30. Bölüm

VİCDAN AZABI

Gizem Gültekin
gizeemikoo

SENA

 

 

Hamdi Bey ile Aras, hararetli bir şekilde içlerindeki haini ararken oturduğum koltukta ecel terleri döküyordum. Onlar haini dışarıda ararken burunlarının dibinde oturuyor olmak vicdan azabımı arttırıyordu. Şimdi burada onları satanın ben olduğum söylersem neler olur diye düşünürken Yavuz'un kısık sesle "Sena" diye seslendiğini duydum. Aras'tan çektiğim bakışlarımı Yavuz'a çevirip meraklı gözlerle ona baktım.

 

Yüzüme kaygıyla bakıp "Aras ona ihanet ettiğini öğrenirse bir daha asla yüzünü göremezsin." deyince gözlerim kocaman açıldı. Benim olduğumu biliyordu. Ama nasıl? Öfkem patlayan bir yanar dağ gibi lavlarını her yere saçarken içimden "Fıratt." dedim. Yavuz'a söylemişti. Hiç vakit kaybetmeden benim olduğumu yetiştirmişti. Asıl önemli soru Yavuz, Aras'a söyleyecek miydi?

 

Yutkunamadım. Hatta nefes bile alamadım. Kendimden emin çıkmayan sesimle cevabını bilsem bile "Sen... Sen bunu nereden biliyorsun Yavuz?" diye sordum.

 

"Savcı söyledi. Beni bırakmadan önce 'Aras'a selamımı söyle canını alamadım ama daha beterini yaptım. Onu can evinden vurdum.' dedi. O anda seni kast ettiğini anladım. Aras'ın canından da öteye koyduğu sensin." duraksadı. Göz ucuyla Aras'ı kontrol edip "Bunu Aras'ın ve benim iyiliğimiz için yaptığını biliyorum. Aras'ı kaybetme uğruna benim canımı korumaya çalışmana da ayrıca minnettarım. Ama Aras benim gibi minnettarlık duymayacak. Onu boğulduğu karanlıktan kurtarmak için bunu yapmış olmanla ilgilenmeyecek." dedi.

 

"Yavuz, ben gördüm." Akmaya hazır olan göz yaşlarıma engel olmak için durup dudaklarımı birbirine bastırdım. Yaptığımı düzeltmenin bir yolu yoktu ama en azından Yavuz'un beni anlamasını sağlayabilirdim. Burnumdan bir kaç nefes alıp kendimi konuşmaya hazır hissedince beni anlamasını umarak gözlerinin içine baktım. "Onun karanlığını gördüm. İşkence ederek öldürdüğü adamları, bana buz gibi olan bakışlarını..." Sıkıntıyla soluğumu verdim. Elinden şekeri alınmış çocuk gibi ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.

 

"Gemide gözlerinin içine baktığım adam şuan karşımda olan adam değildi. Bambaşka bir insandı. Ağzından tek kelime çıkmadan sadece bakışlarıyla korkmama neden olan bir insan." Aras'ın o hallerini düşünmek bile tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu.

 

"Nasıl bir adam gördüğünü tahmin edebiliyorum Sena. Ben yıllardır o adamla çalışıyorum. Ama..." Bakışlarını hızla benden çekti. Yüzünde oluşan belli belirsiz gülümseme ile başını hafifçe salladı. Neler olduğunu görmek için başımı çevirdiğim anda Aras'ın keskin bakışları ile karşı karşıya kaldım. Nefesim soluk borumda takılı kalırken güçlükle nefes verdim. Sahte gülümsemem ile yüzüne baktım. Bakışları birkaç saniye daha üzerimizde oyalandıktan sonra Hamdi Bey'e geri döndü.

 

"Sena, verdiğin kararların nedeni sonranın konusu. Şimdi ise odaklanmamız gereken tek şey sana kesilecek ceza. Biraz önce de söylediğim gibi Aras bunu öğrendiğinde sebebinin ne olduğu üzerinde durmayacaktır. Önemsediği tek şey Savcıya onu satmış olman olacak. Bu yüzden doğruyu senden duyması lazım." duraksayıp kısa bir nefes aldı. "Yoksa onu sonsuza kadar kaybedersin. Gölgesini dahi üzerine düşürmez."

 

Yavuz'un uyarısıyla tenimden aşağıya soğuk terler süzülmeye başladı. Yaptığımın bedelinin Aras'ız kalmak olduğunu bilsem de bu gerçeği başkasının ağzından duymak ağır gelmişti. Beklediğimden çok daha ağır. Ben onsuz kalmaya hazır değildim ki? Gördüklerim sonrasında bir an için hazır hissetsem de onsuz kalmanın yaşarken ölmek olduğunu çok iyi biliyordum.

 

1 HAFTA SONRA

 

Hattane yangının üzerinden 1 hafta geçmişti. Vicdan azabından kendimi yiyip bitirdiğim koskoca bir hafta.. Aldığım kararın gerekçesi bana göre geçerli bir sebep olsa da Aras'a olan ihanetimin bedeli de ona göre geçerli olacaktı. Ben onu 1 gün görmeden duramazken ömrüm boyunca nasıl ondan uzak kalacaktım?

 

Boğazımda oluşan yumrudan kurtulmak istercesine yutkundum. Burnumdan aldığım derin nefesi yavaşça verirken gözlerim doldu. Aras'ı özlemiştim. 1 haftadır hattane baskınının arkasında kimin olduğunu öğrenmek için oradan oraya koşturuyordu. Doğru düzgün ne uyuyor, ne konuşuyor ne de yemek yiyordu. Kafayı hain ile bozmuştu.

 

Eve bile doğru düzgün gitmiyor galeride kalıyordu. Evde tek kalmamı istemediği için de beni kendi evime postalamıştı. Postalamıştı diyorum çünkü gerçekten öyle yaptı. "Benim işlerim yoğun olur Avukat. Burada tek kalmanı istemiyorum kendi evine git." demişti. Bu konuşma ile beraber sevgi dolu bakışları ile içimi ısıtan adam gitmiş yerine buz kütlesi Aras Yiğitsoy gelmişti. Aramızda soğuktan daha soğuk rüzgarlar esiyordu. Hatta artık bana Senam değil Avukat demeye bile başlamıştı. Resmen başa dönmüştüm.

 

Tavırları canımı yaksa da yaptığı her şeyin sebebini tahmin edebiliyordum. Benden şüpheleniyordu. Hatta ben olduğuma emindi bile. Benimle ilgili her ayrıntıyı bilen birinin hal ve tavırlarımda ki garipliği fark etmemesi mümkün değildi. Susuyordu. Seneler önce beni haksız yere suçladığı için susuyordu. Ben ise onu kaybetmeye hazır olmadığım için susuyordum.

 

 

Derin bir nefes verirken acıyla inledim. 1 hafta boyunca onu sadece galeri de görmek bile yeterli gelmiyorken bu olanlar açığa çıktığında nasıl onsuz kalacaktım? Nasıl nefes alacaktım? Ben Aras olmadan yaşamayı bile beceremezdim ki. Ama Yavuz haklıydı. Bu iş öyle ya da böyle patlayacaktı ve enkazın altında kalacaktım. Lakin şu anda ahlanıp vahlanmak için de çok geç kalmıştım. Olan olmuştu ve ölende yani ben ölecektim. En azından bombanın pimini kendim çekmeliydim.

 

Çaresizce önümdeki dava dosyasının sayfasını çevirirken küçük bir mide bulantısı belirdi. En başta önemsemesem de şiddeti artıyordu. Mide asidimi ağzımın içerisinde hissetmeye başladım. Avuç içimi ağzıma kapatırken öğürme hissimi baskılamaya çalışıyordum ancak başarılı olamadım. Asitten sonra midemden yükselen kusmuğun yemek boruma ulaşmasına engel olamayacağımı hissedince masadan kalkıp kendimi alt katta ki banyoya zor attım.

 

Midem ağzımdan çıkacakmış gibi hissederken ardı arkası kesilmeyen öğürmelere de engel olamıyordum. Yeliz önüme düşen saçlarımı kavrayıp telaşlı çıkan sesiyle "Senaaa." dedi. Endişeli sesi kulaklarıma dolarken öğürme arasında güçlükle "İyiyim" diyebildim.

 

İnsanlık için kısa benim içinse uzun bir süre kustuktan sonra midemde kalan son zerreleri de klozete teslim edip ayağa kalktım. Perişan olmuş halime aynada göz ucuyla bakarken yüzüme su çarptım. Hala saçımı tutan Yeliz tedirgin sesiyle "Sena iyi misin?" diye sordu. Başımı olumlu anlamda sallarken ağzımdan kalan kusmuk tadından kurtulabilmek için dişlerimi fırçalamaya karar verdim.

 

Alt üst olan midem varlığını belli etmeye devam ederken onu görmezden gelip dişlerimi hızla fırçaladım. Yüzüme son kez su çarptım. Yüzümü havluyla kuruladığım esnada küçücük banyo da üzerime gelmeye başlamıştı. Boğuluyordum. Kendimi hızla dışarıya attım. Yavaş adımlarla yürüyüp kalktığım çalışma masasına oturdum. Boğazımdan ağzıma ulaşan ekşi su geçtiği yerleri yakarken bulantım da tekrar arttı.

 

Başımı kaldırıp gözlerimi tavana diktim. Midemdeki histen birazda olsa kurtulduktan sonra bakışımı yere eğdim. Meraklı bakışlarını bana diken Yeliz baştan aşağıya beni süzüp kuruyan dudaklarını ıslattı. "Sena, düşündüğüm şey olmuş olamaz değil mi?"

 

Gözlerim kocaman açılırken ima ettiği şeyle yüreğim sıkıştı. Ellerim karnımı bulurken ürkek bakışlarım karnım ile Yeliz üzerinde gidip geldi. Hamile olabilir miydim? Sevinçten mi yoksa korkudan mı olduğunu bilmediğim gözyaşlarımı silerken başımı iki yana sallayıp "Olması imkansız biliyorsun Yeliz." dedim.

 

Senelerce kullandığım ilaçlar yüzünden hamile kalmam sağlıklı kadınlara göre daha düşüktü. İmkansız değildi ancak imkanlı da değildi. "Biliyorsun ilaçlar." diyebildim. Ağzımdan çıkmasını istediğim kelimeler havada süzülerek kayboldu.

 

Gözlerinin içi parlarken eğilip elimi tuttu. "Biliyorum Sena. En iyi ben biliyorum. Ama sende biliyorsun ki hamile kalman imkansız değil sadece düşük bir oran. Ve dünya genelindeki çoğu kadın bilmese de bu düşük orana sahip."

 

Söyledikleri kalbimin hızlı atmasına neden olsa da bir kusmadan dolayı hamile olduğumu düşünerek sevinmenin anlamı yoktu. Üşütme nedeniyle olan bir şey de olabilirdi. Ya da bozuk psikolojim yüzünden. Evet. Evet bozuk psikolojim yüzünden olan bir şey olduğuna emindim. "Bir kez kustum diye hamile olacak değilim Yeliz. Bir haftadır üzerimdeki stres sebebiyle de kusmuş olabilirim. Vücudumun strese karşı verdiği bir tepki de olabilir."

 

Bakışlarındaki ışık sönerken dudakları büzüldü. "Haklısın. Bir haftadır kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyerek geziyorsun ortalıkta. Asıl vücudunun tepki olarak sadece kusmana sebep olmasına şaşırmak lazım."

 

İçimdeki kelebekler yavaşça ölürken ruhumun bütün hücrelerini umutsuzluk kapladı. Masanın üzerinde yerini alan elim tekrar karnıma gitti. Karnımı usulca severken içimden "Umarım oralarda değilsindir meleğim. Baban, beni terk etmek üzereyken umarım oralarda bir yerde filizlenmiyorsundur." diye geçirdim.

 

Daha fazla umutsuzluğumda boğulmamak için önümüzdeki haftaki davaya odaklanmaya çalıştım. Aras ile kavuşmamızı sağlayan ilk dava... Utanmasam Aras bu adamı öldürdü diye şükredecektim. Aslında şükredilebilir bir şeydi. Sonuçta ölümü hak eden bir adamı öldürmüştü. Her ne kadar avukat olsam da bende bir insandım ve tecavüzcü bir pisliğin yaşamaya devam etmesini istemiyordum. Bu yüzden de Aras'ı bir an önce aklamalıydım.

 

Karşımda bir süredir sessizce beni izleyen Yeliz'in "Sena" diye seslenmesiyle başımı dosyadan kaldırıp ona baktım. Söylemekte kararsız kaldığı kelimeleri ile yüzüme bakmaya devam edince sabırsızlık dolu bir nefes verip "Seni dinliyorum Yeliz." dedim.

 

"Bir haftadır Aras senden uzak duruyor ve sen onun uzaklığına susuyorsun. Uzaklığına susmanı geçtim kim bilir nerede göz çıkarıp kulak kesiyor." derken yüzünde iğrenen bir ifade belirdi. "Ve sen buna dahi ses çıkarmıyorsun. Sena, Aras ile ilgili kararlarından vaz mı geçtin?"

 

Önümdeki dosyayı kapattım. Dudağımda kopmaya meyilli olan derileri çekiştirip burnumdan derin bir nefes aldım. "İlk olarak artık sakatatçı gibi ortada dolanmayı bıraktı kendileri. Sadece adam vuracak."

 

Memnuniyetsiz bir ifadeyle yüzü buruşan Yeliz "Lütfetmiş paşam." dedi. Kalkık kaşlarımla yüzüne sitemle bakınca "Tamam, tamam bir şey demedim. Böyle bir hareket benim için yeterli olmasa da Aras için büyük bir adım." dedi.

 

Onaylamak için başımı salladım. "Diğer soruna gelecek olursak. Elbette vazgeçmedim Yeliz. Ama taktiğimin yanlış olduğunu fark ettim. Bu şekilde hareket etmem Aras'a iyi gelmiyor aksine onu daha da çıkmaza sokuyorum. Ben ve karşı koyamadığı karanlığı arasında sıkıştıkça öfkesi daha da büyüyor."

 

"Ne yapmayı planlıyorsun?"

 

Başımı iki yana umutsuzca sallarken "Bilmiyorum." deyip duraksadım. "Bildiğim tek şey Aras'ın aslında dönüştüğü adamı sevmiyor oluşu. Evet öncesinde bu adamı seviyordu ancak benim sevgimi, Yavuz'un sadakatini, Hamdi Bey ile Esma Annenin ona olan şefkatini hissettikçe içindeki karanlıktan nefret etmeye başladı."

 

"Nereden biliyorsun Sena? O kadar adamı öldürüp eve geldiği gün sanki masa başı işten gelmiş bir adam rahatlığında oturuyordu karşımızda. Sen öldürdüğü adamları gördüğünü söylemeseydin ben Aras'ın kasap gibi birilerini doğrayıp geldiğini asla düşünmezdim. Yaptığı işten zevk almayan hiç kimse bu kadar soğukkanlı olamaz Sena."

 

Söylediklerine ne yazık ki hak veriyordum. Aras, can yakmaktan zevk alıyordu. "Haklısın Yeliz. Ama bende gözlerinde ve sözlerinde çıkmaza düşmüş bir Aras gördüm. Beni üzdüğünü anladığı an öldürdüğünü düşündüğü Selim dile geldi. Bana bu dünyadan istese de çıkamayacağını, çıkmak istediğinde beni ya da Yavuz'u öldüreceklerin, söyledi." derin bir nefes almak için durdum.

 

"Yeliz, Aras gerçekten bir arafta sıkışıp kalmış durumda. Bunca yıldır alıştığı bir düzen var, karanlık var, vahşet var. Ondan bunları bir anda bırakmasını beklememiz aptallıktı. Biz onun üzerine gittikçe olaylar daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. En iyisi her şeyi zamana yaymak. Savaştığım canavarı Aras'a hatırlatmaktan vazgeçip ona iyi yönlerini göstermek."

 

"Planım değişmiş olabilir ama hedefim hala aynı diyorsun?"

 

"Aynen öyle diyorum." derken önümdeki dava dosyasını işaret ettim. "Planımı uygulayabilmek için ise Aras'a dışarıda ve yanımda ihtiyacım var. Tabi olanları öğrendikten sonra beni kapı dışarı etmezse" diye sızlanırken Yeliz "Sıkma canını artık Sena. Olan oldu. Bundan sonrasında neler olacağına odaklanmalısın." dedi. Kendimi toparlamam için uyarıcı tonda çıkan sesi sonrasında yüzüme tebessümle baktı.

 

Daha sonra oturduğu sandalyede kıpırdandı. "Sen dava dosyana bak bende bize birer kahve yapayım ne dersin?" Başımı sallamakla yetindim. Yeliz yanımdan kalkıp mutfağa giderken bende son gelen delillere bakıyordum. Aras'ı aklamak için elimde yeterli delil olsa da Fırat'ın her yönden sıkıştıracağını bildiğim için elimi her zamankinden güçlü tutmaya çalışıyordum.

 

Kafamı dosyalardan kaldırıp yanı başımdaki bilgisayar ekranına çevirdim. Aras yerine suçu üstlenen adamın cinayeti itiraf ettiği video kaydını izlerken Yeliz'de elinde kupalarla içeriye girdi. Masanın üzerine kupayı bırakırken endişeli sesiyle "Sena, aklıma bir şey geldi." dedi.

 

Başımı bilgisayardan kaldırıp Yeliz'e çevirdiğimde oda sandalyeye oturuyordu. Gergin bir şekilde sandalyeye oturup bacağını kendisine doğru çektikten sonra masanın üzerine bıraktığı kupayı eline aldı. Sıcak kupayı ellerinde tutarken "Fırat." deyip duraksadı. Merakım daha da artarken devam etmesi için kaşlarımı kaldırıldım. "Sence Fırat neden olanları Yavuz'a anlattı? Neden direkt Aras'a değil de Yavuz'a?"

 

Boğazımda büyüyen tükürükten kurtulmak için sesli bir şekilde yutkundum. Gözden kaçırmıştım. Bu kadar büyük bir oyunu lanet olsun ki gözden kaçırmıştım. Stresten ellerim titrerken neden olacağım yıkım yüzünden kalbim de delice atmaya başladı. Titreyen sesimle "Sebebi basit Yeliz. Fırat, Yavuz'a canını alamadım ama can evinden vurdum derken sadece beni değil Yavuz'u da kast ediyordu." dedim.

 

Ne anlattığımı anlamayan bakışlarını üzerimde hissedince açıklama yapmak için derin bir nefes aldım. "Yavuz eğer benim yaptığımı Aras'a söylerse Aras'ı sonsuza dek karanlığına hapsedecek ve onu oradan kimse kurtaramayacak. Eğer söylemezse.."

 

"Aras'a ihanet etmiş olacak. Aras aynı anda hem sevdiği kadını hem de kardeşini kaybedecek." diyerek cümlemi tamamlayan Yeliz'i onaylamak için başımı salladım.

 

Sandalyenin üzerindeki dizini yere indirip masaya doğru eğildi. "Sena, Aras bunu kaldıramaz. İkinizin ihanetini hazmedemez." duraksadı. "Allah'ın belası Fırat" derken bütün öfkesi sesine yansıdı. Duyduklarımla gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Acı içerisinde kıvranan sesimle "Yeliz, ben Fırat'ın bu kadar büyük bir şerefsizlik yapacağını düşünmedim. İşin içine Yavuz'u da katacağı aklıma gelmedi." dedim.

 

Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Arkamdan sıkıca boynuma sarılırken "Biliyorum bebeğim. Senin kötü bir niyetin olmadığını biliyorum." dedi. Başımı umutsuzca sallayıp "Ama Aras bilmiyor. Bunu yapmaya mecbur olduğumu anlamayacak." dedim.

 

Kollarını boynumdan çekip önüme diz çöken Yeliz parmak uçlarıyla nazikçe göz yaşlarımı sildi. "Sena, Aras bunu kaldıramaz ama Aras sensiz de kalamaz. Eğer Yavuz'u bu işten soyutlamayı becerebilirsek Aras sana kızdığında Yavuz onun hata yapmasına engel olabilir. En başta sizi bir araya getirdiği gibi şimdi de getirebilir." deyince bir umut ışığı belirdi kalbimde.

 

Buruk bir tebessümle yüzüne bakarken "Sevdiceğinin bir kez daha dayak yemesine razısın yani." deyince burnu kırıştı. "Değilim. Hem de hiç değilim. İşte o konuda da Hamdi Bey'den yardım alabiliriz diye umut ediyorum." dedi.

 

İhanetimi duyan Hamdi Yiğitsoy'un bana yardımcı olmayacağını bilmesem de Yeliz'in haklı olma ihtimaline inanmak istedim. O kadar olumsuzluğun içerisinde küçücükte olsa beliren umuda sarılmak istedim.

 

Bütün bedenimin titrediğini gören Yeliz "Şimdi ben gidiyorum ve sana ilaçlarını getiriyorum. Sende bütün olumsuzluklarından sıyrılıp iyi şeyler düşünüyorsun tamam mı?" dedi. Alt dudağımı dişlerimin arasında ezerken başımı sallamakla yetindim. Yeliz yanımdan kalkıp ecza dolabına giderken bende salladığım bacağıma engel olmaya çalışıyordum. Başaramayınca ellerimi saçlarıma daldırıp dirseklerimi masaya dayadım. Oluşan sessizliğin huzuruna erişmeye çalışırken çalan kapı zilinin sesi kulaklarıma doldu.

 

"Aras geldi. Hasretine daha fazla dayanamadı." diyen iç sesim sevinç çığlığı atarken kapıyı açmak için kalkmaya yeltendim. Yeliz'in koridordan "Ben bakarım." diye bağıran sesini duyunca kalktığım sandalyeye geri oturdum.

 

Yeliz'in kapı açma sesi duyulduktan sonra gelen kişiyle konuşmasını ya da gelen kişiyi içeriye davet etmesini beklemeye başladım. Ancak en ufak bir çıt sesi dahi gelmiyordu. Aras ya da Yavuz gelmiş olsaydı çoktan salona girmiş olurlardı. Hiç olmadı Yeliz'in sevinç dolu "Hoş geldin." diyen sesini duyardım. Bu sessizlik hiç hayra alamet değildi. Bir sorun olup olmadığına bakmak için yerimden kalktım. Antreye yürürken "Yeliz kim gelmiş?" diye seslenirken kapıdan çıktığım esnada gördüğüm kişiyle olduğum yerde kaldım.

 

"O kadar şeyin üzerine bir sen eksiktin." diye avazı çıktığı kadar bağıran iç sesim sakin olma konusunda bana hiç yardımcı olmazken içimdeki öfke dolu yanardağ patlamaya hazır olduğunun sinyalini vermeye başlamıştı. Senelerdir bir sorun olmadıkça evimin yolunu bilmeyen kadın şimdi neden gelmişti acaba? Huzurumu kaçıracak ne yumurtlayacaktı?

 

Onu gördüğüme memnun olmadığımı belirten ifademi takınıp iğneleyici çıkan sesimle "Anne." dedim. Her zamanki gibi pahalı cicilerini giymiş, babamın ona aldığı takılarını takmış, yüzüne yaptığı bir kilo makyajı ve tepeden bakan gözleri ile çat kapı evime gelmişti. Bütün küstahlığım ile sırıtıp "Bu gelişini neye borçluyuz?" deyip duraksadım. Elimi çenemde gezdirirken "Pardon yanlış soru. Yine ne söyleyerek tadımı kaçıracaksın acaba? " diye sordum.

 

Küçümseyici bakışlarını Yeliz'in üzerinden çekip aynı ifade ile beni baştan aşağıya süzdü. "Her şeyi yapan sen ama tadını kaçıran ben öyle mi Küçük Hanım. Yaptığın rezilliği konuşmak için geldim." Eve doğru girerken bir taraftan elindeki eldivenleri çıkarıp diğer taraftan azarlar ses tonuyla "Senin yüzünden Milano tatilimi yarıda kesmek zorunda kaldım. Umarım bu yaptığından pişmansındır Küçük Hanım." dedi.

 

Babamın apar topar yurt dışına kaçmasından mı bahsediyordu yoksa hastanede onun yerine Hamdi Yiğitsoy'u seçmemden mi bahsediyordu anlamasam da annemi huzursuz etmiş olmamla gurur duyuyordum. Söyledikleri karşısında sırıtarak ona baktım.

 

Azarlayan sesiyle "Yaptıkların marifetmiş gibi bir de gülüyor musun Sena?" deyince daha fazla sakin kalamayacağımı anlamam uzun sürmedi. Gülümsemem yüzümden silinirken sertleşen bakışlarıma eşlik eden imalı sesimle "Olayların üzerinden uzunca bir zaman geçtikten sonra rahatını bozup İstanbul'a gelmek zorunda kaldığın için kusura bakma anne." dedim.

 

Bozulan yüzünden bakışlarımı çekip baştan aşağıya süzdükten sonra küçümseyici bakışlarımı tekrar yüzünde gezdirdim. "Görüyorum ki gelmek için fazla acele etmişsin. Baksana benim yüzümden elin ayağın birbirine girmiş, stresten kırışıklıkların artmış. Buruşuk teyzelere dönmüşsün. Çok yazık." yanıtını verdim.

 

Kırışıklığını söyleyene kadar göz ucuyla evimi süzerken söylediğim kelime ile öldürücü bakışları beni buldu. Kirpikleri sinirlendiğini belli eder şekilde titrerken "Küstah." dedi.

 

Biraz önce oturduğum sandalyeyi ondan çevirip bir bacağımı diğerinin üzerine atarak oturdum. Alayla yüzüne bakıp dudaklarımı hafifçe büzdüm ve başımı yaramazlık yapmış çocuk edasıyla yana yatırdım. "İltifatın için teşekkürler anne. Her zaman ki gibi ağzından bal damlıyor. Şimdi geliş sebebini öğrenebilir miyim?"

 

Küçümseyici bakışlarına sinirli yüz ifadesi eklenirken "Geliş sebebim belli değil mi Sena? Babanı o insanların önünde küçük düşürmeye nasıl cüret edersin? Türkiye'den kaçar gibi gitmesine nasıl izin verirsin? Ne kadar üzüldüğünü biliyor musun?" diye sorunca rahatsız edici bir kahkaha koyuverdim. Annem tepkimi anlamaz halde bana bakarken ben de kahkahamı bastırmaya çalışıyordum.

 

Bakışlarım anneme sabitlenirken bir anda değişen ruh halimle kaşlarım çatıldı. "Babam ve üzülmek öyle mi? Ne zamanda beri hisleriniz var? Ne zamandan beri üzülebiliyorsunuz?" derken sesim yükselmeye başlamıştı.

 

Ateş püsküren gözlerimi gözlerine dikip "Edepsizlik ediyorsun ama Sena." deyince oturduğum sandalyeden kalktım.

 

Öfkemi kontrol altında tutmaya çalışsam da artık çok geçti. Sabrım taşmıştı artık. Bunca zaman beni iyi misin diye bir kez bile aramayan kadın evime hesap sormaya geliyordu. Birde üstüne üstelik suç makinesi olan şerefsiz babamı neden savunmadığımın hesabını sorup haddimi bildirmeye çalışıyordu. Öyle yağma yoktu. Madem buraya kadar gelmişti duyması gereken her şeyi duyduktan sonra evimden siktir olup gidecekti.

 

"Edepsizlik ediyorum öyle mi? Sizin o kadar yaptığınız edepsizlik değil ama ben edepsizlik ediyorum."

 

Öfkeme bunca yıldır görmediğim aile sevgisi de eklenirken engel olmaya çalışsam da başaramadığım acı çeken sesimle "Ben klinikte 8 ay yattım. Koskoca 8 ay! O süre zarfında sen neredeydin anne? Babam neredeydi? İntihar ettim. İlk görmem gereken sizlerken neredeydiniz? Dur sen yorma kendini anneciğim ben söyleyeyim. İtalya tatilinde aşk tazeliyordunuz."

 

Cevap vermesi için durdum. İfadesizce bakmaya devam ediyordu. Bu bakışları daha da sinirimi bozarken içimde biriktirdiğim her şeyi söyleyip kurtulmak istemekte ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anladım.

 

"Peki en önemli şeyi sorayım anne? Abim.." derken gözümden yaşlar süzülmeye başladı. " Abim ölmeden önce siz neredeydiniz? Benim abim niye öldü? Niye benle Kerem'den başka abim için ağlayan olmadı? Niye bizim dışımızda hayatı kararan olmadı?"

 

 

Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu artık. Panik atağım kendini göstermeye başlamıştı. Titreyen bedenime aldırmadan akan yaşlarımdan ıslanan dudaklarımı ısırdım. Güçlü bir nefes alıp "Sevdiğim adam cezaevine girdi anne benim. Günlerce sana yalvardım. Babama yalvardım. Ne isterseniz yaparım dedim. Ama siz benim için parmağınızı bile kıpırdatmadınız. Onu da beni de ölüme terk ettiniz." duraksadım.

 

"Sizin umursamazlığınız yüzünden o öldü. Onunla beraber ben de öldüm anne. Tek farkımız neydi biliyor musun? Onun üzerine toprak attılar benim üzerimeyse senelerdir taşıyamadığım aklıma da kalbime de ağır gelen bu vicdan azabını."

 

Yüzünde gram üzüntü aradım. Yoktu. Duyduklarından sonra daha da öfkelendiğini belli eden yüz kasılmaları dışında en ufak bir değişim yoktu. Ağlamam zerre kadar canını acıtmıyordu. Aşağılar bir tavırda göz süzüp "Bulmuşsun işte o çulsuz gibi işe yaramaz, ailemize uygun olmayan birini. Neydi adı?" diye sordu.

 

Biraz önce çöken omuzlarımı dikleştirip göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim. Onun adını duymak bile güçlü hissetmemi sağlıyordu. Gözlerinin içine yıkılmadığımı göstererek bakıp kendimden emin çıkan sesimle "Aras. Aras Yiğitsoy." dedim.

 

Başımı kaldırıp gözlerinin tam içine meydan okurcasına baktım. " Ve sanırım haklısın. Evet buldum. En baştan beri bulmam gerekeni buldum. Sizin böcek gibi ezip geçemeyeceğiniz birini buldum. Yaptığınız ya da yapacağınız her kötü şeyin, sokaklarda zehirlediğiniz her masum canın hesabını soracak olan adamı buldum." derken yüzü renkten renge girdi.

 

Haklı olduğumu biliyordu. Selim'e yaptıklarının zerresini Aras'a yapamazlardı. Aras onlardan çok daha güçlüydü. Aras'ın bu gücü ise nedensizce içimi rahatlatıyordu. Sanırım ona bir zarar gelmeyeceğini bilmenin etkisiydi bu.

 

Gülümseyerek ona bakıp "Ben bu hayatta sahip olduğum her şeyi kaybettim o yüzden Semra Eroğlu bu saatten sonra kaybedeceğin şeylerden sen kork. O camdan şatonun yıkılmasına az kaldı." dedikten sonra elimle kapıyı gösterip "Şimdi defol evimden. Bir daha da gelme." dedim.

 

Yüzüme sabitlenen iğneleyici ve öfke dolu bakışlarını topuklu ayakkabısını sertçe yere vurarak sonlandırdı. O hızla çıkışa yönelirken bende daha fazla güçlü duramayarak biraz önce kalktığım sandalyeye yığıldım. İçimden bağıra bağıra ağlamak geliyordu.

 

Kapanan kapı sesiyle Yeliz yanıma gelip kollarını sıkıca boynuma doladı. "Sırf karışmamam için defalarca uyardın diye sustum, yoksa ağzını yırtıp köşeye bırakacaktım." dedi. Söylediğine bir şey demeyerek boynumda dolalı olan kollarını sıkıca kavradım. Sanki herkes canımı yakmak için sözleşmişti ve sırayla planlarını uygulamaya koyuyorlardı.

 

********************

 

Dün öğlen olanlardan sonra Aras'ı arayıp öğleden sonrası için de izin almıştım. Bütün soğukluğu ile bir sorun olup olmadığını soran Aras'a gerekli açıklamayı yaptıktan sonra telefonu kapatmış ve bütün günümü uyuyarak geçirmiştim.

 

Bu gün ise yeni bir gündü ve ben ayakta kalabilmek için güçlü olmak zorundaydım. Kararı nasıl tek başıma aldıysam bedelini de tek başıma ödemek için güçlü olmak zorundaydım. Dün olanları bir nebze unutup galeriden içeriye adımımı atarak odama doğru yürüyordum ki Yavuz'un "Sena" diyen sesini duydum.

 

Yavuz'un aldığı darbeler büyük olmasa da sanırım Aras aradığı haini bulamamanın öfkesini ondan çıkarmasın diye Hamdi Yiğitsoy, Yavuz'un 2 hafta kadar dinlenmesine karar vermişti. Ama o buradaydı. Bakışlarım hayretle ona dönerken "Galeriye gelmek için biraz acele etmemiş misin sanki?" diye sordum. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Seninle konuşmak ve olabilecek olayların önüne geçmek için gelmem lazımdı. Müsaitsen konuşabilir miyiz?"

 

Ne konuşacağını biliyordum. Benim en büyük problemini konuşacaktık. Yavuz'un bu korumacı tavrı hoşuma giderken elimle odanın kapısını işaret ederek "Elbette. Bende bu konuşmayı bekliyordum." dedim. Yavaş adımlarla odaya ilerleyip masamın karşısındaki koltuğa oturunca bende yerime geçtim.

 

Yüzüne samimi bir tebessümle bakıp "Öncelikle sırf benim için buraya gelmiş olmana minnettarım." Derin bir nefes aldım. "Söyleyeceğin şeyleri tahmin edebiliyorum. Lakin bunu yapmak zorundaydım Yavuz. Onu karanlıktan çıkarmaya çalışırken seni mezara onu cezaevinin soğuk hücrelerine göndermemek için bunu yapmak zorundaydım. Sizin için yaptım. Sizi korumak için yaptım. Aras, Fırat ile inatlaşmaya devam etseydi...."

 

"Beni öldürecekti." diyerek cümlemi tamamladı. Gözlerimin içine beni anladığını bildirir şekilde baktı. "Ben seni anlıyorum Sena. Ancak Aras seni anlamaz. Senin neden böyle davrandığından çok ondan sakladığın gerçeğe takılır. Aras için nedenlerin bir önemi yoktur, önemli olanlar sonuçlardır."

 

Masanın üzerine dirseklerimi koyup ellerimi başımın arasına aldım. Ağlamaya yakın çıkan sesimle "Biliyorum. Lanet olsun ki biliyorum." dedim. Aklıma gelen düşünce ile başımı hızla kaldırıp endişe içinde Yavuz'a baktım. 1 haftadır kafamın içerisinde dönüp duran sorunun cevabını almak istiyordum. "Yavuz, bu yaptığımı duyarsa yine gider mi?"

 

Gözlerine hüzün bulutları yerleşirken "O gitmez Sena." susup sıkıntılı bir nefes aldı. "Sen gidersin. Belki İstanbul'dan değil ama onun hayatından ebediyen sen gidersin." deyince boğazımda bir yumru hissettim. Bu kadarını gerçekten yapar mıydı? Onu korumak için Fırat ile anlaşmam yüzünden bana bu kadar ağır bir ceza keser miydi? Bu konuyla ilgili kendime istediğim soruyu sorabilir istediğim kadar sorgulayabilirdim. Ancak tüm bunların cevabı belliydi. Evet. Aras ona ihanet ettiğimi öğrendiğinde bunların hepsini yapardı.

 

Paramparça olan kalbimdeki her parça göğsüme saplanırken "Yavuz, ben onu kaybetmek istemiyorum." diye fısıldadım.

 

"Bende kaybetmeni istemiyorum Sena. Aras farkında değil, belki sende farkında değilsin ama sen onun karanlığına iyi geliyorsun." Gülümsedi. "Sizin ayrılmanız demek ayrı ayrı felakete sürüklenmeniz demek. Buna izin veremem. Sadece ben değil Hamdi Babalar da izin vermez."

 

Utançtan renkten renge girerken "Onlar biliyor mu?" diye sordum.

 

Kaşları havalandı. Önce düz bir çizgi halini alan dudakları konuşmak için aralandı. "Biliyor. Aras'ın fırtınasını dindirmek için Hamdi Babadan yardım almam gerekeceği için söylemek zorunda kaldım." Gözlerim yavaşça kapanırken yer yarılsa da içine girsem diye düşünmeden edemedim. Ömrü hayatımda asla şuan olduğu kadar utanmamıştım.

 

"Hamdi Baba kızmadı. Ters tepki de vermedi. Sadece 'Keşke benimle paylaşsaydı başka bir çözüm bulurduk.' dedi." deyince derin bir nefes verdim. En azından onlar beni anlamıştı. Parmaklarımı birbiri arasına koyup ezerken "Haklarını nasıl öderim hiç bilmiyorum." dedim.

 

Hafif bir tebessümle dudakları kıvrılan Yavuz "Basit. Aras ile ayrılmadan evlenmeyi becerip bir de üstüne küçük Yiğitsoy'u kucaklarına verirseniz haklarını ödemiş olursun." dedikten sonra göz kırptı. Yavuz'un söyledikleriyle dünkü kusma olayı aklıma gelince karnımda kelebekler uçtuğunu hissettim. Dün böyle bir şeyin olmasını istemesem de şuan Aras'ın küçük bir parçasını istiyordum. Aras olmadan hayatıma devam etmek zorunda kalırsam en azından ondan bir parça hep yanımda olurdu.

 

Yanaklarımın utançtan alev aldığını hissederken konuyu değiştirmek için "Şimdi ne yapmam gerekiyor?" diye sordum.

 

 

"Başkasında duymadan her şeyi anlat ona. Hattanenin yerini senin Savcıya söylediğini ve aranızda bir anlaşma olduğunu senden duyması lazım."

 

"Yavuz benimle olacak olanları geçtim ama Aras, Fırat'ın benimle anlaştığını duyarsa onu öldürür." dedim.

 

Çaresizlik içinde çıkan sesiyle "Öldürmesini engellerim için rahat olsun. Ama dudaklarını iğne iplikle dikerse karışmam. Hem seni zorla öpmesi hem de hala senle konuşması Aras için bardağı taşıran son damla olacak." deyince ellerimi masaya vurup geriye yasladım. Pes der gibi sitemle yüzüne baktım.

 

"Şaka yapıyorum Sena. Korkma ben Aras'ı engellerim." dedi. Şakasına gülmezken onun Aras'a engel olacağını duymak az da olsa içimi rahatlattı.

 

"Sen söylemezsen bunu ona Fırat söyleyecek Sena. O adi herif Aras'ın gelmesini bekliyor. Aras ona gitmeyince o Aras'a gelecek. Kaçtığın sonun üzerine birde seninle olan sonunuz eklenecek." dedi.

 

Haklıydı. Ne yazık ki söylediği her şeyde haklıydı. Gözlerine acıyla baktım. "Başka yolu olmalı Yavuz."

 

Başını öne eğdi. Parmakları ile iki yaparken "İki yolu vardı. İlki senin herkesten önce babaya gelmen. Bu kadar büyük bir anlaşma yapmadan önce babadan akıl almandı." deyince bütün vücudum pişmanlık dalgasına girdi.

 

"Sen ilkini yapamadığına göre ikinciyi yapmak zorundasın Sena. O başkasından öğrenmeden ona sen söyle." Yerinden yavaşça kalkıp "Ben Aras'ın yanına gidiyorum. Sen gücünü toplayıp geldiğinde de onun yanında olacağım. Savcı'ya yapacaklarına şu an için engel olsam bile ilerleyen zaman da engel olamam ama sana olan öfkesini baskılayabilirim" deyince minnetle ona bakıp "Teşekkür ederim." dedim.

 

"Bir şey yapmadım ki." cevabını verdikten sonra odadan çıkmak için ilerliyordu ki "Yavuz." diye seslendim. Olduğu yerde durup bana döndü. "Sırası değil biliyorum ama dün annem geldi. Aras ve babamla ilgili bir sürü şey söyledi gitti. O an fark etmedim ama sonradan dikkatimi çekti. Ne annem ne de babam Aras ile Selim arasındaki benzerliğin farkında değil. Bu nasıl oldu?"

 

Acıyla karışık güldü. "Bana o kadar fotoğraf gösterirken kendisi hiç mi fotoğraflarına bakmadı Selim'in diyorsun." deyince başımı evet anlamında salladım." Ellerini cebine sokup olduğu yerde hafifçe sallandı.

 

"Baban, Selim gibi üç kuruşluk adamların yüzünü merak eder mi sence Sena?"

 

 

"Etmez."

 

"O yüzden gasilhanedeki fotoğrafları asla görmedi. Emri altındaki bir adama emir verdi ve o adam doktoruna fotoğrafları ulaştırdı." deyince "Anladım." dedim. Dudakları küçük bir tebessümle kıvrılırken cesaret vermek istercesine gözlerime bakıp "Seni bekliyorum." diyerek odadan çıktı.

 

Başımı tekrar ellerimin arasına alıp masadaki kağıtların üzerine düşen göz yaşlarımı izledim. Artık ne tutmaya çalıştığım yaşlarıma ne de düşüncesizce yaptığım hareketlere engel olamıyordum. Bir şeyler iyi olsun diye uğraşırken daha da içinden çıkılmaz hale gelmesine sebep oluyordum. Bir insan nasıl bu kadar beceriksiz olabilirdi.

 

Bir süre ağladıktan sonra masanın üzerindeki peçeteye uzanıp göz yaşlarımı sildim. Burada daha fazla oyalanmadan gücümü toplayıp Aras'a olanları anlatmam gerekiyordu. Her hatanın bedeli vardı ve benim o bedeli ödeme zamanım gelmişti.

 

Yerimden kalkıp omuzlarımı dikleştirerek odadan çıkmak için ilerledim. Cam kapıdan gördüğüm kadarıyla yüzünde sahte bir kızgınlık olsa da keyfinin yerinde olduğu belliydi. Bir haftadır ilk kez bu kadar keyifliydi ve ben onun keyfinin içine edecektim. Aklıma gelen vicdan azabı ile gözlerim buğulanırken boğazımdan aşağıya sokulan kızgın demirle ruhum kıvranıyordu.

 

Kapıyı tıklatıp cam kapıyı açarak sıkıntılı çıkan sesimle "Konuşabilir miyiz?" diye sordum. Keskin mavilikler gözlerimle buluşurken onu ne kadar özlediğimi ve ona ne kadar aşık olduğumu bir kez daha anladım. Kalbim görünmez bir el tarafından kağıt parçası gibi ikiye ayrılırken ağzımda biriken sanki tükürük değil de kandı.

 

Tek istediğim eve gidip ona sıkıca sarılmak ve omzuna başımı gömüp saatlerce ağlamaktı. Ama yapamıyordum. Ne olduğunu anlamak için yüzümü inceleyen Aras tedirginleşen sesiyle "Tabi Avukat. Sorun ne?" dedi.

 

Bir cevap vermeden karşısındaki koltuğa geçtim. Yapacağım açıklama için gücümü toparlamaya çalışıyordum ki Aras'ın "İkinizin karın ağrısı aynı anlaşılan. Neler oluyor?" diyen sesi kulaklarıma doldu. Başımı kaldırıp ona baktığımda ciddiyetle bir Yavuz'u bir beni süzdüğünü gördüm.

 

Lal olmuştum. Kelimeler ağzımdan çıkmazken Yavuz imdadıma yetişip "Bir karın ağrısı yok abi. Sadece bir şey oldu." dedi. Duraksayıp yüzüme baktı. Bakışlarını tekrar Aras'a çevirip "Abi bir olay oldu. Daha doğrusu olmuş. Sena kötü bir olayı iyi sonuçlandırırken yanlış bir şey yapmış. Şimdi de onu düzeltmek için geldi." dedi.

 

Bakışlarını Yavuz'dan çeken Aras bana sabitlerken "Düzelt bakalım Avukat. Seni dinliyorum." deyince dondum kaldım. Aklımdaki bütün kelimeler uçtu gitti. Odaya derin ve rahatsız edici bir sessizlik çökerken saatin tik tak sesi bir bombanın geri sayıma geçtiğinde yaratabileceği gerginliği yaratmıştı üzerimde.

 

Bütün gücümü toplayarak ciğerlerime kocaman bir nefes aldım. Sözcükler ağzımdan çıkmaya hazır olduğu esnada Aras bakışlarını benden çekti. Kıstığı mavilikleri ile kısacık bir an dışarıya baktı. Sonrasında ayağa kalkıp pencerenin önüne yürüdü. Omuzları sinirlendiğini belli eder şekilde kasılırken burnundan derin bir nefes verdi.

 

Hızla dışarıya yöneldiği esnada bana döndü. Gözlerime diktiği mavilikler nefesimi keserken keskin çıkan sesiyle "Avukat, burada kalıyorsun. Ne olursa olsun dışarıya çıkmayacaksın." dedi. Kaşlarım hızla çatılırken neler olduğunu anlamayarak yüzüne baktım. Sinirli bir nefes verip hırlar gibi çıkan sesiyle "Avukat duydun mu beni?" diye sordu. Hızla başımı salladım.

 

Oturduğum koltuktan hızla kalkarak neler olduğunu anlamak için pencerenin önüne yürüdüm. Kapının önünde bekleyen kalabalıktan başka bir şey dikkatimi çekmezken parmak uçlarımda yükselerek daha fazla şey görmeye çalıştım. Lakin bir işe yaramadı. Düşününce yaptığımın gereksiz bir çaba olduğunu fark etmem de uzun sürmedi.

 

Arkamdaki Yavuz'un koltuktan hışımla kalktığını hissedince ortamda yayınlan gergin hava tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu. Hızla arkamı döndüm. Bakışlarından çaresizlik ve öfke karışımı bir ifade akarken "Savcı gelmiş." diyen endişeli sesi kulaklarıma doldu.

 

Çaresizliğin girdabına düşen ruhum oradan oraya savrulurken yaşlarımda usulca yanaklarımdan süzülmeye başladı. İçimde oluşan küçük ihtimali dillendirerek "Belki söylemez." deyince başını iki tarafa olumsuz anlamda sallamakla yetindi. Yavuz başka bir şey demeden odadan çıkarken bende pencereden dışarıya bakmak için olduğum yerde döndüm.

 

Pis pis sırıtan Fırat, Aras'a bir şeyler anlatırken Aras'ın öldürücü bakışları bir saniyeliğine de olsa pencereden tarafa döndü. Camlarda film olduğu için beni görmemesine rağmen orada olduğumu biliyordu.

 

Kalbim tekledi. Bilinçsizce bir kaç adım geri attım. Kulaklarımın içi uğuldama sesiyle dolarken dizlerimin bağı çözüldü. Güçlükle ayakta duruyordum. Ancak yıkılamazdım. Yapamazdım. Aras'a neden böyle bir şey olduğunu açıklamak ve kendimi affettirmek zorundaydım. Olan ya da olacak olan her şeye razıydım. Daha doğrusu razı olmak zorundaydım.

 

Yavuz yanlarına yaklaşırken Aras elini kaldırarak Yavuz'u durdurdu. Bir süre sonrasında da Fırat'ın yüzünde ki gülümseme silinirken Aras'ın yüzünde bir gülümseme belirledi. Sahte bir gülümseme . Omuzlarının yay gibi duruşu onun hala sinirli olduğunu gösteriyordu.

 

Sakin geçen konuşma fazla uzun sürmezken Aras sağ yumruğunu Fırat'ın çenesine doğru geçirdi. Ağzımdan bir çığlık kaçarken elimi dehşete düşmüş halde ağzıma kapattım. Saniyeler içerisinde Fırat'ın adamları silahını çıkarıp Aras'a doğrulturken aynı hareketi Aras'ın adamları da yaptı.

 

Aras, savrulan Fırat'ın üzerine doğru yürüdüğü esnada Yavuz, Aras'ın önüne geçerek onu gövdesinden sıkıca kavradı. Fırat'tan uzak tutmak için çaba harcarken bir taraftan da bir şeyler söylüyordu. Aras, Yavuz'u söylediklerine ikna olmuş olacak ki onu sıkıca kavrayan Yavuz'u hızla itti. Parmağını sallayarak Fırat'a bir şeyler söyledikten sonra galerinin içerisine doğru yöneldi.

 

Ben Aras'ın hemen içeriye gelmesini beklerken Fırat'ın arabası galerinin önünden ayrılana kadar görünmedi. Araç galeri bahçesinden çıktığı gibi "AVUKAT" diyerek tüm galeriyi inleten kükremesi kulaklarıma doldu. Sıktığım dişlerimin arasından öfkeyle "Allah belanı versin Fırat." diye mırıldanırken gözlerimi sıkıca kapattım.

 

 

Hızla açılan kapanın esintisi ile gözlerim açıldı. Aras cam kapıyı sinirle çarpınca kapı önce büyük bir şıngırtı koparıp parçalar halinde yere döküldü. Yutkunarak sinirden kızaran mavi gözlerine baktım. Derin maviliklerin içerisinde küçücük de olsa bir aydınlık arasam da zifiri karanlıktan başka bir şey göremedim.

 

Yüzüme nefretle bakan Aras "Bana bunu nasıl yaparsın Avukat? Bana nasıl ihanet edersin? Savcıya hattanenin yerini nasıl söylersin?" deyince gözlerim kapandı. Öğrenmişti. Ben söyleyemeden o öğrenmişti. Tüm dünyam durmuş ve ruhum resmen yıkılmıştı. Sonun başlangıcına gerçekten gelmiştim.

 

BOMBA GİBİ BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. 🦋ARAS HER ŞEYİ ÖĞRENDİ. NE DERSİNİZ SENA'YI AFFEDER Mİ?🤷🏻‍♀️

 

UMARIM BÖLÜMÜ BEĞENMİŞSİNİZDİR... YILDIZLARI PARLATMAYI UNUTMAYALIM....🦋🦋

Bölüm : 13.09.2025 13:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...