33. Bölüm

MUCİZE Mİ CEZA MI?

Gizem Gültekin
gizeemikoo

YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYALIM DOSTLAR.. ♥️ KEYİFLİ OKUMALAR🦋

 

SENA

 

Yavuz neşeli bir sesle "Doktor bey emin miyiz? Ben amca oluyorum yani öyle mi?" diye tekrarlayarak duyduğu güzel haberi pekiştirmek isterken Yeliz'in tereddütlü bakışları benim üzerimdeydi. İkimizde biliyorduk ki bir tedavi olmadan hamile kalmam çok düşük bir ihtimaldi.

 

Hatta tedavi ile bile pek umut var denilemezdi. Bu kadar kolay hamile kalmış olamazdım. Seneler önce bebek sahibi olmamın çok zor olduğu gerçeği suratıma bir tokat gibi çarpmıştı. En başta üzülsem de Selim öldüğüne göre kimden hamile kalacaksın zaten Sena diyerek çok zor olsa da kabullenmiştim. O kadar çok kabullenmiştim ki anne olmanın nasıl bir his olduğunu bile asla düşünmemiştim.

 

Evet, Aras'tan bir çocuğum olmasını istiyordum. Ona benzeyen mavi gözlü, güzel gülüşlü, masum bir küçük adam hayattan en çok istediğim şeylerden biriydi. Ama sadece istiyordum. Bir bebeğin sorumluluğunu almayı, anne olmayı asla düşünmemiştim. Daha doğrusu şartlar düşünmeme el vermemişti.

 

Yıllarca sakladığım gerçeği bilen ise iki kişiydik ben ve Yeliz. Aras, onun yüzünden anne olamayacağımı bilip vicdan azabı çekmesin diye korunduğumu söyleyerek olayı geçiştirmiştim. Yaşadığım onca şeyden sonra bir de buna sebep olduğunu öğrenirse kaldığı enkazın altından kimse çıkaramazdı onu.

 

Aklıma gelen şeyle dişlerimi alt dudağıma geçirdim. Bir de bu yalan vardı. Ben, Aras'a korunuyorum demiştim ve şimdi hamileydim. Akis gibi beni terk ettiği zamanda öğrenmiştim hamile kaldığımı. Peki Aras bu duruma ne diyecekti? Seni de bebeğini de istemiyorum mu? Yoksa bebek doğana kadar yanımda kal sonra defol git mi?

 

"Ya en kötüsü olursa" dedi içimdeki ses. Korka korka "Neymiş o?" diye sordum. "Sırf sen hamilesin diye seninle bir araya gelirse. Bebek için sana katlanmaya çalışırsa. Yani seni değil de bebeği istediği için yanında kalmana ses çıkarmazsa"

 

İşte bu felaket olurdu. Eğer bu şekilde bir araya gelirsek ben her gün ölürdüm. Sevdiğim adam beni görmezden gelirse, bana bir yükmüşüm gibi davranırsa, tiksinti dolu gözlerle bakarsa ben ölürdüm... Biliyordum benden ölene kadar nefret edecekti. Beni bir çöp gibi görecekti. Off ne yapacaktım ben?

 

Duyduklarımdan bir hata payı olabilir miydi?Sessizlikten sıyrılarak "Bir yanlışlık olmasın. Ben... Ben hamile olamam. İlaç tedavisi aldığım dönemlerde doğurganlık oranım azaldı." diyebildim. Nedensizce ne Yavuz'a ne de doktora daha detaylı açıklama yapmak istemiyordum. Ayrıca şu an da hamile olmak mı istiyordum yoksa bunun kötü bir şaka olmasını mı kararını bile verememiştim.

 

Elindeki kağıtları karıştıran doktor gülümseyerek yüzüme tekrar baktı. "Bir yanlışlık görünmüyor Sena hanım. Hamileliğiniz sizin için bir mucize anlaşılan ama içiniz rahat olsun hamilesiniz."

 

Hamileydim. Bir hata, bir yanlış yoktu. Basbayağı hamileydim. Elim karnımın üzerine giderken göz bebeklerim de elimin gittiği yere sabitlendi. Yanağımdan süzülen bir damla yaş eşliğinde fısıltı gibi çıkan sesimle "Hamileyim."diyebildim.

 

Şokun etkisini üzerinden atan Yeliz yerinde sevinçle tepinirken "Hamileyiz" diye çığlık atmayı da ihmal etmiyordu. Onun bu hallerine kahkahalarla gülmek istesemde bakışlarımı karnımdan çekemiyordum. Hamileydik. Hamileydim.

 

Tam buradaydı. Avucumun altındaydı. Belki nohut tanesi kadar hatta belki de mercimek tanesi kadar falandı ama buradaydı. Aras ve benden bir parça içindeydi. Bizim bebeğimiz içimde büyüyordu. Karanlığımıza aydınlık olacak bir mucize ararken meğerse o içimde sessizce büyüyordu.

 

Boşta olan elimi sıkıca tutan Yeliz'in endişeli bir sesle "Sena" diye seslenmesiyle gözlerimi sabitlediğim noktadan güçlükle çektim. Yüzüne ne olduğunu sorgulayarak bakmaya çalışsamda gözlerimdeki boş bakışları gördüğüne emindim.

 

"Sena, sen sevinmedin mi?" Dudaklarımı birbirine bastırıp güçlükle yutkundum. Aklım ve kalbimin arasında sıkışıp kalmışken ne hissedeceğimi tam olarak bilemiyordum. Sevdiğim adamdan hamileydim ama sevdiğim adam beni terk etmişti. Ne büyük çıkmaz Allah'ım.. "Ben... Ben sevindim."

 

Cümleler boğazıma kurtulmak isteyipte kurtulamadığım bir balgam gibi yapıştı. Başladığım cümleyi devam ettiremeyip susmak zorunda kaldım. Ne söylersem söyleyeyim kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir noktada olduğumu biliyordum.

 

Sessizliğini bozan Yavuz'un durgun bir sesle "Sen sevindin ama Aras'ın vereceği tepkiden korkuyorsun."dedi. Dolu dolu olmuş gözlerimle yüzüne bakıp başımı salladım. Bu adam gerçekten benim içimi okuyup her halimi anlıyordu.

 

Yeliz'in omzuna dokunup çekilmesi için müsaade istedikten sonra boş sandalyeye oturdu. Elimi sıkıca kavradı. "Sena, Aras seni sevmekten vazgeçmedi ki bebeğini duyunca seni zorla yanında tutsun. Kalmak istersen kalırsın istemem dersen bebeğini ayrı anne baba olarak büyütürsünüz." Kalkan kaşlarımla ona bakmaya devam ettim. Söylediklerine inanmak istesem de inanamıyordum.

 

"Bu bebek seni affetmesi için bir bahaneden fazlası olmaz. Eğer seni istemiyorsa da -ki ben böyle bir ihtimalin varlığına dahi inanmıyorum- sen hamilesin diye senden ayrılmaktan da vazgeçmez. Kafanda kurduğun senaryoları bir kenara bırak ve bu mutlu haberin tadını çıkar."

 

Buruk bir tebessümle güldüm. Acımasız, merhametsiz, katı yürekli mafya babası Aras Yiğitsoy beni sevdiği için bebeği bahane edip affedecekti öyle mi? Rüyamda görsem bile inanmazdım. Yapmadığım bir ihanetin bedelini 13 yılla ödemiştim şimdiyse suçluydum. Ceza sürem ise müebbeti. İtiraz etmek için dudaklarım aralandı lakin Yavuz bakışları ile susmamı sağladı.

 

"Sena, sen onun keskin iki yüzünü tanıyorsun. Tanıdığın adamlardan birisi çok masumken diğeri merhametsizlik kelimesinin sözlük anlamı. Yani sadece siyah ya da sadece beyaz halini tanıyorsun, haksız mıyım?" Evet anlamında başımı salladım.

 

"Herkesin olduğu gibi Aras'ın da gri bir tarafı var. Onu açığa çıkaran da sensin. Senin yanındayken başka bir adama dönüşüyor. En basiti, canını yakan bir insanının canını yakmak için her şeyini veren adam sana zarar vermemek için kendini yaralamayı seçiyor. Ellerine senin yüzünden daha kaç dikiş atmam gerekecek bilemiyorum." dedikten sonra dudakları muzipçe yana kaydı.

 

Evet haklıydı; Aras bana zarar vermemek için kendine zarar veriyordu. Benim canımı yakmanın bedelini kendine en ağır şekilde ödetiyordu. Ama bu olayların hepsinde haklı olan bendim. Şimdi ise haksızdım ve acımasız tarafını göreceğimi biliyordum.

 

Kaşlarım "Öyle mi diyorsun?" dercesine havalandı. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. Yüzüne yayılan gülümseme ile dudakları kıvrılırken "Tamam kabul ediyorum zehir saçan diline bir çözüm bulamadık. Sanırım tıpta bu konuda çaresiz" deyip gülerken gözleri elimin üzerinde durduğu karnıma kaydı. "Ama belki de tıbbın çaresiz kaldığı diline, çırpındıkça battığı karanlığına bu küçük mucize iyi gelir ne dersin?" deyip göz kırptı.

 

"Ayrıca senden ölene kadar nefret etmeyecek ve seni bir çöp olarak falan da görmeyecek" deyince şaşkınlığımı gizleyemeyerek kocaman gözlerle yüzüne baktım. Bu kadarını bilmesi de imkansızdı. Müneccim falan olması gerekiyordu.

 

"Sen benim beynime çip falan mı taktın? Ne düşündüğümü nereden biliyorsun?"

 

Gür bir kahkaha attı. "Aynı soruyu ilk adliye maceramızda yine sormuştun hatırlamıyor musun?" diye sorunca aklım o güne gitti. Yavuz benim aklımdan geçenleri bildiği için dehşete düşmüş ve aynı soruyu sormuştum. Gülümseyerek "Evet" cevabını verdim.

 

"O zamanlar tabi işin aslını söyleyememiştim. Aras senden o kadar çok bahsetti ki senin tepkilerini, düşüncelerini bilmemem mümkün değil diyememiştim ve seni geçiştirmiştim." Tekrar elimi tutup gözlerime sevgiyle baktı. "Sena, ben seni Aras'tan dinleyerek bu kadar öğrendiysem Aras'ın senin hislerini, düşüncelerini bilmediğini ya da önemsediğini nasıl düşünebilirsin?"

 

Bir süredir sessizce bizi dinleyen Yeliz "Yavuz haklı Sena. Aras'ın karanlığına sadece saf, masum bir melek aydınlık getirebilir. Ve yine Yavuz haklı; Aras senden asla vazgeçmedi, vazgeçemezde. Sadece olanları sindirmek için biraz zamana ihtiyacı var."dedi.

 

Başımı iki tarafa salladım. "Bilmiyorum. Her şey elimde olmadan çok hızlı gelişiyor. Kendimi hızdan korktuğu bilindiği halde umursamazca lunaparktaki yüksek hız trenine bindirilmiş çocuk çaresizliğinde hissediyorum." Oflar gibi derin bir nefes verdim. Ellerimi saçımın arasına daldırıp saç köklerimi sıktım. "Ben gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum. Bir bebeğe tek başıma nasıl sahip çıkarım bilmiyorum. Anneliğe hazır olup olmadığımı bilmiyorum. Aras'ın vereceği tepkiyi bilmiyorum. Bilinmezlikler içinde kayboldum."

 

"Bebeği aldırmayı düşünüyor olamazsın?" diyen Yeliz'in endişeli ama bir o kadar da tehditkar sesi ile dudaklarım tek çizgi halini aldı. Bu bebekten kurtulmayı istiyor muydum ya da istemiş miydim? Söylediğim kelimelerin anlamı böyle mi oluyordu?

 

"Ve sana tek olduğunu düşündüren şey ne bilmiyorum ama biz buradayız." diyerek sert bir çıkış yapan Yeliz, Yavuz'un uyarıcı bakışlarını görünce umursamazca omuz silkti. Neden böyle bir tepki verdiğini anlayabiliyordum. Bebeğimin olması bir mucizeydi ve böyle bir mucizeyi yok etmek istiyor oluşuma sinirleniyordu.

 

Yavuz inceltmeye korkan sesiyle "Sena, böyle bir şey düşünmüyorsun değil mi?" diye sordu.

 

 

Karnımın üzerindeki elimi siperlik yapar gibi kaldırıp sanki bebeği görüyormuş gibi baktım. "Neler olacak bilmiyorum. Hayatın bana neler sunacağı hakkında hiçbir fikrim yok. Aras'ın beni affetme ihtimali bana göre yüzde bir bile değil ve ben onsuz nasıl yaşayabilirim bilmiyorum." duraksayıp derin bir nefes aldım. "Ama bir şeyi biliyorum. Ben... Ben ne olursa olsun bu bebeği istiyorum. Aras beni tekrar sevsin diye değil ya da her şey yoluna girsin diye değil." Duraksayıp derin bir nefes daha aldım. "İkimizden bir parça bu bebek. Ayrıca ikimizin en masum taraflarının simgesi."

 

Yavuz yüzüme minnetle bakarken Yeliz yanıma gelip sıkıca sarıldı. "İşte benim tanıdığım Sena Eroğlu. Her şeye rağmen dimdik ayakta veeeee" Elini karnıma götürüp sevgiyle okşadı. "Bizi bu küçük mucizeden mahrum etmeyecek kadar asil."

 

Yeliz'e kendimi beğenmiş bir bakıl atarken Yavuz kıpırdanıp bir anda ciddiyete büründü. Gözlerinde büyük bir endişe ve korku ile yüzümüze bakıp "Hanımlar büyük bir sorunumuz var." dedi.

 

Korktuğum başıma gelmişti. Aras ile ilgili bir sorun olacağını fark etmişti ve şimdi de onu söyleyecekti. Sevincim bu kadar kısa sürmeye mahkumdu işte. Gözleri Yeliz ile benim üzerimde gezerken "Ya bebek erkek olursa ve Aras'a benzerse." dedi. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluşurken şakacı bir tavırla başını iki yana salladı. "Bu dünya bir Aras Yiğitsoy'u daha kaldırmaz".

 

İçimden sorun olmamasına derin bir oh çekerken sevgi dolu gözlerimle Yavuz'a baktım. Bütün samimiyetim ve içtenliğim ile "Hele de bir Yavuz Egelisi yoksa" dedim. Bakışlarıma aynı içtenlikle karışıklık veren Yavuz'un gururunu okşamıştı sözlerim. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu.

 

"Belki küçük Egeli'nin vaktinin geldiğinin işaretçisidir bu bebek Yavuz. Ne dersin?" diye soran Yeliz'in sesi odayı doldururken ikimizin şaşkın bakışları ondan döndü. Boşta olan sandalyeye oturup bir bacağını diğerinin üzerine atan Yeliz umursamazmış gibi davranarak havaya kaldırdığı elinin tırnaklarına bakmaya başladı. "Artık senin de evlenme ve çocuk yapma zamanın gelmiş belki de geçiyordur."

 

Gözlerim irileşebildiği kadar irileşti. Bugün yaşadığım şoklar yüzünden ölmezsem yakın zamanda ölmem diye düşünmeye başladım. Yeliz, yürümüyor resmen koşuyordu. Yavuz'a çıkabilecek bütün yolları denerken edepsizliği de iyice eline almıştı. İlk kez aşık olmuş birisi için fazla cesur hareketleri vardı. "Belki de ilk kez aşık olduğu için bu kadar cesur.." diyen iç sesime hak verirken Yavuz'un tepkisine bakma isteğim oluştu. Bakışlarım Yavuz'a çevrildiğinde ise düşünceli bir şekilde karnıma baktığını fark ettim.

 

Yeliz'in söylediklerini düşünüyordu. Gerçekten de babalık konusunda ne istediğine karar vermeye çalışıyordu. Yeliz'in taktiği işe yaramış mıydı yani?Adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü bir şekilde yutkundu. Bakışları hala karnımda sabitken "Neden olmasın Yeliz?" deyip bakışlarını karnımdan çekti.

 

Baba olmaya hazır olduğunu kabul mü etmişti? Yani Yeliz'i kabul etmişti öyle mi? Hislerinde kaçmayacaktı. Hislerine saygı duyacaktı...

 

Yeliz'in gözlerinin içi kazandığı zaferin etkisiyle parlarken Yavuz "Ben sana söyleyeyim neden olmayacağını.." diyerek söze başladı. Biz neden olmasın kelimesini "evet çocuk istiyorum" olarak algılarken Yavuz soru sormuştu. Susmak nedir unutan iç sesimin "Neden olmasın diye sorgulama mı olur ya?" tepkisine her zaman ki gibi hak veriyordum. Böyle cümleye mi başlanırdı?

 

Derin bir nefes aldı. "Söyleyeceğim hiçbir şeyi üzerine alınma Sena." Başımı tamam anlamında sallayınca Yeliz'e döndü. "Ben Selim gibi yani Aras gibi 13 yıl kimseyi beklemedim de sevmedim de. Sizin anlayacağınız böyle büyük bir aşka mazhar olmadım. Bana göre yaşadığım bu iğrenç hayata da ancak böyle bir aşkın meyvesi gelebilir. Çünkü ancak bu kadar büyük bir aşk pislikten çürümüş ruhumuza, karanlığa teslim olmuş hayatımıza aile kurma hakkını verir."

 

"Her aşkın hikayesi farklıdır Yavuz Bey. Her aşkın kendine göre bir savaşı ve bir zaferi vardır. Acaba siz aşık olmaktan korktuğunuz için bahanelerinize kılıf buluyor olabilir misiniz?" Yeliz'in sesi sertleşmişti ve biraz önceki sevimli halinden eser kalmamıştı.

 

"Ben her aşkın aynı olduğunu kast etmedim Yeliz. Ben aşkımdan ölsem de ne aile kurarım ne de çocuk yaparım. Benim aşkımın büyüklüğü de bu."

 

"Korkağım diyorsun yani?" Savaş meydanı kızışıyordu. Araları düzelsin, birbirlerine yakınlaşsınlar isterken iyice uzaklaşıyorlardı. Acil müdahale etmem lazımdı.

 

"Kız olmayacağı ne malum? Belki de bana benzeyen küçük bir kızımız olur." Aklıma gelen ilk şeyi konuyu kapatmak için savuşturmuştum. Ağzımdan çıkan cümle ile "Sena, ben ona neler alırım. Minicik ayaklarına ne çoraplar alırım, prenses elbiseleri alırım, Amazon kadını yaparım. Ya ben onu kılıktan kılığa sokarım." diyen Yeliz odanın kasvetinden kısa sürede sıyrılmıştı.

 

Yavuz ise bir kaç saniye daha bakışlarını Yeliz'de tutup bana döndü. Derin bir gülümsemesine eşlik eden imalı ses tonuyla "Tatlı diliyle beraber güzelliğini de annesinden alırsa Haliç'in derin sularına daha çok adam gömeceğiz desene." dedi. Tıpkı ilk tanıştığımız gün Aras'ın yaptıklarını anlatırken söylediği tonlamada söylemişti. Farklı zamanda aynı kelimeleri kullanıyordu. "Yaşadıklarına sahip olmayı asla düşünmezdin ama bak şimdi neredesin" demeye çalışıyordu.

 

Kaşlarım çatışırken sahte bir sinirle Yavuz'a baktım. Gülmemek için titreyen dudaklarım ile daha çok savaş verirken "Bir kere benim prensesimin sevdiği adama kimse dokunamaz tamam mı? Hem tabi ki de annesi gibi olacak." deyince ne dediğimi fark ettim. Bebeğimin eski bana benzemesi başımıza gelebilecek en kötü şeydi. Böyle bir şey olursa gerçekten de Haliç sular altında değil ölü adamlar altında kalırdı. İçimden binlerce kez tövbe çekerken "Teyzesi gibi olacak." dedim.

 

Yarım bıraktığım sözü tamamlamak için Yeliz'in gözlerine baktım. "Teyzesi gibi bir kez aşık olacak" Bakışlarımı Yeliz'den çekip Yavuz'a çevirdim. "Ve aşık olduğu adam dünyanın en mert adamı olacak." Sözlerim karşısında Yeliz'in yüzünde tatlı bir gülümseme olurken Yavuz'un omuzları yay gibi gerildi.

 

Gözlerime yapma dercesine bakıp ayağa kalktı. Ellerini ceplerine sokup yavaş adımlarla pencereye doğru yürüdü. Pencereden dışarıyı seyrederken olduğu yerde hafifçe sallandı. Yeliz'e bakıp kaş göz işareti ile ne olduğunu sordum. Omuz çekip dudaklarını oynatarak "Bilmiyorum" dedi.

 

Üst dudağımı dişlerimin arasına alıp dişlerken kaşlarımı yukarı doğru kaldırdım. Yeliz söylediklerinde haklıydı. Yavuz korkuyordu. Yeliz'e aşık olmaktan onunla bir hayat kurmaktan korkuyordu. Aynı cümle içerisinde adlarının geçmesi bile ağır geliyordu. Ona olan hislerinden kaçıyordu. Peki ama neden?

 

Yerinde kıpırdanan Yavuz "Teyzesi gibi tek adama aşık olması senin için onur verici bir şey olsa gerek Sena." derken yavaşça benden tarafa döndü. "Umarım doğru adama aşık olmayı da becerir. Çünkü her mert adam doğru adam değildir."

 

Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. "Peki senin için doğru adam nedir Yavuz?"

 

Gözünden hüzün bulutları geçerken adem elmasını yerinden oynayacak kadar güçlü bir şekilde yutkundu. "Sevdiğini koruyabilmesi. Sevdiğinin canını herkesten her şeyden koruyabilmesi." Hızla kendini toparlayıp umursamaz bir hava takınmaya çalışırken "Tabi bunun içinde doğru düzgün hayatı olan birine aşık olmak şart." dedi.

 

Yeliz'in ölmesinden korkuyordu. Onu ebediyyen kaybetmektense yanında ama uzağında bir hayat geçirmeyi tercih ediyordu. Gerçekten seven bir adamın yapacağı gibi sevdiği kadını herkese ve her şeye rağmen korumaya çalışıyordu. Ama bu sevdiğinden vazgeçmesi için geçerli bir sebep miydi? Elbette hayır. Bunun çözümünü bulmakta bana düşüyordu. Aklımdaki planla Yavuz ile Yeliz'in arasını yapacaktım.

 

Yanımıza doğru yürüyen Yavuz "Her neyse bu konular için daha çok erken. Şimdi asıl sorunumuza gelelim. "derken çoktan yatak başlığına gelmişti. Ellerini yatak başlığına dayayıp "Bebeğin babası bebeğini ne zaman öğrenecek?" diye sordu.

 

Nefesimin kesildiğini hissettim. Ciğerlerime derin bir nefes alıp geri verdim. "Bilmiyorum. Ben her şeyi geçtim. Bana olan yaklaşımını düşünmeyi bıraktım lakin ya bebeği duyunca onu benden almaya kalkarsa.." derken ellerim koruma iç güdüsüyle karnıma gitti.

 

Bu detayı dillendirene kadar asla düşünmemiştim ama böyle bir ihtimalde vardı. Aras bebeğimi alıp benden çok uzakta büyütebilir ve onu bana göstermeyebilirdi. Yüreğimde başlayan korku bütün vücuduma yayılırken tüylerim ürperdi.

 

"O kadar acımasız bir adam olmadığını hepimiz biliyoruz Sena. En fazla kısa bir süre sen yokmuşsun gibi davranmayı dener ama sonrasında yine doğruyu bulur."

 

Yavuz'un söylediklerinden sonra aynı fikirde olup olmadığını görmek için Yeliz'e baktım. Başını Yavuz'u onayladığını belli edercesine salladı. Yanaklarımı şişirip nefesimi yavaşça bırakırken bir taraftan da düşünmeye çalışıyordum. Doğru ile yanlış birbirine girmiş gibiydi. Ne yapacağımı bilmiyorum.

 

İçimden bir ses "Kalbini dinle Sena. Kalp sesin seni asla yanıltmadı." deyince onu onaylar şekilde başımı salladım. Yanaklarımda kalan son nefesi de hızlıca verip "Madem öyle diyorsunuz o zaman babamızda bugün öğrensin bizi." deyip duraksadım. Omuzlarımı yukarı çekip "Hastane çıkışında tekneye gidip söyleyeceğim, umarım kapıdan kovmaz." dedim.

 

Odanın içinde ikinci kez sevinç havası eserken ilk tepki Yavuz'dan geldi. Gülerek "Merak etme ben seni azıcık tanıdıysam sen ne yapar eder bu bebeği ona söylersin. Susmama konusunda uzmansın. Meslek hastalığı sanırım."dedi.

 

İçten bir kahkaha atıp ellerimle karnımı okşadım. Babamızında amcası gibi tepki vermesini umut ediyordum. Yaklaşık yarım saat sonra hastane çıkışımızı yapıp Yavuz ve Yeliz'in yanında ayrıldım.

Aras'ın yanına tek başıma gitmek istiyordum. Bu yüzleşmeyi ya da bu sürprizi tek başıma yapmak istediğim için böyle bir karar almıştım.

 

Kadir arabayı tekneye sürerken bende arka koltukta sitelerden bebek kitapları bakarak kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Kendimi daha fazla strese sokup bebeğin sağlığını riske atmak yerine kendimi geliştirmeye çalışmak daha akıllıca bir karar gibi geliyordu.

 

Limana geldiğimizde Kadir arabayı sağa çekip arka kapıyı açtı. Yüzüne tebessümle bakıp "Teşekkür ederim Kadir. Sen beni bekleme git." dedim.

 

Gözlerinde tereddütlü bir bakışla "Emin misin Yenge" diye sordu. Başımı evet anlamında aşağı yukarı sallarken "Eminim Kadir git sen." dedim. Aras'ın vereceği tepkiden elbette emin değildim ama kapıdan koyulduğumun da görülmesini istemiyordum. Hem beni almazsa taksi ile dönerdim.

 

Kadir "Tamam Yenge" dedikten sonra araca binip uzaklaşırken bende tekneye doğru yürüdüm. Titreyen dizlerim ve ağzımda atan kalbim içinde bulunduğum durumda zerre yardımcı olmasa da bu konuşmayı bir şekilde yapmak zorundaydım.

 

Teknenin önüne gelip derin bir nefes aldım. Nefesimi sesli ve hızlı bir şekilde verirken ayağımda tekneye basmıştı bile. Teknenin kapısına doğru ilerleyip nefesimi içimde tutarak cam kapıyı tıklattım. Bir günah işlemişcesine ruhum sıkılırken havadaki elim sabırsızlıkla çantamı kavrayıp sapını sıkmaya başladı.

 

Hala açılmayan kapı sinirlerimi daha da yıpratmaya başlamışken Aras'ı aramak için çantamdaki telefonuma uzandım. Belli ki tekne de değildi ve benim onun nerede olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Telefonu elime aldığım esnada ağzıma acı su tadı geldi.

 

Eğdiğim başımın etkisiyle midemde yukarı doğru bir hareketlilik sezince başımı deniz havası almak için yukarı kaldırdım. Burnuma tuzlu deniz kokusunu çekerken teknenin kapısı da büyük bir gürültü ile açıldı. Gözlerim hızla kapanırken korkum alevlendi.

 

İşte karşındaydı. Önce benden nefret eden bakışları bakışlarımla buluşacak sonra da yüreğimi yakan iğneleyici sözleri ağzından dökülecekti. Mavi okyanuslar benim için kızgın lavlara dönüşürken ben her şeye karşı güçlü olacaktım. Omuzlarımı dikleştirip kararlı bir tavırla başımı ona çevirdim.

 

Kapalı gözlerim yavaşça açılırken neden geldiğimi dinlemesi için "Aras önce beni mi din..." diye söze başlamıştım ki gördüğüm kişiyle kelimeler boğazıma dizildi. Elimdeki telefon büyük bir gürültü ile yere düşüp paramparça olurken sanki tuzla buz olan telefon ekranı değilde bendim.

 

Dağılan dalgalı saçları, yüzünün her yerine bulaşmış ruju ve üzerinde Aras'ın gömleği ile Buket tam karşımda arsızca duruyordu. Gözlerime küçümseyen bir bakışla bakarken "Sena Hanım, şey sanırım Aras için geldiniz." deyip başını içeriye doğru çevirdi.

 

Sağ elinin baş parmağı ile içeriyi işaret etti. "Aras duşta ama isterseniz içeriye geçip çıkmasını bekleyebilirsiniz." Beynimden vurulmuşa döndüm. Gözlerim yanarken Buket'in ağzından dökülen her kelime de kalbime hançer misali saplanıyordu.

 

"ARAS DUŞTA İSTERSENİZ İÇERİ GEÇİP BEKLEYEBİLİRSİNİZ!!! ARAS DUŞTA İSTERSENİZ İÇERİ GİRİP BEKLEYEBİLİRSİNİZ!!!" Cümle zihnimde büyük bir acımasızlıkla yankılanıyordu. Nefes almayı bıraktığımı fark edebiliyordum. Boğazımdan ciğerlerime doğru keskin bir sızı hissetmeye başlamıştım. Daha fazla bu manzaraya katlanamayacağımın farkındaydım.

 

"Ben... Ben sonra da uğrarım. Size iyi günler." yanıtını verip yere değildim. Yerdeki telefonu alarak ayağa kalkıp hızla arkamı döndüm. Çıkmak için bir adım atmıştım ki "Sena Hanım" diye seslenen Buket'in sesiyle olduğum yerde durdum. Gözlerimi kapatıp yutkunduktan sonra akmaya hazır bekleyen göz yaşlarımı bir süre daha erteleyip ona döndüm.

 

"Aras'a geldiğinizi söylememi ister misiniz?"

 

"Hayır!" Duraksayıp derin bir nefes aldım. Fevri çıkan ses tonumu kontrol altına alarak "Hayır söylemenize gerek yok. Ben Yavuz ile iletişime geçerim." dedim.

 

Konuşmanın uzamaması için arkamı dönüp hızla tekneden çıktım. Rıhtımda ayakta güçlükle ilerlerken akan göz yaşlarım önümü görmemi zorlaştırıyordu. Yola çıkıp taksi çevirmek için ilerlerlemeye başlamıştım ki başımın döndüğünü hissettim. Bir an dengemi kaybedince yere düşmeyi beklerken kolumu kavrayan bir adamın "Hanımefendi iyi misiniz?" diyen sesiyle kendime geldim.

 

Hıçkırıklar arasında çıkan sesimle yalvaran bir tonlamada "İyiyim. Taksi... Taksi bulmama yardım edebilir misiniz?" ricasında bulundum.

 

Eliyle ileriyi işaret edip "Arabam hemen şurada. İzin verirseniz sizi gideceğiniz yere ben bırakayım. Bu saatlerde taksi bulmanız zor olur." deyince tereddüt içinde kalsam da itiraz etmeye ve taksi aramaya takatim olmadığı için başımı salladım.

 

Koluma giren adam ile arabaya doğru yavaş adımlarla ilerledik. Siyah Audi A4'ün önüne gelince kapıyı açıp geçmem için nazikçe kolumdan tuttu. Kendimi koltuğa güç bela bıraktıktan sonra yağmur tanelerinin usulca çarptığı cama baktım. Acımı yer gök hissetmişti de Aras'ın gönlünde en ufak sarsıntı yaratamamıştım.

 

Adam yanıma oturup emniyet kemerimi taktıktan sonra gülümseyerek bana döndü. "Sizi nereye bırakabilirim." Zoraki bir gülümseme ile evin adresini verdikten sonra burnumu çekip çatlak çıkmasına engel olamadığım sesimle "Teşekkür ederim." dedim.

 

Göz ucuyla bana baktı. "Rica ederim. Lakin haddimi aşmayacaksam bu güzel mavi gözlere kimin kıydığını öğrenmek isterim. Canınız çok yanıyor gibi." deyince göz yaşından ıslanan tuzlu dudaklarımı dişledim. Sağ elimin parmakları ile sol elimi oynarken ağan göz yaşımı elimin tersiyle sildim. Derin bir iç çekip "Kapanması gereken ama kapanmayan bir gönül yarası diyelim." dedim.

 

"Bugün kapandığı gün sanırım." Başımı onaylar anlamda salladım. "Evet." Peki gerçekten öyle mi olmuştu? Karnımda Aras'ın çocuğunu taşırken beni bin parçaya bölen bu duygulardan arınabilecek miydim? Onsuz kaldığım ama sevdasına sığındığım günlere dönebilecek miydim? Hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Açıkçası yabancı bir adamın arabasında otururken bu soruları da düşünmek istemiyordum.

 

Sessizce geçen araba yolculuğunun sonrasında araba evin önünde durdu. Adam kapımı açmak için aşağıya inse de onu beklemeden aşağıya indim. Nazik bir gülümseme ile yüzüne bakıp "Teşekkür ederim. Gerçekten çok zor bir gün geçiriyordum ve bu yaptığınız iyilik benim için paha biçilmez bir değere sahipti." dedim. Yağmur taneleri yüzüme usulca çarparken adam elindeki şemsiyeyi üzerime tuttu.

 

"Rica ederim." Elini bana doğru uzattı. "Çağlar Kortürk" Elimi uzatıp sıkarken küçük bir tebessümle "Sena Eroğlu" dedim. "Tanıştığımıza memnun oldum Sena." Elini elimden çekip ceketinin iç cebine yönlendirdi. Bir tane kartvizit çıkarıp elime tutuştururken "Sana askıntılık ettiğimi düşünmeni istemem ama aklımın sende kalmasını hiç istemem. Kötü olursan beni aramanı istiyorum. Eğer aramazsan da bu iyisindir anlamına gelir ve ben senin için endişelenmek zorunda kalmam." dedi.

 

Elime tutuşturduğu kartvizite baktım. Kadın Doğum Uzmanı Çağlar Kortürk yazısını okuyup buruk bir tebessümle başımı kaldırıp Çağlar'a baktım. "Her şey için tekrar teşekkür ederim. Ve söz veriyorum kötü bir şey olduğunda seni arayacağım." Bakışları karnımı bulurken "Her ne olursa olsun arayabileceğini unutma." deyip hızla bakışlarını gözlerime çevirdi. Yeşil gözler imalı bir şekilde gözlerime bakarken hamile olduğumu anlayıp anlamadığını kavramaya çalıştım.

 

İç sesim "Saçmalama Sena nasıl anlasın?" diye sorgularken başka bir ses "Yol boyu elin sürekli karnına gittiği için anlamış olabilir mi?" cevabını verdi. Kafamın içinde birbirine giren sesleri bastırarak tekrar adama baktım. "Tekrar teşekkür ederim." Son bir tebessümle bakıp şemsiyenin altından çıkarak eve doğru yöneldim. Konuşmayı sonlandırmak istediğimi anlayan Çağlar arabaya doğru geçerken bende yağmura aldırmadan bahçe kapısının önünden onun gidişini izledim.

 

Vücudumu değen soğuk her yağmur tanesine ihtiyacım vardı. Her damla yanıp kavrulan vücuduma az da olsa serinlik veriyordu. Araba evden uzaklaşırken bende bahçe kapısından içeriye yöneldim. Kapıyı kapatıp birkaç adım attım. İçimde tuttuğum hıçkırıklar patlayan bir volkan gibi ciğerimden sökülürcesine çıkarken bütün hücrelerim acının kıvılcımlarını hissediyordu.

 

Ben Selim'in ölmesini en büyük acım sanarken bugün en büyük acılardan birinin sevdiğin insanın başkasının kollarında nefes alması olduğunu öğrenmiştim. Sen onun varlığını unutmamak için kokusunu üzerinde taşırken onun teninin kokusunun başkalarının tenine karıştığı gerçeğiyle yüzleşmiştim. Ve bunu en mutlu günümde öğrenmiştim.

 

Yalpalayarak eve bir kaç adım ilerledikten sonra önce çantam düştü sonrasında da daha fazla ayakta kalamayarak dizlerimin üzerine yığıldım. Soğuk zemine doğru cenin pozisyonunda kıvrılırken bağıra bağıra ağlıyordum. Yumruğumu yere vurup "Allah belanı versin Aras." diye bağırdım. Yağmura karışan sesim sokakta yankılanırken "Allah belanı versin.."dedim.

 

 

"Sana senelerce sadık kaldığım hayatıma bir tane bile erkek almadığım halde bunu bana niye yaptın? Küçücük bir şey yüzünden bana neden ihanet ettin?" Sitem dolu sesim her kelimemde daha da kısılıyor bedenim küçülüyordu. Zemine vuran her yağmur tanesi acı dolu haykırışlarımla birleşirken zemine doğru iyice kapandım.

 

Katlanabileceğimden çok daha fazlaydı bu. Düşündüğümden çok daha ağır bir acıydı. Ve ben nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Yüreğimdeki bu ağrıdan nasıl kurtulmam gerektiğini bilmiyordum. Sanki beni bir tahtanın üzerine sabitlemişler ellerimi ve kollarımı bağladıktan sonra vücudumun her yerine kızgın demir basıyorlardı. Öyle dayanılmaz öyle karşı koyulmaz bir acıydı.

 

Ne kadar ağladığımı bilmediğim bir süre yağmurun altında kaldıktan sonra güçlükle ayağa kalktım. Yere düşen çantamı elime alıp yavaş ve sersem adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Kapının önüne gelince çantamın içini açıp titreyen ellerimle anahtarı kavradım. Soğuktan zangır zangır titreyen bedenimle kapıyı açıp eve geçtim. Islak kıyafetlerimden süzülen sular parkeye damlarken ürkek adımlarla merdivenlerden çıkıp odaya doğru ilerledim.

 

Küvetin musluğunu sıcak su ile doldurmak için açtıktan sonra ıslak kıyafetleri üzerimden yavaşça çıkardım. Her zerrem sırılsıklam olmuştu. Titreyen bedenimi güçlükle kontrol altında tutarken dolmaya başlayan küvetin içerisine girdim. Sıcak su bütün vücudumu yavaşça gevşetmeye başladı. Dizlerimi karnıma çekip başımı üzerine koyarak boşluğu seyretmeye başladım.

 

Ne düşüneceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilmiyormuşum gibi hissediyordum. Sanki bütün duygularımı kapının eşiğinde bırakmış evin içerisine duygusuz ruhsuz bir insan olarak girmiştim. Ne Aras'ın yaptıklarına karşı öfkem ne de ihanetin verdiği acı.. Hiç bir şey ama hiç bir şey hissetmiyordum. Bir tek şey dışında.... Bebek....

 

Suyun altındaki ellerim yavaşça karnıma giderken acıyla inledim. Burada minik bir mucize vardı. Bizi karanlığımızdan çıkaracak; evimizi yüreğimizi ışıl ışıl parlatacak bir mucize.. Peki biz bu güzel varlığı hak ediyor muyduk? Güvenilmez, bencil daha birbirine sadık kalmayı beceremeyen iki insanken bu toksik ilişkinin içine bu bebeği getirmeye hakkımız var mıydı?

 

Olanlardan sonra Aras'a gidip baba olacağını söyleyemezdim. Orospuların koynunda gününü gün ederken onu bu mucize ile ödüllendiremezdim. Onun baba olduğunu bilmeye hakkı yoktu. Böyle muhteşem bir şeye sahip olmaya hakkı yoktu. Aras'ın hayatımda olmasına asla izin vermeyecektim. Bebeğime iğrenç, yalan dolu hayatını bulaştıramayacaktı. Ama bebeğin varlığını öğrendiğinde bende kalmasına izin vermeyeceğini de biliyordum.

 

Ben senelerce psikolojik tedavi görmüş biriydim ve Aras bebeği almak için hukuki yollara başvurduğunda bebeğimi alabilirdi. İsmim kayıtlarda geçmiyordu ama Aras çok güçlüydü ve bunu ispatlamanın bir yolunu bulurdu. Kendisi berbat bir düzene sahip olsa da Esma Anne ile Hamdi Babayı mahkemeye sunabilirdi.

 

Mahkeme yoluyla aldığında arada da olsa görebilirdim peki ya onu benden alıp çeker giderse ne yapacaktım? Dünyanın bilmediğim bir noktasına yerleşirse ben bebeğimi nasıl bulacaktım? İşte o zaman bebeğimi sonsuza kadar kaybederdim. Peki ne için? Aras'ın kanla örülü karanlık dünyası için! Buna izin veremezdim. Daha Aras'ı karanlıktan çıkaramamışken yeni doğan savunmasız bir bebeği o cehenneme bırakamazdım.

 

Elim karnımda gezinirken "Biliyorum bunları düşündüğüm için bana çok kızıyorsun. Beni daha bugün öğrendiği halde neden benden vazgeçiyor diye düşünüyorsun ama başka seçeneğim yok meleğim. Senin de benim gibi oradan oraya savrulan, pisliğin içinde açmaya çalışan, mutsuz bir çocuk olmana izin veremem. Yaşadıklarımı yaşamana izin veremem. " diye mırıldandım.

 

Evet karar vermiştim bu bebeğin Aras'ın iğrenç dünyasına gelmesine izin vermeyecektim. Benim gibi kimsesiz kalmasına, karanlığın ortasında birbirinden bağımsız anne baba ile uğraşmasına izin vermeyecektim. Yanağımdan süzülen yaşları elimin tersiyle silip kararımdan dönmeden gerekeni yapmak için sudan çıktım.

 

Bornozu üzerime geçirip kıyafetlerimin olduğu yere doğru yürürken Çağların verdiği kartvizite bakmak için eğildim. Bulamadım. Ağlarken dışarıda bırakmış olmalıydım. Yağmurda ıslandığı için bir işe yaramayacağını bildiğimden çantamın içerisindeki telefonu çıkardım. Düşme neticesinde üzerindeki jelatin paramparça olmuştu. Kırık jelatini daha da parçalayarak çıkardım.

 

Parçaları yere atıp çalışma odama yöneldim. Masanın üzerindeki bilgisayarın önüne gelip sandalyeyi öne çekerek oturdum. Açılan ekrana Kadın Doğum Uzmanı Çağlar Kortürk yazarak arama tuşuna tıkladım.

 

Önüme sayısız haber dökülürken klinik adresinin ve numarasının yazılı olduğu ilk sekmeye tıkladım. Telefonun kilidini açıp titreyen parmaklarımla numarayı tuşlayarak dıt sesi duyulan telefonun cevaplanmasını beklemeye başladım. Bir kaç çalış sonrasında tatlı bir kadın sesi "Çağlar Kortürk Kadın Doğum Kliniği ben sekreteri İrem. Size nasıl yardımcı olabilirim?" diyerek telefonu cevapladı.

 

Derin bir nefes alıp verdim. "Merhaba İrem Hanım ben Sena Eroğlu. Çağlar Bey, klinikteyse görüşebilir miyim? Eğer yoksa da cep numarasını alabilir miyim? Kendisi ile tanışıyoruz numarayı vermeden önce arayıp teyit edebilirsiniz ." diyen açıklama cümlelerimi arka arkaya sıraladım.

 

"Kısa bir süre sizi hatta bekleteceğim." diyen kadının sesi sonrası büyük bir sessizlik oluşurken parmaklarımı ritmik bir şekilde masaya vurarak beklemeye başladım. Yanaklarımı şişirip nefesimi yavaş yavaş verirken konuşan vicdanıma ve kalbime de kulak tıkamaya çalışıyordum. Kısa bir bekleme sonrasında "Sena Hanım, orada mısınız?" diyen İrem'e "Evet buradayım." cevabını verdim.

 

"Sena Hanım, Çağlar Bey'in cep numarasını veriyorum not alabilir misiniz?" diye sorunca "Sizi dinliyorum." diyerek masanın üzerinde bulduğum kağıt parçasına verdiği numarayı hızlıca kaydettim. Ardından iyi günler dileyerek telefonu kapatıp verdiği numarayı tuşladım. Titrek bir nefes verip telefonu kulağıma götürdüm. Kalbim büyük bir gürültü ile çarparken yumuşak sesi ile "Sena" diyen Çağlar'ın sesiyle karşı karşıya kaldım.

 

Bir yerlere gizlenen sesimi güçlükle bularak "Çağlar merhaba. Bu kadar kısa süre içerisinde ikinci kez rahatsız ettiğim için özür dilerim ancak yardımına ihtiyacım var." dedim. Tatlı bir tebessümle güldüğünü belli eden nefes sesi ahizeden bana ulaşırken neşeli çıkan sesiyle "Senin için ne yapabilirim?" diye sordu.

 

Sulanan gözlerim ve yanmaya başlayan boğazım konuşmamı zorlaştırırken "Ben hamileyim ve hamileliğimi hemen bugün sonlandırmak istiyorum. 1 saat içerisinde klinikte olsam işlemi halletmek için bana yardımcı olur musun?" diye sordum. Daha birkaç saat önce tanıdığım adama neden bu denli güvendiğimi bilmiyordum ancak şu an da ondan başka hiç kimseyi de kendime yakın hissetmiyordum.

 

Neşeli çıkan sesi keyifsizliğe büründü. "Kliniğe geçiyorum, seni orada bekliyor olacağım." dedi. "Tamam" cevabını vererek telefonu kapatıp hızlıca sandalyeden kalktım. Banyoya yönelip saçıma havlu doladıktan sonra üzerimi giymek için elbise dolabıma doğru ilerledim. Çekmeceden iç çamaşırlarımı çıkarıp askıdan da kıyafetlerimi alarak yatağa doğru yürüdüm.

 

Bir şey düşünmek ve kararımdan vaz geçmek istemediğim için hızla üzerimi giyip ıslak havluyu saçlarımın arasından çekip aldım. Saçlarımı kurulamak demek düşüncelere dalmak demekti. Düşüncelere dalmak ise mantığımı yok sayıp kalbimi dinlememe neden olurdu. Benimse zafiyet gösterebilecek bir durumum yoktu.

 

Komodinin üzerinden arabanın anahtarının alıp yağmurda ıslanmamak için koşar adımlarla arabaya geçtim. Hafif bir titreme tüylerimin diken diken olmasına sebep olsa da arabayı çalıştırdıktan sonra açtığım klima gevşememi sağladı. Yol boyunca ufak titremeler bedenim yoklasa da hasta olacağım gerçeğini göz ardı edip klinik yoluna odaklanmaya çalıştım.

 

Kısa süren yolculuğum sonrasında arabadan inip kliniğe doğru yürüdüm. Ayaklarım bu saçmalıktan kurtulmak için dirense de onlara karşı gelip klinik kapısından içeriye girdim. Ben girişte beni sekreterin karşılamasını beklerken koltuğa oturmuş sabırsız bir şekilde elindeki dergiyi karıştıran Çağlar ile karşı karşıya kaldım. Ayağımda ki spor ayakkabılar ses çıkarmadığı için geldiğimi fark etmemişti. İçten olmayan bir gülümseme ile "Merhaba" diyerek varlığımı belli ettim.

 

Hüzünlü gözleri beni bulurken elindeki dergiyi bırakıp ayağa kalktı. Dudakları minik bir tebessümle kıvrılırken "Merhaba Sena" deyip koltukları göstererek "Oturmaz mısın?" diye sordu. Bir cevap vermeden yanına doğru ilerlemeye başladım.

 

İlk karşılaşmamızda dikkatli bir şekilde incelemesem de şu anda kendimi emanet edeceğim adamı inceleme fırsatım olmuştu. 182 boylarında, kumral ve yeşil gözlü bir adamdı. Yüz hatları bir ressam tarafından özenle çizilmiş gibi belirgin bir haldeyken yüzünün üzerinde hokka gibi duran burnu yakışıklılığına ayrı bir hava katıyordu. Ciddiyetine ayrıca masumiyet katan bebek yüzü ise insanın neden ona yakın davranma isteği duyduğunun cevabı niteliğindeydi.

 

Karşısındaki koltuğa oturup yüzüne bakmadan elimle oynamaya başladım. "Telefonda da söylediğim gibi hamileyim ve hamileliğimi sona erdirmek istiyorum. Bana yardımcı olur musun? Bu gün bu işten kurtulmak istiyorum." derken kelimeler boğazıma düğümlenmeye başladı. Acımasız sözcükler ağzımdan döküldükçe ruhum ölüyordu.

 

"Sena bana bakabilir misin?" diyen Çağların sesiyle başımı kaldırdım. "Niçin böyle bir karar verdiğini bilmiyorum." duraksayıp kesik bir nefes aldı. "Geçerli bir sebebin olduğuna eminim. Ama bu geçerli sebep bir bebeği öldürmek için yeterli mi bilemiyorum. Biten bir aşk, mutsuz bir kalp var ortada ancak doğmak için karnında beliren küçük bir mucizeye sahipsin. Belki de senin hayatının güzelleşeceği nokta tam olarak burasıdır."

 

Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırıp tek çizgi haline getirdim. Akan gözyaşlarım yanağımdan boynuma doğru yol alırken kendimi açıklamak için tek kelime dahi etmek gelmiyordu içimden. Sessiz kaldığımı görünce "Bebeğe bakabilecek ekonomik imkanlara sahip olduğunu görüyorum. Aldırmak istemenin sebebi babasının istememesi mi?" diye sordu. Başımı iki yana olumsuz anlamda salladım. Fısıltı gibi çıkan sesimle "Haberi bile yok." yanıtını verdim.

 

Oturduğu koltukta öne doğru eğilip gözlerimin içine baktı. Beni anlamaya çalışan bir ses tonuyla "Belki haberi olunca kabul eder bebeği. Aranızdaki sorunlar da çözüme kavuşur böylelikle. Lütfen bir anlık öfkeyle yanlış karar verme."dedi.

 

"Babası duysa eminim mutlu olurdu." demek dışında bir açıklama yapmadım. Anlamaya çalışan gözlerle yüzüme bakıp "O zaman sorun ne Sena?" deyip sesli bir nefes verdi. "İlkokulda bir öğretmenim 'Dertler paylaştıkça azalır, sevinçler paylaştıkça çoğalır.' derdi. Sorununu benimle paylaşırsan belki bizde derdine bir çözüm buluruz. Senin göremediğin bir çözüm yolunu belki de beraber buluruz."

 

Burnumu hoyratça silip tuzlu suyla yıkanan dudaklarımı yaladım. "Benim derdimin bir çözümü ne yazık ki yok Çağlar. Eğer ben bebeğimi doğurursam babası onu benden alır ve ben onu asla göremem. Bebeğim de tıpkı benim gibi sevgisiz ve karanlık bir dünya da büyür. Kurumuş bir yaprak gibi oradan oraya savrulur babası ile benim aramda çıkacak savaşta zarar görmesini engelleyemem."

 

"Babası bu kadar kötü bir adamsa sen neden ona aşık oldun? Onu tanımıyorum ama sanki biraz ona haksızlık ediyorsun." diyen Çağlara ben ona değil masum Selim'e aşık oldum dememek için kendimi zor tutuyordum. Ama bu kadar büyük bir sırrı elbette söyleyemezdim. Aşağı doğru süzülen yaşımı elimin tersiyle silip "Bilmem. İnsan belki de aşık olurken kör oluyordur ve gerçekleri de iş işten geçtikten sonra görüyordur." dedim.

 

"Eğer her körlüğün sonucu böyle mucizelere sebep olacaksa sence de çekilen çileye değmez mi? Dünya da binlerce hatta milyonlarca kadın bebek sahibi olmak için yol ararken bu yaptığın bencillik değil mi?"

 

Haklıydı. Lanet olsun ki haklıydı. Bende o binlerin, milyonların içinde yer alan bir kadındım ve bana lütfedilen mucizeden kurtulmaya çalışıyordum. Biliyordum bu bebeğinin olmasını bekleyen diğer kadınlara haksızlıktı. Lakin başka çarem de yoktu.

 

Çağların konuyu uzatıp beni ikna etme çalışmasına devam edeceğini bildiğim için o konuşmasına devam etmeden söze başlayarak "Her neyse bana yardımcı olacak mısın?" diye sordum.

 

Beni ikna edemeyeceğini anlayınca hüzünlü gözlerle yüzüme baktı. Memnuniyetsiz bir tonlamada "Odama geçip bebeğin ne kadarlık olduğuna bakalım. Alma işlemi için uygunsa seni istediğin sonuca ulaştırırız." dedi. Oturduğu yerden kalkıp bir odaya doğru yöneldi. Sessiz bir şekilde arkasından onu takip ettim. Cıvıl cıvıl renklerle donatılmış odanın içimi kıpır kıpır etmesi gerekirken buza çevirmişti. Kalbimin üzerine kocaman bir öküz oturmuş sedyeye yaklaştıkça boynuzlarını kalbime saplıyordu.

 

Ultrason için sedyeye yatıp karnımı açtım. Başımı cihazın olduğu yönün aksine çevirip uyarıcı bir tonlamada "Kalp atışını falan duymak istemiyorum. Uygun olduğunu anlayalım ve yapılması gerekeni yapalım." dedim. Sıkıntılı bir nefes vermek dışında cevap vermedi. Soğuk başlığı karnımın üzerinde bir süre gezdirdikten sonra "Görmek istemediğine emin misin? Tanışmanın ikinize de iyi geleceğine eminim." deyince başımı güçlükle olduğu yerde sabit tuttum.

 

Ona bakmak istiyordum. İçimde büyüyen küçük nohut tanesini görmek için yanıp tutuşuyordum ama bakamazdım. Onun varlığını hissedemezdim. Yoksa aldığım karardan vazgeçerdim. Çıkmamaya yemin etmiş gibi kısık çıkan sesimle "İstemiyorum." diyebildim.

 

Bunların hepsi Aras'ın suçuydu. Bebeğimden vazgeçmem, onu görmek istememem Aras'ın suçuydu. Kendine sahip çıkamadığı, aşkına sadık kalamadığı için bizi bu sona o mahkum etmişti. Onu ölene kadar asla affetmeyecektim. İçimdeki mucizenin katili olmama sebep olmuştu ya bugünden itibaren aşkını kalbime gömüp nefretimi yeşertecektim.

 

Çağlar memnuniyetsiz bir sesle "Tam 8 haftalık. İstediğin şekilde ondan vazgeçebilirsin. " dedi. Oflar halde nefes verdi. "Sena bebeğin çok güçlü tutunmuş. Sağlıklı bir hamileliğin olacak gibi duruyor. Kararını tekrar düşünmek ister misin?" diye sordu.

 

Boğazımda düğümlenen tükürükten kurtulmak için yutkunup başımı salladım. Çağlar keyifsiz bir sesle "Umarım pişman olmazsın" diyerek odadan çıktıktan birkaç dakika sonra 25li yaşlarda alımlı, genç ve güzel bir kadın içeriye girdi. Gülümseyerek "Merhaba Sena Hanım ben İrem." diyerek kendini tanıtıp elindeki mavi önlüğü bana uzattı. "Üzerinizdekileri çıkarıp bunları giymeniz gerekiyor sonrasında da yan odaya geçeceğiz."

 

Yattığım yerden kalkıp karnımı peçete ile sildim. Uzatılan mavi önlüğü aldım. Mavinin her tonunu seven ben o an maviden tiksinti duydum. Bakarken kaybolduğum mavi gözlerden duyduğum gibi.

 

Üzerimdekileri bir çırpıda çıkarıp önlüğü üzerime geçirdim. Yan tarafta bulunan odaya geçmek için ürkek adımlarla ilerlemeye başladım. Ameliyathaneye çevrilmiş olan odanın önüne gelip kapısından içeriye girince gözlerim odanın içinde gezindi. Masanın üzerinde duran yapılardaki makaslar, neşterler ve ne olduğunu anlamadığım daha bir sürü alet.

 

Karın boşluğunda hissettiğim bir soğuklukla ürperdiğimi hissettim. Ellerim korkuyla karnımı sararken gözlerime dolan yaşlara ne kadar engel olmaya çalışsam da başarılı olamadım. Minicik bedenini buz gibi aletlerle bedenimden ayıracaklardı. Onu parçalara ayırıp içimden söküp çıkaracaklardı.

 

Halimi gören Çağlar "Sena vazgeçmek için hala bir şansın var." deyince gözlerim usulca kapandı. Keşke söylediği gibi başka çarem olsaydı. Keşke beni Aras'ın gazabından kurtaracak başka bir çarem olsaydı. Bebeğimi aşmaması için onsuz kalmaya bile razı olurdum. Ama gerçekler apaçık ortadaydı. Bebek olursa Aras onu benden alırdı.

 

Titrek çıkan sesimle "Hayır yok, lütfen başlayalım." dedim. Yanıma gelen İrem'in yönlendirmesi ile masaya uzanıp bacaklarımı yukarıya kaldırdım. Odaya giren anestezi uzmanı olduğunu anladığım adam burnuma maskeyi geçirirken gözlerim tepemde olanca gücüyle beni aydınlatan ışığa kaydı.

 

Işık önce parlayan bir güneşe dönüşürken sonrasında da üniversite dönemlerinde Selim ile olan anılarımı gözlerimin önüne getirdi. Selim'in sıcak gülümsemesi gözümün önüne gelirken, saçlarımın arasına kondurduğu minik buseler eşliğinde "Seni çok seviyorum Senam" diyen sesi kulaklarıma doldu.

 

Ben ne yapıyordum? Bebeğimin babası Selimdi. Uğruna ölümü göze aldığım adamdı. Ve ben ikimizin mucizesine sırf Aras yüzünden zarar vermeye kalkıyordun. Zihnim bulanıklaşmaya başladı.

 

Ağzımdaki maskeden yavaşça narkoz verilmeye başlarken gözümün önüne tıpkı Aras'a benzeyen masmavi kocaman gözleri, önüne düşen sarı bukleli saçları ile bir kız çocuğu hüzünlü gözleriyle gözlerime baktı. İşte tamda o anda içimde tam olarak bir şeyler koptu.

 

Büyük bir yanlış yapıyordum. Yanlış demek az kalırdı büyük bir aptallık. Bebeğimden vazgeçmek demek her şeyin düzelmesine neden olmayacaktı aksine beni dipsiz bir uçuruma atacaktı. Ama o yanımda olursa benimle olursa her şeye karşı koyabilirdik. Aras'ın bizi ayırmasına engel olabilirdik. Hamdi Babadan, Yavuz'dan yardım alıp kendimize bir hayat kurabilirdik.

 

Çağlar haklıydı gözden kaçırdığım ihtimaller vardı. Görmemek için direndiğim ama beni asıl mutluluğa ulaştıracak ihtimaller. Onları durdurmak zorundaydım. Yanlışımı düzeltmek zorundaydım.

 

Zihnim tamamen bulanırken konuşmaya mecalimin olmadığını fark ettim. Bedenimde kalan son gücümü kullanıp "Vazgeçtim.. Ben kararımdan..." derken bedenim acımasız bir karanlığa çekildi.

 

                                   

SENA HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ YİNE FEVRİ BİR KARAR VERDİ. BEDELİNİ AĞIR ÖDEYECEĞİ BİR KARAR...🤦🏻‍♀️🤦🏻‍♀️

 

ARAS İÇİN YORUM YAPAMIYORUM🫣🫣🫣

 

ÇAĞLAR'I SEVDİNİZ Mİ VE BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ🦋🦋

Bölüm : 21.09.2025 06:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...