

1. BÖLÜM : VAVEYLA
Cem Adrian / Kül
Sokak lambalarının aydınlatmaya yetmediği bir günün ortasında zamana karşı adımlarımı atıyordum. Elimde sıkıca tuttuğum siyah klasörümün sivri kenarı elime battığında kaşlarımı çattım. Metro durağının önünde hafifçe duraksayarak burnuma değen yağmuru görmek için başımı yukarı kaldırdım. Yağmur yağmaya başlamıştı. Kasım ayı oldukça yağışlı geçeceğe benziyordu. Gözlerimi kapatarak yağmurun toprağa inişini hissetmek istedim ama bu bulunduğum ortamda imkansızdı. Yağmur damlaları yüzüme daha hızlı çarpmaya başladığında derin bir nefes alarak çantama attığım kartımı tek hamlede çıkararak elimde sıkıca tuttum. Binmek için hamle yaptığımda arkamdan birinin itmesiyle düşecek gibi oldum ama bileğime tutunan eller bunu engelledi. Kafamı kaldırarak beni tutan kişiye bakmak tamamen yaptığım yanlışlar listesine eklenebilecek türdendi.
" Merhaba sevgilim.." diyen sesi duymak bile midemi bulandırırken yüzünü görmek beni darmaduman ediyordu. Yine ne işi vardı sorusu artık işe yaramıyordu bir cevap alabilmek için. " Bak tutmasam düşecektin, her zaman olduğu gibi yine yardımına ben koştum. " diyerek elini sıkılaştırdı.
" Hadi evladım bineceksen bin, meşgul etme burayı. " diyen sesi duyduğumda konuşmak için açtığım dudaklarımı kapatmak zorunda kaldım. Gözlerimi etrafımda gezdirerek buradan çıkabilme yolunu aramaya başladım. Bu ondan ilk kaçışım değildi ve sanırım son da olmayacaktı.
" Hadi ama bir sürü kişi seni bekliyor.."
Seslere daha fazla tahammül edemedim. Kalabalık yağmuru bile dindiriyor bana çarpmasına engel oluyordu. Metroya çevrilen gözlerim kolumu tutan kişiyle kesişti. " Sevgilim, insanların işleri var. Metronun önünü kapatma da binmek isteyenler binsin. " dedi tatlı dilini kullanan biri gibi. Oysa onun dilinden zehirden başka şey çıkamazdı.
" Sevgilim deyip durma Tibet. " dedim sakin olmaya çalışarak. Şimdi burada bağırsam kaç kişi benim tarafımı tutardı ? Kaç kişi beni onun elinden kurtarmaya çalışırdı? Denemiştim, belki de bu bir sosyal testti benim için ama denemiştim ve sonuçlarını ise kimse tahmin etmek dahi istemezdi. Bağırdığım, ondan kaçmaya çalıştığım gün aslında en büyük yıkıldığım gündü. Ben insanlar bana yardım eder sanmıştım ama insanlar beni onun önüne atmıştı. Şimdi yine olsa yine aynısını yaparlardı. Buna emindim. Durum eğer tam tersi olsaydı herkes durup bakardı, tepki gösterirdi ama şimdi herkes bana sırtını dönüyordu. Allah kahretsin ki Tibet çok iyi bir oyuncuydu ve tabi ki de o eli uzun adamlardandı.
" Sevgilime ne diye seslenmemi beklersin ? " dedi tek kaşını kaldırarak bileğimi sıktığında. " Teyzeye soralım bakalım. Teyzeciğim, bu genç bayana ne diye seslenmeliyim? Nişanlım mı ? " dediğinde kendi özgü o iğrenç kahkahasını attı. " Ah ! Biz zaten nişanlıydık değil mi sevgilim ? "
" Tibet saçma sapan konuşmaya devam edersen.."
" Ne yaparsın? " diye sordu dişlerinin arasında. " Söylesene sevgilim, yoksa beni şu köşedeki polis amcalara şikayet mi edersin ? " dudaklarını büzdüğünde sinirlerimin gerildiğini hissettim. Ondan kurtuluş yoktu.
Tibet aile dostluğumuz üzerine sevgili olduğum sonra da nişanlanmak için beni ailemle tehdit eden bir adamdı. Adam demek de ona pek yakışmıyordu gerçi ama başka ne diyebilirdim ki ? Hiçbir insan onun kadar ahlâksız olamazdı. " Tibet bırak bileğimi. " dedim sesimi yükselterek. Yan taraftaki amcanın dikkatini çektiğimi düşünüyordum ki gözleri usulca bana değdi sonra da geri çekildi. Neden herkes böyle duyarsızdı ? Sanırım en çok da canımı yakan kısım burasıydı.
" Bileğin benim sevgilim, benimle gelirsen alabilirsin. " diyerek beni kendine hızla çektiğinde neye uğradığımı şaşırarak gövdemi onun bedenine çarptım. " Ve geliyorsun da. " dedi o zehirli sesini kulağıma doğru getirerek.
Ona çoğu kez anlatmıştım. Psikolojik sorunları vardı. Tibet takıntılı biriydi. Bunu ona anlatmaya çalışmıştım ama tabi ki de beni dinlememişti. Kafasına koyduğunu yapmaya meyilli olduğu için ondan daha fazla uzaklaşmak istemiştim. Ailemle tehdit ettiğinde bile susmamış bunu ailemle konuşmuştum. Hatta ayrılmıştık, şu an hiçbir bağımız yoktu. Ama Tibet ve o bitmeyen gurursuzluğu onu hep önüme geçmeye zorluyordu. Bundan cidden bıkmıştım. Polis korumaları da yetersizdi. Ailesi saygın zenginlerden olduğu için bir ceza aldığında çıkması daha kolay oluyordu. Yağmur burnuma bir kez daha çarptığında huzurlu havanın tadını bile çıkarmama izin vermediğini fark ettim.
" Sen beni mi takip etmeye başladın Tibet ? " diye sorduğumda kaşının teki alayla havaya kalktı.
" Sana her daim senin bir adım arkanda olacağımı söylemiştim. " dedi söylediklerime karşılık tıslarcasına. Korkunun ecele faydası olmadığını bilerek suyuna gitmeye karar verdim. Belki elinden kurtulup bir yerde saklanabilirdim. Geldiğim yönün aksine doğru koştuğumda merdivenleri çıkmam uzun sürer miydi acaba ? Kafamda kaçış yollarını ararken zihnimde kalabalık tozlu yollar vardı. Rafa kaldırdığım konular tozlanmış, üstü çarşaflarla örtülmüş sanıyordum ama hepsi çok tazeydi. Önüme bir bir seriliyordu.
" Burada konuşmayalım. " dedim onunla gideceğimi ona inandırmak için yüzümü dikleştirerek. " Uygun bir yerde.."
" Hay hay, " dedi söyleyeceklerimin önünü kesip sadece kendi bağımsızlığını ilan edercesine. " Nereye gidelim sevgilim ? "
Beni kendine çekerek kolunu belime sardığında sesimi çıkarmadan ona baktım. Tepki gösterirsem her şey benim için daha kötü olabilirdi. Tibet bu halimden memnun olmuşçasına gülümsemeye devam ederken gözlerim sürekli etrafı tarıyor kaçacak bir yer arıyordu.
" Sakin aklından kaçmayı geçirme.. " dedi dudaklarını kulağıma değdirerek. " Belimde şarjörleri tamamen dolu olan bir silah var. İnan ikimizde o silahın bu ortamda çıkmasını istemeyiz, değil mi sevgilim ? "
Tehditleri hazırdı, işte. Beni korkutarak yanında tutacağını sanıyordu, büyük yanılıyordu. Ondan kaçacaktım. İstediğini ona vermeyecektim.
" Tibet, " diyen sesle başka bir insanın varlığını hissettiğimde bakışlarım o yöne çevrildi. Saçları tamamen beyaza dönmüş adam dikkatimi çektiğinde Tibet belimdeki elini gevşeterek beni serbest bıraktı. " Seni burada görmeyi hiç beklemiyordum. " dedi adam şaşkınlığını gizleyemeyerek bir yandan da beni incelediğinde.
" Neden metrolar bana yasak mı ? " diyerek o iğrenç kahkahasını attığında yüzümü buruşturarak gözlerime kestirdiğim merdivenleri kaç saniyede çıkabileceğimi hesapladım. Koşu yapan biriydim, spor zevk aldığım kısıtlı şeyler arasındaydı ve bunu Tibet bilmiyordu.
" Ozan 'ın oğluna metrolar alacak kadar parası varken kartla bindiriyor oluşu tuhafıma gitti, Tibet. " dedi yüzünü bana çevirip ağzını yayarak konuştuğunda.
" Babamın haberi yok, olmayacak da. " dedi o kahkahasını tekrar attığında hafifçe adama doğru eğilerek. " Değil mi Muhsin bey ? "
Adam sertçe yutkunarak geriye çekildiğinde belimi boş bırakmasını fırsat bilerek kendimi geriye çekerek ters tarafa doğru koşmaya başladım. Yağmur yüzüme hızla inmeye devam ederken hardal rengi botlarım için durum hiç de iç açıcı değildi. Kalbim hızla atıyor, ayaklarım hiç durmaksızın koşmaya devam ediyordu. Tibet 'ın arkamdan koşacağını adım gibi biliyordum. O kadar emindim ki beni bu şekilde yalnız bırakmayacağına. O tuttuğunu koparmaya alışmıştı. Beni alamadığı için de hırs yapıyordu, biliyordum. Beni sevdiğinden değildi bu, saplantılı düşünceleri yüzündendi.
Merdivenleri sayamadığım saniyeler içerisinde çıkarak caddeye doğru koşmaya başladım. Kalabalık bir yer olmamasına rağmen fazla araba vardı. Trafik lambasının kırmızı olmasından dolayı şansım yaver gidiyordu. Arkama bakmaya korktuğum için hiç dönmemiştim. Onu arkamda görmek bütün emeklerimin son vermesi demekti. Olabildiğince hızlı koşmaya devam ettim. Beni kovalamasına müsaade etmemek için dalağım şişse de, karnım kasılsa da durmadan koşmaya devam ettim. Ayak tabanlarım acıyordu. O kadar sert basıyordum ki ayaklarımı bunu durdurmak imkansızdı. Fazla uzaklaşamayacağımı bildiğinin farkındaydım aslında. Hem nereye kaçabilirdim ki en fazla ? Evime mi ? Yine bulurdu. Ben şimdilik ondan kurtulmuştum işte sadece. Karşıma çıkan büyük avm dikkatimi çektiğinde içerisinin fazla kalabalık olmasının işime geleceğini düşünerek hızla içeri girdim. Kalbim çıkacak gibi atıyordu. Sakinleşmek için bir yere girmeli, kendime gelmeliydim.
İçerisinde bir çok mağaza bulunan avmnin içi o kadar kalabalıktı ki, insanlara çarpmadan geçme şansım yoktu. Yürüyen merdivenlere binerek en üst kata çıktığımda mağazalardan bir tanesine girerek insanların içine karıştım. Kalbimin hızlı atması biraz olsun azaldığında Tibet 'in beni burada bulup bulamayacağını içimden düşünmeden de edemiyordum. Burada bulabilir miydi beni ?
Kıyafetlerin içerisinde kendimi kamufle olmuş gibi hissederken gözlerim yan tarafımdaki kişilere çevrildi. Arkadaş grubu olarak düşündüğüm kişiler oldukça kalabalık görünüyordu. Mağazayı onlar kaplamış gibi bir hâlleri vardı.
" Gece yavrum, şunu da denesene. " dedi içlerinden en iri görüneni. Gözlerimi kısarak onları incelediğimde diğer erkeklerinde bayağı iri olduğunu fark ettim. Onlara baktığımı şu an görmüyor olduklarına sevinerek arkamı döndüm. Kıyafetlere bakıyor gibi askılıklar arasında gezinirken yüksek sesle konuştukları için hala onları duyabiliyordum.
" Alparslan bana yavrum demeyi derhal kes. " dedi adının Gece olduğunu az önce öğrendiğim kız yüksek sesle.
" Lan yine mi bu yoldan yürüyorsun, ben demedim mi sana daha kibar ol diye. " dedi kaşlarımı çatmama sebep olacak ses. Oldukça tiz bir sesi vardı konuşan kişinin. " Ya kızlar öyle yavrum falan sevmezler, biraz bana takılsana. "
" Dalga geçme Kubilay. " dedi ciddi bir sesle. " Ben böyle seviyorum oğlum kabullensin işte, başka ne yapabilirim. Ağzımı mı dikeyim, yavrum dememek için ? Hem bence.." dedi bakışlarımı ona çevirmek istediğimde " O da seviyor öyle seslenmemi de siz varsınız diye diyemiyor. " dediğinde diğerlerinin yüksek sesli kahkahası mağazayı inletti.
" Kesin öyledir kardeşim. "
" Cihangir nerde lan ? " diye sordu biraz önce dalga geçmeye çalışan tiz sesli kişi. " Hani dağılmayacaktık bir yere ? "
" Ne bileyim, herkes kendi kafasında. " dediğinde kafamı çevirerek onları inceledim. Karşımda üç tane adam vardı. Kızlardan biri deri ceketli adamın koluna sımsıkı sarılmış sanki bırakmak istemiyormuş gibiyken diğeri ortalarda görünmüyordu. Adamların neden bu kadar iri oldukları hakkında bir fikrim yokken bir tanesi kolunu kaldırarak sanki bana fikir sahibi olmam için kasını oynattı.
" Geçen yine antrenmandan çıkmışım var ya bir kas yapmışım.."
" Yürü git lan ordan, hangimizde yok sanki o kastan ? " dedi içlerinden sarışın olan kendi kolunu göstererek. " Hepimiz aynı anadan çıkmış gibiyiz lan, fabrika aynı mıydı acaba ? " dedi gülerek.
" Komando olmak öyle kolay değil işte beyler, " dedi koala gibi olan kolunu adamın kolundan çekerek. " Bir fabrikaya giriyorsunuz farklı bedenken tek bir bedenmişçesine çıkıyorsunuz. "
" Mizgin senin de ağzın iyi laf yapıyor he. " dedi gözlerini etrafta gezdiren siyah saçlı adam. Göz göze geldiğimizde dikkatle beni incelediğini fark ederek önüme döndüm. " Cihangir kaybolmuş yine, sen biliyorsundur yerini. Arada gelsin, ayakta durmaktan midem acıktı, bir şeyler yiyelim. "
" Sen ne zaman doydun ki koçum ? Ayakta kalmayı bahane etme. " dedi içlerinden sarı olanı onun göbeğine sertçe vurarak.
" Kubilay iki dakika dur oğlum be.."
" Buralardadır, ben bir bakayım. " diyen kız sarı çocuğun sırtına bir tane indirerek yanlarından ayrıldı.
Onlara baktığımı bir kez daha yakaladıklarında artık orada durmamam gerektiğini fark ederek kabinlerin olduğu yere doğru ilerledim. Kalbim normal düzeyde atmaya başlamıştı. Tibet 'ten kurtulmak benim için hiçbir sefer kolay olmuyordu. Kabinlere ilerlediğimde perdesi yarım olan kabine girmek için perdesini tuttuğumda aynı zamanda biri de içerden perdeyi tuttu. Utanarak geri çekildiğimde " Pardon, üzgünüm içeride birinin olduğunu fark etmedim. " diyerek açıklama yapmaya başladım. Gözlerimi başka bir yöne çevirmek yerine hala kabine bakıyor olmam da özrümün geçersiz olduğunu yüzüme çarpıyordu.
" Üzgün olan birine göre fazla meraklısınız. " diyen kişiye çevrilen gözlerim uzun bir yol katetmek zorunda kaldı. Kendimi cüce gibi hissettirmemi sağlayacak olan iri yapılı bir adamdı karşımdaki kişi. Kaşlarım çatıldı.
" Bunu da nereden çıkardınız? " diye sorduğumda ismimi duydum. Gözlerim irileştiğinde adam yüzümü okumak ister gibi bana bakıyordu. Kanım çekilmişcesine geri adım attığımda sırtımı duvara yaslayarak gözlerimi ondan çektim. " Gitmem gerek.." diye fısıldadığımda yine insanların içine karışmayı deneyecektim. Kabine girsem kaçma şansım olmazdı.
Kabinlerin olduğu yerden hızla çıktığımda Tibet 'i kapıdan mağazaya girerken gördüm. Yüksek sesle ismimi söylediği için dikkatleri üzerine çekmişe benziyordu. Yanına birkaç mağaza elemanının gittiğini fark edince gözlerimi kaçacak bir yer bulmak adına etrafta gezdirdim. Kıyafetlere bakan biri gibi normal görünmeye özen göstererek mağazanın elbiseler kısmına doğru ilerledim. Arkamdan gelen adım seslerini duymazdan gelmek istiyordum. Mağazada sadece Tibet yoktu sonuçta değil mi ? Hem benim burada olduğumu nasıl bulmuştu ki ? Gözlerimi kapatarak sakin olmaya çalıştım. Sakin değildim, olamazdım da ama mantıklı düşünmek için buna da ihtiyacım vardı. Normal bir müşteri gibi askılıklardaki kıyafetlere elimi dokundurarak etrafı inceledim. Sanki kumaşını beğenmemiş gibi yüzümü buruşturarak diğer tarafa geçtiğimde tüm vücudumu ürpertecek bir sessizlik oluştu.
" Bir küçücük aslancık varmış.. " diyen sesi duyduğumda tüylerim ürperdi. Kalbim sanki koşmaya başlamışım da nefessiz kalmışım gibi hızla atmaya başladığında derin nefesler almaya çalıştım. " Annesi onu çok çok severmiş, babası onu çok çok severmiş, hatta sevgilisi de onu çok çok severmiş.." dedi sonundaki harfleri uzatarak. " Ama aslancık hep kaçmak istermiş cık cık cık, sevgilisi bunu hiç de onaylamazmış...tüh sonları pek de olmadı değil mi sevgilim ? Tıpkı senin her seferinde benden kaçman gibi, hiç olmadı hiçç.."
Arkamdan bir elini uzatarak dokunduğum elbisenin askılığını tuttu. Kalbim ağzımda attığında belime baskı yapan silahını hissettim. " Umay Umay Umay.." dedi iğrenç sesini duyduğumda yüzümü buruşturdum. " Benden kaçmak diye bir şey olmadığını bir öğrenemedin. Hem kaçsan bile telefonun yanındayken seni girdiğin her delikte bulurum. " dedi gözlerini kapatıp açtığını hissettiğimde. Yüzünü boynuma getirip arasına sıkıştırdığında karnına tekme atmak istedim. " Ben seni her türlü bulurum. "
" İstemiyorum bulmanı, seni istemeyen birini sen de istemezsin Tibet. " dedim gözlerim dik başlılıkla açıldığında. " Artık peşimi bırakmanın zamanı sence de gelmedi mi ? "
" Kaçan kovalanır taktiğini uygulayarak beni kışkırtan biri mi söylüyor bana bunları ? " diye sorduğunda dudaklarımı dişledim.
" Seninle konuştum, bu sana yetmedi. Senden kaçtım bu da yetmedi. Söylesene Tibet ne istiyorsun sen gerçekten ? "
" Seni.." dedi dağılan saçlarıma elini atarak. " Tek istediğim sensin güzelim. "
" Sen beni sevmiyorsun. " dedim gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak. " Sen beni takıntı haline getirdin. Senin olmuyorum diye peşimi bırakmıyorsun. Tek sorun bu. "
" Benim olmuyorsun diye bir şey yok, " dedi tekrar bana yaklaşmaya çalışarak. " Duydun mu beni ? Sen benimsin, hep de öyle olacaksın. "
" Saplantı bu, saplantı. " diyerek sesimi yükselttiğimde kalbim ağzımda atıyordu. Tibet 'in ne yapacağı belli olmazdı ama bir mağazada da olay çıkaracak kadar yüreği olduğunu sanmıyordum. Bunu babası duysa burnundan getirirdi.
" Umay Umay Umay.." dedi saçımı kendine doğru çekerek. Amacı beni susturmak ve buradan sanki hiçbir şey olmamış gibi çıkarmaktı biliyordum. Ama bu sefer ona istediğini vermeye niyetim yoktu. Hep susmuştum.
" Tibet, bu sefer susmayacağım. " dedim onu tehdit ettiğimi sanarak.
" İstersen avazın çıktığı kadar bağır güzelim, bir telefona bakar hepsi bilirsin. " dediğinde yüzüm düştü, var olan umutlarının hepsi bir bir yıkıldı. Haklıydı, yapardı.
" Neden yapıyorsun bunu bana ? " diye sordum ağlamaklı çıkan sesime aldırmadan. " Ha, neden yapıyorsun ? Zorla güzellik olmuyor bilmiyor musun ? Olmuyor, anlasana.."
" Olmuyor diye bir şey yok. " dedi tehlikeli bir sesle. " Oldurmuyorsun diye bir şey var ama o da olacak sen merak etme. "
" Nasıl olacak zorla mı ? " diye sorduğumda kafasını salladığını hissettim.
" Zorlamadan oldurmadın, bu yolu seçen sendin güzelim. " dedi kulağıma doğru eğilerek. " Şimdi sessizce önden sen arkandan da ben buradan birlikte çıkacağız. Anladın mı ? " diye sordu belime silahın olduğunu bir kez daha hatırlatıp yaklaşarak.
" İstemiyorum. " dedim silahın soğukluğunu hissettiğimde.
" Anlamadım. "
" Anlamayacak bir şey yok. " dedim bir anda ona doğru dönerek. " Seninle hiçbir yere gelmiyorum. Ne şimdi ne de başka bir zaman. "
" Sabah yürek mi yedirdi annen sana ? " diye sordu yarım ağız gülümseyerek.
" Hayır, seninle konuşabilmek için yürek yememe gerek yok. " dediğimde kaşları çatıldı.
" Umay Umay.."
" Kes sesini. " dedim bağırarak tüm dikkatleri üzerime çektiğimde. " Kirli ağzınla ismimi söyleyip durma. "
" Bana bak, " dedi burnundan sokulduğunu belli ederek elini bileğime geçirerek. " Sen fazla oluyorsun.."
" Ne yaparsın ? O gösteriş için getirdiğin silahın ucunu bana mı yönlendirirsin yoksa Tibet ? Ha ? Bunu mu yaparsın ? Peki ya baban, bunu bana yaptığını öğrenince sana ne yapar dersin ? "
" Bana bir halt yapamaz babam. " dedi gülerek. " Beni onunla korkutacağını mı düşünüyorsun? "
" Düşünmüyorum, korkacağını biliyorum. " dedim tek düze bir sesle.
" Umay, kaşınma. "
" Kaşı, hadi herkesin gözü önünde kaşı Tibet. Herkese aslında nasıl bir manyak olduğunu, takıntılı herifin teki olduğunu göster. " dediğimde sinirlendiğini biliyordum ama üstüne gitmezsem yine aynı şeyler olacaktı.
" Kes sesini. "
" Kesmezsem n'olur, sen mi kesersin sesimi ? " nasıl buradan kurtulacağımı bilmiyordum, ondan defalarca kaçmış olmama rağmen hiç sıyrılamamıştım. Eli kolu uzun olan bir adamdı. Karşısında durmak için neyim olmalıydı?
" Umay.." dedi sakinleşmeye çalışarak. Belimde hissettiğim silahın alnıma geldiğini düşündüm o an. Ne yapardım ? Beni vursa burada şu an kim ne yapardı ?
" Kabullen. " dedim ona doğru dönerek. " Beni gerçekten sevmediğini, senin için bir takıntı olduğumu kabullen.." yılmıştım, bunu dile getirmekten nefret ediyordum. Elimdeki klasörün sivri kısmını derime geçirdiğimde canım acımasına rağmen hiçbir şekilde ona belli etmedim.
" Seviyorum, deli gibi seviyorum. " dedi gözlerinden ateş fışkırırcasına bana baktığında. " Sen bunu kabullen, yoksa ben kabullendirmesini de bilirim. "
" Tehditler savuran bir adam mı seviyor beni ? " dedim etrafımdaki kişilerin bizi duymasını engellemek adına köşeye doğru çekilerek. " Her an belindeki silahla beni alnımın ortasından vuracakmış gibi hissettiren bu adam mı söylüyor bana bunları ? "
" Yapma.." dedi acı çekiyormuş gibi kravatını gevşeterek. " Senin canının benim için ne kadar kıymetli olduğunu biliyorsun, yapma bunu. Canımdan çok seviyorum seni, bilmiyor musun bunu ? Hissettirmedim mi sana ? " bunu duyan biri onun gerçekten bu şekilde düşündüğüne inanabilirdi. Öyle bir oyunbazdı ki, Tibet herkesi bir hareketiyle kandırabilirdi. Beni de kandırmıştı ama çabuk aklım başıma gelmişti işte. Ondan ayrılırsam, kurtulurum sanmıştım ama olmadı.
" Doğru ya, " dedim göz bebeklerimin içi damlalarla dolmasına rağmen yüzümde sahte gülümsemeyle ona baktığımda. " Sen canından çok seviyorsun beni.."
" He şöyle güzelim.." dedi yarım ağız gülümseyip elini silahın bulunduğu yerden çekerek. Bana doğru yaklaşmaya başladığında bir adım geriledim.
" Dur, " dedim elimle işaret ederek. " Sakın, yaklaşma. "
" Uma.."
" Dinle. " dedim sertçe yutkunarak. Kaçmak işe yaramayacaktı, konuşmak da işe yaramazdı aslında. Ama şu an tek yapabileceğim bu olurdu. Boynundaki kolyenin soğuk ucu tenime battığında derin bir nefes aldım. " Bir şey diyeceğim sana. "
" Sen dersin de ben dinlemez miyim ? " dediğinde sahte bir gülücük gönderdim ona. Alay doluydu ama o bunu anlamadı.
Gözlerimi etrafta gezdirdim. Mağazadaki bir kaç kişinin dikkatini çekmiştik. Ama kimse gelip de müdahale etmiyordu. Bazıları bize bakarak bir olay çıkacağını anlıyor, mağazayı terk ediyordu. İçimden gülmek geldi. Haykırarak gülecektim. Kimin duyup kimin duymayacağı umrumda değildi. Tibet 'in yüzüne baktım usulca. " Bir şey diyeyim mi sana ? " diye sordum dudağımın kenarındaki tebessüme inat kaşlarım çatıldığında. " Sen kimseyi sevme. Senin gibiler kimseyi sevmesin. " dedim yüzüne tükürür gibi yüzümü buruşturarak. " Hiçbir şeyi sevmeyin siz, kuşları bile sevmeyin. Çok severseniz onlar sizin olsun istersiniz, alır eve hapsedersiniz. " güldüm, bu sefer ki gülüşlerim gerçekten sesliydi. Biraz önceki kızlardan biriyle göz göze geldiğimde hızla Tibet 'e döndüm. " Siz kadınları, çocukları...siz insanları hiç sevmeyin. O beline taktığın şey varken hele hiç sevmeyin. Sevmeyin ki, hala nefes alabilsinler.. Ölmesinler..."
" Umay, sessiz.." dedi Tibet dikkat çektiğimi fark ederek.
" Ne oldu ? " diye bağırdım mağazada avazım çıktığı kadar. " Adamsın ya, halledersin sen. Olmaz mı ? Halledemeyecek misin bu sefer ? " güldüm. " Silah mı çıkmadı yerinden ? Söylesene Tibet, böyle mi sevdin beni ? " ellerim uyuştuğunda gözlerimin karardığını hissettim. Zordu, nefeslerimi düzenlemek onunla muhatap olmak çok zordu. " Sevdikleriniz hep malınız olur değil mi Tibet ? Sizin gibi adamların, takıntılı adamların malları olur. Ve o adamlar mallarına çok güzel sahip çıkarlar, değil mi Tibet ? " bir kez daha bağırdığımda birkaç kişi yanımıza doğru gelmeye başladı. " Durun ! " diye bağırdım bu seferde gözlerimi Tibet 'ten ayırmadan. " Hiçbir zaman umrunuzda olmadım, hep görmezden geldiniz, şimdi de kimsenin umrunda olmayayım. Kapatın gözlerinizi. Kapatınsana. Karışmayınsana. " belki de yardım çığlıklarıyla doluydu sesim söylediklerime inat. Ama hiçbiri görmüyordu, görmezdi. Belaya bulaşmayı kim seçerdi?
" İnsanları korkutuyorsun. " dediğinde kahkahalarla gülmek istedim. " Bir şey var sanacaklar.."
Hayretle baktım ona. " Yok mu ? Burada bir şey yok mu ? " çıldıracaktım. Zihni nasıl çalışıyordu onun ? " Ben burada yardım çığlıklarıyla çırpınıyorum, hala bir şey yok mu ? " bağırdım, güvenlik görevlilerinin bu tarafa doğru geldiğini fark ettim. Ama biraz önce Alpaslan olarak adını öğrendim kişi onları eliyle durdurdu. Kaşlarım çatıldı.
" Sana zarar vermedim. "
" Bu vermeyeceğin anlamına gelmez. " dedim başımı iki yana sallayarak. " Belindeki silah ne işe yarıyor ? Anlatsana bize biraz. Polis misin mesela ? " diye sordum dudaklarımı sertçe ısırarak. " Ne arıyor o belinde ? Söylesene, herkese. Beni korkutup yanına getirmek için taşıdığını söylesene. Adamsın ya sen, dönmek yoktur değil mi adamlıkta? Laf mi gelir erkekliğine bana söz dinletemeyince ? " gözlerim etrafımdaki insanlara çevrildi. Mağaza resmen boşalmıştı. Güvenlik görevlileri bile yoktu ortada.
" Bunları konuşmak için başka bir yer..."
" Nasıl bir yer mesela ? " diye sordum sakin kalamayarak. Artık ok yaydan çıkmıştı. Kendimi durduramazdım. " Bir orman mı ? Beni rahatça gömebilirsin, ortadan kaybedebilirsin. Kaçırmak için güzel yer. Ha, bir dakika ya... sen zaten beni bir kez oraya da kaçırmıştın değil mi ? " güldüm. " Hem de kaçamak yapacağız diyerek. " böyleydi işte o adamlar, size gülümser hiçbir şey olmamış gibi türlü oyunlarla kaçırırlardı sizi. Gözleriniz kör olurdu, seviyor sanardınız ama asıl dertleri o değildi ki onların. Belki de bazıları gerçekten severdi ama siz istemeyince de bırakmazdı. Tibet, öyle biriydi. " Senin kitabında ben artık sevmiyorum, gitmek istiyorum demek yoktu değil mi Tibet ? Sevmezsem, zorlarsın.. istemezsem, belki de dayakla... "
" Sana bu şekilde zarar vermem. "
" Hştt, sessiz ol. Ben sadece başıma gelecekleri sayıyorum. " alayla gülümsedim. " Ama merak etme, etrafına bak herkes kaçtı senden. İstediğin oldu, yine baş başa kaldık. İster sürükleyerek, ister bayıltarak götürebilirsin beni. Bak yine savunmasızım, yine yakaladın be beni. " dedim gülerek. " Silah var belinde, başka ne var Tibet ? Senden kaçarsam beni tehdit edeceğin başka hangi kesici, öldürücü aletlerin var ? " diye sorduğumda elini saçlarından getirerek derin bir nefes verdi. " Söylesene, istemiyorum desem arkamı dönüp çekip gitmek istesem, hangisi olur benim sonum ? Bıçak ? Dayak ? Silah ? Söylesene, sen hangisiyle bitireceksin beni ? Var mı bir tercihin ? "
" Saçmalama Umay. " dedi yanıma yaklaşmaya çalışarak. " Bunları sana yapmam, bunu sende biliyorsun. "
" Ben nerden bileyim ki senin neyi yapıp neyi yapmayacağını? " yüzümü buruşturdum. " İki yanındaki melekler biliyor mu mesela bir sonraki adımını ? Kimim ben de bileceğim senin neler yapıp neler yapmayacağını. " diye bağırdım feryatlarımın arasında.
Kimse yoktu, duymuyordu yine kimse. Yalnızdım. Kalbimde bir yerde orman yansa ne olurdu ki kimse beni görmedikçe?
" Sinirlerin bozuldu senin, " dedi bana doğru yaklaşarak. " Çok üstüne geldim, üzdüm seni..." yanıma yaklaşmaya devam ettiğinde çaresizlik vardı üzerimde. Çaresizce bir kabulleniş. Onunla birlikte gidecektim buradan, kim durdurabilirdi ki onu ? " Hadi sevgilim, bunu birlikte halledelim. "
Halledelim ?
Neyi halledebilirdik ki ?
Çözümü var mıydı bu sorunların ? Takıntılarından vazgeçebilir miydi Tibet ? Gözlerim incelemeye başladı yüzünü. Keşke, düzelebileceğine olan inancım olsaydı. Hani hep derlerdi ya, okuyun kızlar ayaklarınızın üzerinde durun, koca parasına bakmayın.. bu söz bazen geçerli olmuyordu. Okuyan, severek evlenen insanlar yok muydu ? Kim bilebilirdi karşılaşacağı kişinin özelliklerini? Aşk, insanın gözünü kör ederdi. Kötü özellikleri bile göremezdiniz.
Bile bile öleceğini, sever miydi her kalp katilini ?
Güleda Cankel aklına getirir miydi hiç böyle bir şeyin başına geleceğini ?
Peki ya Pınar Gültekin?
Bilebilir miydik ki biz kimin bize zarar verip vermeyeceğini?
Bugün yüzümüze gülenin, yarın bizi bir sobaya atıp yakacağını bilebilir miydik ?
Bilemezdik.. Bilemeyecektik de.
İnsan bazen sadece kalben de ölmezdi. Ruhen ölen olurdu hala yaşıyor olmasına rağmen. Kalbi atardı ama yaşam belirtisi gösteremezdi. Ruhları çürütülen kadınlar, çocuklar yok muydu ?
Mezarı gökyüzü olurdu bazen insanın, ayakları hala toprağa bağlıyken. Bir şiir yazardı, içinde duygularını kusardı. Bir resim çizerdi, içine kaybolmuş kahkahalarını yerleştirirdi. Onda olmayan her şeyi, yapmak isterdi. Özgürlük bazıları için sadece kelimeden ibaretti. Sözlükteki herhangi bir kelime. Özgürlük adı altına gizlenmiş ne ölümler vardı oysa..
Neye kapıldığını bilmeyen, yolunu kaybetmiş bir çaresizlik var üzerimde. Kalbime bir kelepçe takılmak isteniyor, o kelepçe birkaç ay öncesinde yüzük parmağına takılmıştı. Bunu istememiştim, biri neden isterdi ki zaten böyle bir şeyi ?
İstemediklerimiz hep zorla yaptırılırdı bize.
" Gelmek istemiyorum desem ? " dedim gülümseyerek. Seviyorum der ama hayatındaki en kötü anlarda o yanında değildir, en sevdiğim şey nedir bilmez. Ne zaman, neye ağlayacağımı bilmez. Alerjin olup olmamasıyla ilgilenmez. Hayata karşı bir hırsı vardır ve bu hırsın kilit noktası da sensindir. Bu hep böyledir. " Zorla, götürürsün değil mi beni ? "
Derin bir nefes verdim. " Ne yapmamı istiyorsun ? " diye sorduğunda beklemediğim soruyla irkildim. Yıkılmış hissediyordum, kimse kalmamıştı işte. Hep görmezden geliniyorduk biz zaten. Yoksa bu cinayetler olur muydu sanıyorduk ?
" Gitmeni ? " dedim yapmayacağını bilerek.
Gülümsedi. " Güzelim.." dedi bileğime sertçe elini geçirerek. Bir pençeydi koluma inen sanki, ya da bir kelepçe. Çaresizlik soy ismim olmalıydı. " Bu isteğin imkansızdan da öte. Giderim ama sadece senle. "
Hayat kötülükleri affedecek kadar merhameti barındırır mıydı içinde ? İçim kanıyordu. Bir veda vardı yüzümde, hayata karşı. Umudumun rengi kaybolmuştu, renksizdi artık o. Hiç var olmayacaktı da artık.
" Gidiyorsun kardeş ama tek başına. " dedi otoriter bir ses kulaklarıma misafirlik ettiğinde. Mağazada insan kalmamış olmasına rağmen bu kişinin ne aradığını sorguluyordum içimden. Kurtarmaya mı gelmişti beni ? Gülümsedim, koca bir yalandı. Biraz sonra arkasına bakmadan gidecekti. Gözlerine bakma cesaretini kendimde bulduğumda bir çift turkuazla karşılaştım. Sahipsizdi bakışları. Kirpikleri bir kızı kıskandıracak kadar uzundu. Harelerini gölgeleyen kirpikleri, göz kapağına değerek usulca benden uzaklaştığında içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Sadece gözlerine bakmak bile sarsabilir miydi insanı ? Sertçe yutkunarak başımı iki yana salladım.
" Hadi ya, " dedi Tibet yerinde gerinerek. " Buna sen mi karar veriyorsun ? " bileğimdeki eli gevşeyecek gibi oldu ama aksine daha da sıktı.
" Canımı acıtıyorsun. " dedim yutkunarak. " Sana diyorum Tibet. "
Odaklandığı tek şey ondan daha cüsseli turkuaz gözleri olan olan kişiydi. Belki beni duymuyordu bile.
" Kızı duydun. " dedi umudumun rengini tekrar canlandırmak ister gibi bakan turkuazlar. " Bir kez de benim tekrar etmemi beklemeden, çık git buradan. "
" Hayırdır ? Vicdanını mı rahatlatmaya çalışıyorsun ? " Tibet 'in sorusuyla siyah gür kaşının teki kalktı turkuaz göze sahip yabancının.
" Vicdanın kelime anlamını bildiğinden şüpheliyim, kardeş. " dedi burnunu sesli bir şekilde çekerek. " Haksız mıyım ? "
Uzun bacaklarının kavradığı pantolon onu ikinci bir deri gibi kaplamıştı. Tişörtünden bile belli olan kaslarını görünce gözlerimi kaçırdım. " İşine bak, uğraştırma beni. " dedi Tibet usanmış bir sesle.
" Belki de işim budur, kardeş. " dedi omuz silkerek. " Olamaz mı ? "
" Olamaz, olmamalı.." dedi Tibet bileğimi sıkarak. " Kardeş. " tıpkı onu taklit ederek söyledi sondaki kelimeyi.
" Güzel. " dedi adam kendinden emin bir sesle.
" Güzel olan ne ? " kaşları çatıktı Tibet 'in. Anlamlandıramadığı duyguları benimsiyordu.
" Taklit edilmek. " gülümsediğinde yanağına bir çukur olan gamzesine denk geldim. Kaşının üstünde küçük sayılacak ama kendini belli eden bir iz vardı. " Taklit ediliyorsam, özeniliyorum demektir, kardeş. " göz kırptı. " Çaktın mı köfteyi? "
" Çakamadım. " dedi sinirle Tibet. " Ama sana çakabileceğim güzel şeyler var elimde. Bence reddedemeyeceğin kadar güzeller, öğrenmek ister misin ? "
" Reddedemeyeceğim ? " gözlerimi kıstığında turkuazları yok oldu kirpiklerinin gölgesinde.
" Öyle, kimse reddedemez. "
" Kardeş, " dedi alt dudağını ısırarak. " Yeminim var, bana yeminimi bozdurtacak şeyler yaptırmak zorunda bırakma. Hadi, bırak kızı. Seni hiç görmemiş gibi yapayım. "
" Aynı anlaşmayı bende seninle yapmak istiyordum aslında. " dedi Tibet gülerek. " Yola geliyorsun be koca adam. "
" Öyle mi dersin? " diye sordu elini çıtlatarak. " Ben yola gelir miyim ki ? "
" Paranın yola getirmeyeceği insan yoktur. " dedi Tibet ondan beklediğim hamleyi yaparak. Alışkın olduğum sona yaklaşıyorduk işte. Paranın halletmeyeceği işlerin yok olduğu sona.
" Bir daha tekrar etsene.." dedi başını bir sağa bir sola sallayarak çıtlattığında.
" Ne o duyamadın mı ? " diye sordu gülerek Tibet. " Para söz konusu olunca böyle bir kez daha duymak ister insan. Hatta defalarca duymak ister, hele ki kokusunu aldıysa. "
Burnunu çekti turkuaz gözlerin sahibi. Bana ve bileğime kısa bir bakış attığında derin bir nefes verdi. " Duydum duymasına da, " dedi ağzında bir şey çiğniyormuş gibi. " Sanırım idrak edemedim, kardeş. "
" Sana daha iyi izah edeyim o zaman durumu, " dedi bileğimi bırakıp arka cebine elini atan Tibet. " Seninle görsel olarak konuşmak daha faydalı olacak demek ki.."
" Aynen, görsel olarak konuş benimle. " dedi sesli bir nefes verdiğinde.
Bu kadardı işte. Paranın kokusu herkese güzel geliyordu. Para bazen, insan canından önce gelirdi. Pardon, bazen mi ?
Para, her zaman candan önce gelirdi.
" Üzerimde fazla yok. " dedi aklına bir şey gelmiş gibi parmağını şıklatarak. " Ama bir çek yazabilirim sana hemen. Hiç sıkıntı değil. "
" Çek ? Yazabilirsin. " gülümseyecek gibi olduğunda kaşları çatıldı. " Doğru mu duydum kardeş? "
" Sende her şeyi tekrar etme hastalığı mı var ? " diye sordu Tibet etrafına bakarak. " Para teklif ediyorum işte sana, çekil yolumuzdan. İstediğini vereceğim diyorum. Uzatma. "
" İstediğimi ver öyleyse. " dedi Tibet 'in bileğimde olan bileğimi tutup bir hamlede beni arkasına çekerek. Bunu beklemediğim için irkilerek sendeledim. " Ama isteğim sanırım seninkiyle aynı kardeş, parayla çözülemez. "
" Daha fazlasını mı istiyorsun ? " dedi cüzdanını göstererek. " Bak çok zenginim ben, aklının almayacağı kadar. Hayatını sıfırdan kurarsın, sana istediğin kadar para verebilirim. "
Susmuyordu, vazgeçmezdi zaten Tibet. Ne zaman vazgeçmişti ki ? Turkuaz gözler arkasına dönerek beni inceledikten sonra tekrar ona doğru döndü. " Devletin askerine, para mı teklif ediyorsun sen ? " diye sorduğunda olduğum yerde gerildim. " Yanlış duymadım, değil mi Alparslan ? "
Tibet'in arkasından çıkan uzun boylu adama baktım. Bu biraz önce kızlarla konuşan kişi değil miydi ? " Hiç yanlış yok, " dedi Alparslan. " Doğru duydun. " dedi ağzındaki diş çöpünü dişlerinin arasında hareket ettirerek.
" Bu yapacağım yeminimi bozmaya girmez öyleyse, değil mi Alparslan ? "
" Hangi yapacağın kardeşim ? "
" Bu Alparslan. " diyerek Tibet 'e kafa attığında gözlerim irileşti. Bir adım geriye doğru giderek arkamdaki kıyafetlere çarptım. Kıyafetlerin askıları sırtıma batıyor olsa da bu şu an umrumda değildi. Şok olmuş bir şekilde onlara bakıyor, ellerimin titremesini engelleyemiyordum. " Ve bu Alparslan. " diyerek yerde yatan Tibet 'e ayağıyla tekme attı.
Tibet acıyla yerde kıvrandığında adı Alparslan olan adam da ağzındaki diş çöpünü yere atarak " Bir de benden olsun mu kardeşim ? " diye sordu, cevap almadan ayağıyla bir tekme de o savurdu.
" Kadınlara nasıl davranılması gerektiğini bilmeyen biri varmış diye duydum. " dedi biraz önceki sarı olan çocuk da yanlarına gelerek. " Kuşlar fısıldadı. " gözlerini kısarak baktı Tibet 'e.
" Oooo, sensiz bu ortam olmaz Kubilay. " dedi Alpaslan elini ona uzatıp yumruk tokuşturarak. " Gel kardeşim bir de sen öğret, kuşların sana fısıldadıklarını. "
" Kime ? " dedi adının Kubilay olduğu öğrendiğim kişi. " Ben insan göremiyorum. "
" Aa, bir dakika. " dedi yanıma doğru yaklaşan turkuaz gözlerin sahibi. Bileğimi tuttu hafifçe, " Bu kolunu mu tutmuştun sen kızın, kardeş ? "
" O zaman kardeşim, aynı kola aynı belirtileri yapmak da bize düşer. " diyen Kubilay adeta atlayarak Tibet 'in kolunun üzerine bastı. Gözlerim irice açıldığında neyin içinde olduğumu sorguladım.
" Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz ? " dedi nefesi zor aldığını belli eden Tibet. " Bunun bedeli ağır olacak, bilmiyor musunuz ? "
" Arı mı girmiş içeri ? " dedi Kubilay gözlerini mağazada gezdirerek. " Ah, bir ses duyuyorum ama.."
" Bedel ? " dedi turkuaz gözlerin sahibi. Kimse adını söylemiyordu. Sanki bir sır gibi saklıyorlardı. " Kalkabilirsen, gel de al o ağır bedelini benden. " diyerek bir kez daha indirdi göbeğine doğru. İnleyerek diğer tarafa dönen Tibet acı içinde kıvranıyordu.
Aklına bir şey gelmiş gibi irkilen Alparslan " Kapı. " dedi yüksek sesle.
" Kepenkleri indirin, içeri kimsenin girmesine izin vermeyin. " diyerek uyarı da bulundu turkuaz gözlerin sahibi kısaca bana bakarak bir kez daha ayağını vurmak için kaldırdığı sırada, sesle durdu.
" Cihangir ! " dedi keskin bir kız sesi. " Cihangir, dur. "
" Aha da sıçtık. " dedi Kubilay sertçe yutkunarak. " Bu kapı gibi kadını unuttuk, hapı da yuttuk. "
" Şimdi değil, Leman. " dediğinde turkuaz gözlerin sahibinin adını biliyor oluşum sanki beni sevindirmiş gibiydi. Ellerimi birbirine geçirerek kısık gözlerle onlara bakmaya devam ettim.
" Tam da şimdi duruyorsun, Cihangir. "
" Şimdi değil dedim.."
" Leman olarak dur demiyorum, üstün olarak sana dur diyorum. Sözümü ezip geçecek misin Cihangir ? " tehditvari sesiyle buraya doğru gelen siyah saçlı kadının yanında bir adam daha belirdi.
" Barbaros. " dedi Cihangir. " Leman 'ı buradan götür. " arkasından gelen adamın ismi buydu demek. Tibet yerde yatıyor, canıyla cebelleşiyordu. Ama bu onların umrunda değil gibiydi.
" Barbaros, üstün olduğumu sakın unutma. " dedi Leman sert bir sesle. Adımları Cihangir 'in önünde durduğunda sert bir soluk vererek bana doğru döndü. " Kız güvende, sakin ol Cihangir. Böyle yaparak sadece onu ürkütürsün, çözüm şiddet değil. "
" Çözüm yok. " dedi sert bir soluk veren Cihangir elini saçlarına götürerek. " Allah kahretsin ki, bu adamlara bir çözüm yok. Bunu sende çok iyi biliyorsun Leman. Dağdaki de aynı, şehirdeki de. Tek fark, üzerindeki onu kaliteli gösteren takım elbisesi. "
" Çözümü bulacak kişi sen değilsin Cihangir. " dedi tek nefeste. Başını diğerlerine de çevirdi. " Çözümü bulacak kişiler sizler de değilsiniz, duydunuz mu beni ? "
" Barbaros, yenge yine modunda. Neyi almadın lan ? " diye sordu ortamı gevşetmeye çalışır gibi hali olan Kubilay.
" Yenge yok, Kubilay. Yenge evde. "
" Buraya gelirken gayette yengem olarak gelmiştin.İçindeki vahşi komutan çıktı yine. " dedi yüzünü buruşturarak. " Evde bırak da öyle gel dememiş miydik biz sana onu ? "
" Sorunsuz bir gün geçirmek istiyorum, " dedi dudaklarını birbirine bastırarak. " Anlatabiliyor muyum beyler ? "
" Biz de ona uğraşıyoruz işte. " dedi Cihangir. " Onun da.." çenesinin ucuyla beni işaret etti. " Sorunsuz bir gün geçirmesini sağlıyoruz, kendi yöntemlerimizle. "
" Bu bizim sorunumuz değil. " dedi üstüne basarak.
" Hep bu yüzden oldu zaten ne oluyorsa.." dedi kendini tutamayan Cihangir bana doğru gelerek. " Bak şu kızın bileğine bak, ne yapsaydım Leman ? Görmezden mi gelseydim ? Benim sorunum değil diyerek, mağazadaki çoğu insanın yaptığını yapıp koşarak uzaklaşsa mıydım buradan ? Sırt mı çevirseydim bende tıpkı her zaman yapanlar gibi? Cani birinin eline ne zamanda beri insanları teslim ediyoruz biz Leman ? "
Gözlerini kaçırdı Leman. Bileğim boşlukta sarsılıp yanıma düştüğünde Cihangir 'in tuttuğu yerin buz gibi olduğunu hissettim. " Sorun değil. " dedim öne doğru çıkarak. " Kız haklı, sizin sorununuz değil. Herkes gibi siz de sırt çevirip, görmezden gelmeliydiniz. " ağzımdan çıkanlar kulaklarımın duymak istemeyeceği türdendi. Ortam gergindi, ellerim buz kesmişti. Adımlarımı sabitleyerek hepsini görebileceğim şekilde döndüm onlara. " Ben başımın çaresine bakabilirim. "
" Hayır. " dedi Cihangir reddederek. " Başının çaresine tek başına bakmanı istemiyorum. " dedi beni şaşırtacak derecede sesini yükselterek. " Sırtımı dönmeyeceğim. "
" Gerçekten, buna gerek yok. " gülümsedim. " Beni bugün burada korusan da yarın var, yarın da benimle olacak mısın ? " diye sordum gülerek. " Peki ya ondan sonraki gün? Benim evime girip çıkan biri o ayağının altındaki adam. Ailem benden uzaklaştıramadı, polisler uzaklaştıramadı.. " sertçe yutkundum. " Sen mi uzaklaştıracaksın ? "
Sustu, turkuaz gözleri uzun sayılacak bir süre benimkilerinde takılı kaldı. Adem elmasını hareket etti yutkunduğunda. " Bacım.. " dedi Leman 'ın arkasındaki adam. İri cüssesine göstermek istercesine Leman 'ın yanına doğru geldi. " Sen bizi yanlış anladın. Niyetimiz seni yalnız bırakmak değil, öylece bırakmak hiç değil. Leman 'a bakma sen, Cihangir 'i öyle görünce ne diyeceğini bilemedi o. Bize güvenebilirsin, kötü adamlar..insanlar değiliz. "
Güven verici bir seste konuştuğunda kaşlarımı çattım. " Kusura bakmayın, kimseye güvenmemeyi ben az önce yere yatırdığınız adamdan öğrendim. " gülümsedim. " Size rahatsızlık vermek istemezdim, gününüz sorunsuz geçmediği için de üzgünüm. " diyerek Leman 'a baktığımda gözlerini kaçırarak bana baktı. " Sanırım şimdi gitmem, hepimiz açısından daha iyi olacak. "
Yalnızdık hepimiz. Kimsemiz yoktu, kalbimizin içi doluydu ama yanımızda kimse yoktu. Zaten ne zaman kalbimizdekiler yanımızda olurdu ki ? Olsaydı, ne diye kalbimizde taşırdık sahi ? Arkamı döndüm, yavaş temkinli adımlarımı kapıya doğru atmaya başladım. Mağazada çalışan bir kaç kişi dışında sadece onlar ve ben vardık. Kaçmayan, hala burada olan bir onlar vardı. Bunun için onlara minnettar mı olmalıydım?
" İstesen de gidemezsin. " dedi Leman durmamı sağlayan sözleri söylediğinde. " Kapılar kapalı. "
" Açarsınız, zor değil. " dedim ona meydan okur gibi bakarak.
" Zor, " dedi tekrar yutkunarak. O sırada arkalarından iki kız daha geldi. Bunları görmüştüm. Hatta birinin adının Gece olduğunu bile biliyordum. " Yerde yatan adama iyi bak, hoş adam demek yerinde bir kelime mi onu bilemedim de.. her neyse sen sadece ona bak. Ve ardından şu üç adama bak. Özellikle Cihangir 'e bak. Ne yaptı o biraz önce? Kimler gördü onu bu halde ? "
" Neden soruyorsun bunları? " diye sordum ellerimin arasındaki klasörün artık olmadığını fark ederek.
" Bu kapıdan çıkınca ne olur biliyor musun ? " diye sordu dilini şıklatarak. " Bilmiyorsun. "
" Leman, bu konuşmaya gerek yok. " dedi Gece yerinde duramayıp konuşmaya dahil olduğunda.
" Sen.." dedi elini kaldırıp onu susturan Leman. " Bizim kim olduğumuzu biliyor musun ? " yine aynı şekilde dilini şıklattı. " Bilmiyorsun. "
" Sonuç? " dedim göz devirmemek için kendimi tutarak.
" Güzel, ne istediğini bilen tiplerdensin. " dedi saçmalamaya başlayarak. Bıraksa ve çekip gitsem olmaz mıydı sahiden ? Sadece gitmek istiyordum, her şeyi arkamda bırakarak gitmek. Ama bu pek mümkün görünmüyordu. " Bak güzelim..." dediği sırada bir ses duyuldu. Kepenklerin arkasından geliyordu sesler. Mağazanın içi dışarıya görünmüyordu. Buna rağmen dışardan birileri camlarına vuruyordu.
" İçerdeki kişiler, etrafınız polis tarafından sarıldı. " dedi yüksek, kulaklarımı tırmalayan bir ses. " Kepenkleri indirip, teslim olun. Başka çıkış yok. "
" Hay sıçayım. " dedi Kubilay kıvırcık saçlarından elini geçirerek. " Lan en çok da senin ağzına sıçayım Cihangir. Bir olaya da bulaşma be oğlum. Ama bir düşündüm de.." dedi yerde yatan Tibet 'e bakarak. " Ben senin yerinde olsam, ben de aynısını yapardım. Ağzımıza sıçayım bizim oğlum. "
" Bir polis eksikti zaten. " dedi Barbaros göz devirerek.
" Sorunsuz geçsin dediğim her günümüzün sonu neden sorunlu bitiyor ? " diye sordu Leman başını sol omzuna yatırarak. " Ya çok mu şey istiyorum ben acaba ? "
Gözlerim kim konuşuyorsa ona çevriliyor, sözlerinin bitişinde ise turkuaz gözlere odaklanıyordu. Nedendi bilmiyorum ama onun da gözleri hep bendeydi. Ne zaman baksam o zaman bana bakıyor oluyordu. Belki de içinden bana lanetler okuyordu, olamaz mıydı?
" Güzel tatil günüm, seni bir kere de aksiyonsuz geçirsem ne olur acaba ? " diye sordu Kubilay ellerini havaya açarak. " Ne olur Yarabbelalemin? Haram mı bize güzel tatiller ? "
" Haram. " dedi Gece göz devirerek. " Bize güzel şeyler haram. "
" Etrafınız sarıldı. Teslim olmaktan başka şansınız yok. Lütfen zorluk çıkarmayın. Hırsızlık ciddi bir suçtur. " dedi polis anonsunda. Kaşlarım çatıldı.
Hırsızlık mı ?
" Hırsız mı dedi o ? " gözlerimi kısarak baktı Alpaslan dişlerini gıcırdatarak.
" Dün askerdik, bugün hırsız mı olduk ? O, terfi ettik gençler. " dedi Kubilay omuz silkip gülerek.
Gözlerim hepsi üzerinde gezindiğinde sertçe yutkundum. Bir yanlış anlaşılma olmalıydı.
" Müşteri olarak girdiğimiz mağazadan hırsız olarak çıkacağız, film gibi bir şey değil mi ? "
" Ölüm gibi bir şey oldu ama ama....kimse ölmedi. " dedi Alpaslan elini kolunu sallayarak.
Siren sesleri mağazanın içini doldurduğunda ışıklar kapandı. Korkuyla gözlerimi açtığımda ışıklar geri geldi. Gözlerim Tibet 'e çevrildiğinde Kubilay sanki bunu daha önceden düşünmüş gibi eğilerek elini onun boynuna koydu.
" Yok kardeşim, sanki biri öldü. " dedi Kubilay derin bir nefes vererek. " Nabız yok. "
Gözlerim korkuyla açıldı. Nabız yok mu demişti o ? Tibet ölmüş müydü ?
Dudaklarım büzüldüğünde, gözlerimde dolan yaşlar yanaklarıma doğru bir bir inmeye başladı. Yaşanmaması gereken şeylerin içinde bulmuştum kendimi. Keşke dedim içimden hepsine tek tek baktığımda, keşke onlar burada hiç olmasaydı.
Sessiz vaveylalarım artık onlar tarafından duyulmuştu. keşke duyulmasaydı.
Bir Cem Adrian şarkısıyla aklıma gelen bu kurguyla; hepimizin sustuğu, alışageldiğimiz toplumsal konulara ben sesimi çıkarttım sizlerde çığlıklarımızı duyun, duyurun isterim siyah kalplerim.
Rumi..
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12.02k Okunma |
947 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |