
ÖNCELİKLE BU BÖLÜM EN ZORLANARAK YAZDIĞIM BÖLÜM OLDU. YAZARKEN SAYISIZ DEFA GÖZLERİM DOLDU. UMARIM HİSLERİM SİZE DE GEÇER....
ARAS'IN AĞZINDAN
Sevdiğim kadına, baba dediğim adamı öldürtmek tam da Savcıya göre bir şeydi. Eğer 2 dakika daha geç kalsaydım hedefine ulaşacaktı. Bu da demek oluyordu ki Savcının ölüm günü gelmişti. Azrail'e yardım etmekte bana düşerdi.
Arabaya binip kontağa elimi attığım sırada ön taraftaki yolcu kapısı açıldı. Yara yerleri yüzünden yüzü buruşan Yavuz yavaş hareketlerle arabaya bindi. Koltuğa oturduktan sonra elini sol göğüs kafesindeki dikiş yerine götürüp hohlar gibi derin bir nefes verdi.
İnmesi için bakışlarımı üzerine diktim. Onu bu durumda peşimden sürükleyeceğimi düşünüyorsa yanılıyordu. Sıktığım dişlerimin arasından "İn arabadan" dedim. Bir cevap vermedi. Nefesini düzenlemeye çalışmaya devam etti. Daha sert çıkan sesimle "Yavuz in arabadan" dedim.
"İnemem abi. Nereye gidiyorsan beraber gidiyoruz."
Kaşlarım sinirden çatılırken daha da keskin çıkan sesimle "Yavuz in şu siktiğim arabasından." dedim.
Kararan gözlerini gözlerime dikti. "Bende geliyorum. Sena'yı ailenin içine ben soktum. Savcı'nın başımıza daha da bela olmasına ben sebep oldum. Eğer Savcının canına zarar gelecekse bunu ben yapacağım." Savcıyı öldürdükten sonra içeriye gireceğim kesindi. Sırf bu yüzden Yavuz'un gelmesine, Savcı'nın ölümü ile ilgili alemde nam salabilsin diye izin verecektim.
Alt dudağımı ısırırken başımı tamam anlamında bir kez salladım. "Tamam gel. Ama hiçbir şey yapmayacaksın. Benden sonra ne yaparsan yaparsın. Ama şimdi hiçbir şey yapmayacaksın." Yavuz'un yüzüne baktım. İma ettiğim şeyi oda biliyordu. Savcı'nın yanına gidince olacaklara adı kadar emindi. Sesimi olabildiğince sert tutmaya çalışarak "Anladın mı beni?" diye sordum.
Sıkıntılı bir nefes alıp burnundan verdi. "Aras benim için senden sonrası yok anlamıyor musun? Senden sonra benim bir amacım yok. Senden sonra benim bir hedefim yok. Sen tekrar beni babasız bıraktıktan sonra bir idealim yok. Ben bir kez sensiz kaldım. O zaman da bu dünyanın bütün pisliğine bulaştım. Şimdi ise durum daha kötü. Bu kadar pisliğin içinde yüzerken daha da dibe batmaktan kim kurtaracak beni? Benim sensiz olamayacağımı, sensiz ayakta kalamayacağımı ne zaman kabul edeceksin?" dedi sitemkar bir tavırla.
"Ölünce." Dudaklarımdan ılık, derin bir nefes verdim. "Senin söylediğin her şeyi ancak ölünce kabul edeceğim, senin söylediğin kadar güçsüz olduğunu da ancak ölünce kabul edeceğim."
Yüzüme öfkeyle bakarken "Desene kabul etmene az kaldı o zaman. Ya sen onu öldüreceksin ya o seni. Ya hapse gireceksin ya da mezara. Her ikisinin sonunda da ölmüş olacaksın." dedi.
Sabrım tükenmek üzereydi. "Ne yapmamı bekliyorsun Yavuz? Bu yaptıkları yanına mı kalsın? En sonunda kafamıza mı sıksın?" İtiraz edecekken susması için elimi kaldırdım. "İki seçeneğin var; ya sesini keser benimle gelirsin ya da arabadan siktir olup gidersin."
Yüzündeki öfkenin yanına sitem eden bakışları eklenirken bir cevap vermeden emniyet kemerini taktı. Beklediğim gibi cevap alınca bende arabayı çalıştırıp babanın evinden ayrılarak merkeze doğru sürmeye başladım. Ağaçlı yolları geçerken cebimden çıkardığım telefonu elime aldım. Ekranda Savcının adını görünce üzerine tıklayıp hoparlöre alarak telefonun açılmasını beklemeye başladım. Bir kaç çalış sonrasında keyifli çıkan sesiyle "Söyle Yiğitsoy" diyen Savcı'nın sesi arabanın içine doldu.
Sanki karşımdaymışçasına nefretle gözüm ekrana kaydı. "Cami duvarına işedin Savcı. Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş sende cami duvarına işedin. Şimdiyse yaptığın eylemin cezasını kesme vakti."
Güldüğünü belli eden nefes sesini işitince ellerim direksiyonu daha da sıkı kavradı. Gülümseyen sesiyle "Sabah 8'de sana atacağım konuma gel Aras Yiğitsoy. Kim cami duvarına işemiş birlikte görelim. Kaçtığın gerçekleri duyunca hala aynı fikirde mi olacaksın merak ediyorum." dedi. Ne ima çalıştığını anlamlandıramasam da konuyu uzatmamak için "Gönder konumu" dedim. İma ettiği şeyin kokusu yanına gidince çıkacaktı zaten. Tam telefonu kapatacağım esnada "Ha unutmadan. Yalnız gel. Adamlarını takma peşine , bende yalnız geleceğim." diyen uyarıcı sesini duydum.
Söylediklerine cevap vermeden telefonu yüzüne kapattım. "Seni nerede indirmemi istersin Yavuz?"
"Adamlarınla gelme dedi Aras, kardeşinle gelme demedi." diyerek bütün ukalalığı ile soruma cevap verince bu haline çaktırmadan tebessüm ettim. Yeri geldiğinde bana dahi baş kaldırması ona yerimi bırakmakta ne kadar doğru karar aldığımı gösteriyordu.
Yaklaşık 15 saniye sonra konumun bilgisini içeren mesaj gelince Yavuz şaşırmış halde "Abi konum.. Konum Ankara'da bir yeri gösteriyor." dedi.
Çatılan kaşlarımla duyduklarımdan emin olmak için Yavuz'a döndüm. Tedirginlik dolu sesiyle "Neyin peşinde bu Savcı." deyince Savcının derdini anladım. Karanlık yolla gözlerimi bütünleştirirken "Selim Egelinin peşinde. Her şeyin başladığı yerde her şeyi bitirmeyi planlıyor." duraksadım. "Bitirelim o zaman."
Çevre yoluna çıkarken Yavuz'dan sormayı unuttuğum hesap aklıma geldi. Hastanede diye kendimi dizginlemeye çalışıyordum ama benimle gelebildiğine göre soracağım hesabın cevaplarını da verebilirdi. "Yavuz."
"Efendim abi."
Tehditkâr çıkarmaya çalıştığım sesimle "Bir kez daha bana sıkılan kurşunun önüne atlarsan seni öldürürüm. Ben senin abinim sen benim değil. Ben seni koruyacağım sen beni değil." dedim.
Göz ucuyla vereceği tepkiye baktım. "Aras Yiğitsoy vicdansızca kemiklerini kırdığı, az kalsın kurşuna dizeceği kardeşini önemsiyor vay be." dedi. O gün yaşananlar aklıma gelince vicdanım sızlasa da belli etmemeye çalışarak "Cıvıma lan hemen. Adam gibi bir şey söylüyoruz burada sana." dedim.
Sesi daha da keyifli çıkarken "Tamam, tamam bir şey demedim." duraksadı. "Abi, amcam çocukken ne derdi hatırlıyor musun?" diye sorunca aynı anda "Kardeş, dayak yerken bile birbirine siper olandır." cevabını verdik.
Aynı anda konuşmuş olmamız ikimizin de kahkaha atmasına sebep oldu. Uzun zaman olmuştu birlikte gülmeyeli. Eski masum günlerimize döndüğümüzü hissettim bir an. O zamanlarda da böyle birbirimizin sözünü tamamlar, aynı şeyleri söylerdik.
Kahkahalarımız kesilince Yavuz "O yüzden abi, sen ne dersen de bu konuda seni dinlemeyeceğim. Her ne olursa olsun senin önünde siper olmaya devam edeceğim." deyince bir şey demeden sadece başımı salladım. Söylediklerini kabul ettiğim için değil, bu geceden sonra onunda söylediği gibi ya mezara ya da hapse gireceğim için.
Sohbetimiz sonrasında yaklaşık bir saat daha ikimizde bir şey konuşmamıştık. Bu sessizlik elbette uzun sürmedi. Yavuz yanımda kıvramaya başlayınca konuşmak istediği bir şeyler olduğunu anladım. Söyleyeceklerine kızmamı engellemek içinde benim ne olduğunu sormamı bekliyordu. Kızdığım zaman "Abi sen sordun." diyebilecekti.
"Söyle ne söyleyeceksen. Başladın yine kıvranmaya" diyerek göz ucuyla Yavuz'a baktım.
Biraz önce stresten kasılan omuzları gevşedi. Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşti. "Davet nasıldı onu merak ettim abi. Bir haftadır yanıma uğradığın yok malum haliyle bende merakımı gideremedim."
Kıstığım gözlerimle başımı ona çevirdim. "Sahtekar, sanki bilmiyorsun olanları? Kadir'i sorguya çekmeden bırakacağına inanmamı bekleme benden. Ayrıca o davette ki dostların arayıp her şeyi detaylıca anlatmıştır sana."
"Öğrendim abi de birde senden dinlemek istedim." Dikişlerinin izin verdiği ölçüde oturduğu koltukta gevşekçe yayılıp "Sena çok güzel olmuş diyorlar doğru mu? Daha önce yattığın kadın sana yılışınca az kalsın kadını da paralıyormuş. Ha bide sen de onu kıskanıp Rıdvan'ı vurmuşsun." dedi.
Sena'nın kıskandığı kısma değinmesi hoşuma gitse de benimle ilgili söylediği detay sinirlerimi bozmuştu. "Lan bir haftadır yaptığın telefon tacizlerine sırf hastaneden yeni çıktın diye susuyorum. Sabrımı sınama benim." dedim. Daha da kısılan gözlerimi yüzüne diktim. "Arabanın bozulmasıyla bir ilgin var mı lan senin?"
Üzerindeki gri sweat ceketi hafifçe fermuarından yukarı doğru çekiştirirken "Abi bu konuda da ayrıca kırıldım şuan sana. Arabayı benim bozduğumu nasıl düşünürsün? Hastane odasında yatarken ben o arabayı nasıl bozayım? Hiç mi güvenin yok kardeşine?" Başını iki yana ayıplar gibi sallayıp "Kalbimi kırdın şuan." deyince kan beynime sıçradı.
"Arabayı sağa çeker kemiklerini kırarım Yavuz. Laf kalabalığı yapma bana. Sena geldi geleli yemediğin halt kalmadı lan. Tabi ilk şüpheleneceğim sen olursun."
"Diğer söylediklerinde haklılık payın var abi ama arabanın bozulması ile benim bir alakam yok." ellerini teslim olur gibi kaşlarıyla orantılı şekilde yukarı kaldırıp "O kısım tamamen takdiri ilahi." dedi.
Kinayeli çıkan sesimle "Ölümde takdiri ilahi Yavuz. Sesini kesip Ankara'ya kadar uyu istersen." dedim. "Tamam, kızma uyuyorum. Bu enerjini can düşmanına sakla. Omzunla ilgili bir sorun olursa da uyandır." deyince "Tamam" yanıtını verdim.
******
Saat gece yarısına yeni gelirken Ankara'ya giriş yaptık. Yavuz'un yaralı halde daha fazla sabit şekilde kalmasını istemediğim için gaza basıp ortalama 2 buçuk saatte Ankara'ya girmiştim. Hızlıca en yakında ki otele giriş yaptık. Zerre uykum olmadığı ve Yavuz'u kontrol altında tutmak istediğim için tek oda tuttuk.
Odaya çıkınca Yavuz içtiği ağrı kesicilerin etkisiyle kafayı yastığa koyar koymaz uyusa da durum benim için farklıydı. Savcı'nın kaçtığın gerçekler derken neyi kast ettiğini düşünmeden duramıyordum. Selim olmamı bilmesi dışında başka şeylerde biliyordu. Ama ne? Ne?
Beynimin içinde dönüp duran şeylere daha fazla dayanamayıp kendimi buz gibi balkona attım. Sabaha kadar soğukta durursam üşümekten düşüncelerimi bastırabilirim diye düşünsem de bir işe yaramadı. Düşünmekten neredeyse delirmek üzereyken güneş yüzünü göstermeye başladı. Kolumdaki saate baktığımda 7'ye geldiğini gördüm. Balkondan odaya geçip Yavuz'u uyandırdım. İlaçlarını içebilmesi için o hızlı bir kahvaltı yaparken bende kahvemi içtim. Sonrasında hızlıca otelden çıkıp arabaya geçerek Savcı'nın attığı konuma hareket ettik.
Bulunduğumuz konuma yaklaşık 15 dakikalık uzaklıkta olan yere ulaştığımızda arabadan inip göz ucuyla etrafa bakındım. Boyaları yeni atmaya başlamış olan şarap fabrikasının önünde duruyorduk. Binanın görünüşüne bakılırsa terk edileli uzun yıllar olmamıştı. Terk edilmiş fabrikayı inceledikten sonra etrafa göz atmak için önce çevreme sonra da yakınlardaki binaların pencereleri ile çatılarına baktım. Korktuğum için değil, Savcı'nın korkaklığını anlamak için yapıyordum bunu.
Görünürde kimse yoktu. Şaşırtıcı şekilde Savcı sözünün eri çıkmıştı. Gerçekten de kimseyi yanında getirmemişti. Fabrikanın büyük gri kapısından içeriye girince önce binanın duvarlarına sinmiş şarap kokusunu duydum. Sonrasında ise ellerini beline bağlamış, arkası bana dönük olan Savcı'yı gördüm. Öfkeyle "Savcı" diye bağırdım.
Yüzünde ki çarpık gülümseme ile benden tarafa döndü. "Aras Yiğitsoy." dedikten sonra gözleri Yavuz'a kaydı. Çenesiyle Yavuz'u gösterip "Ben sözümü tutarken görüyorum ki sen itinle gelmişsin." deyince nefesini kesmek için yanına gidiyordum ki Yavuz kolumdan tuttu. Öfkeyle başımı ona çevirdim. Yavuz, Savcı'ya alayla bakıp gülümsedikten sonra "Benim en azından kimin iti olduğum belli. Peki sen kimin itisin Savcı Bey?" diye sorunca dudaklarım keyifle yukarı kıvrıldı.
"Ayrıca benden bu kadar korkmana gerek yok. Aras buradayken senin hesabını kesmek bana düşmez." deyince başımı ne tepki vereceğini görmek için Savcı'ya çevirdim. Dumur olduğunu belli eder şekilde yüzü renkten renge girerken "Senin ile olan meselemiz sonranın konusu doktor bey" deyip bana baktı. "Şimdinin konusu amcanın oğlu Selim Egeli." deyince şaşırdım desem yalan olurdu. Savcı kim olduğumu öğrenince haliyle Yavuz'u da öğrenmişti.
Burnumdan hıhlar gibi nefes vererek gülümsedim. "Beni bu saçmalıklar için mi Ankara'ya kadar çağırdın Savcı? Bende gerçekten mühim şeyler söyleyeceksin sanmıştım. Senin çocukça masallarına ayıracak vaktim yok." dedikten sonra gitmek için arkamı döndüm. Bir kaç adım atmadan arkamdan "Ne çabuk unuttun ilk tanıştığımız gün sana söylediklerimi?" diye bağırdı.
Olduğum yerde durdum. Elimle çenemi sıvazlarken Savcı'nın ne söylediğini şeyleri anımsadım. "Aras Yiğitsoy. Ne kadar da kurduğun kaleyi yıkılmaz kendini yenilmez görüyorsun. Ama atladığın bir şey var ben babam değilim. O, sizi bitirememiş olabilir ama ben bitireceğim. Ve bu konunun sadece babamla ilgisi olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun. Seni yaktığın yerden yakmak için geldim." İçimden kendime milyon tane küfür ederken öfkeyle gözlerimi kapattım.
Daha o gün her şeyi bildiğini belli etmişti aslında. Daha o gün benimle neden uğraştığını belli etmişti. Ama ben o kadar aptaldım ki Sena'yı suçlamaktan dönüp bir kez Savcı'ya bakmamıştım. Onu deli gibi kıskanmaktan Savcı'nın söylediği şeyleri birleştirmeyi akıl edememiştim.
Yavaşça ondan tarafa döndüğümde yüzüne 32 dişini gösteren galibiyet gülümsemesi yayılıyordu. "Hatırladın değil mi?" Elleri cebinde kasılarak yanıma doğru yaklaşırken "Daha sana ilk günden niyetimi belli ettiğimi, asıl amacımı gösterdiğimi hatırladın. Seninle neden bu kadar uğraştığımı anladın?" dedi.
Ona karşı yenilmiştim. Duygularımın neden olduğu zafiyet yüzünden yenilmiştim. İşte bu yüzenden hayatımda duygulara yer yoktu. Tamda bu yüzden sevdiğim insanları kendimden uzak tutup arama mesafe koyuyordum. Ellerimi birbirine çarparken tutuğum alkışa ifadesiz sesimi ekleyerek "Aferin sana Savcı, büyük bir aferini hak ettin." dedim.
"Yenilgiyi hazmettiğine göre asıl meselemize gelelim." dediği anda tam önüme gelmişti. "Biliyor musun Yiğitsoy? Aslında sen Sena'yı hiç bir zaman hak etmedin." İşaret parmağı ile göğsüne bir kaç kez vurarak "Onu her zaman ben hak ettim. Sen hayatımıza dahil olana kadar o bana aitti. Sonra sen geldin. Masum Selim Egeli. Sena'nın aklını başından aldın." dedi.
Yüzüne sinirin sebep olduğu bir gülümseme yayılırken diliyle dudağını yaladıktan sonra alt dudağını kısa bir süre ısırdı. "Varı yoğu sen oldun. Peki ne için? Ona güvenmeyen bir kez bile ne halde olduğunu sormayan bir adam için?" Küstahça acıyan gözlerle beni süzüp "Onun tenine olan yangınını başka kadınlarda söndüren adam için. Sen gününü gün ederken Sena senelerce iş dışında bir erkekle dahi konuşmadı. "duraksadı.
Düşündüğü şeyler sonrası dudakları keyif içinde sağa doğru çekildikten sonra "Doğrusunu istersen bu durumdan pek şikayetçi olduğum da söylenemez. Senin sayende 12 senedir erkeklerden uzak durdu. Haliyle ondan uzak olduğum zaman diliminde kimin altında olduğunu düşünmeme de gerek kalmadı."
Söyleyeceklerinin bitmediği belliydi. Gözlerine sinsi bir ifade yerleşirken "Seni hayatımızdan def ettikten sonra 12 yıllık yangını söndürmekte elbette bana düşecek." deyince yakasını kavradığım gibi yere yatırdım.
"Orospu çocuğu! Sen kimsin de Sena'nın adını bu şekilde ağzında alırsın" diye kükredikten sonra yumruklarımı yüzüne indirmeye başladım. Gözüm kararmış, kalbim karanlığın esiri olmuştu. Bu söylediklerinden sonra aldığı nefes bu puşta haramdı. Burada, şu dakika ölmeyi hak ediyordu. Ama hemen öldürmeye niyetim yoktu. Sena'nın adı gevşek ağzından yayıla yayıla çıktıysa bende onu yayıla yayıla işkence çektirerek öldürecektim.
Yüzünün her yerinden kanlar akarken kaç darbe indirdim bilmiyorum. Belimden kavrayıp beni çekiştiren Yavuz'un "Aras dur. Önce ne diyecekse desin, sonra öldürürsün." diyen sesini duyunca sıktığım dişlerimin arasından "Sen karışma." diye bağırdım.
Beni çekmeye devam ederken kararlı çıkan sesiyle "Karışırım. Sonrasında pişman olmaman için karışırım. Sende bir kez olsun beni dinle dur. Sena hakkında bilmediğimiz bir şeyler biliyor hala anlamadın mı?" diye bağırınca aklım başıma geldi. Yavuz'un ellerini belimden çekerek "Bırak" dedikten sonra Savcı'nın üzerinden kalktım.
Bakışlarım Yavuz'a kayınca yara yerlerinin sızladığını belli eden acı dolu bakışları gözüme çarptı. Halini umursamadan kulağına doğru eğilip "Bir kez daha benim işime karışırsan bu karıştığın son iş olur. Buraya gelmek için hangi şartları kabul ettiğini unutma." dedim. Yüzüme yapma der gibi baktı lakin benim kararım kesindi. Başını sallayıp arkasını dönerek aksak adımlarla girişe doğru yürüdü.
Yavuz'dan çektiğim bakışlarımı Savcı'ya çevirdim. Yüzü dağılmış haldeydi. Ağzına dolan kanı yere tükürdü. "Komik olma Aras, adliyede ki ilk gün bunların daha fazlasını ona sen söylemişken şimdi böyle davranıp kendinle çelişme." dedi. Söylemiştim. Allah benim belamı versin ki söylediği şeyleri ben söylemiştim. Sena'nın ne duruma düşeceğini düşünmeden bütün adliyeye rezil etmiştim onu.
Benden bir cevap alamayınca "Ama bu senin her zaman ki halin öyle değil mi?" diye sordu.
Tek kaşım havaya kalkarken "Neden bahsediyorsun Savcı?" dedim.
Dudağının kenarında ki patlağı baş parmağı ile kontrol ettikten sonra eliyle çenesini oynattı. "Daha öncesinde de bir kez bile sorgulamadın nerede olduğunu, ne yaptığını. Kahraman Babamın sana gönderdiği fotoğraflar Sena hakkında hükmünü vermen için yeterli oldu. Onun seni sevebileceğini, sen öldün diye delirmiş olabileceğini bir kez bile düşünmedin" deyince beynimden aşağıya kaynar sular döküldü.
Sena, Selim yüzünden delirmişti öyle mi? O gece arabada söylediği şey buydu. Delirirdim derken gerçekten delirdiğini kast etmişti. Hem de benim için. İçimi pişmanlık kaplarken kalbim duydukları ile bir el tarafından sımsıkı sıkılıyordu sanki.
Burnundan akan kanları koluna silip küçümseyerek yüzüme baktı. "Şaşırdın değil mi? Sena'ya layık olmadığın fikrine kendini o kadar inandırdın ki delirebileceği asla aklına gelmedi Aras."
"Ama asıl şaşıracağın konulara gelmedik." deyince söylediği hiçbir şeye anlam veremez halde yüzüne baktım. Bu halim keyfini yerine getirmiş olacak ki acı çektiğini belli eden ifadenin yerini kanlı dişlerini meydana çıkaran keyifli bir sırıtış aldı. "Sen gerçekten ölmedin ama Sena senin için gerçekten ölüme gitti Aras. Senin yüzünden intihar etti." deyince bu sefer gerçekten tükendiğimi hissettim.
Benim yüzümden hem delirmiş hem de intihar etmişti öyle mi? Ben cehennemde yandığımı düşünüp ona olan öfkemi harlarken o bana olan sevgisinden önce ölmeyi denemiş başaramayınca da aynı sevgiye dayanıp bunca şeye katlanmıştı öylemi? Yok.. Bu kadarı akla da mantığa da aykırıydı. Bunların hiçbiri gerçek olmazdı. Hepsi Savcı puştunun pişmanlık duyarak kafama sıkmam için uydurduğu palavralardı.
Yanına gidip gırtlağına yapıştım. "Neden bahsediyorsun lan sen?" Elimin altındaki boğazını sıkarken Fırat'ın gülümsemesi bir an olsun kesilmiyordu. Elini cebine götürünce ne çıkaracağını göz ucuyla takip ediyordum. Çıkardığı defteri yüzüme doğru sallayıp zorla çıkan sesiyle "Al kendin bak. Sena'nın günlüğü." dedi.
Doğru söyleyip söylemediğini anlamak için morarmaya başlayan yüzüne baktım. Tek yaptığı gözleriyle elindeki defteri işaret etmek oldu. Öfkeyle "Off" diye bağırırken boğazındaki elimi çektim. Soluk borusu açılan Savcı eğilip derin nefesler alırken bende elindeki defteri hırsla çektim.
Defterin ilk sayfasını açmamla daha ilk saniyesinde içimde bir yumru belirdi. Büyük harflerle "OKYANUS GÖZLÜM İLE BİZİ BEKLEYEN GÜZEL GÜNLERİ UNUTMAMAK ADINA...." yazıyordu. Göz yaşlarım içime doğru akarken pişmanlığıma pişmanlık ekleyecek olan diğer sayfaya geçtim. Uzun uzun nasıl tanıştığımızı yazmıştı. Göz ucuyla sayfayı tararken hala nefesi yoluna girmemiş olan Savcı "Köşesi katlı olan sayfalara bak." deyince söylediği yere bakmak için defteri kapatıp katlı olan kısma baktım. Katlanmış olan sayfaları açarken bir elde kalbimin yanında boğazımı sıkmaya başlamıştı bile.
Yine büyük harflerle içimi acıtan iki cümle yazarak başlamıştı.
1 Nisan
"KENDİM DE DAHİL HERKESTEN NEFRET EDİYORUM. KEŞKE ABİM YERİNE BEN ÖLSEYDİM..."
Selim olmadan geçen üç yüz kırk beşinci günüm. Ölüyorum sanki. O geceden sonra tutuklu yargılanarak cezaevine yollandı ve ben onu bir kez bile görmedim. Sekiz yıl cezaya çarptırıldı. Uyuşturucu satmaktan ve bulundurmaktan nasıl o kadar hüküm yediğini anlamasamda onu savunmak için bir şey yapamıyordum. Elini tutup ben buradayım, seni kurtaracağım diyemiyordum.
Desteğime en ihtiyaç duyduğu dönemdeydi. Yanında olmam, gözlerinin içine bakmam gerekiyordu. Benim varlığımı bilirse güçlü olurdu. Ama lanet olsun ki ben bunların hiçbirini yapamıyordum. Babamın etten duvarlarla ördüğü cezaevindeydim. Derse giderken, evdeyken, markete girerken hatta ve hatta tuvalete girerken bile bir adım dibimden ayrılmıyorlardı. Babam üniversite tuvaletinden kaçma ihtimalimi düşünüp iç kapıda beni beklemesi için bayan koruma bile tutmuştu.
Bunca zamandır alıştığım kokusunu içime çekemediğim için boğuluyordum. Okyanus gözlerine bakamadığım için ölüyordum. Ama kimseye derdimi anlatamıyordum. Onu kurtarması için güvendiğim ailem bile beni anlamazken bana yardımcı olmazken başkalarının beni anlamasını beklemek yapabileceğim en saçma şeydi.
Ayrıca vicdan azabından da kafayı yemek üzereydim. Benim aptal fikrim bizi bu sona sürüklemişti. Benim yüzümden hayatı mahvolmuştu. Her anım her dakikam onu düşünerek geçerken omzumdaki yüklerde katlanarak artıyordu. İçimi ısıtan gülüşü hala var mıydı acaba? Hala gözleri mutlulukla parlıyor muydu? Of! Of! Allah benim belamı versin ki ben bunların hiçbirini bilmiyordum.
Sayısız defa kaçmayı denediğim gibi bu gün yine denedim ancak yine başarısız oldum. Babamın adamları yine yakaladı. Yani anlayacağın sevgili günlük bu gün yine şiş gözlerle yazıyorum sana ve bu gün yine sayfalıların göz yaşlarımla ıslanıyor. Gerçi sen bu duruma alışmışsındır artık. Sanırım bir ben alışamıyorum bu hallerime, Selimsiz kalmaya.... "
31 ARALIK
Sana yazmayalı tam 8 ayı geçti. Şimdi sen soracaksın Sena bu zamana kadar nerelerdeydin diye hemen açıklıyorum; öldüm, öldüm de geldim. Tam 6 ay önce çalan o iğrenç telefonun sesiyle öldüm. Selime kavuşmak için öldüm. Ama bunu da beceremedim. Bu dünyada kavuşamazken öbür tarafta kavuşmayı bile beceremedim.
Her şeyi bir bir anlatacağım sana. Ufacık bir detayı dahi atlamadan. Gün gelirde hastalığım ilerlerse diye her şeyi sana anlatacağım ki nefretimi ve acımı asla unutmayayım, intikam almaktan bir gün bile vaz geçmeyeyim diye anlatacağım...
O gün.. O lanet gün babamın aramasıyla başladı her şey. Duygusuz çıkan sesiyle "Artık cezaevine gitmek için kaçmaya çalışmana gerek yok. Senin iti öldürmüşler. Yarın cenazesi varmış." dedi. İnsanın hiç tanımadığı komşusuna bile içi yanarken babamın sesinde zerre duygu kırıntısı yoktu, biliyor musun?
Olduğum yerde öylece kaldım. Elimdeki telefon kayıp yere düşerken çarpma sesi bütün odayı doldurdu. İki elim göğüs kafesimin üzerinde birleşirken duyduklarımı idrak etmek için "Selim öldü" diye fısıldadım. "Selim öldü".
Canımın canı öldü. Elimi acı içinde kıvranan kalbimin üzerine götürüp "Selimmmmm" diye haykırmaya başladım. Ayaklarım acımı kaldırmaya yetmiyordu. Dizlerimin üzerine yere düştüm. Yüreğimde ki yangının acısı her dakika artarken "Selim. Selim ölmüş olamazsın. Beni sensiz bırakamazsın." diye yakarışlarımı duyan Yeliz odama girdi.
Yanıma gelip başımı kaldırmaya çalıştığını hatırlıyorum. Ancak bunu yapmasına müsaade etmedim. Benden ne olduğunu öğrenemeyince biraz önce yere düşürdüğüm telefondan "Sena" diye bağırışları duyulan babamın sesini duyup telefonu alıp kulağına götürdü. "Kahraman Amca" dedi. Babam ona ne olduğunu söyleyince tek bir kelime söylemeden telefonu olduğu yere bırakıp beni kucağına doğru çekti.
Ona sarılınca hıçkırıklarım daha çok arttı. "Ölmüş Yeliz. Selim ölmüş." Tek kelime söylemeden bana sımsıkı sarılıyordu.
Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu artık. Bu acıya ne kalbim ne de beynim dayanamıyordu. Kalbimde öyle bir ağırlık vardı ki sanki kan pompalamayı bırakmış ölümü bekliyordu. Beynim ise daha kötüydü. Kafamın içi önce karıncalandı, gerçeklik algımı yitiriyordum. Sonrasında ise bilincim beni terk ediyor gibi olmaya başladı. Düşünemiyordum da artık. O dakikadan sonra tek hatırladığım yerimden kalkıp duvara çarptığım biblolar, vazolar.... Gerisi yok.
Gözümü güçlükle açtığımda tepemde serum takılı olduğunu gördüm. Başım kazan gibi olmuştu. Boşta olan elimi başıma götürdüm. Yeliz elimin üzerinde duran elini sıkınca bakışlarımı ona çevirdim. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle bana bakıp usulca çıkan sesiyle "Sena." dedi.
Dolmaya başlayan gözlerle ona bakarken "Yeliz. Selimmm" diyebildim. Tekrar hıçkırıklarla sarsılmaya başladı vücudum. Derin bir nefes almaya çalıştıysam da başaramadım. Ağlamamın izin verdiği ölçüde "Yeliz ben onsuz ölürüm. Benim yaşamama neden olan adam benim yüzümden ölmüşken ona bu kadar aşıkken, ben ölürüm."
Yanıma sokulup saçlarımı okşayan Yeliz" Senin suçun değildi Sena. Bu hikayede en masum sen ve Selim'diniz." deyince yutkunamadım. Hikaye demişti. Selim'in kahramanı olmamı söylediği hikaye. Onunla birlikte el ele diz dize yazmak için günleri saydığım hikaye.
Ciğerim sökülüyormuş gibi bilinçsizce ağlarken odanın kapısı açıldı. Elinde şırınga olan hemşire benden tarafa doğru gelmeye başlamıştı. Beni yine uyutacaklardı. Buna izin veremezdim. Onu o cehennemde tek başına bırakmışken birde şimdi bensiz.... Bensiz böyle olmasına izin veremezdim. Yeliz'e bakıp "Lütfen Yeliz. Onun cenazesine gitmek istiyorum. Ona beni affetmesi için yalvarmak istiyorum. Lütfen beni uyutmalarına izin verme. Lütfen babamı ikna et" derken tekrar etraf karardı.
Ne kadar süre uyudum bilmiyordum gözlerimi açınca güneşin doğmak üzere olduğunu fark ettim. Yeliz yatağımın dibine yerleştirdiği koltukta çökmüş yüzüyle beni izliyordu. Bilincim yerine geldikçe ağlamam yine beni esir alacakken yanıma doğru eğildi. Gözlerimden akan yaşları parmak uçlarıyla yavaşça silerken "Sena n'olur yapma. Babana onun cesedini görürsen onun öldüğüne ikna olacağını böylece eski haline dönmenin zor olmayacağını söyledim. Eğer buna izin vermezse ne Selim'i unutacağını ne de onların söylediklerini yapacağını ekledikten sonra söylediklerimi psikoloji ile falan da destekleyince izin verdi. Ama bir şartla; eğer ağlamayı kesmezsen seni göndermeyecek. Ne olur kardeşim azıcık tut kendi. Selim'e veda etmenin tek yolu bu." dedi.
Fısıltı gibi çıkan sesimle "Tamam" diyebildim. Ağlamamak için gözlerimi birbirine sımsıkı bastırdım. İçimden babamın yalan söylemiş olmasını diliyordum. O mezarlıkta bir defin işlemi olmamasını diliyordum. Görmek zorunda kalacağım cansız bedenin Selim'e ait olmaması için kendi canımı vermek istiyordum.
Olanların sadece bir kabus olması için neleri mi vermezdim? Ama kabus değildi. O gitmişti. Bir gün içeriden çıkar sonra yanına gider özürler dileyip kendimi affettiririm dediğim adam. Birlikte yaşamak için yurt dışında ev aradığım adam gitmişti. Hem de dönmemek üzere.
Yeliz yanıma gelip gitme zamanı diyene kadar sımsıkı yumduğum gözlerimi açmadım. Ona veda etmeye gitmek için hazırlanırken ayakta duracak halim yoktu. Ruhum kadar karanlık kıyafetleri giydikten sonra abimin cenazesinden bu yana çekmecemde sakladığım siyah baş örtümü alıp titreyen ellerimle saçımı örttüm.
Evden çıkarken Yeliz koluna girdi. Yavaş adımlarla araca doğru yürürken "Denizli'ye gitmek için geç kalmadık mı? Ya biz gitmeden..." derken söyleyeceğim kelimenin ağırlığı ile sustum.
Titreyen sesiyle "Selim'in vasiyetiymiş. Bir gün " duraksadı. Canımı en az yakacak kelimeyi aradığını biliyordum. Ancak kelimeyi nasıl söylerse söylesin içimin yangını ne artardı ne de azalırdı. Ben kendi cehennemime çoktan ulaşmıştım. "Bir gün bana bir şey olursa, beni Ankara'dan ayırmayın, demiş. O yüzden buraya.." Sıkıntıyla sesli bir nefes verip sustu. Başımı tamam anlamında sallayıp yavaş adımlarla arabaya yürümeye devam ettim.
Mezarlığa gelince babamın aldığı özel izinle gasilhaneye doğru ilerledik. Ölmeden yüzünü görmem için izin almıştı. Sırf öldüğüne ikna olayım diye yapmıştı bunu.
Gasilhanenin önüne gelince Yeliz benimle içeriye girmek istemedi. Gözlerine baktıkça aynı acıyı görmemi istemedi. Bana, yanımda sürekli duran koruma eşlik etti.
Buz gibi gasilhaneye girince korumaya arkada durması için elimle işaret ettim. Odanın ortasında beyaz çarşafla örtülü Selim'e doğru yürüdüm. Önüne gelince gözlerimi kapatıp güçlükle yutkundum. Gözlerim yavaşça açılırken titreyen ellerim yüzünün olduğu kısma doğru gitti. İncecik bezi tutmakta zorlanan ellerimle onun olmaması için Allah'a yalvararak yavaşça açtım.
Selim karşımdaydı. Mosmor olmuş dudakları, rengi çekilmiş yüzüyle öylece karşımdaydı. Ellerim ile ağzımı kapatırken girdiğim şokun etkisiyle öylece bir süre kaldım. Gözlerimden akan yaşlar sıcacık bir yol çizerken "Okyanus gözlüm, böyle yatmak sana yakışmıyor, hadi kalk." dedim usulca. Kalkmadı. "Selim, yalvarırım kalk."
Yine tepki gelmedi. Sessizce başlayan ağlamalarım yakarışlara dönüşürken ona doğru kapandım. Vücuduna sımsıkı sarılacağım anda yanıma gelen gassal kollarımdan tutup beni Selim'in üzerinden çekti. "Bunu yapmanıza izin veremem. Lütfen çıkın artık buradan" dedikten sonra uyarıcı bakışlarını benden çekip korumaya baktı. Yanıma hızla gelen koruma kolumdan tutup beni dışarı çıkarırken işaret parmağımı ona doğru tutup yalvaran sesimle "N'olur biraz daha göreyim. Biraz daha doyayım yüzüne" desem de beni dinlemedi.
Gasilhanenin önüne çıkarınca Yeliz ne olduğunu anlamış olacak ki bedenimi kendisine çevirip acıyla gözlerime bakarken "Yalvarırım yapma böyle. Onun yeri artık belli Sena. Onu daha fazla bu dünyada tutmak hem sana hem de ona eziyet. Bırakalım da ruhu huzur bulsun." dedi. Bir şey demeden sessizlikle söylediği şeyi kabul ettim. Biliyor musun Sevgili Günlük, susmak bazen en büyük yakarışmış ve isyanmış, bunu da o gün öğrendim.
Bir süre sonra üzerine avukat cübbesi örtülü tabutu gözümün önünde gömüleceği yere götürüldü. Yanına gidemiyordum. Toprağa koyulurken bile yanında olamıyordum. Ailesinin evlatlarını ölüme götüren kızı görmek istemeyeceğini bildiğim için canımın canının bu dünyadan gidişini uzaktan seyrediyordum. Yaşarken yanında olamayışımın kefaretini bu dünyadan giderken yanında olamayarak ödedim.
Yeşil tabut yere koyulduktan sonra kapağını açtılar. Okyanus gözlümün kefene sarılmış bedenini ellerine alıp yavaşça toprağa koyarlarken avazım çıktığı kadar "Yapmayın, onu gömmeyin. Orası çok karanlık. Aydınlığı hak eden kalbi karanlıkta kalamaz." diye bağırmamak için zor duruyordum. Ailesi dostları orada feryat figan ağlarken ben usul usul göz yaşlarımı akıtıyordum. Sanırım en zor kısımlarından birisi de bu oldu.
Herkes gittikten sonra yavaş adamlarla mezarına doğru yaklaştık. Kollarımı Yeliz'den kurtarıp ağır adımlarla ıslak olan toprağa doğru yürüdüm. Mezarının dibine gelince sanki kimsenin duymasını istemiyormuşum gibi fısıltıyla "Selim" dedim.
Ona sımsıkı sarılmak yüzünü okşamak için yanına çöküp" Selim hadi kalk." dedim. Nazikçe toprağını okşayarak "Selim n'olur kalk. Bak ben geldim Sena. Senin Sena'n." Cevap gelmesini bekler gibi toprağa baktım. Tıpkı morgda olduğu gibi derin sessizlikten başka bir şey olmadı.
Dudaklarımı yıkayan göz yaşlarımı emerken başımı ritim tutar gibi salladım. Daha sakin çıkan sesimle "Biliyorum bana kızgınsın. Seni neden orada tek bıraktım diye küsüyorsun bana. Küsme Selim. Babam göndermedi, ben sayısız kez kaçmaya çalıştım ama hepsinde yakalandım." Gülmeye yakın çıkan sesimle "Hani hep sorardın ya bana; senin beceriksiz olduğun bir şey var mı diye sanırım bu kaçma konularında becerikli değilim." dedim.
Başımı yana doğru yatırıp bulanık gören gözlerimle toprağına baktım. "Bak şimdi buradayım. Ne olursa olsun artık yanındayım. Ama sen yoksun." Toprağını avuçladım.
"Senin burada yanımda olman lazım Selim, yalvarırım kalk. Çok özledim seni." Memnuniyetsiz çocuklar gibi omzumu çektim. Sanki aklımdakileri söylersem kalkar gibi hissedince "Hem senin okyanus gözlerine bu toprağın rengi yakışmıyor. Sana mavi yakışır. Kalk da mavi göleğini giy. Gözlerine bakınca okyanusları göreyim." deyip duraksadım.
Onsuzluk içime mıh gibi işlerken "Beni karanlıktan aydınlığa sen çıkardın. Kendin karanlıkta kalamazsın. Lütfen kalk oradan" diye yalvarmaya başladım. Hiç bir tepki , cevap yoktu. O gerçekten gitmişti. Gözlerinin içi parlamayacaktı. Yüzündeki sıcacık ifade kimsenin yüreğini ısıtmayacaktı. Benim günahımın bedelini o ödemişti.
Onsuz ben ne yapardım ki? Abimden sonra beni o toparlamış ayağa kaldırmıştı. Peki şimdi kime tutunacaktım? Beni burada tek başıma bırakıp gidemezdi. Eğer o gittiyse bende gidecektim. Onun ardında gidecektim. Ne ben burada onsuz kalabilirdim ne de o, orada bensiz kalabilirdi. Hem abimde oradaydı. Beni seven iki adamda toprağın altındayken ben burada kalmazdım.
Abim ölünce planladığım şeyi şimdi hayata geçirecektim. Eğer Selim'in feryadıyla ortalığı yıkarsam beni yalnız bırakmayacaklarını biliyordum. Azıcık daha güçlü olmalıydım. Sonrası ise Selim'di. Abimdi. Toprağına doğru eğilip "Geçen sefer beni yapmaktan kurtardığın şeyi bende yanına gelmek için kullanacağım. Ölüme giderken her anımda seni hayal edeceğim. Bekle beni sevgilim." dedikten sonra göz yaşlarımı silerek olduğum yerden kalktım.
Yeliz'e bakıp "Hadi eve gidelim. Sen haklısın onu daha fazla huzursuz etmeye hakkım yok. Dirisine huzur veremedim bari ölüsü bensiz kalarak huzura ersin." dedim. En başta bu halimi tuhaf karşılayarak yüzüme baksa da üzerime gelmemek için başını tamam anlamında sallamakla yetindi. Hızla yanıma gelip yürümeme yardım etmek için koluma girdi.
Eve girince banyoya doğru yürüdüm. Hala kolumda olan Yeliz'e dönerek "Duşa girmek istiyorum. Sıcak suyun altında kalmam lazım." dedim. Gözlerimden ruhumu okumaya çalışır gibi yüzüme baktı. Sonrasında sıcak suyla rahatladığımı bildiği için olsa gerek itiraz etmeyerek "Tamam ben buradayım. Bir şey olursa seslen." dedi.
"Tamam." dedim ve banyoya geçtim. Dikkat çekmemek için kapıyı kilitlemedim. Önce suya doğru yürüdüm ve onu açtım. Daha sonraysa jiletlerin bulunduğu dolaba ilerledim. Elime aldığım ilk jiletle kapının arkasına oturdum. Jileti bileğimin üzerine koyup gözlerimi kapayarak önce Selim'i sonra da abimi hayal ettim. Birlikte geçiremediğimiz zamanları düşündüm.
Sahi ya abim olsaydı Selim'i kurtarırdı. Ama yoktu, yoklardı. Bende artık olmayacaktım. Önce elimde ki jiletin geçtiği yerleri yakarak bilekliğimden kayışını hissettim sonrada bir ılıklık.
Gücümü kaybetmeden aynı işlemi diğer bileğime de yapmalıydım. Aceleyle kesik olan elimle jileti tutmaya çalıştım. Bir kaç deneme sonrasında az da olsa başarılı oldum. Damarı kesmiş miydim bilmiyordum ama oradan da kanlar akmaya başlamıştı.
Bileklerimde hem acı vardı hem yoktu. Bilincim ise Selim ile abimi saymazsak bomboştu. Sadece ruhumun git gide bedenimden çekildiğini hissetmeye başlamıştım. Gözlerimi kapatarak kurduğum hayallere döndüm. Bir süre sonra bayılmışım.
Uzun süre banyoda kaldığımı gören Yeliz bana bakmak için banyoya gelmiş. Kapıyı tıklatıp cevap alamayınca açmaya çalışmış. Ama başaramamış. Kapının arkasında ki bedenim bayılmanın etkisiyle duşa kabin ile kapı arasında kalmış. Kapıyı biraz araladıklarında kesik bileğim görünmüş. Kapıyı zorladıklarında boynumun kırılma ihtimali olduğu için onlarda kapıyı gerçek manada kırıp yerinden sökerek beni banyodan çıkarmışlar. Sonrası ise önce babamın hastanelerinden gelen bir ambulans, sahte bir isimle yapılan yatış işlemi.
Bileklerime dikiş atıldıktan sonra gözetim altında olayım diye babam hastaneden çıkmama izin vermedi. Aklım başıma gelene kadar sıkı yönetimde kalmam gerektiğini düşündüğü içinde hastaneden kliniğe sevk ettirdi. Söylediklerine hiç karşı çıkmadım. Ha burada kalmıştım ha dışarı da. İntihar etmeyi bile beceremeyen bi ahmak için yerin altı olmadığı sürece her yer aynıydı sonuçta.
Ama sonrasında işler değişti. Bir gece yanıma Selim geldi. Daha doğrusu ben geldiğini sanmışım. Senin anlayacağın delirmişim. Aylarca hayali ile sohbet etmiş, bir hayalin göğsünde uyumuş, bir hayale saçlarımı okşatmışım... Biliyor musun Sevgili Günlük, ben onun hayali ile de mutluydum. O yanımda olduktan sonra delirip delirmediğimin bir önemi yoktu. Sonuçta ben deli olduğumu bilmiyordum.
Tabi bu mutlu halime dayanamayan babam her zaman ki gibi yapacağını yapıp klinik doktoruna gerçeklerin yer aldığı bir dosya vermiş. Tabi Davut Bey'de bunları bana verdi. İşte o gün ömrümün son mutlu günü oldu. Çünkü Selim'i son kez yanımda gördüm. Sonrası ise karanlık. Tıpkı Selim'in hapsolduğu türden bir karanlık. Tek farkımız o toprağın altında nefes almayı bıraktı bense üzerinde.
Farkındalık sonrasında geçirdiğim travma yüzünden sürekli ilaç verilmeye başladı. İlaçların etkisiyle ağlayamıyordum, daha doğrusu her hangi bir tepki veremiyordum. Ot gibi olmuştum. Bu durum haricinde tepki verdiğim tek bir şey vardı; gün ışığı. 2 aydır odada gün ışığı görmeden yatıyordum. Hemşireler perdeleri açınca kapatmaları için kliniği inlettiğimden dolayı artık onlarda açmıyordu.
Benim güneşim ölmüştü. Onun yüzüne vurmayan güneş ışıkları artık bana haramdı. Ölene kadar bu sonsuz karanlığa hapsetmiştim kendimi. Ta ki o güne kadar.
Bir gün Yeliz yanıma geldi. Benim kadar olmasa da oda bitkin bir haldeydi. Gözlerini gözlerime meydan okur gibi diktikten sonra " Burada çürümeye eminsin yani" dedi. Benden bir tepki bekler gibi yüzüme baktı. Ama buradan çıkma niyetim olmadığı için onu umursamadım. Biraz önceye göre daha gür çıkan sesiyle "Sena buradan çıkıp Selim'in intikamını almamaya eminsin yani. Babanda dahil herkese bunun hesabını sormamaya eminsin." dedi.
Odaya geldiği andan itibaren onu yok sayan gözlerim büyüyerek ona baktı. Söylediklerini kulakları duyuyor muydu? Resmen babamla diğerlerine meydan okuyacaktı ve bana da buna katılmamı mı söylüyordu? Yerimden doğrularak "Dediklerini kulakların duyuyor mu senin?" diye sordum.
Tepki vermem hoşuna gitmişti bakışları yumuşadı. Kendinden emin bir şekilde " Duyuyor. Sağır ya da aptal değilim merak etme." dedi. Elini elimin üzerine koyup biraz öncekinden yumuşak çıkan sesiyle "Sena, Selim boşa ölmüş olamaz. Önce onun intikamını almalısın. Sonra da onun adını yaşatmalısın." dedi.
Doğru söylüyordu. Ama bunu nasıl yapacaktım? Çare arar gibi yüzüne bakıp "Nasıl?" diye fısıldadım. Yerinden ayağa kalkıp "Önce okulunu bitireceksin sonra da Selim'e bu sonu reva görenleri." dedikten sonra göz kırptı. "Ve daha sonrasındaysa öyle bir avukat olacaksın ki güçsüzler güçlüler karşısında haklarını araman için sana sığınacaklar." dedi.
Söylediklerini düşünmek için oturduğum yatakta tekrar yattım. Gözlerimi kapadım. Bu halimi gören Yeliz pes ettiğimi düşünmüş olacak ki " Sen acınası bir zavallı olarak görmeye devam et kendini. Söylediğim her şeyi de siktir et." dedikten sonra kapıya yürüdüğünü belli eden ayakkabılarının sesini duydum.
Yattığım yatakta gözlerim kapalı bir halde "Dur. Sadece düşünmem için azıcık zaman ver." dedim. Söylediklerimi duyunca ayakkabısının tıkırtı sesleri tekrar kulağıma doldu ve üzerine oturulduğunu belli eden koltuğun sesi geldi.
Yeliz haklıydı. Böyle kendime acıyarak kimseye fayda sağlayamazdım. Önce intikamımı alıp sonra da Selim'in rahat uyuması için tıpkı onun gibi iyi kalpli bir avukat olmalıydım. Gözlerimi açtım. Duvara sırtımı yaslayarak oturup Yeliz'e baktım.
"Bunları yaparım. Ama şartlarım var."
Tek kaşı havaya kalkmış Yeliz "Neler?" diye sordu.
"İlk olarak Ankara'dan ayrılıp İstanbul'da bir devlet üniversitesine gideceğim." dedim. Konuşmamı bölmek istemediği için onaylar bir şekilde başını salladı.
"İkinci olarak ailemin yanında yaşamayacağım. Üçüncü ve son olarak ise babamın bütün mal varlığını, adını, itibarını reddedeceğim. Sena olarak ayaklarımın üzerinde duracağım. "dedim.
Son söylediğimi duyan Yeliz'in gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ne yapacaksın ? Ne yapacaksın?" dedi hayretle. Tersler gibi "Duydun işte söylediklerimi Yeliz. Şimdi benimle var mısın yok musun?" diyerek vereceği cevabı duymak için yüzüne baktım.
Düşünürmüş gibi yerinden kalkarak odanın köşesine doğru yürüdü. Eliyle tam üzerindeki kamerayı işaret ettikten sonra elini kulağına götürdü. Bu hem izliyorlar hem dinliyorlar demekti. Ve ayrıca Yeliz'in bana bu söyleyeceklerinden babamın haberi var demekti. Meydan okumaları, isyanları hepsi sırf ben buradan çıkayım diye söylediği yalanlardı. Uzun zamandır ilaçlara rağmen ağlayamazken ilk kez ağlamak istiyordum. Can dostum dediğim insan beni babama satmıştı. İçimde oluşan hayal kırıklığıyla yüzüne baktım. Dudaklarını oynatarak "BANA GÜVEN" dedi.
Sonra da yüksek sesle "Sena iki şartına da okeyim. Ama Kahraman Amcayı silemeyiz. O Kahraman Eroğlu" dedi tıpkı babamın söylediği tonlamada. Bana göz kırparak kameranın kadrajına doğru yürüdü. "Üzgünüm ama Kahraman Amcaya böyle bir şey yapamam. Senin yapmana da müsaade etmem. Burada kalmak senin kafanı bulandırmış. Hem sen adını inkar etsen de adın seni etmez. Sen SENA EROĞLU' sun . Bunu sakın unutma" diyerek gözlerimin içine imalı baktı.
İşte o an anladım ki dostum beni satmamıştı. Yalan söylüyordu ama bana değil babama. Söylediği her şey gerçek düşünceleriydi. Bunları açık açığa söyleyemeyeceği için kılıf bulup gelmişti. Babamı, annemi ve babasını benim için karşısına almaya hazırdı. Düşünüyormuş gibi elimi çeneme götürdüm. Kısa bir sessizlik sonrasında söyledikleri fikrimi değiştirmiş gibi yaparak "Sanırım haklısın. Söylediklerini yaparken soyadımın zararı değil yararı olabilir. Güneş ışığından uzun süre uzak kalınca kafam bulandı benim" dedim.
Yüzüne şeytani bir gülümseme yayılırken "Hah şöyle. Doğruya hemen ulaşacağını biliyordum. Hadi şimdi hazırlan son bir kontrol etsinler seni. Sonrada çıkalım buradan ne dersin?" diye sordu.
İçim kan ağladığı halde yataktan neşe içinde kalkıp kapalı olan perdelere yürüdüm. Hepsini hışımla açtıktan sonra ona dönüp "Harika olur. Ben üzerimi giyeyim o zaman" dedim. Çıkmak için kapıya yöneldiği sırada fikir değiştirerek benden tarafa doğru yöneldi. Sıkıca bana sarılıp "Her ne olursa olsun yanındayım. Bu işte beraber savaşacağız. Sakın korkma tamam mı?" diye fısıldadı. Söylediklerine ona daha sıkı sarılarak karşılık verdim.
Yeliz odadan çıktıktan sonra hazırlanmaya başladım. Yarım saat kadar sonra doktorların karşısına çıktım. Kendimi çok zor tuttuğum kısım Selim'in ölüp ölmediğini sormaları oldu. Sonrasında ise bu durumdan sen ya da ailen mi mesul dediler. İçimi yakan bu iki soru da dahil hepsine onların istediği gibi cevap verdim.
Bende ki değişimi gören babam bir süre sonra evin etrafındaki korumaları çekmişti. Ama gizli gizli bizi izlediğine emindik. 1 ay kadar düzenli olarak okula gidip geldik. Babamın bize güvendiğini fark edince hızla bütün gerekli eşyaları toplayarak Ankara'dan kaçtık.
GÜNÜMÜZ
Kalbimi sıkan el baskısını arttırırken her okuduğum kelimede nefes alamadığımı hissediyordum. Elimdeki deftere çaresizlik içinde bakarken aklımı yitireceğimi hissettim. Sena benim için ölmüştü ve benim bunlardan haberim olmamıştı. Savcı haklıydı. Kendime o kadar güvenmiyordum, onun bana aşık olma ihtimaline o kadar inanmıyordum ki Sena'nın benden sonra kötü şeyler yaşayacağını asla düşünememiştim.
Eğer 12 yıl öncesinde öfkemle değil mantığımla hareket etseydim o düşlediğim hayallere ulaşmış olacaktık. Bu yaşanılanların hepsi benim suçumdu. İç sesim "Sende kendini öldürmeye kalkmadın mı Aras? Sende yanmadın mı?" dese de artık onu duymazdan gelme vakti gelmişti.
Şimdi bizim için bir şans vardı. İkimiz için bir umut vardı. Tekrar biz olabilirdik. O hem Aras'ı hem Selim'i seviyordu bende onu. Biz olmamıza bir engel yoktu. Defterin kapağını kapatıp Fırat'a baktım "Seni öldürmeyeceğim Savcı. Sena ile mutlu günlerimizi görüp kendi kafana sıkman için seni öldürmeyeceğim." dedim.
Kanlı dişleriyle depoyu inletecek şekilde alaycı bir kahkaha attı. Gözlerimin içine küçümseyerek bakarken "Ondan 12 yıl boyunca ölmediğini saklayan bir adamı affedeceğini mi sanıyorsun Aras Yiğitsoy?" diye bağırdı.
Söylediği şeyler içimde fırtınalar koparırken dudaklarım yukarı kıvrıldı. Elimdeki defteri rulo haline getirip ceketinin cebime soktuktan sonra ellerimde pantolon ceplerimde yerini aldı. "İlk defa haklısın Savcı. Sena'nın beni affetmesi belki kolay olmayacak. Ama ne var biliyor musun?" dedikten sonra sağ elimi cebimden çıkarıp işaret parmağımla onu işaret ettim. "Benim en azından bir şansım var. Senin ise ne Selim sağken ne de ölüyken asla şansın olmadı. Aras'tan sonrasında ise olma ihtimali bile yok."
Duydukları ile yüzü renkten renge giren Savcı tek kelime dahi edemez haldeydi. Oda biliyordu. Söylediğim her şey kelimesi kelimesine doğruydu. Adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü bir yutkunma sonrası benden tiksindiğini belli eden bakışlarını yüzüme dikip "Göreceğiz." dedi.
"Görelim." derken göz kırpıp depodan çıkmak için arkamı döndüm. Yavuz, meraklı gözlerle yüzüme bakarken dikleştirdiğim omuzlarımla yanına doğru yürüdüm. Güçlü durmaya çalışıyordum. İlk kez başaramıyordum. İlk kez kendimi bu kadar güçsüz hissediyordum.
Yanına gelince meraklı bakışları endişeli bir hal aldı. Başıyla kan sızan omzumu işaret ettikten sonra "Dikiş yerlerin açılmış." dedi.
"Yüreğimin yarası açılmış Yavuz, dikiş yerlerim açılmış çok mu?" deyip "Ne demek o?" diye söylenen Yavuz'u dinlemeden arabaya doğru ilerledim. Arabanın kapısını açıp içine geçince başımı ellerimin arasına aldım. Okuduğum her şeyi zihnimden tek tek geçirmeye başladım. Nasıl bu kadar kör olmuştum? Onu her dakika takip ederken yaşadıklarından nasıl haberim olmamıştı?
Yan taraftaki sürücü koltuğunun kapısı sertçe kapatıldıktan sonra Yavuz "Ne vardı defterde?" diye sordu. Göz yaşlarım usulca süzülürken "Sen haklıymışsın Yavuz, Sena..." durup derin bir nefes aldım. "Sena, Selim'e asla ihanet etmemiş"
Yüzü sıkıntıyla buruşurken "Biliyordum be" dedi. Kollarımı direksiyona koyup başımı da üzerine yerleştirdim. Elinden şekeri alınmış küçük çocuklar gibi saatlerce ağlamak istiyordum. Yüreğimde ki yangını gözümden akan yaşlar söndürsün istiyordum.
Elini omzuma koyup sıvazlayan Yavuz "Aras, üzülmenin ağlamanın sırası değil kardeşim. Sena'ya gidip hatanı bir an önce telafi etmenin zamanı." deyince başımı kaldırıp bütün çaresizliğimle yüzüne baktım. "Affetmez Yavuz. Ona bunca yaptığımdan sonra, söylediğim yalandan sonra affetmez." dedim. Affetmemekte haklıydı da. Kim hayatını mahveden, ona her gün acı çektiren bir adamı affederdi ki? O; masum, günahsız, yalansız Selim'e aşıktı. Bense boğazıma kadar boka batmış durumdaydım.
Eli omzumu sıkarken "Sena sana aşık Aras, gözlerinde gördüm bunu. Hem denemeden ne tepki vereceğini bilemeyiz." deyince Sena'nın o gece arabada söyledikleri aklıma geldi. Yavuz yine haklıydı. Sena beni seviyordu. Belki bana olan sevgisi öfkesinin önüne geçerdi. Omzumda duran elini sıkıp gözlerine minnetle bakarken "İyi ki varsın kardeşim." dedim.
"Sende.. Sende iyi ki varsın abi." cevabını verince önüme dönüp arabayı çalıştırdım. Bir an önce İstanbul'a gidip Sena'ma kavuşmam gerekiyordu. Ana yola çıkacağım esnada Yavuz "Abi şehir mezarlığına gideceğiz?" deyince çattığım kaşlarla sorgular halde yüzüne baktım. "Yeliz Hanım söyledi, Sena bizden hemen sonra Ankara'ya gelmek için yola çıkmış. Geldiğinden beri mezarlıkta olma şansı yüksek." dedi.
"Yavuz, bizden hemen sonra yola çıktıysa gece yarısı Ankara'ya gelmiş olması gerekir." Cevabını duymak istemediği soru dudaklarımdan döküldü. "Gece yarısı mezarlığa gitmiş olması mümkün değil, değil mi?"
Başını öne eğip "En sevdiklerini kaybeden insanlar mezarlıktan korkmazmış abi. Muhtemelen gelir gelmez mezarlığa gitti." deyince kendime olan öfkem daha da artı. Şuracıkta kafama sıkıp geberip gitmek istiyordum. Ama Sena'yı Selim'in vicdan yüküyle daha fazla bırakamazdım. Ona olanları anlattıktan sonra isterse o, kendi elleriyle öldürebilirdi beni. İsterse de pis kanıma elini sürmesine gerek kalmadan ben kafama sıkardım.
Arabanın camına vuran yağmur damlaları gök yüzünün de Sena'ya ağladığının habercisiydi sanki. Cama vuran her yağmur tanesiyle gözlerim de sürekli doluyordu. Avuç içlerimle akan yaşları ara ara silerken şehir mezarlığına doğru sürdüm.
Vicdanımın ve kalbimin bitmek bilmeyen konuşmaları ile mezarlığa gelince arabadan inmeye yeltendim. Yanımda oturan Yavuz "Abi, sen tek git." deyince "İnsan ölüme tek gider diyorsun ha Yavuz." dedim. Cevap vermek için ağzı aralanınca susması için elimi kaldırıp arabadan indim.
Selim'in mezarına doğru yürümeye başladım. Hızlı adımlarım sonrasında görmeyi istemediğim manzara karşımda belirdi. Sena, Selim'in mezar taşına oturmuş bir taraftan yeni ektiği mavi çiçekleri severken diğer taraftan da Selim'e bir şeyler anlatıyordu. Öyle içten, öyle pür dikkat Selim'in mezarıyla konuşuyordu ki uzaktan bakınca sanki hızlanmaya başlayan yağmur damlaları ona temas etmiyormuş gibi hissettiriyordu.
Adımlarım yavaşladı. Yanına doğru yaklaşırken içim tir tir titriyordu. Az kalsın ölümüne, öldürmeyi beceremeyince de delirmesine sebep olmuştum. İçim daralıyordu. Ben şimdi ona ne diyecektim? Senelerdir öldü bildiğin, yasını tutuğun adam yaşıyor Sena, tam karşında duruyor nasıl diyecektim?
Olduğum yerde durup iki elimle hırçınca yüzümü sıvazladım. En kötüsü de aylardır yanı başında duran bendim, sana o kötü sözleri söyleyen bendim diye nasıl söyleyeceğimdi. İnsan her şeyi affetse de bunu nasıl affederdi? Kim affederdi ki böyle bir adamı? Hangi aşk böyle bir ihaneti affedecek kadar büyüktü?
Uzaktan gördüğüm mezar taşı, elinde tuttuğu hançeri yüreğime saplayıp acımasızca çevirirken "Selim Egeli" diye mırıldandım. Onca düşündüğüm şey yetmezmiş gibi bunca zaman nasıl olup da Sena'nın Yavuz ile olan soyadı benzerliğimi fark etmediğini anlayamadım. İçimdeki ses "Bazen insan gözünün önündekini göremez Aras. Tıpkı senelerce senin görmediğin gibi." deyince sorumun cevabını da kendi kendime vermiş oldum. Bu hayatta bazen insan en görünür olana kör oluyordu.
Biriken yağmur damlalarının biriktirdiği küçük su göletlerine bastıkça ayakkabıların çıkardığı sesle mezarlığa yaklaşırken sesleri duyan Sena başını benden tarafa çevirdi. Dün gece yaptığı makyajı bütün yüzüne akmış, perişan haldeydi. Başına örttüğü siyah baş örtüsü günlüğünde yazdığı örtü olmalıydı. Siyahlar içinde karşımda duruyordu. Ölüm yalanım hayatında ki renkleri çalmış ruhunu da o karanlığa hapsetmişti.
Ağlamaktan kan çanağına dönen gözleri ile yüzüme neden burada olduğumu sorgulayarak baktı. Yağan yağmur göz yaşları ile beraber yüzünü yıkarken sesine yansıyan şaşkınlık ifadesiyle "Aras senin burada ne işin var?" diye sorunca boğazımdan aşağıya kızgın demir sokulmuş gibi hissettim.
Çektiğim vicdan azabı ile pişmanlık kalbimi yerden yere vururken söylemek istediğim her kelime de daha ağzımdan dökülmeden havada buharlaşıyordu.
Yanıma telaşla gelip Savcıya vurmaktan açılmış olan dikiş yerimden sızan kanlara baktı. Elleri incelemek için dikiş yerimde gezinirken "Dikişlerini mi açtırdın sen? Ah Aras çocuk gibisin. Bir yerinde tek dikişte iyileşsin be adam." diye söyleniyordu. Sitemine dahi bir cevap veremiyordum.
Benden yanıt alamayınca endişeli bakışları yüzümde gezinmeye başladı. "Hem bu saçının başının hali ne? Birileriyle kavga mı ettin sen?" Sorusuna karşı başımı sallamakla yetindim. Onun bu ilgisi beni daha da öldürürken daha fazla göz yaşlarımın akmasına engel olamadım. İçim yangın yeriydi ve gözlerimden akan her damla yaş onu söndürmeye yeterli olmuyordu. Sena beni affedene kadar da olmayacaktı.
Bakışlarındaki dikkat artarken ellerini göz pınarlarına sürdü. "Aras sen ağlıyorsun." Yanıma iyice sokulurken endişesi de artmıştı. "Birine mi bir şey oldu? Niye buradasın? Niye ağlıyorsun?" derken sesinde hem korku hem de benim bu halime üzüldüğünü belli eden tınıyı duyunca daha fazla dayanamayacağımı fark ettim.
Başıma gelecek her şeyi hak ediyordum. Onu bu cehennemde yaktıktan sonra belaların en büyüğünü hak ediyordum. Artık onu cehenneminden kurtarma zamanı gelmişti. Bende onun kadar yanmış olsam da o benim aşkımın yasını tutarken ben ona olan öfkemi büyütüp onsuzluğun yasını dahi tutmamıştım. Şimdi yas sırası benimdi. Bu saatten sonra ölümde dahil onun elinden gelecek her sona razıydım.
Sessizliğimin sabrını zorlandığını belli edecek şekilde bıkkınlıkla "Aras cevap versene." diye soludu.
Gözlerimi kapatıp acıyla yutkundum. Yağan yağmurun altında ıslanan yüzüme rağmen kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Aras değil Avukat." duraksadım.
"Selim, Selim Egeli."
SELİM EGELİ PİYASAYA GİRİŞ YAPTI. :)
BU BÖLÜM SENA'NIN YAŞADIKLARINA ÜZÜLMÜŞ OLSAM DA DAHA ÇOK ARAS'A ÜZÜLDÜM. AYNI CEHENNEMDE YANDIKLARI HALDE KENDİNİ SUÇLAMASI İÇİME OTURMADI DESEM YALAN OLUR :D
BİRDE SİZ SENA'NIN YERİNDE OLSAYDINIZ ARAS'I AFFEDER MİYDİNİZ? ONU ANLAMAYA ÇALIŞIR MIYDINIZ?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |