46. Bölüm

TEK BEDEN İKİ RUH

Gizem Gültekin
gizeemikoo

YILDIZI PARLATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN🤩

 

ARAS

 

Sonsuz evrende yalnız değiliz. Dünyaya geliş nedenimiz yalnız olmak ya da yalnız ölmek de değil. Hepimizin bir geliş amacı var. Kimimiz amacı doğrultusunda yaşarken kimimizde amacının ne olduğunu unutup saçma sapan hayatlar kuruyor kendine. Bazılarımız ise amacının ne olduğunu bile asla bilmiyor. Oysa en kötü amaç bile amaçsızlıktan daha iyi olandır. İnsan, kötü amacının sonucundan bile güzel dersler çıkarabilirken amaçsızlık kuru bir yaprak gibi oradan oraya savurur.

 

Lakin en şanslı olanlarımız başka. Onların toprağı sımsıkı saran kökleri var. Amacının ne olduğunu bilip bu doğrultuda yaşayanlar en şanslı olanlarımız. Ömürleri, hedefleri doğrultusunda yaşayıp onun uğruna savaşarak geçiyor. Mükafat olarak da dünyadaki cennetini yaşıyorlar. Onlar için sonsuz evrende sonsuz huzur sunuluyor.

 

Aynı şeyi diğerleri için söylemek ise mümkün değil. O diğerlerinden birisi de benim... Ben bahtsız olanlardanım daha doğrusu olanlardandım. En başta amacı olmayan daha sonra ise yanlış amaç uğruna oradan oraya savrulup bataklığın en dibini gördüm. Yıllarımı oradan oraya savrulup kana bulanarak geçirdim. Ruhumu, kalbimi, beynimi kısacası beni ben yapan her şeyi karanlığa hapsedip hiçlik denizinde kayboldum. Ne sevmeyi becerebildim ne de sevilmeyi.

 

Oysa benim dünyaya geliş nedenim belliydi, ben uzun süre görmemek için direndim. Sena... Benim Sena'm... Karım, bebeğimin annesi... Bana yüreğimde çığ gibi büyüyen, her hücremde bahar açmasına sebep olan hisleri öğreten kadın. Seneler öncesinde de onunla öğrenmiştim yaşadığımı, nefes aldığımı seneler sonrasında da.. Onun varlığıyla anlam kazandı her şey, onun ruhuma dokunuşu ile ben, ben oldum.

 

Sena, karanlıktan sonraki gün doğumu gibi hayatıma girdi. Ruhumda uzun zaman önce öldürdüğümü düşündüğüm hislerin hala bir yerlerde var olduğunu; kalbimde açan baharı başka insanlara da ulaştırabileceğini gösterdi. Benim için iyilikten maraz değil iyilik doğuyordu. Artık hayatın kuru bir nefesten ibaret olmadığını biliyordum.

 

Zaten gerçek anlamda yaşamakta böyle bir şey değil mi? Yoksa ben mi fazla duygusallaşmıştım? Nefes almak, yiyip içmek, konuşmak ve daha sayamadığım bir sürü fonksiyonları yapmak yaşıyorum demek için yeterli miydi? Bu kadar basit bir şey miydi yaşamak? Değildi. Duygusal yaklaşıp yaklaşmadığımı bilmiyorum ama bana göre yaşamak bu değil. Bunların hepsi hayatı devam ettirmek için gereken şeyler ama asla yaşamak değil.

 

Yaşamak için sevgi lazım, aşk lazım, güven lazım. En önemlisi ise birine ait olduğunu hissetmek ve onunda sana ait olduğunu bilmek lazım. Bunlar olmadan yaşamak çölün ortasında çiçek açmak kadar anlamsız ve boş. Bir hiç uğruna yitip giden yıllarımda bu gerçeği anlayamasam da şimdi çok iyi anlayabiliyorum. Kalbin sadece kan pompalamakla görevli olmadığını daha iyi biliyorum.

 

Değişiyorum ve değiştiğim için de mutluyum. Dönüştüğüm adamın her halinden ziyadesiyle memnunum. Aileme korkumun gölgesi değil sevgimin baharı düşecek artık. Benden korkamayacaklar. Saygı duyacaklar ama korkmayacaklar. Onların gözünde düşmanlarına karşı acımasız bir katil olmaya devam edeceğim ama onlara karşı her zaman sevgi dolu olacağım. Bunun için çift karakterle yaşamam gerekirse de yaşayacağım.

 

Derin düşüncelerim arasında aldığım kararları ölçüp tartarken Yavuz'un huzursuz nefesi ile daldığım alemden sıyrıldım. Masa toplantısının ben tarafından değil de üyeler tarafından talep edilmiş olması canını sıkıyordu. Benimse bu durum zerre umurumda değildi. Ya bana itaat ederlerdi ya da öldürürdüm. O yüzden de derinlemesine düşünüp can sıkıntısı yapmaya gerek yoktu.

 

Daha fazla sessizliğe dayanamayan Yavuz "Abi seni öldürmek istiyorlar, kafalarında ne varsa seni öldürmek için planlanmış. Seni ortadan kaldırmaya uğraşacaklar. Toplantıda dahi bunu yapmak için fırsat kollayacaklar." diyerek çıkıştı. Bunların bende farkındaydım. Artık ne korkutma olacaktı ne de boş boy gösterileri, Yavuz'a kurulan kumpası bertaraf edip bir de üzerine yeni kurduğum kumpas savaşın kanlı boyutunu başlatmıştı. Ve ilk hedefleri de bendim. Başlayan savaşı şahı öldürerek noktalandıracaklardı.

 

Şah yoksa oyun biter sanıyorlardı ama yanıldıklarının farkında değillerdi. Hem benim mekanımda bana oyun kurmalarında izin vermezdim hem de ben hiç bir zaman tek değildim. Ben yoksam Yavuz vardı. Benden sonra kendisini de ailemi de itibarımı da Yavuz korurdu. Şu anda gücünün ne kadar çok olduğunun kendisi de farkında değildi. Bana bir şey olur diye korkmasının en büyük sebebi de buydu. Kendini aciz görmesi ama ben bana bir şey olmadan önce ona ne kadar güçlü olduğunu gösterecektim.

 

Masanın üzerinde duran soğumaya yüz tutmuş çayımdan bir yudum alarak kuruyan boğazımı ıslattım. "İlk olarak beni senelerdir öldürmek istiyorlar Yavuz ama daha bunu başarabilen bir baba yiğit olmadı." deyince gözlerimin içine sinirle baktı. Var olan gerçekleri duymak son zamanlarda Yavuz'a ağır geliyordu. Hayatımızın öldürmek ya da ölmek üzerine kurulu olduğunu sürekli görmezden geliyordu.

 

Aşk bu herife yaramamıştı. Sağ kolum olduğu günden bu yana ölümün üzerine gitmekten bir saniye geri durmayan adam ölüm ile ilgili tek kelime duymaya tahammül edemiyordu. Kabul önceden de benim ölümümle ilgili bir şeyler duymayı sevmezdi ama şimdi daha hassastı. Küçük yaşta sevdiklerini kaybeden birisinin böyle davranmasını anlayabiliyordum ama hayatta korkularla köşeye sıkışıp kalmayacak kadar kısaydı.

 

Derin bir nefes alıp elimde bir süredir çevirdiğim kalemi masanın üzerine bıraktım. "Yavuz, beni bu zamana kadar neden öldüremediler biliyor musun?" diye sorunca dikkatli bakışları üzerimde durdu. "Çünkü ben ölümden kaçmadım. Birgün ölümden korkup kaçarsam işte o gün öldürürler."

 

Sallanan dizi daha çok sallanırken huzursuzca güldü. "Abi, ölümden de beladan da kaçmadığımızı biliyorum. Ama bu sefer işler farklı." Sinirle soludu. "Artık senin korumak zorunda olduğun bir ailen var. Senin ailen benim ailem olduğuna göre korumak zorunda olduğum bir ailem var. Ve senin canın sağ olmadığı sürece ben tek başıma o aileyi koruyamam."

 

Konu yine dönüp dolaşıp benim yaşamama gelmişti. Ben ölünce her şeyin son bulacağını düşünmesi sinirimi bozuyordu. Ben var olduğum sürece var olacağını düşünmesi ise daha fazla sinirimi bozuyordu. Evet biz kardeştik. Doğduğumuz günden bu yana ne yaşarsak yaşayalım asla ayrı düşmemiştik ama bu durum onun bensiz var olamayacağı anlamına da gelmiyordu. Yavuz, ben olmadan da çok şey başarabilirdi. Sadece benim gölgemde olduğu için kendi gücünün, öfkesinin farkına asla varamamıştı o kadar.

 

"Yavuz, herkes bir gün ölür. Herkes doğduğu andan itibaren mezarının yolcusudur. Ayrıca ölümümüze sebep olabilecek tek şey düşmanlarımız değil ki, gece yatağına yatıp sabah kalkamamak var. Ölüm dediğin şey ince bir çizgi ve ne kendin için ne de sevdiklerin için korkarak geleceği günü bekleyemezsin. Bu hem sana hem de seni sevenlere eziyetten başka bir şey değil." deyince hoşnutsuzlukla yüzüme baktı.

 

Duymak istediği şey bu değildi. Yavuz, ölüm konusunu saplantı haline getirmişti ve duymak istedikleri dışında ne dersem diyeyim düşüncelerini asla değiştiremeyecektim. Gözlerinin içine bütün ciddiyetimle baktım. "Yavuz, ölmeyeceğim anladın mı? En azından sen hazır olmadan ölmeyeceğim." dedim. İtiraz etmek için hareketlense de elimi kaldırdım. "Şansını zorlama kapat konuyu, sabrımın sınırındayım. Uzatmaya devam edersen bu kadar anlayışlı olmam."

 

Başını tamam anlamında sallasa da gerginliği hala devam ediyordu. Yüzü öfkesi dolayı şekilden şekile girerken başını penceren tarafa çevirdi. Kıstığı gözleriyle bir süre dışarıyı seyretti. Sallanan bacağının şiddeti her saniye artıp yüzünde ki ifade olduğundan katı bir hale gelince karın ağrısının başka bir sebebi daha olduğunu o anda anladım. "Senin, benim ölmem dışında başka bir derdin daha var. Söyle bakalım ne oldu?"

 

Başını benden tarafa çevirdiğinde öfkeden alev olan gözlerindeki karanlığı hissettim. "Abi masada gerginlik çıkacak. Yılmaz toplantıyı sırf bize posta koymak için düzenledi farkındasın değil mi?" derken duraksayıp öfkeyle soludu. "Toplantı öncesinde işini bitirmemiz lazım."

 

Diğer her şeyin olduğu gibi bununda en başından beri farkındaydım. Ama ben onların yaptığını yapıp arkalarından vurmak yerine kendi mekanımda herkesin içinde cezasını kesecektim. Rahat bir tavırla Yavuz'a baktım. "Fazla takıyorsun Yavuz. Yılmaz ya da diğerleri benim için çerez bile değil. Bırak istedikleri şovu yapsınlar, son noktayı nasıl olsa biz koyacağız." deyince beni onaylamadığını belli edercesine başını sağa sola salladı.

 

"Abi, amaçları itibarını beş paralık etmek, senin gücünün bittiğini masadakilere göstermek." Oturduğu koltuktan hırsla kalktı. Ellerini saçlarının arasına geçirip sağa sola yürümeye başladı. Düşmanlarımız ya da dostumuz olarak görünüp düşmanımız olan insanların tamamı bizi bir şekilde sırtımızdan vurmaya kalkardı. En küçük tökezlememizde Yiğitsoy Ailesinden güçlü olduklarını göstermek için her yolu denerlerdi. Yılmaz'ın toplantı istemesinin sebebi de aynıydı.

 

"Şerefsiz puşt, bizim masamızda bize posta koyacak biz de buna susacağız öyle mi abi?" Sinirlerim tepeme atmaya başlamıştı. Ne zamandır benim aldığım kararları sorgulamak Yavuz'un ya da bir başkasının haddineydi ya da ben ne zamandır kararlarım ile ilgili hesap veriyordum. Yavuz bugün şansını fazlasıyla zorluyordu ve benim tahammül sınırım neredeyse bitmek üzereydi.

 

Sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes verdim. Çenemde seğiren damarı görmezden gelmeye çalışarak "İlk olarak ben ne zamandır aldığım kararların hesabını sana veriyorum Yavuz? Ya da şöyle sorayım ne zamandır benim kararlarımı sorgulama haddini buluyorsun sen kendinde?" diye çıkıştım. Ne yaptığını fark eden Yavuz volta atmayı keserek pişmanlıkla yüzüme bakıp "Abi ben.." diye söze başlayınca susması için elimi sertçe kaldırdım. Şu anda söyleyeceği ne varsa öfkemi yatıştırmak yerine daha da körükleyecekti.

 

Gerilen boyun kaslarımı gevşetmek için sağa sola yatırdım. "İkinci olaraksa ben öyle bir şey demedim Yavuz. Rüzgar ektileri an fırtına biçecekler. Benim, sana dediğim onların aldıkları nefesten haberim var, onlar daha hamlelerini düşünmeden ben nefeslerini keserim." Kaşları çatılırken neler olduğunu sormak için ağzını araladığı esnada odanın kapısı çaldı.

 

Kadir ceketinin düğmesini ilikledikten sonra kapıyı aralayıp "Abi, Coşkun Bey geldi, buraya mı alalım yoksa aşağıya mı?" diye sorunca kaşlarım çatıldı. Neler olduğunu anlamaya çalışarak bakışlarımı Yavuz'a çevirdim. Kadir'e göz ucuyla bakan Yavuz "Aşağıya alın biz de geliyoruz." deyince kaşlarım daha da çatıldı. "Emredersiniz abi." yanıtını veren Kadir odadan çıkarken oturduğum koltukta dikleştim.

 

Sorgulayıcı bakışlarım Yavuz'un üzerindeki baskısını artırırken sıktığım dişlerimin arasından. "Neler oluyor Yavuz?" diye sordum. Sesim içimdeki sinirin her zerresini barındırırken ellerini dizlerine vuran Yavuz sıkkın bir nefes verip yerine derin bir nefes aldı. "Coşkun bize masadaki haini ve Kulaksızın kim olabileceği ile ilgili bilgileri verecek senin onayın olursa bizde ona masada bir koltuk vereceğiz."

 

Gözlerim öfkeyle kapanırken öfkemi kontrol etmek için burnumdan derin bir nefes aldım. Coşkun, CIA,BND,NDB,FSB gibi birçok istihbarat teşkilatı ile bağlantısı olan bir adamdı ve ben, kendi ülkem dışında bir ülkeye çalışan adamla değil uzlaşmak aynı havayı solumazdım. Yavuz ise gitmiş bana sormadan bu iti uzlaşmamız getirmiş bir de üzerine yetmezmiş gibi aynı masaya oturacağımızı söylüyordu.

 

Senelerdir öldürdüğüm Selim'i daha yeni diriltmişken Yavuz'u döverek onu tekrar öldürmek istemiyordum. Sakin kalmak için dirayetimi toparlamaya çalıştım. Ne zaman sıktığımı bilmediğim yumruk şeklindeki ellerimi açtım. "Lan sen uzlaşmak için masaya kimi getirdiğinin farkında mısın? Başka ülkeler için çalışan, tozdan kafası bir milyon gezen adamı masaya ortak olarak mı getirdin?" Sesimi kontrol altında tutmak istesem de başaramadım. Her kelimemde yükselen sesim en sonunda kükremeye dönüştü.

 

"Abi, ben kesin uzlaşalım demiyorum. En azından neler bildiğine bir bakalım. Belki işimize yarayacak bir şeyler söyleyecek, belki uzlaşmamız için geçerli sebepler sunacak." deyince başımı hırsla iki tarafa salladım. "Yavuz, tozcu ile bizim ne anlaşabileceğimiz ne de uzlaşabileceğimiz bir şey yok. İn aşağıya geldiği gibi gönder." Elimi kaldırıp işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Sakın bana sormadan bir daha böyle bir şeye kalkışma, canını yakmak istemiyorum bana zorla canını yaktırma."

 

Yavuz'un gırtlağını sıkmamak için kendimi zor tutuyordum. Sırf düşmanlarımızı alt edebilmek için beni görmezden gelmeye kalkıyorsa başı gerçekten belada demekti. Selim'in varlığını kabul etmem demek bana sormadan karar verilebilecek kadar aciz birine dönüşmem demek değildi. Yavuz kendini açıklayabilmek için "Abi..." diye söze başlamak istese de susması için elimi kaldırdım. "Uzatma Yavuz. Ben ne diyorsam o!! Coşkun'u gönder diyorsam göndereceksin."

 

Oturduğu koltuktan kalkan Yavuz gönülsüz bir şekilde "Emredersin abi." deyip odadan çıktı. Gözlerimi kapatıp koltuğa yaslandım. Derin birkaç nefes alıp rahatlamaya çalıştım. Gençleri zehirleyen, hayatlarını mahveden, başka ülkeler için ajanlık yapan it ile ben konuşacaktım öyle mi? Mümkün değildi.

 

Yavuz'u anlayabiliyordum. Bir şeyler yapmak istiyordu. Aylardır kapanmayan Kulaksız meselesini evladım doğmadan kapatmak, evladıma güvenli bir gelecek sunmak istiyordu. Benim derdim de buydu ama yolumuz farklıydı. Ben evladımın geleceğini güvence altına almak için parayı verene köpeklik yapan biriyle anlaşmazdım.

 

Peki böyle yaparak Yavuz'a haksızlık mı ediyordum? Ondan bir şeyler yapmasını, gerektiği yerde benim yerime geçmesini beklerken onun fikirlerini görmezden gelerek Yavuz'u yok mu saymış oluyordum? Bugüne kadar Yavuz, yanlış tek bir karar vermemiş, uzlaşma masasına oturmamıştı, şimdi böyle bir şeyle geldiyse geçerli sebebi olmalıydı.

 

Kafamın içerisinden bir ses duydum. "Kesinlikle haksızlık ediyorsun. Yavuz'da sana kesin anlaş demedi ki Aras. En azından gidip ne diyeceğini dinleyerek kendin kovabilirdin. Böylece Yavuz'un bir şeyler başarmak için var olan şevkini de kırmazdın." Haklıydı. Hem Yavuz kendi kararlarını alsın istiyordum hem de önüme bir teklifle geldiğinde reddediyordum. Yavuz'un da söylediği gibi en azından dinleyebilirdim.

 

Elimi masaya vurup oturduğum koltuktan kalktım. Odadan çıkıp hızla depoya giden merdivenlere yöneldim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Coşkun'un Yavuz ile hararetli bir konuşma içerisinde olduğunu gördüm. Geldiğimi fark edince hızla ayağa kalkan Coşkun'u gören Yavuz geriye doğru baktı. Benim görünce ayağa kalkıp "Coşkun Bey'de şimdi gidiyordu abi." açıklamasını yaptı.

 

Oturdukları koltuklara doğru ilerleyerek "Gitmeden önce sana sunduğu uzlaşma şartlarını birlikte dinleyelim Yavuz. Bakalım uzlaşmak için nelerden vazgeçebiliyor Coşkun Bey." dedim. Yavuz'un gözlerinin içi parladı. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirirken bakışlarından içinde oluşan mutluluğu görebiliyordum.

 

Koltukta oturup sert bakışlarımı Coşkun'a diktim. "Söyle bakalım Coşkun. Uzlaşıp masaya oturmak için neler veriyorsun ve neler istiyorsun." Ellerini önünde kenetledi. "Abi, toz işini bıraktım. Eminin Yavuz, ben buraya gelmeden araştırmıştır, aylardır ne kendim kullanıyorum ne de satışını yapıyorum." Yavuz demek ki bu yüzden konuşmamı istiyordu Çoşkun artık temizdi. Ama neden? Böylesi adamlar ölmediği sürece tozdan gelen zahmetsiz paradan vazgeçmezdi. Coşkun'da ölmediğine göre başka bir sebebi olmalıydı.

 

Başımı yana yatırıp kaşlarımı çattım. "Neden bıraktın toz işini?" Samimiyetini anlamak için hareketlerini baştan aşağıya süzerken "Siz gibiler o kirli parayı ölmeden bırakmazsınız. Sende ölmediğine göre neden bıraktın Coşkun?" diye sordum. Yüzü düşerken kuruyan dudaklarını ıslatıp başını önüne eğdi. "Oğlum." deyip duraksadı. Derin bir nefes alıp acı çekermişçesine verdi. "Oğlum, dört ay önce bu meret yüzünden öldü abi. Öncesinde evlat acısı ne bilmezdim, evladını kaybeden ailelerin neler yaşadığını da önemsemezdim." Yere eğdiği başını kaldırıp yüzüme baktı.

 

Yorgun yüz hatları kendini belli ederken yaşaran gözleri ile gözlerime baktı. "Şimdi ise biliyorum abi. Benim sattığım zehir yüzünden o anne babaların neler yaşadığını, ne acılar çektiğini biliyorum. Kimseye daha fazla evlat, anne, baba, kardeş acısı yaşatmamak için artık satmıyorum." Gözlerinden firar eden iki damla yaşı elinin tersiyle sildi.

 

Coşkun'u dinlerken nedensizce yüreğimde bir sızı hissettim. Bizim alemde su testisi su yolunda gidiyordu. Ama sadece su yolundaki testiler değil o testiden su alan bardaklarda yok olmaya mahkumdu. Tıpkı Coşkun'un yurtdışında mühendis olmak için okuyan ve bizim işlerle alakası olmayan oğlu gibi... Coşkun'un oğlu, Coşkun'un işi yüzünden ölmüştü. Peki ya benim oğlumun sonunu da benim sıktığım kurşunlar getirirse ne olacaktı?

 

Yüreğimdeki sızı bütün bedenimi ele geçirirken nefes alamadığımı fark ettim. Odadaki havanın yoğunluğu artarken kendimi karanlık düşüncelerden sıyırmaya çalışarak "Bize neden geldin Coşkun?" diye sordum. Oğlunun ölmesi işleri bırakması için yeterliydi ama benim kapıma gelmesi için yeterli değildi.

 

Gözlerinin içinde karanlık bir alev parladı. "Çünkü oğlumun ölümünün ardında Kulaksız var. Seni öldürmem için Devran ile bana haber gönderdi, kabul etmeyince de cezayı oğluma kesti. Şimdi ceza kesme sırası bende." Gözlerimin içine kalbinde yanıp tutuşan intikam ateşi ile baktı. "Beni masaya alsanızda almasanızda size onlarla ilgili bildiğim her şeyi anlatacağım. Kulaksızın ölüsünü meydanda ibreti aleme karşı sallandırmak için gerekirse canımı vereceğim ama oğlumun kanının yerde bırakmayacağım."

 

Yavuz, Coşkun'u bize getirerek doğru olanı yapmıştı. Coşkun bizi Kulaksıza ulaştıramasa da onun canını yakacak, kuyruğuna basacak çok fazla bilgiye sahipti. Tehditkar bir sesle parmağımı yüzüne doğrulttum. "Eğer ihanet ettiğini hissedersem hiç düşünmem kafana sıkarım Coşkun. Bunun dışında diğer devletlerle olan bağlantılarını masanın çıkarları doğrultusunda kullanacaksın ölene kadar benim sözümden çıkmayacaksın."

 

Oturduğu yerden kalkan Coşkun önüme gelip eğildi. Elimi öpüp alnına koyduktan sonra "Sen ne dersen o abi, yeter ki oğlumun intikamını almama ve diğer çocuklarımı korumama yardım et." dedi. Coşkun yerine doğru otururken "Şu andan itibaren canında, malında masaya emanet. Birimize yapılan yanlış hepimize yapılmış demektir." deyip sakallarımı sıvazladım. "Şimdi anlat bakalım Kulaksız ile ilgili neler biliyorsun? Ve akşama infaz etmem gereken hain kim?"

 

TOPLANTI AKŞAMI

 

Coşkun, Kulaksızın kim olduğunu bilmesede ona ulaşabileceğimiz birçok isim vermişti. Yapacağımız bir baskında olmasa da diğerinde ona ulaşabileceğimiz birilerini bulmamız an meselesiydi ama hem anlamam gereken hem de halletmem gereken iki şey vardı. Anlayamadığım kısım Kulaksız neden müttefiklerinden dahi kendisini saklıyordu? Neden onu gören hiç kimse yoktu? Sürekli olarak saçma bir haberleşme şebekeleri vardı ve biz kime ulaşırsak ulaşalım Kulaksızın kim olduğunu öğrenemiyorduk.

 

Bunun iki sebebi olabilirdi. Ya Kulaksızın çok yakınımda, tanıdığım hatta oturup çay kahve içerek sohbet ettiğim birisi olmasıydı ya da tanınmaması gereken önemli bir bürokrat, istihbarat ajanı, üst düzey yönetici vs olmasıydı. Her ikisi de mantıklı olsa da birisi gerçek olanıydı. Ama hangisi? Bunu çözdüğüm gün Kulaksıza ulaşmam da an meselesi haline gelecekti. Halletmem gereken iş ise Ankara'ydı. Ankara sonrası kendimi sadece Kulaksız işine verebilir, Sena doğum yapana kadar bu sorundan sonsuza kadar kurtulabilirdim.

 

Toplantının yapılacağı villanın önüne gelince arabayı park edip araçtan indim. Yavuz, Coşkun'u masadakilere tanıtmak için benden önce toplantıya girmişti. Bende yarın için gerekli olan hazırlıkları son kez kontrol ettikten sonra asıl konuları konuşmak ve koynumuzda beslediğimiz haine cezasını kesmek için toplantıya katılacaktım. Villanın önündeki korumaların hoş geldin abi diyen sesleri arasında kapıdan içeriye girdim.

 

Ellerim cebimde merdivenlerden aşağıya inerken koridorda yankılanan sesleri duymamla olduğum yerde duraksadım. Yılmaz'ın olduğunu düşündüğüm ses anlayamadığım bir şeyler söylerken adımlarımı hızlandırdım. Elbette ben bunların olacağından haberdardım. Yılmaz daha toplantıyı talep etmeden ben onun kimlerle gizli saklı görüştüğünü biliyordum. Savcının adamları ile buluşmuştu ve hemen ardından toplantı talep etmişti. Onlardan aldığı gazla buraya gelip bana posta koyacak, o kadar insanın içerisinde küçük düşürmeye çalışacaktı. Birazda meydanı ona bırakıp neler yapabileceğini görmek için toplantıya geç katılmıştım.

 

Odanın kapısının önünde durduğum anda olacakları bilmememe rağmen ruhum öfke dalgasıyla kabardı. Yılmaz oturduğu sandalyede arkasına yaslanmış halde gevrek bir kahkaha attı. "Neyin şovunu yapıyorsun Yavuz?" duraksadı. Olanları anlamak için bende kapının önünde durdum. Bu piç kurusunu bu akşam burada öldürecektim ancak bana uzun zamandır kaybettiğin intikam ve öfke ateşini hissettirmesi için son sözlerini duymak istiyordum.

 

Ayrıca idam mahkumunun dahi son kelimelerine izin verilirdi. Bende celladı olarak son sözlerine izin verecektim. "Aylardır bir adamı yakalayamamanızın mı yoksa basit bir Savcı'nın canını almayışı beceremeyişinizin mi?" diye soran Yılmaz'ın sesiyle dişlerimi kırabileceğim kadar sert sıktım.

 

Elim belimdeki silaha uzanırken Yavuz küstah bir kahkaha attı. Şu anda ikilemdeydim. Ya bu piçe sıkıp tartışmanın bitmesini sağlayacaktım ve Yavuz'u yok sayacaktım ya da Yavuz'un söyleyeceklerini bitirmesini bekleyip sonra beynini dağıtacaktım. Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. Elim belimdeki silahta beklerken öfkemi dizginlemeye çalıştım. Geç gelme amacımdan biriside Yavuz'un gücünü görmesini istememdi. Bu yüzden bekleyecektim.

 

Oturduğu sandalyenin kolçağına dirseğini dayayan Yavuz tehditkar bakışlarını Yılmaz'a dikti. "Bahsettiğin iki şey de sadece Yiğitsoy Ailesinin şahsi meselesi değil. Silah sevkiyatlarından pay alanda" derken işaret parmağını masadakilere doğru gezdirdi. "Sizlersiniz, Savcı'nın kumpası yüzünden zarar görende. Hepiniz belinize silah takıp babayım diye gezmeyi biliyorsunuz ama iş birini bitirmeye gelince kimseden ses çıkmıyor."

 

Yavuz oturduğu koltukta dikleşti. Yüzündeki ifade daha da katılaşırken öldürücü bakışlarını Yılmaz'a dikti. "Asıl sen neyin şovundasın Yılmaz? Babayım diye gezerken siktiğimin yerinde basit bir Savcının canını alamayışının mı yoksa zarar gören silahlarının bedelini dahi ödetemeyişinin mi?" Yavuz'un ağzından çıkan her kelimede onunla gurur duyuyordum. Bir gün bana bir şey olursa Yavuz hem aileme hem de gücümüze benim kadar sahip çıkardı. Tamda düşündüğüm gibi güçlüydü.

 

Yılmaz'ın hırlayarak gülmesi sonrası bakışlarım Yavuz ile Yılmaz arasında gidip gelmeye başladı. Ben, Yılmaz'dan konuşmasını beklerken senelerdir sevkiyat güzergahlarını ayarlayan Şahin oturduğu sandalyede kıpırdanarak "Yılmaz haklı Yavuz" diyerek söze girdi. Benim yanımda daha düne kadar çaylak olan adam benimle ilgili konuşup bir de üzerine posta koyuyordu öyle mi? Bir şeyler yapmasına göz yumabilirdim ama bu kadarına asla.

 

Beynimin en karanlık köşesinden "Herkesin Aras Yiğitsoy'u görme zamanı geldi. Eski haline dönme zamanı Aras" diye yükselen sesi onayladığımı belli edercesine kafamı yavaşça ileri geri salladım. Madem dost dediklerim dahi eski Aras'ı görmek istiyordu onlara istediğini verecektim.

 

"Ne kadar inkar edersen et, ne kadar görmezden gelirsen gel ne Aras" derken Yavuz' un sert bakışları altında duraksadı. Güçlü bir yutkunma sonrası "Aras Abinin ne de Yiğitsoy ailesinin eski gücünün olmadığı aşikar Yavuz." Şahin bunları söylerken korkudan Yavuz'un belindeki silaha ara ara baksa da sözlerinden geri durmadı. Bunları onlara söyleten ve masada sessizliğini koruyan birisi vardı. Masama kadar sızan bir hain! Peki ben bu haini biliyor muydum? Elbette!!

 

Şahin cami duvarına işemeye devam ederek "Aras Abi, Avukatı ile uğraşmaktan ne sevkiyatlara ne de masaya vakit ayırmıyor. Düşmanlarımızı bile alt etme zahmetinde bulunmuyor artık." Bakışlarını Yavuz'dan kaçırıp "Alemde avukatının etekleri altına saklandı diyorlar." deyince daha fazla beklemeden belimdeki silahı çektim. Yavuz'un ne hissedeceğinden çok benim ne hissettiğim önemliydi artık.

 

Şahin'i hedefe aldığım anda ayağa kalkan Yılmaz görüşümü kapattı. Şahin'den aldığı cesaretle "Beceremedik dileniyorsun da neden siz yapmadınız diyorsun." derken duraksadı. Burnumdaki damar seğrimeye başladı. Başını yavaşça diğer üyelerde gezdirip en son Yavuz'a baktı. "Madem bu işleri bizden bekler hale geldiniz o zaman bizde sizin istediğinizi yaparız Yavuz." deyip ellerini masaya vurdu. "Bu saatten sonra ne Aras tanıtım ne de masa. Önce düşmanları bitirip Seni, Aras'ı, doğacak piçi erkek olursa onu öldürüp tahtınıza kuru..." derken üç el silah sesi duyuldu.

 

Yılmaz büyük bir gürültü ile masanın üzerine düşerken Yavuz silahını masaya dayayıp "Beni, abimi ya da ailemi tehdit edecek bir kişi daha var mı?" diye kükredi. Masadaki herkesin bakışları yere doğru kaydı. Salon o kadar gerginleşti ki nefes alışveriş sesi dahi duyulmuyordu. Üyelerin nefes alıp vermeyi bıraktığını düşündüm.

 

Elimdeki silahı indirmeden salona girdim. Yavuz'un yanındaki Şahin'in kafasına nişan aldığım silahın tetiğine dokununca salonda bir silah sesi daha patladı. Şahin başını sert bir şekilde masaya vururken odadaki herkesin başı benden tarafa çevirdi. Yavuz tartışmanın ne kadarını duyduğumu anlamaya çalıyordu. Önce gururla Yavuz'a baktım sonrasında ise masadakilere.

 

Ceketimi geriye doğru itip elimdeki silahı belime takarken başımı aşağı yukarı sallayarak masadakilere baktım. Burnumu sert bir şekilde çektim. Her birinin gözlerinin içine sırayla baktım. "Gücümden şüphe edecek kadar haddinizi bilmediğinizi görüyorum. Merak etmeyin ben size bildiririm. Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin bildiririm. Unutmayın içerisinde benim dışarısıda!!"

 

Yavaş adımlarla masanın etrafında yürümeye başladım. Baş köşedeki koltuğuma oturup göz ucuyla Yavuz'a baktım. "Söyle çocuklara masadaki leşlerden kurtulsunlar." Oturduğu koltuktan kalkan Yavuz "Emredersin abi." diyerek salondan çıktı. İki dakika içerisinde geri geldi. Yaklaşık on dakika içerisinde de salon cesetlerden arındı masadaki kanlar silindi. Korumalar salondan çıkınca burnumdan derin bir nefes aldım.

 

"Toplantı Yılmaz sayesinde gerçekleşmiş gibi görünüyor olsa da" derken boş koltuğa umursamazca göz ucuyla baktım. "aslında toplanmayı isteyen bendim. Yeni hattane kurumuna başladık, ayrıca da masaya yeni gelecek üye sayesinde silah sevkiyatı yapmadığımız bazı ülkelere de silah sevkiyatı yapmaya başlayacağız." Ortamdaki gergin hava dağılırken masadakilerin yüzünde memnuniyet oluştu.

 

İçimden "Dininiz imanınız para olmuş." diye geçirsem de sözlerime kaldığım yerden devam etmek için derin nefes aldım. "Yeni anlaşılan ülkeler üye başı iki milyon dolar anlaşma ücretini hesaplarınıza bu gece havale edecekler ayrıca yeni gelen üyemiz" derken elimle Coşkun'u işaret ettim. "Masaya katılmak için hesaplarınıza bir milyon dolar gönderim sağlayacak." Herkes halinden memnun şekilde başını sallarken bende çenemi sağa doğru çektirip ciddi bir tavırla başımı salladım.

 

"Sevkiyat güzergahlarının değişikliği ile ilgili yeni listeyi Şahin'in yerine masaya oturan üye belirleyecek ve Yavuz aracılığı ile bana iletecek. Benim onayım sonrasında önümüzdeki hafta ilk teslimatlar tırlara yüklenip Karadeniz üzerinden gönderimi sağlanacak." dedim. Masada sallanan başlar dışında ses çıkmadı.

 

Sevkiyatlarla ilgili sorunlar ortadan kalktığına göre sıradaki ortadan kaldırılacak şey haindi. Oturduğum koltuğu geriye doğru çekip ayağa kalktım. Ceketimin yakalarını düzeltirken umursamaz bir sesle "Şimdi gelelim ikinci meseleye; Yılmaz ve Şahin'e bana karşı isyan cesareti verip Savcı ile iş birliği yapan kişiye." derken masadaki çoğunluk kimden bahsettiğimden habersiz meraklı gözlerle bana baktı.

 

Ellerimi cebime soktum. Yavaş adımlarla masanın bir ucundan diğerine doğru yürümeye başladım. "Biraz önce ölenler sadece aptal birer maşaydı. Savcı, Yılmaz'a ulaştı çünkü ona ulaşmasını masadan birisi istedi. Eğer Yılmaz yaşarsa başarıda onun da payı olacaktı, ölürse de masada oturmaya devam edecekti." Dudaklarım aşağıya doğru büzülürken ritmik bir şekilde başımı salladım.

 

"Her ne kadar yapılan zekice planı takdir etsem de beni bu kadar" derken uygun kelimeyi bulmak için duraksadım. "Aptal görüyor olması aslında onun ne kadar aptal olduğunun en büyük kanıtı." Yuvarlak masadaki turum neredeyse biterken İlker'in arkasında durdum. "Savcı ile anlaşma yapan, masanın sırlarını satan ve benimle ilgili alemde konuşan" derken İlker'in omuzlarından sıkıca bastırdım. Gergin omuzları baskımın altında daha da gerildi.

 

"Her kim olursa olsun bedelini öder" deyip daha o ne olduğunu anlayamadan boğazda duran atkının uçlarını elime dolayıp boğazını sıkmaya başladım. İki elim birbirine kavuşurken bütün gücümle atkıyı sıkmaya devam ettim. İlker elleriyle atkıyı çekiştirip kurtulamaya çalışsa da yanıma gelen Yavuz'un omuzlarından bastırmasıyla çırpınışları azaldı. Yüzü mosmor kesildi. Bir süre sonrasında da nefesi kesildi. Başı masaya doğru düştü.

 

Ellerimi doladığım atkının kenarlarından kurtarıp burnumdan derin bir nefes aldım. Alnımdan akan teri elimin tersiyle sildim. Yavuz'a kafamla yerine geçmesini işaret edip kendimde boş koltuğuma doğru ilerledim. Ölümün kol gezdiği salonda sıradakinin kendileri olup olmadığını anlamaya çalışan üyelerin yüzü bembeyaz kesilirken ruhumu ele geçiren karanlık garip bir huzur verdi.

 

Masanın etrafında oturan ürkek bedenlere göz ucuyla baktım. Sesimi en tehditkar haliyle çıkarıp "Buradaki herkese söylüyorum. Bundan sonra içinizden biri bana itaat etmezse, üç beş itten aldığı gazla karşıma dikilirse, haddi olmadığı halde hesap sormaya kalkarsa babamın oğlu olsa sıkarım kafasına. Bunu hepiniz böyle bilin!!" dedim.

 

Sandalyemde arkama yaslanıp dirseğimi kolçağa dayadım. Sağ elimle yeni çıkan sakallarımı sıvazlarken hala bana bakmaya cesaret edemeyen masa üyelerine dikkatle baktım. "Yavuz'un ben salona girdiğimde sorduğu soruyu şimdi ben soruyorum. Aranızda bana ihanet etme niyetinde olan ya da sağdan soldan aldığı gazla gelip racon kesme cüretinde bulunup cami duvarına işeyecek olan başka it var mı?"

 

Kimseden ses çıkmayınca daha sert ve net çıkan sesimle "Bir soru sordum!!" diye bağırdım. Yüzüme bakıp bakışlarını hızla kaçırarak "Yok abi." cevabını verdiler. Korkuyorlardı. 15 dakika öncesine kadar korkmadıklarını iddia ettikleri benden hala korkuyorlardı. Korkmalıydılar. Güvenli evlerinde yattıkları yatakların da uykularının en tatlı anında onları boğabilecek adamdan korkmalıydılar.

 

Evet, değişmiştim. Eskisi kadar acımasız, merhametsiz değildim ama sadece aileme karşı. Düşmanlarımın karşısında bulacağı şey her zaman aynı Aras YİĞİTSOY olacaktı. Hatta belki de daha saldırgan daha gaddar olacaktım. Çünkü artık tek başıma değildim, canından sorumlu olduğum bir ailem vardı.

 

Başımı ileri geri sallarken tek düze sesimle "Güzel." deyip Yavuz'a baktım. "Masadakilerle gece İlker'in ailesinin ve Yılmaz'ın ailesinin işini bitirin. Sonrasında Devran gibi başımıza bela olmasınlar. Şahin'in ailesinin de nabzını yoklayın, ihanet sezerseniz sıkın kafasına." Masadakilere bakarken dişlerimi öfkeyle sıktım. "Madem masa öldürmeye bu kadar meraklı akşam küçük sorunları öldürsünler de görelim. En azından aldıkları parayı hak ederler."

 

Yavuz "Emredersin Abi." cevabını verince oturduğum koltuktan kalktım. Toplantı burada bitmişti. Masamdaki hain ölmüş, gücümden şüphe edenler gücümün nelere yettiğini görmüşlerdi. Şimdi evdeki dişi aslanıma gitme zamanıydı. Onu bu gece yemeğe yarında Ankara'ya götüreceğimi söylemiştim ancak geçmeyen mide bulantıları yüzünden yemeği askıya almıştık. Yarın erkenden Ankara için yola çıkacaktık.

 

Benimle beraber diğer üyelerde kalktı. Yanlarından geçip çıkışa doğru yürürken Yavuz'da arkamdan geldi. Merdivenleri çıkıp çıkış kapısına ulaştığımızda Yavuz'un "Abi." diyen sesiyle olduğum yerde durdum. "Ankara'ya gelmemi istemediğine emin misin?" diye sordu. "Eminim, sen buraları idare et." cevabını verdim.

 

Başını sıkıntıyla tamam anlamında salladı. Yüzüme mahcubiyetle baktı. "Bugün söylediklerim için affet abi. Ben bir an için seni sorgulama gafletine düştüm. Senin bizim için en iyisini düşündüğünü görmezden geldim. Kaybetme korkumun mantığımın önüne geçmesine izin verdim."

 

Elimi omzuna koyup sıktım. "Sıkma canını olur arada öyle şeyler. Kardeşler hata yapar abiler affeder." derken hafifçe gülümsedim. Elimin altındaki omuz kasları gevşeyen Yavuz minnetle yüzüme bakıp "Sağ ol abi." deyince "Sen de sağ ol." dedim.

 

"Baskınlardan sonra haber veririm." diyen Yavuz'a başımı sallayıp çıkmak için arkamı döndüm. Kapıya doğru ilerlerken durdum. Arkamda bıraktığım Yavuz'a bakıp "Ama sen çok sık hata yapma Yavuz. Malum senin sakin bir abin yok. Durduk yere kemiklerinin kırılmasını istemeyiz." dedim. Dudakları yukarı doğru gülümseyerek kıvrılan Yavuz "Emredersin abi." deyince gülümsemesine karşılık verip başımı salladım.

 

ANKARA

 

Yola çıktığımız ilk andan itibaren neden pazar günü Ankara'ya geldiğimizi sorgulayan Sena'yı geçiştirmeye çalışmıştı. Ona gelişimizin asıl sebebini söyleyemezdim. Öğrenmesi için biraz daha sabretmesi gerekiyordu lakin Sena'da sabır kelimesinin kırıntısı bile pek bulunmuyordu. Başka bir yere mi gidiyoruz diye sürekli sorgulamaya devam etmişti. Avukat olunca sorgulamak meslek hastalığı haline geliyordu sanırım.

 

Kampüsün önüne gelince arabayı park ettim. Kampüsün girişine ikimizde mutsuzca baktık. Burası ikimize de kaybettiklerimizi hatırlatıyordu. Ben geleceğimi, avukat olma hayallerimi, masumiyetimi, kalbimi, daha sayamayacağım bir sürü güzel şeyi kaybetmiştim. Sena ise aklını kaybetmişti. Ama Sena'nın unuttuğu bir şey vardı. Biz birbirimizi burada bulmuştuk. Kötü anıları Sena için fazla olsa da birlikte geçirdiğimiz güzel anılarımız çok daha fazlaydı.

 

Arabadan indiğimi gören Sena hemen ardımdan indi. Yanıma gelip huzursuzca kıpırdanınca başımı ona çevirdim. Meraklı gözlerini gözlerimle birleştirdi. "Aras, bana okula bağış için geldiğimizi söyledin ama bugün pazar." deyince başımı sallayarak onu onaylayıp "Evet güzelim bugün pazar" dedim.

 

Kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. "Peki bizim pazar günü burada işimiz ne? Bursu fakültedeki otlara mı vereceğiz" diye sorunca içten bir kahkaha attım. Hamilelik mizah anlayışında değişimlere yol açmıştı. Artık kinaye ile laf sokmaya başlamıştı. Kahkaham karşısında gözlerini kısarak hoşnutsuzluk içerisinde yüzüme baktı. "Komik bir şey göremiyorum Aras Yiğitsoy. Ama evet haklısın hamile karını pazar sabahında buraya getirmek fazlasıyla trajikomik." deyince dudaklarımı birbirine sıkıca bastırıp gülmeme engel olmamaya çalıştım.

 

Ne kadar da güzel kızıyordu. Her davranışı o kadar doğal o kadar içtendi ki her haline aşık oluyordum. Kızgınlık bile ayrı bir yakışıyordu. Hafif çıkan karnını eliyle okşarken keskin maviliklerini de karnına çevirdi. "Görüyor musun oğlum. Baban pazar günümüzü yatakta yayılarak geçirmemize izin vermeyip otlara burs vermeye getirdi bizi."

 

Bu hallerine gülmek istesemde kendime güç bela engel oldum. Sena'ya doğru bir adım atıp saçlarının arasına öpücük bırakırken elimi de karnındaki elinin üzerine koydum. Çenem Sena'nın başının üzerinde "Oğlumu bana karşı doldurma annesi, sizi buraya boşuna getirmedim. Öğrenciler bizim geleceğimizi duyunca teşekkür amaçlı kahvaltı düzenlemek istemişler o yüzden bu pazar sabahında sizi yatağınızdan kaldırmak zorunda kaldım." dedim.

 

Kollarını benden çeken Sena sitemle yüzüme baktı. "Neden en başta söylemiyorsun? Senin yüzünden boşu boşuna söyleyip duruyorum buralarda." diye çıkışınca işaret parmağımı burnuna vurup "Çünkü sevgili avukatım ve karım kızınca çok tatlı oluyorsun." dedim. Yüzünde derin bir gülümseme belirirken yanakları utançla kızardı. Başını iki yana sallayıp "Çok kötüsün Aras Yiğitsoy" derken küstah bir edayla omuz silktim. "Biliyorum."

 

Elinden sıkıca tuttum. Birlikte kampüs kapısından içeriye doğru ilerledik. Sena, fakültelere doğru ilerlemek istese de ona engel oldum. Kaşları havaya kalkarken yüzüme neler olduğunu anlamak isteyerek baktı. "Kampüste biraz gezinmek istiyorum, sonrasında kahvaltıya geçeriz olur mu?" Gezmeyi pek istemese de beni kırmak istemediği için başını tamam anlamında sallayarak yanımda yürümeye devam etti.

 

Sık ağaçlardan geçip gölün olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladık. Soğuk olan Ankara havası yüzümüze çarparken Sena hafifçe titredi. Durup üzerimdeki kabanı çıkardım. Sena'nın omuzlarına bıraktım. "Ama sen üşüyeceksin şimdi de." diyen Sena'ya aşkla baktım. "Senin aşkından yüreğim yanarken Ankara soğuğu bedenime işlemez."

 

Kafasını geriye atıp içten bir kahkaha attı. Kahkahasını hayranlıkla seyrettim. Kalbimden aşağıya ılık bir şeyler aktı. Kahkahası kalbimin kıştan yaza geçmesine sebep olurken gözlerimin içine şehvetle baktı. "Acaba mafya babası falan mı olsan sen? Tıpkı onlar gibi konuştun da." Seneler önce de aynı kampüste benzer cümleleri söylemiş ve yine böyle aşkla bakmıştı gözlerime. Omuz silkip "Neden olmasın. Mafya babalığı yakışır sanki bana." deyince başını sallayıp bir kahkaha daha attı.

 

Kötü olan şeylerden kısa bir anlığına da olsa sıyrılmış 18 yaşındaki masum hallerimize dönmüştük. Gözlerimin içine aşkla baktı. Dudaklarına küçük bir buse bıraktım. Planımdan sapmamam lazımdı. Elinden tutup gölün hemen arkasındaki ağaçlara doğru yürüdük. Bir noktada durduğumda Sena yavaş adımlarla yürüyerek etrafına bakınmaya başladı.

 

Nerede olduğumuzu anlamış olacak ki benden tarafa döndü. "Burası benim intihar etmeye kalktığım yer." deyince onaylayarak başımı salladım. İlerdeki ağacı parmağı ile işaret edip oraya doğru yürümeye başladı. "Burası da seninle sırtımızı dayayıp oturduğumuz ağaç.." duraksayıp titrek bir nefes aldı. "Burada gözlerinin içine bakınca anlamıştım doğru adam olduğunu. Masumiyetin, verdiğin güven beni o kadar etkilemişti ki yanında ayrılmayı asla istememiştim."

 

Söylediği her şeyi biliyordum. Seneler önce hepsini söylemişti ama seneler sonra aynı şeyleri duymak ayrı bir huzur veriyordu. Arkası bana dönük şekilde ağaca elini dayadı. "Biz sevgiliyken bile buraya gelmemiştik şimdi neden geldik?" diye sorarken ben çoktan arkasında durup dizlerimin üzerinde yere çöktüm.

 

Benden tarafa dönene kadar normal olan gözleri kocaman açıldı. Şaşkınlık dolu sesiyle "Aras, neler oluyor?" diye sordu. Sorusunu duymazdan gelip kaç gündür provasını yaptığım sözlerin dilimden dökülmesine izin verdim. "Senden önce her şey sadece karanlıktı, hiçlikti, bomboştu. Ne aldığım nefesin, ne yediğim yemeğin ne de içtiğim suyun bir anlamı yoktu. Senden sonra her şey anlam kazandı. Ruhumdaki karanlık aydınlandı. Ben yaşadığımı seninle anladım, seninle nefes aldım, seninle güldüm, seninle ağladım, sen yokken bile seninle yaşadım..." Sena'nın gözlerinden yaşlar akarken aşkla gözlerimin içine bakıyordu.

 

Cebimdeki yüzük kutusunu çıkarıp kapağını açtım. Kalbim deli gibi atıyordu. "Biraz geç oldu farkındayım ama neyimiz erken oldu ki" deyince ikimizde güldük. "Sena'm seni çok seviyorum. Ömrümün geriye kalan her saniyesini seninle geçirmek istiyorum. Zaten evli olsak da her şey senin rıza doğrultusunda senin istediğin şekilde olmasını istiyorum." duraksayıp derin bir nefes aldım. "Benimle evlenir misin?"

 

Sena'nın yaşları gözlerinden sicim gibi akıyordu. Başını sallarken ağlayan sesiyle "Evet. Evet evlenirim." dedi. Çöktüğüm yerden kalkıp kollarıma gelmek için sabırsızlanan Sena'ya sıkıca sarıldım. Kokusunu ciğerlerimin en derin köşelerine çektikten sonra kendimi biraz geri çekerek dudaklarına uzandım. Yumuşak ve ıslak dudakları iştahla dudaklarımı kabul etti. Dudakları dudaklarıma her değişinde içimde bir şeyler uyanmaya başlayınca kendimi güçlükle dudaklarımdan ayırdım.

 

"Sanırım durmamız gerekiyor yoksa masum yerimiz pek de masum kalmayacak." Nefesi içine sığmazken başını salladı. Kollarımın arasındaki yerini alıp başını göğsüme dayadı. Her zaman olduğu gibi kokusunu ciğerlerime tekrar çektim. Huzurun kollarımda vücut bulan haline daha sıkı sarıldım. İşte şimdi biz tam olmuştuk. Sena'nın dudaklarından kendi rızası ile evet çıktığı anda karım olmuştu. Sırada ise diğer hayallerini gerçekleştirmek vardı.

 

EVET UZUN BİR ARADAN SONRA GELEBİLDİM. AĞIR BİR HASTALIK SÜRECİNDEN GEÇİYORUM BU YÜZDEN DE BÖLÜM YAZMAM AKSADI. TEDAVİM DAHA BİTMEDİ AMA BİR AKSİLİK OLMAZSA ARTIK BURALARDAYIM.

 

ARAS- SELİM ÇATIŞMASI ARAS İÇİN SONA ERDİ GİBİ DURUYOR NE DERSİNİZ?

 

KANLI SAHNELERİ ÖZLEMİŞ MİSİNİZ?

 

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

Bölüm : 22.11.2025 00:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...