15. Bölüm

ÖLÜM GİBİ

Gizem Gültekin
gizeemikoo

Sena'nın Ağzından

 

Gözlerimi yavaşça açarken elimi zonklayan başımın üzerine götürdüm. Açılan gözlerimin önündeki görüntüler gidip gelirken nerde olduğumu anlamaya çalıştım. Karşıdaki kiremit desenine sahip duvar kağıdı buranın evim olmadığını anlamam için yeterli olmuştu. Peki burası neresiydi?

 

Açtığım gözlerimi tekrar kapatıp dün gece buraya nasıl geldiğimi düşünmeye başladım. Başıma bıçak gibi saplanan ağrılar zihnime görüntülerin gelmesini engellese de kendimi zorlayınca aklım başıma geldi.

 

Gözümün önüne gelen görüntüler hiçte iç açıcı cinsten değildi. Akşam öfke nöbeti geçirmiştim. Aras Yiğitsoy'un gözünün önünde soyunmuştum. Ve ona benimle yatması için ısrar etmiştim. O ise beni reddetmişti. Ama neden? O değil miydi sırf benimle yatamadığı için her gün kan kusturan? O değil miydi ben onunla değil de Fıratla ilgilendim diye bana fingirdek diyen? Akşam sunmuştum işte kendimi ona. Benimle yatması için çıplak kalmıştım gözlerinin önünde.

 

Peki o ne yapmıştı? Beni görmezden gelip eline aldığı bira ile camdan dışarıyı seyretmeye başlamıştı. İşte o anda gözüm dönmüştü. Bana göre "Sana yapacak bir açıklamam yok ama sen benim yatağıma bile layık değilsin." demekti bu. Elime geçen her şeyi sağa sola fırlatmıştım. Sonrası ise bulanık anılar.

 

Ama hatırladıklarım akşam Aras'a rezil olduğumu gösteriyordu. Onu görmeden bir an önce bu evden gitmeliydim. Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Başımı pencereden tarafa çevirdim. Ve görmek istemediğim manzara ile karşılaştım. Aras Yiğitsoy penceren dışarıyı seyrediyordu. İçimden "Siktir" çekerken güçlü bir şekilde yutkundum. Anlaşılan buradan öylece çıkıp gidemeyecektim.

 

Derin bir nefes alıp verdikten sonra "A-"Aras Bey" dedim. Sesimi duyan Aras benden tarafa dönünce gördüğüm kişi ile beynimden aşağıya kaynar sular döküldü. Arkası bana dönük halde duran adam Aras değildi, Yavuz'du.

 

İyice bulanan zihnimle "E şey. Be-ben sizi Aras Bey sanmıştım." deyince Yavuz tebessüm etti. Yüzünde oluşan gülümsemeden aldığım cesaretinde etkisiyle "Kusura bakmayın lütfen. Siz ve Aras Bey arkadan bakınca çok benziyorsunuz. Omuz yapınız, başınızın duruşu.." derken saçmaladığımı fark ettim. Elimi ayağımı koyacak yer bulamazken "Off ne diyorum ben. Yavuz Bey lütfen kusura bakmayın." dedim.

 

Yavuz başını tamam anlamında sallarken "Arkadan bakınca benzediğimizi söylerler Sena Hanım. Bunda kusura bakılacak bir durum yok." cevabını verdi. İçim rahatlamıştı. En azından onların benzediğini iddia eden tek kişi değildim.

 

"Bu arada üzerinizi eve gelen temizlikçi kadın giydirdi" diyen Yavuz'un sesiyle hızla kendime baktım. Üzerimde daha önce hiç görmediğim bir tişört ve onun altında eşofman altı vardı. Bölük pörçük anılar geldi yine gözümün önüne. Pencere önüne giderken buz gibi sesiyle olduğum yerde kalmamı söyleyen Aras. Sonra yanıma gelmişti. Bana ceketini giydirip kucağına alarak pencerenin önüne taşımıştı.

 

Kucağındayken ne demişti. Düşün Sena düşün diye kendimi zorlarken Aras'ın sesi zihnime doldu. "ŞŞŞ! Sakin ol Avukat. Eve zarar vermene müsaade ettim ama kırık cam parçalarının sana zarar vermesine müsaade edemem." Nedenini anlamadığım bir şekilde yüreğim sıkıştı. Beynimin içindeki karmaşa kalbime de sirayet etmişti. Aras'ın ne yapmaya çalıştığını ne aklım ne de kalbim anlayabiliyordu.

 

Sözleriyle kalbime derin yaralar açarken bedenimde oluşacak en küçük yaranın dahi hesabını yapıyordu. Gözlerime bir acıyla bakıp bir nefret kusuyordu. Eğer ben delirmediysem bu adamda anlamlandıramadığım bir şeyler vardı. Peki ama ne?

 

Aklıma gelen yeni düşünce ile beynimde şimşekler çakmaya başladı. Aras neredeydi? Niye o değil de Yavuz buradaydı? Onu görebilme umuduyla etrafıma bakınmaya başladım. Ama görünürde yoktu.

 

"Burada değil Sena Hanım. Boşuna aramayın" diyen Yavuz yerdeki cam kırıklarına basarak yanıma doğru gelmeye başladı. Yüzüne merakla bakarken "Nerede?" diye sordum. Dudaklarımdan çıkan sözcüğü duyunca içten içe kendime kızmaya başladım. Sanki nerede olduğu beni çok ilgilendiriyordu ya.

 

Yanıma gelmiş olan Yavuz elindeki kupayı bana uzattı. "Buyurun için. Kendim için yapmıştım ama size nasipmiş." Elindeki bardağa uzanırken kahve kokusu da ciğerlerime dolmaya başladı. Elimde tutuğum kupaya avuç içlerimle baskı uygularken "Aras Bey nerede?" diye sorumu yeniledim.

 

Karşımdaki orta sehpanın üzerine oturan Yavuz "Kıbrıs'a gitti Sena Hanım. Sözde 2 haftalığına gitti. Ama bana sorarsanız dönmemek üzere gitti. " dedikten sonra başını yere eğdi. Alev alev yanmaya başlayan gözlerimi yavaşça kapattım. O gidemezdi. Beni böyle bir bilinmezliğin içinde bırakıp gidemezdi. Buna hakkı yoktu. Bana bunları yaşatmaya hakkı yoktu. Selim'den sonra ilk kez atışını hissettiğim kalbimi avuçlarında sıkarak paramparça ettikten sonra öylece çekip gitmeye hakkı yoktu.

 

Yanağımdan süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. Başı hala eğik olan Yavuz'a baktım. Onunda benden kalır yanı yoktu. Bir gecede omuzları çökmüş ,kimsesiz kalmış çocuklar gibiydi. O Aras şerefsizi ikimizi de bu halde bırakamazdı. Biz bunu hak edecek bir şey yapmamıştık.

 

Göz ucuyla çantamı aradım. Karşımdaki koltuğun altında gözüme ilişti. İçeri girince oraya fırlatmış olmalıydım. Yerimden kalkıp koltuğa doğru yürüdüm. Yere eğilerek üzerine gelmiş cam parçalarından arındırdığım çantamı elime aldım. İçinden telefonumu çıkardım ve K.G.İ yazan kişinin üzerine bastım. Ve telefonun ahizesinden "Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor" diyen sekreterin sesiyle beklemediğim cevap geldi. Şerefsiz herif telefonu kapatmıştı.

 

Sinirle telefonu koltuğa fırlatırken "Ona nasıl ulaşabilirim." dedim. Yavuz eğik olan başını olumsuz anlamda sağa sola sallarken "Ulaşamazsınız Sena Hanım. Aras istemedikçe ona ulaşamazsınız." dedi.

 

Tam umutsuzluğa kapılacakken aklıma gelen parlak fikirle Yavuz'un yanına doğru yürüdüm. Kalktığım koltuğa, tam karşısına oturdum. Sesimdeki heyecanlı tınıyla "Tamam ben ulaşamam ama siz ulaşabilirsiniz. Onunla konuşmam gerekiyor Yavuz Bey." dedim.

 

Başını kaldırıp bana bakarken gözlerindeki acıyla gülümsedi. "Sena Hanım, Aras istemedikçe bizi geçin Hamdi Baba dahi ulaşamaz ona. Unuttunuz sanırım karşınızdaki kişi Aras Yiğitsoy. Kimse ona istemediği bir şeyi yaptıramaz."

 

İçimde fırtınalar kopmaya başlamıştı. Aras'a, Yavuz üzerinden ulaşamazsam Hamdi Yiğitsoy'dan yardım isteyecektim. Ama Yavuz'un söyledikleriyle o umut kırıntımda tuzla buz olmuştu. Artık ona ulaşabileceğim kimse yoktu. Kocaman bir bilinmezliğin içinde kalmış gibiydim. Karanlık, önü sonu görünmeyen bir bilinmezlik.

 

Kuruyan boğazımı ıslatmak için biraz önce Yavuz'u yanına bıraktığım kahveme uzandım. Bir kaç yudum içtim. Kelimelerin boğazımdan rahat çıkacağını hissedince "Yavuz Bey anlayamıyorum. Ben gerçekten ne bu olanları ne Aras Beyi, ne bana olan düşmanlığını ne de..."

 

"Ne de size olan gelgitlerini anlayamıyorsunuz." diye cümlemi tamamlayan Yavuz'a başımı evet anlamında salladım. "Avukat Hanım, her nasip vaktine esir demiştim size hatırlıyor musunuz?"

 

"Evet hatırlıyorum. Ama bunun konumuz ile alakası ne?"

 

"Alakası şu ben size her nasip vaktine esir derken olanları öylece seyredin demek istemedim." dedi.

 

Kendimi savunmak için sözünü keserek "Ben olanları öylece seyretmedim Yavuz Bey. Aras Bey'i aydınlığa çıkarmak için her şeyi yapmaya hazırdım. Hem ona yardım etmek için onun avukatı olduğumu sizde biliyorsunuz." dedim.

 

Başını anlıyorum der gibi salladı. "Haklısınız bunların hepsini yaptınız. Peki siz Aras'ı anlamak için ne yaptınız? Onun yaşadığı acıları anlamak için Esma Anneye ya da bana soru sormak dışında ne yaptınız? Yanlış anlamayın beni bunların hiç birini yapmak zorunda değilsiniz. Bana Aras için burada olduğunuzu söylediniz diye bende bunları sordum size."

 

Başımı mahcubiyetle yere eğdim. Çünkü doğru söylüyordu. Aras için burada olduğumu söyleyip onun elinden tutacak en ufak bir şey yapmamıştım. Yeliz beni defalarca uyardığı halde kendimi Aras'a kaptırmaya başlayarak onunla saçma bir oyun içine bile girmiştim. Peki sonuç ne olmuştu? Hiç. Koca bir hiç.

 

Karanlık dünyaya sürüklenen bir Sena. O karanlıkta bulunamayacak şekilde kaybolmuş Aras. Ve çıkmaza düşmüş aklım ile kalbim. Gözümden yaşlar yavaş yavaş süzülmeye başlamıştı. Her şey benim suçumdu. Yine kendi derdime düşünüp asıl yapmam gerekeni unutmuştum. Yine Selim gibi bir canı da kurtaramamıştım.

 

Gözümün önüne doğru uzatılan peçeteyi elime alıp başımı kaldırdım. Yüzüme hüzünlü gözlerle bakan Yavuz "Bunları ağlamanız içinde söylemedim Sena Hanım. Sadece Aras artık gitti. Onun için sizin de yapabileceğiniz bir şey kalmadı." Dirseklerinin üzerinde dayalı olan kollarını iki tarafa açıp "İsterseniz gidebilirsiniz. İsterseniz de benimle çalışmaya devam edebilirsiniz. Seçim sizin." dedi.

 

Başımı yere eğip alt dudağımı ısırırken bir süre düşündüm. Gerçekten ne yapmak istiyordum? Aras olmasa dahi o galeriye gitmek mi yoksa kendi büroma geri dönmek mi? Onsuz o galeride nefes alabilecek miydim? "Neden alamayasın Sena sevgilinden mi ayrıldın sanki? O galeriye git ve Aras ilgili hislerinle yüzleş. Ona karşı oluşan aptal saplantından kurtul" diyen iç sessimin verdiği cesaretle omuzlarımı dikleştirdim.

 

Yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümseme ile "Sizinle çalışmamam için bir neden yok Yavuz Bey. Hatta Aras Bey'den kurtulup sizinle çalıştığıma sevinmedim desem yalan olur. " dedim.

 

"Buna sevindim Sena Hanım. Bu gün eve geçip istirahat edin. Görünen o ki sizin içinde zor bir gece olmuş. Yarın galeride görüşürüz." diyen Yavuz oturduğu yerden kalktı. Bende kalkmaya yeltenince "Siz acele etmeyin. Halsiz görünüyorsunuz. Biraz daha kendinizi toplayınca kapıdaki çocuklar sizi eve bırakır" dedi.

 

Yüzüne minnetle bakıp "Tamam. Teşekkür ederim." dedim. Tebessümle gözlerini yavaşça açıp kapattıktan sonra evden çıkmak için kapıya yürüdü. "Yavuz Bey" diye seslenince olduğu yerde durup bana doğru döndü. "Size biraz garip gelecek belki ama yıllardır eksikliğini hissettiğim bir abi, bir erkek kardeş gibisiniz. Aras Bey için aynı şeyi söyleyemem ama sizi iyi ki tanımışım." dedim.

 

Dudakları memnuniyet bildirir şekilde kıvrılırken "Aras olmasaydı emin olun tanışamazdık. Ve hislerimiz karşılıklı Sena Hanım. Sizi tanıdığıma memnun oldum" dedikten sonra evden çıkmak için arkasını döndü. Bir kaç saniye içinde de kapının kapanma sesi duyuldu.

 

"Aras olmasaydı tanışamazdık" derken neyi kast etmişti acaba?" diye mırıldanırken kafama Aras'ın davası için bir araya gelmiş olduğumuz dank etti. O kadar karmakarışık haldeydim ki bu kadar basit bir olayı bile göremiyordum. Odanın içinde boşluğa diktiğim gözlerim, acısını kabullenemediğim kalbim ve zonklayan başım ile öylece kalakalmıştım.

 

1 HAFTA SONRA

 

Aras olmadan koca bir hafta geçmişti. Bir hafta içinde bir kez bile Yavuz'u dahi aramamıştı. Ya da Yavuz bana Aras'tan çekindiği için yalan söylememişti. Beni önemsemeyişine sinir olmayı geçtim artık onu içten içe özlemeye bile başlamıştım.

 

Odamın karşısındaki odası boştu. Bir kez bile karşılıklı çalışamadığımız sandalyesi boştu. Tıpkı içimdeki büyük boşluk gibi. Oralarda bomboştu. Oysa daha hayatıma gireli 2 aydan az zaman olmasına rağmen hayatımı bu kadar etkilemiş olması ne kadar da garipti.

 

Yerimden kalkarak kitaplıkta duran dosyaya yöneldim. Aras'ın ilk işlediği suçlar vardı bunun içerisinde. Aslan'ın ve çekirdek ailesinin katillerini vurmuştu. Ama tabi ki de bu işten kolayca façayı sıyırmıştı.

 

Elime aldığım dosyayla umutsuzca yerime oturdum. Yavuz ile yaptığımız konuşmadan sonra tek derdim Aras olmuştu. Onun geçmişi, nasıl bu hale geldiği, nasıl yollardan geçtiği... Evet o şimdi burada değildi. Bunları şuan da yapmam biraz mantıksız da görünebilirdi ama ben onun döneceğini biliyordum. İçimdeki bir his onun çok yakında döneceğini söylüyordu.

 

Tabi ki onu özlediğim için dönmesini istemiyordum. Bunu istememin tek sebebi kafamdaki soru işaretlerinden kurtulmaktı. Başka bir sebebi olması mümkün bile değildi zaten. Aras ile ben aynı cümlenin öznesi bile olamazken aynı hayatın bir parçası olma ihtimalimiz yoktu. Çalan kapının sesiyle düşüncelerden sıyrılıp dosyalardan kafamı kaldırdım.

 

Yüzünde büyük bir sıkıntıyla odaya giren Yavuz "Sena Hanım, konuşabilir miyiz?" diye sorunca elimle karşımdaki koltuğu göstererek "Tabi buyurun." dedim.

 

"Bir sorun mu var Yavuz Bey?"

 

Oturduğu koltukta ceketinin ön kısmını çekiştirerek düzelten Yavuz sıkıntılı bir nefes verdi. "Bir sıkıntı yok. Sadece size sormak istediğim bir soru var." deyince "Sizi dinliyorum" cevabını verdim.

 

"Sena Hanım, size gelen tehdit mesajı sonrasında yaşantınızda dikkatinizi çeken her hangi bir gariplik oldu mu?"

 

"Ne demek istediğinizi biraz daha açabilir misiniz?"

 

"Tanımadığınız halde sürekli karşılaştığınız insanlar, alışveriş yaptığınız markette değişen kasiyer, manavda değişen eleman, yeni bir komşu vs."

 

Alt dudağımı hafifçe dişlerken Yavuz'un sorduğu soruyu düşünmeye başladım. Bu soru gelene kadar çevremde ki değişiklikleri hiç önemsememiştim. Her hangi değişikliğin olup olmadığını düşündüm. "Dikkatimi çeken bir değişiklik olmadı Yavuz Bey. Her şey daha öncesinde nasılsa şimdi de aynı."

 

Başını yavaşça ileri geri sallarken "Anladım. Sizi rahatsız eden aramalar olsaydı söylerdiniz diye düşünüyorum. O yüzden bu konu ile ilgili bir soru sormayacağım." dedikten sonra cevap vermem için sustu. "Elbette haberiniz olur. Bu konuyu bir daha hafife almayacağıma emin olabilirsiniz."

 

Oturduğu koltuktan kalkarken "Bunu duyduğuma sevindim. Bir problem olmaması da güzel haber. Lakin Sena Hanım yine de çevrenize daha çok dikkat edin olur mu?" dedi.

 

Yavuz'un anlamsız sorularının nedenini anlamak için onu dikkatle süzerken "Bir sorun olmadığına emin misiniz Yavuz Bey?" diye sordum. Duyduğu soruyla yüzüne sahte bir gülümseme yerleşen Yavuz "Eminim bir sorun yok. Sadece Aras burada yokken her şeyi daha da kontrol altında tutmaya çalışıyorum o kadar. İçiniz rahat olsun." dedikten sonra odadan çıktı.

 

Yaptığı açıklama beni sorun olmadığına zerre ikna etmezken içimdeki ses araba olayından daha büyük şeylerin olacağını fısıldıyordu. Aras yokken beni ortadan kaldırma işini çözmek istiyor olabilirler miydi?

 

Yavuz odadan ayrıldıktan sonra yaklaşık yarım saat önümde duran dosyaya boş boş baktım. Aras'ın yokluğunun üzerine birde Yavuz'un söyledikleri eklenince kendimi daha fazla işe veremedim. Masanın üzerinde duran saate baktığımda 15:30 olduğunu gördüm. Bu günü kapatmak için gayet makul bir saatti. Zaten burada kalmanın da kimseye bir yararı yoktu. Çantamı ve telefonumu alarak eve geçmek için odadan çıktım.

 

Galerinin kapısından çıkarken çardakta yanındaki korumalarla hararetli bir şekilde konuşan Yavuz dikkatimi çekti. Omuzları gergin, uzaktan görebildiğim kadarıyla yüzü ciddi ve kaşları fazlasıyla çatıktı. Onun bu hali düşündüklerimde haklı olduğumun kanıtı olmuştu. Yavuz'u korkutan büyük bir sorun vardı.

 

Hemen yanında dikilen Kadir bana baktıktan sonra Yavuz'a orada olduğumu söylemiş olacak ki Yavuz yüzünü düzeltip eliyle bana selam verdi. Bende yüzüme takındığım yalancı gülümseme ile ona bakıp elimi kaldırarak karşılık verdim. Yaklaşık 2 dakika içinde yanıma gelen Kadir ile eve gitmek için araca geçtik.

 

Sessiz geçen araba yolculuğunda aklımdaki soru işaretlerine belki Kadir cevap verebilir diye düşündüm. "Kadir."

 

Arabanın aynasından bana bakan Kadir "Buyurun Sena Hanım." dedi.

 

"Kadir, düşmanlarımız beni öldürmek için bir plan mı yapıyor?" Aklımdaki sorular tek cümlede dilimden öylece dökülüvermişti.

 

Aynadan yüzünün belli bir kısmını gördüğüm Kadir'in yüzünün rengi değişti. Yerinde huzursuzca kıpırdandı. Eliyle boynunu kaşırken "Onu da nereden çıkardınız Sena Hanım. Olur mu hiç öyle şey." dedi.

 

"O zaman neden Yavuz Bey bu kadar telaşlı. Bir sıkıntı var belli ki." dedikten sonra aklıma onu oltaya düşürebileceğim bir yem geldi. "Ben sizin avukatınızsam bu sıkıntıyı bilmem gerekmez mi?"

 

Biraz önceki telaşı anlamadığım bir hızda kaybolurken " Sorun olsaydı bilmeniz gerekirdi. Ancak bir sorun yok. Yavuz Abinin haline gelecek olursak. Aras abi olmadan yapacağı ilk sevkiyat işi olduğu için sıkı önlemler almaya çalışıyor hepsi bu." dedi. Sesi kendinden emin ve net çıkmıştı. Son sözcüklerini öyle bir havada söylemişti ki yaptığımız konuşmanın bittiğini kibarca anlatmıştı.

 

"Peki. Öyle diyorsan öyledir. " dedikten sonra bende sustum.

 

**************

 

Eve gelince kendimi hızlıca duşa attım. Sıcak suyun altında gevşemeye ihtiyacım vardı. Ancak bu kez duşta aklımdaki düşünceleri alıp götürememişti. Kendimi bombalanan bir şehrin ortasında kalmış kimsesiz bir çocuk gibi hissediyordum. Gerçi ne zaman tam anlamıyla kimsem olmuştu ki. 12 yıldır ben hep yalnızdım. Kalabalıklar içinde kimsesizdim.

 

Üzerimi giydikten sonra saçıma sardığım havluyla yatağın köşesine oturdum. Komidinin üst çekmecesini açarak Selim'in aldığı şalı çıkardım. Şalı dizlerimin üzerine bırakırken alt çekmeceyi açtım. Selim'in kullandığı parfüm şişesini çıkardım. Onun parfümüydü bu öğrenci evinden gizlice aldığım parfüm.

 

12 yıl öncesi

 

"Sena delirmiş olmalısın. Bu yaptığının suç olduğunu söylememe gerek yok değil mi? Geleceğin Avukatı olarak bunun farkındasın sen zaten." diye bağıran Yeliz'e yaşlı gözlerle baktım.

 

"Yeliz, bu şehri, onu terk ediyoruz zaten. Onu mezarında tek başına bırakıp gidiyorum. Bir kez daha onu yüz üstü bırakıyorum. O bensiz orada öylece yatabilir ama ben okyanus gözlümün kokusunu içime çekmezsem ölürüm." derken oturduğum yerde bedenim git gide cenin pozisyonunu alıyordu.

 

Yanıma sakince çöken Yeliz "Sena seni anlıyorum ama bu iş böyle olmaz. Eve gidip arkadaşlarından istemek varken hırsız gibi evine giremezsin." derken sesini olabildiğince yumuşak çıkarmaya çalışıyordu.

 

"Ev arkadaşlarına gidip ne dememi bekliyorsun Yeliz. Özür dilerim arkadaşınız benim ve şerefsiz arkadaşlarımın yüzünden cezaevine girdi. Bense onu ziyarete bile gidemedim. Çünkü babamın peşime taktığı itlerini asla atlatmayı beceremedim. Arkadaşınızı da cezaevinde öldürdüler kusura bakmayın mı diyeyim. Ne diyeyim?" Sözlerim bittiğinde ağlamam hıçkırıklara dönüşmüştü.

 

Vücudum zangır zangır titrerken yere eğili olan başımla" Yeliz kimseye derdimi anlatamam anlıyor musun? Kimse bana inanmaz." elimin tersiyle gözümden akan yaşları sildim. "İnanıp inanmamaları umurumda değil gerçi ama Selim'in odasına girmeme asla müsaade etmezler. Kim olsa arkadaşının katili ile muhatap olmak istemez. O masumun hatıralarını katiline vermek istemez." dedim.

 

Çenemi avucunun içine alan Yeliz başımı kaldırmak isteyince ona izin vermedim. "Kaldır başını" dedi. Emreder gibi çıkan sesine itaat etmeyince daha sert çıkan sesiyle "Sena kaldır başını." diyerek emrini tekrarladı. Ona zorluk çıkarmayarak dediğini yaptım. Gözlerime diktiği kehribar gözlerinde bana mı yoksa olanlara mı olduğunu anlam veremediğim öfke vardı.

 

"Sen katil değilsin. Bunu o kıt aklına sok." deyince cevap vermedim. "Duydun mu beni?" diye sordu. Başımı evet anlamında sallamakla yetindim. "Şimdi indir şu ayaklarını. Çık şu çaresizlik modundan." diye söylenince bacaklarımı istemeyerek de olsa koltuktan aşağıya salladım.

 

"Tamam eve girelim. Ama Selim'in eşyalarının durduğunu nereden bileceğiz Sena. 6 ay cezaevinde kaldı bu adam sonra..." başını öne eğip sustu.

 

Gözyaşım ile ıslanan dudaklarımı hafifçe içe doğru emdim. "Sonrasında o öldü, sende delirdin diyeceksin değil mi?" dedim. Omuzlarımı yukarıya çekip çaresizlikle büzülen dudağım ile "Haklısın." dedim. Yere uzatmış olduğum ayaklarımı yukarıya doğru çektim. Başımı da arasına gömdüm. Sessizce akan göz yaşlarım sanki kucağıma değil de kalbime düşüyordu. Ama her damla yaş olarak değil kor olarak düşüyordu. Her düşüşünde de içim acıyla kavruluyordu.

 

Yeliz koluma dokunarak ayağa kalkarken bende başımı kaldırıp ona baktım. Baş parmağı ağzında odanın içinde volta attığı esnada "Hayır haklı falan değilim. Ben sadece fazla gerçekçi düşündüm. Ve tek ihtimal üzerinde ilerledim. Ama eşyaları hala orada olabilir. Olmaması için bir sebep yok." dedi.

 

İçimde oluşan umut kırıntısı ile belli belirsiz bir yüzüme gülümseme yayıldı. "Vardır değil mi?"

 

Olduğu yerde duran Yeliz "Yani emin değilim. Ama bakmaktan zarar çıkmaz." dedikten sonra tekrar volta atmaya başladı. "Bak şimdi ilk iş okula gidip gizlice arşive giriyoruz ve oradan Selim'in fotoğrafını alıyoruz.". Durdu. Teyit etmek için bana bakarken "Odasında bir fotoğrafı yok demiştin değil mi?" diye sordu.

 

Başımı iki yana hızla sallarken "Hayır. İnsanların canlı hali varken fotoğraflara niye bakılır anlamam. Odamda ne kendimin ne de ailemin bir tek fotoğrafı yok. Cüzdanımda da vesikalık dahi olsa fotoğraf taşımam. Gerekli olduğu zaman, gerekli olduğu kadar nüshasını alır gerekli kuruma veririm. Daha fazlası hiçbir zaman olmaz elimde demişti." dedim. Selim çok değişik bir insandı. O kadar ince düşünceli biriydi ki bazen bu dünyaya ait olmadığına inanamazdım. İnsanların fotoğraflara bakıp hislerini söylemesindense karşısındaki kişiye söylemesini daha doğru bulurdu. Fotoğraflara bakarak özlem gidermek ona göre yanlıştı. Birbirlerini seven insanlar birbirlerini özleyecek kadar ayrı kalmamalıydı. Eğer ayrı kalıyorlarsa bu birbirlerini gerçekten sevmedikleri için oluyordu. Çünkü seven sevdiğine ulaşmanın, onunla görüşmenin bir yolunu bulurdu.

 

Ben derin düşünceler içerisindeyken Yeliz'de attığı voltaya geri döndü. "Tamam o zaman. Arşivdeki şerefsizin bende gözü var zaten. Ben onu bir bahane bularak odadan çıkarınca sen arşive girer Selim'in özlük dosyasında yapıştırılmış olan fotoğrafını alırsın." deyince "Off" dedim.

 

O yılışık herifle konuşmasını istemiyordum. O sapık herifin tek derdi seksi bulduğu kadınlar ile bir gece geçirmekti. Ne zaman zevklerine uygun bir kadın görse baştan aşağıya yiyecekmiş gibi süzer sonrada o sarı dişlerinin arasından sırıtarak "Bugün de çok güzelsiniz" derdi. Hissettiğim iğrenme duygusuyla ürperdim.

 

"Bende aynı durumdayım ama başka çaremiz yok. Orada işimizi halledince de bir şekilde Selim'in evine gireceğiz. Arkadaşlarının hepsi sınıf arkadaşın değil mi?"

 

"Evet."

 

"Ders saatlerini öğrenme işi sende o zaman. Derste oldukları saatte eve girer Selim'in odasına bakarsın ve ne almak istiyorsan alırsın." diyen Yeliz'e sarılmak için ayağa kalktım.

 

Sımsıkı boynuna sarılırken "İyi ki varsın." dedim.

 

O gün şansımız yaver gitmişti. Zorlanmadan hem arşivden fotoğrafı almıştık hem de Selim'in evine elimizdeki maymuncuk sayesinde sorunsuz girmiştik. Yeliz evin giriş kapısında gözcülük yaparken bende doğruca eve girmiştim. Selim'in evine daha önce gelmediğim için odasını bilmiyordum. Ama kokusundan tanıyacağıma emindim.

 

Evde toplamda 3 oda ve bir salon vardı. Hislerime güvenerek bana daha sıcak gelen odanın kapısına doğru yürüdüm. Yavaşça kapıyı açmamla burnuma Selim'in kokusu doldu. Sanki aylardır ilk kez nefes alıyormuşum gibi derin bir nefes aldım. Kokusu ciğerlerime doğru yol izlerken gözlerimden yaşlarda süzülmeye başladı.

 

Camın önünde duran çalışma masasına doğru yürüdüm. Masanın yanına gelip üzerine kazınmış olan ismimi görünce kalbim sıkıştı. Yazının üzerinde elimi gezdirirken "Beni bu kadar çok mu seviyordun Selim? Ders çalışırken dahi aklından bir an olsun çıkmamamı sağlayacak kadar mı?" dedim.

 

Ağlamam artarken bulanık gören gözlerim masanın yanında duran yatağa kaydı. Yatağa doğru yürüyüp uzandım. Vücudum cenin pozisyonunu alırken bende belki hala kokusu vardır umuduyla Selim'in yastığını kokladım. Aylar geçmişti üzerinden ama okyanus gözlümün kokusu hala yastıktaydı.

 

Onun kokusunu içime çekerken gözlerimi kapattım. Sanki Selim yanımdaydı da her nefes alıp verişimde oda benimle nefes alıp veriyordu. Yüzüme sıcacık nefesi çarpıyormuş gibi düşünüp hissetmeye çalıştım. Kokusu orada varmış hissini versede ne kadar uğraşırsam uğraşayım sıcacık nefesini bir türlü hissedemedim.

 

Çabalamayı bırakarak gözlerimi açtım. Karşımdaki duvara Selim oradaymış gibi bakarken "Sana söz veriyorum Selim. Senin yarım bıraktığın hangi hayalin varsa hepsini ben tamamlayacağım. Senin istediğin gibi artık mazlumlara yardım edeceğim. Haksız olduğu halde sırf güçlü diye dokunulmak istenmeyen kim varsa o altından saraylarını başına yıkacağım. Bu günden sonra bir bedende iki hayat yaşayacağım. Yeter ki sen benim içimdeki ışığın sönmesine izin verme." dedim.

 

Yattığım yatakta derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktım. Şansıma Selim'in kitaplığında dolu iki tane parfümü vardı. Birinin üzerine tahta kalemiyle Y harfi yazılmışken diğerinin üzerinde S harfi yazıyordu. İkisi de aynı parfüm olduğu için kimin olduğunu önemsemeyerek çantama atıp hızla evden çıktım.

 

GÜNÜMÜZ

 

Elimde sımsıkı tuttuğum parfüm şişesiyle daldığım hayallerden sıyrıldım. Parfümü komidinin üzerine bıraktım. Bacaklarımın üzerindeki şalı özenle açtıktan sonra omzuma attım. Daha sonrada komidinin üzerindeki parfümü alarak bir puf boynuma bir pufta yastığıma sıktım. Daha fazla sıkmak istesem de yapamazdım. Odasından alırken dolu olan parfüm şişesinden biri bitmiş diğeri de bitmek üzereydi.

 

Saçlarımda olan havluyla kendimi yatağa bıraktım. Bir haftadır bu şekilde uyuyabiliyordum. Parfümün azalma nedeni de buydu zaten. Bende olan eksikleri Selim'in kokusuyla gidermeye çalışıyor olmam. Çünkü kendimi güvende hissetmeye, kalbimin ve ruhumun sahibi olan adamı hissetmeye ihtiyacım vardı. Aras'ın etkisinden kurtulmaya ihtiyacım vardı. Saat daha 17:30 olmasına rağmen Selim'in kokusunu içime çekip uyumak için gözlerimi kapattım.

 

**************

 

Baş ucumda oturmuş bir taraftan saçlarımı okşayıp diğer taraftan "Sena iyi misin?" diye seslenen Yeliz'in sesiyle gözlerimi yavaşça açtım. Bana bakan şefkatli gözlerine yüzüne yayılan gülümseme de eşlik ederken "Hasta mısın? Neden erkenden uyudun?" diye sordu.

 

Yattığım yerden yavaşça doğrulduktan sonra sırtımı yatak başlığına dayadım. Baş ucumda duran komidinin üzerindeki suya uzanıp bir kaç yudum içerek kuruyan boğazımı ve dudaklarımı ıslattım. "İyiyim. Sadece biraz uyuyup dinlenmek istedim." dedim.

 

Başını yana doğru eğen Yeliz "Yapma ama Sena. 1 haftadır ne halde olduğunu görmediğimi mi sanıyorsun? Aras ile olan yüzleşmeniz yarım kaldı diye ne haldesin. Tabi bir de bana sorarsan Aras'ı göremiyor olmanda seni mahvediyor." dedi.

 

Kendimi savunmak için ağzımı açacağım esnada "Tamam yorma kendini. Her gece söylediğin gibi ; durumunun Aras'ı özlemenle bir ilgisi yok, onun varlığı ya da yokluğu senin umurunda değil. Sen sadece soru işaretleri ile kaldığın için bu haldesin. Bunları biliyoruz zaten. Anlaşılan bu akşam bilmem gereken yeni bir şeyde yok. Ben üzerimi değiştirmek için odama geçiyorum" diyerek yataktan kalktı ve benden bir cevap almadan odadan çıktı.

 

Sinirden kollarımı göğsümün üzerinde bağlayıp sol elimin imkan verdiği ölçüde boynumu kaşımaya başladım. Yeliz'in aklımdan geçenleri yüzüme vurması gerçekten sinirimi bozmuştu. Ben ne güzel Selim'in kokusunu içime çekip o Aras itinin varlığını aklımla da kalbimle de unutmuştum. Aklıma tekrar getirmesine gerek var mıydı? "Hah! Sena, beni yeme bari. Kalbinle Selim'i hatırlayıp Aras'ın varlığını es geçmiş olabilirsin ama aklında hala Aras olduğunu ikimizde biliyoruz." diyen iç sesime "Canın cehenneme" diye bağırdım.

 

Yatağımdan hırsla kalkıp terliklerimi ayağıma geçirdim. Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağıya indim. Mutfağa girdiğimde ise alkollerin olduğu dolaba yöneldim. Elime aldığım bira kutusunu açmaya çalışırken ne yaptığımı anlamamla bira şişesini elimde tezgaha bırakmam bir oldu. "Beyninin uyuşmasına izin veremezsin Sena. Gerçeklerden kaçamazsın. Gerçeklerle yüzleşmek zorundasın." diyerek kendimi telkin ederken kahve yapmak için su ısıtıcısının tuşuna bastım.

 

Bir süre sonra kaynadığının belli eden tık sesi duyulunca kupamdaki filtre kahvemin üzerine döktüğüm sıcak su dolu bardağı alıp bahçe kapısının açık olduğu tarafa yürüdüm. Dışarıda hafif bir rüzgar esiyordu. Kahveyi bahçedeki masanın üzerine bıraktıktan sonra hızla odama çıkıp Selim'in hediye ettiği şalı ve telefonumu alarak tekrar aşağıya indim.

 

Tertemiz havanın altında yıldızları seyrederken zihnimdeki bütün olumsuzluklarda silinmeye başladı. Dünyada sadece ben, Selim ve gök yüzünün fenerleri olan yıldızlar kalmıştı. Keyifli çıkan sesimle "Bu sessizlik, bu huzur, bu..." derken çalan telefonumun sesi huzur dolu dünyamı yıktı.

 

Oflar gibi nefes vererek masanın üzerinde duran telefona uzandım. Arayan Yavuz'du. Saate baktığımda ise 23.30 olduğunu gördüm. İçimdeki huzursuzluk iyice artarken "Gecenin bu saatinde hayrola" diyerek Yavuz'dan gelen aramayı açtım. Daha ben efendim demeden Yavuz "Sena Hanım şuan neredesiniz?" diye sordu.

 

"Evdeyim. Yani bahçede. Kahve içiyordum."

 

"Hemen eve girin. Perdeleri de çekin." dedi.

 

İçime düşen korkuyla dediğini yapıp içeriye girdim. Bahçe kapısını sıkıca kapattıktan sonra perdeleri de çektim. Telefonun ucunda bekleyen Yavuz'a "Tamam dediklerinizi yaptım. Ama.." derken lafı ağzıma tıkayıp "Dışarıda kıyamette kopsa ben olmadan evden çıkmayacaksınız. Bakın bu bir rica değil. Ayrıca evin önündeki koruma sayısını da arttırdım. Bilginiz olsun." dedi. Sesi net ve kararlı çıkmasına rağmen sesinde ilk kez korkuyu hissettim. Ters giden bir şeyler vardı. Bu gün oluşan hislerimde haklıydım. Ters giden şey her neyse benimle ilgiliydi.

 

Hislerimde haksız çıkmayı umut ederek "Yavuz Bey bir sorun mu var?" diye sordum. İstemsizce evin ön tarafında bekleyen korumalara bakmak için oradaki cama doğru yürüdüm. Perdeyi araladığımda sırf iç kapının önünde bekleyen 5 koruma ve dışarıdaki kapının önünde başlarını görebildiğim 9 koruma vardı.

 

Yavuz keskin sesiyle "Evet var. Sorunu konuşmak için eve geliyoruz. Ve siz o dakikaya kadar sizi kim ararsa arasın telefonunuzu da açmayacaksınız. Anladınız mı beni?" deyince "Anladım." diyebildim. Güzel diyen Yavuz telefonu suratıma kapattı.

 

"Geliyoruz mu dedi o? Ama kimle?" Bir elimde telefon diğer elimde araladığım perdenin ucu ile her zaman olduğu gibi benden bağımsız gelişmesine alıştığım olayları anlamaya çalıştım.

 

"Neler oluyor Sena." diyen Yeliz yanıma gelerek benim yaptığımı yapıp pencereden dışarıya baktı. Güçlü bir yutkunma sonrası "Sena bu kadar korumanın sırf kapımızı bekliyor olması hiç hayra alamet değil? Neler olduğunu biliyor musun?" diye sorunca pencereden ayırmadığım gözlerle "Bilmiyorum Yeliz. Ama senin de söylediğin gibi hiç iyi şeyler olmadığı kesin. "dedim.

 

Pencerenin camına iyice yanaşan Yeliz etrafa bakındı. "Şuan sayabildiğim 32 koruma var. Tabi bunlar görünen kısmı. Görünmeyen kısmında da bu kadar olduğuna eminim." dedikten sonra pencereden geri çekildi. Ne zaman strese girse yaptığı şeyi yaparak ağzının içine aldığı baş parmağının ucunu ısırmaya başladı. Parmağının ucuna kan toplatmaması için yaptığından vaz geçmesini söylemedim. Ben senelerdir bu işlerin içinde olduğum halde bu kadar stres yapmışken onun bu haline laf etmeye hakkım yoktu.

 

Neler olduğunu bilmesem de işlerin ne kadar kötü olduğunun farkındaydım. Yavuz dahi korktuğuna göre bu sefer gerçekten can güvenliğimiz yoktu. Geçen sefer beni öldürme işini başaramayan adamlar bu sefer işini garantiye almış olmalıydı. Bir an önce Yavuz ve yanında çoğul kullandığı her kimse gelmeliydi ve bende onlarla neler olduğunu konuşmalıydım.

 

Parmağını ısırmayı bırakan Yeliz "Sena korkuyorum." dedi. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Sesinin sanki birisi odanın içindeydi de onun söylediği şeyi duyup bizi oracıkta öldürecekmiş gibi hissettiği için kısık çıktığına emindim. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Korkma Yeliz. Yavuz bize bir şey olmasına asla izin vermez. Hem buraya geliyormuş." dedikten sonra omzumu omzuna hafifçe çarpıp "Belki gecede burada kalır." dedim. Vücudu gevşerken dudakları muzip bir sırıtışla kıvrıldı. Yüzüne umursamaz bir ifade takınmaya çalışırken "Yani kalsın beni ne ilgilendirir." dedi. Göz süzüp "Bilemem" cevabını verdikten sonra içime azda olsa bir rahatlama geldi.

 

Yeliz kısmen de olsa kokularından arınmıştı. Yavuz'un adını anınca bütün dikkatini ona vermişti. Ben ise korkuyordum. Aslında ölümden değil ölüm şeklimden korkuyordum. Ölüm her canlı için kaçınılmaz sondu. Lakin en azından cesedimin tek parça olmasını istiyordum. Ahirette de Selim'den ayrı düşmemek için onun yanına gömülecek bir bedenim olmalıydı.

 

İçimden her şeyin iyi olması için dua ederken evin önünden sert fren yaparak duran bir arabanın sesi geldi. Kim olduğunu anlamak için gözlerimi kısıp cama iyice sokuldum. Gelen aracın Yavuz'un arabası olduğunu görünce perdenin ucunu bırakıp dışarıya koştum. İçimdeki korku ve şüpheyle bir dakika daha yaşamaya gücüm yoktu. Neler olduğunu bir an önce anlamalıydım.

 

Koşturarak çıktığım bahçe kapısı sonrası Yavuz'u görmek için etrafıma bakındım. Evin sol tarafında duran korumalara talimat verdiğini gördüm. Yavaş yavaş düşmeye başlayan yağmur taneleri tenime her değişinde içimi üşütürken adımlarımı hızlandırarak yanına yürüdüm. Benim geldiğimi fark edince kaşları öfkeyle çatıldı. Yanıma yaklaşarak kolumdan tutup beni eve doğru çekerken "Sena Hanım size ne demiştim." dedi.

 

Kolumu ondan kurtarmaya çalışarak "Bensiz evden dışarı çıkmayın demiştiniz. Gördüğünüz üzere şimdi yanımdasınız." dedikten sonra olduğum yerde durdum. Bir açıklama yapmadan beni öylece içeriye tıkmasına müsaade etmeyecektim. Kolumu bırakan Yavuz sinirle nefes alıp verdi. "Bu dik kafalılığınız değil mi zaten bunca yaşadığınız kötü şeyin sebebi" deyince anlamaz halde yüzüne baktım. "Ne demek istiyorsunuz? Bunca şey derken? Daha açık konuşur musunuz lütfen."

 

Sıktığı dişlerinin arasından "Bir şey demek istemiyorum. Size evden çıkmayın dememin ardından 10 dakika geçmeden evden çıktınız. Sadece dik kafalılığı bırakın diyorum." cevabını verince omuz silktim. Gözlerinin içine diktiğim gözlerine kararlılıkla bakarken "Bana ne olduğunu anlatmak zorundasınız Yavuz Bey. Canım tehlikede mi öğrenmek istiyorum." dedim.

 

"Anlatacağım ama içeri geçin. Hem de hemen" derken sesi yükselmişti.

 

Elimle olduğum yeri işaret ederek "Şimdi burada öğrenmek istiyorum." derken bende sesi mi yükselttim.

 

"Bir kerede söyleneni yap Avukat. Yavuz içeri girmeni söylüyorsa içeriye gir!" diyen Aras'ın öfke dolu sesi kulaklarıma dolunca afalladım.

 

O gelmişti. Hem de benim canım tehlikede olduğu için gelmişti. Omurgamdan aşağıya bir ürperme hissettim. Bütün vücudum alev alev yanıyor gibiydi. Yüzümde yayılmaya başlayan gülümsemeyi silip ciddi halime dönmeye çalışarak sesin geldiği tarafa döndüm.

 

" Oo Aras Bey! Nihayet korkaklığı bir kenara bırakıp karşıma çıkma cesareti göstermek aklınıza geldi demek ki. Sizi burada görmek ne büyük şeref." derken adım adım da ona yaklaşıyordum.

 

Önüne gelip alayla gözlerinin içine bakarak "Canımın sizin için bu kadar değerli olduğunu bilmezdim." dedim.

 

Sıktığı dişlerinin arasından "Şimdi hesaplaşma sırası değil. Şu siktiğimin evine gir. Hemde hemen!!" dedi. Gözlerindeki öfke ve korku huzursuzluğumu arttırmıştı.

 

Ona itiraz etmeyerek içeriye doğru yürüyordum ki kulağım o nefret ettiğim sesle doldu. Sesin hemen ardından da aramızda 2 metre olan adam kanlar içinde yere yığıldı.

 

Kocaman olmuş gözlerle olduğum yerde dolup kaldım. Daha iki dakika önce kanlı canlı gördüğüm adam anlına aldığı tek kurşunla karşımda kanlar içinde cansız bedeniyle yatıyordu. Bu bir kabus olmalıydı. Hem de hemen uyanmam gereken korkunç bir kabus.

 

"Sena hemen eve gir." diye bağıran Aras'ın sesiyle başımı tamam anlamında sallayıp adımımı atıyordum ki "Aras dikkat et" diye bağıran Yavuz'un sesi kulağıma doldu. Hızla ondan tarafa döndüğümde ise bedenini Aras'ın önüne siper ettiğini gördüm. Bir kaç saniye içinde nereden geldiğini anlamadığım mermi vücuduna isabet ederken geriye doğru savruldu. Hemen ardından ikinci kurşunda vücuduna isabet etti. Kurşun seslerinin arasında dağ gibi adam gözlerimin önünde yavaşça yere yığıldı.

 

Çığlık gibi çıkan sesimle "Yavuzzz" diye bağırıp yanına koştum. Aras'ın kollarına yığılmıştı. Aras ise soğukkanlılıkla onu omuz kısmından tutup hızla kapının önünde duran arabanın arkasına doğru çekti. Siper yere geçince gözlerime acıyla bakıp "Ben gelene kadar kardeşime iyi bak Avukat. Ne kendin öl ne de onun ölmesine izin ver" dedikten sonra bırakıp gitti.

 

Titreyen ellimi ayağımı kontrol altına almaya çalıştım. Yere oturup onu kendime doğru çekerken başını karın boşluğuma denk getirdim. Göğsündeki iki mermi girişenden kanlar akmaya başlamış, bembeyaz gömleği kana bulamıştı.

 

Selim'in hediyesi olan şalı omuzlarımdan çektim. Elimle acemice uzunlamasına olacak şekilde katladıktan sonra göğsünde birbirine yakın mesafede olan iki kurşun yarasının üzerine baskı uygulamaya çalıştım. Akan göz yaşlarım arasında "Lütfen ölme. Seni dinlemediğim için özür dilerim. Ne olur sende benim yüzümden ölme." diyerek yalvarmaya başladım. Eve doğru olanca gücümle "Yeliz ambulansı ara. Ne olur hemen ambulansı ara. Yavuz ölüyor." diye bağırdım.

 

Telefon elinde yanımıza koşarak gelen Yeliz'in gözlerinden yaşlar süzülürken "Yavuz" dedi. "Bakma öyle aval aval ambulansı ara." diye bağırmamla titreyen elleri arasında tuttuğu telefondan tuşlara bastı.

 

Açılan telefonun karşısındaki kişiye adresi verirken gözlerini Yavuz'un üzerinden bir saniye dahi ayırmadı. Konuşması bitince de yanımıza çöküp Yavuz'un göğsüne baskı yapmakta zorlandığım sol elimin altındaki kurşun yerini sıkıca bastırmaya başladı.

 

Hızını arttırmaya başlayan yağmur göz yaşlarımıza karışmaya başlamıştı. Gök yüzü de tıpkı biz gibi Yavuz'a ağlıyordu. Oda onun ölümü hak etmediğini biliyordu. O, bu karanlık dünyada temiz kalmayı becerebilen tek adamdı. Ruhunu kötülüğe teslim etmemişti. Kalbi kararmamış, kin ve nefret duvarlarıyla örülmemişti.

 

Kesilen kurşun sesleri sonrası Aras ve diğer korumalar koşarak etrafımıza üşüştü. Yanıma gelen Aras "Kardeşim güçlü dur" derken sağ elimin altında olan kurşun yerine baskı uygulamaya başlamıştı.

 

Etrafı aydınlatan ambulansın uzaktan gelen sesi kulağıma doldu. Şimdi hislerimle hareket etme değil kafamı kullanma zamanıydı. Yavuz'un hastaneden çıkıp cezaevine gitmesine izin veremezdim. Buraya benim canımı kurtarmaya gelen kimsenin cezaevine gitmesine izin veremezdim. Ağlamamı bastırıp sesimi güçlü tutmaya çalışarak "Hemen hepiniz buradan gidin." diye bağırdım. Hiç birinde hareketlenme olmayınca "Yavuz'u hastanede ziyaret edip sağ halini görmek istiyorsanız hemen hepiniz buradan gidin" diyerek daha yüksek sesle bağırdım.

 

Gözünü Yavuz'dan bir an olsun çekmeyen Aras'a "Aras sende hemen git buradan." dedim.

 

"Ben bir yere gitmiyorum Avukat. Sonunun idam olduğunu bilsem de buradayım." deyince ne dersem diyeyim onu ikna edemeyeceğimi anladım.

 

Korumalara bakıp "Tamam o zaman sizler hemen gidiyorsunuz buradan." dedim. Hala sözümü umursamamaya devam ederlerken Aras'ın "Gidin" diyen sesiyle hemen arabalara geçip uzaklaştılar.

 

Yeliz'e baktım. Tir tir titriyordu. "Yeliz bana bak." deyince başını kaldırıp yüzüme baktı. "Bensiz polislere tek kelime etmiyorsun anladın mı beni?" dedim. Başını tamam anlamında salladı. Kucağımdaki Yavuz'a baktım. Yüzünün rengi iyice çekilmeye başlamıştı.

 

Ambulans evin önünde durunca koşar adımlarla yanımıza geldiler. Şiddetiyle yağan yağmurun altında biz durumunu anlatırken onlarda Yavuz'u sedyeye alıyordu. Yanımdaki sağlık görevlisine dönüp güçlükle çıkan sesimle "Hangi hastane?" diye sordum. "Özel Köksoy Hastanesi" cevabını verdi.

 

Sedyeye alınan Yavuz ambulansa götürülürken güçlükle çıkan sesiyle "Sena" dedi. Yanına doğru yaklaşıp elini tutarken "Buradayım Yavuz. Yalvarırım ölme. Seneler sonra bana bir kardeş, bir abi, bir dost olmuşken yalvarırım ölme." dedim. Feri sönmeye başlayan gözleriyle bana baktı. "Kardeşim sana emanet. Ona iyi bak" diyen Yavuz'un gözleri kapandı avcumun içindeki eli yere doğru kayarken başı yana düştü.

 

O ölmüş müydü? Ama olamazdı. Yavuz ölemezdi. Beni, Yeliz'i en önemlisi de kendi canından öne geçirdiği Aras'ı bırakamazdı. Bizi onsuz bırakmaya hakkı yoktu. "Hayır, hayır. Yavuz kendine gel" diyerek Yavuz'u sarsarken yanımızdaki sağlık çalışanlarına avazım çıktığı kadar bağırıp "Bir şey yapın. Ölmesine izin veremezsiniz" dedim.

 

BÜYÜK LİNÇ YİYECEKMİŞİM GİBİ HİSSEDİYORUM. 😃 ARAS İÇİN BÜTÜN YAŞAMINI VEREN YAVUZ CANINI DA VERDİ SANKİ NE DERSİNİZ😃

 

VE SİZCE "K.G.I" NE DEMEK🫣 ILERLEYEN BÖLÜMLERDE AÇIKLAYACAĞIM BUNU😃

Bölüm : 13.09.2025 13:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...