13. Bölüm

TEKLİF

Gizem Gültekin
gizeemikoo

Sena

 

Aras beni odanın ortasında bırakıp tek kelime dahi söylemeden gitmişti. Arkasından öylece bakarken kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. Aklım karmakarışık olmuştu. İçimde bir taraftan Aras'ın iyi bir insan olacağına dair umut tohumları filizlenirken diğer taraftan da düştüğüm bilinmezlikler içinde kayboluyordum. "Alt tarafı "gitme" dedi. Bunda bu kadar büyüteceğin, bu kadar duygu karmaşası yaşayacağın ne var Sena." diyen iç sesimi parçalamak istiyordum. Ona oradan konuşması kolaydı tabi. Her şeyi yaşayan bendim sonuçta.

 

Koluma dokunan Yeliz'in "İyi misin?" diyen sesiyle içimdeki savaştan gerçek dünyaya döndüm. "E-evet iyiyim." derken Yeliz sorgulayıcı bakışlarını üzerime dikmişti. Bakışlarından kaçmak için "Hadi Esma Anneye bakalım" diyerek balkona yürüdüm.

 

Balkona çıktığımız da Esma Anne yarı baygın vaziyette kolunun biri karnında diğeri ise Yavuz'un bağladığı tansiyon aletinde öylece duruyordu. Endişe içinde yanına yaklaşıp "Esma Anne iyi misiniz?" diye sorunca gözlerini evet anlamında kapatıp açtı.

 

Gözüm Hamdi Bey'e kayınca karısını kaygıyla izlediğini gördüm. Bu adamın karısına olan sevgisi bambaşkaydı. Karısı acı çekmesin diye bütün acıları kendi çeker, onun gözünden akacak bir damla yaşa dünyayı kana bulardı. Esma Anneye olan bakışlarından bu apaçık belli oluyordu.

 

Gözümü Hamdi Bey'den çekip ayağa kalktım. Yavuz'un yanına doğru sokulup "Durumu ne?" diye sordum. Başını umutsuzca salladıktan sonra kulağıma doğru eğilerek "Şekeri 400 olmuş. Tansiyon yeni düşmeye başladı." dedi. Başımı anladım der gibi salladıktan sonra Esma Annenin yanına tekrar diz çöküp "Esma Anne sizi odanıza çıkarmamızı ister misiniz? Yeliz ile ben başınızda kalırız. Siz iyi olana kadar yanınızdan ayrılmayız." deyince başını tamam anlamında salladı.

 

Bir kolunun altına ben diğerine ise Yavuz girdi. Yeliz arkamızdan gelmek için oturduğu sandalyeden kalkarken Hamdi Bey "Yeliz sen benim yanımda kal istersen kızım. Sohbet ederiz." deyince Yeliz kalktığı sandalyeye geri oturdu.

 

Yavaş adımlarla ve olanca dikkatimizle merdivenlerden yukarıya çıkıp Esma Anneyi yatağa yatırdık. Bende yanına oturup elini tuttum. Yavuz "Ben aşağıya iniyorum, anne rahatça dinlensin. Yarım saatte bir gelir değerlerini ölçerim. O süre dışında bir şey olursa seslenirsiniz." dedi. Onaylar anlamda başımı salladım.

 

Ben Esma Annenin elini bir an bile bırakmadan tutarken Yavuz da sürekli durumunu kontrol etti. Yaklaşık iki saatlik bir uğraş sonrasında Esma Annenin yüzüne renk gelmeye başladı.

 

Gözlerimi kapatmış sessizliği dinlerken Esma Anne "Sena" diye seslendi. Gözlerimi açıp başımı ondan tarafa çevirince yüzünü bana dönmüş gözlerinde sonsuz şefkatle bana baktığını gördüm. Bakışları içimi ısıtırken "Annen ve baban senin gibi evlatları olduğu için çok şanslılar. 2 saat önce tanıdığın bir kadın için bu kadar endişelenen bir evlat onlar için neler yapmazdı." deyince başımı öne eğdim.

 

Akmaya hazır göz yaşlarımı tutmaya çalışarak "13 yıldır babam ile konuşmuyorum. Annemde yılda bir kez evime gelir. Dip bucak gezer. Evdeki kusurları söyler üstüne birde benim ne kadar işe yaramaz bir evlat olduğumu belirttikten sonra çeker gider. Yani efendim sizin anlayacağınız Yeliz'den başka ailem yok." dedim.

 

"Anladım kızım. Peki kardeşlerin yok mu? Onlarla da mı görüşmüyorsun?" diye sordu. Ses tonu biraz önceki neşesini kaybetmiş yerine hüzün gelmişti.

 

Göz yaşlarım sanki bu soruyu bekliyormuş gibi damlalar halinde kucağıma düşmeye başladı. Sıkıntıdan kuruyan dudaklarımı dilim ile ıslatıp "4 kardeşiz. Daha doğrusu 4 kardeştik. Abim Ozan, benden 2 yaş küçük olan erkek kardeşim Kerem." durdum. Yutkundum. Kelimeler boğazıma yapışmıştı sanki. İnsan yeni tanıştığı birine babam abimin katili nasıl denirdi ki?

 

"Abimi babamın kirli işleri aldı elimden. Kerem'de abimin ölümü sonrası babamın kirli işlerine girmek istemediği için canına kıymaya kalktı. Babamlar canını kurtardılar. Ama bedenini değil. Şimdi %90 engeli ile yatağa bağlı halde yaşıyor. En küçük kardeşim Nil ile ise 8 yıldır hiç görüşmüyoruz. Babamın kirli parasını, annemin parlak dünyasını tercih etti. Onu oradan kurtarmak isteyince beni reddetti. Bu yüzden de bağlantımız koptu. Yani sizin anlayacağınız kan bağımdan oluşan bir ailem yok." dedim.

 

Yattığı yataktan hafifçe doğrulan Esma Anne eğdiğim başımı yavaşça kaldırdı. Eliyle göz yaşlarımı sildi. "Abine Allah rahmet eylesin guzum. Kardeşin için ne diyeyim bilmiyorum." sustu. "Ama neyi biliyorum biliyor musun?" deyince "Neyi Esma Anne?" diye sordum.

 

"Sen çok güçlü bir kızsın Sena. Hayatında bu kadar kayıp olmasına rağmen hala dimdik ayaktasın." Elini yumruk yaparak öne doğru savurdu. "Hala içindeki aydınlığı kaybetmemişsin" deyince ağlamam artmaya başladı. Kendi annem içimdeki aydınlıktan şikayet ederken Esma Anne bu tarafımı takdir ediyordu. Kendi annem iyi insan olmaya çalışmama kızarken Esma Anne sözleriyle bana destek oluyordu. Tıpkı gerçek bir annenin yapması gerektiği gibi. Senelerdir içimde baskılamaya çalıştığım bir şeyi bugün fark etmiştim. Ben sıcak bir anne kucağını, sıcak bir anne nasihatini özlemiştim. Senlerdir hissetmediğim bir şeyi bu gün hissetmiştim. Anne şefkati.

 

"Esma Anne, peki ya sen? Sen nasıl bu kadar güçlüsün?" diye sordum. Aklımda ki düşünceler bir anda dudaklarımdan dökülüvermişti. Gözleri dolmaya başlayan Esma Anneyi fark edince telaşla "Ben çok özür dilerim. Şu anda en sormam gereken şeyi sordum. Ben böyle bir şeyi sormamış olayım sen de hiç cevap verme Esma Anne." dedim.

 

Elini kucağımda duran elimin üzerine bir kaç kez vurup "Suçlama kendini kızım. Kim olsa senin merak ettiğini merak eder. Kim olsa bu karanlık alemde hala nasıl dimdik ayakta durduğumu bilmek ister" dedi. Gözleri karşımızdaki komodinin üzerinde duran çerçeveye sabitlendi. "Karşıdaki fotoğraf çerçevesini verebilir misin?"

 

Yerimden kalkıp çerçeveyi elime aldım. Fotoğrafta 30'lu yaşlarda kumral bir erkek, yanında aynı yaşlarda beyaz tenli güzel bir kadın ve kucaklarında tuttukları 2 aylık kadar olan bir bebek vardı. Fotoğrafı Esma Anneye uzatıp bende kalktığım yere geri oturdum. "Bak bu benim oğlum Aslan yanındaki de gelinim Aslı. Bu minicik şey ise torunum Can. Canımıza can olsun diye adını can koyduk." Gözünden sadece yaşlar süzülen Esma Anne fotoğrafa bakarken bile dimdik duruyordu. Sanki ölenler canından can değilmiş gibi. Sanki canının parçası sökülüp alınmamış gibi. Acısını dahi güçlü durarak yaşıyordu.

 

"Hamdi Bey cezaevindeyken oğlumun, gelinimin ve torunumun içinde bulunduğu arabayı bomba koyup patlattılar." Gözlerini fotoğraf çerçevesinden kaldırıp bana baktı. "Tıpkı sana yapmaya çalıştıkları gibi." dedikten sonra dudakları tebessüm eder gibi hafifçe kıvrıldı. "Rabbim seni çok şükür bize bağışladı."

 

Çaresizlik içinde kıvranırken "Ama onları değil." dedim.

 

"Torunum, gelinim ve oğlumun vadesi tükenmiş. O patlamada üçünü de kaybettik. Allah'ın verdiği ömür bu kadarmış yavrum. O verdi, o aldı. Bize düşense kavuşacağımız güne kadar sabretmek" deyince göz yaşlarım tekrar akmaya başladı. Esma Annenin acısını kalbimin en derinliklerinde hissediyordum. Kavuşacağı günü sabırla beklese de içinin nasıl kan ağladığını biliyordum. İnsanın sevdiğini kaybetmesinin ne demek olduğunu en iyi bilenlerdim ben. Daha 18 yaşında öğretmişti hayat bana bunu.

 

"Ben- ben çok üzgünüm. Size bunları hatırlatmak istemezdim."

 

Elimin üzerindeki eliyle elimi sıkıp "Sen hatırlatmadın ki yavrum. Bir annenin yüreğinden evladının hasreti bir an olsun çıkmaz. Sen bana Aslan'ı sormadan öncede yüreğim yanıyordu şimdi de yanıyor. Kendini suçlama." dedi.

 

Başımı tamam anlamında sallarken ikimizi de hatırladığımız acıdan kurtarmak için bir şeyler düşündüm. Aklıma gelen şeyle "Peki ya Aras? O nasıl böyle oldu?" dedim. Aras'ın nasıl bu hale geldiğini öğrenmem gerekiyordu. Onun kalbini aydınlığa çıkarabilmek için önce ilk karanlık tohumlarını eken şeyi bilmeliydim.

 

Derince bir nefes alıp verdi. "Aras, Hamdi'den önce cezaevinden çıktı. İşlerin başına geçti. Zamanla yaptığı işler kalbini kararttı. Tıpkı baban gibi, Hamdi Bey gibi. Bir zaman sonra da ipe sapa sığmaz oldu. Namına nam katıp aldı başını yürüdü."

 

Kaşlarını hafifçe çatıp "Hem demin ailem yok dedin ya söylediğine gücendim. Senin ailen olmaz olur mu yavrum? Biz neciyiz burada? Artık ben senin de ananım. Hem Hamdi Bey söyleyemese de oda seni evladı gibi sevdi. Bakışlarından anladım. Onu da baba yerine koyup bir derdin olduğun da kapımızı çalabilirsin." deyince istemsizce ellerim boynuna dolandı. Bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarım arasında "Teşekkür ederim" dedim.

 

Sırtımı sıvazlarken tebessüm dolu sesiyle "Anneye teşekkür olur muymuş hiç." dedi. Bir süre Esma Annenin sıcacık şefkat dolu boynuna sarıldım. Aras ile ilgili konuyu geçiştirmeye çalışır gibi cevap verip konuyu kapatmış olması gözümden kaçmamıştı. Ama bunun önemi yoktu. Şuan istediğim tek şey bu anne sıcaklığının tadını çıkarmaktı.

 

Odaya gelen Yavuz'un öksürme sesi ile ne kadar istemesem de kollarımızı birbirimizden ayırdık. Bize tebessüm ile bakan Yavuz "Anne bakıyorum kız evlat da bulmuşsun kendine. Hep oğlanlarım var diye şikâyet ediyordun. Etmezsin artık." dedi.

 

Yavuz'a sıcacık gözlerle bakan Esma Anne "Tabi ederim. Şöyle bir gelin mi getirdiniz sanki?" deyince kıpkırmızı oldum. Yavuz ise bakışlarını benden kaçırıp kıs kıs gülüyordu. Ortamda oluşan hava üzerimdeki baskısını arttırmaya başlayınca "Esma Anne ben müsaadenizi isteyeyim artık. Yarın için yapılacak çok işim var." dedikten sonra imalı gözlerle Yavuz'a bakıp "Devretmem gereken davalarım var." dedim.

 

Yüzündeki gülümseme silinen Yavuz ciddi bir ifade ile yüzüme baktı. Bakışlarını üzerime sabitleyerek karanlık bir ses tonuyla "İyi olur Sena Hanım. Abim ile ters düşmenizi istemeyiz." cevabını verdi. "Bu adamı da gerçekten anlayamıyorum. Bir bakıyorum bana karşı sevgi pıtırcığına dönüşürken birden can düşmanım oluyor." diyen iç sesim sıkıntı ile nefes verip "Gerçi bu evde neyi anlayabildin de bunu anlayacaksın Sena." dedi.

 

Söylediklerinin her kelimesinde haklıydı. Evde aslan besleyen, yemek masasında bardağa doldurulan kanı konuşan bir aileden ne gibi bir normallik beklenebilirdi ki?

 

Oturduğum yataktan ayağa kalkıp Esma Annenin elini öptükten sonra aşağıya indim. Balkonda koyu bir sohbete dalmış olan Yeliz ile Hamdi Bey'in konuşmasına gayet isteyerek kulak misafiri oldum. Hamdi Yiğitsoy "Kızım gel işte sende bizim otellerin başına geç. Hem güvendiğimiz birine emanet etmiş oluruz işleri hem de kızımız işimizin başında olmuş olur." deyince köşeye sıkışmış halde kıvranan Yeliz "Efendim ne desem bilmiyorum. Teklifiniz benim için çok ani oldu." cevabını verdi.

 

Onu bu ızdıraptan kurtarmak için yanlarına çıkıp "Efendim Esma Annenin durumu iyi. İzniniz ile bizde eve geçeli artık." dedim. Yüzüme yumuşacık bakışları ile bakan Hamdi Yiğitsoy "Tabi kızım. Çocuklar bıraksın sizi." dedi. Onun o sıcak cana yakın bakışları tuhafıma gidiyordu. Bütün İstanbul'u dize getiren. Kimseye karşı merhameti olmayan adam gerçekten bu kadar yumuşak bakışlı olabilir miydi?

 

Bu yüzünü ev dışında hiç bir yerde göstermediğine emindim. Hatta içimden bir ses bu kadar yumuşak halini Aras'ın dahi görmediğini söylüyordu. Bize ise niye bu kadar sıcak davrandığına anlam veremiyordum. Belki de benim bineceğim araçta patlayan bombadan dolayı kendini suçlu hissediyordu. Bu yüzden de bize fazlasıyla sıcak davranıyordu.

 

Hamdi Beylerin evinden çıktıktan sonra olanları düşünebilmek için Yeliz ile sahile indik. Sahil kenarında bir kafeye oturup saatlerce bir şey konuşmadan manzarayı izledik. Yeliz konuşmak için can atıyordu. Farkındaydım. Ama benim konuşmaya mecalim yoktu.

 

Aras'ın gözlerime acıyla bakan bakışları ruhumu ele geçirmiş gibiydi. Onu daha önce hiç böyle görmediğim için mi yoksa çekimine kapıldığım için mi böyle hissettiğimi bilemiyordum. Yaşadığım duyguların ne anlamı vardı ne de tarifi. Bildiğim tek şey ruhumda bir parçanın bana karşı gelerek hareketlendiğiydi.

 

Olanlara hala anlam veremeyen beynim hissettiğim duyguların adını da koyamıyordu haliyle. Aras neden gözlerime acıyla bakmıştı? Neden Fırat'a gitmemem için sesinde yalvarır bir tınıyla konuşmuştu? Neden ya neden? Bu cevapsız sorular yüzünden beynim patlayacak gibi hissediyordum.

 

Koluma dokunup hafifçe sarsan Yeliz'in "Sena parmağına ne yapmışsın öyle" diyen sesini duyana kadar yaptığımın farkında değildim. Bilinçaltım bedenimi ele geçirince bende soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Bir taraftan da bilinçsizce baş parmağımın tırnak dibinde bulunan etini kopartmıştım.

 

Karşımdaki sandalyeden kalkıp yanıma oturdu. Çantasından çıkardığı peçeteyi parmağıma basarken endişeyle yüzüme baktı. Onun kaygılı halini görünce ortamın havasını değiştirmek istedim. Yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümseme ile ona bakıp "Merak etme yine delirmedim. Sadece dalmışım. Patlamanın olduğu günü düşünüyordum. Stresten elimi bu hale getirmişim." deyince Yeliz inanmayan bir ifade ile yüzüme baktı.

 

Oda farkındaydı Aras'ın çekimine kapıldığımın. Oda farkındaydı Aras'ın yüzünden bu hale geldiğimin. Ama ne onun bana bunları söyleyebilecek cesareti vardı ne de benim ona. Konuyu değiştirmeye çalışarak "Yeliz, sence Aras'ın bu karanlık tarafını besleyen, onu bu kadar kötü kalpli yapan Hamdi Yiğitsoy olabilir mi?" diye sordum.

 

"Nereden çıkardın bunu?"

 

"Adamda tıpkı Aras gibi çift karakterli. Bize o sıcak bakışları ile bakıp sevgi dolu aile ortamını sunarken dışarıda bambaşka bir insana dönüşüyor." dedim. Yeliz sunduğum nedene rağmen ikna olmamış halde yüzüme bakmaya devam etti. "Yeliz, seneler öncesinden hatırlıyorum. Babam anneme anlatırken duymuştum. Babamın yanında çalışan ve her türlü karanlık işine koşan Orhan Abi vardı hatırladın mı?"

 

"Evet hatırlıyorum. Hatta sonrasında bu işleri bırakıp yurt dışında küçük bir kasabaya yerleşmişti." derken yüzü buruştu. "Tabi ya hiç yurt dışına gitmedi değil mi o adam.? Öldürdüler onu."

 

Başımı evet anlamında sallarken kulağına doğru eğildim. " Onu Hamdi Yiğitsoy öldürdü Yeliz. Adamı parçalara ayırıp parçalarını İstanbul'un dört bir tarafındaki sokak köpeklerine yedirmiş. Babama da kanlı elbiseleri ile parçalara ayrılmış halinin olduğu fotoğrafları göndermiş. Babamın anneme söylediğine göre bunları getiren adam "Hamdi Babanın selamı var. Bir daha benim olduğum bir yerde uyuşturucu satarsa sıradaki kelle onunki olur." demiş."

 

Gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi olan Yeliz elini ağzına götürdü. Kusmamak için direniyordu. Son olaylardan sonra bu detayı vermesem daha iyiydi ancak her şey için biraz geç kalmıştım sanırım. Öğürmesini bastırmaya çalışan Yeliz başarılı olamayınca tuvalete koştu. Bende sandalyem de oturup onun geri gelmesini beklemeye başladım. Eğer peşinden gidersem bende kusardım. Diğerine bakabilmek için birimizin sağlam olması gerekiyordu.

 

10 dakika kadar sonra yüzü hafif solmuş halde gelen Yeliz yanıma tekrar oturdu. Durumunu merak eder halde ona bakarken "İyi misin?" diye sordum.

 

"İyiyim iyiyim. Ama lütfen bir süre et yemeye dahi gitmeyelim olur mu?" derken vücudundan bir ürperme geçti. Hafif gülümseyerek "tamam" dedim.

 

Çantadan çıkardığı kolonyayı eline sıkarken "Sena, demin ne diyordun? Devam et lütfen." deyince gerçekten iyi olup olmadığını anlamak için ona baktım. "Lütfen devam et biraz önce yaşanan konuyu unutabileyim." deyince konuşmaya başladım.

 

"Söylediklerimin üzerinden tekrar geçmeyeyim bence. Sonuç olarak ben Aras'ın bu durumunun Hamdi Yiğitsoy ile alakası olduğunu düşünüyorum ne dersin?"

 

Sıktığı kolonyayı ellerine yedirirken dudaklarını ısırarak bir süre boşluğa baktı. Küçük bir sessizlik sonrasında "Sanmıyorum. Bu gün Aras sana ters davranınca Hamdi Yiğitsoy araya girdi. Çekip gidecekken o durdurdu. Ve Fırat masada densizlik ettiği halde Aras'a karşı senin tarafını tuttu. Yani bana göre Aras'ın içindeki karanlık ile Hamdi Yiğitsoy'un bir alakası yok." dedi. Aklına bir şey gelmiş gibi gözlerinin içi parlarken "Hatta senin düşündüğünün aksine o Aras'ın düzelmesini istiyor. Bu gün sohbet arasında kalbi döktüğü kanlardan karardı Aras'ın. Bazen onu bu işlere bulaştırdığım için pişman oluyorum gibi bir şey söyledi. Ne söylediğini fark edince de konuyu hemen değiştirdi." dedi.

 

Sağ elimi başıma götürüp yavaşça ovarken "İyi ama Yeliz bu adam niye böyle o zaman? Bir bakıyorum çiçek tarlası bir bakıyorum lağım çukuru" dedim.

 

Başını önüne eğen Yeliz sağa sola sallayarak "Bilmiyorum Sena. Bende anlayamıyorum." dedi. İkimizde sustuk. Aras ile ilgili kelimelerin tükendiği noktaya gelmişiz gibi hissettim. Bu adam beni bilinmezlik cehennemine atıp orada yanmamdan keyif alıyor olmalı diye düşündüm.

 

Sabah kahvaltıda olan şey aklıma gelince masanın üzerinde duran telefonumu aldım. Hasta bilgilerimin olduğu sayfayı açtım. Hakkımdakiler bölümüne göz atmaya başladım. Ancak aradığım şeyi göremedim. Telefonu Yeliz'e uzatıp "Yeliz, Yavuz benim bala alerjim olduğunu hasta bilgilerimden öğrendiklerini söyledi. Ancak sistemde böyle bir bilgi göremedim. Acaba gözümden mi kaçtı? Birde sen bakar mısın?" deyince telefonu eline aldı. Ekrandaki bilgileri yavaş ve dikkatli bir şekilde inceledi. Sayfa sonuna gelince tekrar sayfa başına geçti. Tekrar en sona kadar aynı titizlik ile indi.

 

"Sena görememen normal çünkü burada böyle bir bilgi yok." deyince şüpheyle iki kaşım havaya kalktı. "İyi de o zaman bu adam benim bala alerjim olduğunu nereden biliyor Yeliz."

 

Elindeki telefonu çenesine vurmaya başlayan Yeliz ile birlikte düşünmek için dalgalanan denizi seyretmeye başladık. "Sena." diyen Yeliz'in sesiyle yüzümü ona çevirdim. Hayalet görmüş gibi bana bakarken "Tövbe estağfurullah. Aklıma gelen şeye deli saçması diyeceksin ama." dedikten sonra sustu. İki kaşım havada kafamı hadi der gibi sallayınca "Sena, bu adamın içine Selim'in ruhu kaçmış falan olmasın. Ölen Rahmetliye de benziyor zaten. Onu hapse attıranlardan intikam almak için kendine tıpa tıp benzeyen başka bir beden de dünyaya gelmiş olmasın." deyince kahkahamı tutamadım.

 

Gerçekten delirmiş olmalıydı. Bunun olması ne tıbben ne de dinen mümkün değildi. Benim güldüğümü görünce oda önce "Tövbe ya" deyip sonra söylediği şeyin saçmalığını fark ederek gülmeye başladı. 2 dakika kadar süren kahkaha nöbetinden sonra elimi karnıma koyup gülmemi bastırmak için derin nefesler almaya başladım.

 

Gülmem biraz yatışınca "Yeliz, sen Aras Bey ile aynı yere gelmemeye çalış olur mu? Yoksa benim delirmemden korkarken sen delireceksin. Düşündüğün şeylere bak." dedim.

 

Selim'in yaşaması için canımı verirdim ama böyle bir ihtimal yoktu. Klinikten çıktıktan sonra günlerce Selim'in yaşadığına dair bir iz aramıştım. Babamın onu kaçırma ihtimalinin peşine düşmüştüm. Kafamda kurduğum binbir türlü teori açığa çıkan gerçeklerle yok olup gitmişti.

  

Selim'in bir kız kardeşi bir de annesi vardı. Amcası, yengesi ve kuzeni Selim 9 yaşındayken ölmüştü. Selim'in ölümünden ise bütün mahallenin haberi vardı. Annesi daha fazla acısına katlanamadığı için kızınıda alıp evini değiştirmişti. Babam sus payı verdiği için mi oğlunu gözden çıkardı diye de düşünmüştüm lakin bunda da yanılmıştım. Sattıkları evle aynı değer de bir ev almışlardı. Kız kardeşi okurken annesi de temizliğe gitmeye devam etmişti.

 

"Ne var kızım ya? Senin bala alerjin olduğunu nereden biliyor o zaman bu adam? Selim ile ilgili bir açıklaması olmasa bile daha mantıklı bir açıklaması olması lazım." deyince bakışlarım donuklaştı. Aklıma gelen düşüncelerle dudaklarımı ısırıp başımı öne eğdim. Ağlamaya meyilli sesim ile "Selim'in bilmesi de imkansız. Yani imkansızdı." Sözcükler boğazıma yapışıyordu. Güçlükle çıkan sesim ile "Biz onunla hiç kahvaltıya gitmedik. Beraber geçirdiğimiz kısacık zamanda sadece sevdiğimiz şeyleri yaptık. Ne ben onun ne de o benim neye alerjimiz var, neyi sevmeyiz bilmiyoruz. O yüzden onun bilme şansı da yok." dedim.

 

Mahcup çıkan sesiyle "Özür dilerim bebeğim. Sana, Selim ile ilgili kötü şeyler hissettirmek istememiştim." dedikten sonra elini hafifçe anlına vurup "Aptal kafam işte. Morgda cansız bedenini gördüğümüz bir adam nasıl yaşayabilir? Bir anlık boşluğuma geldi. Bu Aras benim de dengemi şaşırttı." deyince hafifçe güldüm. "Hiç gülme Sena adam akıl sağlığı mı bırakıyor insanda." dedi. Yüzüm çaresizlik belirtisi göstermek için hareketlenirken "Haklısın ne diyeyim" dedim.

 

Yeliz "Eve geçelim mi artık? Sormak istediğim sorular var. Ama yeri burası değil. Hem sende yol boyunca kafanı toparlarsın. Olmaz mı?" diye sorunca istemeyerek de olsa tamam dedim. Büyük sorgu evresi evde başlayacaktı. Hesabı ödeyerek Aras'ın adamlarından ödünç aldığımız Aras'a ait olan arabaya geçtik.

 

Fırtına öncesi sessizlik süreci gibi geçen yolcuğun ardından eve geldik. Aracı evin önüne park ettikten sonra geri geri gitmek isteyen adımlarımı sürüyerek eve götürdüm. Yeliz, Aras ile aramda olanları sorduğunda ona verebilecek bir cevabım yoktu. Daha kendi içimde bile olanların adını koyamamışken ona ne derdim? Kapıdan girip portmantoya çantam ile anahtarımı astım.

 

Kapıdan adımını atar atmaz "Neydi o haliniz öyle Aras ile" diye soran Yeliz'e bakmadan salona yürüdüm. Kendimi koltuğun üzerine bırakırken Yeliz "Sena sana diyorum. Neydi o haliniz Aras ile öyle?" diye sorusunu yeniledi.

 

Yeliz'in içimdeki kıpırtıyı fark etmemesi için kafamı tavana dikip "Ne varmış halimizde Yeliz. Adamın eline dikiş atıp , pansuman yaptım oda teşekkür etti. Hepsi bu kadar." dedim.

 

Sinirle soluyan Yeliz "Sena burun buruna gelerek mi teşekkür ediyordu." dedikten sonra hızla yanıma gelip vücudunu bana dönerek koltuğa oturdu. Elini elimin üzerine koyarak "Sena, Aras'a karşı çekildiğinin farkında mısın? Onun büyüsüne kapılıyorsun." dedi. Gözlerimi diktiğim tavadan çekip başımı önüme eğdim. Ellerimi iki yanıma koyup dikleşerek oturduktan sonra "Yeliz, saçmalama istersen. Sadece bir anlık bir olaydı. Abartılacak bir şey yok." dedim.

 

Gözlerinde oluşan sorgulayıcı bakışlar bir an olsun gitmeyen Yeliz "Öyle mi diyorsun." deyince kendimden emin bir şekilde omuz silkerek "Evet öyle diyorum" dedim. "Peki sen öyle diyorsan öyle olsun." diyerek yanımdan kalkıp mutfağa doğru yürüdü. Arkasından "Bana da bir fincan kahve verir misin?" diye bağırınca "Tamam" cevabını verdi.

 

Yeliz'i bu bahanelerle bir süre olsun geçiştirmiştim ama ya kendimi ne yapacaktım? Aras konusunda git gide bir çıkmaza sürükleniyordum. İç sesim "Sena burada kendini yiyeceğine yarın dikil adamın karşısına bana niye böyle dedin diye sor" deyince verdiği fikir aklıma yattı. Burada kendimi yiyeceğime olmadı Aras ile birbirimizi yerdik. Her zaman yaptığımız bir aktiviteydi nasıl olsa. Yarında yapsak bir sıkıntı çıkmazdı.

 

Kafamdaki bitmek bilmeyen düşüncelerle savaşırken masanın üzerinde duran elma dikkatimi çekti. "Kendimi yiyeceğime elma yiyeyim. En azından belki dikkatim dağılır" düşüncesiyle kahve gelene kadar yemek için elmaya uzandım.

 

Üzerinde toz falan vardır diye ne olur ne olmaz diyerek üzerime sildikten sonra büyük bir iştahla yiyordum ki her zaman olduğu gibi susmayan telefon sesi ile rahatım bozuldu. Yerimden hafif doğrularak masanın üzerinde mesaj gelmiş olan Yeliz'in telefona uzandım. Birbirimizden gizlimiz saklımız yoktu. Mesajı kimin attığına bakmak için ekran kilidini açıp mesajın üzerine tıkladım.

 

"Yeliz Hanım, Aras Bey otele rezervasyon yaptırırsa haber verin demiştiniz. Aras Bey bu akşam için Buket Yıldırım ile kendisi adına rezervasyon yaptırdı. Ayrıca otelin yemek bölümü içinde bir rezervasyonu mevcut"

 

Mesajı okuyunca ısırdığım elma boğazımda yumru gibi takılı kaldı. Yanlış görmüş olma ihtimalimi düşünerek mesajı tekrar okudum. Sonuç değişmedi. Bana gitme diye yalvarır gözlerle bakan adam şimdi elin orospusunu sikmek için otelde yer ayırtmıştı. Bu da yetmezmiş gibi bir de onu yemeğe götürecekti öyle mi? "Ah aptal Sena. Yeliz'in sana dediklerini ne çabuk unuttun. Adamın hayattaki bütün gayesi kadınlarla düşüp kalkmak ve adam öldürmek. Seninle yatamadığı için duygusal olarak üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Sende onun tuzağına düştün." diyen iç sesime hak vererek başımı salladım.

 

Aklıma kötü düşünceler üşüşmeye başladı. İçimde tıpkı patlamaya hazır volkanik bir dağın şiddeti oluştu. Beni kandırmıştı. Duygularım ile oynamaya kalkmıştı. O içimi titreten bakışları, tatlı dili, bana dokunması... Hepsi ama hepsi benimle yatabilmek içindi. Aras Yiğitsoy buydu çünkü. Kalbi olmayan, bencil, şımarık veledin tekiydi. Yaşadığım hayal kırıklığı neticesinde akmaya hazır olan göz yaşlarımı geri gönderdim. Yıkılamazdım. Hele Aras Yiğitsoy gibi bir şerefsiz yüzünden hiç yıkılamazdım. Adam bana ümit verdiğini açık açığa belli etmemişti. -Tabi sabah ki bal olayını saymazsak.-

 

Olsun bu yinede açık açığa ümit verme sayılmazdı. Sadece kafamı karıştırabilecek bir olaydı. Selim gibi bir adamdan sonra Aras gibi at hırsızı kılıklı herife karşı bir şeyler hissetmek tamamen benim suçumdu.

 

Ama oda bana savaş açmıştı. Sırf Fırat'tan önce onunla yatabileyim diye duygularıma, aklıma savaş açmıştı. Elimde duran elmayı öfkeyle ısırdım. Aras'ı çiğner gibi elmayı çiğnerken "Bende Sena Eroğlu'ysam bu savaşın kaybedeni olmayacağım" diye mırıldandım.

 

Madem her şey onun için bu kadar basitti. Bende onun kurallarına göre oynayacaktım. Yanımda duran telefonu alıp ekranı açtım. Aramak istediğim numarayı bulup kulağıma götürdüm. Bir kaç çalma sesi sonrası açılan telefonda Fırat'ın "Efendim Sena" diyen sesini duyunca derin bir nefes aldım.

 

Şuan ateşle oynuyordum. Eğer aklımdan geçen şeyi Fırat'a söylersem Yavuz ile yaptığım anlaşmaya karşı gelecektim. Aras bunu duyunca beni yanından kovup içindeki aydınlığı ortaya çıkarmama izin vermeyecekti. Peki bu benim umurumda mıydı? Elbette hayır. Aras Bey istediği kadın ile görüşebiliyorsa bende görüşürdüm. Ve sırf beni Fırat ile yemeğe çıktım diye kovacaksa bu duruma yapabilecek bir şeyim yoktu. Aras Beyimizin paşa gönlü bilirdi.

 

"Fırat bu akşam yemeğe çıkabiliriz istersen" diyen sesimi duyan Fırat "Bu akşam mı?" diye sordu. Söylediğim şeyle afallamıştı. Ses tonu şaşkınlığını gizleyemiyordu. "Evet bu akşam. İşin mi var yoksa?" deyince telaşla "Hayır. Hayır bir işim yok. Akşam 8'de alırım seni uygun mu?" diye sordu.

 

"Tabi uygun. Akşam görüşürüz o zaman." diyerek telefonu kapattım. Kalbim deli gibi atıyordu. Senelerdir ikinci kez düşünmeden hareket etmiştim. İlk hamlem Aras'ın sürekli avukatı olmak içindi. İkincisi ise sanırım bu görevden atılmak için olmuştu.

 

Elinde fincanlarla olduğu yerde durmuş beni izleyen Yeliz "Sena ne yaptın sen?" diye sorunca omuzlarımı dikleştirip yaptığımın arkasında durmaya çalışır bir halde "Fırat ile akşam yemeğine çıkmayı kabul ettim Yeliz" dedim. Şaşkınlıkla bana bakan Yeliz "Ama neden?" diye sordu. Aniden verdiğim bu kararın sebebini anlamaya çalışıyordu.

 

Yeliz'den bakışlarımı kaçırmak için elim ile saçlarımı oynamaya başladım. Saçlarıma diktiğim gözlerimle "Çünkü, Aras Bey akşamlarını kadınların koynunda geçirebiliyorken ben neden Fırat ile masum bir yemek yemeyeyim diye düşündüm." dedim.

 

Sesli olarak bir şey demedi. Ama benden tarafa doğru yürürken mırıldanarak bir şeyler söylüyordu. Bir tek fincanları masanın üzerine bırakırken "Aras'ın şeyinin keyfi senin neden umurunda?" dediğini duydum.

 

Kendimi savunmak için "Aras'ın seks hayatı beni ilgilendirmiyor zaten Yeliz. Benim kızdığım şey bana onunla konuşma, bununla görüşme diye yasaklar koymaya çalışırken beyimizin gününü gün ediyor olması." dedim.

 

Tek kaşı havaya kalkmış halde "Sen nereden öğrendin peki yemeğe gideceklerini?" diye sordu.

 

Masanın üzerindeki telefonu alıp yüzüne doğru sallayarak "Sen adamlarına talimat vermişsin de oradan haberim oldu. dedikten sonra "Demek ki Aras'ın şeyinin keyfi tek benim umurumda değilmiş." dudaklarımı hafif öne çıkarıp öpücük attıkıp başımı yana yatırarak sırtım.

 

"Ben o bilgiyi yeni istemedim tamam mı? Ve onu Aras içinde istemedim." derken sesi git gide kısılıyordu.

 

Gözlerimi kısıp "Kimin için istedin?" diye sordum. Eli ayağı birbirine giren Yeliz "Ee- şey" demekten ileriye gidemiyordu. Onun bu halini görünce içimdeki gülme isteğini bastıramadım.

 

Gülmeme sinirlenen Yeliz "Sen benim kimin için öğrenmek istediğimi boş ver de Aras beyin yatak hayatını takip etmeyi bırak. Adamın ne olduğunu en başta söyledim sana Sena. Adam seks makinesi. Ve bu adama kendini kaptırırsan en çok sen üzülürsün. Kendine gel ve ondan uzak dur. O Selim değil." dedi. Sesi sert ve uyarıcı bir tınıda çıkmıştı.

 

İmalı bir ses tonuyla " Yavuz için değil yani?" diye sordum.

 

Sorumu duyunca eli ayağı iyice birbirine girdi. Ama belli etmemeye çalışıyordu. En sonunda kaşlarını çatıp yüzüme baktı. Azarlar bir halde" Sena ben ne diyorum sen ne diyorsun. Gittiğin yol yol değil farkında mısın?" Sorusu karşısında cevap vermemi beklemeden yükselen sesi ile "Kendine bir an önce çeki düzen vereceksin. Anladın mı beni? " dedi

 

Başımı öne eğip tamam anlamında sallarken kendi kendime Aras ile girdiğim savaşı düşündüm. Yeliz'e hak verdim. Aras'ın kiminle ne yaptığı beni neden ilgilendiriyordu? Aras ile ben olamazdık. Onun tek derdi kadınlarla yatmaktı. Benim ile dikleşmesinin, bana sürekli imalı konuşmasının ya da bu gün yaptığı duygusal konuşmanın tek sebebi de buydu. Eğer ona yakın olmaya devam edersem. Onunla ilgilenmeye devam edersem yine aynı cehennemde yanacaktım. Hem de bu sefer kendi aptallığıma, körü körüne ateşe yürümeme isyan ederek. Onun yanında neden çalışmaya başladığımı unutmamalıydım.

 

"Hadi ama Sena. Herkesi kandırırsın, beni asla. Aras'tan etkileniyorsun. Onu gördüğün andan beri etkileniyorsun. Seni ona çeken Selim mi yoksa Aras'ın ta kendisi mi bilmiyorum? Ama senin de söylediğin gibi yapma yanarsın." diyen iç sesim ile ruhum iyice daraldı. Kafamdaki düşüncelerle daha fazla savaşmamak için oturduğum koltuktan kalktım. Üst kata çıkmak için yürürken arkamdan "Nereye?" diye bağıran Yeliz'e "Odaya akşam için hazırlanacağım" cevabını verdim.

 

Odaya çıkar çıkmaz kendimi sıcacık suyun altına bırakıp akan suyla beraber düşüncelerimin de akıp gitmesini sağlamaya çalıştım. Tabiki de başarılı olamadım.

 

*****************

 

Hazırlanmam bittiğinde saat 8'e 10 vardı. Fırat neredeyse gelmek üzere olmalıydı. Aynada son kez kendime baktım. Siyah diz üstü elbisem ile topuz yaptığım saçlarım sıradan bir akşam yemeği için yeterde artardı bile. Hafif yaptığım makyajımın üzerine sabitleyici sprey sıktıktan sonra tamamdım.

 

Çalan zil sesini duyunca topuklularımın çıkardığı tıkırtı sesleri ile merdivenlerden aşağıya indim. Yeliz ile kapı önü sohbeti yapan Fırat üzerine tam oturan takım elbisesi ile antik yunan heykellerini andıran bir şekilde karşımdaydı. Beni görünce gözlerinin içi parladı. Beğendiğini belli eden bir ıslık çaldıktan sonra gülümsemesi eşliğinde "Sanırım bu akşam seni yanımdan bir an olsun ayırmamam gerekiyor. Bu güzelliği görünce insanlar dayanamayıp kaçırmaya falan kalkabilir." deyince bende gülümsedim. "Utandırıyorsun ama beni Fırat" diye tatlı tatlı sitem edince Yeliz'e bakıp "Yalan mı söylüyorum Yeliz." dedi.

 

Yüzüme hayranlıkla bakan Yeliz "Eksiği var fazlası yok bebeğim. Peri kızı gibi olmuşsun." deyince iyiden iyiye utanmam arttı. Konuyu değiştirmeye çalışarak "Çıkalım mı ne dersin?" diye sordum. "Hay hay Sena Hanım" diyen Fırat geçmem için yolu açınca tebessümle başımı sallayıp Yeliz'e veda etmek için sarıldım. "Bu kibarlık abidesi, sabahkiler öküzlük abidesi." diye fısıldayınca hızla kendimi ondan çektim. Dedikodu yapmanın şuan hiç sırası değildi.

 

Arabaya geçince Fırat'a "Nereye gidiyoruz yemek için? diye sordum. Gözünü yoldan bir an için ayırıp bana gülümsedikten sonra "İtalyan restoranına gideriz diye düşündüm. Sen seversin." dedi. Ağzım şaşkınlıktan hafif aralanırken mutluluk ve şaşkınlık arasında kalmış sesimle "Unutmamışsın." dedim.

 

Fırat, yoldan ayırdığı gözlerini gözlerime dikip "Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım Sena." cevabını verince utançla olduğum yere sindim. Birisi tarafından önemsenmek, kendim hakkında bir şeylerin hatırlanması hoşuma gitmişti. Ama Fırat'ın yaptığı sanki biraz fazlaydı. O bunları söylerken bana ilgisi varmış gibi hissetmeme neden olan bir tınıda söylemişti. Ama bu hislerinin karşılığı bende yoktu. Seneler önce babama da söylediğim gibi biz onunla abi kardeş gibi büyümüştük ve Fırat benim gözümde bundan daha ileri bir konumda değildi.

 

Aramızda geçen küçük konuşma sonrası ikimizde kendi kabuğumuza çekildik. Yol boyu başka bir konuşma olmadı aramızda. Ben kendi içimde yaptığım seçimin doğruluğunu yanlışlığını tartışıp bedelinin neler olacağını düşünürken Fırat'ta bir şeyler düşünerek dalgınlıkla tuttuğu direksiyonda tempo tutturmuştu.

 

Sessizlik ile geçen yol sonrası ışıl ışıl yanan ışıkları ile bizi karşılayan restorana geldik. Fırat benden tarafa dolaşıp kapımı açınca arabadan indim. Koluna girerek yavaş adımlarla binanın içine girdik. Etrafı tanımak için içeriye göz gezdirmeye başladım. Ancak bir sorun vardı. Restoranın içi bomboştu. Çalışanlar, Fırat ve ben dışında hiç kimse yoktu. Şüpheli bakışlarımı etrafta gezdirmem son bulunca Fırat'a bakıp "Neden kimse yok?" diye sordum.

 

Çekingen bir tavırla bana bakan Fırat "Seneler sonra ilk kez yemeğe çıktık. Özel olmasını istedim. Bu yüzden de restoranı kapattırdım" deyince anladım der gibi başımı salladım. Ama hiçbir şeyi anlamamıştım. Biz ikimiz kimsenin olmadığı bir restoranda niye özel bir yemek yiyorduk? Öylece alelade bir akşam yemeğine anlam yüklemese gerek var mıydı? Bu son olay arabada hissettiğim şeyde haklı olduğumu göstermişti. Fırat'ın bana karşı hisleri vardı. Ve ben bu saatten sonra öyle ya da böyle Fırat'tan uzak durmalıydım. Onun saçma sapan anlamlar yükleyeceği başka anlar olmasına müsaade edemezdim.

 

"Böyle geçelim" diyen Fırat'ın sesiyle beynim komut almış gibi gösterdiği yere ilerledi. Beynim ve hislerim aynı anda çalışmayı bırakmıştı yine. Birisi buradan kaçmamı söylerken diğeri Fırat'ın komutuna uymuştu.

 

Bu geceyi bir şekilde kazasız belasız tamamlamam lazımdı. Kendime gelmek için derin birkaç nefes aldım ve Fırat'ın çektiği sandalyeye oturdum. Akşamın başladığı ilk dakikalardaki halime dönmeye çalıştım.

 

Fırat'ta karşıma oturunca havadan sudan konular açmaya başladım. Böylece dikkatim bir süre sonra dağıldı ve ortam normal atmosferine dönüştü.

 

Sohbet esnasında babam ile hala görüştüğünü hatta babamın işlerinin hukuki yollardan halledebilmesi için kendisinde yardımcı olduğunu söyleyince ona belli etmesem de çok şaşırmıştım. Bu hiç babama göre bir hareket değildi. Ayrıca uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir adamın yediği baskınlar dışında ne gibi hukuki işi oldu? "Belki baban ile yaptığı görüşmelere kılıf buluyor Sena" diyen iç sesim son günlerde söylediği her şeyde olduğu gibi bunda da haklıydı. Fırat, Aras'ın bana babamla görüştüğünü söylemesinden korkuttuğu için bilerek bu konuyu açmıştı. Belki de bu akşam yemeğinin amacı bana bu durumu izah etmekti.

 

Aklıma hücum eden düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım. Fırat'a ondan şüphelendiğimi belli edemezdim. Kendimi sohbete verip başka konulara geçtiğimizde yemeklerimiz çoktan bitmişti. Tatlıların gelmesini beklerken kadehindeki şampanyadan büyük bir yudum alan Fırat "Sena, sana bir şey söylemek istiyorum. Ancak beni yanlış anlamandan korkuyorum." dedi.

 

Büyük bir merakla "Neymiş" diye sorunca "Senin benim ile yemeğe çıkabileceğine ihtimal vermiyordum." cevabını verdi.

 

Masanın üzerinde duran kadehte parmağımı gezdirirken "Neden?" diye sordum. "Cevabı çok basit Sena. Elbette Aras Yiğitsoy yüzünden. Onun gelmene izin vereceğini düşünmüyordum. Hele de sen bu gün kahvaltıya Hamdi Yiğitsoy'un evine gittikten sonra. " Ağzından kaçırdığı şeyi fark edince telaşla sustu.

 

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken "Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordum. Rahat oturuşunu hiç bozmayan Fırat "Nereden bildiğimin ne önemi var Sena. Mühim olan benim nereden bilindiğim değil. Senin o adamın evine giderek kendini ne gibi bir ateşe attığın" deyince verdiği cevaba sinirlenmeye başladım.

 

Oturduğum yerde hafif önüme eğilerek sıktığım dişlerimin arasından "Fırat sen beni takip mi ettiriyorsun?" diye sordum.

 

Oda bana doğru eğildi. Elini masanın üzerinde bulunan elimin üzerine koydu. "Takip ettirmiyorum, takip etmiyorum Sena. Sabah sana uğramıştım. Sürpriz yapmaktı niyetim. Aras adına kayıtlı bir aracın sizi almaya geldiğini görünce neler olduğunu anlamak peşinize takıldım. Başınızın belada olabileceğini düşündüm."

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun Fırat? Aras Yiğitsoy benim müvekkilim. Onun aracına binmemden daha doğal ne olabilir?"

 

Elini ensesine götürüp sıvazladı. "O an için düşünemedim Sena. Bahsettiğimiz adamın ne kadar iğrenç, suça bulanmış birisi olduğunun sende farkındasın."

 

Açıklamasına zerre inanmamıştım. Aras ile çalışmaya başladığım andan itibaren beni takip ettirdiğine emindim. Ama "İyi ama o zaman patlama sonrası niye aramadı seni? Doğru söylüyor olabilir." diyen iç sesimin söyledikleri kısmen aklıma yattı.

 

Bu sabah olanlar bir tesadüf olabilirdi. Lakin Fırat'ın beni aramak yerine takip etmesi fazlasıyla saçma bir hareketti. Beni takip etmesinin altında daha başka şeyler olmalıydı.

 

Aras ile aralarında olan sebepsiz düşmanlığın farkındaydım. Niyeti arabamın peşine takılıp Aras'ın bunu fark etmesini sağlayarak onun cezaevine girmesini sağlamak olabilir miydi? Eğer niyeti öyleyse bu benim bu düşmanlığın bir parçası olmam demek oluyordu. Asla olmayacaktım. Teorim belki mantıksızdı ama Fırat'ta Aras ile ilgili aklıma sinmeyen bir şeyler vardı. Niyeti beni böyle aptal şeyler için kullanmaksa eğer yanlış sularda yüzdüğünü oda bilmeliydi.

 

Elimi elinden çekip gözlerimi gözlerine dikerek "Bir dahaki sefere beni aramayı dene olur mu Fırat? Ayrıca sakın bir daha bu sabah yaptığın gibi ve biraz önce yaptığın gibi müvekkilim hakkında ileri geri konuşma. Aras Yiğitsoy için çalıştığımı da asla unutma." dedim.

 

Yüzünde oluşan pişmanlık dolu ifade ile iki elini birleştirip çenesinin altına götürdü. "Çok özür dilerim. Düşüncesizce davrandım Sena. Bundan sonra Aras hakkında da daha profesyonel davranacağıma emin olabilirsin." deyince sakinleşmeye çalıştım. Yapamadım. Onun hem beni aptal yerine koyması hem de saçma sapan kılıflar bulmaya çalışması sinirlerimi fazlasıyla bozmuştu.

 

"Kalksak mı artık Fırat benim tadım kaçtı?"

 

"Sena yapma böyle. Lütfen. Hem daha tatlımızı yemedik." diyen Fırat'ı duyunca bacaklarımın üzerinde duran peçeteyi alıp ayağa kalktım. Elimdeki peçeteyi masaya çarpar gibi bırakırken "Sen ye o zaman tatlını afiyet olsun." dedim.

 

Arkamı dönüp restoran çıkışına yürürken bileğimde hissettiğim bir el ile durdum. "Hadi ama. Bu gün daha kaç kez olacak bu?" diyen iç sesime hak verirken bıkkınlık ile Fırat'a döndüm. Fırat bileğimde duran elini nazikçe çekti. Ciğerci kedisi gibi yüzüme bakıp "Lütfen bana iki dakika ver. Sana söylemem gereken bir şey var." deyince istemeyerek de olsa "Peki" dedim.

 

Elini ceketinin cebine atıp kadife bir kutu çıkardı. Sonra yavaşça dizlerinin üzerine çöküp gözlerime bakarak "Sena çok erken oldu biliyorum. Ama çocukluğumdan beri sana aşığım. Onca zaman bir gün bile olsun aklımdan çıkmadın. İstanbul'a da senin için geldim. Artık sensizliğe dayanamıyorum. Benimle evlenir misin?" diye sordu.

 

Kocaman olmuş gözlerle ona bakarken nutkum tutuldu. Bu sefer gerçekten ne olanlara ne de duyduklarıma anlam verebiliyordum. Bana karşı hisleri olduğunu anlamıştım ama bu kadar olduğunu asla tahmin etmemiştim. "Ah salak Sena, Aras'a sinirlenip öfkeyle hareket edersen böyle boka bulanırsın" diyen iç sesimi duymazdan geldim. Dudaklarımdan "Fırat sen ne dediğinin farkında mısın?" cümlesi döküldü.

 

Ben kaşıkçı elması büyüklüğünden yüzükle şaşkınlık dolu bir ifade ile bakışırken Fırat "Evet Sena farkındayım." dedi ve duraksadı. Yalvarır gibi çıkan sesiyle "Lütfen hemen hayır deme. Biraz düşün. Hem ben..." derken "Savcı" diye kükreyen Aras'ın sesiyle gözlerim istemsizce kapandı.

 

Aras Yiğitsoy şuan buradaydı. Ve bütün itirazlarına rağmen Fırat ile yemeğe çıkan ben buradaydım. Üstüne üstlük bir numaralı düşmanı olan Fırat'ta buradaydı. Bu gece buranın kan gölüne dönmesine kimse mani olamazdı. Aras'ın öfke dolu sesi ise bunun en büyük kanıtıydı.

 

Aceleyle Fırat'tan bir kaç adım uzaklaştım. Aras'ın ayak sesleri bize yaklaştığını belli ederken bende olacaklardan korkan bedenimi güçlü tutmaya çalışarak yönümü Aras'tan tarafa çevirdim. Ona bakınca kendimi her akşam gördüğüm kabusların içinde gibi hissetmeye başladım. Öyle karanlık, öyle soğuk ve öyle ruhsuz....

 

Masmavi gözlerin içi öfkeden alev alev yanarken sıktığı yumruğu ile beraber üzerimize kasırga etkisi yaratmaya geliyordu. Ve bu fırtınadan hangimizin sağ çıkacağını asla kestiremiyordum.

 

ARAS YİĞİTSOY, SAĞLAM YENİLDİ BENCE FIRAT'A :D

 

BU YENİLGİNİN HESAPLAŞMASI FIRAT İÇİN Mİ AĞIR OLUR SENA İÇİN Mİ? :D :D

Bölüm : 13.09.2025 12:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...