17. Bölüm

16. EVLİ

Rumi
gizemlikimliksizz

Gözlerimi geldiğimiz adreste verilen binaya çevirdim. Saat buraya gelmek için oldukça geçti.

 

Bir nikah salonunun önünde duruyorduk.

 

Cihangir'in gözleri de benimkiler gibi geldiğimiz yere odaklanmıştı. Oradan başka bir şey göremiyor gibiydik. Bu saatte burada kimin işi olurdu ki?

 

Biz hariç.

 

" Geldik. " dedim sonunda sesli bir nefes vererek.

 

Cihangir'in bakışları yan profilimi incelemeye başladığında ellerimi birbirine sürttüm. Garip hissediyordum. Dudaklarımı kemirmek istiyordum. Şu an ne yaptığımı ben bile bilmiyordum. Tek bildiğim şey biraz sonra gireceğimiz dairenin bir nikah salonu olduğuydu.

 

" Nasıl hissediyorsun? " sorusunu kendine de sormuş gibi bir hali vardı. Dudaklarına bakmadan bile şu an içe doğru kıvrıldığını söyleyebilirdim. Onu ezberlemeye gerek yoktu. Hareketlerine birkaç kez dikkatle bakarsanız bir sonraki hareketini tahmin edebiliyordunuz.

 

" Dürüst olayım mı? "

 

" Kesinlikle. "

 

" Bilmiyorum. " Dudaklarımı yaladım. Büyük dayı o mesajı atalı neredeyse bir saat olmuştu. Derhal gelmemizi istemişti. Diğerlerinden hızla ayrılıp kendimizi bize verilen adrese giderken bulmuştuk. Cihangir'e de bana gönderilen mesajlara benzer mesajlar yollandığına emindim. " Şu an hiçbir şey bilmiyorum. "

 

" Üst üste geldi. " dedi sertçe yutkunarak. " Gerginsen..."

 

" Gerginlik değil bu. " kaşlarım çatıktı. " Sadece gerçekten nasıl hissettiğimi bile bilmiyorum. "

 

" Benim mideme kramp girmiş olabilir. " dediğinde yüzümü tamamen ona çevirdim. Nikah salonunun önünde arabada oturuyorduk. Sadece ikimiz vardık. Etraf karanlıktı. Bir sokak lambası hariç yanan ışık yoktu. Ve şu an o ışık Cihangir'in yüzünün yarısını kaplıyordu.

 

" Acı çekiyorsun o zaman? "

 

Başını hemen iki yana salladı. " Galiba biraz heyecan biraz stres biraz kaygı. "

 

" Sahte bir evlilik için şu hissettiklerimize bak. " dedim dalga geçmek isteyerek. " Gerçekten evlensek ne olurdu düşünemiyorum bile. "

 

Cihangir yutkundu. Gözleri gözlerimden ayrılmadı. " Ufak çaplı kalp krizi? " tek kaşını havaya kaldırdığında kıkırdadım. Dudakları iki yana kıvrıldığında yüzünü detaylıca incelemeye başladım. İkimizin de arabadan inesi yoktu. Ya da kendimizi biraz sonra olacaklar için hazırlamaya çalışıyorduk.

 

" Gelin ve damat heyecandan kalp krizi geçirdi. Şok şok şok. " ellerimi açarak bir magazin sayfasının ikinci sayfasındaki başlığı okuyormuş gibi yaptım. " Ülke çapında reyting kırmaya yetecek bir haber. "

 

" Ve bu haber bizim hakkımızda. "

 

" Evet. " yutkundum. " Sen ve ben hakkında. "

 

Kirpikleri benimkinden bile uzun olabilirdi. Gözleriyle öyle bir uyum içindeydi ki turkuazlarını görmek için en sevdiğim şeylerden vazgeçebilirdim. " Dışarısı soğuk olabilir. " dedi gözleri Kıyafetime çevrildiğinde. " Ceketim var arabada istersen. "

 

" İsteyebilirim. " dedim başımı sallayarak. Üzerimde Leman'ın giymem için verdiği o siyah elbise vardı. Eve uğramadan direkt buraya geldiğimiz için Cihangir'in de üzerinde gömlek ve pantolon vardı. Gömleği siyahtı ve turkuaz gözlerini açığa çıkarmıştı.

 

Uyumlu görünüyorduk.

 

Ve sanki gerçekten evlenecek gibi güzel giyinmiştik.

 

Takım elbisesinin cekesini arka koltuktan bulup bana uzattığında elinde aldım. Parmaklarım parmaklarına tutunsun istedim. " Sana da garip geldi mi? " diye sordum çıplak kalan bacağıma ceketi koyarak. " Sanki buraya geleceğimizi biliyormuş gibi uyumlu giyinmişiz olmamız. "

 

Gözleri elbisemde gezindiğinde sertçe yutkundu. " Tesadüflere inanır mısın? "

 

Omuz silktim. " Kader mi tesadüf mü? İkisi de farklı zaman dilimlerinde inandığım şeyler. Ama şu anki durumumuz için bir şey diyemiyorum. İkisi de değil gibi. "

 

" Peki ya bu yaşadığımız ne? "

 

" Mecburiyet. " yutkunmama engel olan bir şey yoktu. " Benim yüzümden yani.."

 

" Ben kendi isteğimle buradayım. " Dudakları kıvrıldı. " Unuttun mu? Bu fikri öne süren bendim. Seninle evlenmek için yanıp tutuşan da bendim. Ve şu an..." Yanlış bir kelimeyi dile getirmiş gibi sustu. Turkuaz gözlerini önümüzde duran binaya çevirdi.

 

Seninle evlenmek için yanıp tutuşan da bendim, cümlesinin içinde bir yerde yaşayabilir miydim?

 

Hiç öylesine...

 

" Lafın gelişi dedin galiba..." dedim alt dudağımı ıslatarak. " Evlilik için yanıp tutuşmak cümlesini. " bankta önümde eğildiği an geldi aklıma. Tüylerimi ürpertecek bir duyguydu o anı hatırlamak. Ellerini hala kulak mememde hissediyor gibiydim.

 

" Aslında hayır. " dudaklarım aralık bir şekilde ona bakmaya başladım. Şu an sudan çıkmış bir balık gibi ona baktığıma emindim. Gülmedi, duruşunu hiç bozmadı. Sadece gözlerimin içine baktı.

 

" Hayır derken? "

 

" Kimse beni zorlamadı bu evliliğe biliyorsun değil mi? " sorusuyla birlikte başımı salladım.

 

" Yerimde kim olsa aynısını yine yapardın.. "

 

" Yapmazdım. " dediğinde bir an dünyam durdu sandım. Ya da duran şey kalbim olabilir miydi? Zihnimde yankılanan tek bir kelime vardı. Yapmazdım. Kahretsin! Bu bir itiraf değil de neydi? Cihangir her cümlesiyle beni alt etmeye mi çalışıyordu? " Kimse Kimse için bunu yapmazdı. "

 

Ve tek bir kelime etmeme izin vermeden arabadan indi.

 

Söyleyeceklerini söyleyip gidiyor muydu?

 

Ufak çaplı şokumu atlatmak üzere bende arabadan indim. Yüzüme bakıyordu. Gözlerini kaçırır sanmıştım ama bunu yapmak yerine tam da gözlerimin içine bakıyordu. Benden gelecek bir konuşmaya ihtiyacı varmış gibi değildi bakışları. Sadece artık gitmemiz gerektiğini belirten bir bakıştı.

 

" Bizi bekliyor olmalılar. " dedim dudaklarımı açtığım an. Söylediğim cümle bu olmamalıydı. Onun cümlesini karşılık bir şey söylemeliydim.

 

Ama ne diyecektim?

 

İyi ki benimle evlenmeyi kabul ettin mi? Bu ne bayat bir cümleydi böyle?

 

Ya da bende senin dışında kimseyle evlenmek istemezdim mi demeliydim? Yok artık! Bir de sana aşık oluyorum benden uzak dursan iyi olur diye de ekleseydim tam olurdu.

 

" Gitmemiz gerek. " başıyla beni onayladığında aslında ikimizinde aklında bambaşka bir cümlenin döndüğüne emindim.

 

Merdivenlere doğru yürüdüğümde Cihangir de benimle birlikte yürümeye başladı. Topuklu ayakkabılardan dolayı yavaş çıkıyordum merdivenleri ve Cihangir her seferinde benim basamağı atlamam için bekliyordu. Bana elini uzattığında sertçe yutkundum. " Buraya bekar girip evli çıkacağız. " dedim sesimde inanamayan bir ton vardı.

 

Belki de fazla abartıyordum.

 

Cihangirle evlenmeyi abartmamak mümkün müydü?

 

Uzattığı elini tuttuğumda son basamağı çıkmak üzereydim. " Girerken elini tutmadığım bu yerden elini tutarak çıkacağım. Ve bilmeni isterim ki o eli sen bırakmadığın sürece ben bırakmam. Bu evlilik her ne kadar kağıt üzerinde olsa bile artık kocan olacağım. "

 

Yutkundum.

 

Kocam kelimesinin ağırlığını sindirmem için fazla zamanım yoktu.

 

" Ben de karın. " dudaklarım benden izinsiz konuşma hakkını kullanıyordu anlaşılan. " Büyükmüşüz gibi hissettiriyor. "

 

" Ruhumuz çocukken kalıplar bizi büyütemez. " dediğinde elimi tamamen avcunun içine aldı. Artık daha sıkı tutuyordu.

 

Biraz sonra karısı olacak kadının elini tutuyordu.

 

" Çocuklar gelmişsiniz. " diyen sesle irkildim. Bizi karşılayan kişi büyük dayıydı. Dudaklarında kocaman bir gülümsemeyle bize bakıyordu. Gözleri birbirine kenetlenmiş ellerimize çevrildi. " Ve hazırsınız. "

 

" Hazırız. " diyerek onu onayladı Cihangir. Aralarının çok da iyi olmadığını biliyordum. Ve belki de benim yüzümdendi. Belki mi? Kesinlikle benim yüzümdendi. Evan Tilki'nin evine beni götürdüğü için ona tavır alıyordu Cihangir. Ama buna gerek yoktu. Her şey görev içindi.

 

" Geçin bakalım. " önümüzden yürüyerek bize yolu göstermeye başladı.

 

Salonlardan birine girdiğimizde nikah memurunun bizi beklediğini gördüm. Bekleyen taraf değil, bekleten taraf olmuştuk.

 

" Çocuklar..." diyen sesi duyunca gülümsedim. " Hani beni çağıracaktınız? " diye sordu Dinçer amca. " Küsmek için binlerce sebep aradım ama bakın yine de buradayım. Kıyamadım size. "

 

" Dinçer amca. " dedi Cihangir kaşlarını çatarak. " Senin burada ne işin var? "

 

" Hayırsız evlat da başka oluyor be. " dedi büyük dayıya bakarak. " Görüyor musun bir de ne işin var diye soruyor. İnsan gelir bir sarılır. "

 

" Ben çağırdım. " dedi büyük dayı gözlerini ikisi arasında gezdirerek. Onların birbirini tanıdığını bilmiyordum. Galiba bilmediğim birden çok detay vardı. Ama hiçbirinin ne yeri ne de zamanıydı. " Sen unutmuş olabilirsin ama ben konuştuğumuz hiçbir şeyi unutmam evlat. Nikah şahidinin o olmazsa evlenmeyeceğini söylediğin sözü ne zaman unuttun? "

 

" Bu sıralar çok unutkan. " dedi başını iki yana sallayan Dinçer amca. " Neyse ki artık yanında ona her şeyi unutsa bile kendini hatırlatacak biri var. " gözleri beni buldu. " Nasılsın Umay kızım? "

 

" İyiyim Dinçer amca. " dedim gerçek bir gülümsemeyi dudaklarıma oturtarak. " Siz nasılsınız? "

 

" Tanıştığınızı bilmiyordum. " dedi büyük dayı araya girerek.

 

" Sen çoğu şeyi bilmiyorsun. " dedi Cihangir sert bir sesle. " Ayrıntıları kaçırıyorsun. "

 

" Yaşlanıyorsun demenin başka bir yolu bu. " dedi Dinçer amca gülerek. Gözlerinin içi bile gülüyordu. Cihangir'in isteyerek yaptığı bir evliliğin içinde olduğunu düşündüğü için bu kadar mutlu olmalıydı. Ama mevzu hiç de öyle değildi.

 

" Ah gençler..." Büyük dayı gözlerini üzerimizde gezdirdi. Kıyafetlerimizden hoşnut gibiydi. Yüzünde bir tebessüm varlığını koruduğunda nikah memurunun öksürme sesi duyuldu.

 

Kalbim hızla atmaya başladı.

 

Acaba şu an Cihangir'in de kalbi benimki gibi atıyor muydu?

 

Dokunsam ne yapardı?

 

" Hazırsanız başlayalım. " diyen nikah memuru kıyafetinin yakasını düzeltti. Bu saatte burada ne işinin olduğunu sorguluyor gibi duruyordu. Büyük dayı onu buraya getirmek için ne yapmıştı acaba? Kimliğini söylemesi gelmesi için yeterli olmuş muydu?

 

" Hiç olmadıkları kadar hazırlar. " dedi Büyük dayı bizim yerimize konuşarak. Çenesinin ucuyla işaret ettiği yere geçtiğimizde Cihangir oturmam için sandalyeyi çekti. Kendi de oturduğunda artık hazır olmamak için hiçbir sebebimiz yoktu.

 

Vay canına.

 

Kağıt üzerinde bir evliliğe göre fazla ciddi bir ortam vardı.

 

Kalbim hala hızla atıyordu. Kendimi bu ortama alıştırmak için büyük çaba sarf etmem gerekecekti belliydi. Dinçer amca ve büyük dayı nikah şehitlerimiz olacaktı. Benim şahidim büyük dayıydı. Kendim seçmiş olsam kimi seçerdim diye düşünürken buldum kendimi. Eski hayatımda yakın diyebileceğim bir arkadaşım yoktu.

 

Nikah memuru her nikahta söylenen o sözleri söylemeye başladığında terleyen ellerimi elbiseme sildim. Gözlerimi Cihangir'e çevirmek istedim. Şu an nasıl hissettiğim hakkında bir fikrim yoktu. Korkmuyordum, içim sıkılmıyordu ya da ürkmüyordum. Sadece kendimi boşlukta gibi hissediyordum. Nikah memurunun sorduğu kabul ediyor musunuz sorusuna ilk önce başımı sallayarak cevap verdim. Ama tekrarlayınca " Evet. " diye yineledim.

 

Aynı soruya Cihangir de evet cevabını verince nikah memuru yüzünde memnun olduğunu belirten bir ifadeyle bize baktı. Şahitlerin sorularını da aldığında imza atmamız için önümüze konulan deftere baktım.

 

Bir imza...

 

Sadece bir imza...

 

Kalemi tutan elim titriyordu. " İyi misin? " Cihangir'in dudakları neredeyse boynuma değecek kadar yakındı. " Ellerin titriyor. "

 

" Engelleyemiyorum. " dediğimde elini elimin üzerine koyarak bir süre tuttu.

 

" Birlikte yapalım ister misin? "

 

" Ama bu kabul olur mu ki? "

 

Omuz silkti. " İtiraz edecek kimse yok, sen istediğin sürece her şey kabul olur. "

 

" O zaman tutabilirsin. " dedim yutkunarak. " Elimi. "

 

Elleri elimin üzerinde destek amaçlı durduğunda şiddetle çarpmaya başlayan kalbime lanetler savurmama çok az kalmıştı. Onu durdurabilsem belki ellerim daha az titreyebilirdi. Basit bir imza için bu kadar heyecanlanmış olmam komikti. Cihangir'in şu an benim hakkımda ne düşündüğünü merak ettim. O benimle değil de kağıtla ilgili gibi duruyordu. Fotoğraflarımız aynı kağıdın üzerinde duruyordu.

 

Cihangir Karaboğa.

 

Sonunda soyadını öğrenmiştim.

 

İmzayı attım.

 

Artık Umay Karaboğa'ydım.

 

Cihangir'in eşi.

 

Kalemi Cihangir'e verdiğimde hiç düşünmeden kağıdı imzaladı. Dinçer amca heyecanla ellerini birbirine vurarak alkışladı. " Bu günleri göreceğimi hiç düşünmüyordum. " diyerek ayağa kalktı.

 

İmzalar atılmıştı. Artık resmi olarak evli biriydim.

 

Yeni kişilik Hoşgeldin...

 

" Gelini öpebilirsiniz. " diyen sesi duydum. Cihangir'in bedeni gerildi. Üzerindeki gömlekten bile belli oluyordu. Ayağa kalktı ve beni de kaldırdı. Gerçekten öpecek miydi?

 

Heyecanlanma seni salak, dedi iç sesim. Sadece alnından öpecek. Normal herkesin birbirini öpebildiği gibi.

 

Zaten herkes birbirini alnından öper!

 

Cihangir tam önümde durduğunda gözlerim pencereye kaydı. Dışarı karanlıktı ama pencereye değen yağmur damlaları kendini belli edecek kadar parlaktı. " Yağmur yağıyor. " dedim gözlerimi Cihangir'e çevirerek. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.

 

" Yağmurlu bir günde evlenmek.." dedi kulağıma doğru eğilerek. " Tam da bize yakışırdı. " Sert nefesini tenimde hissettim. " İki yağmur aşığı, birbirini bulup piyasadan çekildi. "

 

Dudağının kenarını büküldü. Bu onun gülümseme şekliydi. Dudakları alnıma dokunduğunda nefes nefese kalacak kadar yol koşmuş gibiydim. Yanımızda duranları unutmak sadece ikimizin var olduğunu düşünmek istedim.

 

Yağmurlu bir günde evlendin Umay.

 

Ve yağmurlu bir günde Cihangirle evlendin.

 

Cihangir Karaboğayla.

 

Alnımdaki baskı gittiğinde elime tutuşturulan nüfus cüzdanına baktım uzunca. Evlenmek böyle bir his miydi?

 

" Onu ben alayım. " diyen büyük dayı elimdeki nüfus cüzdanını alarak bakışlarımı son verdi. " Bu evlilik gerçek olduğu gün beni bulup alırsınız bunu. Ama şimdilik kimsenin görmemesi adına bende kalacak. "

 

Başımla onu onayladım. Evliliğin gerçek olma ihtimalini daha sonra düşünmek üzere zihnime kazıdım. Üzerimde beni hiç istemeyen, geldiğim günden beri gitmem için baskı yapan Leman'ın kıyafetiyle yağmurlu bir günde kağıt üzerinde evlilik yaptığım adama baktım.

 

Sahte evli olan çifte.

 

Yani bize.

 

" Fotoğraf çekelim. " dedi Dinçer amca nikah memuruna elindeki telefonu vererek. " Bizi bir çeker misin evladım. Hatıra kalsın. "

 

" Buna gerek var mı? " Büyük dayı onaylamadığını belli eden bakışlarla baktı Cihangir'e. Birinin bu fotoğrafı bulması başımıza felaketleri getirebilirdi.

 

" Var hatta, fotoğrafçı çocuk vardı burada. Nerede o çıktı mı? " telefonunu nikah memurundan alarak cebine koydu.

 

" Çağırırım ben şimdi. "

 

Fotoğrafçı geldiğinde " Evladım güzel çek, bak bu anın başka bir tekrarı yok. "

 

Yanıma gelip bana gülümsedi Dinçer amca. Üzerindeki takım elbiseyle oldukça klas duruyordu. Cihangir'in yanına da büyük dayı durduğunda fotoğrafçı çocuk birkaç kez fotoğrafımızı çekti. Fotoğraflar anlık çıkıyordu. Elinde sallayıp bize uzattığı fotoğrafları Dinçer amca aldı.

 

" Herkes bir tane alsın. " elindekilere bakma gereği bile duymadı. " Anı bu anı. " diye tekrarladı büyük dayıya verirken.

 

" Askerimi evlendirdiğim bir anı, doğru. "

 

" Herkese nasip olmaz. "

 

" Barbarosla Leman'ı evlendirmeyi beklerken Cihangir'i evlendirmek biraz koydu. " dedi büyük dayı sonunda biraz gevşeyerek. Bu nikahı istiyor gibi bakmıyordu gözleri. Çünkü Cihangirle ilk defa arasına mesafe giriyordu ve bu mesafe benim yüzümden oluyordu. Muhtemelen başlarına bela olacağımı düşünüyordu.

 

Ve tabi ki de Cihangir'in bana kapılacağını düşünüyor olmalıydı.

 

Haklıydı.

 

Her ne kadar inkar etse de ki etmemiş her konuşmasında mesaj niteliğinde bunu dile getiriyordu Cihangir. Cümlelerinin içi hep sevgi kokuyordu.

 

Elimdeki fotoğrafa çevirdim gözlerimi. Gözlerimi kapattığım ana denk gelmediği için derin bir nefes aldım. Bu fotoğrafı neden önemsediğim hakkında bir fikrim yoktu. Sonra gözlerim Cihangir'e çevrildi. Yüzünün hatları ne kadar da güzel çıkmıştı öyle?

 

Ellerimi yüzünün üzerinde sabaha kadar gezdirip iç çekerek bakabilirdim.

 

" Gizli bir yerde tutun. " dedi Büyük dayı elimdeki evlilik cüzdanını tekrar alarak. Fotoğraf çekilmek için vermişti. " Evdekiler bilmemeli, unutmayın. "

 

Kağıt üzerinde olan bir evliliği neden bilmemeleri gerekiyordu anlamıyordum. Sonuçta bizim için değişen hiçbir şey olmayacaktı.

 

" Bugün dağ evinde kalmak isterseniz..." dedi Dinçer amca dudaklarında kocaman bir tebessümle. Sanırım onun sahte evlilik hakkında bir bilgisi yoktu. Sahte evlilik yapan kişiler aynı odada bile kalmazdı. Bunu Dinçer amcaya kim söylemek isterdi?

 

" Yerleri ayarlandı. " dedi Büyük dayı direkt olaya el atarak. " Merak etme sen. "

 

Yer falan yoktu. Sadece Dinçer amcanın pürüz çıkarmaması içindi. " O zaman görüşürüz çifte kumrular. Dinçer amcanız için oldukça geç bir saat. Cihangir sonra bir elimi öpmeye bekliyorum biliyorsun. "

 

" Tabi. " dedi Cihangir boğazını temizleyerek.

 

Büyük dayı ve Dinçer amca bizimle vedalaşıp gittiklerinde nikah salonunda sadece ikimiz kalmıştık. Evet kağıt üzerinde evlilik böyle bir şey olsa gerekti. " Eve mi gideceğiz? " diye sordum gözlerimi pencereye çevirerek. Yağmur damlalarını gördükçe içim kıpır kıpır oluyordu.

 

" Gitmek istemezsin diye düşünmüştüm. " dedi onun da gözleri yağmurdaydı. İkimizin de aynı şey için içi gidiyordu.

 

" Başka ne yapabiliriz ki? "

 

" Islanmak dışında mı? " Dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. " Aslında ben bugün birlikte sabahlarız diye düşündüm. Yani şu an düşündüm. Önceden planladığım bir şey değildi. Hem yağmuru da izleriz. " bakışlarımı yüzüne çevirdim. " Bugün sabaha kadar uyuyamayacağız muhtemelen ikimizde. Aynı evde tek başına sabahlamak yerine yan yana sabahlarız diye düşündüm. "

 

" Eve ilk geldiğim zaman birlikte yağmur izleyerek uyuduğumuz gibi mi? "

 

" Benim için güzel bir gündü. " dedi tok bir sesle.

 

" Sabah her yerimiz tutulmayacaksa ben varım. " başımı salladım. " Haklısın, bugün uykumun geleceğini bende sanmıyorum. Tek başına düşünmek de hiç iç açıcı gelmiyor. "

 

" O zaman eve gidiyoruz? " sorar gibiydi sesi.

 

" Gidiyoruz. " başımı salladım. Kolunu uzatıp girmem için beklediğinde düşüncelerimin içinde kavruldum. Şu an kocamın koluna mı girmiş oluyordum?

 

Kocam demek ne garipti öyle?

 

Oldukça büyük hissettiriyordu.

 

Nikah salonundan çıkarak merdiven kısmına geldiğimizde ayağımda topuklular olduğu için yüzümü ekşittim. Yağmurda topuklularla yürümek berbattı ama merdiven inmek ondan da berbattı. " Ne oldu? " durakladığımı görünce nedenini anlamak için yüzümü inceledi.

 

" Topuklularla inmek biraz zor. " omuz silktim. " Ama inebilirim sanırım. "

 

" İstersen ben indirebilirim seni. " gözleri çevremizi inceledi. İn cin top oynuyordu. Sokak lambası hariç hiçbir şey yoktu. " Kucağımda. " elini ensesine koyarak kaşıdı. Bu hareketine bayılıyordum. Elini ensesine koyduğunda içimde kıpırdayan bir şeyler oluyordu.

 

" Birlikte düşeriz. " dedim elimi geçiştirmek istercesine sallayarak. " Hem tek kişi düşerse diğeri tutabilir. "

 

Merdivene adım attığım an beni durdurdu. " Ayağının ağrıdığını biliyorum. " yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. " Sol ayağının üzerinde duruyorsun. Muhtemelen sağ ayağını vurdu ayakkabı. Bir de yağmurda inmek üzerine eklenirse kendini oldukça zorlayacaksın. Bırak ben bu işi kolaylaştırayım. "

 

" Cihangir bu..."

 

" Neden izin alıyorum ki? " diyerek bir anda beni kucağına aldı. Elbisem yukarı doğru çıkarken elleri çıplak bacağıma baskı yapıyordu. Ama sadece yüzeysel bir dokunuşu vardı. Rahatsız olacağımı düşündüğü için avuç içlerini bacaklarıma bastırmadı bile. " Yanlış anlama, izin tabi ki de almalıyım. Ama sonuçta sen benim emanetimsin. Baban burada olsaydı ne yapardı diye düşündüm. Sonra da senin bu haldeyken aşağıya kucağımda inmeni önereceğini tasdikledim. O yüzden tartışmamıza bile gerek yok. " merdiven basamaklarını inmeye başladı. Dışarıdan bakan biri bizi nasıl görüyordu bilmiyordum ama ben arasında hiçbir bağı olmayan iki yabancı olarak görüyordum.

 

Elleri bacaklarımı sıkmıyordu bile beni nasıl tutabiliyordu? Dudaklarımı birbirine bastırarak yüzünü inceledim. Turkuaz gözleri bende değil merdiven basamaklarındaydı. " Ağır mıyım? " soruma gülümseyerek cevap verdi. Konuşmak için konuşuyordum şu an. Onunla sessiz durmak daha kötüydü. Zaten her zaman sessiz olan kişi bir tek benimleyken bu kadar çok diyalog kuruyordu. Benimleyken de susarsa kendimi iyi hissetmeyebilirdim.

 

" Kuş gibisin desem muhtemelen bana inanmayacaksın. " başımı salladım. Zayıftım ama o kadar da değildim. Beni rahatlıkla taşıyordu. " O zaman şöyle diyeyim, o kadar çok ağır şey kaldırdım ki sen şu an kucağımda hiç yokmuşsun gibi geliyor. "

 

" Ağırlıklardan mı bahsediyorsun? " Gerçekten neden çenemi kapatıp arabaya girmeyi beklemiyordum ki?

 

" Evet. " arabanın kapısını açtığında beni indirmeden kapıyı açtı. Ön koltuğa yerleştiridiğinde üzerime doğru eğildi. Bunu yapmamış olsa beni koltuğa oturtamazdı. " Bak ne diyeceğim. " dedi kendini geriye doğru çekerek. Kemeri elinde tutuyordu. " Sabahları spor yaparken yanıma gelsene. " Bu bir istekti. " O zaman inanırsın ne kadar ağır şeyler kaldırdığımı. Ne derler bilirsin, duyulana değil görülene inanın diye. "

 

" Öyle mi derler? " kemeri taktığını belirten o ses arabada yankılandı. Bedeni hala bedenim üzerindeydi ama herhangi bir temasımız yoktu.

 

" Derler. "

 

" O zaman yarın sabah gelip görmeliyim. " dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. " Sonuçta ne derler bilirsin, duyduklarına değil gördüklerine inan. "

 

Gülümsedi.

 

Gülümsedim.

 

Gövdesini benim bulunduğum taraftan çıkarıp kendi koltuğunun olduğu kısma doğru geçtiğinde içim kıpır kıpırdı. Yağmur hala yağmaya devam ediyordu ve ikimizde hatrı sayılır şekilde ıslanmıştık. Dudaklarımdaki tebessüm baki kaldı. Motoru çalıştırdığında gözlerimi yola çevirdim ve eve gelene kadar hiç ayırmadım.

 

Eve geldiğimizde mutfak hariç bütün ışıklar kapalıydı. Arabadaki saate çevirdim gözlerimi. Saat iki olmuştu. Bu saatte evdekiler uyumuş olmalıydı. Normalde en geç yattıkları saat bir oluyordu. Erken kalktıkları için düzenlerini bu şekilde kurmuşlardı.

 

" Uyanık birileri var sanırım. " dedim gözlerimi mutfaktan ayırmadan.

 

" Açık unutmuş da olabilirler. " Arabayı park ettiğinde bakışlarını mutfağa çevirdi. " Ya Barbaros kalkmıştır. Uyurgezer o. Ne yaptığını bilmiyor gece kalktığında. "

 

Kaşlarım havalandı. Bu bilgiyle ne yapacağımı bilmiyordum ama zihnimin bir köşesine atmaya karar verdim.

 

Her bilgi gerekli olacak değildi ya.

 

" Bu arada Evan'ın mesajına cevap vermedim. " Dudaklarımı birbirine bastırdım. Cevap vermek de istemiyordum. " Ne yazacağım? "

 

" Yazma. "

 

" Yazmam gerek, bunu ikimizde çok iyi biliyoruz. "

 

Derin bir nefes aldı. " Tamam yaz o zaman. "

 

" Tamam mı? " tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

 

" Yeterli değil mi ki? "

 

" Yani tamam diyebileceğim bir şey yazmamış ki. " omuz silktim.

 

" Konumu sorabilirsin o zaman. " Bu sefer omuz silken taraf oydu. Aslında ne yazacağımı ona sormam saçmaydı. Ama ben artık nedense her şeyi ona söyleyerek yapmak istiyordum. Çünkü Aleyna'nın başına gelenler beni gerçekten etkilemişti. Kimi etkilemezdi ki?

 

" Mantıklı. " başımı sallayarak Evan'dan gelen mesajı açtım.

 

' Selam Evan, adresi yollayabilir misin? '

 

Mesajı yazdıktan sonra telefonu kapatarak arabadan indim. Cihangir de benimle birlikte arabadan inip yanıma doğru geldi. Gözlerim eve çevrildi. Beni ve ailemi yangından kurturan kişiyle yan yana duruyordum. O günden sonra beni alıp buraya getirmişti. Hiç düşünmemişti. Bu eve girmek öyle kolay değildi. Özel görev için toplanmış kişilerin yaşadığı yerdi. Ve ben buraya onlardan biri olmadığım halde girmiştim.

 

Şimdi de onlardan birinin karısı olarak girecektim.

 

Vay canına hayat ne garipti öyle?

 

" Kimse bilmeyecek. " dedi Cihangir omzuma doğru eğilerek. Aramızda bir kafa boyu mesafe olduğu için benimle konuşmak istediğinde eğilmek zorunda kalıyordu. Topuklularla bu mesafe indirgenemiyordu. " Merak etme, sen ve ben dışında kimse evli olduğumuzu bilmiyor. " dudaklarından çıkan kelimede takılı kaldım. Belki de fazla abartıyordum ama insan hayatında on kez evlenmiyordu sonuçta değil mi? " Rahat olabilirsin. "

 

Evli. 

 

" Rahatım ben sadece..." elimi geçiştirircesine salladım. " Her neyse zaten benim güvenliğim için yaptık böyle bir şeyi. " yutkundum. " Gerilmeye hiç gerek yok. Kağıt üzerindeki bir şey için. "

 

" Aynen öyle. " dedi başını sallayarak. Yağmur yavaşlamış olmasına rağmen bizi sırılsıklam edecek kadar içten yağıyordu. " Islanmak mi istersin yoksa içeri geçelim mi? "

 

" Sanırım bugün sadece yağmuru izlemeye ihtiyacım var yeteri kadar ıslandım. " Öyle bir cümle kurmuştum ki içinden ellerimle binbir türlü anlam çıkarabilirdim.

 

Merdivenlerden çıkabilmem için elimi tuttu. Kucağına alması için çok uzun bir merdiven değildi. Ya da evdekilerin farklı bir anlam çıkarmalarını istemediği için yapmıştı bunu. Fazla düşünmek istemedim. Kapıyı açarak içeri girdiğinde " Üzerimi değiştirip balkona gelirim. " dedi ve merdivenlere doğru yürümeye başladı. Sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki geri dönerek yanıma kadar geldi. " Yine bir merdiven vakası. Seni çıkarıp öyle gideyim. "

 

" Bu sefer gerek yok. " dedim gözlerimle etrafı tarayarak. " Ayakkabıları çıkardım sonuçta. Yürüyebilirim. "

 

" Bu sefer derken? " diyen sesle birlikte neredeyse çığlık atacaktım. Kubilay elindeki ayvayı ısırarak bize doğru baktı. " Ne zaman taşıdın sen onu merdivenlerde? " kaşları havalandı. " Ayrıca siz bizsiz neden takılıyorsunuz ki? Alınıyorum güceniyorum. Mesela yine ıslanmışşınız. " gözleri irileşti. " Yani yağmurdan. "

 

Yanaklarım ısındı. Anladığım şeyi kastetmiş olmamasını diledim. " Başka nasıl ıslanabilirler ki? " dedi onun arkasından kafasını uzatan Mizgin. " Bazen sırf konuşmuş olmak için konuştuğunu düşünüyorum Kubi. "

 

" Küçüğüm diye boşuna demiyorum ben bu kıza. " omuz silkerek bir kez daha ısırdı ayvadan. " Yetişkinler beni anladı Mizgincim sana gerek yok bitanem. " öpücük attığında Mizgin göz devirdi.

 

" Ayva mı o? " diye sordu Cihangir konuyu değiştirmek istercesine.

 

" Yemek isteyen varsa gelsin. Limonlayıp tuzladım. Vallahi enfes oldu enfes. " Kubilay eliyle mükemmel olduğunu belirten bir işaret yaptı.

 

" Tabi ayvamız kaldıysa yerler. " Mizgin'in sesi iğneleyiciydi. " Bu kaçıncı ayvan senin? Bir de dilimletmiyorsun. Tümünü kendin yiyorsun. "

 

" Kız az önce sana eşlik ederken yedim ya dilimle. "

 

" Benim olana çöreklenmeye geldin an mi? "

 

" Öyle de demeyelim de. "

 

" Doğrular canım doğrular. " diyerek mutfağa girdi Mizgin. " Bu arada kalmış isterseniz gelin yiyelim. " diyerek bağırdı. " Hemen uyumayacaksanız tabi. "

 

" Bu gece uyumayacağız. " Gözlerim hızla Cihangir'e kaydı. Bu detayı vermesine gerek var mıydı bilmiyordum.

 

" Sebep? " gözlerimi mutfaktaki saate çevirip zaman dilimi öğrenmek istedim. Sabahlamamız için kaç saatimiz vardı bilmek istiyordum. " Sizin için önemli bir gün de haberimiz mi yok? " diye sordu Kubilay şüpheli gözlerle bizi süzerek.

 

" Yok canım. " dedim ellerimi sallayarak. Dikkat çekmekte üstüme insan tanımazdım gerçekten. " Yağmur yağıyor ya. İzlemek istedik. "

 

" Kararlaştırıp da gelmişler eve. " Mizgin'in gözleri kısıldı. " Var bunun altında bir bit yeniği..."

 

Kubilay yüzünü buruşturdu. " Bit yeniği de ne? İçinden bir babaanne çıkacağını hep biliyordum ama..."

 

" Sende dede ol o halde. " dedi Mizgin göz devirerek. " Gerçi evlenir misin bilmem. "

 

" Aynı torunların dedesi ve babaannesi olacaksak neden olmasın? " Kubilay'ın dudaklarının arasından ilk defa böyle bir cümle duyuyordum. Mizginle arasına kilometreler koyan çocuk bugün o kilometreleri sıfıra indirmiş gibi duruyordu. " Yani abin sayılırım ya, illaki torunların bana da dede der. " elini sallayarak arkasına baktı. " Siz geliyor musunuz? Ona göre şey yapacağım. "

 

" Üzerimi değiştirip gelirim. " dedim kıyafetlerimi işaret ederek. Cihangir'in de benden bir farkı yoktu. Sırılsıklamdık.

 

" Kıyafet dolabına birkaç parça kıyafet koymuş olabilirim. " dedi Mizgin göz kırparak. " Hadi daha fazla üşümeden gidip gelin. "

 

" Belki de içleri yanıyordur. " Kubilay göz kırptı. " Baksana şunlara hiç üşümüş halleri var mı? "

 

" Aynen Kubi aynen. Herkesi kendin sanmaya devam. " Kubilay elindeki ayvadan büyük bir ısırık aldı. Artık ağzı tamamen doluydu. " Bu arada benim de uykum yok. Sizinle birlikte sabahlasam sorun olur mu? " Mizgin'in masum bakışlarıyla omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

" Benim için hiç sorun değil. Yağmuru izleyecek bir kişi daha var sonuçta. " dudaklarıma yerleşen tebessüm içimi ferahlattı.

 

" Belki Cihangir için sorundur. " dedi dolu ağzından anladığım kadarıyla. " Ona da bir sor. "

 

" Neden rahatsız olsun ki? " Her lafa atlama gibi bir özelliğimin var olduğunu daha önce söylemiş miydim?

 

" Ben bilmem. " Kubilay omuz silkerek mutfağa girdi.

 

Mizgin " Şimdiye kadar bir şey söylemediğine göre sorun yok demektir. Hadi bekliyorum sizi. Çay da koyarım. " diyerek mutfağa girdiğinde bize söz hakkı tanımadı.

 

Cihangir iç çekerek merdivenlere yöneldiğinde bende onu takip ettim. Topuklu ayakkabı gerçekten de ayağımı bambaşka bir hale getirmişti. Muhtemelen yara bere içindeydi. Bunu kıyafetlerimi çıkardığım an görecektim. Merdiven basamakları bittiğinde Cihangir bana doğru döndü. " Yalnız kalmak istersen inmeyebiliriz. " dediğinde omuz silktim.

 

" Yok, iyi gelebilir. "

 

" O zaman gideyim ben. " elini ensesine attığında içimde yine o kıpırdama yaşandı.

 

" Bende. "

 

Bana verilen odanın kapısını açarak içeri girdim. Odada parfüm kokusu vardı. Çıkmadan önce sıktığım parfümün etkisinin hala odada olması kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Gözlerimi masanın üzerindeki dijital saate çevirdim. Kaşlarım hayretle havalandı. Saat ne zaman dört olmuştu ki?

 

Gerçi hala on dakikası vardı. Ve buna rağmen Kubilayla Mizgin ayaktaydı.

 

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarmadan önce giymek için dolaptan kıyafet seçtim. Mizgin dediği gibi dolabı doldurmuştu. Bir tişört ve tayt giydiğimde aynadan kendime baktım. Ayaklarım kırmızıydı ve haddinden fazla acıyordu. Arka kısmı soyulmuş ve kanamıştı. Sağ ayağımdaki parmaklarımdan biri de sızlıyordu.

 

Ayağıma sürecek bir krem aradım. Bana verilen odada böyle bir şeye rastlamayınca odadan çıkmak için ayaklandım. " Aynı anda. " diyen sesle başımı kaldırdım. Cihangir de kapıda durmuş beni bekliyordu.

 

" Yeni mi çıktın? "

 

" Sayılır. " başını salladı.

 

Ayağımın acısıyla başa çıkamayacağımı anladığımda Cihangir'e çevirdim gözlerimi. " Krem var mı? Ben odada bulamadım da acaba sende varsa alabilir miyim diyecektim. "

 

Gözleri direkt ayaklarıma kaydı. Çorap giymiştim şu an bir şey göremezdi. " Kanamış. " dedi kaşları çatıldığında. Sert bir rüzgar bedenime nüfus etmiş gibi irkildim. " Gel benimle. "

 

Odasına doğru yürüdüğünde gitmekle gitmemek arasındaki o çizgideydim. Arkasından geleceğime emin gibiydi. Bakışları hiç arkasına dönmedi. Bir iki adım atarak hemen arkasında durdum. Aramızda bir adımlık mesafe vardı. Uzun koridorda ilerlerken duyduğum sesle kaşlarım çatıldı. Bu ses bir inleme miydi? Cihangir omzunun üzerinden bana baktığında sesin benden gelmediğini anlayarak önüne dönecekti ki aynı ses tekrar çıktı.

 

" Ah! Hızlı. " diyen sesle birlikte yanaklarıma pompalanan kanı hissettim. Olduğum yerde titrek bir nefes aldım. Cihangir yüzünü buruşturdu. " Barbar..."

 

" Şunlara evde çocuk olduğunu daha kaç defa hatırlatmam gerekecek acaba? " dedi Cihangir göz devirerek. " Kusura bakma, fazla dikkatsiz davranıyorlar. "

 

Kulaklarıma kadar kızardığımı görüyor muydu? " Sorun değil, odana geçelim mi? " tek istediğim inleme seslerine daha fazla maruz kalmamaktı.

 

Leman'ın inleme sesine...

 

Ah, artık onunla yüz yüze geldiğimde nasıl normal şeyler düşünecektim ki?

 

Cihangir kapısını açarak geçmem için yol verdi. Odasına girdiğimde gözlerim simsiyah olan yatak örtüsünde gezindi. Odaya dair her şeyin siyah olması kaşlarımın havalanmasına sebep oldu. Turkuaz gözlerin sahibi demek ki renk sevmiyordu. " Yatağa oturur musun? " aramıza mesafe girmiş gibi hissettiriyordu sesi. Gerçi otur diye emretmiş olması kaba olabilirdi.

 

Yatağa oturduğumda hiç bozulmamış yatak örtüsüne dokundum. Tişörtü parçalayacakmış gibi görünen omuzları gergindi. Elindeki kremle bana doğru geldiğinde önümde diz çöktü.

 

Bu bugün ikinci diz çöküşüydü.

 

Evlenmeden önce ve evlendikten sonra...

 

Ayağımı avcuna alarak çorabımı çıkardığında " Aslında ben yapabilirim. " diyerek ayağımı geri çekmeye çalıştım. Ama buna izin vermedi. Ayağımı sıkıca tutarak elleriyle hapsetti.

 

" Yapabileceğini biliyorum. " dedi erkeksi tok sesi. " Ama ben yapmak istiyorum. "

 

Elindeki yara bandını yatağın üzerine koyup iki elini de ayağımla ilgilenmek için boşta bıraktı. Dilimi yutmuş gibiydim. Sessizliğim aramızda yeni bir dil oluşturmuş gibiydi. Ona neden diye sormaktansa susup ne yapmak istiyorsa yapmasını izlemek istedim.

 

Elindeki pamukla önce ayağımdaki kanı temizledi. Bana doğru gelirken sadece kremi görmüştüm. Demek ki elinde birden fazla şey taşımıştı. Ve ben onları görmeyecek kadar kördüm. " Acıyor mu? " sorusuyla birlikte kendime geldim.

 

" Biraz. " İnkar etmek içimden gelmiyordu. Ona her şeyde açık olmak istiyordum.

 

Turkuaz gözleri yüzümde dolaştı. " Hep böyle olur mu? " tok sesi zihnime ulaştı.

 

" Her zaman değil. Bazen. "

 

Gözleri gözlerimden ayrılıp tekrar ayağıma indi. Yaptığı işi fazla ciddiye alıyor olmalıydı. Gerilen kasları omzuna ayrı bir hava katıyorken elini bastırmasıyla inledim. " Özür dilerim. " dedi oturduğum yere koyduğu bandı alarak üzerine kapıştırdı. " Bitti. "

 

Bitti demesine rağmen ayağım hala ellerinin arasında duruyordu. Ayağa kalkmak gibi bir girişimde de bulunmadı.

 

" Mizginleri bekletmeyelim. " dediğimde kendine gelmiş gibiydi. Ayağımı bırakarak " Olur. " dedi.

 

Aramızdaki bu gerginliğin sebebini anlayamadım. Sanki ilk defa karşılaşmış yabancılar gibiydik. Bir şeyler eksikti. Ya da bir şeylerin eksik olmasına biz neden oluyorduk.

 

Mutfağa girdiğimizde Mizgin elindeki çay tepsisiyle bize göz kırptı. " Şekeri getirirseniz bu kadar uzun sürecek ne yaptınız yukarıda diye asla sormayacağım. " İç çekerek balkona geçti. Muhtemelen Kubilay balkonda oturuyordu. Mutfakta sadece ikimiz kaldık.

 

" Sen geç ben alırım. " Cihangir'in sesiyle başımı sallayarak balkona çıktım. Yağmur kokusu burnuma dolduğunda yüzümdeki tebessüme engel olamadım. Elimi uzatarak demire tutundum.

 

" Şu kızın yüzünü de bir yağmur güldürüyor bir de..." Mizgin kolunu Kubilay'ın göğsüne geçirince sustu. Cümlesinin devamını merak ettim. Benim yüzümü yağmur dışında ne güldürüyordu ki?

 

" Ne güldürüyormuş yüzümü? " elimi dışarı doğru uzatarak yağmuru hissettim. Huzuru size şu an tanımlayabilirdim.

 

" Adı lazım değil baş harfi burada yanımda hatta sallanan koltukta oturan biri. "

 

" Kubi al ayva ye. " dedi Mizgin. " Boş boş konuşma. "

 

" Dolu konuşup ne yapacağız? Hayata zevk almak için geliyoruz sonuçta. " Omuz silkti Kubilay.

 

" Çayın soğuyacak. " dedi Mizgin onu görmezden gelerek. " Gelsene Umay. "

 

" Kız gel de neler oldu bize de anlat. " dediği an telefonum titredi. Onu yanımda getirdiğimi bile hatırlamıyordum. " Anlatmaman için biri mesaj attı bak net ya. "

 

" Sanemle alakalı olabilir. " Telefona gelen bildirimin üzerine tıkladım.

 

' Mesajları görme ve cevaplama hızın beni kalbimden bıçakladı. Beni kurtardığın kadar hızlı değilsin demek telefon konusunda. Sanem yarın bir ön görüşme yapmak istiyor. Bu saatte söylemek istemezdim ama madem uyumuyorsun aradan çıksın. Konumu atıyorum. '

 

' Bu arada Sanem kendini rahat hissedeceğin bir şey giymeni söyledi. '

 

' 05......'

 

' Bu da Sanem'in numarası bundan sonra kendisiyle iletişime geçmeni istiyor. Bir aracıya ihtiyacı yokmuş. '

 

Telefon bir kez daha titredi.

 

' Bana aracı dediğine inanabiliyor musun? '

 

Kaşlarım hayretle havalandı. Benimle arkadaş gibi konuşmasına şaşırmalıydım değil mi?

 

' Bu arada iyi uykular...'

 

" İyi uykular mı yazmış? " dedi Kubilay tepemde dikilip bütün mesajları okuduğunu belli ederek. " Bu adam kimdi? "

 

O sırada bir mesaj daha geldi.

 

' Ben Evan, kaydetmediysen diye bir kez daha belirtmek istedim. '

 

" Adam beni duydu. " gülerek yerine oturdu. " Adını yazmış, beni meraktan kurtarmış. "

 

" Kim ki bu? Sanem dışında birinin olduğunu bilmiyordum. " Başımı Mizgin'e çevirdim. Cihangir bir cevap vermedi ama yüzü her zamankinden daha soğuk duruyordu.

 

" Evan Tilki. " Dudaklarımı ıslattım. " Açıkçası onun hakkında tek bildiğim Sanem'in ortağı olması. Ve geçen senenin kapak yüzüydü sanırım. O kızla konuşurken buna benzer bir cümle kurmuşlardı. "

 

" Bir şey diyeceğim. " Dudakları büküldü Mizgin'in. " Bunu daha önce söyleyen oldu mu bilmiyorum ama Sanem üzerinden gitmek saçma değil mi? Tamam onun ne haltlar yediğini bulmaya çalışıyorsunuz ama sanki böyle durumlarda erkekleri düşürmek daha kolay. "

 

" Evan üzerinden mi gitsin? " Kubi gözlerini Cihangir'e çevirerek eline bir koz geçmiş gibi gülümsedi.

 

" Daha basit bir av gibi geldi bana. " Mizgin omuz silkti. " İlgisini çekmeyecek biri de değil Umay sonuçta. "

 

" Onu asansörden kurtardım. " dedim bir anda. " Galiba çoktan ilgisini çektim. Bana kurtarıcım gibi bir şeyler yazmış. "

 

" Bingo. " elini şaklattı Kubilay. " İşte bu, işte bu! "

 

" Asla olmaz. " dedi Cihangir konuşmaya dahil olarak. Eline aldığı çayı bana doğru uzattığında benim elimde kendi çayım vardı.

 

" Benimki elimde.." dedim kaldırarak.

 

" Bir yudum iç. " gözlerini şekere çevirdi. " Artık şeker kullanmak istemiyorum. "

 

Kaşlarım çatıldı. Bu da ne demekti?

 

" Ben içince ne olacak ki? " anlamadığımı belirten bakışlarımı Cihangir'in turkuaz gözlerinde gezdirdim. Benim içmem neyi değiştirebilirdi ki? " Hem bir anda şekeri kesemezsin. Alıştı..."

 

" Sen içtikten sonra şekerli geliyor çay. " Mizgin neredeyse elindeki çayı püskürtecekti. " Geçen denemiştim yani ilk değil. Alıştım sayılır. "

 

Cümlelerinin güneyden gelen sıcak hava dalgasıyla eş değer olduğunu daha önceden söylemiş miydim?

 

Kubilay'ın kıpırdamasına aldırış etmedi. Çay bardağını dudaklarıma doğru uzattı. Bir yudum aldığımda alt dudağı dişlerinin arasındaydı. Bardağı geri çekerek kendi dudaklarının arasına yerleştirdi. Benim içtiğim yerin üzerinden içti. " İki şeker atmışım gibi. " hoşnut sesiyle birlikte gözlerimi kaçırdım.

 

Yanaklarımın yandığına emindim.

 

Benim içtiğim yerden içmesi ne demekti?

 

Ya da şekeri bırakıp sadece ben içtikten sonra içmesi?

 

" Ee, bu hep böyle mi olacak? " Mizgin çayından bir yudum aldı. " Gittiğin her yere Umay'ı götürüp bir yudum içeceğinden aldıracak mısın? Şekeri sana bıraktıran sebebe bak. "

 

" Birlikte olduğumuz sürece böyle olacak. " boğazını temizledi. " Yani onun için sorun yoksa. "

 

Turkuaz gözleri bana çevrilince sertçe yutkundum. Tiksinmeden çayını içiyordu. Asıl onun için nasıl sorun olmazdı? " Yok yani tiksinmiyorsan. "

 

" Tiksinir gibi bir hali mi var? Çocuk ağzından içecek neredeyse. "

 

" Ay iğrençsin Kubi. " dedi Mizgin yüzünü buruşturarak.

 

" Ah küçüğüm, ağızdan tiksiniyorsan..."

 

" Başka neyden tiksinmem gerekiyordu pardon? "

 

" Hiç. " omuz silkti Kubilay. Aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini kaçırdı Mizgin'den.

 

" Evli çiftler içse neyse de..." Mizgin onaylamadığını belirten bakışlarla Cihangir'e baktığında ağzımdakini neredeyse püskürtecektim. " Cihangir ne midesizsin ya.."

 

" Aynen. " Kubi güldü. " Erkekler biraz midesizdir. "

 

" Genelleme yapan bir Kubi. "

 

" Senin okuman gereken kitabın falan yok mu? " Kubilay kaşlarını çattı. " Onunla falan mı uğraşsan napsan? "

 

" Kovuyor musun beni? "

 

" Yok canım ağzımdan asla öyle bir şey çıkmadı. " omuz silkti. " Çıktı mı? "

 

" Kimse seni onaylayamaz. " tehditkar bir şekilde işaret parmağını salladı Mizgin. " Ayrıca biraz sessiz mi olsak? Yağmuru dinlemek istiyorum. "

 

" Kore dizilerindeki gibi şemsiyeni al da çık yürü bir de istersen. "

 

" Canım bir kere olay o değil. " elini savurdu. " Şemsiyesiz çıkacaksın ki biri sana şemsiye getirsin. " İç çekti Mizgin. Cihangir ve ben ikisinin konuşmasını dinliyorduk. Ya da sadece ikisine bakıyorduk.

 

Benim zihnimde onların konuşmasından çok başka şeyler dönüyordu.

 

Mesela yarın Sanem benimle nasıl bir ön görüşme yapacaktı? Onun yanındayken artık tedirgin olacağıma emindim. " Çok beklersin Kore de mi yaşıyoruz da elin adamı gelip sana şemsiye getirsin? " Kubilay'ın kaşları çatıldı. Böyle bir durumun ihtimaline bile kızıyor gibi görünüyordu.

 

" O zaman sen getir Kubi. "

 

" Neyi? "

 

" Şemsiyeyi. "

 

Kubilay gözlerini Cihangir'e çevirdi. Nabzını yoklar gibi baktı. Cihangir'in konuşmalar umrunda bile değildi. O sadece bana bakıyordu. " Şemsiye sevmem ben. " dedi yüzünü ekşiterek.

 

" Paboya..."

 

" Aptal dedin anlamadık sanki. " göz devirdi Kubilay. " Kore dizileri izledik az buçuk biliyoruz dilini. "

 

" Şu hal hareketlere bak ya. " Mizgin gözlerini Cihangir'e çevirdi. " Cihangir sen ne düşünüyorsun? "

 

Cihangirden bir ses çıkmayınca Mizgin eliyle dürttü. " Sana diyorum sana..."

 

" Kubilay ayvayı yemişsin ayvayı..." diye seslendi Kubilay.

 

" Daha yemedim. " tabaktaki ayvalardan birini aldı. " Şimdi yiyorum bak. "

 

Kubilay elini salladı. " Cihangir evin yanıyor desem yansın der. " onaylamayan bakışlarını üzerinde gezdirdi. " Umay'ın yüzünde bizim görmediğimiz bir şey mi görüyorsun? Neden kızı izleyip duruyorsun? "

 

" Cidden Cihangir, beni neden dinlemiyorsun? " Mizgin kollarını göğsünde birleştirdi. " Yine dinlemiyor. "

 

" Aslında sadece yağmuru dinlesek, nasıl olur sizce? "

 

" Kötü. "

 

Sırtımı geriye yaslayarak onları dinledim. Düşüncelerimin içinde kaybolmaktan daha iyi hissettiriyordu. En azından kafamı meşgul ediyorlardı. Mizgin ve Kubilay her ne kadar birbirlerine uzak görünseler de bir o kadar yakındılar. Sabah ezanının sesi duyulmaya başlandığında güneşin doğuşuna çok az bir zaman kaldığının farkına vardım.

 

Yağmur hala yağıyordu. Nefes nefese bir ses mutfak balkonunun kapısının olduğu yerden gelince bakışlarımı o yöne çevirdim. Gece kapıda duruyordu ve gerçekten de nefes nefeseydi. Tüm evi koşmuş gibi bakıyordu.

 

" Gece? " diye seslendiğimde diğerleri de tartışmalarına son verip mutfak kapısına döndü. " Ne oldu? "

 

" Alparslan..." dedi soluklanmaya çalışarak. " Hiçbir yerde yok. "

 

" Spora çıkmıştır abim. Saati gelmiş olmalı. " dedi ezan sesini kastederek.

 

Başını iki yana salladı Gece. " Mekandan sonra eve hiç gelmemiş, yatağı bile bozulmamış. Spor ayakkabılarına baktım. Koşuya çıktığında giydikleri de evde. Spor için çıkmış olamaz. " Gece'nin bu saatte kalkmış olmasını yadırgadım. Hatta bu saatte kalkıp Alparslan'ın yokluğunu fark etmesini daha çok yadırgadım. Evde denk geldiğimizde suyunu içip yatmıştı ve Alparslan umrunda bile olmamıştı. Şu an neden bu kadar gergin duruyordu?

 

" Takılmıştır bir yerlere. " dedi Kubilay. " Abuk subuk konuştun yanında yine. Çocuk ne yapsın? "

 

" Kubilay sorun da bu zaten. " başını iki yana salladı. " Alparslan galiba bana kızdı. " gözlerini sıkıca kapattı. " Biz birazdan fazla tartıştık. Ben ona çok ağır şeyler söyledim. "

 

" Ne gibi ağır şeyler? " Mizgin'in kaşları çatıldı.

 

" Hiç haz etmeyeceği şeyler. "

 

" Açık konuşsana. " dedi Cihangir sert bir solukla.

 

Gece gözlerini kapattı. " Ona keşke buraya hiç gelmeseydin dedim. Babanın yerine geçip bir ağa olsaydın ve oradan seni seven bir kızla evlenseydin dedim. " dudaklarını kemirdi. " En nefret ettiği şeyi söyledim. Sonra da bana dedi ki ben ağa olsaydım beni sevme ihtimalin olur muydu? " Gece artık ağlıyordu.

 

" Aptal aşık bu çocuk soruya bak ya delireceğim! " Kubilay'ın gözlerinde öfke vardı.

 

" Sen ne cevap verdin Gece? " Mizgin ellerini iki yanında yumruk yapmıştı.

 

" Belki dedim. Sonra şimdikinden daha büyük bir ihtimalimiz olur muydu diye sordu. "

 

" Lanet olsun Gece. " dedi Kubilay dayanamayarak. " Alparslan'ın her dediğini yaptığını bile bile neden ona öyle bir şey söyledin ki? Neydi senin derdin? Tamam anladık sevmiyorsun ama şu çocuğa eziyet çektirip de durma. "

 

" Ben böyle olsun istemedim.."

 

" Sen tam olarak ne istedin Gece? " diye sordu Mizgin. Dudakları titriyordu. Göz yaşları akmak için son bir ihtimali bekliyordu. " Abimden ne istedin? "

 

" Beni sevmemesini. " hıçkırarak ağlamaya başladı Gece. " Lanet olsun Alparslan o eve gitmiş olamaz değil mi? "

 

Alparslan'ın anlattığı hikayeyi anımsayınca ruhum çekilmiş gibi hissettim. Kardeşi için oradan ayrılmışken şimdi tekrar gider miydi?

 

Gece için giderdi.

 

Ve sanırım gitmişti.

 

 

Umarım bölümü keyifle okumuşsunuzdur siyah kalplerim🖤

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, siyah kalple kalın. ( Yani bizimle... )

 

Insta: rumistrop

 

Tiktok: therumice

 

 

Bölüm : 25.12.2024 17:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...