirdi lakin Sena'ya körkütük aşıkken onu öldürecek kadar ileriye gitmezdi. Ya da gider miydi? Benimle olmasını gururuna yediremediğinden Sena'yı öldürmeye kalkmış olabilir miydi?
Hamdi Baba bizden tarafa dönüp gözlerini kısarak baktı. Elindeki tesbihi yüzümüze doğru sallayarak "Ben size Savcıdır demedim. Dedim ki Savcı'nın yanındaki sekreter kızla bir konuşun. O kız adliyenin kara kutusu." deyince ne demek istediğini anladım. Bu kız daha öncesinde de bir çok Savcıyla çalışmıştı. Elbet onlardan da bizim önümüze taş koymak isteyip de koyamayan olmuştu. Sena'yı öldürerek hem onun diğer davalarda ayağına takılmalarını önleyeceklerdi. Hem de Yiğitsoy Ailesinin itibarı beş paralık olacaktı.
"Anladım baba. İzninle" dedikten sonra Yavuz'a bakıp "Hadi" dedim. Çiftlikten çıkmak için yürürken "Yalçın'ı ara. Bu kızın numarası 10 dakika içinde elimde olacak." Kızın ağzından nasıl laf alacağımı biliyor olsam da ilk kez bunu yapmak istemiyordum. Buda demek oluyordu ki hala Selim'in kontrolü halindeydim. Ondan bir an önce kurtulmam gerekiyordu.
"Tamam abi" diyen Yavuz cebinden çıkardığı telefonla Yalçın'ı arayarak kulağına götürdü. İkisi arasında geçen konuşma esnasında çoktan arabaya binmiş eve geçiyorduk. Telefonu kapatan Yavuz çapkın bir gülümseme "Abi, numara telefonunda. Kızda zaten herkese sana nasıl ulaşabileceğini soruyormuş." dedi.
Memnuniyetle havaya kalkan kaşlarımla "Bak sen. Arayan belasını da bulurmuş, Mevla'sını da. Desene bizimki belasını buldu." dedim. Yüzündeki gülümseme sırıtmaya dönüşen Yavuz "Otele rezervasyon yaptırıyorum o zaman abi. Her zamanki alkolleri de gönderiyorum." deyince başımı hafif sallayıp yana doğru çektirdiğim çenemi serbest bırakarak "Gönder bakalım." dedim.
Yol boyu kızdan ne tür bilgiler alabileceğimizi Yavuz ile konuşmaya başladık. Yavuz , Fırat'ın masum olduğunu düşünürken ben ise onda bir şeylerin ters olduğunu düşünüyordum. Bu konuda bir orta yol bulamayınca Yavuz "Abi, bize düşmanlık güttüğünü iddia ettiği bütün isimleri al. Sen otel odasında stresini atarken bende şu şerefsizlerin gırtlağına çökerek stresimi atayım." dedi.
Söylediklerine gülerken "Sana da ayarlayalım birini. Vardır kendi gibi arkadaşı." dedim. Arkadaş falan bahaneydi amacım Buket'i Yavuz'a havale etmekti. Otele gidip Buket ile yakınlaşmak istemiyordum. Odada olacakları düşündükçe midem ağzıma geliyordu. Bana neler olduğunu anlayamasamda kendimi Sena'dan başka hiç kimseyle aynı yatakta hayal edemediğimin farkındaydım. Bütün hücrelerimi ele geçiren lanet hissimden kurtulmam gerekiyordu. Sena'dan bana daha önce nasıl yar olmadıysa şimdi de yar olmazdı.
Kendini savunur gibi ellerini iki yana açıp "Yok abi. Ben geçen sefer sıramı savdım. Sıra bana gelene kadar da duygusal bir çekimim olmayan her hangi bir kadını koynuma almayı planlamıyorum" dedi.
Onun bu haline gülerken çoktan eve gelmiştik bile. "Sen bilirsin." diyerek arabadan indim. Yavuz'da akşam çıkacağı operasyonlara hazırlık yapmak için galeriye geçti.
Eve girince kendimi attığım koltukta bu güne dair her şeyi düşünmeye başladım. Gördüğüm kabusu, Savcı ile Sena'nın konuşmasını, elime attığı dikişi ve en sonunda kavradığım bileğini... Bunlar bana yakışan şeyler değildi. Öyle olmadığına yüzde yüz emindim. Sabah söylediğim gibi onun için gerekirse canımı verirdim. Ama bir kez daha canıma can demezdim. Diyemezdim.
Yaşadığım her şeyi Aras'a yaşatamazdım. Onunda yanmasına izin veremezdim. Sena, bir kediydi. Nankör bir kedi. Kim ona daha fazla para, güç şöhret kazandırırsa yanındakine ihanet edip bunları verecek olana giderdi. Seneler önce yaptığı gibi. Bu düşünce boğazımda bir şeyler sıkışmasına neden oldu. Havadaki oksijen ciğerlerimi rahatlatmak yerine içime her çekişimde işkenceye döndü. Güçlükle derin bir nefes alıp verdim.
Aras YİĞİTSOY olarak kalmak için bütün hücrelerimden Sena'yı silmeliydim. Selim'i öldürmemin zehri, efendisi olduğum karanlık olmuştu. Elimi her kana bulayışımda ruhumdaki aydınlık gibi Selim de yok olmuştu. Peki ya içime nüfuz etmeye başlayan Sena'yı nasıl öldürecektim? Ondan nasıl kurtulacaktım?
Cevap zihnimin en karanlık köşesinden gelmişti. "Tabi ki başka kadınlar Aras. Tıpkı eskisi gibi. Tenine her başka kadın değişinde Sena'ya ait bir parça yok olacak" dedi. Daha önce aldığım kararın doğruluğundan emindim artık. Bir kez daha beni yakıp kül etmesine izin vermeyecektim. Cebimdeki telefonu çıkarmak için oturduğum koltukta bacağımı düz konuma getirdim. Pantolon cebimden çıkardığım telefonu çıkarıp Yalçın'ın attığı numaraya baktım. Yerimden kalkarak kapıya doğru yürüdüm. Kapının önünde bekleyen Adem'e "telefon" dedim. Ceketinin cebinde çıkardığı telefonu bana uzattı.
Telefonu alıp kapıyı kapattım. Koltuktaki yerime oturup kendi telefonumdaki numarayı diğer telefona tuşladım. Numaranın üzerine tıklayınca telefon bir süre çaldı. Açan olmadı. Cevaplamayacağını düşünerek telefonu tam kapatıyordum ki kedi miyavlaması gibi bir tonda "Efendim" diyen sesini duydum. Yüzümü buruştururken sesimi olağan çıkarmaya çalışarak "Buket Hanım, ben Aras Yiğitsoy." dedim.
Ahizenin karşısındaki kadın "Aras Bey. Bende kaç zamandır size ulaşmaya çalışıyordum. Sizinle konuşmam gereken bazı konular var." Sustu. "Özel" dedi. Sesini tahrik etmeye çalışır gibi çıkarıp birde üstüne kıkırdayınca bu işin tereyağından kıl çeker gibi hal olacağına emindim artık.
"Benimde sizinle özel konuşmak istediğim konular vardı. Dilerseniz atacağım adresteki otelde önce bir akşam yemeği yiyelim. Daha sonrasında da özel" burayı vurgulayarak söyledim. "konularımızı konuşalım." dedim.
Telefonun diğer ucunda işveli halde kıkırdamaya devam eden kadın "Çok isterim Aras Bey" dedi. İsmimi öyle uzatarak, öyle azgın söylemişti ki bir an için adımdan tiksindim. Konuşmayı daha fazla uzatmak istemediğim için "Tamam adresi gönderiyorum. Akşama görüşürüz." diyerek telefonu kapattım. Köşeye fırlattığım telefondan sonra derin bir oh çektim. "Fiziğinin ve alacağım bilgilerin hatırına o iğrenç sesini çekeceğiz." diye mırıldanırken aklıma gelen şeytani düşünceyle "Belki sesi inlerken güzel çıkar" dedim.
Kolumdaki saate baktığımda çoktan 17.00 olduğunu gördüm. Bir an önce kalkıp akşam için hazırlanmalıydım.
********************
Duştan çıktıktan sonra akşam için giyeceğim smokini seçmiştim. Smokinin içine giydiğim beyaz gömleğe parfüm sıktıktan sonra ceketi koluma alıp sallana sallana merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. İçki dolabının olduğu tarafta elinde viski bardağını tutan Yavuz "Abi her zamanki gibi yakıyorsun." dedikten sonra elindeki bardağı aşağı yukarı hareket ettirerek "Kadınların sana neden deli olduğunu anlayabiliyorum." deyince güldüm.
İmalı bir bakış atıp "Yalnız abi aklındaki kadın neden seninle sadece didişme peşinde anlamış değilim" deyince gülümsemem kayboldu. Aklımda da kalbimde de kimse yoktu. Seneler önce kalbimin tamamına sahip olması hala kalbiminde aklımında ona ait olduğu anlamına gelmiyordu. Öfkeli çıkan sesimle "Zevzek zevzek konuşmayı kes Yavuz. Akşam için her şey hazır mı?" diye sordum.
Elindeki bardağı masanın üzerine bırakıp "Hazır abi. 5 ekip olduk. Senden gelecek mesaja göre sıralama yapıp hepsini depoda toplayacağım" dedi.
Yavuz'un masanın üzerine bıraktığı bardağı aldım. "Güzel" diye cevap verdikten sonra kafama diktim. Viskinin acısı genzimi yakarken bende çıkma vaktimin gelip gelmediğini anlamak için saate baktım. 19.00'ı gösteriyordu.
Yavuz'a "Ben çıkıyorum. 1 buçuk saat içinde sana isimleri atarım" derken kapı açıldı. Yüzü kıpkırmızı halde olduğu yerde titreyen Adem "Abi" dedi. Kesin siktiğimin yerinde bir şey olmuştu. Ve bunlar bensiz yine bir boku halledememişti. Gecemin berbat olmasına izin vermeyecektim. Sena bütün ayarlarımı bozmuştu ve ben bu gece olmam gereken adama geri dönecektim. Kendimi gevşetmeye çalışarak boynumu sağa sola yatırıp "Söyle Adem" dedim.
Titreyen sesiyle "Abi, Sena Hanım. Sena Hanım hazırlanıp evden çıkmış." deyince burnumdan derin bir nefes alıp verdim. Bize hesap vermesini istemiştik ama attığı adımı da bize soracak değildi. Kaşlarım sinirle çatılırken "E oğlum ne var bunda 30 yaşında kadın bize mi hesap verecek" diye çıkıştım. Gözlerini yere çevirip "Abi, Savcı gelip almış arabasıyla Sena Hanım'ı dedi. Gözlerim duyduklarımı anlamaya çalışarak kısıldı. Sena, Savcı ile yemeğe mi çıktı demişti?
Öfkenin damarlarımda gezindiğini hissedebiliyordum. Kanım soğuk duvarlardan daha soğuk akıyordu. Kulağımda garip bir çınlama belirdi. Adem'in yakasına yapışıp duvara dayarken "Ne diyorsun lan sen? Ne demek Avukat o Savcı itiyle yemeğe çıkmış" diye kükredim. Korkudan yüzü renkten renge giren Adem "Abi biz çocuklara Savcı ile ilgili talimat vermedik. Onlarda Sena Hanım çıkarken bir şey dememiş. Çıktığı bilgisini vermek için aradıklarında haberim oldu" dedi.
Yakasını bırakırken yumruğumu duvara geçirdim. Ellerimi saçlarımın arasına geçirip çekiştirdim. Beni hiçe sayıp Savcıyla yemeğe gitmişti öyle mi? Selim'in şalını çekmecesinde saklayıp Selim'in aşkına ihanet etmişti öyle mi? Yaptıklarını Selim yutabilirdi lakin Aras yutmayacaktı. Benim olanı ne pahasına olursa olsun alacaktım. Kararım kesindi. Onu hayatıma almayacaktım, onun da hayatına başkasını almasına izin vermeyecektim.
Önce Sena'ya sahip çıkamayan Adem'in cezasını kesecektim. "Demek öyle bir talimat vermediniz Adem Bey." dedim. Belimdeki tabancayı çıkarıp hiç düşünmeden topuğuna sıktım. Dudaklarından belli belirsiz bir acı nidası döküldü. Acısını belli etmemeye çalışan Adem hala ayakta durmaya çalışıyordu. "Bundan sonra bütün her şeyi düşünürsün Adem." diyerek elimdeki silahı kafasına hafifçe vurup olması gerekenden daha tehditkar olan sesimle "Eğer düşünemezsen bir dahaki sefere kurşunun adresi burası olacak." dedim.
Acıdan sesi kaybolan Adem "Tamam abi" dedi. Yavuz'a dönmeden "Nereye yemeğe gitmişler öğren. Bu orospu çocuğu Savcının bu akşam yediği son yemek olacak." diyerek evden çıktım.
Evet bir bölümün daha sonuna geldik. GİTME bölümünden sonra böyle bir bölüm beklemediğinize eminim. :D Ama Aras bu güven olur mu hiç?
Aras yemeğe gitmeye kalktığına göre Sena'da gider mi? Yoksa bu olay çok sonra mı açığa çıkar?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |