
YILDIZI PARLATMAYI UNUTMAYIN...🦋
Sena
Takılan serum bütün gücümü geri kazandırırken odanın içinde öten saatin tik tak sesi ile huzursuz bir şekilde olduğum yerden doğruldum. Saatin sesi tıpkı bir saatli bombanın yarattığı huzursuzluğu yaratıyordu üzerimde. Saatten gelen her tik tak sesi belki bir saatli bombanın geri sayımı değildi lakin benim için başlayan bir geri sayımın habercisiydi. DOĞUM.. Daha aylar olmasına rağmen geri sayımım sanki beynimin içinde başlamış benimse bu geri sayıma karşı koymam gerekiyordu.
Bulanan zihnimin dumanlı havasını dağıtmak için baş ucumda duran ateş ölçere uzanıp alnıma tuttum. 36.5 görünce derin bir nefes verdim. Ateşimiz düşmüştü. Sonunda bebeğim ve ben iyiydik. Ona verdiğim bir zararı daha görmeye dayanamazdım. Daha ilk dakikadan kötü bir anne olmuştum zaten daha fazlasına gerek yoktu. Bu sebeple de bebeğim için güçlü olmak zorundaydım.
Elimi karnımda mutlulukla gezdirip "Görünen o ki iyiyiz anneciğim. Sayısız kez düşüncesiz davrandığım için de ayrıca özür dilerim senden." derken başını kaldırıp omuzlarımı dikleştirdim. Karşımda biri varmış gibi "Ama artık işler değişti. Annen fevri çıkışlarını, düşüncesiz tavırlarını bir kenara bırakacak ve sana hak ettiğin anneliği yapacak. Şu an itibari ile daha iyi olacağımız günlere girmiş bulunuyoruz meleğim." derken kendimi meclis kürsüsüne konuşma yapmak için çıkmış milletvekili gibi hissettim.
Bu halime tebessümle gülerken odanın kapısı tıklatıldı. Gülümsemem doğduğu hızla yüzümde soldu. Gelenin Aras olduğunu düşündüğüm için oturduğum yatakta tekrar yatar pozisyona geçip gözlerimi sıkıca kapattım. Bebeğim ile yaptığım konuşma içimi o kadar ısıtmıştı ki Aras'ın soğuk bakışlarıyla bu sıcaklığı söndürmesine hiç niyetim yoktu. Uyuyor gibi davranmak en akıllıca olan davranıştı. Kapıdan bakıp uyuduğumu görür sonra da defolup giderdi.
Kapı yavaşça açıldı ve içeriye birisi süzüldü. Usul adımlarla yatağa yaklaştı. Tabi ya bunu nasıl düşünememiştim? Uyuduğumu düşündüğü için ateşimi kontrol edip çıkacak olmalıydı. Göz kapağımın hareketlerinden uyumadığımı anlama riski vardı. Hızlanan nefesimi sakin tutmaya çalıştım. Kalbim deli gibi atıyordu. Yüzüme düşen gölge ile birlikte Yeliz'in "Sena" diyen yumuşak sesini duymam bir oldu.
Yatağımdan hızlıca kalkıp ondan tarafa döndüm. Bana doğru eğilen Yeliz'e sıkıca sarılmak için uzanırken oda yatağa oturdu. Kendimi güvenli kollara bırakıp ağlamaklı çıkan sesimle "Yeliz" diyebildim. Canım çok yanıyordu ve benim tek kelime daha etmeye gücüm yoktu.
Sıkıca beni sarmalarken "Canımmm." diyerek acı içinde inledi. Beni rahatlatmak için saçlarımı okşamaya başlayan Yeliz saçımın üzerine de küçük öpücükler bırakıyordu. Bir süre sessiz kalarak kucağında ağlamama izin verdi. Ne kadar geçtiğini bilmediğim zamanın sonrasında beni kollarından ayırdı.
Güven dolu bakışları yüreğimi okşarken "Ağlamak yok, ben buradayım. Ve senin de bildiğin gibi biz bir aradaysak her zaman güçlüyüzdür. Kimse bizi yıkamaz" deyip bana doğru eğildi. "O kıçı kırık mafya babası sevgilinde buna dahil." diye fısıldadı.
Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirirken bende ona doğru eğildim. Fısıltı gibi çıkan sesimle "Topuğuna sıkma ihtimali yüzünden mi fısıldayarak söylüyorsun bunu?" diye sordum. Yüzü memnuniyetsizlikle buruşan Yeliz umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Ne münasebet. Sadece baldızının onun hakkında söylediği hakaretleri duymasını istemedim o kadar."
"Eminim öyledir." derken dudaklarımı alayla aşağıya doğru büküp başımı salladım. Tavrımı takmayan Yeliz "Hem senin.." derken arkasındaki komodinden tarafa döndü. Eline aldığı makyaj temizleme suyu ve pamukları bana doğru sallarken "Gibi yüz bakımına dikkat eden bir kadına akmış makyajla durmak yakışıyor mu hiç? Hemen o adi kansorejen maddeleri yüzünden temizlemeliyiz." deyince onun bu haline gülmeden edemedim.
Şefkatle yüzüme bakıp "Hep böyle gül işte." dedi. Her zaman birbirimizi nasıl mutlu edeceğimizi bilirdik. Birlikte güler, birlikte ağlardık. Zaten kardeşlikte bu değil miydi? Başımı tamam anlamında salladığımı görünce elindeki pamuğa makyaj temizleme suyundan döküp yavaşça yüzümü silmeye başladı. Parmaklarını o kadar yavaş değdiriyordu ki sanki camdan bir heykeldim ve sert dokunsa tuzla buz olacaktım.
Tepkisiz bir halde sessizce işinin bitmesini bekledim. Elindeki pamukları katlayıp yanındaki komodinin üzerine bıraktı. Sonrasında da şişenin kapağını kapatıp aynı yere bıraktı. Yüzüme dikkatle baktı. Konuşma zamanı gelmişti ancak benim konuşmaya cesaretim yoktu. O ise haklı olarak benden bir açıklama bekliyordu. Ona dahi söylemeden bebeğimi neden aldırmaya karar verdiğimi duymak istiyordu. Belki de bana kızgındı.
Yeliz'in de Aras gibi bana kızgın olmasına dayanamazdım. O, beni bu hayatta anlayan tek insandı. Yaptığım salaklık yüzünden de o insanı da kaybetmek istemiyordum. Bir hatanın bedelini bütün sevdiklerini kaybederek ödememeliydi insan. Başımı yere eğip gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Titrek bir nefes verip bütün cesaretimi toparlayarak "Sende bana kızgın mısın?" diye sordum.
İşaret parmağı ile çenemden tutup başımı kaldırdı. Gözlerinde biriken yaşlar usulca yanaklarından çenesine ulaşırken "Tabi ki de kızgın değilim Sena. Sadece birazcık kırgındım. Ama kapıdan girip önce Aras'ın halini sonra da seni görünce oda geçti." dedi. Aras'ın halinden korkmuş muydu yoksa onun için üzülmüş müydü? Biraz önce verdiği tepkiyi, hatırlayınca -KIÇI KIRIK MAFYA- ikisi de olmadığına karar verdim. Aras'a sinirliydi.
Verdiği cevaba inanmadığım için kaşlarım havalanırken "Emin misin?" diye sordum. Ben olsam bana KESİN kızardım ama Yeliz gerçekten de kızgın gibi durmuyordu. Gözyaşlarını eliyle silip başını aşağı yukarı salladı. "Eminim. Sana kızgın değilim." Eli karnıma doğru uzandı. "Hele de sen bu minik kasırgaya hamileyken hiç değilim?"
Gözlerim kısılırken kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. "Minik kasırga mı? Aşk olsun Yeliz bebeğime kasırga mı diyorsun?" Gözyaşları arasında kahkaha atan Yeliz "Hiç kusura bakma ama Aras'tan olan bir bebeğin akıllı uslu olmasını beklemiyorduk değil mi?" deyip eliyle karnımı ovuşturdu. "Senin bu ufaklık bütün doğal afetleri bedeninde bulunduracak. Küçük doğal afetim benim."
"Pes ama teyzesi. Benim meleğim asla öyle olmayacak." diyerek tatlı bir itirazda bulunurken dudaklarımda gülümsemeyle kıvrılmıştı. "Annesi gibi akıllı olacak o tamam mı?" diye sorunca Yeliz bir kahkaha daha attı. Kötünün daha kötüsünü söylediğimi o anda fark ettim. Hayıflanırcasına karnıma bakıp "Ah teyzeciğim annenin ne tür bir deli olduğunu unutmuşum. Sen doğal afetlerin de üstü bir şey olacaksın. Toplum böyle bir Yiğitsoy için hazır mı bilemiyorum." dedi.
Dudaklarımdaki gülümseme daha da belirginleşirken başımı yana yatırıp sahte bir kızgınlıkla Yeliz'e baktım. Ellerini teslim olan suçlular gibi havaya kaldırdı. "Tamam, tamam sadece şaka yapmıştım. Toplum sana hazır teyzeciğim." dedikten sonra karnıma doğru eğildi. "Ama genlerin konusunda ne yazık ki ciddiydim." diye fısıldadı.
Sitemle "Sen bebeğimi bana karşı mı dolduruyorsun bana mı öyle geldi?" derken yanımdaki yastığı hemen dibimde duran Yeliz'in kucağına fırlattım. Karnımdaki bebeğime utanmadan bizi şikayet ediyordu. Yastığı kolunun altına sıkıştırırken "Sadece başına gelecekler hakkında uyardım." deyip tekrar karnıma eğildi. Dudaklarını büzerek "Merak etme ama teyzeciğim, zeka küpü, sevgi dolu ve mükemmellik abidesi olan ben her zaman yanında olacağım. Kaçık annene ya da ruh hastası babana benzemene izin vermeyeceğim." dedi.
Onun bu sevimli çıkışına dakikalarca içtenlikle güldük. Daha doğmayan bebeği paylaşmıyorduk. Ve bu savaş şu an yalnızca ikimizin arasındaydı. Daha bu çatışmaya katılacak olan 4 insanın daha var olduğunu düşünürsek gerçekten çetin bir savaş verecektim, bebeğimse gerçekten onu canından çok seven insanların arasında büyüyecekti. Ben sevgi dolu bir ailede büyümemiştim. Sanırım gençken bebek sahibi olmayı istemememin sebebi de buydu. Bebeğimin de benimki gibi bir ailede büyümesini istemiyordum. Ne kadar yanıldığımı şimdi görüyordum. Bütün aileler mutsuz değildi, benim ailem mutsuzdu. Bebeğim ise mutlu olacaktı. İçimden bir sevinç dalgası geçerken gülüşlerim de daha da derinleşti.
Mutlu kahkahalarımız bir süre sonra keskin bir bıçak tarafından kesilmiş gibi sustuk. Sıkıntılı bir nefes veren Yeliz tırnaklarını parmaklarına geçirmeye başladı. Yüzüme kararsızlıkla bakıp başını önüne eğdi. Birkaç saniye sonra tekrar baktı. "Sena peki Aras yumuşamazsa, doğuma kadar değişmezse o zaman ne yapacaksın?"
Kalbim atmayı mı bırakmıştı bana mı öyle geliyordu? Soru karşısında düştüğüm boşluk, yerçekimsiz ortamda uzay maskesi olmadan durmak gibiydi.. Oksijensiz... Dengesiz... Aldığım hava ciğerlerime yetmeyince derin bir nefes aldım. Bunun cevabını bende bilmiyordum. Böyle bir ihtimalde ne yapacağım konusunda en ufak fikrim yoktu. Bebeğimden ayrılamazdım. Onu tek başına bırakıp öylece çekip gidemezdim. Aras'ı karanlığından kurtarmak ise artık sadece bir hayaldi. Tek düşündüğüm bebeğimdi.
Gözyaşlarımdan ıslanan dudaklarımı ısırdım. Gözlerimi sıkıca kapatıp aklımla kalbim arasında ki muhakemeyi bir süre dinledim. Kalbim onun düzeleceğine, her şeyin lehimize işleyeceğini musmutlu olacağımızı söylerken beynim tam tersini söylüyordu. Aras'ın asla düzelmeyeceğini düzelse bile içindeki karanlıktan tam anlamıyla arınamayacağını ve bu karanlığın er ya da geç bebeğimle bana zarar vereceği fikrindeydi. Hayatımda almam gereken en zor karar olsa da bir tercih yapmak zorundaydım.
Gözlerim yavaşça açıldı. Titreyen sesimi kontrol altında tutmaya çalışarak "Eğer bebek 6 aylık olana kadar Aras düzelmezse kaçacağım." dedim. Bakışlarımla onun da gelip gelmeyeceğini sorgulasam da sözcüklere dökemedim. Yeliz'in benimle gelmek isteyip istemediğini bilmiyordum. Yavuz vardı. Ona beslediği hisler vardı. Ondan ayrılmak istememek en doğal hakkıydı. Gelmek istemezse diye ödüm kopuyor olsa da güçlü durmaya çalıştım. Benimle gelmesi için ona baskı kurmaya hakkım olmadığının farkındaydım ama o benim kardeşimdi ve böyle bir şeyi onsuz yapamazdım.
Gözleri kocaman açılırken duyduklarının doğru olup olmadığını idrak etmeye çalışıyordu. "Kaçacaksın!" dedi. Başımı evet anlamında salladım. Başka çarem yoktu. Eğer Aras 4 ay içerisinde tek suçlu benim olmadığımı kabul etmez ve her şey düzelmezse kaçacaktım. Bebeğimden ayrı kalmayı kabul edemezdim. Ölürdüm de Aras'ın onu benden almasına izin vermezdim. Beni evlat hasretiyle yakmak istediği ateşte onu yakar, buralardan çeker giderdim.
Gözleri kısıldı. "Kaçacağız demek istedin sanırım. Bensiz nereye yiyorsun daha doğrusu gidiyorsunuz Sena Hanım. Bu zamana kadar nasıl her şeyi beraber yaptıysak bundan sonra da beraber yapacağız." Muziplikle beni süzerken "Ben beraber hamile kalırız çocuklarımız birlikte büyür diyordum ama olmadı. Ben ilişkimi yoluna koyamadan sen yataklarda kendinden geçip hamile kaldın ama neysee." dedi. O kadar şaşkındım ki söylediklerine tepki bile veremedim. Gözlerim kocaman açılmış duyduklarıma inanmaya çalışıyordum. Benimle mi gelecekti? Ben teklif etmeden o gelmeye mi karar vermişti? Konuşmayı unutmuştum. Bir şey diyemeden gözlerine öylece bakakaldım.
Halim onu etkilemezken düşünceli bir şekilde saçlarını karıştırdı. Tereddütlü bir bakışla gözlerime bakıp "6 ay çok değil mi? Buradan gidince kendimize bir düzen kurmamız lazım. 6 aylık halinle çok kıpırdama şansın olmaz ayrıca da 6 aylık senin uçağa binmesini mantıklı bulmuyorum. Erken doğum olabilir. En fazla dördüncü aya kadar bekleyelim sonra da kaçalım." dedi. Bir mafya babasının elinden kaçacaktık ve bu işin sonuçları Yeliz'in zerre umurunda değildi. Ama haklı olduğu da bir şey vardı 6 ay gerçekten de geçti.
Derin bir nefes verirken yüzümde sıcak bir gülümseme belirdi. Ondan tarafa dönüp sıkıca sarıldım. "Teşekkür ederim Yeliz. Her an, her şartta yanımda olduğun için teşekkür ederim." Sırtımı sıvazlarken "Teşekkür edilecek bir şey yok Sena." dedi. Beni kendinden uzaklaştırıp iki elimi avuçlarının arasına aldı. Bakışlarındaki şefkat yüreğimi ısıtırken "Benim ne senin delirmeni izlemeye ne de yeğenimden ayrılmaya niyetim yok Sena. Madem Aras Yiğitsoy yaptıklarından dolayı sana bir ceza kesiyor bizde Buket şırfıntısını tekneye çağırdığı için ona ceza keseriz. Eğer o kestiği cezadan vazgeçerse bizde vazgeçeriz, yok en büyük ceza kesen benim diye ortalarda gezerse ceza nasıl kesilirmiş görür." yanıtını verdi.
Haklıydı. Bebeğimi aldırmaya karar vermiş olmam hata olabilirdi ama bu hatayı ben tek başıma yapmamıştım. Beni bu hataya sürükleyen Aras'tı. O kadını tekneye çağıran ve benim o manzara ile karşılaşmama sebep olan yine Aras'tı. Evet bunu da kabul ediyorum Aras'a güvenmemek büyük hataydı. Onun söylediği gibi içeri girip ortalığı yakıp yıkmalıydım. Yıkamadım... Yapamadım...
Aras'ın öfkesi ile aşkı karşı karşıya geldiğinde aşkının kazanacağına ihtimal veremediğim için bunları yapamadım. Çünkü benim tanıdığım adam öfkesinin kölesiydi. İhanetin bedelini ihanet ile ödetecek kadar acımasızdı. Ona göre ben Fırat'ı seçmiştim. O da bunun karşılığında Buket'i çağırmıştı. Yani buradan da anlaşıldığı gibi ona güvenmemek ve olayı sorgulamamak dışında en ufak suçum yoktu.
Benim günahımda, suçumda bebeğime karşıydı. Düşünemeyip aldırmaya kalktığım, babasının ve benim hatamın bedelini ödetmeye kalktığım bebeğime...
Vücuduma cesaret hormonu yüklenmiş gibiydim. Omuzlarımdan kalkan yük sonrası rahatlamak için derin bir nefes verdim. Karar verilmişti; elimden geleni yapacaktım Aras'a ikimizinde suçlu olduğunu anlatacaktım eğer olumlu sonuç alamazsam gidecektim.
Bu kadar uğraşmamın sebebi Aras'tan korkmam ya da vicdanımı rahatlatmaya çalışmam değildi. Ben bunu bebeğim için yapıyordum. Ben, baba sevgisinden uzak büyüyen boynu bükük, ne kadar özgüvenli görünürsem görüneyim işin özünde özgüveni eksik, kendini dahi sevemeyen bir kızdım. Abimle, Kerem'de öyleydi..
Bir evlat için anne sevgisi başka baba sevgisi başkaydı. Anneden merhameti öğrenen çocuk babadan sevmeyi öğreniyordu. Babanın desteği ile kendi ayakları üzerinde duruyordu. Evet anne bizim her şeyimizi bilen, bizi anlayan, sonsuz sevgisi olan bir kapıydı lakin bir çocuk güvenini babasından alırdı. Küçükken bile anneler değil babalar yarıştırılırdı. Ben, bebeğimde benim gibi sevgisiz büyüsün istemiyordum. Ben bebeğimin süper kahramanını elinden almak istemiyordum.
Ama eğer Aras düzelmezse ne yazık ki en istemediğim şeyi yapacaktım. Aras'a hem benim hem bebeğimizin ihtiyacı olsada bunu yapacaktım. Bebeğim, Yeliz ve ben kendimize yeni bir sayfa açacaktık. Her şeyden herkesten uzak temiz bir sayfa.. Peki ya Yeliz'in kalbindeki sevdası ne olacaktı? Senelerdir benim peşimden oradan oraya savrulduğu yetmemiş miydi? Artık kendi hayatına bakmak zorundaydı .
Kuruyan dudaklarımı ıslatıp güçlü bir şekilde yutkundum. "Yeliz, benimle gelmek zorunda değilsin. Yavuz'u ne kadar sevdiğini biliyorum. Bunca zamandır kendi hayatını yaşamak yerine benim hayatımı yaşadığının da farkındayım. Sence de kendi hayatını yaşama zamanı gelmedi mi artık? Yavuz ile mutlu bir evliliğiniz olabilir."
Gözlerinden hüzün bulutu geçerken bakışları titredi. Üst dudağını içe doğru emerek bakışlarını benden kaçırdı. Düşünüyordu. Sevdası ile benim aramda ne yapacağını düşünüyordu ve bu durum kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyordu. Burada kalıp Yavuz ile bir hayat kurması en doğru olandı. Benimle oradan oraya savrulmamalıydı. Onun yanımda olmasını istiyordum. Onsuz bu işin altından kalkamayacağımı biliyordum ama onu da kendi bilinmezliğime sürükleyemezdim. Buna hakkım yoktu.
Konuşmak için derin bir nefes aldı. "Eğer Yavuz sadece bir doktor olsaydı ona bizimle gelmesini söylerdim. Beni seviyorsa zaten gelirdi. Ama Yavuz sadece bir doktor değil." Alt dudağı titremeye başladı. "Sena, Yavuz mafya. Hem de yaşadığı hayattan mutlu bir mafya.. Evet şu anda aklı başında, mantıklı birisi ama ben sonrasının ne olacağını bilmiyorum." Sesli bir nefes verdi. Avuç içini alnına bastırırken başını iki yana salladı. "Ben onun Aras'a dönüşüp dönüşmeyeceğini bilmiyorum. Ben onun beni ne kadar sevdiğini bilmiyorum."
Yavuz asla değişmezdi. Senelerdir bu alemin içinde bembeyaz olmasa da gri kalmayı beceren tek adamdı. Ailesini, sevdiklerini her şeyin önünde tutuyordu. Yavuz ile ilgili şüphelerini ortadan kaldırmam gerekiyordu. Ayrıca söyledikleri saçmalıktı. Yavuz'un ya da Yeliz'in gözlerine bakan herkes onların birbirine nasıl aşık olduğunu anlardı. Sadece ikisi de bunun farkında değildi. Özellikle de Yavuz. Kararını değiştirmek için söze girmek istedim ama eliyle susmamı işaret etti.
"Sena, ben sen değilim. Ben, Yavuz'un karanlığı ile başa çıkamam kaybolurum. Yapamam. Açıklamam sonrası belki bana o zaman şimdiye kadar niye seviyorum dedin diye soracaksın." Elini elimin üzerine koydu. "Senden güç aldım. Düşersem kaldıracağını biliyordum. Hatta beni düşmeden tutacağına o kadar emindim ki Yavuz ile ilgili hiçbir korku aklıma gelmiyordu. Ama şimdi işler değişti." Gözünden akan yaşları elinin tersiyle sildi. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirirken bana baktı. "Nasibimiz buymuş demek ki. Çokta şey etmemek lazım."
Bizim yüzümüzden bu haldeydi. Aras ile ben böyle olmasaydık onlarda ayrılmak zorunda kalmayacaktı. Eğer pişmanlık bir hastalık olsaydı şuracıkta beni öldürmüştü. Yeliz'in kalbinin acıdan nasıl kavrulduğunu biliyordum. Onu düştüğü acıdan çekip çıkarmak istiyordum. Kalbinin bu kadar yanmamasını, ilk kez aşık olmuşken bu kadar acı çekmemesini istiyordum. Bir çözüm bulmak için yanıp tutuşsam da çözümü olmadığını da ne yazık ki biliyordum. Ne yazık ki haklıydı. Su testisi su yolunda kırılırdı. Yavuz'da bu yolda kırılacaktı.
Yeliz'in gözyaşlarını parmak uçlarımla silerken "Her şey bir gün güzel olacak. Bugün olmasa bile bir gün çok güzel olacak." dedim. Buruk bir tebessümle "Biliyorum." derken elini karnıma götürüp yavaşça okşadı. "Küçük kasırgamız sayesinde her şey çok ama çok daha iyi olacak." derken duraksadı. Gözleri sevinçle parladı. "Sence cinsiyeti ne olacak?" Konuyu değiştirmek istediğini anlayınca ona saygı göstererek bende üzerinde durmadım.
Omuzlarımı yukarı çekip "Bilmem ki." cevabını verdim. Sitemli bir yüzle bana bakarken "Hadi ama Sena! Sen onun annesinin hissetmen gerekir." dedi. Dudaklarımı ısırıp elimi karnıma koydum. Ufak hareketlerle karnımı severken bir şeyler hissetmeye çalıştım. Yaptığımın çok saçma olduğunun farkındaydım ama ne yapayım onu hissetmeye çalışıyordum. Gözlerimin üzerinde bir hayal belirdi. "Sanki kız gibi. Mavi gözlü, sarı saçları lüle lüle önüne dökülen, beyaz tenli pamuk gibi bir kız." dedim.
Ellerini sevinçle çırparken "Kız mı? Ay Sena ben ona neler giydiririm ya. Prenses elbiseleri alırım, bebekler alırım, erkeklerin burnunu nasıl kıracağını, nasıl kafa atacağını öğretirim." dedi. Sesindeki heyecan o kadar fazlaydı ki sanki şimdi doğuracakmışım gibi hissettim. Yüzü buruşurken "Mavi gözler, Aras'ın göz tonunda mı olacak yoksa senin göz tonunda mı?" diye sordu.
Kaşlarım havaya kalkarken "Tabi ki de Aras'ın olacak. Daha doğrusu olmalı." yanıtını verdim. Memnuniyetsiz bir şekilde burnunu kırıştırdı. Elleri isyankar tavırda havaya kalktı. "Başka ne olabilirdi değil mi? Benimkisi de soru işte." Sesi kısılırken "Dünya da başka adam yokmuş gibi, başka göz rengi yokmuş gibi git manyak babana benze. Aşk olsun ama teyzeciğim bu yapılır mı bana?" diye söyleniyordu.
Bu haline kahkahalarla gülmek istesem de bozulmaması için dudaklarımı birbirine bastırdım. Gülüşümü gizlemeye çalışarak başımı öne eğdim. Sitemkâr bir sesle "Güldüğünü biliyorum." dedi. Gülüşümü daha çok bastırmaya çalıştım. Sesime yansımasına ise elbette engel olamadım. "Hayır gülmüyorum."
"Yalancı." derken oda gülmeye başlamıştı. Daha fazla gülüşümü gizlemeden başımı kaldırdım. Kahkahalarım arasında "Ne yapayım çok komikti tavrın. Yalnızca tavrına bakarak bile Aras'ı boğmak istediğini anlamamak mümkün değil." dedim. Oflar gibi bir nefes verdi. "Aslında onu boğmak istemiyorum ya da istiyorum bilmiyorum. Bebek konusunda ona hak versem de tek suçlu seni ilan etmiş olmasına katlanamıyorum."
Başımı iki yana sakladıktan sonra iç çekerek arkama yaslandım. Klasik Aras Yiğitsoy'un klasik tepkilerine şaşırmıyordum artık. Onun hayatında her zaman bir günah keçisi olurdu. Hatayı asla kendisinde aramazdı. Bende bu 2 aylık ya da 3 aylık süreçte kendimi ona anlatmaya çalışacak başaramazsam da bebeğimle birlikte gidecektim. Madem beni günahkar ilan etmişti bebeğimi ondan alarak adımın hakkını verecektim.
Yeliz'in telefonuna gelen mesaj sesi odanın içinde yankılanınca telefonumu ne kadar özlediğimi fark ettim. Şimdi elimde olsaydı sosyal medyada gezer sonrasında da kitap okuma platformlarından yarım bıraktığım kitaplarıma devam ederdim. Aslında basılı kitapların aşığı biriydim ama yeni yazarların kaliteli içeriklerini ilk keşfedenlerden olmayı da seviyordum.
Yanımdan ışık hızıyla kalkan Yeliz'in boşluğu ile sırtımda bir ürperti hissettim. Neler olduğunu anlamak için ona bakınca bakışları titredi, neler olduğunu anladım. Modu bir anda düştü.. Üzgün çıkan sesiyle "Aras geliyormuş, artık aşağıya inmem gerekiyor. Eğer beni odada yakalarsa nikaha dahi gelmeme izin vermeyeceğini söyledi." dedi.
Benden bu kadar mı nefret ediyordu? Bana karşı bu kadar mı öfkeliydi? Kalbim acıdı. Hatta acımadı olduğu yerden çıkarılıp yırtıcı bir hayvan tarafından gözlerimin içine baka baka canımın yanması umursanmayarak parçalara ayrıldı. Güçlükle yutkundum. "Senin benim yanıma çıkmana izin vermedi bir de üstüne tehdit etti öyle mi?"
Yeliz yatakta karşıma oturup elimi tutarken "Sena evlenme şu şerefsizle. Bu gece kaçıp gidelim olmaz mı?" diye sorunca başımı iki yana salladım. Ellimi karnıma götürüp içimdeki mucizeyi işaret ettim. "Yapamam." duraksayıp derin bir nefes aldım. "Eğer bir gün bana ve sana bir şey olursa geleceği kapının neresi olduğunu bilmesi için, babası ile annesinin normal bir ayrılık yaşadığını düşünmesi için ve babasının onu istemediği fikrine kapılmaması için Aras ile evlenip soyadını almam lazım."
Bana inanmayan bakışlarını yüzümde kısacık bir an durdurduktan sonra gitmek için tekrar ayağa kalktı. Bende ayağa kalktım. Bana sıkıca sarılırken "Canını sıkma. Ben her zaman yanındayım bunu asla unutma. Her şey güzel olacak Sena. Bugün değilse bile bir gün." dedi. Bugün değilse bile bir gün hayat mottomuzdu bizim. Ne zaman mutsuz olsak bunu söylerdik birbirimize.
"Umarım Yeliz. Umarım dediğin gibi olur." yanıtını verirken çoktan benden ayrılmıştı. İkna etmeye çalışarak bana baktı. "Elbette olacak. Sadece ne yapacağımıza karar vermek için zamana ihtiyacımız var. Sonrasında ise her şeyin en güzeli olacak bana güven. Ben bu süreçte gereken araştırmaları yapacağım. Sahte pasaport işini falan da hallederim sen sadece dinlenmeye ve iyi olmaya bak" Cevap vermeden başımla söylediklerini onayladım.
Ellerimi sıkıca sıktı. "Şimdi gitmem lazım. Nikahta görüşürüz tamam mı?" Buruk bir sesle "Tamam" dedim. Elinden şekeri alınmış çocuk gibi hissediyordum kendimi. Ağlamamak için zor duruyordum. Ağlamamı istemeyen Yeliz "Güçlü ol." diye fısıldayıp çıkmak için kapıya yöneldi. Odanın kapısı açılırken bende kalktığım yatağa geri oturdum. Yeliz aralık kapıdan sızan floresan ışığının altında durup "Unutmadan. Evlilik bahanenin içinde; Aras'ın terk edilmeye öfkelendiği için başkasıyla evlenme ihtimalini ortadan kaldırmaya çalıştığının ayrıca da Yiğitsoy olmak için yanıp tutuştuğun gerçeğini atladığının farkındayım." dedi.
Gözlerim kalbimden geçenleri duymanın verdiği şaşkınlıkla açılırken Yeliz umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Benim için sorun yok Sayın Sena Yiğitsoy. Ben seni her halinle sevmeye devam ederim." duraksayıp "aptal aşık olmadığın sürece." diyerek göz kırptı ve vereceğim cevabı beklemeden kapıyı yüzüme kapadı.
Yatakta öylece kalakaldım. Gerçekleri duymak üzerimdeki baskıyı arttırırken "Sena YİĞİTSOY" olduğumu duymaksa tuhaf bir heyecana sebep olmuştu. Sevdiğim adamın karısı olacaktım. Senelerdir rüyamda bile görmeye korktuğum şey gerçek olacaktı. Ama bir sürü eksikle....
Yüreğimi umutsuzluk ele geçirirken başımı yatak başlığına dayayıp gözlerimi tavana diktim. Gelinlik yoktu , damatlık yoktu , davetliler yoktu , eğlence yoktu belki de kutsal sorular bile olmayacaktı. En önemlisi de birbirine aşkla bakan biz yoktuk. Benim gözlerimde kırgınlık ve pişmanlık; onun gözlerindeyse nefret ve kin vardı.
Islanan yanaklarımı elimin tersiyle sildim. Güçlü bir şekilde yutkunup elimi karnımın üzerine koydum. İhtiyacım olan tek şey Aras'ın beni sarıp sarmalamasıydı. Sıcacık nefesi boynuma değerken "Ben yanındayım." demesiydi. Ama yoktu. Her şeyin olmadığı gibi oda yoktu. Benimde elimden gelen tek şey varlığını bildiğim bebeğime dokunmak ondan güç almaktı. Varlığını bilmek bile yaşama isteğimi arttırıp güçlü durmamı sağlıyordu.
Karnımı okşarken "Her şey düzelecek meleğim. Sen dünyaya gözlerini açmadan annen her şeyi düzeltecek ve sana hak ettiğin hayatı sunacak. Sadece annenin birazcık zamana ihtiyacı var." derken işaret parmağım ile baş parmağımı kullanıp birazı gösterdim. Bininci kez bebeğim için güçlü olmam gerektiğini kendime hatırlattım. Zaten yapabileceğim başka bir şey de yoktu.
Aras'tan beni bu cehenneme attığım için ölesiye nefret etmek istiyordum. Beni bir kez anlamaya çalışmadığı için o kalın kafasını golf sopasıyla dağıtmak, varlığından şüphe ettiğim kalbini çıplak ellerimle parçalamak istiyordum. Lanet olsun ki elimde bunları yapacak imkan olsa bile hiçbirini yapamazdım. Bir kez kaybetmeyle sınanan bir insan eskisi gibi olamıyordu. Bir kez ölümün soğuk yüzünü tadan bir insan kalbini taşlaştıramıyordu. Sevdiklerini kaybetmekten ölesiye korkuyordu.
Aras benim aksime bu konuda çok şanslıydı. Ben 13 yıl boyunca sevdiğin birini kaybetme travmasıyla dünyadaki cehennemimi yaşarken, Aras birinden en kolay nasıl nefret edebileceğini öğrenmişti. Ne yazık ki burada da şartlar eşit değildi.
Aşağıdan gelen yüksek sesler dikkatimi dağıtırken olduğum yerden yavaşça kalktım. Parmak uçlarımda odanın kapısına doğru ilerledim. Kapıyı usulca açtıktan sonra neler olduğunu duymak için kısa koridoru geçip merdivenlerin önünde durdum. Aşağıda kimlerin olduğunu göremesem de durduğum yerden sesleri rahat duyabilirdim.
"Abi çıkmadı diyorum yalan borcum mu var sana? Ben çıktım ateşine baktım. Yeliz de burada oturup televizyon izledi." Kısacık bir sessizlik oldu. "İnanmayacaksın belki ama Yavuz senin tehdidini iletince Yeliz korkusundan çıkmayı bile teklif etmedi." dedi. Ses Çağlar'ındı ve bizim yüzümüzden Aras'a hesap vermek zorunda kalmıştı. Her zaman olduğu gibi yine çevremdeki insanlara zarar verip onları zor durumda bırakmayı becermiştim. Gerçi evladına zarar vermeye kalkan bir kadından başka ne beklenirdi ki?
"Öyle diyorsan öyle olsun Çağlar." diyen Aras'ın sesini duyunca içimin buz kesmesi gerekirken kalbim kor ateşlerde yandı. Sesinde bir şey vardı. Onda bir şey vardı, bir şey olmuştu. Sesinin tınısı öfkeden arınmış sanki üzgün hatta kırgın gibiydi. Beynimin içinde "Saçmalama Sena! Aras ve kırılmak... Aynı cümlenin içinde bile absürt durdu. Şımarık çocuklar gibi istediği bir şeyi elde edememiştir ve bu duruma canı sıkışmıştır." dese de ikna olmadım.
Yanına gidip neyin var diye sormak istesem de olduğum yerde durdum. Durmak zorunda kaldım. Çağlar "Tamam öyleyse abi. İzninle ben gideyim artık. Yavuz burada olduğuna göre bana ihtiyaçta kalmadı zaten." dedi. Bir cevap gelmedi lakin kısa bir süre sonra kapının açılma sesini duydum. Yavuz ile Çağlar'ın kısık sesle bir şeyler konuştuğunu görsem de ne konuştuklarını anlayamadım.
Kapı kapandı ve Yavuz tekrar salona döndü. Endişesini bastırmaya çalıştığı sesiyle "Abi sen iyi misin?" diye sordu. Meraktan çatlamak üzere olduğum soruyu sorduğunu duyunca hızlı ve sessiz bir şekilde birkaç basamak aşağıya indim. Aras'ın yüzünü görmesem de başının duruşundan, omzunun gerginlik seviyesinden olanları anlayabilirdim. Aras ile Yavuz'u tam görebileceğim basamağa oturdum. Yakalanırsam olacakların farkındaydım ama neyi olduğunu bilmeden de yukarı çıkıp gamsızca oturamazdım.
Omuzları düşük olan Aras tek düze bir sesle "İyiyim." dedi. Değildi, biliyordum. İyi falan değildi. Berbat durumdaydı. Sadece her zaman yaptığı gibi en güçlü benim oyununu oynuyordu. İkna olmayan Yavuz "Abi emin misin?" diye sordu. Aras'ın omuzları gerildi ve derin bir nefes verdi. Sıktığı dişlerimin arasından "Eminim Yavuz." dedi.
"Peki abi öyle diyorsan." diyen Yavuz duraksadı. "Nikah yarın olacak mı yoksa Sena'nın toparlanmasını mı bekleyeceğiz?" Duyduğum soruyla nedensizce kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Evleneceğimizi biliyordum ve şu anda böyle olmam çok saçmaydı ama Aras'ın da ben gibi bu evlilik için mutlu olup olmadığını bilmek istiyordum. Tamam bana karşı katıydı, hislerini belli etmeyen durumdaydı ama vereceği cevaplar gerçek hislerini ele verirdi.
Buz gibi sesiyle "Yarın olacak. İmza atmaya gücü olsun yeter." deyip duraksadıktan sonra "Gerçi gücü olmasa da olur onun yerine imzayı başkası atar, böylece bu aptal işte bir an önce biter." dedi. Sözcükler ağzından o kadar acımasız bir şekilde dökülmüştü ki kalbim ciğerlerimdeki havayı tıkayan bir düğüm haline geldi. Göğsüm sıkıştı. Ciğerlerime yeterince oksijen çekmek için olması gerekenden daha fazla çaba harcadım.
Elim göğsüme doğru giderken avuç içimle ağrıyan göğsümü sıktım. Benden sadece nefret etmekle kalmıyor beni önemsemiyordu bile. Onun için varlığımın, aldığım nefesin, atacağım imzanın bir önemi yoktu. Benim bir değerim yoktu. Senelerce beklediğimiz nikahımızın önemsemiyordu. İmzayı kimin attığı umurunda değildi. Tek istediği bebeğiydi. Ondan başka düşündüğü bir şey yoktu. Haklı çıkmıştım işte yanında çöp kadar bile değerim yoktu.
Yavuz itiraz eden sesli bir nefes verdi. "Daha neler abi. Sena'ya karşı öfkeli olabilirsin ama imza hakkını ondan almaya hakkın yok. Senin zorunla evleniyor bırak bari imzayı kendi rızasıyla atsın." Merdivenlerden koşarak inip Aras'ın yüzüne yumruğumu geçirdikten sonra Yavuz'a sıkıca sarılmak istiyordum.
Aras huzursuzca olduğu yerde kıpırdandı. "Tamam o zaman yukarı çık ve sevgili avukatın iyi durumda mı bak. Kendisi iyiyse yarın küçük bir imza işi olduğunu söyle." Küçük bir imza işi mi demişti o? Nikahımıza küçük bir imza işi olarak mı bakıyordu? Kendimi emlakçıdan ev alan müşteri gibi hissettim. Biraz düşününce Aras ile evlenmekle mal sahibi olmak arasında fark olmadığını anlamak zor değildi.
Yavuz'un oturduğu yerden ayağa kalktığını görünce bende odaya geçmek için ayağa kalktım. Temkinli adımlarla arkamı döndüğüm esnada "Sena'ya Savcıyı vurduğunu söyleyecek misin?" diyen Yavuz'un sorusuyla "Ne!!" diye çığlık atarak olduğum yerde kaldım. Salonda bir kıpırtı olurken gözlerim yavaşça kapandı ve sesli verdiğim tepki için içimden büyük bir siktir çektim. Yakalanmamam gereken yerde yakalanmıştım.
"Sena hesap sorması gereken sensin onlar değil. Fırat'ı vurmuşlar, belki de öldürdüler. Tamam, onun öldüğü için üzgün değiliz ama Aras tekrar cezaevine girerse ne olacak?" diyen iç sesimin verdiği cesaretle omuzlarımı dikleştirip onlardan tarafa döndüm. Bakışlarıma sert bir ifade takınırken Aras'ın gözlerinin içine bakarak merdivenlerden indim.
Bakışlarıma aynı içtenlikle karşılık veriyordu. Odada ki hava o kadar ağırlaşmıştı ki küçük bir ateş evi havaya uçurmaya yeterdi. Elleri cebinde gözünü dahi kırpmadan beni seyreden Aras'ın önünde durdum. "Sen, Fırat'ı mı vurdun?" Çenesi kasılırken alnında bir damar seğirdi. Fırat'ın adını benim ağzımdan duymaktan nefret ediyordu.
Sıktığı dişlerinin arasından "Evet bir itirazın mı var?" diye sordu. Onu duymazdan geldim. Çocukça tartışmalara vaktim yoktu. Umurumda olan şey Fırat'ın yaşayıp yaşamadığını öğrenmekti. Durumun gidişatına göre kafamda bir plan kurup Aras'ı bu işten sıyırmak zorundaydım. Lakin, Aras'ın bakışlarından anladığım kadarıyla bu hiçte kolay olmayacaktı.
"O yaşıyor mu?" diye sorumu değiştirerek istediğim cevabı almaya çalıştım. Fırat'ın adını ağzıma alıp Aras'ı sinirlendirmek istemiyordum. Sinirlenirse gerçeği söylemezdi, söylemezse ben kendi kendimi yerdim. Gerçeği öğrenmek için hatalar yapardım -evden kaçmaya çalışmak gibi- ve bozuk olan aramız daha da bozulurdu. Sonuç olarak ise her şeyimi kaybeden ayrıca da günah keçisi ilan edilen yine ben olurdum.
Tek düze bir sesle "Sana ne Avukat. Üzerine vazife olmayan şeylere karışma. Git kütüphaneye kitap falan oku, benim mesellerimi de bana bırak." dedi. Sinirleniyordum. Parmak uçlarımdan kulaklarıma ulaşan öfke dalgasını hissediyordum. Rahatlamaya çalışarak derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Oflar gibi aldığım derin nefesi verdim. Beni geçiştirmesin alaya almasını görmezden gelmeye çalışmam gerekiyordu. Ama tabi ki de her zaman olduğu gibi başarılı olamadım.
"Fırat, yaşıyor mu Aras?" Fırat'ın ismi baskın bir tonlamada bile isteye dudaklarımdan dökülüverdi. Benim görmezden gelirse ben ona kendimi öyle ya da böyle göstermesini bilirdim. Ben Sena'ydım. Bu zamana kadar öleceğimi de bilsem kimseye boyun eğmemiştim, bu saatten sonra da eğmezdim. Aras'ın mavi gözlerine kırmızılık çökerken birazdan kanımı içecek bir vampir acımasızlığıyla gözlerini gözlerime kilitledi. Tükürüğüm boğazıma yapıştı yutkunamadım. Cesur olmam gerektiğini kendime hatırlatarak bakışlarımı gözlerinden çekmedim.
Öfkeliydi. Hatta şu an sadece öfkeden ibaretti. Peki bu beni korkutuyor muydu? Elbette hayır. Titrek bir nefes verdim. Tamam birazcık korkuyor olabilirdim. Çok değil birazcık. Peki geri adım atacak mıydım? ASLA... Bakışlarımı keskinleştirip kaşlarımı cevap istediğimi belli edecek şekilde havaya kaldırdım.
"Neden senin için bu kadar önemli?" Sorusuyla afalladım. Fırat'ın adını telaffuz ettim diye benim için önemli mi olmuş oluyordu? Ne kadar saçma bir soruydu şimdi bu? Bana kızmasını, bağırmasını, duvarlara bir şeyler fırlatmasını dahi bekliyordum lakin bu soruyu asla. Ne diyeceğimi bilemez şekilde kısa bir an yüzüne baktım. Hızla kendimi toparlarken omuz silktim. "Önemli falan değil. Sadece .. Sadece onu öldürüp öldürmediğini merak ediyorum, hepsi bu." derken bakışlarım istemsizce ellerine kaydı.
Kan lekelerini görmemle midem burkuldu. Elindeki kanlar Fırat'ın kanıydı. Eline kadar sıçrayacak bir kan olduğuna göre onu işkence ederek öldürmüş olmalıydı. Acaba göz bebeklerinin aynı yeri paylaşacak kadar şansı olmuş muydu? Kalbim sıkıştı. Fırat zeki adamdı. Ölüyken bile onu öldürenin Aras olduğunu bir şekilde ispatlardı. Bu işten yakamızı kurtarmak zor olacaktı. Kısa süre içeresinde olaydan haber olan polisler buraya gelecek ve Aras'ı benden alacaklardı.
Bacaklarımın titrediğini fark ettim. Sadece bacaklarım değil bütün vücudum titriyordu. Onun benden alınmasını bir kez daha kaldıramazdım. Evet ona sinirliydim. Hem de çok sinirliydim. Ama onu parmaklıklar arkasına hapsedecek kadar değil. O, bizim yanımızda olmalıydı, adi bir şerefsizi öldürdüğü için cezaevinde değil. Güçlükle çıkan sesimle "Aras, bir cevap vermeyecek misin?" diye sordum. Yaptığım açıklamaya inanmayan bakışları üzerimde gezindi.
Yüzünde iğneleyici bir gülümseme belirmeden önce bütün kasları kasıldı. Öfkesini saklamaya çalışırken de gözlerinde birazdan canımı ne kadar çok yakacağını anlamamı sağlayan bir bakış belirdi. Bakışlarını ayaklarıma indirip yavaşça süzerek yukarıya çıktı. Gözlerini gözlerime sabitledi. Mavilikler koyu bir tona bürünürken bıçak yarası bırakan sözleri umursamazca dudaklarından döküldü. "Merak etme Avukat, aşığını öldürmedim."
Kanımın damarlarımdaki dolaşımını duyabiliyordum. Kulaklarımdan belli belirsiz bir uğultu geçti. Bastırmaya çalıştığım vahşi, tüketici bir öfke patlak verip varlığımın her santimini doldurdu. Bilinçsizce elim havalanırken Aras'ın yüzüne inen tokadın sesi salonun içinde yankılandı. Hamlemi beklemediği için yana düşen yüzünü hızla toparladı. Arsız bir gülümseme ile bana bakarken "Aşığın değil mi Avukat? Yalan mı söylüyorum?" diye sordu.
Daha fazla dayanamayan Yavuz araya "Aras." diye girince elimi havaya kaldırıp onu durdurdum. Öfkeden dolan gözlerimi sıkıca bastırıp yaşları geri ittirdim. Titreyen bedenimi kontrol altında tutmak için derin bir nefes aldım. İşaret parmağımı yüzüne doğrulttum. "Fırat benim aşığım değildi ama yatağına almak istediğin Buket senin aşığındı Aras Yiğitsoy. 13 sene boyunca ben kendimi bütün erkeklere kapatırken kadınları sırayla altına alanda sendin."
Boğazımda atan kalbim konuşmamı zorlaştırıyordu. Bir nefeslik duraksadım. "Şimdi bana gelip de aşıklarımdan bahsedecek en son adam bile sen değilsin. Senin adına üzgünüm ama SEN ADAM BİLE DEĞİLSİN!!" Bir cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti ama bakışları değişmişti. Pişmandı. Ağzından çıkan cümleye pişman mı olmuştu? Pişmanlık bizler için doğal bir tepki olsa da Aras için asla değildi. Eve ilk geldiği zamanı hatırladım. Bir şeye kırıldığını hissetmiştim. Kırgınlığı, öfkesi bana değildi, başka bir şeyeydi.
Peki bu sebepler ona beni kırma hakkını veriyor muydu? Elbette hayır!! Sesim daha da sertleşirken "Ayrıca canını sıkan her neyse siktir git öfkeni ondan çıkar. Bir kez daha beni namusumdan vurmaya kalkarsan seni uykunda yastıkla boğarım." dedim. Boş bir tehdit savurmuyordum. Eğer bir kez daha aynı şeyi yaparsa ilk cinayetimi işlemekten asla pişman olmayacaktım. Gözlerinin içine anladın mı beni der gibi baktıktan sonra istediğim cevabı alınca odaya çıkmak için arkamı döndüm.
Merdivenlere ulaştığımda üst kata çıkmak için adımımı attım. Aklıma gelen şeyle durdum ve söylediklerimden sonra tepkisiz bir şekilde duran Aras'a baktım. "Aslında yanlış düşündüğümü fark ettim. Seni neden öldüreyim ki? Böyle bir şey senin kurtuluşun olur değil mi ama?" derken bakışları beni buldu. Alaylı bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. "Bebeğimi ve kendimi öldürürüm. 13 yıl boyunca bensiz yandığını iddia ettiğin cehenneminde iki canın katili olarak yanarsın. Ve düşmanlarının beceremediğini ben becerir vicdan azabıyla yandıktan sonra kafana sıkmanı sağlarım."
Bakışlarından bir anlığına korku geçti. Benim bu kadar deli olduğuma inanması sinirlerimi bozmadı desem yalan olurdu ama korkması da bir taraftan hoşuma gitmişti. Korku demek acı ve can yakma demekti. Canını yakmayı başarmıştım. O benim canımı sayısız defa yakmışken bende onun canını yakmayı başarmıştım. Elbette bebeğimi ve kendimi öldürmek gibi bir düşüncem yoktu. Ama bir kez buna teşebbüs eden kadın her zaman edebilirdi değil mi?
Can yakma sırası bana geçmişken durmaya niyetim yoktu. Bakışlarımla bütün nefretimi yüzüne kusarken "Ve haklısın. O lanet imzayı benim atmama gerek yok. Hatta nikah memurunun eve girmesine bile gerek yok. Belediyeye git ve benim adıma her şeyi hallet. Sonuç olarak ÖNEMSİZ şeyleri önemli hale getirmeye gerekte yok." dedim. Bakışları titredi. Canı çok yanıyordu. Düşündüğümden daha çok...
Ama benim kadar yanamazdı. Bir hatanın bedeli bu kadar ağır olamazdı. Olmamalıydı. Gözlerine hüzünle baktım. "Ben seni affetmiştim. Sen bana senelerce kendini öldü gösterdiğin halde ben seni 1 haftanın sonunda affetmiştim. Sense beni sanki daha yeni bir cehennemden kurtulmamışım gibi başka bir cehenneme atıyorsun." Sol gözümden akan tek damla yaşı elimin tersiyle sildim. "Yazık gerçekten çok yazık." Omuzları çökerken başını öne eğdi. En büyük günahını hatırlatmıştım değil mi?
Kalbimin ağrıdığını hissettim. Onu üzmek ömrümde en son isteyeceğim şey dahi değildi. Ama beni buna o zorlamıştı. Bu kadar acımasız konuşmam benim değil onun suçuydu. Başka bir şey söylemeden merdivenlerden yukarı çıktım. Bana ayak uyduran Yavuz, Aras'ın damarına basarak "Nikah memuruna gerek yok o zaman. Ben yarın gereken prosedürü hallederim." dedi. Bu adam gerçekten benim kardeşimdi. Kan bağımız olmasa da can bağımız mükemmeldi. Onu burada bırakıp gitmek zorunda kalacağımız için kalbim sızladı.
Son basamaktan adımımı atıp koridora ulaşacağım esnada "Otur oturduğun yerde Yavuz! O siktiğimin imzasını Sena atacak." diyen Aras'ın sesiyle dudaklarımda bir gülümseme belirdi. "Damara basmak, can yakmak öyle değil böyle olur Aras Yiğitsoy." diye mırıldanıp odaya doğru ilerlerdim.
Yatağa ulaşıp kendini yavaşça üzerine bıraktım. Sanki kapıdan içeri girdiğim an üzerime giydiğim savunma zırhını çıkarmış, acımla baş başa kalmış gibiydim. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Omuzları dik, herkese karşı gelen güçlü kadın gitmiş; savunmasız, yardıma muhtaç , aciz kız çocuğu gelmiş gibi hissediyordum kendimi.
Tokadın etkisiyle sızlayan elimi diğer elimin içine bırakıp sıktım. Sevdiğim adama tokat atmıştım. Okşamak için uzanan ellerim bu sefer canını yakmak için uzanmıştı. Ve başaralı da olmuştum. Onun canını yakmıştım. Kendi içerisinde öfkeden deliye dönmesini sağlamış olsam da içimde eksik bir şeyler vardı. Kalbim kendi kendini imha ediyormuşçasına acı çekiyordu. Ruhum bedenimden ayrılıyor gibiydi. Dizlerimi karnıma doğru çektim. Kollarımı dizlerime dayandıktan sonra başımı dizlerime yasladım.
Benim, Fırat ile aramda bir şey olduğunu söylemişti. Onun aşkından yanıp kavrulduğumu bildiği halde Fırat ile aramda bir şeyler olduğunun söylemişti. Sözleriyle kalbimi parçalara ayırıp sonrada hiç düşünmeden o parçaları köpeklerin önüne atmıştı. Ben onun aşkından delirmişken o benim sevgimden şüphe duyuyordu. Amansız bir hastalığa yakalanmışım gibi hissediyordum. Aras'ın sözleri kulaklarımda tekrar tekrar çınlarken hala duyduklarımı beynim algılamıyordu. Bu kadar düşüncesiz olabileceğine, canımı yakmak için bu kadar ileri gidebileceğine inanamıyordum.
Rahatlamaya çalışarak iç çektim. Titreyen alt dudağımı sabit tutmaya çalıştım, başaramadım. Yanaklarım çoktan ıslanmaya başlamıştı. Gözlerimden yaş yerine sıvı ateş akıyordu. Aciz, acınası ve ruhumu paramparça eden yaşlar yanağımı yakıp geçiyordu. Bir insan hem fiziksel hem ruhsal nasıl acı çekebilirdi ki? Bu nasıl mümkün olabilirdi? İnsanın doğasına ters bir durum değil miydi? Sanırım değildi çünkü ben hem fiziksel hem de ruhsal acı çekiyordum.
Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken "Lanet olası hormonlar." diye sızlandım. Bu kadar ağlak olmamın tek sebebi onlar olmalıydı. Çektiğim acının sebebi de onlar olmalıydı. Yoksa ben bu kadar ağlak birisi olamazdım, mümkün değildi. Diziler de filmlerde böyle sahneler görünce olayların abartıldığını düşünsem de şimdi anlıyordum ki hepsi gerçekten uyarlamaydı. En ufak şey hıçkırıklar arasında ağlamama yetiyor hatta artıyordu bile.
Bir konudan başka konuya atlamada da usta olmuştum. "Yarın nikahım var ve ben lanet olası bir gelinlik dahi giyemiyorum." diye sızlanırken daha ciddi sorunumu fark ederek alaylı bir şekilde güldüm. "Gelinlik giyememek sanırım en küçük sorunum. Yarın evleniyorum ve damat Allah'ın cezası baban meleğim. Kendisi acımasız bir ruh hastası veee ben onunla ev-le-ni-yo-rummmm. Beni sevmeyen bir adamla evleniyorum." Sözlerim akan yaşlarımın etkisiyle sızlanmaya dönüşürken nefes dahi alamıyordum.
İçimden bütün odayı darmadağın etmek geliyordu ama yapacağım bir hareketin bebeğime zararı olabileceği endişesinden kıpırdayamıyordum. Ellerimi saçlarımın arasına geçirip sıktığım dişlerimin arasından "Allah belanı versin Aras!!" dedim. Gözyaşlarım hıçkırıklara dönüşürken yatar pozisyona başımı yastığa bıraktım. Yarın uzun bir gün olacaktı ve benim bu oda dışında yıkılmaya hakkım yoktu. Üzüntümü odanın soğuk 4 duvarı, içimde yaşayan meleğim ve ben dışında kimse bilmeyecekti.
Ağlamanın da etkisiyle gözlerim sanki bir daha açılmamak üzere kapandı. Bedenim uykunun güzel kollarına çekilirken ruhum hala bilinmeyen bir yerde acı içinde kıvranıyordu. Kırılan kalbim, bebeğime iyi gelebilmek için toparlanmaya çalışırken beynim de duyduğu son cümleleri silme çabasındaydı. Yarına güçlü olmak zorundaydım. Bebeğim için yarınlara hazırlanmak zorundaydım.
*******
Bir sürü saçma sapan kabus sonrasında yumuşak bir tonda adımın seslenilmesiyle gözlerimi yavaşça açtım. Odaya sızan gün ışıkları gözlerimi acıttığı için bir kaç kirpiklerimi kırpıştırdım. Kısacık bir an sonrasında da tamamen açıldı. Yüzüme gülümseyerek bakan Yeliz hüzünlü bir şekilde "Günaydın." dedi. Olduğum yerden doğruldum "Günaydın" diye karşılık verdim.
Üzerimdeki yorganı kaldıran Yeliz'in bakışlarındaki hüzün arttı. Yorganın ucunu kenara bırakıp yanıma oturdu. "Nikah memuru geldi. İmzalar için aşağıda seni bekliyorlar." Ben uyurken nikahımın memuru bile gelmişti. Hayalini kurmaya kalbimin dayanmadığı olay gerçek oluyordu ve ben mutluluktan ağlamak yerine ızdırap çekiyordum. Yanağımdan süzülen iki damla yaşı hızlıca sildim. Bebeğime söz vermiştim, güçlü olacaktım.
Umursamaz bir omuz silktim. "Hadi bizde gidip şu imzayı atalım o zaman." derken yataktan kalktım. Dün gece odama bırakılan valize doğru yürüdüm. Kalbimin bedenime yük olan ağrısını görmezden gelerek yere eğilip valizin fermuarını açtım. Üstte bulunan buz mavi gömleği köşeye ayırdıktan sonra pantolon bulmak için altları karıştırmaya başladım. Küçük bir uğraş sonrasında elime gelen siyah kumaş pantolonu da köşeye bıraktım.
Üzerimdeki dünden kalma kıyafetleri büyük bir hızla çıkardıktan sonra gömlekle pantolonu üzerime geçirdim. Yüzümü yıkamak için odanın içerisindeki banyoya doğru ilerlerken Yeliz'in anlam veremeyen bakışları da üzerimde geziniyordu. Böyle olmam garip geliyor olmalıydı ancak yıkılmak yoktu. Ben anne aslandım ve bebeğim için güçlü olmak zorundaydım.
Banyoya gelip aynada kendime bakınca halimden korkmadan edemedim. Göz altlarım simsiyah halka çizmiş, göz bebeklerim ölü balık gözüne dönmüş, göz kapaklarım ise şişmişti. Yüzümü anlatmaya gerek bile yoktu çünkü kelimelerin kifayetsiz kalacağı bir dağılma söz konusuydu. Vücudum da hala hastalığın verdiği kırgınlık varken dün serum takılan kolum ise morarmıştı. Kısacası enkazdan farkım yoktu.
Akşam Yeliz makyajımı sildiği için çok şanslıydım. Birde onları yüzümden temizlemek için uğraşmama gerek kalmamıştı. Aras'ta duran yedek makyaj çantamı dolaptan çıkarıp lavabonun yan tarafındaki boşluğa döktüm. Elime aldığım makyaj bazını yüzüme uygularken Yeliz'de kapıya yaslanmış bir şekilde beni izliyordu. Bazı bütün yüzüme güzelce yedirdikten sonra elime kapatıcıyı alıp göz altlarıma uyguladım. Sonrasında da sırayla, far, maskara, fondöten vs. şeklinde ilerleyerek makyajı bitirdim. Elime aldığım lastik toka ile saçlarımı sıkıca tepemde at kuyruğu yaptıktan sonra ayna da kendime baktım.
Biraz önceye göre çok ama çok iyiydim ancak hava bir şey eksikti. Dikkatle bakınca rujun eksikliği hemen gözüme çarptı. Elime aldığım bordo ruju dudaklarımda itina ile gezdirdim. Aynada son kez kendime baktım. Hazırdım. Huhlar bir nefes verip kendime göz kırptıktan sonra ellerimi yıkayıp banyodan çıktım. Yatağa oturup yerdeki siyah topukluları ayağıma geçirmeye çalışırken daha fazla dayanamayan Yeliz "Sena sen iyi misin?" diye sordu.
Ayağıma geçirmek için savaş verdiğim topuklu ayakkabıdan kafamı kaldırıp "Evet hem de fazlasıyla" deyince bana delirmişim gibi bakmaya başladı. Ayaklarım bir günde şişmiş olamazdı değil mi? Zira elimdeki topuklu ayakkabıların ayağıma girmemesinin başka açıklaması da yok gibiydi de. Daha fazla uğraşmadan ayakkabıları odanın içerisine savurdum. Valizin önüne doğru eğilip Yeliz'e bakmadan "Tavşanlı pandufumu valize koyduğunu söyle lütfen." dedim.
Durağan bir sesle "El valizinde" cevabını verdi. Hemen o valize yönelip içini kurcalamaya başladım. Bana göz kırparak bakan sevimli pandufumu büyük bir sevinç içerisinde valizden çıkardım. Tekrar yatağa oturup ayağıma geçirdim. Pandufun içinde duran ayaklarımı yukarı kaldırıp parmaklarımı mutluluk içinde oynattım. Mükemmel bir uyum olmasa da soğuk zemine basmaktan daha iyiydi. Gözünü bir saniye bile kırpmadan bana bakan Yeliz'in odağında olmaya daha fazla dayanamayarak açıklama yapmak için ayağa kalktım.
"Yeliz, bebeğim için güçlü ve umursamaz olmak zorundayım. Eğer üzülmeye devam edersem onu kaybedebilirim. Fazla stres düşüğe sebep oluyor ve ne yazık ki bizim ilişkimizde stressiz bir gün geçmiyor." Ağlamak istiyordum, kendimi sıktım. "Ben onu kaybetmek istemiyorum. Aras umurumda bile değil lakin bu küçük mucize benim her şeyim. O yüzden 4 aylık olana, bu lanet evden kaçana kadar hiç kimseyi, hiç bir şeyi umursamayacağım."
Aras'a verdiğim süre buydu. Bebeğimiz 4 aylık olana kadar adam gibi bir baba ve koca olmayı beceremezse gidecektim. Bebeğimin babasız büyümesine razı olup gidecektim. Ben bebeğimle cennet gibi bir dünya kurarken o ise yarattığı cehennemde tek başına yanacaktı.
Gerilen omuzları gevşerken rahatlayan bir ifade ile yüzüme baktı. Delirmemiş olmama sevinmiş olmalıydı. Baş parmaklarını yüzüme doğru götürüp "Allık biraz fazla olmuş. Şeker Kız Candy' e dönmüşsün." derken yüzümdeki allığın fazlalığını aldı. Cesaret veren bir gülümseme ile yüzüme bakıp "Hadi gidip lanet imzayı atalım." dedi. Başımı sallayarak odadan dışarıya adımımı attım.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Anlamı olmayan bir nikahtı ama ben durduğum yerde duramıyordum. Heyecandan ölebilirdim. Merdivenlere ulaştığımızda titreyen bacaklarımı fark eden Yeliz koluma dokundu. Başımı ona çevirince dudaklarını oynatarak "Ben yanındayım, güçlü ol." dedi. Başımı salladım. Güçlüydüm ancak güçlü olduğum kadar da heyecanlıydım. Nefesimin kesildiğini hissettim. Derin bir nefes aldım. Nefes almayı bırakmıştım ve ben bunu ne zaman bıraktığımı bile hatırlamıyordum.
Yavaş adımlarla merdivenlerden aşağıya inerken gözüm siyah smokini içerisinde adeta mitolojik Yunan tanrısı gibi karşımda duran adama takıldı. Geniş ve dik omuzları, keskin yüz hatları ve her şeye karşı dimdik ayakta kalan duruşu... Ona, Poseidon demekte ne kadar da haklı olduğumu şimdi bir kez daha anladım. Bir adama kaç kez aşık olunabilirdi ki? Ben bu gün tekrar oluyordum. Ona ne kadar kızarsam kızayım, ne kadar nefret edersem edeyim ben bu adamı gördüğümde tekrar tekrar aşık oluyordum.
İç sesim "Yelkenleri koyuverme Sena. Unutma ki karşındaki adam bebeğine göz koyan bir şerefsiz." deyince Aras'a bakmayı keserek daldığım hülyalardan bir anda sıyrıldım. Yakışıklı olması şerefsiz olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ayaklarım daha sert yere basarken omuzlarımı dikleştirip merdivenlerden indim. Aras'a bakmadan Yavuzla ve nikah memuruyla el sıkışarak yerime geçtim. Salonun içerisinde buz gibi keskin bir hava eserken memur sorulara geçti.
İçimi kıpır kıpır edip heyecandan yerimde durmamama sebep olacak sorular ruhuma mızrak gibi batarken tek düze bir sesle Evet cevaplarını verdik. Yeliz ile Yavuz'da bu ölüme şahit olduktan sonra nikah memuru bizi karı koca ilan ederek elime evlilik cüzdanını verdi. Zoraki bir tebessümle teşekkür ettikten sonra evden ayrılan nikah memurunun gidişini seyrettim.
Eve sığamıyordum. Duvaralar üzerime gelmeye başlamıştı yine. Kendimi dışarıya atıp temiz hava almam gerekiyordu. Elimde sımsıkı tuttuğum nikah defteriyle evden çıkmak için kapıya doğru yöneldim. Salona indiğim andan itibaren ben orada yokmuşum gibi davranan Aras'ın "Nereye?" diye soran öldürücü sesini duyunca olduğum yerde kaldım. Neredeyse yarım saattir buradaydım ama o beni dışarıya çıkarken önemseyip fark etmişti. Daha doğrusu beni değil bebeğini fark etmişti. İçimde hem bir şeyler kırıldı hem de öfke volkanı patladı.
Boğazımdaki yumruyu temizlemek için yutkundum. Nefret dolu gözlerimle ona baktım. Keskin bakışları bakışlarımla buluşunca içim üşüdü. "İzninle dışarıya çıkıyorum. Açık bir cezaevinde yatıyorum diye hatırlıyordum. Umarım yanılmamışımdır." deyip duraksadım. Yüzüme alaylı bir ifade yayılırken "Yoksa koğuştan dışarı çıkıp temiz hava almam için belirlenen saat daha gelmedi mi?" diye sordum. Bir anlığına bana hüzünle baktı. Sonrasında ise hislerine yenilmeyerek bakışlarını daha da sertleşti.
Bir cevap vermek için dudakları aralanırken Yavuz araya girip "Elbette çıkabilirsin Sena. Burası bir cezaevi değil senin evin." dese de son söylediğine kendisi de inanmıyor gibiydi. "Dışarısı çok soğuk üzerine sağlam bir şeyler giymelisin. Daha tam olarak iyileşmedin." Bakışları ayaklarıma kaydı. Gülümseyerek tekrar bana bakıp "Ayrıca da panduf yerine bot tercih etsen daha iyi olacak." dedi.
Buruk bir gülümseme ile ona karşılık verirken "Tamam." dedim. Tekrar kapıdan tarafa yönelerek ayakkabılığa baktım. Bana ait bir şey yoktu. Aras'ın olduğunu tahmin ettiğim botları ayağıma geçirip askılıkta duran kabanı da sırtıma geçirdim. Kapıyı açarak soğuk havanın yüzüme çarpmasına izin verdim. Sonrasında kapıyı kapatıp soğuk havaya doğru ilerledim. Yalnız kalmak istediğimi bilen Yeliz arkamdan gelmemişti. Kendi kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı.
Kar yağmıştı ve yere her bastığımda botlarım garç gurç sesler çıkarıyordu. Nefesimse havada küçük dumanlar oluşturuyordu. Yavuz'un söylediği gibi hava baya soğuktu. Yüreğimdeki yangını söndürmek için benim de tam olarak böyle bir soğuğa ihtiyacım vardı. Elimde sıkıca tuttuğum evlilik cüzdanını açtım. Ne ara halledildiğini bilmediğim nikah işlemleri birkaç saniyeliğine zihnimi işgal ederken bende boş gözlerle deftere baktım. Dudaklarımdan belli belirsiz acı dolu bir inleme döküldü.
Kalbim vahşi bir el tarafından sıkılırken soyadımın olduğu yere odaklandım. Gözyaşım deftere damladı. Tamda soyadımın olduğu yere... "Sena Yiğitsoy." Acımasız mafya babası Aras Yiğitsoy'un cehenneminde yanan günahkarı Sena Yiğitsoy. Başımı kaldırıp burnumu çektim. Tekrar fotoğrafa baktıktan sonra gözlerimi uzaklara dikerek bir süre ağaçların üzerinde uçan kuşları izledim. Her çırpınışlarında ağaçların üzerindeki karların dağılarak yere düşmesine sebep oluyorlardı.
Ruhum güzel manzarada kaybolurken cehennemde yanan sesimle "Cehenneminde hem yanmaya hem yakmaya hazır mısın Sena Yiğitsoy?" diye sordum. Adım kadar iyi biliyordum ki bu imzalar yok oluşumuzun başlangıcıydı. İstesek de istemesek de em yanacak hem de yakacaktık... Çünkü ikimizde kanatmadan sevmeyi bilmiyorduk. Belli ki bizim imtihanımız da buydu. KANATMADAN SEVMEYİ ÖĞRENMEK.....
EVET BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELMİŞ BULUNMAKTAYIZ. GEÇEN BÖLÜMLERDE SENA'NIN PASİF OLMASINA KIZDIĞINIZI BİLİYORUM AMA ŞOK ÜSTÜNE ŞOK YAŞAMIŞ BİR KADINDAN BİR ANDA AKLINI BAŞINA ALMASINI BEKLEYEMEZDİK.🤷🏻♀️🤭
ARAS HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ YİNE İLERİ GİTTİ AMA BU SEFER HAK ETTİĞİNİ ALDI NE DERSİNİZ?😁
BÖLÜM HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZİ BEKLİYORUMMMM....🦋♥️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.87k Okunma |
769 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |