44. Bölüm

SONSUZ HUZUR

Gizem Gültekin
gizeemikoo

SENA

 

Huzur... Bitmek tükenmek bilmeyen, bedenimin her zerresini ele geçiren ve geçtiği her yerde mükemmel hisler bırakan huzur. Varlığını uzunca zamandır unuttuğum kalbimin yeniden atmasını sağlayan, beni yaşama döndüren huzur... Benim lügatimde ise Aras eşittir huzur. Aslında sadece huzur değil güzel olan duyguların tamamının bendeki karşılığı Aras Yiğitsoy..

 

O yokken aldığım nefes, içtiğim su, doğan güneş, geçen günler... Hepsi ama hepsi bomboş, anlamsızdı. Onsuz yaşama dair her şey anlamsızdı. Aras varsa hava vardı, su vardı, yaşam vardı o yoksa hayat sadece ve sadece hiçlikten ibaretti...

 

Uzun zamandır hissetmediğim mutluluğun verdiği huzur ile gözlerimi yeni güne açtım. Kış mevsiminde olmamıza rağmen içeriye giren güneş ışıkları gözlerimi kamaştırıyordu. Anlaşılan dışarıya da kalbimdeki gibi bahar havası hakimdi. Baş ucumda duran saate baktığımda 8:00 olduğunu gördüm. Aras yanımda uyuyor olmalıydı. Şimdi soluma dönecek ve Aras ile karşılaşacaktım. Yüzümde büyük bir gülümseme oluşurken keyifli bir iç çektim.

 

Gözlerim kapalı bedenimi sola çevirdim. Aras'ın kaç zamandır hasret kaldığım pürüzsüz yüzünü yatağımda görecek olmanın verdiği heyecanla gözlerimi yavaşça açtım. Gördüğüm şeye inanamadım. Daha doğrusu göremediğim şeye.. Gözlerimi sıkıca kapatıp tekrar açtım. Rüyada falan olmalıydım. Ama sonuç değişmedi, Aras olması gereken yerde yoktu. Burada olması gereken adam yoktu.

 

Uyanması gereken saatten erkendi. Aras her sabah güne 8:30'da başlardı ve saat daha 8:00'dı. Yokluğuna hala inanamazken elimi kaldırıp Aras'ın olduğu tarafa götürdüm. Olması gereken yeri elimle yokladım. Yorganı kaldırıp altına baktım. Buralara bir yere mi sakladı acaba diye düşünürken iç sesim olaya dahil olup "Saçmalama Sena, düşen küpe tekin mi bu bir yere saklansın, kocaman adam ve burada olmayan adam." diye çemkirince az da olsa beynim devreye girdi.

 

İç sesim haklıydı. Koskoca adamın bir yere saklanacak hali yoktu ya. Belki banyodadır diye düşünerek sessizce dinlemeye başladım. Banyodan da her hangi bir ses gelmedi. Aras odada yoktu. Ellerimi saçlarıma geçirmek için yatağın olduğu kısımdan çekerken üzerimdeki pijamalar dikkatimi çekti. Ben gece uyurken pijama giymemiştim. Aras'ın göğsünde uykuya daldığımda ikimizde çıplaktık. Yani öyle olmalıydık. Yoksa değil miydik?

 

 

Yatakta Aras'ın olduğu taraf topluydu, ortalıkta Aras'a dair en ufak bir şey yoktu. Dün gece yaşananlara ve Aras'ın yanımda uyuduğuna dair bir belirti olmadığına göre çıplak da değildik. Oflayarak sırt üstü yatıp gözümü tavana diktim. Ellerimi saçlarımın arasına geçirirken yanaklarımı şişirip nefesimi içimde tuttum. İçimden "DÜŞÜN SENA DÜŞÜN.." diye geçirdim.

 

Dün gece olan her şey o kadar gerçekti ki rüya olma ihtimali yoktu. Olamazdı. Bedenimde gezinen elli, dudaklarının altında eriyen dudaklarım, içimdeki hareketleri... Yok rüya falan olamazdı, hepsi gerçekti. Hem bu kadar gerçekçi bir rüya olması mümkün değildi. Ya da mümkün müydü? Bahsettiğimiz kişi bense mümkündü. Sonuçta ben seneler öncesinde ölü bir adamla yaşamış onun varlığına inanmıştım. Şimdi de aynı şeyin olma olasılığı yüksekti.

 

Buda demek oluyordu ki ben deliriyordum. Sadece bir kez görülen rüya tam olarak delirme sayılmasa da o yolda ilerliyordum. Ellerimle sertçe yüzümü ovuşturdum. Kendimi Alacakaranlık serisinde ki Bella'nın gibi hissediyorum. Şafak Vakti kitabında Edward ile birlikte olduklarını görmüş uyandığında ise gerçek olmadığını anlamıştı. O zamanlar ne kadar aptalca bir rüya demiş olsam da aynısını bugün ben yaşıyordum. Tabi benim delirmiş olma olasılığımı göz ardı edemezdik.

 

Yanaklarımı şişirip nefesimi tekrar tuttum. İçimden otuza kadar saydıktan sonra nefesimi verdim. Dün gece olanlar belli ki rüyaydı. Eğer Aras ile yaşadığını düşündüğüm şeyler gerçekten yaşansaydı ve Aras'ın aniden gitmesi dahi gerekseydi en azından bir not bırakırdı. Böyle bir şey olmadığına göre rüya görmüş olmalıydım. Geceleri tatlı yemeyi bırakmam gerekiyordu. Zihnimi temizlemek için aklıma güzel şeyler getirmeye çalıştım.

 

Yatakta beş dakika kadar tavanı seyrettikten sonra kalkmaya karar verdim. "Güzel bir rüyadan kabus dolu hayata merhaba deme zamanı Sena Yiğitsoy." diyerek yataktan doğruldum. Aras yoktu ama bebeğim vardı. Onun iyiliği için de delirmeden doğurmam, bu aptal düşüncelerden ise bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Yatakta gerinme sonrasında durup derin bir nefes aldım.

 

Yataktan kalkıp pencereyi açarak dışarıya baktım. Yanılmamıştım. Dışarıda harika bir gün vardı. En azından bazılarımız tadını çıkarabileceği güneşli bir güne merhaba demişlerdi. Bu şanslı kişilerden birisi de bendim. Eriyen karlar damlalar halinde yere düşerken ciğerlerime derin bir nefes çektim. Bir an önce kahvaltımı yapıp kendimi dışarı atmak için sabırsızlanıyordum. Pencereyi açık bırakarak banyoya yöneldim. Ne kadar iyi olmak istesem de bedenime çöken umutsuzlukla iç çekerken musluğu açtım ve ılık suyu yüzüme çarptım.

 

Avcuma doldurduğum suyu yüzüme çarparken gözümü ne zaman kapatsam Aras ile yaşadığımızı düşündüğüm anıların zihnime dolmasına karşı koyamıyordum. Tenini tenimde, nefesini nefesimde hissediyordum. Hararet bedenimi ele geçirmeye başlarken kulaklarımdan ayak parmaklarıma kadar kızardığımı hissettim. İçimdeki yangın dışıma vuruyordu. İçimdeki yangını söndürmenin bir yolu olmadığına göre dışarıdan müdahale şarttı.

 

 

Musluğun sıcaktan soğuğa aldım. Ellerimi soğuk suyun altına uzattım. Soğuk ile olan temasım ile beraber bedenimden bir üşüme dalgası geçti. Titreyen bedenimi ve morarmaya başlayan parmaklarımı umursamayarak avucumun içini suyla doldurup yüzüme çarptım. Soğuk su yüzüme acımasızca fırlatılan küçük iğneler misali batarken ellerimi tekrar suyun altına uzattım. Parmak uçlarımı suyla ıslatıp boynuma uzandım.

 

Boynumun etrafını soğuk suyla ıslatsam da zihnimdeki görüntülerin kanlı canlı karşımda durmasına engel olmadım. Aras her yerimdeydi. Soğuk parmaklarımı sürdüğüm boynumda dahi o vardı. Pijamamın üstten iki düğmesini de aceleyle açıp kapalı musluğu tekrar açtım. Parmaklarım soğuk suyla buluşunca biraz önceye nazaran daha az titredim. Islanan parmaklarımı göğüs kafesime götürdüm.

 

Derin nefeslerim arasında soğuk parmaklarım tenime temas ettikçe tüylerim diken diken oldu. Ne kadar üşürsem üşüyeyim başka çarem yoktu. Zihnimdeki gerçekleşmesi imkansız düşüncelerden kurtulmak zorundaydım. Eğer buda işe yaramazsa ya kendimi soğuk suyun altına bırakacaktım ya da beni istemiyor olsa da Aras'ın kollarına zorla atacaktım. İkinci seçenek zaten yerle bir olan gururumu daha da ayaklar altına alacağı için ilki en makul olandı.

 

Parmak uçlarım soğuktan uyuşmaya başlayınca aynada kendime baktım. Berbat görünüyordum. Parmaklarımın haline aldırmadan ıslatıp boynuma götürürken aynada kendimi izledim. Bir rüyanın beni bu kadar etkisi altına almasına nasıl izin verebilmiştim? Bu kadar mı azmış durumdaydım? Bu ben olamazdım. 13 yıl boyunca cinsellikle ilgilenmeyen benim düştüğü durum bu olamazdı.

 

Parmak uçlarım göğüs kafesimde gezinirken aralanan pijamamın altından sol mememin üzerindeki karartı gözüme çarptı. Gözlerim kocaman açılırken saniyelik gözüme çarpan kısmı hızla açtım. Nefesim kesildi. Mordu. Mememde büyük bir morluk vardı. Bu da demek oluyordu ki dün gece olan hiçbir şey hayal değildi. Aras ile konuşmalarımız, uyumamız, yaşadığımız diğer şeyler.. Hepsi ama hepsi gerçekti. Bir ömür gibi gelen uzun zaman sonrasında biz bir olmuştuk. Düzelmiştik. Ve ben delirmiyordum.

 

Lakin ortaya çıkan morluk başka bir sorunu peşinde sürüklemişti. Delirmemle eş değer olan bir sorunu. Aras neredeydi? Yanımda uyanmamıştı, yattığı tarafı düzeltmişti, not bırakmamıştı... Dün gece odada varlığına dair belirti bırakmamıştı. Acaba pişman mı olmuştu? Dün geceyi yok saymaya mı karar vermişti? Belki de özür dilemeyi kendine yedirememişti, seneler sonra hatasını kabul etmek ağır gelmişti.

 

Karışan kafama eklenen deli gibi atan kalbimle nefes alamadığımı fark ettim. Korkularım bedenime çökerken alamadığım nefesi güç bela aldım. Sebepsiz gerginliğe sebep olduğum her saniye nefes alma kabiliyetim daha da azalıyordu. Dün gece yaşananların hepsi olmuştu ve ben geri dönüşü mümkün olmayan bir noktadaydım. Bu saatten sonrası için ahlanıp vahlanacak halim yoktu. O olanları görmezden geliyorsa bende gelecektim yani umarım gelebilecektim. Düşük olan omuzlarını dikleştirip nefesimi düzene soktum.

 

Avaz avaz çığıran iç sesime düzelen nefesim sonrası nihayet kulak verip "Saçmalama Sena neler olduğunu bilmeden de burada boş gerginliğe neden olma. Git bir bak bakalım adam nerede, ne yapıyor. Ölümü sağ mı bir gözlerinle gör." dediğini duyunca ona hak vermedim desem yalan olurdu. Kendi kendimi dolduruyor olma şansım da çok yüksekti. Belki de hepsi kafamda kurduğum aptal kuruntulardan başka bir şey değildi.

 

Banyodan çıkıp Aras'ın uzun zamandır kaldığı odaya yöneldim. Eğer orada uyuyorsa aklımdaki her şey doğruydu ve başka bir kanıta ihtiyacım yoktu. Kapıyı çalma gereği duymadan direkt odaya girdim. Beni ilk karşılayan şey örtüsü bozulmamış yatak oldu. Aras burada uyumamıştı. Banyoya doğru yöneldim. Kapıya kulağımı dayayıp içeriden su sesi gelip gelmediğini kontrol ettim en ufak bir ses yoktu. Alt katta olabilirdi.

 

Koşar adım merdivenlerden indim. Aras salonda mı diye baktım. Orada da yoktu. Kış gününde bahçede kahve keyfi yapamayacağına göre gitmiş olmalıydı. Haklı çıkmıştım. Aras dün gece yaşadıklarımız için pişman olmuştu. Benimle karşılaşmak istemediği için de çekip gitmişti. Bana yapacak bir açıklaması olmadığı için beni yalnızlığa terk etmeyi tercih etmişti. Ve en kötüsü dün gece ona yaklaşan bendim. Kendimi kullanılıp atılacak konuma getiren bendim. Aptalın tekiydim ben.

 

Kendime kızıp pişmanlıklarıma yenilerini eklemek için merdivenlere yöneldim. Bir kaç basamak çıkıyordum ki mutfak kapısının önünden tek düze sesiyle "Avukat?" diye seslenen Aras'ın sesiyle olduğum yerde kaldım. Sesinin tınısı her şeyi belli ediyordu. Bana yine yabancıydı. Evden çekip gitmemişti ama bana soğuk olmaktan da vazgeçmemişti. Gözlerim akmaya hazırlanan yaşların etkisiyle alev alev yanarken gözlerimi sıkıca kapatıp burnumdan derin bir nefes aldım.

 

Dirayetimi toplayıp ondan tarafa döndüm. Ciddi yüz ifadesi ile bana bakarken bir kaşı havaya kalkan Aras "Nereye?" diye sorunca sakin kalmaya çalışarak "Odaya" dedim. Alt çenesi kasıldı. Başını aşağı yukarı sallarken bana doğru yürüyüp "Odaya?" diye tekrarladı. Bir cevap vermedim. Vermek istemedim. Çünkü biliyordum ki eğer konuşursam bunlar dudaklarımdan çıkan sakin sözcükler olmayacaktı.

 

Çıktığım iki basamağa doğru gelen Aras bir basamak yukarı çıktı. Merdiven basamağında üstte olmama rağmen her zaman ki gibi benden uzundu. Başını bana doğru eğdi. Gerginlik kaslarımı yakıyordu. İşaret parmağı ile çenemi okşarken baş parmağını da çenemin altına yerleştirdi. Ilık nefesi ruhumu okşuyordu. Kolları arasına sığınıp ona sıkıca sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

Bana kısa bir süre bakan Aras'ın dudakları kıvrıldı. "Karıma, sevdiğim kadına kahvaltı hazırlıyorum ve o hazırladıklarımın tadına bakmadan odasına çıkıyor öyle mi?" Aras'ın dudaklarından dökülen her kelime ile afalladım. Evet dün gece de ondan bunları duymuştum ama daha 2 saniye öncesine kadar terk edildiğimi düşünüyordum. Ve yine evet ben koca bir aptaldım. Aras'ın sevgisinden şüphe duymamaya söz verip daha ilk anda sözünü tutamayan koca bir aptal.

 

Gözlerim yavaşça kapanıp açılırken ne ara aktığını bilmediğim yaşlarım yanaklarımı ıslattı. Aras'a pişmanlık içerisinde baktım. "Aras, ben.. Ben çok özür dilerim. Ben sana söz verdim ama daha ilk dakikadan sana güvenmedim. Senin... Senin dün geceden pişman olduğunu.." derken ağzımdan bir hıçkırık kaçtı ve daha fazla konuşamadım.

 

Beni kollarına çeken Aras sıkıca sarıldı. Avcunu kürekkemiklerimin arasına bastırdı. Saçlarımın arasına öpücük bırakırken "Şşş, ağlama." dese de ben ağlamama engel olamıyordum. Benim yüzümden adaletin aydınlık tarafından karanlık tarafına geçmesine rağmen, hayallerinden hayatından vazgeçmesine rağmen ve yaşadığı bir sürü kötü olaya bana olan aşkının sebep olduğunu bilmeme rağmen beni sevmekten bir gün bile vazgeçmeyen adama aptal gibi güvenemediğim için kendimi affedemiyordum.

 

Bir süre kolları arasında ağlamama izin veren Aras sonrasında beni kollarından ayırdı. Sıcak gülümsemesi şile yüzüme bakıp baş parmakları ile göz yaşlarımı silerken "Böyle düşünmen çok normal Güzelim. Uyandığında yatakta yoktum. Çıplak olmayı beklerken üşüme diye gece uyandığımda üzerini giydirmiştim ve sen üzerin giyinik uyandın. Yani yaşadıklarımızla birleşince bunları düşünmen çok normal. Ayrıca da hamilesin ve içindeki bu küçük canavar senin mantıklı düşünmeni engelliyor." dedi.

 

Sonrasında karnıma doğru uzandı. İşaret parmağını karnıma doğru sallarken neşeli sesiyle "Bana bak ufaklık, annenin sinir sistemini biran önce rahat bıraksan iyi olur. Anladık huylarını benden almışsın ama bu kadar da sinir bozucu olmana gerek yok." dedi. Gözlerim bana ihanet edip ağlamayı kesmese de küçük bir kahkaha atarak hayranlıkla onu izlemeye başladım.

 

Aras, bebeğimizle konuşuyordu ve onun kendisine benzerliği ile ilgili alaylı bir tınıda konuşmuştu. İlk kez birine karşı gardını bu kadar indirdiğini gördüm. Bebeğimiz ona benden daha iyi geliyordu. İkimizden olan bir parça Aras'ın karanlığını yavaş yavaş yok ediyordu. Gözlerimden akan mutluluk yaşlarını hızla sildim. Keyifli havama bilmiş bir tavır ekleyerek "Sinir bozucu olduğunu kabul ediyorsun yani Aras Yiğitsoy." dedim.

 

Gözlerini kısıp yüzüme baktı. Dudaklarını çok hafif öne çıkardı. Düşünceli haliyle yüzüme bakıp "Biraz böyle olabilirim." deyince "Biraz mı?" diye sordum. Kendinden emin bir halde başını salladı. "Evet, biraz sinir bozucu olabilirim." Yüzümde büyüyen gülümseme artarken ona cevap vermek için dudaklarım aralanmıştı ki umursamazca omuz silkti. "Çok sinir bozucu olsaydım eminim beni bu kadar çok sevemezdin. Sinir bozucu olanlar sevilmez ama sen bana kör kütük aşıksın."

 

Aras'ın halleri karşısında şok üzerine şok geçirmemek mümkün değildi. Dün akşama kadar tanıdığım, bildiğim; acımasız, katil ruhlu, karanlık ve kimseye merhameti olmayan adam gitmiş onun yerine çocuk gibi karşımda bana kendisini ispatlamaya çalışan adam gelmişti. Değişiminin üzerimde bıraktığı etkiyi sindirme işini sonraya bırakarak ana ayak uydurmaya karar verdim.

 

Tatlı bir gülümseme ile "Eminim birazdır." deyip sahte bir kızgınlıkla parmağımı ona doğru salladım. "Ve sana aşık olduğum gerçeği birazda olsa sinir bozucu olduğun gerçeğini değiştirmez Aras Yiğitsoy. Ayrıca biraz falan değil sen baya.." derken Aras'ın kolları belimi tekrar sıkıca kavrayıp beni kendisine çekti.

 

Dudaklarımız arasında milimlik mesafe varken "Ben baya ne?" diye sordu. Aklım karıştı. Bu adama hem yakın hem de uzak olmak zihnimi bulandırıyordu. Ağzım aralansa da bir cevap veremedim. Sözcükler buhar olup uçtu. Aras dudaklarını dudaklarıma daha çok yaklaştırıp "Ben baya ne?" diyerek sorusunu yeniledi. Kalbim deli gibi atarken ona cevap vermem imkansızdı. Daha aklımı toparlayamamışken ona nasıl karşılık verebilirdim ki?

 

Belimi sıkıca kavrayan elinden kurtulup bir basamak yukarı çıktı. Kıstığım gözlerimi gözlerine dikip "Bu yaptığına hile derler Aras Yiğitsoy. Zaaflarımı kullanıp cevap verme hakkımı elimden alıyorsun ve bu hiç adil değil." dedim. Kaşları sahte bir hayretle havaya kalktı. "Öyle mi yapıyormuşum? Sen söyleyene kadar hiç farkında değildim Avukat." Yüzünde derin gülümsemesi belirdi. Gülümsemesi aynı zamanda hem muzip hem çekiciydi. Kızgınlığım puf diye yok oldu. Anlaşılan ben bir ömür bu adamdan etkilenmeme karşı koyamayacaktım.

 

Aras ile birbirimize gülümseyerek bakarken mutfaktan çıkan Yavuz'un "Tatlı atışmalarınız bittiyse sizi mutfağa alalım açlıktan ölmek üzereyim." diyen sesiyle bakışlarım ondan tarafa kaydı. Yavuz bizdeydi. Aras ile kahvaltı hazırlıyorlardı ve en önemlisi Aras'ın bu hallerini Yavuz'da görüyordu. Buda demek oluyordu ki Aras artık Selim olmaktan korkmuyordu. İçindeki Selim'i saklamaya gerek duymuyordu.

 

Mutluluktan havalara uçabilirdim. Gözlerim benimle aynı duyguları paylaşan Yavuz'un gözleriyle buluştu. Minnet dolu bir gülümseme ile bana bakıyordu. Yavuz'da Aras'ın karanlığının yıkıldığının farkındaydı. Biliyordum ki Aras eski masum haline dönmeyecekti ama sevdiklerine de dünyadaki cehennemi yaşatmayacaktı. Düşmanlarına ne kadar katıysa sevdiklerine de o kadar yumuşak olacaktı. Bu kadarını başarmak bile bizim için dünyalara bedeldi.

 

Aras işaret ve baş parmağı ile burun kemerini sıkarken başını iki yana salladı. "Evimde bile huzur yok." derken Yavuz'dan tarafa döndü. "Lan Sahtekar, ben senden kurtulup karımla baş başa kahvaltı yapamayacak mıyım?" Yüzündeki gülümsemesi bir an olsun solmayan Yavuz bana göz kırparak "Karın mı? Kızımızı sana verdiğimi hatırlamıyorum abi. Resmiyette karın olması onu bizden istediğin anlamına gelmiyor." deyince gözlerim kocaman açıldı.

 

Aras, pamuk şekere dönmüş olsa da bu sözler karşısında tepki göstereceğine neredeyse emindim. Ama öyle olmadı. Çarpık bir gülümseme ile bana döndü. Gözlerinin içi parlarken "Ben, istediğimi Allah'tan istedim oda verdi Yavuz. Senden istememe gerek yok. Ama sonrasındaki eksikleri sorarsan haklısın onları bir an önce telafi etmek gerekiyor." deyince dondum kaldım. Neredeyse boğazımda atan kalbimin gümbürtüsünü saymazsak bedenim yaşam fonksiyonlarını bıraktı.

 

Yanlış anlıyor olamazdım değil mi? Aras gerçek nikah, gelinlik, düğün konularını kastediyordu. Bebek için yapılan bir evliliği değil gerçek bir evliliği kast ediyordu. Hareket edemedim ama ruhum mutluluktan yerinden çıkacak gibi oldu. Beynim şaşkınlıktan arınınca bana sevgiyle bakan adama doğru basamakları inip sıkıca sarıldım. Kolları bedenim etrafında dolanırken saçlarımın arasına başını yaklaştırıp kokumu içine çekti. "Teşekkür ederim." Kelimeler dudaklarımdan fısıltıyla çıktı.

 

"Hak ettiğin şeyler için teşekkür etme. Ayrıca senin teşekkür etmen değil benim bunları geç yaptığım için senden özür dilemem lazım." Başını kulağıma doğru yaklaştırdı. İkimizin duyabileceği kadar kısık sesiyle "Dün akşam yeterince dilediğimi düşünüyorum lakin istersen aynı şartlar altında tekrar dileyebilirim." deyince kızardığımı hissettim. Yüzüm, kulaklarım, parmak uçlarım... Kısacası bütün vücudum volkanın içerisine düşmüşçesine yanıyordu.

 

Aras kollarını benden çekip daha iki saniye önce edepsiz düşüncelerini bana söyleyen o değilmiş gibi Yavuz'dan tarafa döndü. Ben renkten renge girerken onun yüzünde en ufak utanma belirtisi yoktu. "Yavuz haklı, hadi kahvaltımızı yapalım. Bugün yetiştirmemiz gereken çok şey var." diyerek bana muzip bir bakış attıktan sonra mutfağa yürüdü.

 

Orada öylece kalakaldım. Aras'ın değişmesini en başından beri istiyordum ama bu kadar köklü bir değişim bedenimi karıncalandırıyordu. Ona ait olmadığını düşündüğüm her davranışında zihnim bulanıyordu. Bana olan bakışları, davranışları yaşadığımı, güçlü olduğumu hissettiriyordu. Selim ölmeden önce hayatta olan Sena'nın varlığını hissettiriyordu. Kimseye itiraf edemesem de seneler önce bir parçamı toprağın altına gömmüştüm ve o parça Aras'ı bulunca değil, Selim ortaya çıkınca yaşadığını göstermişti.

 

Yanıma yaklaşan Yavuz yüzüme tebessümle baktı. Biraz önce Aras'ın durduğu yerde durup omzumu okşarken "Başardın Sena, onun içindeki aydınlık tarafın varlığını açığa çıkardın." deyince girdiğim transtan çıkıp Yavuz'a baktım. "Tek başıma değildim, beraber başardık Yavuz." İtiraz etmek için araya girmeye çalışsa da izin vermedim. "Benim yüzünden Aras'tan yediğin dayağı unutmadım." Mahcup bir gülümseme belirdi yüzünde.

 

Elim karnıma gitti. "Ama hepimizin kabullenmesi gereken en ağır gerçekse; sizin senelerdir uğraşıp yapamadığınızı, benim aylardır uğraşıp beceremediğimi bu ufaklık daha doğmadan başardı. Babası ile kurduğu ilk temas sonrası babasının buzdan kalelerinin erimesini sağladı." dedim. Başımı iki yana salladım. "Bilseydim daha öncesinden Aras'ın karanlığı ile savaşmak yerine doktor doktor gezip hamile kalmak için çaba sarfederdim."

 

Yavuz sesli bir kahkaha atınca bende ona eşlik ettim. Kahkahaları arasında "Haklısın. Yanlış yerden savaş vermişiz. Ama nereden bilebilirdik ki sizin ikinizden olan bir bebeğin tufan yerine mucize olacağını" deyince gülmem donup kaldı. Ağzım şaşkınlıkla aralandı.

 

Gözlerimi kısıp neşeli sesimle "Aşk olsun Yavuz ya, tek yeğenini tufan olmakla mı suçluyorsun sen?" diye sordum. Aras'ın çarpık gülümsemesine benzer bir gülümseme ile gülümsedi. "Aşk oldu zaten Sena. Ayrıca yeğenimin felaket olma ihtimalinin onunla bir alakası yok tamamen sizinle ilgili bir durum. Yoksa benim yeğenim dünya tatlısıdır. " deyip göz kırptıktan sonra beni arkasında bırakarak mutfağa yöneldi.

 

Yavuz'un arkasından bakarken iki şey düşündüm. İlki olaylara dışarıdan bir gözle bakınca Yavuz pek de haksız sayılmazdı. Bir araya gelebilmek için bile ne badireler atlatmıştık. Aras'ın öfkesi ve inadı; benimse dik başlılığım ve fevri çıkışlarım vardı. Bizden olan bebeğin de bizden bir farkı olacağını hiç sanmıyordum. İkincisi ise Yavuz ile Aras gerçekten birbirine çok benziyordu. Huy olarak pek alakaları yoktu elbette ama tipte onları ilk kez gören birisi bile akraba olduklarını anlayabilirdi.

 

"Sen nasıl anlamadın o zaman?" diyerek varlığını her zamanki gibi belli eden iç sesime "Sesini keser misin? Hem görünen o ki tek anlamayan ben değilim. Madem çok biliyordun sen söyleseydin aralarındaki benzerliği." diye çıkıştım. Ne kadar kızsam da haklılığını görmezden gelemiyordum. Zamanında birazcık gözümün önündekilere baksam her şeyi çok daha hızlı kavrardım. Gerçi ben Yavuz'un soyadından bir şeyleri anlayamamıştım tiplerinden mi anlayacaktım?

 

Beynimin içerisindeki kargaşadan sıyrılarak mutfağa doğru yöneldim. Aras ile Yavuz çoktan masaya oturmuş koyu sohbetlerine başlamışlardı bile. Aras'ın da Yavuz'un da bakışlarındaki karanlık ifadeyi tanımak güç değildi. Bir sorundan bahsediyor olmalıydılar. Ben gelince konuyu değiştirdiler bende meselenin üzerinde çok durmadım. Güzel günümüzü tatsız konularla mahvetmek istemiyordum.

 

Masada bir kuş sütü bir de bal eksikti. Pişi bile vardı. Hayranlıkla masayı seyrederken "Hepsini sen mi hazırladın?" diye sordum. Doğrusu Aras'ın mutfakta benden iyi olduğunu biliyordum ama bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum. Dirseklerini masaya dayayıp ellerini birbirine kenetledi. "Teknik olarak hepsini ben yaptım sayılmaz. Pişiyi Esma Ana yapıp yolladı, çayı Yavuz demledi geriye kalanları da ben hazırladım." İştah kabartıcı masaya bakmaya devam ederken "İkinizin de eline sağlık." dedim.

 

Sandalyeyi çekip oturarak kahvaltımı yapmaya başladım. Uzun zamandır ne bu kadar iştah açıcı bir kahvaltı görmüştüm ne de bu kadar keyifli olmuştum. Masadaki her şeyi yemeye yemin etmişçesine bulduğum her şeyi ağzıma atıyordum. Aras ile Yavuz ise bu halime çaktırmadan gülüyorlardı. En son ağzıma tıktığım büyük pişiye şaşkın gözlerle bakan Aras daha fazla dayanamayarak "Güzelim hepsi bizim, boğulacaksın yavaş ye biraz." deyince umursamazca omuz silktim. Yüzündeki gülümseme artarken başını iki yanına salladı.

 

 

Aras beni durduramayacağını anlayınca Yavuz devreye girerek "Sena boğulmadan yersen senden bir tavsiye alacağım." deyince duraksadım. Elimdeki pişiyi tabağıma geri bırakırken ağzımdaki lokmamı yuttum. Boğazımdan takılan lokmadan kurtulmak için portakal suyundan koca bir yudum alıp "Seni diniliyorum." dedim. Ben açıklama beklerken Aras ile Yavuz birbirine bakıp kahkaha atmaya başladı. Anlamayan gözlerle onlara bakmaya devam ettim.

 

Kahkahasına ara verip "Ah siz kadınlar, ilginizi çeken şey olunca nasıl da davranışlarınız bir anda değişiyor." diyen Aras'a öldürücü bakışlarımı attım. Dişlerini alt dudağına geçirip gülmesini durdurmaya çalıştı. Bakışlarımı Aras'tan Yavuz'a çevirince onunda aynı şeyi yaptığını gördüm. Karşımda ülkenin en tehlikeli mafya babası ve onun sağ kolu vardı ama onlar benden kahkahalarını saklamaya çalışıyorlardı. Kim bilir en son ne zaman bu kadar mutlu olmuşlardı? Bunu bir ara Yavuz'a sormayı aklımın köşesine not ettim.

 

Neşelerini kaçırmamak için bende kendimi daha fazla tutmayarak güldüm. "Tamam meraklanınca her şeyden vazgeçebiliyoruz ama abartmayın lütfen ve sen Yavuz ne diyeceksen hemen söyle çok merak ettim." Masanın üzerinde duran meyve suyuna uzandım. Kuruyan boğazımı ıslatmaya ihtiyacım vardı. Yavuz'un bastırdığı kahkahası yüzünden boğuk çıkan sesiyle "Aslına bakarsan bir şey söylemeyecektim. Sadece dikkatini çekmeye çalışıyordum." dedi.

 

Keskin bakışlarımı yüzüne dikip "Yeliz ile ilgili tavsiye almak için bana geldiğin gün bunların hepsini soracağım sana." dedim. Lakin Yavuz, Yeliz'den sonrasını duymamıştı çünkü cümlenin başında elini alnına vurdu. Telaşla ayağa kalkıp sandalye başlığında asılı olan ceketine uzandı. Ceketi üzerine geçirirken "Yeliz beni bekliyordu. Yurt dışındaki arkadaşınız Nazlı'ya gönderilmesi gereken bir şeyler varmış sanırım, onları kargo şirketine götürmemiz gerekiyor. Benim hemen çıkmam lazım." açıklamasını yaptı.

 

Aras'a bakıp "Abi bir isteğin yoksa.." diye cümleye başlarken Aras başıyla çıkmasını söyledi. Benden tarafa dönüp sıcak gülümsemesi ile "Sonra görüşürüz Sena." deyince başka bir şey demeden "Görüşürüz." diyebildim. Yavuz hızlıca mutfaktan çıktı. Hemen ardından da kapanan çelik kapının sesi duyuldu. Bir anlığına da olsa huzursuz oldum. Nazlı'nın kim olduğunu onlardan saklamak hoşuma gitmiyordu. Ama şu anda böyle bir şeyi söylemenin de kimseye yararı olmadığının farkındaydım.

 

 

Güzel olan şeye odaklanmaya çalıştım. Yeliz ile Yavuz'da sonunda olmuştu. Bizim mutsuzluğumuz en azından birilerine mutluluk getirmişti. Senelerce çektiğimiz eziyet birini sevmekten korkan Yavuz'un yüreğine aşk tohumlarını serpmiş; ben gibi acı çekmekten korkan Yeliz'e ise acısıyla tatlısıyla her şeyin yaşanması gerektiğini öğretmişti. Bir dizide ne demişlerdi "Birinin felaketi öbürünün mucizesi olabilir." Bizim felaketimiz onların mucizesi olmuştu.

 

Aras'ın benden tarafa ittirdiği kutunun sesiyle düşüncelerden sıyrılıp oraya baktım. Dikdörtgen şeklindeki kutuyu önüme kadar getirip bıraktı. "Yeni telefonun, içerisinde yeni bir sim kartta var." deyince şaşkınlıkla "Yeni sim kartım mı?" diye sordum. Eminim numaramı değiştirmesi ile ilgili Aras'ın mantıklı bir sebebi vardı lakin ben sebebini anlayamamıştım.

 

"Evet yeni sim kart." derken başını salladı. "Yanlış anlama sim kartını sana güvenmediğim için falan değiştirmedim. Sadece hamilelik sürecinde sana sıkıntı çıkaracak insanlardan uzak durmanı istiyorum. Eski numaran baroda olduğu için düşmanlarımın sana ulaşması zor olmayacak." Duraksayıp derin bir nefes aldı. "Ama yine de ben numaramı isterim dersen telefonumda ikinci sim olarak takılı, çıkarıp senin telefonuna takabiliriz." Sesindeki mahcubiyet yüreğimi sızlattı. Beni korumaya çalışırken bile fikirlerime değer veriyordu.

 

Benim fikrim ise Aras ile aynıydı. Bana, evimizdeyken bir kez ulaşmışlardı. Evin öncesinde telefondan ulaşmayı çok kez denemiş olmalılardı. Sim kartım açıldığı gibi oradan tehdit etmeye, canımı sıkmaya devam edeceklerdi. Özellikle de Fırat'tan kurtuluşum yoktu. "En doğrusunu düşünmüşsün." Kutuyu elime alıp açtım. Beyaz I Phone 15 pro max'i kutusundan çıkarıp köşeye bıraktım. "Telefon içinde ayrıca teşekkür ederim."

 

Aras bana doğru uzanıp masanın üzerindeki elimi tuttu. "Hak ettiğin şeyler için teşekkür etmemeni söylemiştim. Diğer eşyalarının tamamı da bugün yatak odasına yerleşmiş olur. Ayrıca evdeki hoşuna gitmeyen mobilya, oda, tabak kısacası ne varsa bebek odasıyla beraber değiştirebilirsin. Çalışma odam dışında bütün ev, evin hanımının emrine amade." dedi.

 

Karnımdaki kelebekler oradan oraya uçarken kozadan yeni çıkan kelebeklerde onlara eşlik etmeye başlamıştı. Göğüs kafesimin içerisinde tam bir cümbüş vardı. Biz gerçekten karı koca olmuştuk. Ben gerçekten Yiğitsoy olmuştum. Sevdiğim adamın karısıydım. Hayalini kurmaya asla cesaretim olmayan, rüyalarıma girince günlerce hüngür hüngür ağladığım şey gerçeğim olmuştu. Biz Aras ile evliydik ve beraber yaşlanacaktık...

 

Söyleyecekleri bitmeyen Aras "Bir de." diyerek cümleye başladı. Sevinç ağlamamı sonraya bıraktım. Zaten bende bu hormonlar varken ağlamamam mümkün değildi. "Düğün hazırlıklarına başlamamız gerekiyor. İlk olarak da gelinlik provan olması lazım. İstediğin modelde bir gelinlik varsa tasarımcılara çizdirelim. Her şey hazır olunca da evlenelim. Soyadının yanına kendi soyadını da eklemek istersen bu süreçte halledebiliriz."

 

Söylediklerini alınmış kararlar gibi söylese de bakışlarındaki beklentinin farkındaydım. Benim onayımı bekliyordu. Bense duygudan duyguya sürükleniyordum. Aras'ın dudaklarından dökülen her cümle yuvama, ait olduğum yere döndüğümü hissettiriyordu. Parmak uçlarım karıncalanıyor, içim ısınıyor, kalbim atması gerekenden hızlı atıyordu. Öfkesi, nefreti beni ne denli paramparça ediyorsa sevgisi de o denli yaralarımı sarıyordu.

 

Ayağa kalkarak ondan tarafa yürüdüm. Sandalyesinin önüne gelince oturabilmem için geriye çekildi. Kucağına oturup başımı göğsüne dayadım. Kalp atışları kulaklarıma dolarken huzurlu bir iç çektim. Kalbinin benim için atmasını seviyordum. Benden nefret ederken bile beni düşünmesini, karanlığından vazgeçmeye çalışmasını, bizim için bir şeyler yapmasını seviyordum. "Seni seviyorum." Saçlarımı okşarken "Bende seni seviyorum." dedi.

 

Bir süre böyle kaldık. Uzun zamandır hasret kaldığımız huzuru tüm hücrelerimizde hissettik. Aras saçlarımı okşayıp öpücükler bıraktı bense başımı göğsüne yaslayıp sıcaklığını hissederek ve kalp atışını dinledim. Karanlıktan sonra gelen gün doğumunu yaşıyorduk. Sessiz, sakin, huzur verici...

 

Aras bir süre sonra kıpırdanarak "Kahvaltımızı ettiğimize göre çıkabiliriz artık ne dersin?" diye sorunca başımı göğsünden kaldırdım. Kaşlarımı çatarak merakla yüzüne baktım. Gelinlik bakmaya bu kadar hızlı gidiyor olamazdık herhalde. "Nereye gidiyoruz ki?" Yüzünden sevinç dalgası geçerken dudaklarında tebessüm oluştu. "Bebeğimizi görmeye, cinsiyetini merak etmiyor musun?"

 

 

Tabi ya nasıl unutmuştum bugün kontrolüm vardı. Klinikten sonraki dönemden kullandığım ilaçlarla ilgili bir sorun yaşamamamız adına Çağlar iki hafta da bir beni görmek istiyordu. Bende düzenli olarak kontrollerime gidiyor, söylediği her şeyi harfi harfine uyguluyordum. Lakin aklıma takılan asıl konu başkaydı. Aras bugün kontrolüm olduğunu biliyordu. Buda demek oluyordu ki bundan önceki kontrollerden de haberi vardı. Beni önemsemiyormuş gibi davranırken bile benimle ilgilenmekten vazgeçmemişti.

 

 

Kalbimden bütün bedenime sıcak mutluluk yayıldı. Dün geceden beri göğüs kafesimin içini ele geçiren bahar bir kez daha vardığını hissettirdi. Aras'ın aşk dolu bakışlarına aynı içtenlikle karşılık verirken ayağa kalkıp yanağından öptüm. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Kollarının verdiği huzur bu dünyada yaşadığım her acıya bedeldi.

 

Başımın üzerine çenesini dayadı. "Seninle akşama kadar böyle kalabilirim ama önce cinsiyetini öğrenmemiz gereken bir ufaklık var." Sözleri sonrası istemeye istemeye kollarından ayrıldım. "40 dakikaya hazır olurum." Ayağa kalktım. "Unutmadan ben soyadımdan oldukça memnunum. Yanına ailemize layık olmayan başka bir soyadını eklemeyi düşünmüyorum." Gözlerinin içi parladı.

 

İkimizde babamın iğrenç soyadını kullanmamı istemiyorduk. Aras, bana saygı duyduğu için böyle bir teklifte bulunmuştu. Bense ona ve kendime saygı duyduğum için babamın lanet soyadını asla kullanmaya devam etmeyecektim. Abimin için soyadımı taşımıştım ve şimdide abimin katili ile daha fazla aynı soyadını paylaşmak istemedim için soyadımı, asla ait olmadığım ailemi arkamda bırakıyordum.

 

Aras'ın yanağına bir öpücük bırakıp "Hazırlanmaya gidiyorum." dedim. Tamam anlamında gözlerini kapatıp açınca mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Odama girince banyoya girip hızlı bir duş aldım. Saçlarıma doladığım havlu sonrası ellerime krem sürdüm ve onu yedirirken banyodan çıktım. Üzerimde bornoz ile duş kapısını açıp odanın içine çıktığım anda gözlerim Aras'ın çıplak vücudu ile karşı karşıya kaldı. Yutkunamadım.

 

Bana arkası dönük olmasına rağmen omuzlarındaki kasları ilk dikkatimi çeken şey oldu. Aç kurt misali Aras'ı dikizlemeye devam ederken bakışlarım kasık bölgesindeki adonis kaslarına kaydı. Bu adam nasıl bir şeydi böyle? O kadar adamı öldürürken bu kasları hangi ara yapmıştı? "Sen insan mısın? Hiç mi kas çalışmaktan yorulmadın mübarek?" diye iç geçirdim.

 

Aval aval Aras'a bakarken birden benden tarafa döndü. Dudaklarında bakışlarımın hoşuna gittiğini belli eden gülümsemesi yayılırken "Şimdide bana mı aşerdin Avukat?" diye sordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Elimi ayağımı nereye koyacağımı hiç bilemedim. Bakışlarımı kaçırıp elimi alnıma götürerek kaşıdım. "Ne alakası var. Öyle gözüm dalmış olamaz mı?" diye bir şeyler gevelerken ne kadar saçma konuştuğumu anlamak zor değildi. Birden aklıma gelen şeyle "Hem senin burada ne işin var?" diye sordum.

 

Parmağıyla odanın içini işaret ederken "Benim burada, bizim odamızda ne işim olduğunu mu soruyorsun yoksa ben mi yanlış anladım?" diye sorunca ne dediğimin farkında vardım. Aptalca cevabımın üzerine birde aptalca sorumu eklenmiştim. Kendimi bu kadar rezil ettiğim için yerin dibini girmek istiyordum. Daha öncesinde de söylediğim gibi rezil olmanın bir kotası olmalıydı.

 

"Evet.. Yani şey.. Hayır.." derin bir nefes aldım ve bıkkınlıkla verdim. Daha fazla rezil olmadan mantıklı bir açıklama yapmam gerekiyordu. "Yani çıplak bir halde odada ne işin var." İçten bir kahkaha attı. Maviliklerine uzun zamandır göremediğim parıltılar eklenirken "Avukat burası ikimizin yatak odası ve bende üzerimi değiştirmek için odama geldim. Ayrıca senin söylediklerini duyanda çırılçıplak karşında duruyordum sanacak, sadece üstüm çıplaktı."

 

Elindeki kazağı kafasından geçirdi. "Gördüğün üzere onu da şimdi giydim." Odadan çıkmak için benden tarafa yürüdü. Yanımda durup bana baktı. Elinin tersini yüzüme sürerken baştan çıkarıcı bakışları ile beni baştan aşağıya süzdü. Dudaklarında şeytani gülümsemesi yerini aldı. "Ahh ahh.. Dün gece onu becermem için yalvaran kadın ile karşımdaki kadın aynı olamaz. Ne yaptın, kocandan utanma duygunu geri mi yüklettin?" deyip başını iki yana ritmik bir şekilde salladı.

 

Gözlerim kocaman açılırken "Ama benden utanmana gerek yok karıcığım." deyip kulağıma eğilerek "Ben senin bedenindeki her noktayı keşfeden ve keşfetmeye devam edecek olan adamım. Benden bu kadar utanmamalısın." dedi. Kalbim göğsümde küt küt atıyor, her çarpışında nabzım kulaklarımda atıyordu. Dün gece olanları düşününce boğazım kurudu. Bedenimi ateş bastı.

 

"Anlaşılan vahşi, utanmaz karımı sadece altımdayken görebileceğim." deyince yatağın üzerindeki yastığı fırlatmak için öne doğru yürüdüm. Aras ise kahkaha atarak odadan çıktı. Elime aldığım yastığı boşluğa fırlatıp yüzümdeki aptal sırıtış ile arkasından baktım. Bu adamın her haline ayrı ayrı aşık oluyordum. Gerçi aynı adamın farklı iki versiyonuna aşık olan kadından da başka bir şey beklenemezdi.

 

 

********************

 

Çağlar'ın kliniğine girince bizi İrem karşıladı. Hemen ardından da Çağlar odasında çıktı. Çağlar'a neler olduğunu anlatmadan önce küçümseyici bakışımla İrem'i süzdüm. Bizimle ilgili, bilgileri hiç düşünmeden Fırat'a vermişti ve bundan sonrasını vermeyeceğinin garantisi yoktu. Onun burada kalmasına izin veremezdim. Başımın üzerinden duman çıkmasına neden olacak kadar yüksek olan öfkemi kontrol altına alıp "Eşyalarını topla, kovuldun!" dedim. Gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi açılırken yüzüme baktı.

 

Benden başka bir şey duyamayanınca başını Çağlar'a çevirip bir cevap beklercesine baktı. Çağlar ve Aras'ın benim üzerimde duran bakışlarında neler olduğunu anlamaya çalıştıklarını görebiliyordum ama bu kız gitmeden onlara da bir açıklamaya yapmayacaktım. İrem'in kendisine baktığını fark eden Çağlar bakışlarını benden çekip İrem'e çevirdi. Sözümü ikiletmeden "Eşyalarını topla İrem. Tazminatın ve maaşın bu akşama kadar hesabına yatırılır." dedi.

 

İrem'in elleri yumruk şeklini alırken hırsla soludu. Topuğunu sertçe yere vurup eşyalarını toplamak için masasına yöneldi. İtiraz ederek bu kararın neden alındığını dahi sormamıştı çünkü sebebini oda çok iyi biliyordu. Çağlar bu sırada odaya geçmek için eliyle bana yol açsa da beklemesini işaret ettim. Hain, yuvayı terk etmeden güvende sayılmazdık. İrem eşyalarını toparlayıp bize tek kelime dahi etmeden klinikten çıkıp gitti.

 

Derin bir nefes aldım. Gülümseyerek "Şimdi odaya geçebiliriz." dedim. Odaya geçip koltuğa oturdum. Aras ile Çağlar'da koltuğa oturduğunda meraklı bakışları tekrar bana yönelmişti. O gün yaşananları bir kez daha hatırlamak istemesem de neden böyle bir şey yaptığımı açıklamam gerekiyordu. Açıklama yapmak için ellerimi birbirine kenetleyip derin bir nefes aldım. Fırat ile aramızda geçen konuşmayı anlatmaya başladım.

 

Ağzımdan çıkan her kelimede Aras'ın yüzü sertleşiyor alnındaki damar belirgin bir hal alıyordu. Çağlar'ın ise şaşkınlığı her saniye daha çok artıyordu. Çağlar'ın şaşkınlığı sorun teşkil etmezdi ancak Aras'ın öfkeyle kararan bakışları tehlike çanlarının çalınmasına sebep oluyordu. Daha fazla detaya girmeden İrem konusunu anlatıp kapatmak en mantıklın olandı.

 

"Yani sizin anlayacağınız İrem bebeği aldırmaya geldiğim gün olanları Fırat'a anlatmış oda bu bilgilerle beni vurmaya kalktı." dedim. Aras'ın çenesindeki bir damar attı. Bana kriz geçirdiğim gün Fırat ile aramda ne geçtiğini asla sormamıştı. Muhtemelen beni kendi halime bırakmak ve anlatacağım günü beklemek daha doğru bir karar olarak görmüştü gözüne. Ama şu an kararının değiştiğini görebiliyordum. O gün neler olduğunu öğrenmek için yanıp tutuşuyordu.

 

Bakışları Çağlar'a kayınca Çağlar oturduğu koltuktan kalkıp "Ben.. Eee. Şeyyy. Birrrrrrr İrem'in eşyası kalmış mı bakayım." diyerek odadan çıktı. Aras'ın keskin bakışları ise bana döndü. Gözlerini kapatıp açarken aldığı derin nefesle göğüs kafesi kalkıp indi. "Sana başka ne söyledi?" Başımı kucağımda duran ellerime eğdim. Tırnaklarım ellerimde derin oyuklar oluştururken gözümden aşağıya da bir damla yaş süzüldü.

 

Aras öne doğru eğildi. Biraz öncekinden daha yumuşak çıkan sesiyle "Sana başka ne söyledi? Sana ne dedi de canını o kadar yaktı?" diye sordu. Kelimeler boğazıma yapıştı cevap veremedim. Biliyordum, sesini bana karşı yumuşak çıkarmaya çalışsa da başımı kaldırdığım anda gözlerinde göreceğim karanlığı biliyordum. Canımı bu kadar yaktığı için Fırat'a yapacaklarını biliyordum. Eğer ona abim ile ilgili kısmı söylersem tekrar karanlığına döneceğini biliyordum. Ama ondan bir şey saklamakta bana bir kez pahalıya mal olmuştu ve bir kez daha olmayacağının garantisi yoktu.

 

Yaştan ıslanan tuzlu dudaklarımı ısırıp başımı kaldırdım. "Sana, söylediği şeyleri söylerim ancak bana söz vermen lazım." deyip duraksadım. Aras'ın kaşları çatıldı. Gözlerindeki mavilikler derin bir tona büründü. Öfkesini bastırmaya çalıştığı sesiyle dişlerinin arasından "Pazarlık sevmem Avukat. Ne diyeceksen de." dedi. Anlaşmadan söyleyemezdim. Söylersem gider Fırat'ı öldürürdü; söylemezsem de biz başa dönerdik. Uzlaşma dışında bir seçeneğim yoktu. Daha kararlı ve daha ikna edici olmak zorundaydım.

 

Akan yaşlarımı sildim. Başımı iki yana salladım. "Söz vermezsen ağzımdan tek kelime duyamazsın Aras." Duraksadım. Kollarımı göğsümde birleştirip "Hem ben senin pazarlık masasına oturma ihtimalin olmayan düşmanın değilim, ben senin karınım. Sabah kahvaltı hazırladığın, akşamları yatağına aldığın, tenini bütün çıplaklığı ile hissettiğin, memesini morarttığın..." diye devam ederken "Tamam" diyerek sözümü kesti.

 

Gözlerindeki karanlığın yanında parlayan arzu alevleri ruhumu okşuyordu. Benim onu arzuladığım gibi onunda beni arzulaması inanması güç bir şekilde tahrik olmama sebep oluyordu. Ve sakin zamanlarım dışında edepsiz cümlelerimden, davranışlarımdan asla geri kalmadığımı fark ettim. Aras tehdirkar sesiyle "Eğer biraz daha devam edersen." eliyle sedyeyi işaret ederek "Seni onun üzerinde becermem gerekir ve buda hiç mantıklı bir karar olmaz. Şimdi şartını söyle." dedi.

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsememe engel oldum. Aras kaybetmiş bense kazanmıştım. "Sana anlatacaklarım sonrasında gidip Fırat ile uğraşmayacaksın." dedim. Daha ne söyleyeceğimi bile duymadan kaşlarını havaya kaldırdı. "Mümkün olanı iste Avukat." İşaret parmağını yüzüme salladı. "O piç kurusu, o gün senin nefesini kesmeye kalktı. Bende ondan nefesini alacağım. Bu güne kadar sırf sen kendini toparlayıp neler olduğunu anlat da canını alırken ona göre acı çektireyim diye bekledim. Sen olanları söyledikten sonra beklemeyeceğim."

 

Yüzüne sonrada gözlerine baktım. Çenesini dişlerini kırmaya yetecek bir güçte sıkıyordu, bakışlarını ise anlatmaya kelimeler yetmezdi. Sabah huzur veren okyanusta şimdi fırtına kopuyordu. Karanlık, korkutucu ve ölüme susamış bir fırtına.. Ve bu bakışlar bana; Aras'ın Fırat'ı öldürmesine engel olamayacağımı anlatmaya yetiyor da artıyordu bile. Zaten Fırat'ta durmayacak ölmek için elinden geleni yapacaktı. Anlaşma şartını düzenlemek en mantıklı olandı.

 

"Tamam o zaman şöyle yapalım. Sen Fırat'ı öldür ama şimdi değil." Ağzımdan dökülen cümleye inanamıyordum. Hukuk insanı olarak bunu teklif etmiş olmama asla inanamıyordum. Gözleri kısıldı. Her şeyi berbat etmişken devam etmekten zarar gelmezdi. "Yani anlatmaya çalıştığım sabah kahvaltıda bir sürü güzel şey konuştuk. Güzel günlere adım atmak için bir yola girdik. Lütfen bu huzurlu geçirebileceğimiz zamanlara Fırat'ın gölgesini düşürmeyelim." Aras'ın bakışlarındaki yumuşama dikkatimden kaçmadı. Sözlerim işe yarıyordu anlaşılan.

 

Gözlerimi bile isteye doldurarak "Bizim kötülüklerden, dertlerden uzak anımız olmasın mı? Biz mutlu olmayı hak etmiyor muyuz?" diye sorunca adem elmasını yerinden oynatacak kadar güçlü yutkundu. Bir süre sessizce gözlerime baktı. Ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Aras gibi adamların her şeyden önce öfkesi ve intikamı gelirdi. Bense onun elinden bunu almaya çalışıyordum. Karar vermesinin zor olacağının farkındaydım.

 

Aramızdaki sessizliği Aras'ın alıp verdiği derin nefes bozdu. Keskin sesiyle "Benden hayatımdaki en zor kararlardan birini vermemi istiyorsun Avukat." deyince kanım soğuk duvarlardan daha soğuk akmaya başladı. Mutluluğumuz için bile olsa intikamından vazgeçmeyecekti. "Benden az kalsın geçirdiğin sinir krizi yüzünden bilinçsizce kendini öldürmene sebep olacak olan adamın yaşamasına izin vermemi istiyorsun."

 

Çıkmamaya yemin etmiş sesimi bularak "Sadece mutlu olmak istiyorum." diyebildim. Burnundan derin bir nefes alıp verdi. Elini ensesine götürüp sıkıntıyla ovuşturdu. İki dizide sinirle sallanırken gönülsüzce "Tamam söylediğin gibi olsun Avukat. Sen şimdi mutlu olmak istiyorsan ve buna gölge düşürecek kimseyi istemiyorsan olmayacak." deyince tebessümle ona baktım. "Ama o piç bir kez daha sana bulaşırsa verdiğim sözün hükmü düşer, tamam mı?" diye sorduğunda rahat bir nefes aldım.

 

"Tamam." yanıtını verdim. Bu anlaşma bana baya zaman kazandırırdı. Sürekli evdeydim, baroya kayıtlı olan numaram Aras'ın denetimindeydi ve ben içerisinde yeni hat takılı olan telefonlaydım. Fırat'ın bana ulaşabileceği bir yol yoktu. Zaten başlangıcı sıkıntılı olan hamileliğimi daha da sıkıntılı hale getirmemek için çalışmayı bir süre düşünmüyordum. Kısacası bana bu zaman yeterdi.

 

Ellerini iki yana açtı. "Anlat o zaman." Kalbimdeki hançerin tekrar batırıldığını hissettim. Fırat'ın söylediği gerçekler karabasan misali üzerime çöktü. Havadaki oksijen ciğerlerimi rahatlatmak yerine içime her çekişimde işkenceye döndü. Gözlerim yabancılığını çekmediğim yaşlara ev sahipliği yapmaya hazırlanırken ağlamama izin vermedim. Aras perişan olduğumu görürse anlaşmanın hükmünü yok sayardı.

 

Titrek bir nefes alıp Fırat ile aramda geçen konuşmaları anlattım. Cümlelerimi bitirirken de "Benimde babam gibi olduğumu, onun ellerinde abimin kanının benim ellerimde ise abimden daha masum olan bir bebeğimin kanının var olduğunu söyledi." dedim. Aras'ın yumruk olan elleri o kadar sıkılıydı ki parmak boğumlarındaki beyazlık metrelerce uzaktan dahi fark edilirdi.

 

Öfkeyle yerinden kalkmasını, Fırat'ın gırtlağına yapışmasını bekledim. Yapmadı. Aslında yapmadı değil daha çok verdiği sözü çiğnememek adına yapamadı. Burnundan kızgın boğa misali bir kaç derin nefes alıp verirken gözlerini kapattı. Sakinleşemedi. Oturduğu koltuğun kolçağına yumruğunu sertçe geçirince olduğum yerde korkuyla sıçradım. Aras ise oturduğu koltuktan hışımla kalktı. Ellerini hırsla saçlarının arasına geçirdi.

 

Odadan çıkıp gitmenin ucundaydı. Yerimden kalkıp odanın içerisinde volta atan Aras'a doğru ilerledim. Bana dönük olan sırtına yaslanıp kollarımı göğsünde birleştirdim. Derin nefes alarak durdu. Onun bana her zor anımda söylediği şeyleri ona söylemenin doğru olacağını düşünerek "Buradayım, yanındayım, sakin ol. Sen varken bize kimse zarar veremez unuttun mu?" dedim. Nefesi iç çekmeye döndü. Kollarımdan tutup beni önüne çekti. Göğsüne başımı yasladım.

 

"Seni Ozan'dan vurmaya hakkı yoktu. Senin canını bu denli yakmaya hakkı yoktu." Ses tonu o kadar karanlıktı ki güneşin dünyayı terk ettiğini düşündüm. Bedeni sadece öfkeden ibaretti. Sabah içerisinde yeşerttiği bütün hisler buhar olup uçmuştu sanki. Onu ilk gördüğüm zamanki kadar ürkütücü, karanlık ve acımasız adam geri gelmişti.

 

Ellerimi beni inceltmeden bedeninden çözmeye çalışırken hırlarcasına "O şerefsizi öldürmem lazım. Sana bunları söylediği için onun dilini kesip köpeklere atmam lazım." dedi. Kollarım istemsizce onu daha çok kavradı. Gitmesine izin veremezdim. Onu yeni bulmuşken, bebeğimizle mutlu günlere ulaşmışken tekrar onsuz kalamazdım. Fırat'ın istediği de tam olarak buydu zaten. Ben, olanları Aras'a anlatacaktım, Aras sinirle Fırat'a gidecekti sonrasında Fırat, Aras'ı ya cezaevine tıkacak ya da öldürülmesi için pusuya düşürecekti.

 

"Ama yapamazsın söz verdin." Hırsla derin bir soluk daha verdi. "Evet lanet olsun ki tutmayı asla istemediğim sözü verdim." Bedeni öfkeden kaskatıydı. Bana sarılıyordu ancak sanki odun parçasının bedenime dolanmasından farkı yoktu. Tüm vücudu hatta damarlarında akan kanı bile tek şey için hayattaydı. İNTİKAM... Ve içimden bir ses bana söz vermiş olmasına rağmen Aras'ın durmayacağını, benim haberimin olmadığı bir anda Fırat'a gereken cezayı keseceğini söylüyordu.

 

Aras'a kızamıyordum. Yaptığı işten nefret ediyordum, onu bu cehennemden kurtarmak istiyordum ama ona kızamıyordum. Karanlık tarafta olmayı kendisi seçmemişti. Sadece kötü duygular barındırmayı kendisi seçmemişti. Buna zorlanmıştı. Ailesini, sevdiklerini korumak için öldürmekten başka çaresi olmayan bu hayata mahkum edilmişti. Benim yapabileceğim tek şeyse sevdiklerine zarar vermesini önlemekti.

 

Düşmanları ile arasına istesem de giremezdim. Çünkü Aras dursa da onların durmayacağını eve gelen paket sayesinde öğrenmiştim. Ama belki bir gün Aras her şeyi Yavuz'a devrederek gitmeyi kabul ederdi. İşleri, düşmanları, kirli geçmişi arkamızda bırakıp bebeğimiz için buralardan gitmeye razı olurdu. O güne kadarsa benim payıma düşen Aras'ın yanında durup sabretmekti.

 

 

Bedenimi ondan biraz uzaklaştırıp yüzüne baktım. Başı dik bir şekilde ileriye baktığı için kasılan çenesi dışında bir şey görmek imkansızdı. Sesimi sevimli tutmaya çalışarak "Poseidon Bey bakabilir misiniz lütfen?" dedim. Zihnini temizlemek istiyormuş gibi başını iki yana salladı. Güçlü bir yutkunma sonrasında birkaç saniye daha durup göz göze gelebilmemiz için başını önüne eğdi. "Sizi dinliyorum Avukat Hanım."

 

Sesini öfkeden arındırsa da gözlerinin ardındaki gerçeği görebiliyordum. Beni rahatlatmak için bir şey olmamış gibi davrandığının farkındaydım. Verdiği söze sadık kalacağına inandığımı düşündürmeye karar verdim. En azından işleyeceği cinayeti gözüme sokarak yapmaz, Fırat'ın ölüm haberini internetteki haber sitelerinden öğrenirdim.

 

Aras sıkıntılı bir nefes verdi. "Sena'm sen bir şey söylemeden benim sana bir şey itiraf etmem lazım." Yüzündeki ifade tatsızlaştı. Öfkeden ziyade pişmanlıkla büründü. Kalbim mengene tarafından vahşice sıkıldı. Söyleyeceği şey canımı yakacaktı. Canımı yakacağını bildiği için yüzü bu hale gelmişti. Gelecek her şeye kendimi hazırlamaya çalıştım. Pek başarılı olduğumu hissetmesem de Aras'ın söylediklerini duymak zorundaydım. "Seni dinliyorum."

 

Önüme gelen bir kaç tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Güzelim, sen buraya geldiğin gün bebeği aldırmaktan vazgeçmişsin. Son anda Çağlar'a vazgeçtiğini söylemişsin." deyince coşkuyla "Biliyordum." diye bağırdım. Biliyordum, bebeğimden vazgeçmediğimi biliyordum, onlara durmalarını söylediğimi biliyordum.

 

Aras'ın kaşları havaya kalkarken başıyla beni onayladı. "Sana çok kızgındım. Benim yaşadıklarımı yaşa diye senden bu gerçeği sakladım. Şimdi ise senden tüm kalbimle özür diliyorum ve vereceğin her cezaya razı olduğumu bilmeni istiyorum." O kadar masum görünüyordu ki.. O kadar pişman, o kadar çaresiz.. Onu öyle görünce kalbim tekledi.

 

Duyduklarımı idrak edince ise nefesim ciğerimde donup kaldı. Kendimi nefes almaya zorladım. Benden böyle bir gerçeği saklamıştı. Haftalarca beni vicdan azabının cehenneminde yakmış, aynaya her baktığımda kendimden nefret etmeme sebep olmuştu. Bu acımasızlıktı. Bir anneye yapılabilecek en kötü şeylerden biriydi. Midemdeki kasılma sabah yaptığım kahvaltının yukarı çıkmasına sebep oldu. Güçlükle kusma refleksimi bastırdım. Bebeğimin katili olmadığıma bile sevinemiyordum.

 

Duyduklarımdan daha kötü olan bir durum varsa oda Aras'a vereceğim cevaptı. Ben şimdi ona ne diyecektim? Onun bana yaptığı gibi bedel mi ödetecektim yoksa olanları unutmayı mı seçecektim? Doğru olan hangisiydi? Cevabı kalbimin derinliklerinden geldi. Yüzünü avuçlarımın arasına alırken parmak uçlarımda yükselerek dudaklarına öpücük bıraktım. "Hatalarımızın bedelini ödedik. Şimdi itiraf etmiş olsan da sakladığın şeyin bedelini sende benimle beraber ödedin. O yüzden bedel de yok ceza da."

 

"Sena'm ben senden gelecek her şeye razıyım." dese de ona kulak vermemeyi seçtim. Ben yeni dertlere, yeni bedellere razı değildim. Ellerimi karnıma götürüp okşadım. "Olaylara iyi tarafından bakarsak bebeğimin katili olma yolunda ilerlememişim." dediğimde Aras tam bir şey söyleyecekken parmaklarımı dudaklarına götürerek susturdum. Artık geçmişi, geçmişteki hataları konuşmak istemiyordum. Tek istediğim yarındı. Konuyu değiştirerek "Çağlar'ı çağırsak da bebeğimizin cinsiyetini mi öğrensek ne dersin?" diye sordum.

 

Yüzüme acıyla baktı. Başımı yana yatırıp "Lütfen." diye fısıldayınca gönülsüzce başını salladı. Ben kapıya doğru gidip çağırmasını beklerken kollarını benden ayırmadan "Çağlar" diye kükredi. Kulaklarımda oluşan çınlama sebebiyle yüzüm buruştu. Güzelce seslenmek yerine bağırmak zorunda mıydı? Dudaklarım çemkirmek için aralanırken odanın kapısı açıldı. Çağlar gülümseyerek içeri girdi. Bakışları Aras'ı buldu. Benim başımda çevrildi. Aras'ın başını salladığını gördüm. Kollarını bedenimden usulca çekti.

 

Ultrason cihazına doğru yönelen Çağlar eliyle sedyeyi işaret ederek "Seni yerine alabilir miyiz?" diye sordu. "Elbette." yanıtını verip sedyeye uzandım. Karnımı açtım. Aras hemen yanıma gelip ondan tarafta olan elimi tuttu. Elimi tutmasıyla kalbim göğsümün içinde değişik şeyler yapıp olması gerekenden hızlı atmaya başladı. Farkındayım karşımdaki adam kocamdı, kalbimin böyle atmaması gerekiyordu lakin düşününce bende kendime göre haklıydım.

 

Hamile olduğumu öğrendiğim andan beri buraya 3 kez gelmiştim ve hepsinde de tek başıma kalmıştım. Şimdi ise Aras yanımdaydı. Elimi tutup gözlerimin içine bakıyordu. Bu kadar duygusal olup kalp çarpıntıma izin vermekte en doğal hakkımdı. Aras'ın avcumun içindeki elini daha sıkı tuttum.

 

Çağlar elindeki soğuk jeli karnıma döktü. Sonrasında da eline aldığı başlığı karnımda gezdirdi. "Sanırım kalp atışlarını da dinlemek istersiniz." deyince yanımdaki Aras'a baktım. Gülümseyen yüzüyle başını salladı. Bize bakan Çağlar ikimizden de onay alınca cihazın sesini açtı. İçeriye minik bir kalp atışının sesi duyuldu. Sevinç, mutluluk, heyecan ve daha sayamadığım bir sürü duyguyla Aras'a baktım.

 

Bakışları benim ve karnımın arasında gidip gelirken gözleri dolmuştu. Sağ elini göz pınarlarına bastırarak onu dinlemeden firar eden yaşlarını sildi. Bakışlarını karnımdan çekince gözleri gözlerimle buluştu. Bakışlarıyla o kadar güzel seviyordu ki dünyadaki başka kadınların bu kadar güzel sevilmesi imkansız gibi geldi. O kadar derin bakıyordu ki her bakışında gözlerini gözlerime, kalbini kalbime mühürledim.

 

Kalp atışlarını bir süre daha dinleten Çağlar sonrasında elindeki başlığı köşeye bıraktı. Yan tarafından bir kaç peçeteyi bana doğru uzatırken keyifli gülümsemesi ile bize baktı. "Evet ben 2 haftadır biliyorum ama sizin de öğrenme zamanınız geldi. Anneler genelde hisseder Sena, senin bir tahminin var mı?"

 

Gözlerimi sıkıca kapattım. Zihnimi bebeğimin doldurmasına izin verdim. Gözlerimin önüne Aras'a benzeyen bir erkek bebek geldi. Gülüşü, bakışı, gözleri Aras'ın aynısıydı. Gülümseyerek gözlerimi açtım. "Erkek." Çağlar bana tebessümle baktıktan sonra gözlerini Aras'a çevirdi. "Abi, senin bir tahminin var mı?" diye sordu. Aras hiç tereddüt etmeden "Kız. Cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyorum ama benim istediğim kız." dedi.

 

Aras'ın kız düşünüyor ve istiyor olmasına şaşırmıştım. Soyunu devam ettirecek bir veliaht isteyeceğini düşünsem de o benim düşüncemin aksine kızımızın olmasını istiyordu. Aras'ın kızımız olmasını istemesi ona olan sevgimi de saygımı da bin kat arttırmıştı. Çünkü bu hayatta bir kızın başına gelebilecek en güzel şey onu her koşulda sevip, yanı başında isteyen ve herkese her şeye rağmen koruyan babasının olmasıydı.

 

EVET BEBEĞİN CİNSİYETİ ÖNÜMÜZDEKİ BÖLÜME KALDI. 🤭TAHMİNLERİNİZ NELER...😍

 

ARAS'IN İÇİNDEKİ SELİM UYANDI. 🦋SEVDİNİZ Mİ YENİ HALİNİ..🫣

 

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ...❤️♥️

Bölüm : 14.11.2025 19:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...