7. Bölüm

6.BÖLÜM: AİLE

Rumi
gizemlikimliksizz

Gece / Derbeder

 

Biz geldik bence hoş bir bölümle de geldik :)

 

Keyifli okumalar siyah kalplerim, oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. 🖤

 

Bazı anların içinde sıkışıp kalmak istesek de bazılarından arkamıza bakmadan koşmak isterdik. O zaman dilimlerinde belki de kendimizi çaresiz hissederdik. Kalbimin atışının sesini duyabiliyordum. Bu anda kalmak istemiyordu. Bir kez daha aynı şeyleri yaşamamak için âdeta bir kuş gibi çırpınıyordum. Tibet'le bir kez daha karşılaşma ihtimalimizde ne olacağını hiç düşünmemiştim. Ne hissedeceğimi sorgulamamıştım. Öyle ansızın bir yerde denk gelmeyi hiç beklemiyordum. Hem acılarım bu kadar tazeyken onu zihnimde def etmek yerine düşüncelerime misafir mi edecektim ?

 

Korku, bedenimi esir alan tek duygu muydu onu gördüğüm an ? Bana burada ne yapabilirdi ?

 

Kalabalıktı ama buna sığınamazdım. O gün mağazada da birden fazla insan vardı. Ama kimse yanıma gelip bir sorun mu var diye sormamıştı. Bir yardım eli uzatan olmuş muydu ondan başka? Kalbimin sesini kendi iç sesimden daha fazla duyuyordum. Bize kendimizden başka kimse kolay kolay yardım etmezdi. Hem yardım etseler ne olacaktı ? Haberlerde görmemiş miydik yardım edenlerin de başına gelenleri ? Benim yüzümden bir başkasının başı yansın istemezdim.

 

Ellerimin titrediğini hissediyordum ama onları durdurmak için herhangi bir şey yapamıyordum. Yaşama belirtisi veren ama konuşamayan bir hasta gibi hissediyordum kendimi. Yetilerimi kaybetmek üzereydim. Onu görünce bu denli korkacağımı hiç düşünmemiştim. Beni korkutan neydi ? Burada beni görecek olması mı yoksa yaşadığımı bir şekilde biliyor olması mıydı ?

 

Ailemi kaybettiğimi düşünüyorken beni burada görmesi pek de iç açıcı olmazdı.

 

Peki ya ben bundan sonra ne yapacaktım ? Ailem burada değil diye ben de saklanacak mıydım hep ondan? Yok mu edecektim yaşarken kendimi ? O elini kolunu sallayıp gezerken ben kendimi ev hapsine mi alacaktım ? Bana verdiği hasarı kanıtlamadığım sürece bir ceza alamaz mıydı ? Hiç düşünmeden ailemi alevlerin içerisine hapseden bir adamın böylece dışarıda gezmesi bize yapılmış en büyük haksızlık değil miydi ?

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak sakinleşmeye çalıştım. Önümdeki masaya elimi koyduğumda bardağın titrediğini görerek elimi masadan çektim. Hiçbir zaman aynı ayakkabıyı iki kereden fazla giymeyen Tibet 'in o ağır parfüm kokusu yaklaştıkça gerilen bedenime engel olmaya çalıştım. Beni görmemeliydi.

 

Burada ne işi vardı?

 

Yoksa o da uyuşturucu ticaretiyle mi uğraşıyordu?

 

Kaşlarım çatıldı. Onu vurmak için bir nokta arıyorsam bu o olabilir miydi ? Ayağıma gelen bir fırsat mı vardı yoksa sadece bunu fırsat olarak mı değerlendirmek istiyordum ? Eğer bu bir fırsatsa her şeyi berbat etmeden kendimi toparlamalıydım. Ellerimi birbirine kenetleyerek yere eğildim. Dikkat çekmek istemiyordum. Ama nedense bana doğru çevrilen gözlerini fark ettim. Umarım beni tanımayacak kadar hafızasını sıfırlamıştı. Yere düşüp ikiye ayrılan telefonu elime aldığımda hala parmaklarım titriyordu. Gözlerim onu aradığında ona en uzak olacak şekilde yönümü değiştirerek olduğum yerden uzaklaştım. Mekanda bilmediğim herhangi bir yere girdiğimde elimdeki telefonun kapağını kapatmaya çalışıyordum.

 

Sesler kesilmişti. Telefon olmazsa onlarla konuşamazdım. Bu yüzden şimdi halletmem gereken en büyük problemim telefon olmalıydı. Onlara haber vermeliydim. Benden bir haber bekliyor olmalıydılar. Beni kurtaran kişilere bende yardım etmeliydim. Bu görevi başarmak istiyordum. Ama Tibet buradayken içerde nasıl rahatça dolaşabilirdim ki ?

 

Ellerim hala titriyordu. Bu nasıl düzelecekti ?

 

Nereye gittiğimi bilmeden öylece yürümeye devam ettim. Uzun koridorlarda yürüdüğümde Tibet 'ten de mekandan da oldukça uzaklaşmıştım. Burası da mekânın bir parçası olmalıydı ama burada kimse yoktu. Belki de buraya girmek yasaktı. Bir yandan da telefonu halletmeye çalışıyordum. Koridorda benden başka biri olmadığı için ayrıca şanslı hissediyordum kendimi. Gerçi neyin şansıydı ki bu içeride Tibet varken ? Burada bile denk gelmiş olmamız neydi gerçekten ? Kader değildi bu..bu gerçekler miydi ? Onun peşimi asla bırakmayacağının bir kanıtı mıydı bu ?

 

Telefonu sonunda birleştirdiğimde elimi kulağıma götürerek cihazın üzerine tıkladım. " Beni duyuyor musunuz ? " diye mırıldandım ama telefonun kapalı olduğunu fark edince yüzümü buruşturarak telefonun açılma tuşuna uzun sayılacak bir süre elimi basılı tuttum. Gerçekten aklını kaybetmiş gibi davranıyordum. Telefon açıldığında ekranda büyük bir çizik bana gülümsedi. Neyse ki ekran koruyucu kırılmıştı ki diğer türlü bir ihtimal dahi olsa şu an ona üzülecek ya da düşünecek durumda değildim.

 

Telefon açıldığında bir kez daha elimi kulağıma götürdüm tam konuşacağım sırada kolumda bir elin varlığını hissetmemle gözlerim irileşti. Sert parmaklar canımı yakmak istemez gibi tutuyordu kolumu ama kim olduğunu görmediğim için bağırmakla bağırmamak arasındaki o ince çizgide gidip geliyordum. Beni bulmuş muydu ?

 

Korkuyla koluma dokunan elin sahibine baktığımda sırtımın duvara yaslandığını hissettim. Kemiklerim bu dokunuşla acımış olsalar da yüzümü buruşturmadan karşımdaki kişiye baktım. " Sen.." diye soluduğumda karşımda Cihangir 'in varlığı beni güvende hissettirmişti. Neredeyse gülümseyecektim.

 

" Neden ses vermiyorsun ? " diye sordu çatık kaşlarının kızgınlığının hakkını vererek. Yüzündeki çizgileri izledim bir süre. Sahiden o muydu ? Bu kaçıncı defa Tibet 'ten kaçarken ona tutunuşumdu ?

 

Söz konusu Tibet olduğunda neden hep onu karşımda buluyordum ?

 

" Sana soruyorum. " dedi sinirli bir sesle. " Ne kadar endişelendim haberin var mı senin ? " kaşlarım benden bağımsız bir şekilde duyduklarıyla birlikte havalandı. Endişelenmiş miydi ? Korkmuş muydu ? Onu korkutan şeyin ne olduğunu merak ettim. Ben miydim yoksa emanet olan bir beden miydi onu korkutan ? Sonuçta iki seçenek de ben oluyordum ama ikisinin de amaçları farklıydı.

 

" Haberim yoktu. " diye mırıldandım kendime hakim olamayarak. " Endişelendiğinden. "

 

Sözlerimle birlikte duraksadığını hissettim. Sağ elini kaldırarak çeneme dokunduğunda çok da yakın olmadığımız için kendimi şanslı hissediyordum. " Sana endişelenmeyeceğimi düşündüren ne ? "

 

" Öyle bir şey düşündüğümü söylemedim. " dedim omuzlarımı yukarı doğru kaldırdığımda sol omzum onun bileğine sürtündü. Ona baktığımda kendimi neden sürgün yemiş gibi hissediyordum ? O benim sürgünüm müydü ? Bu soruları zihnime sokan neydi peki ? Olaya fazla duygusal yaklaşıyor olmam mıydı ?

 

Sanırım kafamda fazla kuruyordum.

 

Turkuazları gözlerimi delip geçmek ister gibi pür dikkat bir şekilde bakıyordu bana. " Seni defalarca aradım. " diye mırıldandı elini çenemden çekmeden. Burada durmuş neyi konuşuyorduk ki ? İyiydim, hala buradaydım. Önemli olan da bu değil miydi ? Öyleyse neden benimle konuşmak istiyor gibi bakıyordu turkuazları ? Neden anlatacak kelimeleri varmış gibi hissediyordum ? " Açmadın. Açamazdın..kapalıydı. "

 

Başımı sallamak istedim ama onun çenemdeki elini hatırlayınca bundan vazgeçerek sadece dudaklarımı hareket ettirmekle yetindim. " Evet, elimden düşürdüm. " diye mırıldandım. " Aramalarını görmedim. "

 

" Görseydin açar mıydın ? " sorusu çok yersizdi. Bunu ona da söylemek istedim ama dudaklarım nedense bu yersizliği devam ettirmek istiyordu. Buraya göreve geldiğimizi unutmuş muyduk? Ben unutsam bile onun unutacağını sanmıyordum. Çünkü o bir askerdi ve bir şey olsa hissederdi. Unutkan olamazdı.

 

" Neden açmayacağım ihtimalini düşündün ki ? " diye sordum tıpkı bende onun gibi konuya başka türden giriş yaparak. Bu aramızdaki sessiz bir anlaşma mıydı ? Aslında söylemek istediklerimizi soru üzerinden mi yönlendirecektik hep birbirimize ?

 

" Her arayanın telefonu açılır mı ki ? " diye sordu sert bir solukla.

 

Ne cevap vermemi istiyordu anlamış değildim. " Sen her arayan olarak mı nitelendirirdin kendini ? " diye sordum kaşlarım yukarı doğru kalkıp indiğinde. Onu tuzak sorularla vurmaya çalışıyordum. Bunun farkında olmalıydı ama hiç de açık vermeye meraklı biri gibi görünmüyordu.

 

" Nitelendirmeyeyim değil mi ? " diye sorduğunda gözlerinde başka bir şeyler aradım ama soğuktu bakışları. Bir duygu olmasının imkanı yoktu. Kelimeleri nasıl bu kadar sıcak olabiliyordu gözleri kutup gibi bakarken ?

 

Neydi o ? Hem sıcak hem soğuk mu ?

 

" Sen bilirsin. " dedim omuz silkerek. " İyiyim bu arada. " dedim elini kastetmek amacıyla. " Bırakabilirsin çenemi. "

 

" Gerçekten iyisin değil mi ? " elinin çenemde olduğunu unutmuşa benziyordu. Ben hatırlatmasam onun hatırlayası yoktu. Elini sıcak suya dokunmuş gibi birden çenemden çekmesiyle üşüdüğümü hissettim.

 

" Evet. "

 

" Endişelendirdin beni. " diye soluduğunda dikkatle onu inceledim. Böyle şeyleri itiraf edecek biri değildi. Belki de şu an kendi kontrol edemediği için bunları dile getirmekten çekinmiyordu.

 

" Emanetin olduğum için endişelendin değil mi ? " diye sordum bu sorunun cevabının başka bir şey olmasını isteyen zihnime kaşlarımı çatarak.

 

" Başka türlüsü olamaz. " dediğinde altını çizdiği kelimelerin müptelası oldum.

 

Başka türlüsü olamaz...

 

" Evet. " dedim başımı sallayarak onu onayladığımı belirterek.

 

" Emanete sahip çıkamamış olmak benim için büyük.."

 

" Sorun. " diyerek tamamladım cümlesini. " Anladım. Ama iyiyim. Bak burada karşındayım. " emanetin senin yanında rahat bir nefes al Cihangir diyerek onu sarsmak istesem de derin bir nefes alarak sessizliğime gömülmenin daha mantıklı olduğuna karar verdim.

 

" O..onunla karşılaştın mı? " diye sorduğunda tepkilerimi ölçmek için gözleri üzerimdeydi.

 

" Sadece gördüm onu. " dedim dudaklarımdan çıkanları kulaklarım duymak istemediğinde. " O beni görmedi. "

 

" Burada durman sıkıntılı. " diye mırıldandı. " O buradayken sen de burada olamazsın. "

 

Haklıydı, onun olduğu ortamda ben olmamalıydım. Biraz önceki halim aklıma geldikçe kendimi iyi hissetmiyordum. Ellerim tekrardan titreyecek gibi geliyordu. Yoksa hala titriyor muydu ?

 

" Tibet buradan çıkmalı. " dedim kendime güvenen bir sesle. " O giderse kadını halledebiliriz. " aklıma gelen fikirle dudaklarımı tekrar araladım. " Üzerine bir şey dökülürse belki burada daha fazla kalmanın bir anlamı olmadığının farkına varır. " Gözlerimi kıstım. Buraya neden gelmişti ? Kadın hakları için yapılan bir toplantıda bu konuyla hiçbir bağlantısı olmayan bir zorba olarak mı bulunuyordu ? Onu takım elbisesinin içinde gören insanlar imrenerek bakıyordu. Bu muydu bütün büyü? Bir takım elbise, bir pahalı kıyafet miydi onun hiç olmadığı birine bürünebilmesi için gereken şey ? " Toplantı için burada değil, büyük ihtimalle o da uyuşturucu için burada. "

 

" İşini bitirmek için zaman kolluyor olacağım. " dediğinde kulağımda takılı olan cihazdan cızırtılı bir ses geldi. Yüzümü buruşturarak bu beklenmedik duruma tepki verdiğimde Cihangir 'in gözleri hala yüzümde geziniyordu.

 

" Hedefimiz o değil. " diyen ses Leman 'a aitti. " Cihangir sadece kadın hedef. Karmaşıklık istemiyorum. " dediğinde bizi duyduklarını anlamıştım. Acaba az önce benim için endişelendiğini de duymuşlar mıydı ?

 

" Aynen Cihangir başka bir şeye karışmıyoruz. " diyerek onu onayladı Barbaros.

 

" Bu arada artık oradan çıkman gerekiyor. " diye soludu Alparslan sıkıntılı bir sesle. " Kameraları hackledim Umay 'ın yerini bulabilmek için iyi de oldu. Kadın şu an o tarafa doğru geliyor. İkiniz derhal ayrılıp iki yabancı olsanız iyi olacak. " dediğinde hızla Cihangir 'e arkamı dönerek geldiğim yine doğru yürümeye başladım. Onları tekrardan duyabiliyor olmak kendimi güvende hissettirmişti.

 

Ama aklımı kurcalayan bir soru da kendini belli etmeden duramıyordu.

 

Cihangir benim için endişelenmiş miydi ?

 

İç sesim buna kahkahalarla gülerek bana seslendi. Emanetsin. Kulağıma fısıldadığı kelimeyi duymak kendimi nedense iyi hissetmemi engelliyordu. Neden emanet olmak bu kadar sorun teşkil ediyordu ki ? Gerçekten bazen kendimi hiç anlamıyordum. Verdiğim tepkileri sorgularken buluyordum kendimi. Tıpkı şu an olduğu gibi.

 

" Tatlım ? " diye soludu kadın karşısında beni görmeyi beklemediğini belli ederek. Şüpheli bakışları yüzümde gezindiğinde " Seni burada bulmayı beklemiyordum. " diyerek cümlesini tamamladı. Bu cümlenin altında yatan anlamı biliyordum. Burada ne işin var diye sormaktansa bu cümleyi kurmak kulağa daha doğru geliyordu. Ve o da bu yolu tercih etmişti.

 

" Bende sizi. " dedim yüzümde korku dolu bir ifadeyle. Bu ona yakalandığım için yüzüme yerleşmiş olan bir korku değildi. " Ben..o adamı gördüm sanki.." diye mırıldandım sesimin titremesine özen göstererek. Gerçekten bir oyuncu ajansıyla gorüşsem iyi olacaktı. Belki de kariyerimi bu yönde değiştirmeliydim. " Kendimi saklayacak bir yer aradım. " hıçkırır gibi olduğumda ağlamıyordum ama yüzümde her an ağlayacakmış gibi duran bir ifade olduğuna adımın Umay olduğu kadar emindim. " Ah..gerçekten bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim. " sahte yüz ifadem onu inandırmışa benziyordu.

 

" Tatlım. " diye seslendi beni gördüğünden beri aynı kelimeye takılı kaldığını belli ederek. " Çok etkilenmişsin. Yüzünü yıkayalım mı, ister misin ? " sorusuna başımı sallamak istedim ama hemen kabullenmek istemiyordum.

 

" Ben size de yük oldum..." diye mırıldandım bir kez daha hıçkırarak. Ağlamamak için kendimi sıktığımda bu otomatikmen gerçekleştiği için şanslı sayılırdım sanırım. " Lütfen kusura bakmayın ben sizin de gününüzü mahvediyorum."

 

" O nasıl bir cümle öyle? " diye sordu kaşlarını çatarak. Orta yaşlı değildi, en fazla otuzuna merdiven dayamış olabilirdi. Gözlerim yanılmıyorsa onun yirmilerinin ortalarında ya da sonlarına yaklaştığını fısıldıyordu. " Hiç duymamış olayım lütfen. Gel benimle.." onun beni yönlendirmesine izin verdim. Artık istediğimi elde etmiş olmanın gururuyla yüzüme yerleştirdiğim ifadeyi ondan gizleme vaktiydi. Kadını avcumun içinde oynatıyordum. Bunu öğrense bana ne yapardı ?

 

Sanırım bunu şu an düşünmek istemiyordum.

 

Ellerimi ıslatarak yüzüme dokunduğumda ellerimin titremesine özen gösterdim. Biraz önce Tibet 'i görmüş olmamdan dolayı titreyen ellerim şu an yalandan titriyordu. Ama o bunu anlamayacak kadar bana odaklanmış durumdaydı. " Seninle tanışmamız çok yerinde oldu. " diye mırıldandı aynadan göz göze geldiğimizde. " Tam da toplantının olduğu gün, konunun üzerine denk geldin. Yanlış anlama yani kendini bir deney faresi olarak hissetmeni istemem ama buradaki kişiler sadece yardım eli uzatan insanlar. Mağdur olan kimse yok. " gözleri yüzümü inceledi. Kullandığı kelimenin beni kırıp kırmadığını mı öğrenmek istiyordu gözleri? " Beni yanlış anlama ama bizim sana ihtiyacımız var. "

 

Yaptıklarınızın üzerini örtebilmek için somut bir kanıta ihtiyacınız var değil mi diye sordum aynadan ona bakarken içimden. O duymadı, zaten duysun da istemedim. Sadece sanki bu işe ılımlı bakıyormuş gibi başımı salladım usulca. Onu anlıyor gibi görünmek en iyisi değil miydi şu an ? Beni duydukları gibi onun konuştuklarını da duyuyor muydular ? Şu an kimseden ses gelmiyordu. Kafamı karıştırmamak için mi konuşmuyorlardı yoksa yine mi cihaz sıkıntı çıkarmıştı ? Gerçi diğerinde ben telefonu düşürdüğüm için sıkıntı çıkmıştı.

 

" Bence kadın anladı. " dedi kulağımdaki ses. " Bir şeyler yapmalısın. Gel falan diyor ama kuşkuyla diyor gibi. " sesin kime ait olduğunu analiz edemedim çünkü karşımdaki kadın bana bakıyor ve benden bir cevap bekliyordu.

 

" Aynen, ona artık bir cevap vermelisin. "

 

" Sizi yanlış anlamıyorum. " dedim sertçe yutkunarak. Nasıl görünmeliydim ? Korku dolu gözlerle bakarsam ondan sakladığım bir şey olduğuna mı inanırdı yoksa gerçekten biraz önce dışarıdaki adamla olan mücadelem yüzünden korktuğumu mu sanardı? " Sadece.." dedim ne diyeceğimi toparlamaya çalışıyor gibi başka taraflara gözlerimi çevirerek. " Bu ortam biraz fazla kalabalık. " gergin bir şekilde sağ elimi koluma götürüp kaşıdım. Burası gerçekten fazla kalabalıktı ve tek fazlalık da Tibet 'in ta kendisiydi. Bu kadınla onun beni yönlendirdiği şekilde yürüyordum ama ya önüme o çıkarsa diye düşünmeden de edemiyordum. O çıkarsa ne yapardım? " Ve hepsi de yabancı.." dudaklarımı dişledim. " Açıkçası sizde yabancısınız. Yani beni kurtardınız evet ama öyle hemen güvenemem.."

 

" Lan ne yapıyorsun ? " dedi kulağımın zarını patlatacak kadar sesli konuşan Kubilay. " Ben boşuna mı sakızımla senin karşına çıktım kızım ? Kadın geri çekecek kendini. "

 

" Bir sus Kubi. "

 

" Ne Kubi ne ? Kadının evine girmemiz gerek, evinden uzaklaşmamız değil. " dedi sert bir sesle.

 

" Bağırmasana. " diyen kişi Mizgin 'di.

 

Onları dinlemeyi bırakıp karşımdaki kadına baktım. Adını hala bilmiyordum. Bunu unutmuş olabilir miydi ?

 

" Güven hemen oluşmaz tabi. " dedi yüzünde şeytani bir gülümsemeyle. Elini belime koyduğunda yakınlığından dolayı gerilsem de bunu ona belli etmemek için büyük çaba sarf etmem gerekti. " Ama bunları aşacağız, inan bana. " gözleri yüzümü inceledi. " Benim de hemen sana güvenmem mümkün değil lâkin yardıma her daim elimi uzatırım. " sevecen bulduğu gülümsemesi yüzüne yapışmış gibiydi. Onu gördüğümden beri bu şekilde stabil bir şekilde maske gibi yüzünde beliriyordu.

 

" Anlıyorum. " diye mırıldandım ama ne diyeceğimi kestiremedim.

 

" O zaman öncelikle birbirimize güvenmeye başlayalım. Biliyorum senin için de benim için de kolay olmayacak ama halledeceğiz. "

 

" Umarım. " dediğimde Kubilay 'ın bir küfür savunduğunu işittim ama umursamamayı tercih ettim. Kendimi öylece kadının ellerine atamazdım. Bu daha çok şüphe çekmez miydi zaten ?

 

" Gel bakalım benimle. " dedi eli hala belimdeyken. Adımlarımız birbirine benzer şekilde yürümeye başladığımızda bedenim oldukça gergindi. Bunu hissettiğini biliyordum.

 

" Mekânın içine mi gidiyorsunuz ? " diyen sesi işittim. Ama bir cevap veremedim.

 

" Hayır yani insan bir cevap verir. "

 

" Kız neresiyle konuşsun pardon? " diyen sesin Leman 'dan geldiğini anlayınca kaşlarım çatıldı. " Kadın yanında. "

 

" Oo Leman komutanım, mesajı aldım susuyorum hemen. " diye mırıldandı Kubilay.

 

" Zevzeklik yapmayalım. " diye uyarıda bulundu Barbaros.

 

Gözlerimi etrafta gezdirdim. Gitmek istemiyordum. Tibet'le karşılaşmak benim için kötüydü. Bunun olacağını hiç düşünmemiştim ama gerçekten de fazla etkilenmiştim bu durumdan. " Bu arada.." diye mırıldandı Leman oluşan sessizliği bozarak. " Şu gerizekalı da mekânda. Ve kadın seni onun yanına doğru götürüyor. " bedenim gerildi yerimde durmak zorunda kaldım. Bir şey belli etmemeliydim ama her an her şeyi berbat edecek gibiydim de aynı zamanda. " O herifi mekandan çıkarmalıyız yoksa kafasına sıkarım buradan. Tam isabet. "

 

" Aslında mantıklı. " diyerek onu onayladı Barbaros. " Tek atışta bir pislik ortadan kalkar bir gitsin. "

 

" Saçmalamayın. " diyen ses Gece 'nindi. " O herifin ölmesini bende istiyorum ama bu şekilde değil. "

 

" Şakaydı zaten. " dedi Barbaros. " Değil mi sevgilim ? " hepsi farklı yerde olmasına rağmen sanki birbirinin yanında gibi konuşuyordu.

 

" Ben gayet ciddiyim. " dedi Leman sesinde hiç titreme olmadan. Onun keskin nişancı olduğunu bilmek içimi büyük bir gururla kaplıyordu. Bana en soğuk davranan o olsa da nedense ona karşı içimde tuhaf bir duygu vardı. " Çıkarın şu herifi kızın yanından yoksa beynini dağıtırım. "

 

" Tamamdır. " dedi Mizgin durgun bir sesle. " Adam bende. "

 

" Ne demek sende ? " diye sordu Alparslan. " Nereye gidiyorsun ? "

 

" Bir işi halledip geliyorum. "

 

Bulunduğum yeri bana hatırlatan şey kadının koluma dokunuyor olması oldu. " İyi misin tatlım ? " dediğinde yüzünün ortasına kusmak istedim.

 

Ona bir cevap vermem gerekiyordu. Geciktiğinde benden şüphelenmesi an meselesi olurdu. " Pek iyi hissetmiyorum kendimi. " diye mırıldandım gözlerim Tibet 'i aradığında. " Bir yere otursak olur mu ? "

 

" Tabi ki.." dedi koluma girerek beni Tibet 'in olduğu yerin tam tersine doğru ilerlettiğinde. Rahat bir nefes almak istesem de yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için buna engel oldum.

 

" Mizgin.." dediğini duydum Kubilay 'ın. " Nereye gidiyorsun ? Hem kıyafetlerini de nerede değiştirdin sen ? "

 

" Cidden konu kıyafetlerim mi Kubi ? " diye mırıldandı Mizgin. Nereye gittiğini bilmiyordum ama şu an pek de umursamak istemedim. Yanımdaki kadın kulağıma gelen sesleri duyacak diye ödüm kopuyordu.

 

" Konu her an her şey olabilir, küçüğüm. " dediğinde yüzünü buruşturmuş gibi hissettim Kubilay 'ı. Ona ne zaman böyle seslense yüzünde tuhaf bir ifade beliriyordu. Yani onları çok tanımıyor olsam da yanlarında olduğum süre zarfında bunu gözlemlemiştim. " Şimdi bana söyle nereye böyle arkandan atlı kovalıyormuş gibi ? "

 

" Atlı da sen misin ? "

 

" Biraz daha nereye gittiğini söylemezsen evet atlı olarak seni kovalamaya geleceğim. "

 

" Mizgin. " diye seslendi tekrardan Alparslan. " Çabuk araca geri dön. "

 

" Dönmeyeceğim. " dedi dik başlılıkla Mizgin.

 

" Abisine cevap veren ama Kubi 'ye cevap vermeyen bir Mizgin bırakıyorum şuraya. " dediğini duydum Kubilay 'ın. Alınmış gibi geliyordu sesi. Onlara odaklandıkça bulunduğum yerin kontrolünü kaybedecek gibi hissediyordum kendimi. Gözlerimi mekana çevirdiğimde biraz önce çıktığımız yerden çıkan Cihangir 'i gördüm. Siyah takım elbisesinin içinde oraya ait değilmiş gibi duruyordu. İri yapılı bir bedene sahip olan insanlar takım elbise giydiklerinde sanırım ona benzerlerdi. Çok yadırganacak gibi durmuyordu ama yine de sanki ona asker kıyafetleri daha çok yakışır gibi geliyordu. Onu o şekilde de görebilir miydim ? Kaşlarımı çatarak düşüncelerimin önüne aşamayacağım duvarlar örmek için tuğlaları üst üste dizmeye başladım. Zihnimdeki bu düşünceler de neydi böyle? " Çok alındım gücendim haberin olsun Mizgin. Bana dondurma ısmarlamazsan asla da alınganlığım gitmez haberin olsun. "

 

" Alırız bir dondurma. " dedi Mizgin gülerek.

 

" O zaman iki dondurma al, biri hemen onayladın. "

 

" Dükkanı satın alayım Kubi istersen ? " dediğinde göz devirmeden edemedim. Kadın bana bakmıyordu. Koltuklara gelmiştik.

 

" Şöyle oturalım istersen. " dedi yüzüne maske gibi oturttuğu tebessüm eşliğinde.

 

" Olur. " dediğimde mekanın girişinde Mizgin 'i görmeyi beklemiyordum.

 

" Mizgin mekana girdi. " dedi kulaklarımı sağır edecek kadar bağıran bir ses. " Ne işin var mekanda ? Geri çık hemen. Kimse fark etmeden çık oradan Mizgin ! " emir dolu cümleleri Mizgin duymuyor gibiydi. Gözlerim onda olsa da yanımdaki kadına sanki midem bulanıyormuş gibi taklit yapmak için hafifçe başımı eğdim.

 

" Sanırım midem biraz rahatsız. " diye mırıldandım dudaklarımın üzerine elimi kapatarak. " Kusura bakmayın, korkunca hep böyle olur. "

 

" Sorun değil tatlım. " dedi ayağa kalkarak. " Ben sana bir ilaç bulayım. " dediğinde gözlerim irileşecekti. Bana da mı uyuşturucu getirecekti ?

 

" Çok iyi olur. " dediğimde gözlerim Mizgin 'e çevrildi. Buraya girmesi plan dışındaydı. Neden buradaydı ? Burası onlar için yasaklı bölge değil miydi ? Tek başıma koltukta oturuyordum. " Mizgin. " diye mırıldandım dudaklarımı fazla hareket etmemesine dikkat ederek. " Neden buradasın ? "

 

Cevabı gecikmedi. " Seni kurtarmak için. "

 

" Mizgin derhal dışarı çıkıyorsun. " dedi Alparslan şiddetli bir sesle. Eğer o çıkmazsa kendisi içeri girecek gibi geliyordu sesi.

 

" Abi abartmayın isterseniz. Sadece şu herifi buradan gitmeye ikna edeceğim. " dediğinde içecek kısmından bir bardak alarak Tibet 'e doğru yürüdü.

 

" Ne dedin sen ? " diye soludu Alparslan. " Unut bunu Mizgin, geri dön. "

 

" Döneceğim sadece biraz susun ve beni izleyin. " dedikten sonra bir daha konuşmamak üzere dudaklarını kapattı.

 

Ne yapacaktı gerçekten merak ediyordum. Elindeki bardağı dudaklarına götüreceğinde kaşlarımı çattım. " Mizgin içecekler ilaçlı. " dedim gergin bir sesle. Bir yandan da ellerim ağzıma kapalıydı. Her an kusacak gibiydim. Kadının bana doğru geldiğini fark ettiğimde gözlerimi Mizgin 'e çevirdim.

 

" Biliyorum, biraz bana güvenin yahu. " diye mırıldandığında sanki beni görebilecekmiş gibi başımı salladım.

 

" İlacı getirdim ama suyu akıl edemedim. " dedi kadın yanıma geldiğinde tekrar gitmek için hareketlenirken. " Hemen geliyorum. " yanımdan ayrıldığında herhangi bir şey demeden sadece Mizgin 'i izledim.

 

Tibet 'e yaklaştıkça yaklaştı ve sonra sanki yanından geçerken onu görmemiş gibi ona çarptı. " Ah ! " diye bir ses çıkardığında elindeki içeceğin hepsini Tibet 'in üzerine dökmüştü. Pantolonunun kullanılmayacak bir hale geldiğine emindim. Bana uzak olsalar da görüntülerini net bir açıyla izliyordum. " Çok özür dilerim. " dedi yapmacık bir sesle. " Sizi hiç fark etmedim. Ay inanmıyorum her yeriniz...ıslanmış. "

 

" Dikkatsizsiniz. " dedi Tibet o titrek sesiyle. " Neyse sorun değil. " diye mırıldandığında sertçe yutkundum. Gitmeliydi. Artık burayı terk etmeliydi. " Buradan sıkılmıştım zaten, iyi oldu. " diyerek Mizgin 'in yanından ayrıldığında dudaklarım aralık bir şekilde onun mekandan çıkışını izledim. Bu kadar mıydı yani ? Alacağını almış mıydı ? Neden gelmişti ve neden gidiyordu ? Aptal dedi iç sesim, gitsin diye yalvaracak olan sen değil miydin ? Şimdi de neden gittiğini mi sorguluyorsun dediğinde sertçe yutkunarak elinde iki tane bardakla gelen kadına baktım. İlaç tabletini sıkıştırdığı elinde su olmalıydı. Diğer bardak da renkli bir sıvı vardı.

 

" Gereksiz bir insana veda ettik. " dedi Mizgin keyifli bir sesle etrafı inceleyerek. " Umay getirdiği su bile olsa asla içme, o da ilaçlı ve plan tam tıkır işliyor. Birkaç kişi karnını tutuyor. "

 

" Bana doğru geliyor. " diye mırıldandım.

 

" Ben çıkıyorum. " dedi Mizgin haber vermek ister gibi.

 

" Çık tabi. " dedi Alparslan sinirle soluyarak. " Beni hiç dinleme başına buyruk çocuk. "

 

" Abi abi abi.." dedi Mizgin. " Çocuk olmak için sence de fazla büyümedim mi ? " Mizgin 'in kapıdan çıkışını görünce bana doğru yaklaşan kadına odaklandı gözlerim.

 

" Hayır büyümedin. " dedi Alparslan.

 

" Eşek kadar oldu lan. " diye mırıldandı Kubilay. " Neresi çocuk bunun ? "

 

" Kubi.." dediğini duydum aynı anda Mizgin ve Alparslan 'ın. Diğerlerinden ses çıkmıyordu.

 

" Bu sefer hepsini getirdim. " diye mırıldandığında elindeki ilaç tabletini bana uzattı. İtiraz etmeden alarak avcumun içine hapsettim. İçecek miydim ? Bunu yapamazdım. Gerçekten midem bile bulanmıyordu sonuçta. Hem ben ağrı kesiciyi bile çok zor durumda kalınca alan biriydim. Öyle her ilacı içebilir miydim ? " Ne oldu ? " diye sordu elindeki bardağı alıp sağ elimde tuttuğumda. " Gerçekten çok kötü görünüyorsun. "

 

" Aslında. " dedim yüzümü buruşturarak. " İçeceklerden içtiğimden beri pek iyi değilim. " dediğim an birkaç kişinin karnını tutarak tuvalete doğru koştuğunu fark ettim. Kaşlarım çatıldığında o da bana kaşlarını çatarak baktı.

 

" Ne demek istiyorsun ? " dediğinde elindeki bardağı dudaklarına doğru götürdü. İçmesini engellemek adına koluna dokunduğumda irkildi. "

 

" Etrafınıza bakın. " dedim hâlâ kaşlarım çatıkken. Onu bu şekilde kurtarmaya çalışmalıydım. Bana güvenmeliydi. Gözlemlerimin iyi olduğuna inanmalıydı. " İnsanlar tuvalete akın ediyor sanki.." dediğimde iki kişi koşarak önümüzden geçti. " Ve bende her an tuvalete koşacak gibiyim. " diye mırıldandım. " İçeceklerde bir şey olmalı. " elindeki içeceğe baktı. " Siz daha önce hiç içtiniz mi ? "

 

Başını iki yana sallayarak " Hayır " dedi.

 

Kusacak gibi öne doğru eğildiğimde " İçinde alkol bile yoktu ama bakın sanki ateşim çıkmış gibi..biri içeceklere.. " devamını getiremedim çünkü bir kadın yere düştü. Gürültülü ses mekanda yankılandığında çığlıklar yükseldi.

 

" Neler oluyor ? " diye sordu Gece kulağımda çok yüksek sesle konuşmamaya dikkat ederek.

 

" İçeridekiler bir bir yığılıyor. " dedi Leman içeriyi gördüğünü belli ederek. " Ambulans ekibi, hazırlansanız iyi olacak. "

 

" Dünden hazırız. " diye mırıldandı Alparslan. " Alalım bakalım şunları. "

 

" Kimleri alacağınızı biliyorsunuz değil mi ? İçeride beş tane kişi var. "

 

" Görsel hafızam çok iyidir. " diye mırıldandı Gece. " Asla kaçırmam. "

 

" İyi operasyon başlasın o halde. " dediğinde bir kişinin daha yere düştüğünü fark ettim. Neydi bu ilaç? İnsanları bayıltıyor muydu anlamamıştım.

 

" Haklısın. " diye mırıldandı yanımdaki kadın korku dolu sesle. Aslında gözleri bu korkuyu reddediyordu. Asıl derdi buradan bir an önce çıkmak gibi bakıyordu gözlerime. " Derhal buradan çıkmamız gerekiyor. " diye mırıldandı sanki bunu yapanın kim olduğunu anlamış gibi. " Peşime düşeceklerini biliyordum ama bu kadar erken olacağını bilmiyordum. "

 

" Anlamıyorum. " dedim korku dolu gözlerle ona bakarak. " İnsanlar bayılıyor, bu da ne böyle? "

 

Gözlerini kısarak beni inceledi. Bana ne yapacağını karar veremiyormuş gibiydi. " İyi bir gözlemcisin. " diye mırıldandığında göz devirmek istedim. " Beni kurtardın, benim seni kurtardığım gibi. " diyerek koluma dokundu. " Ama şimdi gitmem gerek. " cebinden bir kart çıkararak bana doğru uzattığında mekana gelen ambulans sesini duydum. Birkaç dakika içinde Alparslan, Gece ve Mizgin sağlıkçı kıyafetlerinin içinde mekana girdiler. Alacakları kişileri biliyormuş gibi sadece onlara yöneldiklerinde gözlerimi tekrar kadına çevirdim. " Bu benim kartım, bana ulaşmak istersen.." kaşları çatıldı. " Vazgeçtim bana ulaşmak isteme, bana kesinlikle ulaş. " avcuma kartı sıkıştırdı. " Burayı da bir an önce terk et. "

 

" Ne ? " dedim anlamıyor gibi. " Neden ? "

 

" Sorgularsan kaybolursun. " dedi başını iki yana sallayarak. " Sadece kartı al ve git buradan. "

 

" İyi de.."

 

" Adım Sanem. " dedi beklemediğim bir anda bana yaklaşıp kulağıma eğilerek. " Beni bulmanı bekleyeceğim tatlım. " yanımdan sıyrılarak mekanın çıkışına doğru ilerleyişini izledim. Mekandan çıktığında polis siren seslerini duydum. Gerilerek ambulans ekibinin yanına doğru yürüdüm ama onlar gelmememi işaret edince mekanın çıkışına doğru yürümeyi tercih ettim. Almayı istedikleri kişileri almış gibi görünüyorlardı.

 

" Umay çık oradan hemen. " diye mırıldandı Leman. " Alparslan gerçek sağlıkçılar geldi, sizde hemen terk edin orayı. "

 

" Tamamdır komutanım. " dedi Alparslan da tıpkı Kubilay gibi.

 

" Şu an askerde değiliz. " diye uyardı Leman.

 

" Tamamdır komutanım. " diye mırıldandı Alparslan bir kez daha.

 

Leman 'ın göz devirdiğini söyleyebilirim ama kanıtlayamazdım. Mekandan çıktığımda soğuk havanın yüzüme tokat gibi çarpmasını beklemiyordum. Kasım ayındaydık ama havalar çok da ılık sayılmazdı. Sonbahar vedasını ediyordu soğuğunu bize bahşederek. " Umay bizi görüyor musun ? " diye mırıldandı Barbaros.

 

Gözlerimi etrafta gezdirerek biraz önce indiğim arabayı aradım. Ama gördüğüm söylenemezdi. " Hayır. " diye mırıldandığımda önümde gri bir jeep durdu.

 

" O benimle geliyor. " diye mırıldandı nereden çıktığını anlayamadığım Cihangir 'in sesi. Arabanın benden olan tarafına doğru uzanarak kapıyı açtığında " Bin. " diyerek başıyla işaret etti. " Gitmeliyiz. "

 

" Ne demek seninle geliyor? " diye sordu Leman.

 

" O araba nerden çıktı lan ? " diye sordu Alparslan.

 

" Sürpriz yumurtadan. " dedi Kubilay gülerek.

 

" Sizler aldığınız adamları büyük dayıya ulaştırırsınız. " dedi bindiğimde " Kemer. " diyerek uyarıda bulunduğunda. Ellerim kemere gidince ayağını debriyajdan kaldırdığını hissettim. Araba ileriye doğru yürümeye başladığında yerimde gerildim. Nereye gidiyorduk? " Bizim küçük bir işimiz var. "

 

" Umarım küçüktür. " diye mırıldandı Kubilay. " Bana büyük gibi geliyor da. "

 

" Kubi.." dedi Gece uyarmak ister gibi.

 

" Nereden çıktı bu iş birden bire ? " diye sordu Barbaros. " Ayrıca arabayı ne ara hallettin? "

 

" Akşamdan buradaydı araba. " diye mırıldandı Cihangir sıkılmış gibi yüzünü buruşturarak. " Sorularınıza cevap aldıysanız evde görüşürüz. " diyerek kulağındaki kulaklığı çıkarıp kenarındaki düğmeyi kapattı. Bana doğru uzanarak benimkini de çıkardığında gözlerimi irileştirerek ona baktım.

 

" Ne yapıyorsun ? " diye sorduğumda kulaklık ellerinin arasındaydı.

 

" Yapmam gerekeni. " dedi fazla konuşmak istemediğini belli ederek.

 

" Ben de çıkarabilirdim. "

 

" Ama ben çıkardım. " diyerek gaza bastığında gözümü yola çevirdim.

 

" Nereye gidiyoruz ? " diye sordum ama bir cevap beklemiyordum tabi ki de. Çünkü dudaklarını öyle sıkı kapatmıştı ki konuşacağını hiç düşünmüyordum. Gözleri kısa süreli de olsa bana dokundu sonra tekrar yola odaklandı. " Sana soruyorum. " dedim bir kez daha konuşarak.

 

" Hep böyle meraklı mısındır ? " diye sordu direksiyonu kavrayan parmaklarının boğumlarının beyazladığını fark ettiğimde.

 

" Öyleysem ne olmuş ? " dedim tek kaşımı kaldırarak. " Hem işimiz var dedin, bunu merak etmemin nesi yanlış ? "

 

" Ben yanlış olduğunu söylemedim. " dedi omuz silkerek.

 

" Sen başka bir şey de söylemedin. " dedim ona inanamıyormuş gibi bakarak. " Gideceğimiz yeri söylemek bu kadar zor mu gerçekten ? "

 

" Değil. "

 

" Söylesene o zaman. "

 

" Gidince görürsün. "

 

" Bu ne böyle? " dedim kaşlarımı çatarak. " Ne yaptığını sanıyorsun sen ? Babam beni sana emanet etti diye her istediğini yapabileceğini mi sanıyorsun? Görevi hallettim işte. Kadın bana kartını da verdi. " dedim elimdeki kartı ona doğru uzatıp göstererek. " Ne bu kendini bilmez tavırların ? "

 

" Kendini bilmez tavırlarım? " dedi bana bakmadan tekrar ederek.

 

" Söylediklerimi tekrar mı edeceksin ? Bu mu yani konuyu uzatma yolun ? "

 

" Konuyu uzatmıyorum. "

 

" Tam olarak da öyle yapıyorsun. " dedim gözlerimi kapatıp sakinleşmeyi dileyerek. Neden şu an dudaklarını açıp da gideceğimiz yeri bana söylemek ona bu kadar zor geliyordu ? Neden uzattıkça uzatıyordu ?

 

" İşimiz var işte. " dedi umursamaz bir sesle.

 

" Ne işimiz işte ? " diye sordum sesimin tonunu yükselterek. " Ya bu devlet sırrı mı sanki ? Ne diye sadece kendine saklıyorsun? "

 

" Belki sürprizdir. " dedi gözlerini bana çevirerek. " Belki o yüzden de devlet sırrı gibi saklamayı tercih ediyorumdur. " dedi gözlerini tekrar yola çevirerek. " Bu bilgi yeterli oldu mu ? "

 

Ona ne diyeceğimi bilemiyormuş gibi baktım.Sürpriz mi demişti o ? İyi de bana ne gibi bir sürpriz yapabilirdi ki ? " Ailem.." dedim gözlerimi kıprıştırarak. " Yoksa onlarla mı görüşeceğim? " sesimdeki heyecanı gizleyemedim.

 

" Yüz yüze zor. " dedi bana bakmadan. " Ama bir telefon görüşmesi ayarlamış olabilirim. " dediğinde ailemle dün konuşmuş olmama rağmen sevinç çığlıkları atmak istedim.

 

" Gerçekten mi ? " diye sordum sevincimi kendime saklayamayarak.

 

" Gerçekten. " dedi başını sallayarak.

 

" Neden yapıyorsun bunu ? " diye sordum arabaya düz yolda gitmeye devam ettiğinde. " Görevi başarıyla gerçekleştirdiğim için mi ? " gülümsedim. " Ne bu ödülüm falan mı ? "

 

" Hayır. " dedi reddederek.

 

" Ne o zaman bu ? "

 

" Olması gereken. " kaşlarımı çattım.

 

" Olması gereken derken ? "

 

" Duydun işte. Her dediğim kelimenin arkasına soru işareti koyarak bana mı yönlendireceksin sen böyle? " diye mırıldandı.

 

" Susmamı istediğini söyleseydin hiç konuşmazdım. " dedim alıngan bir sesle. Resmen bana konuşma denemiş miydi ? Bence demişti. Dolaylı yoldan da olsa bu kes sesini demenin yumuşatılmış haliydi. " Benimle konuşmak istemeyen insanlarla konuşmam zaten. " bakışlarımı yola sabitledim. " Zorunda hissetmene gerek yoktu. "

 

" Seninle zorunluluktan konuşmuyorum. " dedi başını sallayarak. " Konuşmak istemeseydim güzel susardım. " dedi omuz silkerek. " Ölümcül sessizliği önüne sunardım. "

 

" İyi. " dedim ona bakmayı reddederek.

 

Hiçbir şey deme gereksinimi duymadı. Gerçekten isterse beni hiç duymayacakmış gibi bakıyordu. Neden insanlara karşı bu denli soğuktu anlayamıyordum. Gerçi soğuk olsa beni Tibet 'in elinden kurtarır mıydı ? Kaşlarımı çattım. Ne saçmalıyordum ben? Kendi sessizliğimin içine gömüldüğümde zihnim kendi kendine konuşmaya başlıyordu. Ben ne zamana kadar onların yanında kalacaktım ? Daha bir gün olmuştu ama nedense hemen gitmek istiyordum.

 

O kadını düşündüm. Sanem 'i. Ondan ne istiyorlardı ? Elimdeki karta gözlerim düştüğünde düşüncelerim yağmur olup zihnine yağıyordu. Bu kadın neden kadınları korumak istediğini söyleyerek başka işlerin peşine koşmuştu ? Bunu ona yaptıran şeylerin ne olduğunu merak ettim. Kendi de bir kadındı sonuçta. Kurtardığı insanları başka bir bataklığa itmek de ne demekti ?

 

" Ailenle konuşacağın için mi bu sessizlik ? " diye sordu direksiyonu sola doğru kırdığında. Gözlerimi elimdeki karttan çekerek ona doğru çevirdim. Ne demeliydim ? Zihnimden geçenleri mi yoksa onun sorduğu soruya uygun herhangi bir cevap mı ?

 

" Sesimden rahatsız olduğunu sanıyordum. " diye mırıldandım alaycı bir sesle. " Ne o, şimdi de konuşmamı mı istiyorsun ? "

 

Kaşlarını çatarak bana baktı. " Öyle bir şey demedim. " dedi düz bir sesle. Sesinde duygular yoktu, sanki onları kilitli bir odaya kapatmıştı. " Neden hep beni suçlayıcı bir şekilde konuşuyorsun ? "

 

" Öyle yapmıyorum. " omuz silktim. " Sen öyle anlıyorsundur. "

 

Düz bakışlarını yüzümde gezdirdi. Derin bir nefes alarak önüne döndüğünde benimle konuşmadığı, bir kelime etmediği için kendimi kötü hissettim. Fazla konuşmuyor oluşu gözümden kaçmamıştı. Hep böyle gerektiğinde konuşur sonra da susar mıydı?

 

" Bu kadın.. " dedim elimdeki kartı kaldırıp " Sanem. " ismini telaffuz ettiğimde yüzümü buruşturdum. " Ondan asıl almak istediğiniz şey ne ? "

 

Bakışları bana dönmedi. Bu konu hakkında konuşmak istemiyor gibiydi. " Bu göreve dahil olmamalıydın. " diye mırıldandı gergin bir şekilde. " Gitmek istediğin için mi soruyorsun? Yani burada ne kadar zamanın kaldığını öğrenmek için mi ? " bakışları bu sefer beni buldu. Göz göze geldiğimizde sertçe yutkundum. Neden soruyordum sahiden ? Buradan ne zaman gidebileceğimi hesaplamak için mi ?

 

" Açıkçası bilmiyorum. " dedim omuz silkerek. Onunla konuşmak bana iyi geliyor muydu onu bile bilmiyordum ama şu an zihnimden geçen düşüncelerimi onunla paylaşmak istiyordum. " Sadece bu kadının neden bunu yaptığını sorguluyorum kendimce. "

 

" Kendinle alakalı bir durum değil yani ? " diye sordu şüpheyle bana bakarak.

 

" Sizinle kalmak kötü değil. " dedim itirafta bulunarak. " Ama en kısa sürede gitmem gerek. Evinize kimseyi almayan sizler beni çok da benimseyecek değilsiniz. Hem hep öyle olmaz mı ? Eve bir misafir gelir ve herkes o gitsin artık diye gözünün içine bakar. " dudaklarını açacaktı ki tekrar konuşmaya başladım. " Bir açıklama yapmana gerek yok. " dedim omuz silkerek. " Bu durum hiç değişmez, hep böyledir. "

 

" Kimse git diye gözüne bakmıyor. " dediğinde gülmek istedim. Leman evde kalmamı istiyor muydu sanki ? Ya diğerleri ? Onların yüzüme gülüp arkamdan konuşmayacağını nereden bilebilirdim ki ? En azından Leman yüzüme karşı beni istemediğini belli eden tavrını sergiliyordu. " Leman 'dan bahsediyorsan.." dedi kelimeleri bir araya getirdiğinde. " O hep öyledir. Önyargıyla yaklaşır insanlara. "

 

" Bence doğru olanı yapıyor. " dedim bundan her ne kadar hoşnut olmasam da.

 

" Rahatsız etmiyor mu seni yani ? " diye sordu temkinli bakışlarla bana doğru döndüğünde. Cihangir yüzümde ne buluyordu bilmiyordum ama sürekli bana bir soru sorduğunda yüzüme bakmayı tercih ediyordu. Yüz falan mı okuyordu ?

 

" Mimiklerimi mi okuyorsun? " diye sordum kaşlarımı çatarak.

 

" Ne ? " dedi anlamamış gibi.

" Diyorum ki. " elimle yüzümü işaret ettim. " Bana her soru sorduğunda bana dönüp yüzümü inceliyorsun. Bunu neden yapıyorsun? Yani mimikleri okuyabiliyorsun galiba diye düşündüm. " omuz silktim cümlenin devamında ne getireceğimi bilemediğim için.

 

" Hayır. " dedi tok bir sesle. " Sadece beden dilini iyi bilirim. " direksiyon bu defa sağa doğru kırıldığında konuşmasına devam etti. " İnsan analizi konusunda da iyiyimdir. "

 

" Sorduğun sorulara doğru cevap verip vermediğimi kontrol etmek için bakıyorsun o zaman yüzüme, doğru mu anlamışım ? " diye sorduğumda dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Herkes de işini garantiye alıyordu.

 

" Doğrular senin için bu kadar önemli mi ? " diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Ne demek istiyordu ?

 

" Ne demek istiyorsun ? "

 

" Gerçekler diyorum, hep önemli midir senin için ? Yalanlarla dolu bir hayatın içinde olsaydın.. " kaşlarımın düz bir çizgi halini aldığına artık neredeyse emindim. " O zaman sana yalan söyleyen insanları terk eder miydin? "

 

" Ne alakası var konunun bununla ? "

 

" Bir cevap vereceksin sadece. " dedi omuz silkerek. " Bu kadar zor olmamalı. "

 

" Neden sordun bunu ? " diye sordum bana yalan söyleyen kişinin varlığı burnumu sızlattığında. Kimden bahsediyordu ?

 

" Sorulara soruyla karşılık verilmeyeceğini sana kimse öğretmedi mi ? " dediğinde göz devirmeden edemedim.

 

" Bak ortaya bir şey atıyorsun ve sonra da geri çekiyorsun. Ne demek istiyorsan tam anlamıyla söylesene. "

 

" Söyleyecek bir şeyim yok. " dedi gözlerini aynaya çevirip benimle göz göze geldiğinde. " Şimdilik. "

 

Artık gerildiğimi hissediyordum. Şimdilik de ne demekti ? Birinin bana yalan söylediğini öğrensem ne yapacağımı, ne tepki vereceğimi neden merak ediyordu ? Bana yalan söyleyen kişi kendisi miydi yoksa ? " Bana yalan mı söyledin? " diye sorduğumda derin bir nefes aldı.

 

" Söylediklerimden bunu mu çıkardın gerçekten ? " diye sordu soruma soruyla karşılık vererek. İçimden bir ses onun değil bu yalan diyordu. Ama o zaman kimindi ?

 

" Soruma soruyla karşılık veriyorsun. "

 

" Kim gibi acaba ? "

 

" Ne şimdi de suçlu ben mi oldum ? "

 

" Ben miyim ? "

 

" Tabi ki de sensin. " dedim kendime hakim olamadan. " Ortaya bir konu atıp kendini geri çekiyorsun. Ama anladım ben.."

 

" Neyi anladın sen ? "

 

" Senin olayın bu. Ortaya atıp çekilmek. Tepki ölçmek. "

 

Bana baktı, baktı, baktı. Söyleyecek kelimeleri yok muydu sahiden ?

 

" Neden susuyorsun ? " dedim onun konuşmasını beklemeden. Hoş konuşacak gibi de değildi. Ben olsam üstüne gider sonuna kadar konuşurdum. Ama o durması gereken yeri biliyordu. İnsanları nasıl sinir edeceğini de iyi biliyordu. Karşındakinden karşılık alamamak insanı deli ederdi ve Cihangir her seferinde bunu yapıyordu. " Kim bana yalan söylüyor? "

 

" Önemli mi ? "

 

" Önemli olmasa sormazdım herhalde, değil mi ? " diye sorduğumda arabayı sağa çekerek aniden frene bastı.

 

" Tanıdıkların mı tanımadıkların mı ? " diye sorduğunda şaşırarak ona baktım.

 

" Ne ? "

 

" Hangisinin söylemesi daha çok etkilerdi seni ? " gülmemek için kendimi zor tuttum.

 

" O kadar çok yani bana yalan söyleyen kişiler? " gergin bir tebessüm dudaklarıma oturdu. " Yakınlarım. " dedim onun sunduğu seçeneklere omuz silkerek. " Değer verdiklerim, ailem. "

 

" O adama.." dedi dudaklarını birbirine sıkıca bastırarak. " O adama da değer veriyor muydun ? "

 

" Şaka mısın sen ya ? " kaşlarım anında çatıldı. " Değer verdiğim birinden kaçar mıyım hiç ? "

 

" Bazen insan en çok da değer verdiklerinden kaçar, verdiği değerin karşılığını göremediği için. " dedi beni bozguna uğratacak bir sesle.

 

" Bende o insanlardan mıyım yani ? " başımı iki yana salladım. " Yanlış düşünüyorsun. "

 

" İnsanlar yanılabilir. " dedi omuz silkerek. Ne yani kabullenmiş miydi sahiden ?

 

" Yanıldığını kabul mu ediyorsun yani ? "

 

" Neden bu kadar çok şaşırdın? "

 

" Kabulleneceğini düşünmezdim. " dedim dudaklarımı büzerek. " Hiç öyle birine benzemiyorsun. "

 

" Nasıl birine benziyorum peki ? " diye sorduğunda sertçe yutkundum. Gözlerimi kaçırmak istesem de kaçıramadım. Yanlış anlayacağından korktum belki de. Onunla tanışalı ne kadar olmuştu ki beni yanlış anlaması neden bu kadar umrumdaydı?

 

" Bilmem. " dedim umursamaz görünmeye çalışarak. " Senin nasıl biri olduğun hakkında bir fikrim olana kadar incelemedim. " yüzünün aldığı şekli görmek isterdim ama gözlerimi kaçırmayı tercih etmiştim. Gerçi yüzünde herhangi bir mimik kıpırdamazdı. Duygusuzluğu yüzüne maske olarak geçirmişe benziyordu.

 

" Ama ben senin nasıl biri olduğunu söyleyebilirim. " dediğinde midemde bir hareketlenme hissettim. Kusacak mıydım? Hayır, bu bir bulantı değildi. Bu..bu tuhaf bir şeydi. Heyecanlanmış mıydım ? Benim hakkımda bir şeyler biliyor diye gerçekten heyecanlanmış miydim ? Alnıma vurmamak için kendimi sıktım.

 

" Senin hakkında o kadar çok şey bende bilsem, inan benim de senin hakkında bir yorumum olurdu. " dedim sahte bir tebessümle. " Maalesef ki önümde dosyan yok. "

 

" İnsanların nasıl biri olduklarını onlar hakkında yazılmış belgelerden anlamazsın. " dedi düz bir sesle. " Onları inceleyerek, gözlemleyerek, o kişiyle vakit geçirerek anlarsın. " dediğinde midem bir kez daha sarsıldı. Karnıma ağrı girecek gibi oldu ama bunu kendimin engelleyebildiğini fark ettim.

 

" Ne mutlu o zaman sana. " dedim diyecek bir şey bulamadığımda. Onun hakkında bir görüşüm vardı aslında ama bunu onunla paylaşacak değildim. Hem ne gerek vardı ?

 

" Merak etmiyor musun ? " diye sorduğunda yüzümü inceliyordu. Aman, hiçbir mimiğimi de kaçırma gözlemci diye bağıracak olsam da o ilgimi çekmiyor gibi takılıyordum.

 

" Neyi merak etmem gerekiyor ? " diye mırıldandım umursamazca gözlerine bakarak.

 

" Benim gözümde nasıl biri olduğunu. " kelimeler tenime bir ok olup saplandı. Merak, en zirvedeydi. Gözlerimden geçen duyguları görmemesi için kendimi saklamam gerekiyordu. Aslında merak ediyorum söyle, diye zihnim çırpınıyor olsa da umursamaz bir izlenim bırakmak istiyordum onda.

 

" Pek umrumda değil. " dedim omuzlarımı yukarı doğru kaldırarak. Gözlerimi yola çevirdiğimde benim hakkımda ne diyeceğini içten içe merak ediyordum.

 

" Gözlerin öyle demiyor ama.." diye mırıldandığında arabayı tekrar çalıştırdı.

 

" Mimik okumayı kasaptan öğrenmiş gibisin. " dedim gülerek. " Gözlerimi bile konuşturdun. "

 

" Bazen dudaklar reddeder konuşmayı.." diye mırıldandı gaza bastığını araba hareketlenince anladım. " Sadece gözler konuşur. Anla beni diye bağırır hatta. "

 

" Fazla edebiyat. " dedim omuz silkerek. Gerçekten gözlerimde gördükleri bunlar mıydı ? Ona bakmamıştım bile. Bunu nasıl anlayabilirdi ? O gerçekten analiz konusunda iyi olmalıydı. " Üniversite de Türk Dili ve Edebiyatı falan mı okudun sen ? Şiir falan da yazıyor musun bari ya da hikaye ? "

 

" Yazıyor olsaydım okumak ister miydin ? " diye sorduğunda kaşlarım havalandı. Verdiği cevaptan yazıyor olduğunu mu anlamalıydım?

 

" Seni doğru çözmüşüm. " dedim onu umursamadığımı belli etmek istercesine. " Soruma soruyla karşılık vermekmiş gerçekten senin olayın. Büyük dayı dediğiniz adama da bu şekilde davranabiliyor musun ? " göz devirdim. " Hiç sanmıyorum. "

 

Bana cevap vermek zaman kaybıymış gibi davranıyordu. Kaşlarımı çatarak gözlerimi yola çevirdim. Onunla ne zaman konuşsam en son laf söyleyen ben oluyordum ve cümlenin devamının da gelmesi gerekiyordu. Ama öyle sinir bozucuydu ki bana cevap vermiyordu. Arabayı durdurduğunda " Yine neden durduk ? " diye sordum.

 

Sabır dilenir gibi baktığında " Geldiğimiz için olabilir mi ? " diye sordu.

 

" Mantıklı. " dedim etrafıma göz gezdirerek. Bir sitedeydik. Araç sitenin içine girmemiş dışında duruyordu.

 

" Etrafı taraman bittiyse inelim mi ? "

 

Göz devirdim. Ona bir cevap vermeden arabadan indim. " Burası güvenli mi ? " diye sorduğumda yüzümü buruşturdum. Neye ve kime göre güvenli olup olmadığını soruyordum ki ?

 

" Senin için evet. "

 

" Ya senin için ? "

 

" Benim için her zaman tehlike vardır. " dediğinde dudaklarımı büzerek onun gittiği yere doğru yanından yürümeye başladım.

 

" Hep böyle korumacı mısındır sen ? "

 

" Vatanımı koruyorum. " dedi omuz silkerek. " Görevim bu. "

 

" Vatandaşım bende. " dedim başımı sallayarak. " Doğru beni korumak da bir vatan görevindir şimdi senin. "

 

" Ya ne olacaktı ? "

 

" Emanet. " dedim gülümseyerek.

 

☆☆☆

 

" Neden buradayız ? " diye sorduğumda gözleri benim dışımda her yerde geziniyordu. " Bir cevap vermeyecek misin ? " gözlerinin bana dokunmayacağını anladığımda derin bir nefes alarak girdiğimiz odayı inceledim. Bütün duvarları dolaplarla doluydu ve hepsinde de adını dahi bilmediğim birden fazla silah vardı.

 

" Sorunun cevabı bende değil. " dedi düz bir sesle. Onun nasıl bu denli sessinin duygusuz çıktığını öğrenmek istiyordum. Özellikle kendini kasıyor muydu yoksa akışına mı bırakıyordu ? " Cevabı ben de olmayan bir soruyu da yanıtlamam doğru değil. "

 

Bay Doğru diye geçirdim içimden göz devirirken. " Kimde o zaman ? " diye sorduğumda bir başka ses duydum ama bu ses bir yürüme sesi değildi. Bu ses sanki bir kapı sesiydi. Odanın içine girdiğimiz kapıya doğru baktığımda sesin oradan gelmediğini anlayarak arkama döndüm. Dudaklarım o şeklini aldığında nefesimi tuttuğumu fark ettim.

 

" Bende. " dedi büyük dayı. Onu burada gördüğüm için değildi dudaklarımın o şeklini alması. Büyük dayının girdiği yer biraz önce dolap diye bahsetmiş olduğum, üzerinde silahların bulunduğu dolabın arkası olduğu içindi. Dolabın arkasında aslında sürgülü bir kapı vardı ve büyük dayı oradan çıkmıştı.

 

" Siz ?" dudaklarımı birbirine kenetleyerek ona baktım.

 

" Yeniden merhaba cesur kız. " diye mırıldandığında gözlerimi kısa süreli de olsa Cihangir 'e çevirdim. Pür dikkat beni izliyordu.

 

" Ailemle görüşeceğimi sanıyordum. " dedim kaşlarımı çatarak. " Sizi görmeyi beklemiyordum. "

 

" Bizi ailen yerine koymadığın için biraz alındım. " diye mırıldandı çıktığı yer az önceki halini aldığında. Ardında başka bir giriş yokmuş gibi dolap haline gelen duvara uzun sayılacak bir süre baktım. " Ama sende haklısın. "

 

" Herkesten aile olmaz. " dedim dudaklarım bu cümlenin izini sürdüğünde nedense şimdi değil de sanki ilerde bu cümleyi sarf ettiğim için üzüleceğimi düşündü. " Benim sadece bir tane ailem var. Hem sizin de aileniz var ve beni dahil edeceğinizi hiç düşünmüyorum. "

 

Cidden konuşmamız gereken şeyler bunlar mıydı ?

 

" Aile nedir ? " diye sorduğunda irkildim. Sahi, neydi aile ? Kan bağından olan insan topluluğu mu ? Kendimi düşündüm. Annemi düşündüm. Babamı düşündüm. Biz aile miydik ?

 

Anne baba ve bir de çocuk olunca bu aile mi oluyordu ? Kim karar veriyordu buna ?

 

" Neden soruyorsunuz bunu ? " sorum kısa ve netti. " Hiçbir şey anlamıyorum ve bağdaştıramıyorum da açıkçası. " başımı iki yana sallayarak bu soruyu görmezden gelmeye çalıştım. Benim bir ailem vardı ve onlarla mutluydum. Her ne kadar Tibet belasına babamın ortaklığı yüzünden karışmış olsam da ailemi seviyordum. Herkes hata yapardı ve babamda beni Tibet'le tanıştırmakla hata yapmıştı. Hem o da bunun farkındaydı.

 

" Etrafına bir bak. " dedi yumuşatmaya çalıştığını belli eden bir sesle. " Ne görüyorsun ? "

 

" Benimle dalga mı geçiyorsunuz ? " yerimi yadırgadım. Büyük dayıyla ikinci karşılaşmamızdı. Birincide de silah vardı, ikincisinde de. Bana bir şey anlatmaya mı çalışıyordu diye düşünmeden edemiyordum. " Ne görmem gerekiyor ki bu odada ? Silah mı ? Her yer silah., başka ne var burada ? Siz varsınız ben varım, o var. " dedim elimle Cihangir 'i işaret ederek. " Görevi sormak için mi buraya getirttiniz beni ? " diye sorduğumda kaşları havalandı. Konuşmak yerine beni dinlemeyi tercih etti. " Diğerleri zaten sizin yanınıza gelecekti, adamları getirecekti. Yoksa siz beni bir kez daha denemek için mi çağırdınız buraya ? "

 

" Korkuyor musun ? " göz devirdim. Söylediklerimin hiçbirine cevap vermemişti.

 

" Sizde âdet galiba ? " dedim sorgular bir tavırla. " Sorulara soruyla cevap vermek. " Gözlerim Cihangir 'in üzerinde dolaştığında bakışlarının bende olduğunu fark ettim.

 

" Cihangir. " dedi tok bir sesle. Gözlerim Büyük dayıya çevrildi. Ne diyecekti ona ?

 

" Efendim, büyük dayı. "

 

" Bu bir tesadüf müydü gerçekten? " diye sordu beni inceleyerek.

 

" Ne o şimdi de beni ajan falan mı ilan edeceksiniz ? " sorumla birlikte sertçe yutkundum. Sinirlerim gerilmişti. Kendimi sıkıyordum. " İnanamıyorum gerçekten ya. Ailem için yapıyorum bunları farkında mısınız ? "

 

" Sakin ol. " diye fısıldadı Cihangir bir şey anlatmak ister gibi.

 

" Cesur kız.."

 

" Benim bir ismim var. " dedim direterek. " Cesur falan da değilim ayrıca. O an yapmam gerekeni yaptım, o kadar. "

 

" İsmin nedir? " diye sordu yüzünde bir tebessüm oluştuğunda.

 

" Bunu biliyorsunuz bence. " omuzlarımı kaldırıp indirdim. " Soyadımı da biliyorsunuz. Ailemi de biliyorsunuz. Bence benim bilmediğim kadar çok biliyorsunuz beni. " gülümsedim. " Yanlış mıyım? "

 

" Doğrusun. " dedi başını sallayarak. " Hakkında her şeyi biliyorum, Umay. "

 

" Adımı da biliyorsunuz. "

 

" Biliyorum. " diye mırıldandı başını sallayarak. " Öncelikle seni suçladığım bir durum yok. " reddediyor gibi bakıyordu gerçekten gözleri. Sanki yanlış anlaşılmayı silmek, yerine yeni doğru bilgilerle hapsetmek istiyordu zihnimi. " Bu yanlış anlaşılmayı ortadan kaldıralım. Seni asla suçlamam, suçlattırmam bunu böyle bilesin. " kaşlarım havaya kalktı. Beni neden koruduğunu anlayamadım. " Şimdi asıl soruma gelelim. Etrafında gördüklerin hakkında. "

 

" Silahlar. " dedim umursamaz bir sesle. Gözlerim odada dolaştı. Odanın kokusu bile namlu kokuyordu, kan kokuyordu.

 

" Ailen. " diye mırıldandı. " Hani sen aile deyince aklına annen ve baban geliyor ya, benim de aklıma bu odada gördüklerin geliyor. " gözlerini kapatıp açtı. " Silahlarım ailem. "

 

" Bu saçma.."

 

Güldü. Cihangir sessizce bizi dinliyordu. Belki de bu konuşmayı biliyordu. " Saçma olan ailenin sözlükteki anlamı kızım. " dediğinde cümlenin sonundaki ekte takılı kaldım. Sahiplenme, kızım.. " Bir kan bağı gerekir derler aile için ama bilmezler ki insan nerede kendini iyi hissederse aslında orası olur ailesi. " gözlerini Cihangir 'e çevirdi. " Karşında bir deli varmış gibi bakma bana. " dedi gülerek. " Yaşlandık evet ama daha bunamadık. "

 

" Öyle bakmı.."

 

" Bakmadığını biliyorum. " dedi omuz silkerek. " Sadece seninle konuşmanın bir yolunu arıyorum. " yüzündeki kırışıklıkları ezberleyecek kadar dikkatli bakıyordum ona. Bundan rahatsızlık duyuyor muydu bilmiyordum ama açıkçası şu an bu umrumda bile değildi. " Sana ulaşmanın, seni incitmemenin bir yolunu arıyorum. "

 

" Buna gerek yok. " dedim umursamaz görünmeye çalışarak. " Bu aramızda olan şeyi bir iş meselesi gibi görebiliriz. "

 

" İş ? "

 

" Evet, karşılıklı bir şeyler yapıyoruz sonuçta. Ben sizin için o kadınla görüşeceğim. Siz de benim ailemi koruyacaksınız. Bunu iş gibi görmenin nesi kötü ? "

 

" Korumak bizim için iş değildir kızım, korumak bizim için sahiplenme demektir. Korumak içten gelir, dış güçlerle olmaz. " sertçe yutkunmak istedim. Ne yani Cihangir bunu içinden gelerek mi yapıyordu ? Belki de sadece vicdanını rahatlatmak için yapıyordu. Olamaz mıydı ? " Silaha da gelecek olursak. " diyerek eline silahlardan birini aldı. " Silahları neden ailem gibi görürüm biliyor musun ? " diye sorduğunda başımı iki yana salladım. " Bu silah seni hiçbir zaman yanıltmaz. Tetiğine bastığında isabet ettirmek istediğin yere yönlendirir seni. Mermi koyarsın içine heyecanla dolar kalbi, atışı için hazırlar kendini. " Bir silaha yüklediği anlamlar zihnimin için kahkahalara gebe kaldı. " Kendine doğrultursan seni de yok eder. "

 

" Silaha aile demek bence tehlikedir. " dedim ortaya atlayarak. " Sonuçta silah bu güvenilmez. Siz de dediniz, kendinize dogrulttuğunuzda sizi ayırt etmez, yok eder diye. "

 

" Bazı insanlar var, " dedi gülümseyerek. " Ailem dersin, yüzüne güler arkandan kuyunu kazar. " yüzündeki tebessümle birlikte oluşan çukurları inceledim. " Hançeri en çok insanlar saplar bize. Hem de ailemizden insanlar. "

 

" Silah da bir hançer, farkları yok insanla. "

 

" Onların tek farkları ne biliyor musun ? "

 

" Bilmiyorum. "

 

Duraksadı, kelimeleri zihnime bulaşıcı bir hastalık gibi yapışacaktı sanki. " Silahı sen kendine doğrultmadığın sürece kendi gelip de seni vuramaz ama insan öyle midir? Sana sarılırken arkandan bıçaklayabilir. Silahlar en azından yüzüne maske takmaz kızım. "

 

" Yine de ailemi bir silahla karşılaştırmak kulağa çok saçma geliyor. " dedim omuz silkerek. " Bu konuda size katılmıyorum. "

 

" Farklı düşünüyoruz. " dedi beni onaylar gibi başını sallayarak. " Ben bana asla yalan söylemeyecek birini seçerken sen, aileni seçiyorsun. Buna karışamam elbette. "

 

" Ailem bana yalan mı söylüyor? " diye sorduğumda kaşlarım çatıldı. Cihangir de arabada sürekli bir yalandan bahsetmişti. Neden alttan mesaj veriyor gibi davranıp hiçbir şey söylemiyorlardı ?

 

Gözleri Cihangir 'e kaydı. " Bu konuyu konuşman gereken kişi ben değilim. " dedi tıpkı Cihangir 'in beni ona yönlendirdiği gibi o da beni başkasına yönlendirerek. Bir şey biliyorlarsa neden tak diye söylemiyorlardı ? Ben bu gizliliğin sebebi neydi öğrenmek istiyordum.

 

" Yapmayın. " dedim güler gibi bir ses çıkararak. Aslında güldüğüm falan yoktu. " Ailem bana sana yalan söyledik mi diyecek ? Kim böyle bir itirafta bulunur ki durup dururken ? Onları aradığımızda her şey normalmiş gibi davranmaya devam edecekler, bunu siz de biliyorsunuz. "

 

" Kızım.." dediğinde göz devirmemek için kendimi tuttum. Söylemeyecekti belli olmuştu.

 

" Ailemle konuşmak için gelmiştim buraya. " dedim konuyu değiştirerek. " Artık konuşmam gerekiyor. Lütfen arar mısınız ? " sesimin sert çıkması hiç umrumda değildi. Hatta bilerek bile yüksek çıkartmıştım. Çünkü anlamıyorlardı. Çünkü bana bildikleri bir şeyi söylemiyorlardı. Ailemden şüphe etmek istemiyordum ama onların bu yüz ifadelerini de görmezden gelemezdim.

 

Büyük dayı başıyla Cihangir 'e işaret verdiğinde Cihangir çekmecelerden birinden telefon çıkartarak birkaç tuşa bastı. Telefon açıldığında ilk annemin sesini duydum. " Alo. " diyen sesi zihnimin derinlerinde yankılandı. Bir kaç gün öncesine kadar hep birlikteydik. Aynı evdeydik, her akşam birlikte yemek yerdik ama şimdi.. gözlerimi yumarak Cihangir 'in elindeki telefonu alarak konuşmaya başladım.

 

" Anne. " sertçe yutkunduğumda Büyük dayıyla göz göze geldim. Neler söyleyeceğimi merak ediyor gibi bakıyordu.

 

" Umay.." diye seslendi annem heyecanla. " Nasılsın kızım ? " Üniversiteyi bile ailemle aynı şehirde okuyan bana annemin çok uzakta olması şokuyla gerildim. Belki de ilk defa bu denli ayrı kalacaktık. Hem de şehrimizde ölü olarak bilenerek.

 

" Beni boşver anne. " dedim hızla. " Sen..babam..sizler nasılsınız? " bu konuşma bu kadar mı olacaktı ? Nasıl olduğumuz muydu asıl konu ? Kafam oldukça karışıktı. Ortada dönen bir yalan varsa asıl konuşulması gereken konu bu olurdu. Ama şu an bu konuyu açabilecek kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Onlarla daha yeni ayrıldığım için bu konuyu erteleme kararı aldım.

 

" Biz iyiyiz. " dedi annem iyi olmaktan uzak olan sesiyle. Benden bir şeyleri gizlemek neden adet haline gelmişti onlarda ? " Baban da yanımda ona da selam ver istersen. " telefonun bir başka ele geçmesiyle kaşlarım çatıldı. Annem uzun süre konuşmak istemiyordu. " Kızım " diyen sesi duyunca gözlerimi telefona sabitledim.

 

" Baba.." diye mırıldandım. " Sana bir şey soracağım. " kalbim hızlandı, sorularım yönünü kaybetti. " Ama sakın bana yalan söyleme, olur mu ? "

 

Olur demesine ihtiyacım vardı. Belki de ben sana hiç yalan söylemedim demesine ihtiyacım vardı.

 

" Ne öğrenmek istiyorsun, Umay ? " diye sorduğunda hayal kırıklığımın yüzünden okunduğuna emindim. Sertçe yutkunarak yüzümü buruşturdum.

 

" Tibet 'in uyuşturucu işiyle uğraştığını biliyor muydun baba ? " Uzun bir süre karşı taraftan ses gelmedi. Cihangir başka şeyleri de söyleyeceğimi zannediyor gibi bana baktığında omuz silkmekle yetindim. Her şeyi söylemek değildi niyetim. Gizli bir görev olduğunu biliyordum herhalde.

 

" Bunu nereden öğrendin ? " yanlış soruydu.

 

" Biliyor muydun baba ? " diye yineledim sorumu onunkine karşılık olarak.

 

" Uma.."

 

" Bana bir cevap ver lütfen. " dişlerimi birbirine bastırdım. " Yoksa ben cevabı bulmadan durmayacağım, beni bilirsin. "

 

" Duracaksın. " dedi sert bir sesle. " O çocukla ilgili her şeyde geride duracaksın. Artık ağzına adını bile almanı istemiyorum. Biz büyük bir yanlıştan döndük, Umay. Bir daha yanlış yapmak yok. "

 

" Biliyordun.." gözlerimi hayal kırıklığı ile kapattım. " Değil mi ? Tabi ki de biliyordun. "

 

" Sen beni dinlemiyor musun ? "

 

" Duymak istediklerimi söylemediğin sürece seni dinlemem. " dedim gözlerimi açarak. " Ve merak etme cevap vermene de gerek kalmadı. Sorularımdan kaçarak vermiş oldun cevabımı. "

 

" Umay Tibet 'i unut. " güler gibi bir ses çıkardığımda Cihangir pür dikkat tepkilerimi izliyordu.

 

" Tibet bir suçlu baba. " başımı iki yana salladım. " Masum insanların suçlusu Tibet. Onu nasıl unutup yoluma devam edebilirim? Hem de o başkalarını hedef alıp zarar vermeye devam ederken ? "

 

" Bu bizim sorunumuz değil. Bu devletin polisi var, hukukçusu var. Araştırsınlar. " göz devirmemek için kendimi sıkmam gerekti.

 

" Bu mu yani söyleyeceklerin? "

 

" Bu işe karışmayacaksın Umay. " dedi babam öksürerek. " Zaten yakında yanımıza geleceksin, bu olaylarla uğraşıp başına başka belalar açmaya gerek yok. Hem, unuttun mu ? Bütün Tekirdağ seni ölü olarak biliyor. " kalbim durmamış olabilir, yerin altına konulmamış olabilirdim ama benim de yaşadığım söylenemezdi. Bazen ölmek için üzerinize toprağın atılmasını beklemezdiniz. Yaşarken de ölebilirdi insan.

 

" Anneme ve kendine iyi bak baba. " diyerek karşı tarafı dinlemeden telefonu yüzüne kapattım. Bu yaptığım ayıp olarak sayılabilirdi ama artık onun yapma lafını dinlemeyi de istemiyordum. Gözlerimi uzun sayılacak bir süre telefonun ekranına sabitledim. Kimseye verilecek bir hesabım yoktu sonuçta. Büyük dayı ve Cihangir de sessizliğini koruyordu. Babamın sinirlendiğini düşünüyordum. Çünkü yüzüne telefon kapanmasından hiç hoşlanmazdı. Telefon elimde çalmaya başlayınca öyle de olduğunu anladım. Babam arıyordu. Üzerinde ismi yazılıydı.

 

" Açmak istemiyorum. " dedim omuz silkerek daha sonra da telefonu tamamen kapatarak ulaşamayacağı konuma getirdim. " Benimle konuşmak isterse de bir süre onunla konuşmak istemediğimi söylersiniz. "

 

" Neye sinirlendin bu kadar ? " diye sordu Büyük dayı. " Tibet'le ilişkini kesmeni istemesine mi ? "

 

Konuyu neden sürekli ona çekiyorlardı ? Neden sürekli onun konusu geçiyordu? Sorunu Tibet 'i sevdiğim ve unutamadığım biri olarak mı çevirmek istiyorlardı ?

 

" Tibet 'te kim ? " diye sordum göz devirerek. " Siz benim ondan kaçtığım kısmını aklınızdan sildiniz galiba ? Neden herkes onu unutamıyormuşum gibi davranıyor? Sevmiyorum onu, hiç de sevmedim duydunuz mu ? Bu bir zorunluluktu. Şirketleri kurtarmak adına benim kendimi feda ettiğim bir zorunluluktu. " sinirle elimi masaya vurdum. Amacım büyüklenmek falan değildi. Beni anlasınlar istiyordum. Tibet 'i benim için fazla büyütüyorlardı. " Tibet'le benim hiçbir işim olamaz bunu da aklınıza sokun. " Kapıya doğru ilerlerken bir anda durdum. " Bu arada Büyük dayı.. " diye seslendim omzumun üzerinden ona bakarak. " Haklıydın, bize en çok ailemiz zarar verir. " acı bir gülümseme eşliğinde önüme dönerek odadan çıktım. Babam bile konuyu Tibet 'i seviyor olmam olarak yorumlarken beni hiç tanımayan insanların başka türlü anlayacağını düşünmek tamamen saçmalıktan ibaretti.

 

Geldiğimiz yolları hatırlamaya çalışarak çıkışı bulmaya çalıştığım sırada koluma dokunan el beni hapsi altına alarak kendine doğru çekti. " Nereye gidiyorsun ? " diye sorduğunda Cihangir olduğunu anlayarak derin bir nefes aldım.

 

" Beni anlayabilecek birilerinin yanına. " dedim sahte bir tebessümle. " Yani hiçbir yere. "

 

" Böyle atara gerek yoktu. " dediğinde Büyük dayıya söylediklerimi kastettiğini biliyordum.

 

" Ailem yalan söylüyor. " dedim onu umursamayarak. " Sen aklımı karıştırmak için benimle uğraşıyorsun sanıyordum ama bence haklısın. Benden saklanan şeyler var. "

 

" Bunu da nereden çıkarttın ? "

 

" Önsezi diyelim. "

 

" Bir ipucu yok, kimseye çamur atma. "

 

" Bunu bana kafamı karıştırmadan önce söylemen gerekiyordu. "

 

" Suçlu ben mi oldum ? " diye sorduğunda omuz silktim.

 

" Benim tek suçlu merak etme. " dedim güven verici bir sesle. " Nasıl olsa yalan söyleyen kişi senin ailen değil. Seni biri de kandırmadı hiç. Hayat sana güzel olsun. Ben batabileceğim kadar batmak istiyorum. " derin bir nefes aldım. Onun üzerine gitmeye gerek yoktu. Bana yalan söyleyen Cihangir değildi. Her şeyi bilen, Tibet 'in ne işle uğraştığını bana söylemeyen babamdı. " Gidelim mi ? " diye sordum biraz önceki kelimeleri zihnimden atmak, bir daha da hatırlamamak adına. Bir an önce onların evine gitmek ve bana verdikleri odayı kullanarak aralıksız uyumak istiyordum. Belki de uyumazdım sadece yatardım.

 

Bazen biriyle konuşup dertleşmektense, tavanı izlemek daha iyi hissettiriyordu. Sanırım şu an o evredeydim.

 

" Gidelim. " diyerek eliyle bana yolu gösterdiğinde başımı sallayarak önünden yürümeye başladım. Birkaç adımda yanımda bitti.

 

Aklımda çıkmaz yolu olan sorular vardı. Zihnim bir soru bulutuydu ama cevaplarını bana kimsenin söylemeyeceği türdendi. Bu yüzden pek de bir şey yapmam gerekmiyordu.

 

Arabaya bindiğimizde kemerimi bağlayarak geriye yaslandım. Bakışlarımı Cihangir 'e çevirmedim. Gözlerim hep yoldaydı. Aklım ise bana söylenen başka bir yalanın da var olduğunda. Bunu nasıl aşacaktım? Cihangir gaza basıp hızını artırmaya başladığında kaşlarım çatıldı. Yan taraftaki aynadan arkamıza baktığımda bir aracın olduğunu gördüm ama hızını neden artırmaya devam ettiğini anlayamadım. " Sıkı tutun. " dediğinde başını saniyelik olarak bana döndürerek gözlerinin içine baktı.

 

" Neden ? " kaşlarım tek çizgi halini aldığında gözleri dikiz aynasından arkaya kaydı.

 

" Takip ediliyoruz. "

 

Kalbim o an tepetaklak oldu. Takip edilmek sanırım artık benim için korkusunu üzerimden atamayacağım kadar büyük bir yüktü.

 

Küçük bir bilgilendirme:

Kuzgun'u sadece yağmur yağdığı günler yazabiliyorum. Bu yüzden sürekli bölüm gelemeyebilir. Her yağmur yağışında birkaç bölüm yazıp bu açığı kapatmaya çalışacağım, anlayışınız için şimdiden teşekkür ederim, seviyorum sizleri 🖤

 

İletişim

Insta: rumistrop

 

 

Bölüm : 15.12.2024 22:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...